Etiket arşivi: Taksim Yapı

Taksim Yapı Mimarlık İnşaat Restorasyon Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti.

Annem bizi tamirci sanıyor

ESRA KESKIN DEMIR

1 Nisan 2012, Pazar

Sevilay ve Erhan Uludağ çifti, geçtiğimiz haftalarda Başbakan’ın katılımıyla açılan ve yaklaşık bir asır sonra ilk kez ezan sesinin yükseldiği Nalçacı Halil Dergâhı’nı restore eden karı-koca iki mimar. Onların hayatı, restorasyon üzerine kurulu. Buna tanışma süreçleri de dahil!

Üsküdar Zeynep Kamil Mahallesi’nde ufak, sevimli bir dergâh Nalçacı Halil. 1600’lü yıllarda inşa edilmiş fakat günümüze kadar ayakta kalamamış bir yapıydı. Neyse ki restorasyonu geçtiğimiz haftalarda tamamlandı. Minareden bir asır sonra yeniden “Allahu ekber” seslerini duydu mahalleli. Başbakan da vardı açılışta. O da cuma namazını Nalçacı Halil Dergâhı’nda kıldı. Ardından civardaki evlerden birini ziyaret etti… Tüm bunlar Nalçacı Halil Dergâhı ile ilgili basına yansıyanlardı. Yazıldı ve bitti!

Ama dergâhın restorasyonunun arkasında ciddi bir emek var. Hiç olmayan bir yapıyı yeniden ayağa kaldıran bu ekibin başındaysa Sevilay ve Erhan Uludağ çifti bulunuyor. Sevilay Tuncer Uludağ, restorasyon bölümünden mimarlığa geçiş yapmış, ardından Kültür Varlıklarını Koruma üzerine yüksek lisansını tamamlamış bir isim. Erhan Uludağ ise Beyoğlu Belediyesi’nin şehir planlama bölümünde 5 yıl çalıştıktan sonra kendi şirketini kurmuş. Daha doğrusu eşiyle ortak şirketini… Her ikisi de restorasyon çalışmalarının bugün geldiği noktadan memnun. Fakat on beş yıl öncesini hâlâ gülerek anlatıyorlar.

Annem bana ‘tamirci’ derdi!

Her ne kadar o günlerde bu kavrama birçok kişi yabancı olsa da Uludağ çiftinin tanışmasını sağlayan “restorasyon” kelimesi. Tuncer o günleri şöyle anlatıyor: “Restorasyon kelimesinin henüz tanınmadığı, hatta restoran sanıldığı yıllardı. Bazen de dekorasyonla karıştırılıyordu. Kavrama yabancı olunduğundan herkes anneme, ‘Bu kız ne olacak?’ diye sorar, o da “Tamirci, tamirci!” diye açıklardı. Çünkü o zaman restorasyon bölümünden mezun olanların yapacağı en iyi şey şantiyelerde tavan süslemeleri ya da altın varak işlemeler yapmaktı. Boyacılar günlük 20 lira alıyorsa, restoratörlere 12-13 lira veriyorlardı. Mimar olmayı kafama koymuştum ben de. Bin bir zorlukla fakülteye girdim, 2. sınıfın yazındaydım. Bir gün telefonum çaldı. Arkadaşım arıyor, inanılmaz heyecanlı ama. ‘Sevilay, biliyor musun gazeteye ilan vermişler, restoratör arıyorlarmış!’ Duyduğuma inanamadım. İlk kez bir firmanın restoratör ilanı verdiğini görmüştük. Hemen gittik oraya. Kapıyı bize açan Erhan’dı. Meğer ilanı da o vermiş!”

Erhan Uludağ, o yıllarda Beyoğlu Belediyesi’nde çalışıyor. Fakat kendisine Osmanlıca öğreten hocasına yardım için onun şirketinde organizasyon şemasını ayarlıyor, şirkete alınacak elemanlara karar veriyormuş. Şirkete aldığı elemanlardan biri de ileride eşi olacak Sevilay Tuncer. Tuncer, orada 2 ay staj yaptıktan sonra ayrılıyor fakat Uludağ ile irtibatları kopmuyor. Nitekim Tuncer mezun olduktan sonra evleniyorlar. E-S Yapı Mimarlık şirketi ise nişanlılık döneminde kuruluyor.

İstanbulun ilk camisini de restore ediyorlar

Şirketin kurulduğu 2000 yılında daha çok şahsî mülkleri restore ediyorlar. Hatta Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki tarihî eserlerin sahiplerini tek tek ziyaret edip hepsine teklif vermişler. Erhan Uludağ, o zamanlar haftada 20-30 teklif hazırladıklarını söylüyor. Bu teklif verilen şirketlerden kimi hemen dönmüş, kimi bir yıl sonra kimi de hiç dönmemiş. Fakat işsiz kalmamışlar. Hatta 2 yıl sonra Taksim Yapı Mimarlık şirketini de kurmuşlar. 7 yıldır kamu kurumlarına ait tarihî eserleri de restore ediyorlar. Restorasyonunu üstlendikleri yapılar arasında; İzmir Konak Yalı Camii, Edirne Selimiye Camii-Darü’l-Kurra Medresesi, Yerebatan Sarnıcı, Rüstem Paşa Medresesi, Şerefiye Sarnıcı, Nalçacı Halil Dergâhı ve çalışmaları hâlâ devam eden İstanbul’un ilk camisi Fatih Sultan Mehmet Camii var.

İkiz annesi olan Tuncer, restorasyon çalışmalarını hasta bebeği iyileştirmeye benzetiyor. Ona göre restorasyon, sabır işi olmasına rağmen çok keyifli. Çocuklarından çok tarihî yapılara zaman harcadığını söyleyen mimar, “Eskiyle yeniyi karşılaştırmak, sonucu görebilmek hep hoşuma giderdi. Birçok kişi şaşırıyor ama ütü yapmak ve cam silmek en sevdiğim işler. Kırışık bir şeyin düzelmesi, yeni gibi görünmesi, aradaki farkın anlaşılması çok güzel çünkü. Mimarlık da bunun gibi.” diyor.

KAYNAK: ZAMAN

Prof. Dr. Feridun Çılı ile Hüseyin Ağa Camii üzerine

Mülakat: İbrahim Ethem Gören

Prof. Dr. Feridun Çılı ile içinden Beyoğlu Hüseyin Ağa Camii geçen bir sohbet…

1-Ağa Camii restorasyonunu genel anlamda değerlendirir misiniz?

Ağa Cami restorasyonu, çatısı olduğu gibi çökme tehlikesinde olan bir yapının yoktan var edilmesidir. 

2-Binada hangi türden hasarlar vardı?

Caminin çatısını oluşturan iki tonozda aralığı 15cm~20cm’ye ulaşan ve yarılma da denilebilecek iki adet diyagonal çatlağa ek olarak tüm cephe duvarlarında, minarede ve avluda çeşitli açıklıklarda sistematik çatlak oluşumu bulunuyordu.

3-Bahsettiğiniz hasarlara nasıl müdahale edildi?

En önemli çatlak/ayrılma denilebilecek tonoz çatlaklarının daha fazla açılmasına izin vermemek amacı ile tonozlara dik doğrultuda dört adet ön gerilmeli gergi düzenlendi. Benzer gergiler, yapının bütünlüğünü korumak amacı ile tonozlara paralel doğrultuda da yerleştirildi. Gergilerde paslanmaz çelik kullanıldı. Yapının bütünlüğünü ve kararlılığını sürdürebilmek için cephe duvarlarının en üst kotunda yine paslanmaz çelikten bir hatıl sistemi düzenlendi. Yapıdaki diğer tüm çatlaklar genişliklerine bağlı olarak değişik şekillerde onarıldı.

4-Binanın sıvalarını sökerken sürprizlerle karşılaştınız mı?

Gayet tabii. Bu aşamada yapıya daha önceki dönemlerde yapılmış tüm müdahaleler görüldü. Bunların bir bölümü günümüz restorasyon ilkeleri ile uyuşmadığı için değiştirildi/kaldırıldı.

5-Binanın cephelerinde mühür gibi yuvarlak metal parçaları duruyor. Bunlar ne işe yarar?

Bunlar, tonozlara paralel ve dik doğrultuda düzenlenmiş gergilerin sabitleme/ankraj plakalarıdır. 

6-Mimar Koray Gümüş Zaman Gazetesi’ne verdiği bir mülakatta Ağa Camii’nin dışarıdan bakıldığında yapının üzerindeki çok katmanlı tarihsel dönemlerin izlerini taşıyan müdahalelerin kazınarak homojen bir hale dönüştürüldüğü ve camiinin 2013 model bir bina olduğunu söylüyor… Bu hususta sizin kanaatleriniz nelerdir?

