Nişantaşı Anadolu
Lisesinin temelleri 1849 yılında, o zamanki Grand rue Pera günümüzdeki adı ile Beyoğlu’nda; İngiliz sefiri olarak görev yapan
Stradford de Redcliffe’in eşi Lady Stratford Redcliffe
tarafından İngilizce eğitim veren bir kız okulu (High School for Girls) açılmasıyla
atılmıştır. İlk dönemlerde İngiliz
elçilik mensuplarının çocuklarına yönelik olan okul bir süre sonra İngiliz topluluğuna
mensup kız çocuklarına da eğitim vermeye başlamıştır. Pera’nın en işlek
caddesinde yer alan okul binası Sultan Abdülmecid tarafından Lady
Redcliffe’e hediye edilmiş ve Kırım Savaşı nedeniyle bir süre kapalı kalmış
olan okul 1881 de tekrar eğitime başlamıştır.
1881 yılından itibaren de okula Osmanlı tebaasından bu semtte ikamet
eden kız çocukları da kabul edilmeye başlanmıştır.
Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki kız
lisesinin öğrenci sayısının artmasıyla İstanbul’daki yabancıların özellikle de
İngiliz topluluğuna mensup çocukların daha sağlıklı eğitim alabilmeleri için çalışmalara
başlanmıştır. Duruma istinaden İngiliz erkek çocuklarına yönelik daimi ilk
İngiliz erkek okulu olan High School For Boys doğrudan İngiltere Konsolosluğu’nun
himayesinde 1905 yılında kurulmuştur. İngiltere’nin İstanbul konsolosu F. Waugh Stronge
okulun kuruluşunda oldukça faal bir rol oynamıştır. İngiltere’den
bir müdür ve müdür yardımcısı getirilerek, Fransızca ve Türkçe öğretmenleri de
İstanbul’dan temin edilerek, 31 öğrencisi ile Boys School adıyla İngilizce eğitim
ve öğretime başlayan okul altı sene
Galata Kuledibi’nde bulunan eski İngiliz postane binasında faaliyet
göstermiştir. Ancak okul için eğitim yasasının 129. maddesinde belirtilen izin alınmamıştı ve bu nedenle
okul resmi olarak tanınmadı. Ücretsiz olarak eğitim veren okula maddi kaynak
sağlamak adına kuruluşundan hemen sonra 1906 yılında bir çeşit
geliştirme vakfı oluşturulmuştur. İdare
Heyeti tarafından vakıf için kaleme alınan nizamname 6 Nisan Cuma günü
gerçekleştirilen toplantıda görüşülerek onaylanmıştır. Aynı tarihte Mr. Frederick Whittall mutemet olmak ve bağış işini yürütmek için ikna
edildi ve 1930
yılına kadar Mütevelli Heyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü.
30 Mart 1908 yılı itibari ile okulda eğitim gören öğrenci
sayısı 45’tir.
Bunların 37’si İngiliz vatandaşı olup geri kalan 8’i tam manasıyla bir İngiliz
eğitimi almışlardı. Öğrencilerin yaşları 8 ila 15 arası değişmekte idi. Öğrencilerin
neredeyse tamamı iş adamları, mühendisler, hükümet dairelerinden çalışanlar,
bankalar, denizcilik ofisleri ve sigorta acenteleri çalışanlarının
çocuklarından oluşuyor.
Bu dönemde okulun idare heyetinin başında ise İngiltere’nin İstanbul Konsolosu Waugh yer almaktadır. Zira bu iki okul İngiliz sefareti tarafından kurularak aralarında diplomatların da yer aldığı idare heyetlerince yönetilmişlerdir. Bir süre sonra; 12 Nisan 1911’de Sultan 5. Mehmed (Reşad)’ın fermanı ile yeni bir okul binası için Nişantaşı Teşvikiye’de üzerinde beş katlı ahşap bina olan arsa yalnızca okul olarak kullanılmak üzere tahsis edilmiştir.
1912 yılında da yeni yerinde eğitime
başlayan okul 1920 yılında çıkan yangınla harap olmuş, yapılan tadilat
esnasında mali açıdan büyük zorlukla karşılaşılmıştır. 3 Mart 1924’ teki
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti denetimine geçen okul,
21 Kasım 1946 tarihinde yapılan tüzük değişikliği ile okulların yönetimi
İstanbul’da yaşayan İngiliz vatandaşlarının oluşturduğu İngiliz Cemiyeti Şurasına
verilmiştir. İkinci Dünya Savaşından sonra okulun öğrenci sayısının artmasına
ek bina ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. 1951 yılında okul, “Lise” statüsünü kavuşmuş
olup 1955 yılında ek bina inşaatı için izin alınarak okul genişletilmiştir.
Ancak artan eğitim maliyetleri ve gerek özel gerekse devlet sübvansiyonlarında
ki yetersizlikler nedeni ile okul bu statüsünden 1966-1969 yılları arasında vazgeçmek
zorunda kalmıştır.
24 Ekim 1971 tarihinde İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth eşi
Edinburgh Dükü Prens Philip ve kızı
Prenses Anne okulu ziyaret etmişlerdir.
1972’de ise İstanbul Valisi, Şişli Kaymakamı ve Milli Eğitim Müdürü okulda
ağırlanmış, Vali Vefa Poyraz tarafından da okul hakkında övgü dolu bir konuşma
yapıldı.
Yine Aralık1973’de İstanbul’un yeni valisi M. Namık Şentürk İngiliz Erkek
Lisesi’ni ziyaret eder ve Türk eğitim sistemi içinde ciddi ve başarılı bir
eğitim merkezi olarak okulun çalışanları kutlar.
Bu yıllarda 15 öğrenci İngiltere, 6 öğrenci Amerika’daki üniversiteler tarafından kabul edildi. 1973 yılında başlayan maddi yetersizlikten dolayı, iki İngiliz lisesinin komiteleri 1 Ekim 1979 tarihinde konsolosluğa bir önerge sunarlar; bağımsız olarak okulu yönetmenin güç olduğu gerekçesiyle okulların Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmesini önerirler ve öneri kabul görür. Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur ile İngiltere Büyükelçisi Sir Derek Dodson’un imzaladığı bir protokol ile EHS kız ve erkek okullarının taşınır ve taşınmaz malları ve yönetimleri, 625 Özel Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 6. Maddesine göre, Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilir. Okul karma Anadolu Lisesi statüsünde eğitim vermeye başlayarak Nişantaşı Anadolu Lisesi adını almıştır.
Bu yıllarda 15 öğrenci İngiltere, 6 öğrenci Amerika’daki üniversiteler tarafından kabul edildi. 1973 yılında başlayan maddi yetersizlikten dolayı, iki İngiliz lisesinin komiteleri 1 Ekim 1979 tarihinde konsolosluğa bir önerge sunarlar; bağımsız olarak okulu yönetmenin güç olduğu gerekçesiyle okulların milli eğitim bakanlığı’na devredilmesini önerirler ve öneri kabul görür. Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur ile İngiltere Büyükelçisi Sir Derek Dodson’un imzaladığı bir protokol ile EHS kız ve erkek okullarının taşınır ve taşınmaz malları ve yönetimleri, 625 Özel Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 6. Maddesine göre, Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilir. Okul karma Anadolu Lisesi statüsünde eğitim vermeye başlayarak Nişantaşı Anadolu Lisesi adını almıştır.
Kariye Camii (Chora Manastır Kilisesi) Restorasyonunda Araştırma-Belgeleme Ve İmalatların Uygulama Seyri
Bizans mimarisinin planlanması ve kilise mimarisi üzerine günümüze dek derinlemesine araştırmalar yapılmıştır. Kariye Camii restorasyonu odaklı yaptığımız bu çalışmada uzmanların analizleri sonucu anıt eserin dönem tipolojisi ve mekânsal, yapısal gramer özellikleri ışığında; tarihsel süreçte yapılan müdahaleler ve değişik imalatlar tanımlanmıştır. yapıdaki mevcut süsleme yoğunluğu ise restorasyon sürecinde artı bir gayret ve dikkati beraberinde getirmiştir.
Yapının Tarihçesi
1.1Khora Manastırının Kilisesi/Kariye Camii Tarihçesi
Edirnekapı yakınlarında Bizans döneminde bir manastır kilisesi olarak inşa edilen yapı İstanbul’un fethinden kısa bir süre sonra Cami haline getirilmiştir. Osmanlı döneminde etrafında zamanla oluşan medrese, tekke, türbe, çeşme, imaret ile birlikte bir manzumenin merkezi olmuştur. Cumhuriyetin ilanından bir süre sonra şehirdeki Bizans anıtlarının restorasyonu ile ilgili çalışmalar çerçevesinde Amerikan Bizans Araştırmaları Enstitüsü ile Dumbarton Oaks’ın çalışmaları ile restore edilmiş ve Ayasofya Müzesi’ne bağlı bir anıt müze olarak varlığına devam etmektedir.(bkz.1-2)
Yapının tarihi Bizans, Osmanlı olarak iki ayrı bölümde değerlendirilmiş. Cumhuriyet döneminde yapılan restorasyon çalışmaları da ayrı bir başlık olarak ele alınmıştır.
Bizans Dönemi / Hora Manastırı
Yapı Harisius Kapısı yakınında, Petra’da ve Konstantinos surlarının dışında kaldığından Hora (taşra – şehir dışı) adını almıştır. Bu durumda manastırın kuruluşunun çok erken bir dönemde 5. yüzyılda olması gerekmektedir. Kaynaklarda yapı ile ilgili veriler Erken Bizans dönemine kadar uzanır. Günümüzde yapının içindeki bazı Meryem ve İsa resimlerinin yanında isimleri ile birlikte hora sıfatı da yazmaktadır.(bkz.3) Belki de Bizans devrinde “Hora” kelime anlamı dışında mistik bir imgeleme anlamı da taşıyordu.1Manastırın kuruluşu ile ilgili bir çok hikaye anlatılmaktadır. Ancak bunların çoğu geç dönemlerde ortaya çıkmış ve bazıları birbirleri ile çelişen hikayelerdir. Bu nedenle yapının kuruluşunu ve banisini belirlemek güçtür. Yapıdan bahsedilen en eski olay 298 yılında Nikomedia (İzmit)’da öldürülen Aziz Babylas ve seksendört öğrencisinin röliklerinin İstanbul’a getirilip şehre gömülmesi olmuştur.2 Ancak Aziz Babylas’ınNikomedialı değil Antakyalı olduğu, bütün bu iddiaların geç dönemlerde ortaya atıldığını iddia edenlerde vardır.3. Ancak bu röliklerin Hora manastırından 10. ve 11. yüzyıllardaki mali sıkıntılar nedeniyle Studios Manastırına satıldığı da bazı kaynaklarda anlatılmaktadır.4 Modern kaynaklarda en çok tanınan hikaye manastırın İustinianos’un eşi Theodora’nın dayısı ve Sasanilere karşı başarılar kazanmış bir komutan olan Theodoros tarafından kurulduğudur.5 Bu iddiaya göre 536 yılından sonra inşaatına başlanan manastırdan önce burada, bir kaç hücre ile küçük ölçekli bir şapel bulunmaktaydı ve Theodoros bu yapıları geliştirip muhteşem bir tesise dönüştürdü.
1 Semavi Eyice, “Kariye Cami”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt 4, İstanbul 1994, sayfa 466
2 Alexander vanMillingen, ByzantineChurches in Constantinople, 1912’nin aynı basımı.,London 1974, sayfa 288
3 Paul A. Underwood, The Kariye djami, C:I, New York-London 1966, s. 4, Berger, Untersuchungen, s. 664
4 Haluk Çetinkaya, İstanbul’da Orta Bizans Dini Mimarisi (843-1204), İstanbul 2003, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, yayınlanmamış doktora tezi, sayfa 130’dan J. Strzygowski, “Review of theKahrie camii by F. Shmit”, BZ 16 (1907),
s. 736
5 Albrecht Berger, Untersuchungenzu den PatriaKonstantinopoleos, PoikilaBizantina 8, Bonn 1988, sayfa 662
Ancak altıncı yüzyıl kaynakları, hatta İustinianos’un döneminde inşa edilen yapılar hakkında bir kitap hazırlayan Prokopios bile bu yapıdan bahsetmemektedir. Ayrıca İmparatoriçe Theodora’nın dayısının başarılı bir komutan olmasına da ihtimal verilmez. Manastırın kuruluşu ile ilgili 6.ve 7. yüzyılara ait birçok efsane ancak 9. yüzyıl kaynaklarında anlatılmaktadır. Çok güvenilir olmayan bu iddialar da birbirinden farklı hikayeler anlatır. İmparator Heraklios tarafından sürülen Phocas’ın damadı Priskos ya da Krispos olarak anılan yüksek rütbeli bir asker yapıyı 7. yüzyıl başlarında 612 yılında yenilemiş hatta bir yıl sonra orada ölmüştür. 730 yılında Patrik Germanus İmparator 3. Leon tarafından görevden alınıp bu manastıra gönderilmiştir.6Sekizinci yüzyıldan sonra manastırın varlığı kaynaklarda belirgin hale gelir. İkonoklozma dönemi boyunca bazı olaylara adı karışan manastır V. Konstantinos tarafından birçok baskılara uğrar. Muhtemelen bu nedenle rahipler manastırdan kaçar. Bizans kaynakları yaklaşık 200 yılı bu manastırdan bahsetmez.7
Dokuzuncu yüzyıl sonlarından 11. yüzyıla kadar yapıdan kaynaklarda çok az bahsedilen yapı muhtemelen harap olmuştur.8 Manastır İmparator 1. AleksiosKomnenos’un kayınvalidesi Maria Dukaina tarafından muhtemelen 1077-1081 yılları arasında yenilenmiştir.9 Müessese Komnenos hanedanının daima tercih ettiği gibi “kurtarıcı (soteros) İsa”ya adanmıştır. Bu inşaatın ardından da Patrik 1. Kosmas (görev dönemi 1075-1081) görevinden istifa ettikten sonra yaşadığı bu yapıya gömülmüştür.10On birinci yüzyıl yapısının kapalı kollu yunan haçı planlı bir yapı olduğu sanılır. Ancak ilginç olan manastır, İmparator Aleksios’un küçük oğlu İsakios tarafından kısa süre sonra yenilenmiştir.(bkz.4) Bu yeni inşaata neden gerek duyulduğu bilinmez. Komnenos ailesinin bir ferdi olan İsaakiosKomnenos’un başlangıçta bu yapıya gömülmek istediği bu nedenle bazı ciddi inşaatlarda bulunduğu bilinir. Mezar yapımı sırasında sağ duvarda Deisis sahnesi içinde Meryem‘in yanıbaşında kendisi resmedilmiştir.(bkz.5)Ancak daha sonra Yunanistan’da Meriç nehri yakınlarındaki Ferecik’teTheotokosKosmosoteira Manastırını kurup Hora manastırında bulunan bir takım eşyalarını yeni manastıra nakledilmesini istemiştir.11
On üçüncü yüzyılın ilk yarısında kent Latin işgaline uğradığında manastırın kutsal hatıralarının önemli bir kısmı yağmalanmıştır. Yüzyılın ikinci yarısında Palaiologoslar şehri geri almayı başardıklarında Tekfur Sarayı ile Haliç arasındaki Blakhernea Sarayı imparatorların tercih ettiği bir saray haline gelmiş ve sarayın etrafındaki semtlerde yerleşim yoğunlaşmıştır.
6 John Philip Thomas, Privatereligiousfoundations in theByzantineempire, Washington D. C. 1987 sayfa 118
7 Wolfgang MülerWiener, İstanbul’un Tarihsel Topografyası, 17. Yüzyıl Başlarına Kadar Byzantion-Konstantinopolis-İstanbul, İstanbul 2001, sayfa 160
8 Berger, Untersuchungen, s. 666
9 David Oates, ” A Summary Report on theExcavations of theByzantineİnstitute in the Kariye Camii 1957 and 1958″, DumbartonOaksPapers, sayı 14 (1960), sayfa 230
10 Haluk Çetinkaya, İstanbul’da Orta Bizans Dini Mimarisi (843-1204), İstanbul 2003, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, yayınlanmamış doktora tezi, sayfa 132
11 Robert Ousterhout, ” Theholyspace: Architecture andtheliturgy “, Heaven on earth, editör Linda Safran, Pennsylvania 1998, s. 104
Bu dönemde XI. İoannesBekkos (görev dönemi 1275-1282 yılları arasındadır.) ve 1. Athanasios (görev dönemi 1289-1293 ve 1303-1309 ) gibi patrikler bu manastırda kalmışlardır.12 On üçüncü yüzyılın sonuna doğru manastır kilisesinin kubbesinin bakımsızlıktan çöktüğü bilinir.
14. yüzyıl yapının bugünkü şekline ulaştığı bir dönem olarak önemlidir. 1315-1320/21 yılları arasında kubbesi çökmüş olan kilise büyük logothetesTheodorosMetokhites yapıyı çok kapsamlı bir biçimde yenilemiştir.13(bkz.6 -7)
Metokhites metruk kilisenin tamiriyle birlikte onun kuzeyine iki katlı bir mekan, batıya bir dış narteks, güneyde ise tek nefli, mezar şapeli olarak kullanılacak bir parakklesion inşa ettirmiştir. Yapının tamamını ele alan yeni bir bezeme programı da bu çerçevede belirlenip mozaik ve fresko tekniğinde resimler hazırlanmıştır. Yapının zemin ve mermer kaplamaları, taş bezemeleri, vitrayları ile en ince ayrıntısına kadar süslendiği bilinmektedir. Resim programında İsa ve Meryem’in hayatlarından sahneler, tek aziz ve azizeler resmedilmiştir.14 Kilisenin etrafında manastıra ait trapeza, refektorium, kütüphane, keşiş hücreleri gibi konumları ve biçimleri saptanamayan, ama onarılmış ve iç mekanları yeniden düzenlenmiş pek çok yapının bulunduğu bilinir.15 Bugün müzenin etrafında görülen ve daha eski araştırmalarda tespiti yapılan duvar ve tonoz parçaları muhtemelen bu yapılarla ilgilidir.
Yapının banisi TheodorosMetokhites İmparator II.Andronikos döneminin sonlarında 1328 yılı dolaylarında gözden düşürülüp sürgün edildikten bir süre sonra 1330 yılında Theoleptos adı ile rahip olarak kendi geliştirdiği ve vakıflarla zenginleştirdiği manastıra çekilmesine izin verilir. Methokites son Bizans döneminin en aydın ve bilgili kişilerindendir. Onun meşhur kütüphanesi de manastıra vakfedilmiştir. Manastırın içerisinde misafirlerini kabul ettiği onlarla ilmi tartışmalar düzenlediği özel bir dairesi vardır. Siyasi kişiliği yanında onun değişik konulara ilgisi çok çeşitli konulardaki yazıları dikkat çekicidir.16 13 Mart 1332 yılında bu manastırda vefat ettiğinde kendisi için hazırlattığı mezar şapelinde gömülmüştür. Methokites’in yakın dostlarından ve saray mabeyincisi MihaelTornikes’in’de mezarı buradadır. Palaiologoslar devrinin önde gelen aydınlarından ve tarihçi NikeforosGregoras’da yaşlılığında bu manastıra çekilmiştir. Onun da Methokites’in yakını olduğu bilinir.17Kariye’nin Bizans devrinde kaynaklarda bahsedildiği son olay 1453 kuşatmasında Sarayburnu yakınlarındaki Hodegetria Manastırında bulunan ve şehri koruduğuna inanılan meşhur Meryem Ana ikonasının surlara en yakın manastırlardan biri kabul edilip buraya getirilmesidir. Bazı kaynaklar ikonanın fetih sırasında burada tahrip edildiğini düşünür.18
13 Paul A. Underwood, The Kariye djami, New York-London 1966, C:I, s. 15
14 Çelik Gülersoy, Kariye (Chora), İstanbul 1986, sayfa 11- 16
15 MÜLLER-WIENER, Wolfgang, İstanbul’un Tarihsel Topografyası, 17. Yüzyıl Başlarına Kadar Byzantion-Konstantinopolis-İstanbul, İstanbul 2001, sayfa 162
16 DimiterAngelov, “TheodorosMetokhites : Devlet Adamı, Aydın, Şair ve Sanat Hamisi”, Bir Anıt İki Anıtsal Kişilik, TheodorosMetokhites’ten Thomas Whittemore’a, İstanbul 2007, sayfa 63-73
17 John Freely – Ahmet Çakmak, İstanbul’un Bizans Anıtları, İstanbul 2005, sayfa 221-222
18 Semavi Eyice, Son Devir Bizans Mimarisi, İstanbul’da Palaiologoslar Devri Anıtları, İstanbul 1980, sayfa 46-51
Osmanlı Dönemi Kariye Cami
Bizans döneminin bu önemli kilisesi İstanbul’un fethinden bir süre sonra cami haline getirilmiş ve etrafına eklenen bazı yapılarla bir manzumeye dönmüştür.191453 İstanbul’un fethine kadar kullanılan manastır bir süre boş kalmış şehrin içindeki bazı kilise ve harabeler bilhassa II. Beyazid (1481–1512), döneminde camiye çevrildiğinde Khora Manastır Kilisesi de 1511 ‘de Sadrazam Hadım Ali (Atik Ali Paşa) Paşa tarafından camiye çevrilmiştir.20(bkz.8)Nitekim 953 (1546) tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defterinde ‘Kenise (kilise) Camii’ adıyla zikredilen mabedin paşanın Çemberlitaş’taki evkafına bağlı olduğu kayıtlıdır.21 Aynı defterlerde caminin yakınlarındaki yeni hücrelerden ve bir bodrumdan bahseder.22
Khora Manastırı’nın cami olarak kullanılması ile ilgili farklı bir görüş ise; kilisenin 1509’dan hemen önce camiye tevdi edildiğidir.23 Şehirde diğer kiliseden çevrilmiş camilerde olduğu gibi bu yapı da bir süre kilise-cami olarak anılmış ama zamanla “Kahriye” ya da “Ka’riye” cami adı da kullanılmaya başlanmıştır. Halil Ethem caminin “Kariye” şeklinde anılmasının daha doğru olacağını belirtmiştir.24
Yapının Osmanlı dönemi için en önemli kaynağı Hüseyin Ayvansarayi’ninHadikatü’lCevami adlı eseridir. Burada yapıdan şu şekilde bahsedilir. “Cami-i mezburKilisadanmünkalibdir…..mezkur Atik Ali Paşa’nın hayrıdır. İttisalinde medresesi vardır. Ve medrese kapusı dahilinde eshabdan Ebu Sa’idü’l-Hudri -radyallahuanh- medfundur….Kurbünde bir imaret ve mekteb, ağa-yıDarü’sa’ade el-Hacc Beşir Ağa’nın hayrıdır ki Ebu Eyyub Ensari civarında medfunolub….. Mahallesi vardır. Der kurb-ı tekfur Sarayı”25
Bizans kilisesini 1511 yılında camiye çeviren Sadrazam Atik Ali Paşa Bosnalıdır ve birçok görevde bulunduktan sonra 1501-1503 ve 1506-1511 yılları arasında iki kez sadrazamlık yapmıştır. Geride birçok hayır eseri bırakan paşanın Çemberlitaş ve Karagümrük semtlerinde iki külliyesi vardır. Ayrıca Edirne, Bursa ve Mora’da bulunan hayır eserleri için geliri oldukça büyük bir yekun tutan vakıflar bırakmıştır.26
19 Mehmet Ziya, Kariye Camii Şerifi, İstanbul 1326
20 Türkiye Diyanet Vakfı ,İslam ansiklopedisi,24. s:495
21 Türkiye Diyanet Vakfı ,İslam ansiklopedisi,24. s:495
22 Ömer Lütfi Barkan, Ekrem Hakkı Ayverdi, İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546) Tarihli, İstanbul 1970, sayfa 67-71
23 Yıldız Ötüken, ‘İstanbul Kiliselerinin Fetihten Sonra Yeni Görevleri, Banileri ve Adları’ Hacettepe Beşeri Bilimler Dergisi, Cilt 10,Sayı 2, Haziran 1979, sayfa 78
24 Halil Ethem, Camilerimiz, İstanbul 1932, sayfa 106
25 Ahmed Nezih Galitekin, Ayvansarayi Hüseyin Efendi – Ali Satı Efendi – Süleyman Besim Efendi, Hadikatü’lCevami (İstanbul Camileri ve Diğer Dini-Sivil Mi’mari Yapılar), İstanbul 2001, sayfa 218
26 Havva Koç, “Ali Paşa (Atik, Hadım)”, Yaşamları ve Yapıtları ile Osmanlılar Ansiklopedisi, Cilt 1, İstanbul 1999, sayfa 222-223, T. Okic, “Hadım (Atik) Ali Paşa Kimdir?”, Necati Lugal Armağanı, Ankara 1968, sayfa 501-515
İstanbul’da tarihi binalara büyük zarar veren şiddetli depremlerden bahseden ve 1059 (1648) yılına ait olduğu kabul edilen belgelere göre (TSMA, nr. D 9567) Kariye CamiiXVII. Yüzyıl ortasında oldukça hasar görmüştür. Öncekinden daha şiddetli olan ve camide önemli izler bırakan 1180 (1766) yılı depreminin hemen arkasından cami mimar İsmail Halife tarafından onarılmıştır. Ana mekânın 14.yüzyıl başına ait özgün kubbesi bu depremde tahrip olup kireç sıva ile kaplanarak ahşap bağdadi olarak yenilenmiştir.27Kubbenin pencerelerinin dalgalı kemer hattı düz hatlar haline getirilmiş diğer kubbelerde bu dönemde onarılmıştır.
yüzyılın ikinci yarısında büyük bir onarım geçiren yapının özelikle örtü sisteminde ciddi değişiklikler yapılmıştır.(bkz.9) Bu yüzyıl sonunda 1894 depreminde bir kez daha zarar gören yapının minaresinin petek kısmı ve külah çökmüştür. (bkz.10a,b)Bir süre fotoğraflarda bu haliyle görülen yapı bir süre sonra tekrar onarılmıştır.
22 Mayıs 1766 depremi (Zelzele-i Şedide) Gözlenen hasarın büyüklüğü ve etki alanından dolayı bu depreme ait oldukça fazla bilgi ve belge mevcuttur ve belki de Marmara denizi ve çevresinde gözlenen, en ince ayrıntısına kadar detaylı rapor edilmiş tarihsel depremdir. Osmanlı arşivlerinde bu depremin ardından hasar gören cami ve külliyelerinde başlatılan onarım çalışmalarına ait belgeler mevcuttur. Bu depremde Edirnekapı ve çevresi hasar görmüştür. Kariye Caminin kubbesi bu depremde yıkılmış, ve yapı kısmen hasar almıştır. Dolayısıyla özgün kubbede var olması beklenen tezyinatta yok olmuştur. Kubbe aynı yıl Osmanlı mimarisi uygun olarak ahşap – bağdadi olarak yenilenmiştir.
1894 ‘Büyük Hareket-i Arz’ – 1310 ZelzelesiTarihi kaynaklarda ‘büyük hareket-i arz’ diye isimlendirilen bu deprem, Rumi 1310 yılına rastladığından, İstanbul halkı arasında ‘1310 zelzelesi’ diye anılıyor.Fatih, Beşiktaş, Ortaköy, Sultan Ahmet, Aksaray, Edirnekapı, Topkapı, Balat, Bakırköy, Silivrikapı zarar gören başlıca semtlerdi.Birçok resmi ve sivil bina ile birlikte Kapalıçarşı, Bitpazarı, Yağlıkçılar, Çadırcılar, Mercan Çarşı tarafları, camiler, minareler, medreseler, mektepler karakollar, rıhtımlar, hanlar, dükkânlar, evler yıkıldı.Sultan II. Abdülhamid, Atina Rasathanesi’nden Eserinisti (D.Eginitis) ile İstanbul Rasathanesinden Kumbari (Coumbary)’ye deprem hakkında bilimsel bir araştırma raporu hazırlatmıştır.
1894 Kariye Camii minaresi, Gsipka Kolleksiyonu,
Bu depremde Edirnekapı ve çevreside zarar görmüştür. Kariye Caminin minaresi yıkılmış, yapı kısmen hasar almıştır. 1898’de minare II. Abdülhamid Han tarafından klasik üslupta yeniden yaptırılmıştır.(Bkz.11a,b)
Dr. Hamiyet Sezer’in İstanbul depremleri ile ilgili makalesi daha ayrıntılı bilgi sahibi olmamızı sağlar.
Osmanlı Döneminde yapılan değişiklikler sınırlıdır. Camiye dönüştürülen yapının naosu İslam mimarisinde harime karşılık geldiğinden ana mekâna mermer bir mihrap ile ahşap bir minber hazırlanmıştır.(bkz.12a,b) Mermer kaplı basit bir niş şeklindeki mihrap üzerinde bir şerit halinde zencerek ve üzerinde kıvrık dallar ve rumiler ile dolgulanan bir tepelik vardır. Minberlerde yer alan ayetin burada taşınabilir bir levha olarak asıldığı eski fotoğraflarda görülmektedir. Ahşap minberin görüldüğü fotoğraflar değişik yayınlarda kullanılmıştır.28 Ahşap minberin Kariye Camii’nin müze olmasından sonra Zeyrek Camii’nde kullanılan minber olduğu bazı kaynaklarda ifade edilir.