Kesinlikle katılmıyorum, daha doğrusu yapının tarihi ve hasar durumu hakkında hiç bir bilgisi olmayan insanların fikir belirtmesini gereksiz buluyorum. Yoldan geçerken bakılınca tonozların göçmenin eşiğinde olduğu görülemez. Dahası, bu restorasyon, kurullarca da onanmış bir restorasyon projesi kapsamında ve bir bilim heyetinin gözetiminde yapıldı. Yapılan, bu emeğe saygısızlıktır. 

7-Camiinin eski fotoğraflarına baktığımıza tonozlarda ciddi çatlak ve yarıklar olduğunu görüyoruz. Bunlar nasıl tamir edildi? Yapılan işlem bilimsel açıdan doğru mudur?

Bu sorunun yanıtı 3.soruda var. Yapılan müdahale bilimsel açıdan doğrudur. Daha iyi bir yöntem bulunduğunda yapılan müdahale bir gün içinde kaldırılabilecek kadar basittir. 

8-Camiinin eski fotoğraflarına baktığımızda kolonların daha büyük ve heybetli olduğu görülüyor. Şu anki durumda kolonların ince ve narin olduğunu görüyoruz. Bu camiinin statiği açısından tehlike oluşturur mu?

Hayır oluşturmaz. Camide mihrap cephesine yakın tuğla ayakların üzerinde kalınlığı 20cm~25cm’ye varan çok az donatılı kalitesiz betonla oluşturulmuş betonarme mantolar bulunmaktaydı. Bu tabaka tamamen alınarak yerine çelik köşebentler ve etriye gibi çalışan ön gerilmeli çubuklarla oluşturulmuş çelik manto konuldu. Çelik manto, tuğla ayağın üst kotlarında kapatılmayarak görünür halde bırakıldı.

9-Sizce restorasyonla yeniden inşa projeleri arasında nasıl bir denge sağlanmalıdır? Bu denge Ağa Camii örneğinde nasıl korunmuştur?

Ağa camide tapılan işin adı “restorasyon” olup yapıda korunması gereken ya da korunabilecek tüm öğeler korunmuştur. Yeniden yapım ise, laftan da anlaşılacağı üzere “yeniden yapım”dır.  Bu iki kavramı karıştıranların eleştirisine kulak asmamak gerekir. 

10-“Ağa Camii 16. Yüzyıla ait anonim bir yapı hüviyetine dönüşmüştür” iddiası hakkında neler söylemek istersiniz?

Cami gerektiği şekilde restore edilmiş ve güçlendirilmiştir. Gerisi boş laftır…

Sevilay Uludağ: Restorasyon medeniyetin yeni nesle aktarılmasıdır

Sevilay Uludağ: Restorasyon medeniyetin yeni nesle aktarılmasıdır

Mimar Sevilay Uludağ ve eşi Mimar Erhan Uludağ

Edirne’den Afyon’a; İzmir’den Manisa’ya oradan da Balkanlar’daki Osmanlı eserlerine varıncaya kadar yüzlerce tarihi eserin restorasyonunu gerçekleştiren Mimar Sevilay Uludağ ile tarihi eser restorasyonu üzerine konuştuk

İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni

Yüksek mimar Sevilay Uludağ, mimar eşi Erhan Uludağ ile birlikte 10 yıldır tarihi eser restorasyonu üzerine çalışıyor…

Selimiye Dar’ul Kurra Medresesi, Manisa Zeynelzade Kütüphanesi, Kasımpaşa Mevlevihanesi, Afyon Arapmescit Camii ve Fatih Aşık Paşa Camii gibi asırlık geçmişi bulunan sivil ve dini mimari eserlerini restore eden Sevilay Uludağ, şu sıralar Makedonya Radanya Camii ile Manastır İshak Paşa Camii’nin restorasyonuyla meşgul.

Sevilay Uludağ medrese, cami, mescid, türbe, hazire, imarethane, sebil, sıbyan mektebi, Mevlevihane ve kütüphane gibi Osmanlı medeniyetinden günümüz Türkiyesine miras kalan tarihi eserleri, abide binaları aslına uygun bir keyfiyette restore ediyor…

Edirne’den Afyon’a; İzmir’den Manisa’ya oradan da Balkanlar’daki Osmanlı eserlerine varıncaya kadar yüzlerce tarihi eserin restorasyonunu gerçekleştiren Mimar Sevilay Uludağ ile tarihi eser restorasyonu üzerine konuştuk…

İbrahim Ethem Gören: Tarihî eser restorasyonuna nasıl başladınız?

Sevilay Uludağ: Meslek yüksek okulunda restorasyon bölümünü  okurken uygulamanın içersinde hemen bulunmak istememden dolayı okuldan arta kalan  zamanlarımda çalışmaya  başladım ve böylelikle restorasyon uygulamalarıma ilk adımlarımı atmış oldum.

Bu hizmete restorasyon alandaki eksiklikleri müşahede ederek, medeniyet, tarih ve kültür bilincini proje ile hayata geçirmek amacıyla başladık.

Geride kalan 10 yılda İstanbul başta olmak üzere memleketimizin pek çok yerinde eski eser restorasyon projelerine imza attık.

Evvelemirde cami, mescit, medrese, tekke, çeşme, türbe, gibi vakıf medeniyeti mahreçli eserlerin yayında havagazı fabrikası, un fabrikası, konut gibi sivil mimari olmak üzere 100’ün üzerinde eserin rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerini hazırladık. Aralarında pîrimiz Mimar Sinan’ın da birçok eserinin olduğu bu yapıların uygulama projelerini de hayata geçirdik.

Bu alanda neler yapıyorsunuz?

Taşınmaz kültür varlıklarının konservasyonu ve restorasyonunu yapıyoruz.

Hâlihazırda Kazlıçeşme’deki Fatih Camii, Mesnevihane Camii, Çorlu Fatih Camii, Osmanlı Camii ve Kariye Müzesi gibi tarihi eserler başta olmak üzere muhtelif çeşme ve sebil restorasyonlarını geçekleştiriyoruz.

Balkanlardaki Osmanlı eserleriyle de ilgilendiğinizi biliyorum…

Evet, ilgileniyoruz… Balkanlar, eski Osmanlı toprağı… Evlad-ı Fatihan’ın memleketlerinde yüzlerce Osmanlı eseri var… Balkan coğrafyasıyla özel olarak ilgileniyoruz. Oralar yıllarca ihmal edilmiş… Bunca ihmale rağmen Balkanlarda yaşayan akrabalarımız medeniyetiyle bağlarını sımsıkı muhafaza etmiş… Bahsettiğim medeniyet bağında camilerin, tekkelerin, Osmanlı mezarlarının ayrı bir yer ve önemi var. Bu bağlamda şu anda Makedonya’da ve Arnavutluk’ta bulunan dört Osmanlı camiinin restorasyonunu gerçekleştiriyoruz.

Kazlışeçme’deki Fatih Sultan Mehmed Camii’ni restore ettiğinizi söylediniz… Bu cami, İstanbul ve tarihimiz için ne ifade ediyor?

Fatih Sultan Mehmed’in banisi olduğu Fatih Camii, İstanbul’un en eski İslam ibadethanelerinden biridir… İstanbul’un Fatihi  “haricisur”da yerleşimin teşvik edilmesini teşvik babında bu kutlu mescidi inşa ettirmiştir.

6 asırlık cami pek çok kez onarılmış olmalı…

Doğrudur… Camii günümüze gelene kadar birçok kere onarım geçirmiştir. Caminin cümle kapısının üzerinde II. Mahmud’un tuğrasının olması yapının bu dönemde esaslı bir onarım geçirdiğinin bir göstergesidir. Fatih Camii sırasıyla 1814, 1954 ve son olarak da 1983 yıllarında kapsamlı bir onarım geçirmiştir.

Camiinin mimari üslubu ve iç tezyinat unsurları hakkında bilgi verir misiniz?

Cami 13,80×10,70 cm. ölçülerinde, kareye yakın, dikdörtgen plan şemasında olup oldukça sade bir görünüm arz eder. Son cemaat yeri 1950 yılında betonarme olarak yapılmıştır. Caminin kuzey doğusunda kare kaideli ve kesme taş ile inşa edilen bir minaresi vardır ki minare özgün şeklini korumaktadır. Kâgir olan yapı dört yöne meyilli ve üzeri kiremit örtülü bir çatı ile kapatılmıştır.

Mescidin tam karşısında semte adını veren Kazlı Çeşme ile Fatih’in Sakabaşısı Ali Ağa’nın türbesi yer almaktadır. Mihrab sade bir niş şeklindedir, minber ise ahşap olup yenidir. Tavan ahşap çıtalarla düzenlenmiş olup ampir üslupta motiflerle süslenmiştir.

Tarihi eser restorasyonu deyince ne anlamalıyız?

Kısaca, medeniyetin, tarihin, kültürün yaşatılmasını ve nesillere aktarılmasını sağlamayı… Eserler, ancak gerektiğinde, özellikleri muhafaza edilerek tamir ve bakımdan geçerse nesilden nesile aktarılabilir…

Restorasyon projelerinde dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir?

İşin uzmanlarıyla çalışmak. Çok kapsamlı araştırma yapmak. Uygulama yapılacak yapının benzerlerini incelemek, dönem ve üslubunu çok iyi anlamak projenin olmazsa olmazlarındandır.

En önemli hususlardan biri de çalışma ekibidir. Tarihi eser restorasyonu bizatihi ekip işidir. Araştırma safhasından, çizim safhasına kadar teknik desteğe ihtiyaç duyar. Konusunun uzmanı kişilerin özveri ve aşk ile yapması gereken bir faaliyettir.

Eski eser restorasyonu sırf kâr için yapılabilir mi?

Hayır…  Medeniyetimize ait kadim eserlerin aslına uygun olarak yenilenmesi kesinlikle ticari faaliyet olarak görülmemesi gereken bir hizmettir. Para bahis mevzuu olmayacak mı? Tabii ki olacak ama her zaman ikinci planda kalacak. Restorasyon işinde kullanılan malzemeden işçi ve usta seçimine kadar dikkatli davranmak lazımdır.

Kullanılan malzemenin mevcut yapı ile uyumu, işçilik kalitesi, keyfi uygulamalar ve daha fazla kâr elde etmek amacıyla özensiz iş yapma ve imitasyon uygulamalar sıkça rastlanılan hatalardır.

Hatasız bir restorasyon projesi düşünmek mümkün mü?

Çok zor…  Gerçi proje hatasız olsa da uygulamada mutlaka bazı sorunlarla karşılaşılır. Bir de eski malzemeyle yeni malzemenin uyumu var ki bunu sağlamak oldukça güçtür.

Bir tarihî eserin aslına uygun bir şekilde restore edilme sürecinin nasıl olması gerektiğine dair tecrübelerinizi paylaşır mısınız?

Çok iyi araştırma yapılarak hazırlanacak restitüsyon ve restorasyon projelerinin ehil ellerde uygulanması gerekmektedir. Süreç yapının rölövesinin alınmasıyla başlar. Bunu restitüsyon ve restorasyon projelerinin hazırlanması ve Koruma Kurullarının onayının alınması izler. Daha sonra restorasyon projesinin uyulama safhası gelir. Yapının malzeme analizlerinin, zemin etüdünün yapılması gerekir. Malzeme analizi, yapıda kullanılacak malzemenin özgün malzemeyle uyumunun sağlanması açısından, zemin etüdü ise yapının strüktürel sorunlarının giderilmesi için oldukça önemlidir. Bunu işin ehli ustalarla çalışmak takip eder.

Asırları geride bırakan Sultanahmet Camii dimdik ayakta dururken Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii 40’ncı yılını göremeden yıkıldı… Cumhuriyet döneminde inşa edilen kimi dini ya da sivil mimari eserlerinin bir insan ömrü kadar ayakta kalmakta zorlanmasını neye bağlamamız gerekir?

Yapıda kullanılan malzemelerin burada etkili olduğu görülmektedir. Anıtsal yapıların malzemesi  taş, tuğla ve Horasan sıva olması ve bu malzemelerin dayanıklılığının, kimyasal malzemelerin dayanıklılığından fazla olmasına bağlanabilir.

Eski eser restorasyonu alanında ülkemiz ne durumda? Kadim camilerimizden medreselerimize; oradan, mezar kitabelerinden çeşmelere kadar tarihimize yeterince sahip çıkabiliyor muyuz?

Büyük camiler ve anıtsal yapılarla ilgili özellikle 2006-2010 yılları arasında çok kapsamlı bir faaliyet gerçekleştirilmiştir. Onarım gerektiren büyük yapıların tamamına yakının projeleri hazırlanmış olup onarımlarına da başlanılmıştır. İstanbul’daki anıtsal camilerin büyük bir bölümünün onarımları gerçekleştirilerek ibadete de açılmış durumdadır.

Medrese, çeşme, hazire, türbe vs. gibi yapıların onarılmasında başta Vakıflar Genel Müdürlüğü olmak üzere il ve ilçe belediyelerinin de gereken ilgiyi gösterdiği söylenebilir.

Tarihi eser restorasyonlarında yeterli araştırma yapılıyor mu? Eser bazında bilim kurulu göreve davet ediliyor mu?

Tarihi eser restorasyonlarının gerçekleşebilmesi için; o eserlerin mevcut durumu yani rölövesi, yapının ham hali, yani ilk yapıldığı andaki durumu veya nitelikli eklemelerini içeren durumunu gösteren ve kapsamlı bir araştırma gerektiren  restitüsyon projesi hazırlanması gerekmektedir.

Bu projeler ve genellikle de restitüsyon projeleri doğrultusunda hazırlanan restorasyon projelerinin Bölge Koruma Kurullarınca uygun bulunmasından sonra uygulamaya geçiliyor. Anıtsal yapıların uygulama projelerinin onayında genellikle bölge kurul kararıyla bilim kurulları oluşturulması isteniyor.

Restorasyon müteahhit işi mi? Müteahhitler inşaattan mutlaka anlar ama aynı şey, tarihi eser restorasyonu için söylenebilir mi? Tarihî eser restorasyonu yapan, bu alanda ihale kazanan firmalarda işin uzmanları çalışıyor mu?

Tarihi eser uzmanı bulundurmayan firmaların bu tür ihalelere girmesi son yıllarda neredeyse imkansız hale getirilmiştir. Hatta anıtsal yapıların restorasyonunda farklı meslek uzmanlarından oluşan bilim kurulları oluşturulmaktadır. Bu onarımlar oluşturulan bilim kurulların denetiminde gerçekleştirilmektedir.

Tarihi eserler, ihaleyi alan firmaların ustalarının, mühendislerinin insafına mı bırakılıyor? Bu alanda yeteri kadar denetim yapılıyor mu?

Böyle bir durum söz konusu olamaz. Olmamalıdır. Birkaç kötü örnek çıkabilir. Ama bunlar genelin denetimsiz olduğu anlamına gelmemelidir. Tarihi eserlerin restorasyonu hazırlanmış ve Koruma Kurullarınca uygun bulunan uygulama projeleri kapsamında  müellif mimar ya da konu kamu veya  vakıfsa bölge müdürlükleri denetiminde yapılıyor. Proje dışında yapılan uygulamalar ise meslekten mene varacak cezaları gerektirdiğinden, onaylı projelerin dışında keyfî uygulamaların yapılması güçleşiyor. Denetim konusunda bizim yaptığımız işler üzerinden konuşabilirim ancak. Onlarda da oldukça sıkı denetim yapılmıştır.

Türkiye’de tarihi eser restorasyonu alanında yetişmiş iş gücü sayısı, restorasyon uzmanı sayısı yeterli mi?

Tarihi eser sayısıyla kıyaslarsak nitelikli eleman ve yetişmiş iş gücü kesinlikle yeterli olmadığını düşünüyorum.

Tarihi eser restorasyonunda kullanacağınız malzemeleri nasıl/nereden temin ediyorsunuz? Sanatkâr dedelerimizin klasik mimaride el altında bulundurdukları, evvelemirde akla gelen Horasan sıva gibi malzemeleri nasıl temin ediyorsunuz?

İş ve hizmetin mahiyetine göre çalışıyoruz. Bir abidevi eserde Horasan sıva gerekliyse bunu mutlaka temin ediyoruz. Horasan sıvanın yapımında gerekli olan dört malzemeyi de Manisa ve Aydin illerimizden  getirtiyoruz.

Restorasyonda “Olmayana ergi” yöntemi geçerli midir? Rumelihisarı’nda, Şehitlik Dergâhı’nda herkesin gözü önünde Rumelihisarı’nın silueti bozuldu? Üzerinde en az 100 yıldır hiçbir eski ve yeni binanın bulunmadığı bilinen 14 dönümlük bir alanda “Tarihi Eser, Müze ve Sosyal Tesisler Restorasyonu” ruhsatıyla sıfırdan betonarme yapılar, restoranlar, havuzlar, binalar inşa edildi? Restorasyonun sınırları yok mudur?