Bu dönemde Osmanlı mevcut mozaikler ve freskleri ahşap kepenklerle ve alçı sıva ile kapatmış olup kilise duvarlarını kireçle boyamış fresklere ve mozaiklere zarar vermeden koruyup yapının cami işlevselliğine uygun onarımlar yapmıştır.Yapıdaki taş kabartma ve figürler kısmen kazınmıştır.(bkz.13-14-15)Yapının güneybatı köşesine olduğu düşünülen çan kulesi iptal edilerek minare yapılmıştır. Yine dış narteks ve mezar şapelinin güneybatı köşesinde birleştiği yerde dört Bizans dönemine ait sütun ve başlıklar üzerinde muntazam kesme taştan sivri kemerli destekler görülür ki bu mimari üslup Bizansta pek kullanılmamıştır. Bazı araştırmacılar kemerlerin bu köşede yükselen çan kulesini desteklemek için inşa edildiklerini belirtir.29 Ancak Bizans mimarisinde kemerler daha çok yarım yuvarlak şeklindedir. Kesme taş duvarlara da pek rastlanmaz. Osmanlı mimarisinde kesme küfeki taş duvarlara ve sivri kemer kullanımı yaygındır. Bu durumda bu kemerli destekler 16. yüzyıl Osmanlı dönemi ekleri arasında sayılabilir.
Yıkılan kubbenin yeniden yapılması ve depremlerin meydana getirdiği hasarların onarılması dışında,Naos batı cephesinde dış narteks (Türk döneminde son cemaat yeri olarak kullanılmıştır.) pencereleri büyük ölçüde kapatılıp Osmanlı mimarisine uygun, küçük sivri kemerli açıklıklar haline getirilmiştir.(bkz.16)Arkosolıumlardaki mezar lahitleri kaldırılmış olup, güney kanadındaki şapeldeki yuvarlak, taş, kabartma süslü kemerli arkosolıum duvarı kaldırılarak ana mekânla işlevsel bütünlük sağlanmaya çalışmıştır.Yapının kuzey kanadında anneks bölümü yine bu dönemde statik sorunlar nedeniyle tuğla örgü sivri kemerlerle desteklenmiştir.
Narteks ve şapel orijinal zemini şeşhane tuğlalarla kaplanmıştır.Dış nartekste daha önce mevcut olan mermer panolar Osmanlı döneminde başka yapılarda devşirme malzeme olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Yapıdaki tüm apsis pencereleri tuğla örgü ile kapatılmıştır. Yine naosta batı cephesindeki üçlü pencereler belli bir kota kadar almaşık örgü ile kapatılmıştır.
18.yüzyılın ilk yarısında yapıya Kızlarağası Hacı Beşir tarafından bir mektep ve aşevi eklenmiş fakat bu yapılar günümüze ulaşmamıştır.
28 Ousterhout,Robert, Başgelen Nezih, Mehmet Ziya,Kariye Camii Şerifi,İstanbul 1326, S:4
29 Ousterhout, Robert, Sanatsal Açıdan Kariye Cami, İstanbul 2002, sayfa 90
Kariye Cami Osmanlı döneminde şehrin Bizans sanatlarından önemli bir örnek olarak ziyaret edilmeye devam etmiştir. 16. yüzyılın ortalarında İstanbul’da bulunan Petrus Gyllius İstanbul ile ilgili kitabında yapıdan bahsetmiştir. Gyllius, yapıdan “bu kadar yüzyıl kent içinde olmasına karşın şimdi bile Khristos Khoras (Dışarıdaki İsa) adını taşır, çünkü eskiden kent dışındaydı” diye bahsetmektedir.30
1568 yılının şubat ayında yapıyı ziyaret eden Gerlach tuhaf bir biçimde kilisenin adından bahsetmez.31ama yaptığı tanımlamaların Kariye’ye ait olduğu düşünülmektedir.32 Uzun süredir cami olarak kullanılan manastırın kilisesi resimlerinden bir kısmını koruduğu gibi yapının güneyinde büyük bir kapı ve sarnıç görülebiliyordu. Gerlach’tan kısa bir süre sonra aynı yerleri gezen Crusio da yapının adını vermeksizin bölgenin bir tasviri ile beraber yapının genel bir tanımını da verir.33 17. yüzyılda yapıdan Evliya Çelebi “Edirnekapı yakınındaki Kariye Cami evvelce bir sanatlı kilise imiş” şeklinde kısaca bahseder.34
yüzyılda yapı çok sayıda seyyah tarafından ziyaret edilir. 1820 yıllarından sonra bazı kitaplar yapının tarihi ve süslemesi ile ilgili bilgi ve çizimler fotoğraflar yayınlar. 1860 yılında Rum mimar Peloppida Kouppas tarafından tamir edilen yapının mozaiklerinin bir kısmı temizlenmiş ortaya çıkarılan tasvirler ahşap kapaklar ve perdelerle örtülmüştür. Bu çalışmanın arkasından yapılan yayın Kariye Cami’nin bilim dünyasınca tanınmasını sağlamıştır.35
1875-1876 yılında yapının bakım ve onarım çalışmalarına girişilmiş ve büyük ölçüde değişiklikler yapılmıştır. 1855 civarı çekilmiş bir Kariye fotoğrafında ve daha eski bazı gravürlerde yapının batı cephesinde görülen dalgalı saçak hattı düzeltilmiş ve örtü sisteminin neredeyse tamamı değişmiştir. Bu restorasyon sırasında yapının minaresi de elden geçirilmiş klasik üsluptaki külah yerine armudi bir külah yapılmıştır.(bkz.17)Bu dönemde yapının önüne ahşap bir sundurma yapılmıştır.
Cumhuriyet Döneminde ise;
1929/30 tarihlerinde Evkaf İdaresi tarafından yapılan onarımda; naostakiKoimesis mozaiği bu dönemde temizlenerek ortaya çıkarılmıştır. Bu dönemde Türk devrinde yapılmış olan bazı eklemelerde çıkarılmış, muhtemelen bu onarım sırasında şapeli ana kiliseden ayıran bölme duvarda kaldırılmıştır.
1945 yılında vakıflarca, Mimar Cahide Tamer tarafından kurşun örtüleri yenilenmiş ve rölövesi çıkarılmıştır.36
Kariye Camisi bakanlar kurulunun 29.08.1945 tarihli kararı ile vakıflardan alınarak müzeler dairesine bağlandı.(bkz.18a,b,c,d)
30 PetrusGyllius, İstanbul’un Tarihi Eserleri, çeviren Erendiz Özbayoğlu, İstanbul 1997, sayfa 182
31 Stephan Gerlach, DessaelternTage-Buch, Frankfurt 1674, sayfa 455-456
32 Robert Ousterhout, “A Sixteenth Century VisitortotheChora”, DumbartonOaksPapers 39, (1985), sayfa 117 33 MartinoCrusio, Turcograeciae, Libriocto, Basel 1584, sayfa 190
34 Yüksel Yoldaş Demircanlı, İstanbul Mimarisi İçin Kaynak Olarak Evliya Çelebi Seyahatnamesi, İstanbul 1989, sayfa 115
35John Freelly – Ahmet Çakmak, İstanbul’un Bizans Anıtları, İstanbul 2005, sayfa 223
36 Cahide Tamer, İstanbul Bizans Anıtları ve Onarımları, İstanbul 2003, sayfa 144-152
1.2 Yapının Tarihsel Süreçte Mimari Açıdan Dönemsel Gelişimi
Yapı ile ilgili çok fazla yenileme ve onarım dönemleri vardır. Bu dönemlemelerle ilgili olarak 1957-1958 yıllarında Amerika Bizans Enstitüsünün yapmış olduğu arkeolojik kazılarda çok ciddi bilgilere ulaşılmıştır. Bu bilgiler ışığında Robert Ousterhout tarafından yapı 5 evreye ayrılmıştır.
Birinci yapım evresi; yanlızca doğu tarafındaki altyapıda görülmektedir ve 5. Yüzyıla tarihlenmektedir. (şemada kırmızı olarak taranmıştır)
İkinci yapım evresi;9.yüzyıla tarihlendirilmektedir. bu evreden günümüze sadece naos altındaki mezar ve yine doğu cephesindeki duvar kalıntıları kalmıştır (şemada koyu kahverengi olarak taranmıştır.)
Üçüncü yapım evresi;bugünkünaos duvarlarının alt kısmında, mermer kaplamaların altında ve diakonion zemini altındadır(şemada açık turuncu renk ile taranmıştır.)
Dördüncü yapım evresi; İsaakios tarafından yenilenen yapı 4. evredir ve naos olarak bugünkü yapının plan şeması bu evrede yapılmıştır.
Beşinci yapım evresi; Metokhites dönemidir ki günümüze ulaşan yapı bu evrede yapılmıştır. Naos kuzey ve güney yönünde genişletilmiş, fresk ve mozaikler yapılmıştır.
Şemada 6. Dönem olarak gösterilen değişiklikler Osmanlı dönemine aittir.
I.ve II. Evrelerin (6 ve 9. Yüzyıllar) en erken tarihli temellerini, III. Evreden naosun doğu temellerini (11.yüzyıl), IV. Evreye ait IsaakiosKomnenos Kilisesi’nin duvarlarını (12.yüzyıl), V. Evreden Theodore Metokhites Kilisesi’ni (14.yüzyıl) ve VI. Evrenin sonraki değişikliklerini gösteren arkeolojik plan (DumbartonOaks) Robert G.Ousterhout, Kariye Cami
11.yüzyıl I. Komnenos Dönemine ait kalıntılar
1957- 58 yıllarında restorasyon çalışmaları devam ettirilirken, drenaj yapmak üzere yapılan kazı calışmalarında yapının doğu duvar dibinde ilk yapım dönemine ait temel kalıntıları ortaya çıkmıştır. Yapının Komnenoslardöneminden önceye ait olduğu ortaya çıkmıştır (Oates1960: 223).Erken Bizans dönemini veren kalıntılar, daha ziyade VI. yüzyıl özellikleri göstermektedir. Bu da, yapının ilk yapımının geç dönemlere ait iddialarını dayanaksız kılmıştır. İlk yapım dönemine ait kilisenin plan özellikleri hakkında bilgimiz mevcut değildir. Kazılarda çıkan neticeye ve özellikle duvar işçiliğine göre farklı safhalar içeren yapı Oates’in tespitine göre yapıda Bizans döneminde altı müdahale izi mevcuttur. (Oates 1960: 225). İlk safhanın, elde çok delil olmamasına rağmen, yalnızca duvar işçiliği dikkate alınarak, VI. yüzyıla tarihlendirilmişti (Oates 1960: 225). İkinci donemle ilgili delil olmamasına rağmen tarihi bilgilere dayanılarak IX. Yüzyılda MikhaelSyncellus tarafından restore edilmiş hali olduğu öne sürülmüştür (Oates 1960: 227).üç ve dördüncü safhalar XI-XII. yüzyıllara işaret etmekte olup, özellikle apsis kısmının duvar işçiliği buna işaret etmektedir.(Oates 1960: 225). En son dönemi, geç Palaiologoslar dönemindeki eklemeler oluşturmuştur. Önceki beş müdahale ise ya yeni bir yapıya, ya da aynı plan üzerinde tamamlamaya işaret etmektedir.
1120 yılına gelindiğinde ise eklerle genişletildiği bilinmektedir. (Pulgher 1878: 31-40, Mathews 1976: 41). 1204 yılındaki Latin istilası sırasında tahrip edilen ve kubbesi çöken Hora Kilisesi, TheodorosMetokhites tarafından 1316-21 yıllarında yeniden ayağa kaldırılmıştır. Manastıra ait birimler olan refektorium, hastane ve trapeza gibi yapıların elden geçtiği bilinse de bu yapıların konumları dahi bugün bilinmemektedir. Bu dönem dış narteks ve şapel (Parakklesion) eklenmiştir. (Cutler/Talbot 1991: 428). On dördüncü yüzyıl yenilemesinde VI ve XI. yüzyıllara ait devşirme malzemeler yapıda kullanılmıştır. (Muller-Wiener 2007: 161). Dış duvar itibariyle 29 m uzunluğundaki Parakklesionun altı mezar iken, sonradan sarnıç olarak kullanılmıştır (Eyice 1963: 36).
Kariye Güney Sarnıcları (parekklesion)
Özellikle Orta ve Geç Bizans Dönemlerinde, kente su taşıyan isale hatlarının tahribata uğrayarak işlev dışı kalması ile manastırların bünyesinde de sarnıç inşa edilmeye başlanmış; bazı altyapı ve kripta’lar su geçirmez sıva ile sıvanarak sarnıca dönüştürülmüştür.
Kariye güney şapelinin altında yer alan beşik tonozlu paralel iki bölümlü, uzun dikdörtgen bu yapıların duvarları su geçirmez sıva ile kaplanmıştır. Başlangıçta bir kripta olarak düşünüldüğü varsayılan bu mekanların daha sonra su ihtiyacının artması ile birlikte sıvanarak sarnıç haline dönüştürüldüğü söylenebilir. Şapelin zemininden sarnıçlara açılan ikişer adet kapağın o dönemde sarnıcın beşik tonozları üzerinde açılan menfezler olduğu görülür ki sarnıçların su kuyusu gibi kullanıldığını gösterir. Yapıların beşik tonozlarının batı yönünde yer alan, iki bölümlü mekanı birbirine bağlayan pişmiş toprak künkler bu yapılara özgü bir detaydır.
Yine doğu yönünde taban seviyesinde yer alan künkler 2013-2014 yılı restorasyonunda yapının çevresinde yapılan drenaj kazıları sırasında bulunan menfez ile bağlantısını ortaya çıkarmıştır. Sarnıçta yer alan bu künklerin besleme ve tahliye kanalı olarak kullanıldığı bilinir. Bu alt yapıların doğu ucu çimento derzli, taş örgü duvar ile kapatılmıştır.
Sarnıçlarda2014 yılında yapılan araştırmada büyük ölçüde derin çatlaklara rastlanmıştır.
Bu çalışma ve daha eski zamanlı kaynaklardan elde edilen veriler ile yapının beş yapım evresi olduğu ortaya çıkartılmıştır.1
Yapım Evresi (5.y.y sonu – 6.y.y başı)
Elde edilen en erken arkeolojik bulgular VI. Yüzyıl başlarını işaret eder. Erken Bizans dönemine tarihlenen bu evre İmp. Justınıanus (527 – 568 ) döneminde bir nekropol alanında saray şapeli olarak inşa edilmiştir. Bu yapıdan günümüze ulaşan izler doğu cihette ana apsisin altındaki temel kalıntılarıdır.2
Yapım Evresi ( 9.y.y )
İkinci yapım evresi olarak nitelendiren inşa Erken Bizans dönemine kadar uzanıp 9.yüzyıla tarihlenmektedir. Fakat bu inşa döneminden günümüze yalnızca naosun altındaki mezar ve tuğla örgü alt yapı kalmıştır. Kilisenin mimarisi ile ilgili herhangi bir bilgi yoktur.3Sanat Tarihçisi Oates bu alt yapı ve hemen üzerindeki aziz mezarının 11. yüzyıla ait olabileceğini söyler.
Onbirinci yüzyıla gelindiğinde ise; 9. Yüzyıl sonlarından 11.yüzyıla kadar kaynaklarda çok az bahsedilen yapı harap olmuştur.4
1 Ousterhout Robert G. ‘’ The Architecture Of The Kariye Camii İn İstanbul, DumbortonOaksStudies 25, (Washıngton, D.C. 1987)
2 Ousterhout1987:12
3 Ousterhout1987:12
4 Ousterhout1987:12
III. Yapım Evresi (11. y.y )
Komnenos Dönemi : (1077 – 1081)
Komnenoslar döneminde gelindiğinde neredeyse tamamen yıkılmış olan yapı İmp. I.AleksiosKomnenos’un kayınvalidesi Maria Dukaina tarafından,o tarihlerde harabeye dönmüş olan yapıların restorasyonuile kilisenin eskisine nazaran daha değişik bir mimaride yeniden inşası dolayısıyla ikinci defa anılır. Bugünkü binanın esasını teşkil ettiği sanılan bu kilise “Soteros” yani kurtarıcı İsa’ya adanmıştı.5
Üçüncü yapım evresi olarak adlandırılan bu yapı, bugünkü yapının naos duvarlarının alt kısmında, mermer kaplamaların altında durmaktadır. Bu yapının kare içinde haç planlı bir yapı olabileceği öne sürülmektedir.6 Yapı yarım yüzyıl sonra bilinmeyen bir nedenle yıkılmıştır.
Yapım Evresi (12. y.y )
II.Komnenos Dönemi : (1120)
Komnenos yapısı olarak bilinen yapının yıkılmasından sonra AleksiosKomnenos’un oğlu IsaakiosKomnenos tarafından neredeyse baştan yapılmıştır. Bu II. Komnenos yapısı olarak adlandırılan dördüncü evredir ve bugünkü kilisenin planında yapılmıştır.7
On ikinci yüzyılda yapının geçirdiği bu dördüncü inşa evresinden, geriye kalan ise; IsaakiosKomnenos’un yapıyı yeniden ihya etmesi ile iç nartekste kendisi için bir mezar yeri hazırlattığı bilinmektedir. Buna göre kilisenin naos duvarları, apsisi ve iç narteks bölümlerinin 12. yüzyıla ait olduğu söylenebilir.8
5 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, İslam Tarihi Ansiklopedisi, yıl:2001, cilt 24, sayfa 496,
6 Ousterhout, 1987 :14
7 Ousterhout, 1987 :20 ; Paul Underwood ,The Kariye Djami 4 Vols (New york , 1966 – 75)
8 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, İslam Tarihi Ansiklopedisi, yıl:2001, cilt 24, sayfa 495
Yapım Evresi ( 14. y.y ilk yarısı – Geç Bizans Dönemi)
Palaiologos dönemi diyebileceğimiz bu dönemde 1314 – 1321 tarihleri arasında TheodorosMetokhites tarafından yaptırılmıştır. Günümüzdeki yapı büyük oranda bu dönemde şekillenmiştir.
Diğer taraftan Metokhites’in yakın dostu NikephorosGregoras’ın bildirdiğine göre, bu büyük çaplı tamir esnasında mevcut büyük kubbeli ana mekâna dokunulmamış9 olup buna karşılık Komnenos devrine ait naos bölümünün etrafını üç taraftan çeviren bir takım aksam eklenmiştir ki bunlardan kuzeyde iki katlı ek bir mekân (anneks) dış cephesinden başka mimari bir önemi olmamasına karşılık, kilisenin batısına dış narteksi teşkil eden dış hol ile özellikle güneydeki tek nefliparekklesion bu devrin en tipik yapı sanatı örnekleridir.10
On üçüncü yüzyıl sonuna doğru manastır kilisesinin kubbesinin bakımsızlıktan çöktüğü bilinir. Dördüncü evredeki naosun yıkılan kubbesi yine bu dönemde tamamlanmıştır.
yüzyıl başı yapının bugünkü şekline ulaştığı bir dönem olarak önemlidir. Geniş apsisli haçvari naos 12.yüzyıl ürünü ama, tüm yapıda (naos,narteksler,ek şapel) zemin ve duvarlarındaki mevcut mermer kaplamalar, mozaikler,freskler ve tezyinat büyük ölçüde Metokhites’in programı çerçevesinde tarafından yapılmıştır.11
Palailogos sülalesinden ve ileri gelenlerinden birçok kişinin gömüldüğü bu manastır İstanbul’un fethine kadar kullanılmıştır.12
Evre Osmanlı Dönemi (1453- 1923)
Osmanlı döneminin kilisenin mimari dokusuna etkisi; üst örtünün ve cephelerin dalgalı hatlarını düz satıhlara dönüştürülmesi,güneybatı köşesine minare eklenmesi batı cephesine küçük ölçekli sivri kemerli pencereler yerleştirilmesi ve anneks zemin katının tonozlarının yaşadığı statik sorunlar nedeniyle sivri kemerlerle desteklenmesi ile sınırlıdır.
9 Gregoras, Hist. Bonn I ,459
10 EyiceSemavi,Son Devir Bizans Mimarisi, sayfa:47
11Paul Underwood ,The Kariye Djami 4 Vols (New york , 1966 – 75) ; 14-24,Ousterhout 1987: 32-36
12 İslam Tarihi Ansiklopedisi, yıl:2001, cilt 24, sayfa 496,
Kariye Kilisesi bir manastır kompleksinin merkezini oluşturmaktaydı.Bizans döneminde manastırlar kompleksyapılar topluluğu şeklindedir.Manastırlar özellikle 5. ve 7. arasında kültürel-sosyal-toplumsal gelişme göstermiş bu durum mimari dokuyu işlevsel olarak etkilemiştir. Manastırlarda dini eğitim, yaşlı ve yoksullara yardım, sağlık hizmetleri, zanaatkarlık ve meslek eğitimi verilirdi. Kültürel olarak birçok önemli eserler manastırlarda yaşayan keşişler tarafında el yazması olarak kaleme alınmış, tezhip çalışmaları ve ilahiyat araştırmaları yapılmıştır. Bu açıdan Bizans manastırları kendine yeter ekonomik bir birimdir.
Manastırlarda keşişler ve münzevi hayat yaşayanlar yaşardı. Keşiş ve rahiplerin hücreleri dikdörtgen planlı ve beşik tonozlu olup genellikle iki katlı yapılmıştır. Lavra denile hücrelerde hasır şilte üzerinde yatarak çilecilik yaparak nefsi terbiye ederlerdi. Manastırlarda kurucu aile için bir mezar şapeli yer alırdı. Manastırın merkezinde yer alan kilisenin önünde bir çeşme bulunurdu. Ayrıca yemek salonu, trapeza, mutfak, kiler, fırın, şaraphane, çamaşırhane, depolar, kütüphane, revir, dikiş odası, değerli eşyalar odası, idari bina, konuk evleri ve sarnıçlar bulunurdu.
(Kaynak.Manastırlar,Hüseyin Hakan Gazioğlu,2011)
Kariye manastır kilisesinin günümüze ulaşan mimari kurgusu 14. Yüzyıl başlarına tarihlenir.Pastophorionların yeniden tasarımı,kuzey tarafına iki katlı ek yapının yapılması, batıda dış narteks, güneyde parekklesionun da ilavesi ile planın bileşenlerinin düzensizliği göze çarpar. Yapı batı-doğu doğrultusunda meyilli bir araziorta Bizans döneminden kalan ana mekan merkez alınarak yapılmıştır.
Yapının bu ilk hali “kiborion” şeklinde tanımlan bir plan tipinin özelliklerini göstermektedir. Orta Bizans devrinde örnekleri görülen bu plan tipi aslında kare bir mekanın üzerinin kubbe ile örtülmesi ile sağlanmıştır. İç mekanda küçükte olsa parçalara ayrılmayan tek bir alanın oluşturulmasın ilginç bir denemedir. Bazı araştırmacılar bu plan tipini derin kemerler nedeniyle haç tipinin bozulmuş bir çeşidi olarak görürler. Planın kökeni olarak haç planlı yapılar gösterildiği gibi erken Bizans döneminin kubbeli yapıları da önerilir. Türkiye’de İstanbul’da Burgaz Ada Metamorphosis Kilisesi, Boğazda Yuşa Bizans Devri kilisesi, Gemlik Kurşunlu Aziz Aberkios Kilisesi, Mudanya Kumyaka köyü Taksiarhis Kilisesi gibi yapılarda bu plan tipi kullanılmıştır. Bazı yapılar İznik ve İstanbul’da alt yapı şeklinde günümüze ulaşabilmiştir. Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi plan tipi manastır yapılarında karşımıza çıkar.
Yapının plan ölçüleri 27.39 m. x 29.29 m.’dir. Müzeye çevrilen caminin ziyaretçi girişi güney cephesinden, ziyaretçi çıkışı batı cephesinden, personel girişi ise kuzey cephesindendir. Kariye Müzesi, 01 sergi alanı (dış narteks), 02 sergi alanı (iç narteks), 03 sergi alanı (naos), 04 koridor, 05 depo, 06 depo, 07 sergi alanı (pareklesyon), 08 sergi alanı (diakonikon), 09 dinlenme alanı, 10 Müdür Odası (prothesis), 12 depo, ve 13 dinlenme alanı olmak üzere 13 mekandan oluşmaktadır. Batı-doğu yönünde meyilli olan arazinin, batı cephesinde ana giriş kapısının önü ±0.00 kotu olarak kabul edilirse, yapının doğusunda yer alan bahçenin en alt kotu -3.38 m.’dir. Doğu cephesi yapının en hareketli cephesidir, doğu cephesinde kubbeyi destekleyen bir paydanda bulunmaktadır. İki adet iç nartekste, bir adet naosta ,iki adet pareklesyon üzerinde, birer adet daikonikon ve prothesis üstünde olmak üzere altı adet kubbesi bulunur. Bu kubbelerden en büyüğü naosun üstünü örtendir
Sergi Alanı (Dış Narteks)
Bugün sergi alanı olarak kullanılan dış narteks, 14. yy.’daMethokites’in yaptığı kapsamlı yenileme çalışmaları sırasında eklenmiştir. Yapının ana giriş kapısı batı cephesinde yer alan K01 kapısıdır. Bugün Kariye Müzesi’ne gelen ziyaretçiler mekanı bu kapıdan terk etmektedirler. Batı cephesi boyunca devam eden dış narteksin plan ölçüleri 18. 92 m. x 4.19 m.’dir.
Dış narteksin batı duvarı 4 sıra taş ve 4 sıra tuğla almaşık örgüden meydana gelir. Tuğla boyutları ortalama 32 cm. x 4.5 cm.’dir. Mermer söveli ve iki ahşap kanatlı K01 kapısı (K01) dış narteks batı duvarının ortasında yer alır. Duvarda 4 adet niş mevcuttur. Bu nişlerden en kuzeyde bulunan niş haricindekiler mezar nişlerdir. Nişlerin içlerinde kemerli ve beton dışlıklar bulunur. Pencerelerin alt kotları +3.51 üst kotları +4.47’dir. Duvar üzerinde iki adet mermer çerçeveli mozaik pano yer alır. Bu panoların üstlerinde ve yanlarında yer mevcut olan mermerlerden duvarların mermer levhalarla kaplı olduğu anlaşılmaktadır. Bütün duvar boyunca var olan mermer silmenin üst kotu +3.53’tür. Duvar silmesinin üst kısımlarından tavana kadar tesserea mozaiklerde bezenmiştir. Kuzey duvarda, kuzey cepheye açılan K02 kapısı bulunmaktadır. Kapının üzerinde kemerli bir pencere mevcuttur. Bugün bu kapı kullanılmamaktadır. Duvar 4 sıra tuğla4 sıra tuğla olmak üzere almaşık örgüdür. Duvar boyunca mevcut olan mermer silmenin üst kotu +3.53’tür. Duvar, silmenin üst kotundan tavana kadar tesserea mozaiklerle bezenmiştir.
Doğu duvarı taş-tuğla almaşık örgüdür. Duvarın orta asında iç nartekse geçişi sağlayan K03 kapısı yer alır. Kapı mermer söveli ve ahşap çift kanatlıdır. Duvarda üç adet mermer çerçeveli mozaik pano yer alır. Kapının üstü dışında bütün duvarı dolaşan mermer silmelerin üst kotu +3.52’dir. Silmelerin üst kotlarından tavana kadar mozaik bezemeler mevcuttur. Dış narteksin güneyinde, dış narteksiparekklesiyondan ayıran iki adet sütun ve bunların üzerlerine yerleştirilmiş sivri, taş kemer bulunur.
Batı cephesinde ana giriş kapısının önü ±0.00 olarak kabul edilmiştir. Dış narteks döşemesi güney-kuzey yönünde eğimlidir ve -0.07 kotundan -0.15 kotuna düşer. Döşeme kaplaması 44 cm. x 29 cm. çimento esaslı karo mozaiktir. Mekanın batı kuzeybatı köşesinde 8 adet şeşhane tuğlası yer alır. Bu tuğlaların çapı 38 cm., bir kenarı ise 22 cm.’dir. Karo mozaik kaplama ile şeşhane tuğlaları arasında kot farkı bulunmamaktadır. Dış narteks üst örtüsü, beş adet basık kubbeden meydana gelir. Kubbelerin yükseklikleri ortalama 6.25 m.’dir. Kubbelerin aralarındaki kemerlerde ve batı cephesi beden duvarındaki kemerleri birbirlerine bağlayan metal gergi elemanları mevcuttur. Kubbelerin bir kısmı tesserea mozaiklerle kaplıdır. Diğer yerlerde bulunan mozaikler yok olmuştur.
Sergi Alanı (İç Narteks)
İç narteks, Metochites’in 14. yy’da yaptığı kapsamlı yenileme çalışmaları sırasında yapılmıştır. Dış narteksten K03 kapısı ile iç nartekse geçilmektedir. İç narteksin plan ölçüleri 17.03 m. x 3.42 m.’dir.
İç narteksin batı duvarı +4.18 kotuna kadar mermer kaplıdır. Mermer kaplamalardan sonra gelen mermer silmenin üst kotu +4.27’dir. Batı duvarı, mermer silmeden kubbe altlarına kadar mozaiklerle bezenmiştir.
Kuzey duvarında kemerli bir niş yer alır. Robert Ousterhout, bu nişin aslında İsaakiosKomnenos’un kendi için yaptırdığı mezar yeri olduğu fakat daha sonradan fikir değiştirip kendi yaptırdığı Kosmosoteria Manastır Kilisesi’ne gömüldüğündenburanın kullanılmadığı ama yine yapılan mimari düzenlemenin ileriki yıllarda bozulmadığı belirtilmektedir. Yeri nişe göre daha geride kalan beden duvarında ise üç açıklıklı kermerli pencere yer almaktadır. Pencerede beton dışlık doğrama bulunur. Pencerenin alt kotu, +4.59 m., üst kotu ise +5.77 m.’dir. Kuzey duvarı kireç sıvalıdır.