Restorasyonun tabii ki sınırları vardır… Proje kapsamında olmayan hiçbir şey yapılamaz, yapılmamalıdır. Bir mekânda tarihi eser ya vardır ya da yoktur. Mezkûr bölgede önceki dönemlerde tarihi bir eser yoksa oraya normal şartlar altında “sonradan” gece kondu mantığıyla “tarihi eser kondu” yapılamaz/yapılmamalıdır. Bu noktada görev kontrolörlere ve haliyle Boğaziçi İmar Müdürlüğü’ne düşmektedir…

Son olarak tarihi eser restorasyonu üzerine neler söylemek istersiniz?

Eserlerimiz geçmişimizi anlamamız, yaşanmışları ve geçmişteki birikimleri, tarihi sosyal hayatı kısacası geçmişte ne varsa tamamen yalan söylemeden yorum katmadan anlatan  tek şahitlerdir. Bunları ne kadar uzun yaşatırsak ve esere yalan konuşturmazsak  o kadar çok nesle aktarılmış olur.

İlginiz için teşekkür ederim.

Asıl ben teşekkür ederim İbrahim Bey.

Kaynak: Dünya Bülteni

Nalçacı Halil Dergâhı- Bir restorasyonun hikayesi

İbrahim Ethem Gören, şehir plancısı ve restorasyon uzmanı Erhan Uludağ ile Nalçacı Halil Dergâhı özelinde tarihi eser restorasyonu üzerine bir söyleşi yaptı

İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni 

Osmanlı tekkeleri ve tekkelerde neşvü neva bulan kültür, Osmanlı medeniyetinin muhafaza edilmesinde, nesilden nesile aktarılmasında, ilim ve tasavvuf geleneğinin aslî mahiyetine uygun bir şekilde sürdürülmesinde önemli misyon üstlenmiş. Bu bağlamda Üsküdar’daki Nalçacı Halil Dergâhı da 1900’lü yılların başına kadar Ümmet-i Muhammed’e hizmet eden bir müessese ve irfan mektebi olarak hayatiyetini sürdürmüş. Bir Halveti-Şabani Dergâhı olan Nalçacı Halil Tekkesi 100 yıllık bir fasılanın ardından yeniden ihya edilerek 2 Mart Cuma günü Cuma namazında tekrar hizmete açıldı…  Tekkenin restorasyon projesini eşi, mimar Sevilay Uludağ’la birlikte hayata geçiren şehir plancısı ve restorasyon uzmanı Erhan Uludağ ile Nalçacı Halil Dergâhı özelinde tarihi eser restorasyonu üzerine sohbet ettik…

İbrahim Ethem Gören: Nalçacı Halil Dergâhı’ndan hikâyesini anlatır mısınız? Nalçacı Halil kimdir, dergâh hangi tarihlerde hizmete girmiş ve kaç yıl cemiyete ve cemaate hizmet etmiştir?

Günümüze ulaşamayan tekkenin haziresi Üsküdar’da Tabaklar Mahallesinin (eski İnadiye semti)  Nalçacı Hasan[1] Sokağı’ndadır. Tekke, Halvetî tarikatine mensup olan Mudurnulu Nalçacı Şeyh Halil Efendi tarafından kurulmuş ve bu sebeple onun adını almıştır. 4. postnişîn Şeyh Mehmed Tulû’î Efendi’den dolayı (v. 1170/1756-7) Tulû’î Efendi Dergâhı[2] adıyla da anılmaktadır. Ayvansarayî’ye göre, buranın diğer bir adı ise Pâr Tekyesidir ve Halil Efendi Antalya’da meskûn Vehhab Ümmî’nin müridlerindendir.[3] Diğer bir belgeye göre onun şeyhi, silsilesi Abdülvehhab Efendi ve Tâlib Ümmî Efendi ile Halvetiyye tarikatinin Ahmediyye kolunun kurucusu Şeyh Ahmed Şemseddin Yiğitbaşı’ya (v. 910/1504) ulaşan Armağan Ramazan Efendidir.[4] Halil Efendi’nin vefat tarihini Ayvansarayî burada bulunduğunu belirttiği mezar taşına göre 1040 (1630-1)[5], Zâkir Şükrî ise 1068 (1657-8)[6] olarak verir. Sözü edilen mezartaşı bugün mevcut değildir; kabir yeri de bilinmemektedir.

Zaman içinde harap olan dergâh 1874 yılında tamir ettirilmiş, bu sırada Nalçacı Şeyh Halil Efendi’nin kabri üzerine bir türbe inşa edilmiştir.[7]

1914–1919 yılları arasında hazırlanan “Alman Mavileri” haritalarında tekke binalarının mevcut olduğu görülmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1924 yılında yaptırmış olduğu tespit çalışmasında Nalçacı Tekkesi’nin “mâmur” durumda olduğu belirtilmiştir. Ancak 1931 tarihli 57 nolu Pervititch paftasında yalnızca türbenin ve minarenin ayakta kaldığı görülmekte, diğer kısımların ise harabe olarak nitelendirildiği belirtilmektedir. 1940’larda halen varlığını sürdürmekte olan Nalçacı Halil Efendi Türbesi de bu tarihlerden sonra yıkıma uğramış ve ortadan kalkmıştır. Dergâhtan günümüze hazire dışında hiçbir şey ulaşamamıştır.

Tekke her ne kadar Nalçacı Halil Efendi tarafından yaptırılmış olsa da, tekkenin manevi bütünlüğü açısından Bosnavî Mehmet Tevfik Efendi’nin kabrinin burada bulunmasının ayrı bir önemi vardır.

Buradan, restorasyona geçelim isterseniz… Cami ve dergâhın mimari plan özellikleri nelerdir?

Halvetiliğin Şabani koluna mensup Mudurnulu Nalçacı Şeyh Halil Efendi tarafından muhtemelen 17. Yüzyılın ilk çeyreğinde yapılmış olan Nalçacı Dergâhı aynı zamanda tevhidhane olarak kullanılan mescidin Maraş Valisi Abdullah Paşa (ö.1756) tarafından minberle donatılmasıyla cami-dergâh niteliğini kazanmıştır. Zamanla harap olan dergâh 1874 yılında Namık Paşazade Hüseyin Cemil Paşa (ö.1889) tarafından tamir ettirilmiş, bu sırada Nalçacı Şeyh Halil Efendi’nin kabri üzerine bir türbe inşa edilmiştir.

Dergâh günümüze ulaşmadığı ve mimari özelliklere ait henüz görsel bir belge bulunamadığı için yapıların mimari özelliklerini ancak yazılı kaynaklardan öğrenebiliyoruz. Yazılı kaynaklardan öğrendiğimiz bilgileri de ancak dönem yapılarıyla karşılaştırarak anlamak mümkün olmaktadır.

Bu bilgiler ışığında kareye yakın dikdörtgen planlı, ahşap duvarlı ve kırma çatılı olduğu anlaşılan mescit-tevhidhanenin, geç dönem Osmanlı mescitleriyle aynı özellikleri paylaştığı rahatlıkla söylenebilir. Avlu (kuzeybatı)  yönünde, dikmelere oturan bir son cemaat yeriyle donatılan mescit-tevhidhanenin muhtemelen güneybatı yönünde, üst kattaki kadınlar mahfiline çıkan merdivenin yer aldığı bir mekân bulunmaktaydı. Bu bölümün de arkasında, koridor veya revak türünden bir mekânla mescit-tevhidhaneye bağlanan muhtemelen iki katlı bir kanat bulunmaktaydı. Dergâhın diğer bölümlerinden görece soyutlanmış olan bu kanat büyük ihtimalle dergâhın harem dairesiydi.

Cümle kapısının açıldığı küçük avluyu diğer iki yönden (güneybatı ve kuzeybatı yönlerinden) kuşatan ve mescit-tevhidhaneye bağlanan, iki katlı olduğu tahmin edilen diğer kanadın ise selâmlık olduğu söylenebilir. İ. Hakkı Konyalı’nın “meşruta” olarak nitelediği bölüm olduğu anlaşılan bu kanatta, bir sofa etrafında he katta ikişer odanın olduğu varsayılabilir. [8]

Dergâh, Cumhuriyet döneminde hangi yıllara kadar ayakta kalmıştır?

Dergâh Cumhuriyet döneminde bakımsızlıktan yıkılmıştır. 1940’larda halen varlığını sürdürmekte olan Nalçacı Halil Efendi Türbesi de bu tarihlerden sonra yıkıma uğramış ve ortadan kalkmıştır. Dergâhtan günümüze boş bir arsa ve hazire dışında hiçbir şey ulaşamamıştır.

Tekkeden günümüze boş bir arsa ve hazire kaldığını söylediniz… Tekke ne kadar bir süre metruk vaziyette kalmış?