İç narteksin doğu duvarında 09 mekanına açılan K04 kapısı, naosa açılan K05 ve K06 kapıları yer alır. Doğu duvarı, güneyde kubbenin altındaki yerler dışında +4.25 kotuna kadar mermer kaplıdır. Güney kubbesinin altında kalan kısım ve mermer silmelerin üstü ile kubbelerin arasında kalan kısımlar teressea mozaiklerle bezenmiştir. Silme üst kotu +4.33 m.’dir.
09 mekanına açılan K04 kapısının üzerinde kemerli bir pencere boşluğu bulunmaktadır. K06 kapısının iki yanında mermer çerçeveli mozaik panolar yer alır. Güney duvarı +4.10 kotuna kadar mermer kaplıdır. Mermer silmenin üs kotu ise +4.22 m.’dir. Silmelerin üstünde kalan kısım terresea mozaiklerle bezenmiştir.
İç narteks döşemesi +0.15 m. kotundadır. Döşeme mermer kaplıdır. Mermerler çeşitli geometrik şekiller oluşturacak şekilde döşenmiştir. Farklı kalınlıkta bordürlerin ortalarına büyük mermer plakalar yerleştirilmiştir. Mekanın kuzey yönünde bulunan döşeme kaplamalı ise daha düzensiz mermer parçalarından meydana gelmiştir. K03 kapısının önünde paralel kenar dörtgenlerden oluşan 0.30 m. genişliğinde 2.97 m. x 2.24 m. boyutlarında bordür yer almaktadır. Mermerlerin bir çok yerinde çatlaklar mevcuttur. İç narteksin üst örtüsü, kuzeyde yer alan 16 dilimli kubbe, iki basık kubbe ve güneyde yer alan 24 dilimli kubbeden oluşmaktadır. Basık ve dilimli kubbelerin taşıyıcıları olan kemerlerde metal gergiler mevcuttur. Kuzeyde yer alan 16 dilimli kubbenin çapı 3.33 m.,yükseliği ise 3.10 m.’dir. Kuzey, kuzeybatı, batı, güneybatı ve güney yönlerinde birer adet olmak üzere toplam beş adet kemerli penceresi vardır. Pencerelerin alt kotları +7.17 üst kotları ise +8.41 m.’dir. Pencere açıklıkları 0.66 m.’dir. Güney yönünde yer alan 24 dilimli kubbenin çapı 3.59 m., yüksekliği 3.62 m.’dir. Kuzey, kuzeybatı, batı, güneybatı ve güney yönlerine bakan 9 adet pencere kemerlidir. Pencerelerin alt kotları +7.32 m., üst kotları ise +8.51 m.’dir. Pencere genişlikleri ortalama 0.47 m.’dir. İki kubbede de doğramalar değiştirilmiş ve yerlerine beton dışlık doğramalar yerleştirilmiştir. Kubbelerin içleri ve tonozların alt yüzeyleri tesserea mozaiklerle bezenmiştir.
Günümüzde Kariye müzesinin sergi alanı olarak kullanılan ana mekân; naos, bema ve apsis olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Geçmişte Khora Manastırının katholikonunun ana mekânını teşkil eden ve doğu-batı yönünde uzanan dikdörtgen naos ve naosun doğusunda dıştan üç cepheli, içten yarım yuvarlak apsis ile bemadan oluşan ibadet alanı 14.84 m. x 9.87 m. ölçülerindedir. Ahşap kubbesinin yüksekliği ise 17.91 m.dir.
Ana mekânın naos nüvesinin üst örtüsünün Osmanlı döneminde 1766 yılında ahşap bağdadi olarak yenilendiğini ifade etmiştik. Yukarıda belirttiğimiz gibi naostakiana kubbenin yüksekliği 17.92 m. olup dört fil ayağı tarafından taşınmaktadır. Kare plandan dairesel plana tuğla örgü dört eşit kemerin kenarlarına yerleştirilmiş pandantiflerle (küresel bingi) geçilmektedir. Kuzeybatı ve güneydoğudaki tuğla örgü küresel binginin içbükey kısmında tuğla örgünün arasında beş ve üç sıra kaba yonu örgü ile muhtemel bir onarım yapıldığı görülür. Her kemerin yarıçapı 4.30 m.dir. Küresel bingilerle kubbe kasnağının birleştiği yerde kubbe konturunu izleyen bezemeli mermer silme mevcut olup hemen sonra 16 pencereli kubbe kasnağı yer alır. Kubbenin ahşap strüktüründe ve üst örtünün kuzeybatı ve doğu yönünde yer yer çatlak oluşumu gözlenmiştir. Yapının doğu kısmında 4 cm. genişliğinde bir çatlak görülmektedir. Başarılı bir biçimde onarılmış olmasına karşın, kutsal mekânın üst örtüsünde kırılma yapmış ve parekklesiondakifreskoların bozulmasına yol açmıştır. Yine ana kubbenin iç yüzeyinin sıvalarının kısmen döküldüğü ve tuğla örgü üst örtüde derz boşalmaları ve çimento harçlı onarım görülmektedir.
Ana mekânındoğu tarafında bema ve apsis yer alır.Bema Bizans kiliselerinde sunağı içeren bölüm olup apsisin önünde tören yapılan kısımdır. Ana neftenikonostasisle ayrılmış ve hafifçe yükseltilmiştir. Kilisenin en kutsal bölümü sayılır.Bemanın genişliği 2.22 m. x uzunluğu 6.04 m. dir. Bemanın kuzey duvarında prothesise geçişi sağlayan, yuvarlak kemerli,profilli mermer söveli, ahşap tek kanatlı kapı mevcuttur. Aziz Ogan Hora= Kariye camii kitabında prothesisibaptisterium olarak nitelemiştir.Güney duvarında ise 75 cm. yüksekliğinde kemerli bir niş yer alır. Bu nişin özgün yapıda diakonikona geçmek için kullanılan bir kapı olduğu fakat sonraki onarımlarda nişe çevrildiği düşünülmektedir. Naostanbemaya yüksekliği 5.5 cm olan profilli mermer bir yükselti ile geçilir
Bema bölümünün üst örtüsü ise ana kubbenin taşıyıcı esas kemer kavsarasına paralel gelişen alt kodu değişen kademeli bir diğer kemer ile örtülü olup böylece bemanın üst örtüsü iki adet tuğla örgü kemer ile örtülmüş olur. Batı yönüne bakanana kubbenin esas taşıyıcı kemerinin genişliği 1.48 m.dir. Üzengi seviyesi +5.89 m. kemerin tepe noktası ise +10.29 m. kotundadır. Doğu yönüne bakan kemer apsis yarım kubbesini destekleyip genişliği 2.21 m. dir ki bu kemeri esas bema üst örtüsü olarak niteleyebiliriz. Kemerin üzengi seviyesi + 5.89 m. tepe noktası ise + 9.92 m kotundadır,
Apsis ise kiliselerde altarın bulunduğu tarafta genellikle yarım daire planlı, kubbe ya da tonoz ile örtülü bölümdür. Tepe noktası + 9.58 m. dir. Böylece ana mekân (naos ve apsis ) bölümü tek ve yarım kubbe ile geçilmiştir.Ana apsisin nişinin kutru ortalama 2.77 m. olup içeriden dışa taşkın, yarım yuvarlak dışarıdan ise çok köşelidir.
Apsisin apsidiolunun merkezinde 3.11 m. yüksekliğinde x 3.66 m. genişliğinde mermer sütunceli yüksek kemerli, beton dışlıklı, üçlü pencere yer alır. Pencere kemerleri atlamalı kompozisyonda damarlı Marmara mermeri ve porfir mermer ile kaplanmıştır. Sütun başlıklarının (capital) mermer yüzeyinde işlenmiş bezemelerin izleri fark edilir durumdadır.
Khora Manastır Kilisesine 1947-1958 yılları arasında Amerikan Bizans Enstitüsü ve DumbertonOaks tarafından yapılan restorasyonda yapının ana mekânında ahşap kirişler kaldırılarak yapıyı stabilize etmek için metal çubuklar takılmıştır.Naosta taşıyıcı payelerin korniş seviyesinin üstünden üzengi hizasında kare bir kontur çizen metal çubukların diğer mekanlar arasında ve dış duvarlarda sürekliliği tespit edilememiştir. Ana mekânın kemer üzengi seviyesinde ve kemer kavsaralarında destek sağlayan özgün ahşap gergilere ait ikişer hatıl boşluğu görülmektedir.
Ana mekânın duvar kalınlıkları 1,20 m. ile 1,68 m. ve daha geniş duvar kalınlıkları arasında değiştiği tespit edilmiştir. Bu duvar kalınlıklarının değişken olmasının sebebi katholikon nüvelerinin değişik dönemlerde inşa edilmesinden kaynaklandığı düşünülebilir.
Sonuç olarak; Yapının analizinde belki de en kafa karıştırıcı şey, daha eski bir kilisenin merkezi kısmının tekrar kullanılmasıdır. Naosun düzgünlüğü ile onu kuşatan Metokhites eklemeleri tam bir tezat içinde; geniş apsisli haçvari naos 12. Yüzyıl ürünü ama mermerleri ve mozaikleri Metokhites’in programı çerçevesinde eklenmiştir. Hem eski naos korunmuş hem de onu bezeyen yeni unsurların muhafazakâr doğası ile naosun eksikliği vurgulanmıştır. ThedorosMetokhites’in bütçesi eski naosu yıkıp yenisini inşa etmeye müsaitti ama kendisi bunu tercih etmedi.(OusterhoutRobert G, Zor Yapıları Okumak : Kariye Camii’nden Dersler)
Ana mekȃnın mermer kaplamaları
Dünyanın ayakta kalabilen sanatsal açıdan en görkemli yapılarından biri olan Khora Manastır kilisesinin iç mekân duvarları ve taban döşemelerini kaplayan, çeşitli cins, boyut ve renkteki mermer plakalar adeta mekânı bir galeriye dönüştürmüştür.
Bizans Sanatının yansıtıldığı yapıların çoğunda olduğu gibi Khora Manastır katholikonunnaosu yapının diğer nüvelerinde olduğu gibi belli bir seviyeye kadar renkli mermer levhalarla kaplıdır. Naosta gözlenen Metokhites’in programı çerçevesinde eklenen mermer kaplamanın düzenliliği ve mozaiklerin muhafazakârlığı, eklentilerle uyumsuz görünüyor. Naostaki mermer kaplamalar Geç Bizans eklentisi olmasına karşın, üslup açısından düzenleri ve simetrisi ile Orta Bizans’ı çağrıştırır.
Duvar yüzeyleri ise zenginliği, gücü ve etkileyiciliği artırmak için belli seviyeye kadar renkli çerçeveli mermer panolarla kaplanmıştır. Tüm duvar cihetleri kemerlerin başlangıç çizgilerine kadar devşirme doğal taş levhalarla kaplanmıştır. Mermer panolar yüzeye kenet ve zıvanalarla sabitlenmiştir.
Khora Manastır katholikonunda dolayısıyla da naosunda kullanılan doğal taşlarda dönem şartları düşünüldüğünde mermer blokların enine kesilerek, yan yana monte edilmesiyle iki farklı yüzeyde simetrik doğal desenler elde edilmesi Bizans Döneminde tekniğin bu anlamda gelişmiş olduğunu gösterir.
Batı duvarı renkli mermer panolarla kaplanmıştır. Batı duvarı boyunca devam eden mermer silmenin üst kotu + 6.03 m.’dir. Kuzey duvarı süpürgelik kotundan silme kotuna kadar mermer levhalarla kaplıdır. Mermer silmelerin üst kotu +5.96 m.’dir. güney duvarı da diğer duvarlar gibi mermer plakalarla kaplıdır.
Ana mekânın kubbe kasnağının etrafını çevreleyen mermer kornişin üzerinde altın yaldızlı süslemeler ve dört kardinal noktada dışa taşkın dairesel yüzeylerde Metokhites’in adı ve ünvanlarının yazılı olduğu monogramlar yer alır. Naosun üst kotunu çevreleyen mermer malzemeden uygulanan opus sectile üslubunda yapılmış olan bordür ve hemen üzerinde altın yaldız boyalı, bitkisel motifli, mermer kakma silme yer alır. Silmenin üst kotu +6.03 m.dir.
Yapı genelinde doğal taşlar duvar ve zemin kaplamaları, rölyeflerde, silmelerde, kapı profillerinde, dış nartekste daha önceki dönemlere tarihlenen sütunlarda kullanılmış olup Osmanlı döneminde de eklenen mihrapta kullanılmıştır.
Khora Manastırı, naosu döşemesinin en dikkat çeken bölümü güney tarafında yer alan 110 cm küçük kare pano şeklinde opus sectile döşemedir. Panonun ortasındaki daire madalyon ile karenin dikey eksenleri üzerindeki daha küçük daireleri çevreleyen ve birbirine bağlayan yekpare turuncu traverten şerit, aynı zamanda panonun çerçevesini de oluşturur. Bu döşemede kullanılan teknik, benzerlerinden tamamen farklıdır ve tanıdığımız örgülü döşemelerin en sade örneğidir.
Zeminde veya çerçevelerde küçük geometrik parçalı dolgular kullanılmıştır. Bu kare döşeme 12.yüzyıl özellikleri sergilemektedir.(Yıldız Demiriz ,Örgülü Bizans Döşeme Mozaikleri İstanbul 2002)
Bema bölümünün zemin döşemesi ise merkezin orta ekseninde yer alan 70×70 kare, dasit kırmızı porfir bir panonun etrafında enleri 6 ile 10 cm. arasında değişen yeşil dasit porfir, yeşil serpantin breşi, Marmara mermeri, turuncu rudistli kireçtaşı, sarı renkli mermerlerden oluşan kuşaklarla çevrelenmiştir. Bu kare panonun bir benzeri naosun giriş aksında yer alır. Bemanın doğu yönünde siyah beyaz breş mermerden, yüksekliği 5. 5 cm. olan bema basamağı yer alır.
Apsisin zemininde ise özgün olarak apsidiolu çevreleyen turuncu rusidli kireçtaşı mevcut olup doğu ucunda apsidiolun merkezi kısmı ise yeşil serpantin breşi ile döşenmiştir. 1947-1958 yılları arasında Amerikan Bizans Enstitüsü ve DumbertonOaks tarafından yapılan restorasyonda yapının ana mekânındaki mermer kaplamalar; apsis ve bema bölümünde arkeolojik kazılar yapılıp apsis zemini rölik muhafazası dışında beyaz mermer ile yenilenmiş olup bema bölümünde ise zeminin mermer kaplamaları büyük oranda özgün bırakılmıştır.
Naosta mermer kaplamaların yerleştirme düzenleri mekânın mimarisini vurgulayan bir programdadır. Alt ve üst bölümler uyumlu bir görüntü sergiler. İç nartekste ise daha iyi durumdaki mermer kaplamalar mimari ile karşıtlık yaratır.
Ana mekânda templonlarda kullanılan mermer rölyeflerin yüzleri Osmanlı döneminde tahrip edilmiştir. Mermer rölyefler de büyük oranda devşirme malzemeden yapılmıştır. Templonlarda yer alan mozaik panoların silme çerçeveleri 14. yüzyıla aittir. Kuzeyde duvar kalınlığı içerisindeki mermer kapı taklitleri de 6. yüzyıla tarihlenir.
Nason ana giriş kapısın çerçevesi yeşil serpatin breşinden yapılmış olup iç nartekse bakan tarafta silmenin alt bölümünde her iki yanda haç işareti mevcuttur. Bu işaretin aynısı Ayasofya’nın dış narteksinde İmparator kapısının yanında yer alan yan kapının silmesinde de aynı cihette yer alır. Ayasofya’nın mermer kaplamalarında zanaatkârların adları bir köşede yazılıdır.
Naosta güney duvarında yer alan Osmanlı döneminde parekklesiona geçiş sağlayan bağlantı kapısı kapatılarak, hem bu yüzeyde hem de diğer mermer kaybı olan yüzeylerde mermer kaplamalar eşleştirilerek, çimento sıva üzeri uygulanarak yenisiyle değiştirilmiştir. Yine daha önce bahsettiğimiz kuzey duvarında mevcut olan nişin; Brooklyn Enstitüsü arşivinde yer alan 1903-1915 yılına ait fotoğraflarda bu nişin mermer levhalarla kapatılmış olduğu görülüyor ki 1948’den sonraki fotoğraflarında bu nişin tekrar açığa çıkarıldığı tespit edilmektedir.
Geçmişte Khora Manastırının katholikonunun ana mekânını teşkil eden ve doğu-batı yönünde uzanan dikdörtgen naos ve naosun doğusunda dıştan üç cepheli, içten yarım yuvarlak apsis ile Bizans yapılarına özgü derinbemadan oluşan ibadet alanı 14.84 m. x 9.87 m. ölçülerindedir. Naostaki Osmanlı döneminde 1766 depremi sırasında tahrip olan ve ahşap bağdadi olarak yenilenen ana kubbenin yüksekliği 17.92 m. olup dört fil ayağı tarafından taşınmaktadır. Kare plandan dairesel plana tuğla örgü dört eşit kemerin kenarlarına yerleştirilmiş pandantiflerle (küresel bingi) geçilmektedir. Kuzeybatı ve güneydoğudaki tuğla örgü küresel binginin içbükey kısmında tuğla örgünün arasında beş ve üç sıra kaba yonu örgü ile muhtemel bir onarım yapıldığı görülür. Her kemerin yarıçapı 4.30 m.dir. Küresel bingilerle kubbe kasnağının birleştiği yerde kubbe konturunu izleyen bezemeli mermer silme mevcut olup hemen sonra 16 pencereli kubbe kasnağı yer alır. Dört paye tarafından taşınan ana kubbenin yüksekliği ise 17.91 m.dir.
Ana mekânın bema bölümünün üst örtüsü ise ana kubbenin taşıyıcı esas kemer kavsarasına paralel gelişen alt kodu değişen kademeli bir diğer kemer ile örtülü olup böylece bemanın üst örtüsü iki adet tuğla örgü kemer ile örtülmüş olur. Batı yönüne bakan ana kubbenin esas taşıyıcı kemerinin genişliği 1.48 m.dir. Üzengi seviyesi +5.89 m. kemerin tepe noktası ise +10.29 m. kotundadır. Doğu yönüne bakan kemer apsis yarım kubbesini destekleyip genişliği 2.21 m. dir ki bu kemeri esas bema üst örtüsü olarak niteleyebiliriz. Kemerin üzengi seviyesi + 5.89 m. tepe noktası ise + 9.92 m kotundadır. Apsis ise tuğla örgü yarım kubbe ile örtülmüş olup dışardan çok köşelidir. Tepe noktası + 9.58 m. dir. (bkz.) Böylece ana mekân (naos ve apsis ) bölümü tek ve yarım kubbe ile geçilmiştir.
Pastaforia hücrelerinin orijinalde küçük birer kapı ile bağlı oldukları naostan 14. yüzyılda yapılan düzenlemelerle ayrılmıştır. Protesise; kuzey yönünde yer alan anneks zemin katından ve naostan ulaşılırken diakonikona ise güneyde yer alan şapelden geçiş ile mekanbireysel dua hücresi haline gelmiştir. Dilimli birer kubbe ile örtülü bu mekanlar içten yarım yuvarlak dıştan üç köşeli apsislere sahiptir. Diakonikon kubbesinin yüksek bir kasnağı varken protesiskasnaksız basit bir kubbedir.
Bemanın içinde bugün ahşap bir kapakla kapatılan kare şeklinde küçük bir kripta vardır. Bema basamağı kısmen restore edilmiş olsa da hala görülebilmektedir. Apsis yarım kubbesi dışarıdan bir uçan payanda ile destelenmiştir. Naostan iki kapı ile iç nartekse ulaşılmaktadır. Güneyde büyük bir kubbe ile örtülü birim paraklesia ile bağlantılıdır. Diğerlerine göre nispeten dar bir kemerle naosa açılan ana kapıya ulaşılır. Narteksin kuzeyi ise iki bölümlüdür. Bunun kuzeyine bir arkosolium nişi oluşturulmuştur. Buradan yapının kuzey ekine de girilebilmektedir. Bu ana yapının ilk inşa edildiğinde yan mekanları var mıydı? bilinmez.
Ana yapının güneyine inşa edilen paraklesion tek nefli bir şapeldir. (Resim 42) Bu uzun dikdörtgen yapının doğu ucunda yine bir bema kemeri ve içeride yarımyuvarlak dışarıda çok küçültülmüş ve daha sonra tamamen ortadan kaldırılmıştır.’’ denmiş.
1906 tarihi Rus Arkeoloji Enstitüsüne ait bu fotoğraflarda görülen yapıya bitişik nizam bu ahşap yapının 1914 tarihli raporda bahsedilen medrese olduğu görebiliyoruz.
1906 tarihli bu fotoğraflarda medrese işaret oku ile belirtilmiş olan yapıdır. Diğer detay fotoğraflarda daha net görebiliriz.
Mevcut mozaikler ve freskler ahşap kepenklerle ve alçı sıva ile kapatılmış olup kilise duvarları kireçle boyanmıştır.(bkz.)Yapının güneybatı köşesine minare eklenmiştir. Narteks ve şapel orijinal zemini şeşhane tuğlalarla kaplanmıştır.
İstanbul’da tarihi binalara büyük zarar veren şiddetli depremlerden bahseden ve 1059 (1648) yılına ait olduğu kabul edilen belgelere göre (TSMA, nr. D 9567) Kariye Camii XVII. Yüzyıl ortasında oldukça hasar görmüştür. Öncekinden daha şiddetli olan ve camide önemli izler bırakan 1180 (1766) yılı depreminin hemen arkasından cami mimar İsmail Halife tarafından onarılmıştır.19 Ana mekânın 14.yüzyıl başına ait özgün kubbesi bu depremde tahrip olup kireç sıva ile kaplanarak ahşap bağdadi olarak yenilenmiştir.20
Yıkılan kubbenin yeniden yapılması ve depremlerin meydana getirdiği hasarların onarılması dışında, batı cephesinde dış narteks (Türk döneminde son cemaat yeri olarak kullanılmıştır.) pencereleri büyük ölçüde kapatılıp Osmanlı mimarisine uygun, küçük sivri kemerli açıklıklar haline getirilmiştir. Arkosolıumlardaki mezar lahitleri kaldırılmış olup, güney kanadındaki şapeldeki yuvarlak, taş, kabartma süslü kemerli arkosolıum duvarı kaldırılarak ana mekânla işlevsel bütünlük sağlanmaya çalışmıştır. Yapının kuzey kanadında anneks bölümü yine bu dönemde tuğla örgü sivri kemerlerle desteklenmiştir.
18.yüzyılın ilk yarısında yapıya Kızlarağası Hacı Beşir tarafından bir mektep ve aşevi eklenmiş fakat bu yapılar günümüze ulaşmamıştır.
Kariye Camii’nde 1947-1958 yılları arasında Amerikan Bizans Enstitüsü ve Dumberton Oaks tarafından yapılan restorasyonda mozaik ve freskler açığa çıkarılmıştır. Bu restorasyonla ilgili birçok neşriyat yayınlanmıştır.
Bizans Enstitüsü, binayı restore ettikten ve mimari bakımdan etraflı bir incelemesini yaptıktan sonra Kariye Camii Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’ne bağlı olarak ziyarete açılmıştır.
Ebu Said El Hudri Türbesi
Günümüzde Kariye Müzesi bahçesinde 2607ada 2 parselde yer alan Ebu Said el Hudri türbesi 1733 yılında II. Mahmud döneminde barok üslupta, yığma taş sistemde medrese kapısına bitişik nizamda inşa edilmiş olup vaktiyle medrese avlusunda yer alan türbe, medresenin ortadan kalkması üzerine bugünkü müstakil konumunu kazanmıştır. Medresenin günümüze ulaşan tek bölümüana kapı, Kariye Müzesinin giriş kapısı olarak kullanılmaktadır.
Türbeyi çevreleyen duvarlarda bulunan pencere üstlerine kitabeler yerleştirilmiştir. Kapı ve pencereler baklava taksimatlı demir parmaklıklarla donatılmıştır. Türbenin kapısı batı yönündeki duvarındadır. Kuzey ve doğu cephesi oval şeklinde olup, üç tane pencere yerleştirilmiştir. Türbenin içinde, türbeyle aynı yaşta ağaçlar bulunmaktadır. Makamın iç duvarında kabrin baş tarafına gelecek şekilde, alüminyum bir tabelada sahabe hakkında bilgi yer almaktadır.
Hz. Hudri’nin kabrini çevreleyen duvarda muhtelif tarihlerde yazılmış, biri Osmanlıca, biri Arapça, biri Türkçe, biri Osmanlıca – farsça olmak üzere dört ayrı kitabe vardır.
Türbenin 1146/1733 yılında inşa edildiği Hayrat sicil kayıtlarından anlaşılmaktadır. ancak kabir tarihinin daha önceki yüzyıllara uzandığı tahmin edilmektedir.
Bu sahabe türbesi ile ilgili daha geniş bilgiler ;
Ünver, Süheyl, 1953, İstanbul’da sahabe kabirleri ve İstanbul fethi derneği yay., Ankara. -Yılmaz, Necdet, 2006, yayınlarında mevcuttur.
Türbe duvarları günümüzde strüktrel olarak sorun teşkil etmektedir.
Mustafa Ağa Çeşmesi(H.1079- M.1668)
Kariye Müzesinin kuzeybatı köşesinin karşında yer alan çeşme kesme taştan, sivri kemerli, mermer ayna taşlı, dikdörtgen formlu, hazneli, çift sekili, taş tekneli, geniş saçaklı, kiremit örtülü kırma çatı olarak yapılmıştır. Günümüzde akar durumda değildir.Çeşme ve çevresi1978 yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumuadına ÇelikGülersoy tarafından restore edilmiştir
Sivri kemerinin üzerindeki kitabe taşının yeri boştur. Bu taş tamirden önce de yoktur. İ.H. Tanışık kitabenin birinci satırının Mustafa Ağa’nın ismi ile başladığını, alt tarafındaki kelimelerin kırık ve okunmaz halde olduğunu yazdıktan sonra tarih kartuşundaki yazıyı şöyle tespit etmiştir.
“ Âb-ı dii-keş can-fezâayn-ül-hayat” (1079)
Restore fotolarında Çelik Gülersoy’un Kariye (chora ) adlı çalışmasından yararlanılmıştır.
Khora manastırı’ nın İsa’ ya sunulmuş olan kilisesi evvelce büyük bir kompleksin merkezini teşkil ediyordu. Khora kelime manası ile taşra, sur dışı demektir. Bu nedenle 413 yılında yaptırılan kara surlarından önce inşaa edildiği düşünülse de kaynaklarda yapı ile ilgili 8. yy da kesin bilgilere ulaşılmaktadır.
Manastır ile ilgili ikonoklazma akımı sırasında yaklaşık 200 yüzyıl bir bilgi yoktur. Yapının yeniden canlanışı 11. Yüzyıl sonu İmparator I.Aleksios Komneos zamanında olur. İmparatorun kayın validesi Maria Dukaina harap olan kiliseyi yeniden yaptırır. Yapımdan kısa bir süre sonra İmparator Aleksios’ un küçük oğlu İsaakios tarafından kilise tekrar yenilenir. Bu aşamada İsaakios iç nartesin sağ duvarı önüne kendine mezar yeri yaptırır. Ancak öldüğünde buraya değil Trakya’da Meriç kıyısındaki Kosmosoteria manastırına gömülür. Mezar yapımı sırasında sağ duvarda Deisis sahnesi içinde Meryem‘in yanıbaşında kendisi resmedilmiştir. (bkz.foto 1).
Şehrin 1204-1261 yılları arasındaki Latin işgali sırasında da kilise ve manastır hakkında bir bilgi yoktur. Yapının tekrar canlanışı 14. Yüzyılda saray ileri gelenlerinden olan Teodoros Metohites zamanında olur. Metohites kiliseye bugünkü şeklini verir. Mozaik ve frekslerde onun zamanında yapılmıştır.
Osmanlı zamanında yapı mimarisini etkileyecek çok fazla bir müdahalede bulunulmamıştır. En önemli değişiklik batı cephesi sağ köşesindeki çan kulesi yerine minare yapılmış olmasıdır
Yapı ile ilgili çok fazla yenileme ve onarım dönemleri vardır. Bu dönemlemelerle ilgili olarak 1957-1958 yıllarında Amerika Bizans Enstitüsünün yapmış olduğu arkeolojik kazılarda çok ciddi bilgilere ulaşılmıştır. Bu bilgiler ışığında Robert Ousterhout tarafından yapı 5 evreye ayrılmıştır.
Birinci yapım evresi; yalnızca doğu tarafındaki altyapıda görülmektedir ve 5. Yüzyıla tarihlenmektedir. (şemada kırmızı olarak taranmıştır)
İkinci yapım evresi;9.yüzyıla tarihlendirilmektedir. bu evreden günümüze sadece naos altındaki mezar ve yine doğu cephesindeki duvar kalıntıları kalmıştır (şemada koyu kahverengi olarak taranmıştır.)
Üçüncü yapım evresi;bugünkü naos duvarlarının alt kısmında, mermer kaplamaların altında ve diakonion zemini altındadır(şemada açık turuncu renk ile taranmıştır.)