1930’lu yıllaradan itibaren işgal edilip arsa üzerine gecekondular yapılmıştır. Bu gecekondular ancak 2006 yılında kaldırılabilmiş ve arazi işgaleden kurtarılmıştır.

Nalçacı Tekkesi’ni ve camiini yeniden inşa ve ihya sürecini anlatır mısınız? Mimari planı nasıl buldunuz? Tekkeyi temelleri üzerinde yeni baştan inşa ederken nelere dikkat ettiniz? 

Nalçacı Dergâhı 2005 yılında İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Bosnavî Mehmet Tevfik Efendi Nalçacı Halil Külliyesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği’ne ihya edilmek üzere tahsis edilmiş. Dernek, restorasyon projelerini hazırlatıp zorlu bir süreçten sonra projeler, Koruma Bölge Kurulu’nca 3 Haziran 2008 tarihinde onaylanmıştır.

Proje onayından sonra Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payına Dair Yönetmelik hükümlerin yararlanmak üzere Üsküdar Belediyesi kanalı ile İstanbul İl Özel İdaresi’ne müracaat edilmiş. 2009 yılında İstanbul İl Özel İdaresi’nce Restorasyon bedelinin %80’i Özel İdare Fonu’ndan karşılanmak ve %20’si ile toplam bedelin KDV’si Üsküdar Belediyesi tarafından ödenmek üzere fon tahsis edilmiştir. 2009 yılı sonlarına doğru Üsküdar Belediyesi tarafından açılan ihaleye iştirak ettik, ihale uhdemizde kaldı ve işe başladık.

Bu süreç ne kadar vaktinizi aldı?

Öncelikle projenin arazi aplikasyonunu yaptığımızda hazire alanındaki 4-5 tane mezarın, mescidin içinde kaldığını fark ettik. Bu mezarlar, esasında dergâh yıkıldıktan sonra defin yapılmış kabirler. Durumu belediyeye bildirdik ve proje tadilatı yapılması ve Koruma Bölge Kurulu’nda onay alınması istenildi ve projeler tekrar revize edilerek Koruma Kurulu’na sunuldu. Ancak bu süreç yaklaşık 4,5 ay işe başlanmasını geciktirdi.

İşe başladığımızda yine birtakım sıkıntılar ve işi geciktiren süreçler yaşandı. Hafriyata başladığımızda 6-7 katlı komşu binaların bodrum katlarının olmadığını tespit ettik, sağlam zemin 3-4 mt. derinde olduğundan mecburen dergâhın temellerinin sağlam zemine oturması gerekiyordu. Hafriyat esnasında komşu binaların kayma tehlikesi ortaya çıktı. İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi’nden uzman hocalardan statik rapor alarak bu rapora göre tedbirler alıyorken, nisan yağmurları aman vermiyor, diğer taraftan İSKİ kayıtlarında yer almayan bir isale hattının arsanın tam ortasından geçtiğini kazı sırasında isale hattının patlamasıyla hem İSKİ hem de biz öğreniyorduk.

Ortaya çıkan statik sorunlar proje tadilatı ihtiyacını doğurdu. Malumunuz projede yapılacak her türlü değişiklik Koruma Kurulu onayını gerektiriyor. Dolayısıyla süreç uzamış oluyor.

Tekke ve caminin mimari üslubundan bahseder misiniz?

Projeler hazırlanırken eski tekke yapılarına dair görsel belge olmadığından restorasyon projesi betonarme temel ve çelik konstrüksiyon üzerine ahşap kaplama olarak zor-bela onaylanmış. Projenin onayı sürecinde bir hayli sıkıntılar yaşanmış, projenin onaylanmaması yönünde ciddi itirazlar yaşanmış.

Statik sebeplerden proje tadilatı gereği ortaya çıkınca hazır kurul süreci yaşanacakken projede de bazı değişiklikler yaptık.

Yapıyı tamamen geleneksel usullere göre, temeller ve zemin kat kâgir, üst katlar ahşap yapalım dedik ancak bu teklifimiz uygun görülmedi.

Ancak temel ve bodrum betonarme, diğer katlar çelik yapı ile ahşap karma sistemde ve bağdadi duvar ve horasan sıva uygun görüldü. Bu arada ilk projede betonarme olan minareyi dönemine uygun kesme taş tekniği ile yaptık. Aynı zamanda yapılardaki kapı pencere ve diğer mimari elemanları dönemine uygun oranlarda revize ettik.

Bunun yanında kapı pencere tasarımlarının yanı sıra tavan planları değişti, diğer taraftan betonarme ihata duvarları küfeki taşıyla usulüne uygun yapıldı. Girişe klasik tarzda bir taç kapı ile taçlandırıldı.

Restorasyonda iç tezyinat unsurları neler?

Yapının orijinal haline ilişkin bilgiler yeterli olmadığından tezyinatına dair bilgiler de maalesef yok. Ancak az önce bahsettiğim proje tadilatı esnasında yapıların sadeliğini muhafaza etmekle beraber binalara güzellik katacak tarzda bazı değişiklikler yapıldı. En basitinden kullanılan mimari öğeler dönem örneklerine ne kadar yakın olursa o derecede güzelliği artıyor. Kapılar, pencereler, tavanlar gibi. Bunun yanında minber, mihrap ve vaaz kürsü projeleri değiştirildi, mescit kapısı oyma tekniğiyle kündekâri yapıldı. Mescidi süsleyen bir diğer unsur da avize… Avize, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nden hediye edildi.

Bu bağlamda soracak olursak Nalçacı Halil Camii takriben kaç yıl İstanbulluların hizmetinde olacaktır?

Yapıların periyodik bakımları yapıldıktan sonra bir sıkıntı olacağını düşünmüyorum. Dergâhın zaten artık bir vakfı var. İlelebet hizmet vermeye devam edecektir.

Süleymaniye, Yeni Cami, Selimiye, Rüstempaşa gibi Osmanlı kadim mimari eserleriyle günümüz Türkiye’sinde inşa edilen dini mimari yapıların ömürlerini karşılaştırıldığımızda Cumhuriyet döneminde yapılan dini ya da sivil mimari eserlerin hayatiyetlerinin daha kısa süreli olmasını neye bağlamamız gerekir? 

Günümüzde inşa edilen mimari yapıların ömürlerinin kısa olmasının asıl sebebi betonarmenin ömrünün yığma yapı ve horasan harçla kıyaslanmayacak kadar kısa olmasıdır. Bahsettiğiniz bu yapılar taş yapılardır ve ömürleri tabii ki daha uzundur. Günümüz çağındaki çevre etkileri de yapıların daha hızlı yıpranmasını artırmaktadır.

Osmanlı’dan günümüze intikal eden tarihi eserler ne hikmetse muhafaza edilemiyor? Tarihi yapılar yıkılıp gidiyor… Medreseler, çeşmeler, sibyan mektepleri, meşrutalar kederine terk ediliyor… Nerede hata yapılıyor? Bu sürecin önüne nasıl geçilebilir?

Bu konu derin olmakla birlikte, bahsettiğiniz yapılar Osmanlı vakıf geleneğinin ürünü eserlerdi. Bu eserlerin bir banisi olduğu gibi, eserlerin ilelebet yaşayabilmesi ve gereğinde tamir ve bakımlarının yapılabilmesi için akarlar da vakfedilirdi.

Son yıllarda bu eserlerin restorasyonları ve ihyaları yapılmaya başlandı ve ciddi çalışmalar yapılıyor. Ancak bu sorun ancak vakıf bilinciyle ve kültürel mirasa sahip çıkmakla çözülebilir.

Ülkemizdeki restorasyon çalışmalarına geçmezden önce sizin bu alandaki çalışmalarınıza değinelim… Sadece restorasyon yapıyorsunuz. Bu alana nasıl girdiniz ve şu ana kadar belli başlı hangi tarihi eserleri restore ettiniz? 

Sadece restorasyon değil, aynı zamanda günümüz inşaat sektöründe de uygulamalar yapmaktayız.

Eski eser restorasyonu işine, bu alandaki eksiklikleri görülerek, tarih ve kültür bilincini proje ile hayata geçirmek amacıyla başladık. Bugüne kadar ülkenin büyük bölümünde eski eser restorasyon projeleri hazırladık. Başta cami, mescit, medrese, tekke, çeşme, türbe, gibi vakıf kökenli eserlerin yayında havagazı fabrikası, un fabrikası, konut gibi sivil mimari olmak üzere 90’a yakın eserin rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlanmış, aralarında Mimar Sinan’ın da birçok eserinin olduğu bu yapıların da bir kısmının uygulamaları yapılmıştır.

Tarihi eser restorasyonunda nelere dikkat edilmelidir? Sık yapılan hatalar nelerdir?