Dördüncü yapım evresi; İsaakios tarafından yenilenen yapı 4. evredir ve naos olarak bugünkü yapının plan şeması bu evrede yapılmıştır.
Beşinci yapım evresi; Metokhites dönemidir ki günümüze ulaşan yapı bu evrede yapılmıştır. Naos kuzey ve güney yönünde genişletilmiş, fresk ve mozaikler yapılmıştır.
Şemada 6. Dönem olarak gösterilen değişiklikler Osmanlı dönemine aittir.
YAPININ YAPIM TARİHÇESİ
5 VE 6. YÜZYIL (YAPI KURULUŞU)
9.YÜZYIL 6. YÜZYILDAKİ YAPI YIKILIYOR YERİNE TEKRAR KİLİSE KURULUYOR
11.YÜZYIL,9.YÜZYIL YAPISI YERİNE KURGULANIYOR
YÜZYILDA YAPI BUGÜNKÜ NAOS,ANA MEKAN KURGUSU İLE YAPILIYOR
14.YÜZYILDA METOKHİTES TARAFINDAN PARAKLESİON,DIŞ VE İÇ NARTEKS İLE KUZEYDEKİ İKİ KATLI KÜTÜPHANE YAPISI EKLENİYOR VE BUGÜNKÜ KİLİSE YAPISI OLUŞUYOR
16.YÜZYIL 1508 ÇAN KULESİ KALDIRILIP MİNARE YAPILIYOR VE CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR.
16.YÜZYIL VE 20.YÜZYIL BAŞINA KADAR, YAPI ALANINA MEDRESE,TÜRBE,ÇEŞME GİBİ YAPILAR YAPILIYOR. DEPREMDE YIKILAN ANA KUBBE AHŞAP STRÜKTÜRLÜ OLARAK ONARILIYOR. BATI VE GÜNEY DE DALGALI OLAN ÜST ÖRTÜ TEK EĞİMLİ HALE GETİRİLİYOR.PARAKLESİONU NARTEKSTEN AYIRAN DUVAR KALDIRILIYOR.DIŞ NARTKES VE PARAKLESİON DÖŞEMELERİ TUĞLA YAPILIYPR.MOZAİK VE FREKSLER SIVANIYOR,NAOSA MİHRAP YAPILIP MİNBER KONUYOR.PARAKLESİONDAN NAOSA BİR GEÇİŞ DAHA AÇILIYOR.NAOS ANA KUBBE PENCERELERİBİR ATLANARAK KAPATILIYOR. BATI VE DOĞU PENCERE SİSTEMLERİ DEĞİŞTİRİLİYOR
1948 YILINDA MÜZEYE ÇEVRİLEN YAPI BU TARİHTEN 1966 YILINA KADAR AMERİKAN BİZANS ENSTİTÜE TARAFINDAN ONARILIYOR.YAPININ STATİK SORUNLARINDAN DAHA ÇOK MOZAİK VE FRESK KONSERVASYONU AĞIRLIKLI OLAN BİR ÇALIŞMA OLUYOR. BU DÖNEMDE AHŞAP GERGİLER YERİNE DEMİR GERGİ SİSTEMİ YAPILIYOR, ÇATLAKLAR ÇİMENTO ENJEKSİYON İLE ONARILIYOR. SIVASI BOŞALAN MOZAİKLERİN SIVASI SABİTLENİYOR.OSMANLI DÖNEMİNDE ÜZERİ KAPATILAN MOZAİK VE FRESKLER SIVADAN ARINDIRILIP AÇIĞA ÇIKARTILIYOR.TEMİZLİK VE RENKLENDİRME ÇALIŞMALARI YAPILIYOR.PARAKLESİONDAN NAOSA GEÇİŞ SAĞLAYAN İKİNCİ KAPI KAPATILIYOR.NAOS ZEMİNİ BETONARME OLARAK YAPILYOR. YOK OLAN MERMER LEVHALAR TAMAMLANIYOR.DIŞ NARTEKS VE PARAKLESİONDAKİ DÖŞEMELER YENİLENİYOR.
MİMAR SİNAN (15 Nisan 1489, Ağırnas/ Kayseri – 17 Temmuz 1588, İstanbul
Mimar Sinan (Koca Mi’mâr Sinân Âğâ, Sinan Abdulmemnan, Sinaneddin Yusuf olarak da bilinir1) modern çağ öncesi İslam dünyasının en iyi belgelenen tartışmasız en ünlü mimarı ve figürüdür. Kariyerinde önemli eser verdiği Osmanlı padişahlarıI. Süleyman, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde baş mimar olarak görev yapan2 Sinan uzun hayatı boyunca İslam mimarları arasında benzersiz yapıtlarıyla etkileyici bir imza atmayı başarmıştır.
Şair nakkaş Sa’i Mustafa Çelebi’nin, kendi ağzından dinleyerek yazdığı Tezkere ül-Ebniye ve Tezkeret ül-bünyan’a, Tuhfet ül-Mimarin, Risalet üt-Mimariye Adsız Risale gibi yazılı kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Sinan 1512’de devşirme olarak alınıp “acemi oğlanlar” mektebine verilerek, 1521 Belgrad seferinden önce yeniçeri olmuştur.3 Yeniçeri ocağında dülger ve mimar olarak yetişmiştir. Tezkiretü’l Bünyan ve Tezkiretü’l Ebniyeadlı eserlerde kendi ifadesi ile…
”Bu değersiz kul, Sultan Selim Han’ın saltanat bahçesinin devşirmesi olup, Kayseri sancağından oğlan devşirilmesine ilk defa o zaman başlanmıştı. Acemi oğlanlar arasından sağlam karakterlilere uygulanan kurallara bağlı olarak kendi isteğimle dülgerliğe seçildim. Ustamın eli altında, tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek, görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi, görgümü artırdım. İstanbul’a dönerek zamanın ileri gelenlerinin hizmetinde çalıştım ve yeniçeri olarak kapıya çıktım ”
1538 yılında Boğdan seferi sırasında Prut nehri üzerinde ordunun karşıya geçmesi için bir köprü kurulması istenince 48 yaşında nehrin üzerinde ahşap mimari inşasında ustalığını gözler önüne sererek on üç günde yaptığı köprü ile hayranlık uyandırmıştır.4 1538’de selefi Baş mimar Acem Ali’nin ölümünden sonra Hassa baş mimarı (Mimar ağa, Hassa mimarbaşı, sermi’- maran-ı Hassa da denilir)5 olarak göreve getirilmiştir.
Mimar Sinan’ın, mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir. Bunlar: Halep’te Hüsreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan Haseki Külliyesi’dir.6
Mimarbaşılık görevini, Sinan mesleğinde kaydettiği aşamaları üç ayrı yapıyla somutlaştırarak tanımlar: “Çıraklık eserim” dediği Şehzade Camii ile (1548) ilk büyük sultan camisini tamamlamıştır. Bu yapının tamamlanmasından birkaç yıl sonra sultanın adıyla yeni bir cami ve külliyenin inşasına başlamış ve yedi yıl içinde İstanbul’un ve bütün imparatorluğun en görkemli yapılarından biri tamamlamıştır (1557).7 Süleymaniye Camii’ni ”kalfalık eserim” diye nitelendiren ustanın II. Selim adına, bu defa Edirne’de inşa ettiği Selimiye camii (1575) Sinan’ın en büyük eseri olarak gösterilir. Bu yapı tamamlandığında seksen üç yaşındaydı ve yaşlılığından dolayı artık “Koca” lakabıyla anılıyordu. 1584 yılında hacca giden Sinan kendi yerine Mehmed Subaşı adıyla tanınan mimarı vekil olarak bırakır. Hac dönüşünde ve 100 yaşı civarında olduğu halde görevini büyük bir coşkuyla sürdürmüştür.8
1588’e ölümüne dek sultan ve imparatorluk için çok çeşitli yapılar tasarlayarak (Yapıtları camiler, saraylar, hamamlar, okullar, hastaneler, türbeler, su kemerleri, hanlar ve köprüler vb.) elli yıl boyunca baş mimarlık görevine devam etti.
Mimar Sinan’ın inşa ettiği eserlerin sayısı ile ilgili farklı listeler verilmektedir. Ancak döneme ait kaynakların karşılaştırılmasıyla ona ait eser listesini 452’ye kadar yükseltmek mümkündür. Ama bu listeyi onun ömrü yanında yayıldığı geniş coğrafyayı, devrin ulaşım ve teknolojik imkanları ile üstlendiği görevleri dikkate alarak değerlendirmek gereklidir.9
“Mimaride yeni çözümler, buluşlar, her şeyin ötesinde oranların ortaya konuşu Sinan’la birlikte klasik denilebilecek yeni boyutlara ulaşmış, mimarlık alanının bu ustası imparatorluğun kıtalar üstü eğilimlerini hızla ve kuvvetle dış dünyaya yansıtmıştır. Bu üslûp, özellikle en güçlü tarzda yerleştiği eyalet ve şehirler üzerinde biçimler anarşisine son vermiş, kendi kimliğini dünya ölçeğinde ortaya koy muştur. Bu kimlik, Osmanlı düzeninin hâkim ve hükümran olduğu bölgelerin sanat kaderi üzerinde günümüze kadar uzanan izler bırakmıştır. (Prof. Dr. Selçuk Mülayim)”
Mimar Sinan, öne çıkan kimliğiyle bir mimar olarak bilinmektedir. Fakat sadece mimarlık onu tanımlamaya yetmez. Aynı zamanda bir mühendis, iyi bir lojistikçi, şehir tasarımcısı, planlamacı, yönetici vb… pek çok hususiyet ile birikime de sahiptir ve bunun en önemli göstergesi eserleridir.10
Sinan’ın mimarlık alanında nasıl yetiştiği ya da kendini nasıl yetiştirdiği konusuna birkaç yönden yaklaşılabilir. O çağın yaratıcı öğeleri sınırlı yalın planlı yapıları, benzerlerinin tekrarı yoluyla oluşuyordu. Biçim ve boyutların tekdüzeliği içinde başarı derecesinin ustaların yetenekleri oranında değiştiği, ancak yenilik aranmadığı sürece pek fazla bilgiye gereksinme olmadığı söylenebilir. Bu arada Sinan’ın katıldığı seferlerle Doğu ve Batı’nın değişik kentlerine gitmesi, görgüsünü arttırma olanağı sağlamıştır. Buralardaki örnekleri incelemiş, gördüklerini deneyleriyle birleştirmiş olmalıdır. Bu koşullar içinde Sinan’ın hızlı bir öğrenme döneminden geçtiği, gözlemleri yoluyla sağlam bir oran duygusu edindiği söylenebilir. Zaten öğrenme ve deneme isteğinin, yaşamının sonuna kadar sönmemiş olduğu açıktır.11
Sinan uzun ömrünün sağladığı derin bilgi ve deneyimle Osmanlı mimarlığının Bursa’dan başlayıp Edirne’de süregiden ve 16.yüzyılda özgün bir biçeme ulaşan çizgisini en yüksek teknik ve estetik düzeye ulaştırmıştır.12
Gelmiş geçmiş en ünlü Osmanlı mimarı olarak tanınan Sinan, İstanbul’un dünyaca meşhur şehir siluetinin yeniden yapılanmasına katkıda bulundu. Rönesans İtalya’sındaki gelişmelerle karşılaştırıla gelen, ışık dolu, merkezî mekânlı kubbeli camileri mimarbaşının önde gelen eserleri olarak nam kazandı.
Sinan yapılarında kubbeler, mekan örtüsünde tek olarak kullanıldıkları gibi mekan genişlemesine bağlı olarak yarım kubbelerin çeşitli kombinasyonlarıyla beraber de kullanılmıştır.
Bununla birlikte, Mimar Sinan, genç yaşta ana kubbe + kemer + pandantif + yarım kubbelerin sentezi olan mükemmel bir taşıyıcı sistem geliştirmiştir.13 Kubbe,kemer ve ayaklar yapıda sadece yükü taşıyan, dağıtan bir mimari öge olarak değil ana kütleye estetik ve plastik bir form verilmesini de sağlarlar.
Sinan’ın eserleri incelendiğinde ilk dönem tasarımları Osmanlı mimarisi içindeki öncüllerinin mirasıyla büyük oranda uyumluydu. İlk dönem en tanınan eseri olan 1543’de İstanbul’da Süleyman tarafından ölen oğlu için yaptırılan İstanbul’daki Şehzade Mehmed Camisi’dir (1548). Planı, köşelerde küçük kubbeler ve dört yarım kubbe ile kuşatılmış, dört ayağa oturan sıkışmış geniş bir merkezi kubbe ile şekillenir. İlk kez ağır dış görünüşlerden soyutlanmış bir denemeye de tanık olunmaktadır. Üst yapının hareketliliğiyle alt kütlenin ağır görünümü arasındaki karşıtlık revaklarla hafifletilmiş, uyumlu bir akış sağlanmıştır.14Sinan daha sonra ki yıllarda eserlerinde topografyaya uyumlu olarak yerleştirme ve yapısal ifadelerde yeni yöntemler denedi.
Mimar Sinan’ın eserleri içinde özellikle birkaçı gerek mimarisi, gerekse inşa tekniğindeki yenilikleri sebebiyle dikkat çekicidir. Bunlar içinde özellikle Süleymaniye Camii ile Selimiye Camii’nin tartışılmaz üstün bir yeri vardır.15
Süleymaniye Camii ve Külliyesi konumlanışı ve anıt kütlesi ile İstanbul silüetinde adeta dönemin mührü gibidir. Sinan yapıyı inşa ederken üç farklı eksen ve zemin düzlemine göre düzenlemiş, potansiyel olarak sorunlu eğimi, yapının tasarımı ile anlamlı bir vurguya ustalıkla dönüştürerek mekansal bir hiyerarşi oluşturmuştur.16
Ayasofya ile şekil ve ölçekte bazı benzerlikler olmasına rağmen, iç mekânda Ayasofya’nın bölünmüş alanından çok daha bütüncül ve güçlü bir iç hacim etkisine sahiptir. Dış cephelerde de zengin bir bütünlük dikkati çeker. Süleymaniye’nin üst örtüsü Ayasofya’yı destekleyen kubbelerin düzenlemesi ile benzerlik gösterir. Merkezi bir kubbe kuzey ve güneydeki iki yarım kubbe tarafından desteklenir ve yapı boyunca bir eksen oluşturur. Etkileyici ana kubbenin kasnağı payandalar arasında bir pencere halkası ile hareketlendirilmiş olup kubbe yirmi yedi metre çapında ve zemin döşemesinden 53 metre kadar yüksektir.17Ayrıca Süleymaniye Külliyesi’nin camisinde Mimar Sinan, Şehzade ve diğer yapılarının ardından tekrar İstanbul Bayezid Camisi şemasına dönmektedir. Ortada bir kubbe, iki yönde yarım kubbeler, yanlarda değişik boyutlarda küçük kubbelerden oluşan caminin, geçmiş özümlemeleri de içerdiği görülmektedir. 18
Sinan’ın Osmanlı mimarisine katkıları birkaç boyutta ilerlemiştir. O güne kadar denenmiş biçimler ve teknikleri yaklaşık aynen uygularken temel olarak mekan kavramını etkili hale getirmiştir. Merkezi ve toplu mekan arayışına bağlı olarak dört, altı ve sekiz desteğe oturan strüktür, daha önce hem de oldukça büyük ölçülerde denenmiş olmasına rağmen bu formüller Sinan tarafından ele alınırken giderek yalınlaşmıştır.19
Edirne’deki Selimiye Camii (1564-1575), Sinan’ın mimarlık şaheserlerinden biridir. Dünya mimarlık anıtları arasında yer alan eser 31.5 m. çapındaki merkezi kubbesi ve sekizgen gövdenin etrafını çevreleyen ince formlu dört minaresi ile dikkat çeker. İç mekanla dış cephenin tamamıyla kaynaşmış olduğu muazzam kubbe bütün dünyada, kubbe mimarisi gelişiminin en ileri noktası olarak görülebilir.20Selimiye’de ana mekanın köşelerine yerleştirilen minareler, bu defa merkezi şemayı vurgulamak üzere ana kubbeyi çeviren
unsurlar olarak dikkati çeker.21Selimiye Camisinin mekansal yapısı, mimari açıdan Sinan’ı temsil eder; dayanıklı kubbelerin zarif planı ve düzeni, merkezi ibadet mekanı ile geniş ve birleşik bir mekan yaratma çabalarının doruk noktasıdır.22 Michel Ancelo’nun Roma’daki St. Piere Kilisesi ile Mimar Sinan’nın Selimiye Camii, mimarlık tarihinde, birbirlerine karşı ayrı ayrı üstünlükleri olan, fakat birbirlerinden üstün olmayan iki eser olarak anılır.