Tarihi eser restorasyonu bir ekip işidir. Araştırma safhasından, çizim safhasına kadar teknik desteğe ihtiyaç duyar. Konusunun uzmanı kişilerin özveri ve aşk ile yapması gereken bir faaliyettir.

Kesinlikle ticari faaliyet olarak görülmemesi gereken eski eser restorasyonunda, kullanılan malzemeden işçi ve usta seçimine kadar dikkatli davranmak lazımdır.

Kullanılan malzemenin mevcut yapı ile uyumu, işçilik kalitesi, keyfi uygulamalar ve daha fazla kâr elde etmek amacıyla özensiz iş yapma ve imitasyon uygulamalar sıkça rastlanılan hatalardır.

Restorasyon projelerinin denetimi ne durumda? Denetim kuruluşları ve elemanları yeterli mi?

Restorasyonda uygulama içim gerekli denetim yetkisi Belediyeler, İl Özel İdareleri ve Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesindeki teknik elemanlardadır. Bu teknik elemanlar çoğunluklu yeterli denetimi sağlamaktadırlar.

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyorum…

Ben de ekibim adına gösterdiğiniz nazik alakadan dolayı sizlere müteşekkirim…

Dipnotlar

[1]    Sokağın adının tekkenin adından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ancak ne hikmetse Hüseyin’in Hasan’a dönüştüğü görülmektedir. Aslında sokağın adı eskiden Nalçacı Halil imiş, 1976’larda ise Hunnabî (!) adını taşımaktaymış, daha sonra gûyâ aslına döndürülerek bu hale gelmiş (İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitabeleriyle Üsküdar Tarihi, I, İstanbul 1976, s. 237).

[2]    BOA, C.EV., 522/26356 (29 B 1268).

[3]    Ayvansarayî, Hadîkatü’l-Cevâmi’, II, Matbaa-i Âmire 1281, s. 215.

[4]    Üsküdar Selim Ağa Ktp., Tomar nr.122’den nakleden Mehmet Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, I, İstanbul 2001, s. 285.

[5]   Ayvansarayî, a.g.e., II, s. 215.

[6]  Zâkir Şükrî Efendi, Die Istanbuler Derwisch-Konvente und Ihre Scheiche (Mecmû’a-i Tekâyâ), nşr. M. Sehan Tayşi – K. Kreiser, Freiburg 1980, s. 26.

[7]http://marmara.academia.edu/SadiSKucur/Papers/497776/Uskudar_Nalcaci_Seyh_Halil_Efendi_Tekkesi_Haziresi_Mezartaslari

[8] Prof. Dr. Mim. M. Baha TANMAN-Nalçacı Dergâhı’na İlişkin Rapor

Kaynak: Dünya Bülteni

Rum kilisesinden Osmanlı Camii’ne…

Rum kilisesinden Osmanlı Camii’ne…

Şehir plancısı ve restorasyon uzmanı Erhan Uludağ ile Arnavutköy’deki Osmanlı Camii’nin hikayesi üzerine hasbıhal ettik

İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni – Kültür Servisi

Arnavutköy, Osmanlı döneminde bir zamanlar İstanbul’daki gayrimüslimlerin, Rum tebaanın oturduğu mekânlar arasında… 1923 yılında Yunanistan’la yapılan nüfus mübadelesinin ardından Arnavutköy bölgesindeki Rum halkı Yunanistan’a giderken; Yunanistan’da yaşayan Müslüman Türklerin bir bölümü de buraya yerleşmiş. Mübadele neticesinde bölgede Rum halkı kalmayınca cemaatsiz kalan kiliseler de camiye dönüştürülmüş.

Bu mülakatın öznesinde mezkûr süreçte kiliseden camide dönüşen Arnavutköy Osmanlı Camii’nin restorasyonu yer alıyor…

Yaptığı çalışmalar ve hayata geçirdiği projelerle özellikle Balkanlardaki cami, mescit, türbe, medrese ve sebil gibi Osmanlı eserlerinin restorasyonu konusunda uzmanlaşan şehir plancısı ve restorasyon uzmanı Erhan Uludağ ile Osmanlı Camii’nin hikayesi üzerine Taksim’deki ofisinde hasbıhal ettik.

İbrahim Ethem Gören: Osmanlı Camii’nin nasıl bir hikâyesi, geçmişi var?

Erhan Uludağ: Osmanlı Camii aslında bir kilise yapısıdır. Yazılı ve görsel kaynaklarda yapı ile ilgili yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. Günümüze ulaşıncaya kadar yapı değişik işlevlerde kullanılmıştır. Hatta bir dönem kışla olarak kullanılan bina 1991 yılında kuzeybatı köşesine minarenin eklenmesi ile cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yapıyı cami olarak işlevlendirilmek ile hem halka hizmet eden hem de yaşayabilen bir merkeze dönüşmüştür. Çünkü eski eserler her ne kadar restorasyonlarla onarım geçirse bile eğer işlev verilmez ise yalnızlığa terk edilirse eski bakımsız günlerine geri dönmeye mahkûmdur.

Kilise dediniz… Kilisenin ismi ve mimarı hakkında neler biliyorsunuz?

Yapı ile ilgili araştırma sürecinde herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Bu nedenle yaptıran kişi ve mimarı bilinmemektedir.

ARNAVUTKÖY İSTANBUL İÇİN STRATEJİK BİR NOKTADIR

Gayrimüslim tebaa İstanbul’da daha çok Şişli, Pangaltı ve Taksim bölgesinde yaşamış. Rumların, Arnavutköy gibi az önce isimlerini andığımız semtlere nazaran “taşra” olarak adlandırılabilecek bir muhite gelmelerinin özel bir nedeni var mı?

Arnavutköy İstanbul’un stratejik bir noktasıdır. Arnavutköy tarihi içerisinde tarihi yarımada, galata, Beyoğlu gibi diğer semtlere göre öne çıkan bir yer olmamasına karşı Osmanlı için özellikle askeri savunma, lojistik açısından çok önemli bir noktada idi. O nedenle de Hadımköy tren istasyonu yapılmıştır. İstanbul’u batıdan gelecek saldırılara karşı koruyan, oradan gelecek tehlikeleri önleyen ilk giriş noktasıydı Arnavutköy. Bununla birlikte Osmanlı’da bu kadar önemi olan bir noktada o dönemin en önemli ulaşımının dahi gittiği bir yerde askeri birliklerin yanında ticaretin de geliştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Ulaşım ile birlikte batıdan gelen ya da İstanbul’dan gelen Türk ve Gayrimüslimlerin yerleşme noktalarından birini oluşturduğu kesindir. Zaten Arnavutköy adı, geçmişte burada yaşayan Arnavut asıllı birinden gelmektedir. Arnavutköy’deki gayrimüslim nüfus, 1923 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Nüfus Mübadelesi Anlaşması sonrasında değişmiştir. Önceleri, çoğunlukla Rumların yaşadığı bölgeye, mübadele ile birlikte Yunanistan’ın Drama İli’ndeki Türkler yerleştirilmiştir.

Osmanlı öncesinde Cenevizlilerin olduğu bölgede eski adı İmberin veya Emberin olan Boğazköy hakkındaki en eski tarihi belge ise 1497 tarihli tapu tahrir defterlerindeki kayıtlara göre Boğazköy küçük bir Rum köyüdür. 1553 tarihli tapu tahrir defterlerinde ise, buranın 2. Beyazıt’a ait vakıf arazisi olarak kayıtlı olduğu görülmektedir.

BOĞAZKÖY, SELİMPAŞA VE SİLİVRİ’DE DE CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLEN KİLİSELER VARDIR

Bölgede o dönemde başka kiliseler mevcut muymuş?

Bölgede eski Rum köyü olan Boğazköy’de kiliseden dönüştürülen bir cami vardır. Bunun dışında Aynı bölgede olmasa bile yine Gayrimüslimlerin yaşadığı yakın çevredeki Selimpaşa ve Silivri’de de daha sonradan camiye çevrilen kilise yapıları vardır.

Kilisenin camiye dönüştürülmesi nasıl ve hangi yılda olmuş?

Mübadele ile bölgedeki gayrimüslim nüfus azalmış ve Türk nüfus bölgede artmıştır. Bir süre boş kalan yapı daha sonra kışla olarak kullanılmıştır. Sonrasında uzun bir süre boş kalmıştır. Bu dönemde yapı harap duruma gelmiştir. Türk ve Müslüman nüfusun artması bölgedeki cami ihtiyacına sebep olmuştur. Bölge halkının gayretleri ile 1991 yılında yapının kuzeybatı köşesine eklenen minare ile camiye çevrilen yapının tekrar yaşama dönmesi sağlanmıştır.

Şantiyeyi kurduğunuzda bina ne durumdaydı? Kiliseden geriye neler kalmıştı?

Şantiye kurulduğunda cami olarak kullanılan yapıda cami işlevinden dolayı bir takım değişikliler yapıldı. Esere eklenen minare en önemli yeni müştemilattır. Bunun dışında tepe pencereli fil gözü şeklinde tanzim edilmiştir. Apsisteki niş kapatılarak imam odası olarak işlevlendirilmiştir. Kiliselerde görülen ahşap tonoz tavan bölümü alt kottan pvc levhalar ile kapatılarak düz tavana çevrilmiştir. Kadınlar mahfili planı değiştirilerek hareme doğru büyütülmüştür. Kadınlar bölümü zemin döşemesi tamamen betonarmeye çevrilerek özgünlüğünü kaybetmiştir. Pencereler pvc malzemeden yapılarak formları değiştirilmiştir. Camiinin dernek odası olarak kullanılan güneybatı köşesindeki odanın özgününde üst kata çıkış sağlayan merdiven yerinde yoktu. Buranın simetrisindeki mekânda bulunan merdiven betonarme olarak yakın dönemde yapılmış olup özgün formunda değildir.

KİLİSEDEN DÖNÜŞTÜRÜLEN CAMİLERDA KIBLENİN TAYİNİ VE MİHRABIN YERLEŞTİRİLMESİ ÖNEMLİ BİR ÇALIŞMADIR.

Daha önce benzer çalışmalar yaptınız mı? Kiliseler camiye nasıl dönüştürülüyor? Kilise ve müştemilatlarında hangi türden değişiklikler yapılıyor?

Kilise ve kiliseden camiye çevrilen bir çok yapının röleve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin hazırlanması konularında daha önceden çalışmalar yapmıştık. Bu çalışmalarda kiliselerin camiye çevrilmesindeki esas değişiklik çan kulelerinin yıkılarak yerine minare yapılması olduğu tespit edilmiştir.

Kiliseden dönüştürülen camilerde kıblenin tayini ve mihrabın yerleştirilmesi önemli bir meseledir. Bu değişiklik dışında kıble yönüne uygun olarak mihrap yerleştirilmekte; minber ve vaaz kürsüsü konmaktadır.

Özellikle Osmanlı mimarları, kiliseler camiye çevrilirken yapının mozaik ve fresklere korumacı bir tarzla yaklaşmıştır.

ŞU ANDA MÜZE OLARAK KULLANILMAKTA OLAN KARİYE KİLİSESİ 16. YÜZYILDA CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR

Şu an uygulamasını yapmakta olduğumuz Kariye Müzesi de bildiğiniz üzere kilise iken Osmanlı döneminde 16. yüzyılda camiye çevrilmiştir. 14. yüzyılda Khora sanat akımını başlatan yapı içerisindeki mozaik ve fresklerin 1880 yılındaki fotoğraflarda büyük bir bölümünün açık olduğu, üzerinin kapatılmadığı görülür. Yapılan kapatmalarda da alçı sıvanın alt kısmına özel bir boya sürüldüğü ve boyanın üstteki katmanın mozaiklere hasar vermeden sıvanın alınmasını sağlamak için olduğu görülmüştür. Naostaki mozaikler de ahşap kapaklarla kapatılmıştır. Atalarımızın korumadaki hassasiyetlerini yine 1991 yılında camiye çevrilen Osmanlı Camii’nde de görüyoruz.

Osmanlı Camii’nin mimari özelliklerinden bahseder misiniz?

Hay hay. Eser avluda ilk yapımında kilise olarak inşa edilmesi dolayısıyla doğu istikametinde konumlanmıştır. Dikdörtgen plan şemasına sahip yapının doğu cephesinde apsis çıkmasını görmekteyiz. Bina, cephe düzeninde cephede alt kotlarda kemerli, üst kotlarda düz taş söveli, denizlikli ve demir parmaklıklı pencere düzeneklerinden oluşmaktadır. Güney ve kuzey cephelerinde de sağ ve solda bulunan odalara giriş kapıları bulunmaktadır.

YAPININ TİPOLOJİK ÖZELLİĞİ AHŞAP TONOZLU TAVANIDIR

Yapı, köşelerde düzgün kesme taş, genelde kaba yontu taş ile inşa edilmiştir. Ön cephe düzenine baktığımızda da orta aksta kemerli taş söveli, üstte üçgen alınlığı bulunan ana giriş kapısı ile iç hacme girilmektedir. Birinci kat kotunda taş saçak silmesi ile dönen, bu kotun üzerinde doğu ve batı cephelerinde üçgen alınlar bulunmaktadır ve kilise tipolojisinde bulunan gül pencere diye tabir ettiğimiz yuvarlak pencereler yer almaktadır. Plan şemasında bazalikal düzende yapılan yapıya giriş ve iki yanda odalarla bölümlerden geçilebilmektedir. Apsis, orta aksın bir yanında beş tanesi tüm, iki tanesi de giriş kısım duvar üzerine oturan toplamda 14 adet sütun kemerli sistemle çatıyı taşımıştır. Dışarıdan kırma çatı olarak gördüğümüz yapının çatısı iç hacimde ahşap tekne tonoz tavan olarak uygulanmıştır. Çatı makaslar ve de kaburga sistemle kurgulanmıştır. Yapının en tipolojik özelliklerinden biri de ahşap tonozlu tavanıdır. Giriş üzerinde bulunan mahfil katı vardır. Bu mahfile giriş iki yan odadan çıkılmaktadır.

Camiinin iç tezyinat unsurları nelerdir?

Yapı içerisinde sütun ve duvar yüzleri yakın zamanda çimento harç ile yenilendiğinden yapılan kalem işi raspalarında özgün kalem işine rastlanmamıştır. Bu nedenle de restorasyonda yapının özgün kurgusunu bozmamak adına kalem işi programı uygulanmamıştır. Sütun ve kemerlerdeki sıvalar dışında genel olarak beton sıva uygulanmıştır.

RESTORASYONDA AMAÇ YENİ BİR ESER YAPMAK DEĞİLDİR

Bu hususta başka neler söylemek istersiniz?

Uygulama süreci bizim açımızdan çok keyifli ve verimli geçmiştir. Osmanlı asırlarına tarihlenen bir eserinin yok olmaktan kurtulup işlev değişikliği ile onarılarak gelecek kuşaklara cami taşınmasına aracı olmak bizim için büyük bir mutluluk kaynağıdır.

Restorasyon ilkelerine uygun olarak yapının özgün dönemine saygılı bir şekilde onarımını gerçekleştirmiştir. Özgün ahşap tanzimli tonozu açığa çıkarılmış ve yenilenmiş, betonarme minaresi sökülerek yığma sistemde ve uygun ebatlarda yeniden yapılmış, pencere sistemleri yenilenmiş, özgün olmayan Kadınlar Mahfili betonarme döşemesi sökülüşmüş, alttan çıkan veriler ışığında ahşap karkas sistemde yenilenmiştir. Yine özgün plan şeması dikkate alınarak batı cephesindeki iki köşe mekânda yer alan merdivenler ahşap sistemde yenilenmiştir. Tüm bu çalışmalar yapının özgün durumuna uygun ve saygılı bir yaklaşım sonucunda yapılmıştır.

Restorasyonda amaç yeni bir yapı yapmak değil esere belli kurallar çerçevesinde yapılması gereken onarımını gerçekleştirerek gelecek kuşaklara taşımaktır. Bizler de Osmanlı Camii özelinde bunu başardığımız inancındayız.

İlginiz için teşekkür ederim.

Alakanız için ekibim adına ben teşekkür ederim İbrahim Bey.

Kaynak: Dünya Bülteni

Arınç, Ağa Camii’ni Nazım Hikmet’in şiiriyle açtı

Arınç, Ağa Camii’ni Nazım Hikmet’in şiiriyle açtı (Foto)        

İki yıl süren yenileme çalışmalarının ardından Beyoğlu Hüseyin Ağa Camii, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç tarafından ibadete açıldı. Arınç, Nazım Hikmet Ran’ın Ağa Camii için yazdığı şiiri okudu.

İbrahim Ethem Gören/Son Devir

M. 1594 yılında Galatasaray Ağası Şeyhülharem Hüseyin Ağa tarafından yaptırılan İstiklal Caddesi’ndeki Hüseyin Ağa Cami 2 yıllık restorasyon çalışmaları tamamlanarak 14 Şubat Cuma günü yeniden ibadete açıldı.

CAMİ GÖLCÜK DEPREMİ’NDE HASAR GÖRMÜŞTÜ

Halk arasında Ağa Camii olarak bilinen 420 yıllık geçmişe sahip Osmanlı dini mimari eseri, 1999 yılındaki Gölcük depremide hasar görmüş, ardından kontrollü olarak ibadete açık tutulmuştu.

Cami yıkılma riskiyle karşı karşıya kalınca 2 yıl önce restorasyona alınmıştı. Tonozları çelik halat sistemiyle desteklenerek güçlendirilen camiinin çatı makas sistemi, ahşap döşemeleri, kalem işleri yenilendi.  Osmanlı dönemindeki orijinal mimari kurgusunda yer almayan tuvaletler yer altına indirilerek, avlu mermerle kaplandı.

AĞA CAMİİ’Nİ BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ AÇTI

Cami, restorasyon sürecinin titiz bir çalışmayla tamamlanmasının ardından Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın katılımıyla İstiklal Caddesi için oldukça renkli bir günde  Beyoğlu Belediyesi İstiklal Caddesi’ni Sevgililer Günü’nde(!) şenlendirmeyi ihmal etmemiş!

Ağa Camii14 Şubat Cuma günü Cuma namazında ibadete açıldı.

AĞA CAMİİ ESKİ GÜNLERİNE DÖNDÜ

Ağa Camii’nin açılış töreninde konuşan Bülent Arınç, camiinin Osmanlı asırlarındaki ihtişamlı günlerine tekrar döndüğünü, işinin ehli uzmanlar tarafından usul ve kaidelerine uygun bir restorasyon süreci geçirdiğini belirttikten sonra konuyla ilgili olarak şu hususlara değindi: “Ecdadımızın yüzlerce, binlerce vakfiyesini, camileri, medreseleri, külliyeleri, imaretleri, okulları ve insanlara faydalı olsun diye, hatta onu da aşarak bütün mahlukata yararlı olsun diye sanatkar dedelerimizin yaptığı vakıf eserlerini tekrar ayağa kaldırıyoruz.

İSTANBUL VAKIF ZENGİNİ BİR ŞEHİR

İstanbul’umuz vakıf zengini bir şehir. Vakıf medeniyetinin en güzel örneklerini yaşayan İstanbul’da yüzlerce eseri tekrar ayağa kaldırdık; Yüzyıllar sonrasına insanlığa ortak bir hediye olarak takdim ettik. İtiraf etmeliyiz ki, bizim imkânlarımızla bunların hepsine ulaşmak, yapmak mümkün değil. Bizim (Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün) yıllık bütçesi takriben 500 milyon TL’dir. Gelirimiz ne kadarsa o kadar harcama yapabiliyoruz, ama vakıf olduğu için işin içinde bereket var. Bir ondan yararlanıyoruz, ikincisi de son yıllarda çıkardığımız kanunlarla vakıf eserlerini ayağa kaldırmak amacıyla hayırseverlerimizden de sponsorluk kabul ediyoruz.”

VAKIFLARLA ÖVÜNEBİLİRSİNİZ

Hükümetlerinin 11 yılda 3 bin 600 vakıf eserini tecdiden ihya edip eski günlerine kavuşturarak ayağa kaldırdığına vurgu yapan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç konuşmasını şu cümlelerle sürdürdü.

“Vakıflarla övünebilirsiniz. İftihar edebilirsiniz. Biz de sizden aldığımız destekle Sayın Başbakanımızın talimatlarıyla vakıflara, bu eserlere sahip çıkmaya çalışıyoruz.”

40 YIL ÖNCE BURADA İBADET EDERDİM

Sayın Bülent Arınç, açılışını yapmakla iftihar ettiğini belirttiği Beyoğlu Hüseyin Ağa Camii’ne dair bir hatırasını da hazirunla, Cuma cemaatiyle paylaştı.

Bülent Arınç, 1971 yılında Tuzla Piyade Okulu’nda yedek subay adayıyken, okulun bölüklerinde Hüseyin Ağa Camii’nin iki imamının da askerlik görevinde bulunduğu, 40 küsur yıl önce Tuzla’daki askeri birlikten hafta sonları izne çıktıklarında bu camide ibadet ettiklerini söyledi.

Başbakan Yardımcısı Arınç, Ağa Camii’nde Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ve Şair Nazım Hikmet’in de hatıraları bulunduğunu belirterek sözlerine şu cümlelerle devam etti:
“Üzerimizde emekleri bulunan, bizim neslimizin çok sevdiği ve itibar ettiği rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’in ’O ve ben’ isimli eserinde Ağa Camii’ne ait çok güzel hatıraları var.

1934 yılında Şeyh Abdülhakim Arvasi Hazretleri Ağa Camii’nde sohbet etmektedir. Necip Fazıl, Üstadıyla bu camide tanışır. Üstad Kısakürek, onun sohbetleriyle, Arvasi Hazretleri’nin gösterdiği yolla hidayetine vesile olduğunu söylüyor.

Abdülhakim Arvasi Hazretleri Bağlum’da yatıyor. Cenab-ı Hakk, şefaatlerine nail etsin. Demek ki, biraz sonra cuma namazını kılacağımız bu Ağa Camii böylesi yaşanmışlıkları, hidayet ortamına zemin teşkil etmiş.”

CAMİ AÇILIŞINDA NAZIM HİKMET’İN ŞİİRİNİ OKUDU

Bülent Arınç konuşmasında Nazım Hikmet Ran’ın Ağa Camii için şiir yazdığını belirterek konuşmasına devam etti:
“Arkadaşlar, Ağa Camii konulu bir şiir getirdiler. Şiirin yazarının Nazım Hikmet olduğunu öğrendiğinde kulaklarına inanamadım. Emin olmak istedim. Arkadaşlarıma “Ciddi bir şey söylüyorsunuz, bana böyle bir şiir verdiniz. Gerçekten bu şiirin yazarı Nazım Hikmet midir?” diye sordum. Araştırdılar, aradılar, taradılar, bana bu şiirin o şahsa ait olduğunu söylediler. Tam cuma vaktinde Nazım Hikmet’in şiirin bir bölümünü okumak istiyorum:

“Havsalam almıyordu bu hazin hali önce   Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce   Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım   Allah’ımın ismini daha çok candan andım   Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen   Böyle sokaklarda ki, anası can verirken   Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var   Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar.”

Arınç, Nazım Hikmet’in mısralarını tamamlarken ezan okundu. Ve ardından Beyoğlu Müftü Vekili Yakup Kabalık’ın yaptığı duanın ardından kurdelesi kesilen Ağa Camii, Cuma namazıyla ibadete açıldı.

YÜKSEK MİMAR SEVİLAY ULUDAĞ: YAPILAN RESTORASYONLA CAMİİNİN MİMARİ ÖMRÜ 400 YIL UZADI

Cuma namazı sonrasında caminin restorasyonnu üstlenen firmanın yöneticilerinden Erhan ve Sevilay Uludağ ile görüşme imkânımız oldu.

Sevilay Uludağ caminin tüm müştemilatının restorasyon ilkelerine sadık kalınarak titiz bir şekilde ihya edildiğini vurgulayarak “Ağa Camii’nin Allah’ın izniyle en az 400 yıl kadar mimari ömrünün uzamıştır” dedi.

ŞEHİR PLANCISI ERHAN ULUDAĞ: AĞA CAMİİ’Nİ ASIL HÜVİYETİNE SADIK KALARAK RESTORE ETTİK

Restorasyon uzmanı ve şehir plancısı Erhan Uludağ da restorasyon projesinin araştırmalar sonucunda edinilen belgeler doğrultusunda hazırlandığını belirterek, camiinin Demirören Holding’in sponsorluğunda, İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü’nün kontrolörlüğünde, İstanbul II. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanan restorasyon projesine göre Cami restorasyon uygulaması işine 20.04.2012 tarihinde başladıklarını, uygulama sürecinde bilim kurulu oluşturduklarını, bilim kurulunda Prof. Dr. Oğuz Ceylan ile Prof. Dr. Feridun Çılı’nın bulunduğunu söyledi.

Balkan coğrafyasında TİKA’nın himayesinde cami, türbe ve medrese restorasyonları alanında pek çok hizmetleri olan restorasyon gurusu Erhan Uludağ “Camiin restorasyon projesini oluştururken nelere dikkat ettiniz?” şeklindeki soruma şu cevabı verdi:

“Ağa Camii’ni asıl hüviyetine, tarihi mimari kimliğine sadık kalarak restore ettik. Yapılan raspa sonucunda hazırlanan restorasyon projesini destekleyen izler ortaya çıktı. Camideki tarihi izlerle, eski fotoğraf ve belgelerinin örtüşüyor olması yapılan projelendirmenin ve uygulamanın doğru olduğunu göstermiştir.”

Kaynak: SonDevir