Mimar Sinan uzun yaşamı boyunca kendi alanında tanınmış bir kültür figürüydü. İlk olarak Sinan’ dan övgü ile söz eden yabancı, Avusturyalı büyük tarihçi “Osmanlı imparatorluğu Tarihi” adlı büyük eserin müellifi Joseph von Hammer’dir. Almancası 14, Fransızcası 18 ciltlik büyük eserinin(1836) 6.cildinde Edirne’deki Selimiye Camiinden bahsederken ” …..bu cami hayranlığa lâyıktır ve padişahın isminden ziyade (II. Selim) Sinan’ın ismini geleceğe intikal ettirecektir.” diyerek. Osmanlı imparatorluğunun en parlak devrinin sultanları karşısında Sinan’ın kudretini çok yerinde bir şekille dile getirmektedir. Aslında Kanuni Sultan Süleyman’da, Süleymaniye Cami’sinin tamamlanarak ibadete açılışında, ibadethaneyi açmak üzere anahtarı Sinan’a uzatarak, açılışı onun yapmasını istemekle, büyük mimara en büyük iltifat ve teşekkürünü ifade etmiştir.23
Bir kubbe üstadı, toplu mekân yaratıcısı Sinan, 1588’de İstanbul’da öldü. Süleymaniye Camii’nin yanında Şeyhül İslâm Kapısı(Bab-ı Meşihat), Dökmecilere giden yolun birleştiği yerdeki türbede gömülüdür. Bu türbenin kitabesinde yer alan ”Geçti bu demde cihanda Pir-i Mimaran Sinân” ifadesi şair ve nakkaş Sâi Mustafa tarafından yazılmıştır.24
1.1. Molla Çelebi Camii (Fındıklı Camii) Konumu ve Semtin Tarihçesi
İstanbul’un Beyoğlu İlçesi’nde, Boğaziçi’nin Rumeli yakasında, Tophane ile Kabataş arasında sahil boyunca uzanan Fındıklı semtinin, Ömer Avni Mahallesi’nde, Meclisi Mebusan Caddesi’nin batı tarafında, İstanbul Boğazı kıyısında yer alan camii 85 pafta, 21 ada,1 parselde konumlanmıştır.
Fındıklı semtinin tarihi ile ilgili olarak en önemli kaynakların başında Cengiz Orhonlu’nun kaleme aldığı ”Fındıklı Semti’nin Tarihi Hakkında Bir Araştırma” adlı kitaptır.
Kitaptan;
” Fındıklı ve civarı dediğimiz zaman Taksimden başlayan Fındıklı Dere (ki günümüzde Mebusan Yokuşu adında Taksim’e çıkan bir caddedir) merkez olmak şartıyla sahilde Kabataş’tan Salıpazarı’na ve kara tarafından Cihangir’e, Taksim’e ve Ayaspaşa’ ya kadar olan bölümü kapsamaktadır.
Fındıklı ve Tophane’nin adı antik devirde adı ”Arggropolis” (gümüş şehir) idi. Fetihten sonra ise Fındıklı’nın adının nereden geldiği konusunda birkaç muhtelif izah vardır. Bunlardan ilki bu bölgede geçmişte fındık ağaçlarının bulunduğundan ileri geldiği söylenir. (M. Ziya, İstanbul ve Boğaziçi İstanbul 1928 c.2 s. 239.) Yine bu görüşü destekleyen biride 18. yüzyıl sonunda İstanbul’a gelmiş Fransız seyyahı Lechevalier, 4. Mehmed ricalinden Hasan Ağa’nın bu semtte pek mükellef bir yalısı ile bahçesinin bulunduğunu ve ismin buradan geldiğini söylemiştir. Ancak Lechevalier nin tespit ettiği tarihten çok önce 16, yüzyıldan beri bu semtte Fındıklı denildiği vesikalardan anlaşılmaktadır. Von Hammer’e gelince büsbütün başka bir fikirdedir, bu müellife göre Fındıklı ismi büyük misafirhane veya han manasına gelen İtalyanca ‘fondoco’ kelimesinden neşet edilmiştir. 17. ve 18 yüzyılda semti gören seyyahlar genel olarak fındık ağaçlarının varlığından pek bahsetmemişlerdir. Fakat 15. ve 16. yüzyıla
ait arşiv kayıtlarında (Celal Esad, ”Eski İstanbul”, İstanbul, 1988, s.74; A.Mithad, mufassal, istanbul, 1808, c. 2 s. 299: Evliya Çelebi, ”Seyahatname”, 1814, c.1 s.489; Ali S.Ülgen, ”Fatih Devrinde İstanbul”, Ankara, 1986, ve İstanbul Haritası; Celal Esad, ”Eski Galata”, İstanbul, s.9,10) İstanbul’un fethi sırasında Galata haricinde ki Tophane Salıpazarı, Fındıklı ve Ayaspaşa gibi semtlerin baştan aşağı bağlık bahçelik olduğu tespit edilebilmektedir. Bazı vesikalar da geçen ibarelerden (F.İsfendiyaroğlu, Galatasaray tarihi s.24-23 de başbakanlık arşivinde 7615 nolu tasnifi zikredilmeyen vesika nüshası) Tophane civarında bulunan bağ ve bahçelerden bir kısmının II. Bayezid evkafına ait olduğu anlaşılıyor. 1572 tarihli bir İstanbul haritasında Kasımpaşa, Beyoğlu, Tophane, ve Fındıklı civarının yer yer ağaçlıklı ve tarla olduğu anlaşılıyor. 15. yüzyıldan itibaren bu bölgeyi kaplayan fındık ağaçlarından dolayı semte fındıklı dendiği büyük olasılıkla ihtimal dahilindedir.
Fındıklı ismi vesikalarda ilk defa 1526 tarihli bir vakfiyede görülmektedir. Fındıklı devrinin iskan kayıtlarına ait arşiv kayıtları ise 15. yüzyılda başlar. Fetih esnasında ağaçlık ve koruluk olduğu sahilden başlayarak ve fındıklı deresinin etrafını kaplayarak sırtlara doğru uzandığını kuvvetle muhtemeldir. Fındıklı bölgesinde bilinen ilk bina Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamlarından Ayas Paşa’ya ait olup bu bina ve müştemilatı 1526 tarihli bir vesikada adı geçtiğine göre daha evvel inşa edilmiş olmalıdır. Bu vesikada Ayas paşa’ya ait araziden bahsedilirken Fındıklı Dere tabirinin kullanılmış olması semte o tarihlerde ve daha öncesinde
Fındıklı denildiğini gösteriyor. Dolayısıyla Fındıklı Dere ismi zaman içerisinde değişerek Fındıklı olmuş ve semt artık bu ad ile anılmaya başlamıştır. (Taceddin Topaç, Ayas Paşa, (tez), 1951; Ayas paşa’ya ait Başbakanlık arşivinden ve Vakıflar idaresinden derlenmiş olan vakfiyelerden s.56 da 1526 tarihli vakfiye ….)
15. ve 16. yüzyıl Beyoğlu bölgesi iskan tarihi gelişimi için yapı tarihlerinin karşılaştırılmalı olarak daha geniş bir şekilde araştırılması gerekir. Ancak anlaşıldığı kadarı ile kıyı kesimleri, Kasımpaşa vadisi ve yamaçları ile Tophane vadisi ve Fındıklı sırtları dışında Galatasaray dışında önemli bir yerleşim yoktur. 16. yüzyılın ortalarından itibaren günümüz Beyoğlu sınırları içinde bir dizi anıtsal yapı inşaatına başlanır. 1540’larda Mimar Sinan tarafından başlatılan yoğun anıtsal yapı faaliyet kapsamında Buğday ambarı, Tophane Kılıç Ali Paşa Külliyesi, Süheyl bey (Salıpazarı) Mescidi, Karaköy Hayrettin Paşa ve Yakup Ağa Hamamları, Şehzade Cihangir Camii, Fındıklı Molla Çelebi Camii bu yapıların önde gelenlerinden sayılabilir. (Apdullah Kuran, Mimar Sinan 1986. 254-255)
17.yüzyılda Eremya Çelebi Fındıklı çevresini şöyle ifade eder, ” Tophane beylik toplarla doludur. Çavuşbaşı iskelesinden sonra topçubaşı ve topçuların oturduğu odalar yer almaktadır. Salıpazarı’nı geçtikten sonra Mehmed Ağa mahallesi gelmekte ve onun üzerinde Cihangir Camii ile pek çok ev ve binalar bulunmaktadır. Tepenin kuzeyine doğru altında Fındıklı denilen, çarşı ve pazarı ile büyük bir semt ve ileride bir mahalle ile Çizmeciler Tekkesi yer almaktadır. Eremya Çelebi çarşı ve pazarı ifade ederken Salıpazarı’nda kurulan pazarı kast etmektedir. Kıyı yerleşmesinin üst bölümü Ayaspaşa’ya kadar küçük esnafın gezi ve eğlence yeridir. Burada bulunan Şeyhülislam Ebu Said Efendi’ye ait, sahildeki bostana kadar uzanan ve setler halinde yapılmış bir bahçe vardır. (Geçmişten Günümüze Beyoğlu, 2004, İstanbul, c.1 s.39-40)
Sultan III. Ahmed (1703- 1730) devrinde Lale devri olarak isimlendirilen yenileşme döneminde Fındıklı Salıpazarı’nda bugün ki Mimar Sinan Üniversitesi yerinde Emnabad sahil sarayını yaptırmıştır. 1724 de kamuya ait arazinin, etrafındaki bina ve arsaların eklenmesiyle genişletilmesi ve denize kazık çakılarak doldurulması ile elde edilen alan üzerine yapılan bu saray sultan III. Ahmed’in kızı Fatma Sultan’a tahsis edilmiştir. Bir süre sonra bu sahil saraya bitişik denize yakın bir de küçük kasır yapılmıştır. 18.yüzyılda Beyoğlu açısından en önemli gelişme sultan 1. Mahmud (1730-1754) dönemi başlarında Taksim sularının şehre dağılımı ile birlikte özellikle Tophane, Salıpazarı, Fındıklı, ve Cihangir iskanının hızla artmasıdır. Bu çalışmanın esas gayesi özellikle Fındıklı’nın suya kavuşturulmasıdır. Devrin yazarlarından Şemdani-zade Fındıklılı Süleyman Efendi ”Fındıklı bahanesine Galata, Kasımpaşa, Dolmabahçe ve Beşiktaş ihya olundu.” demektedir. (Geçmişten Günümüze Beyoğlu, 2004, İstanbul, c.1 s.40)
Cengiz Orhonlu ”Fındıklı Semti’nin Tarihi Hakkında Bir Araştırma” adlı makalesinde 16. ve 17 yüzyıl Fındıklı ve çevresini ise şöyle anlatır. ” Fındıklı mevkinin güzelliğinden ve havasının etafetinden dolayı 16. yüzyılın ikinci yarısında rağbet kazanmış ve devlet ricalinden bazıları fındıklı ve çevresinde eserler tesis etmişlerdir” der. Kitapta Fındıklı ve civarında ki yapılardan bahsetmiş bunlar arasında Molla Çelebi Camii, Hatuniye Tekkesi ve Camisi, yanında Arap Ahmet Ağa çeşmesi ve yalısı, Fındıklı deresinde Seyyid Yahya Efendi’nin Emir İmam Mescidi, kendi lakabı ile anılan Pürtelaş Hasan Efendi’nin Alçak Dam Mescidi ve Fındıklı iskelesi o dönemde bölgede mevcut yapılardır. Fındıklı iskelesi ile ilgili olarak da; ” Fındıklı iskelesine ait görebildiğimiz en eski kayıt 1587 tarihini taşısa da 16. yüzyıldan evelde mevcut olduğu muhakkaktır. İskele, Fındıklı (Molla çelebi) caminin yanındadır. Bu iskele 1774-75 yılında onarım görmüştür. 19. yüzyıl sonlarında Şirket-i Hayriye, Boğaziçi’ne vapur işlettiği halde bu sahile uğramıyor ve halk Kabataş ve Salıpazarı iskelelerinden istifade ediyordu.” der.
Fındıklı’da inşa ve imar faaliyetinin 17. yüzyılda, biraz daha arttığı gözlemlenmiş, ve bu inşa faaliyetlerinin semtin nüfusunun artırdığını söyleyebiliriz. 1613 yılında mevcut su ihtiyacının halkın su ihtiyacını karşılayamadığı ve aynı yıl içinde I. Ahmed tarafından Tophane (Salıpazarı, Fındıklı, Kabataş) ve Beyoğlu semtlerine su getirtilmiştir. Daha ileri tarihlerde nüfus arttıkça şehre su dağılımı için daha kapsamlı çalışmalar yapılmıştır. Ayrıca Cengiz Orhon Fındıklı ile ilgili bu kitabında civarda o dönem mevcut yapılardan da bahsetmiş olup bunlar; 1636 tarihli günümüzde mevcut olmayan Silahtar Mustafa Paşa Çeşmesi, yine o dönemde mevcut olan fakat vesika ve arşivlerden tespit edilen 17.yüzyıl başlarında Fındıklı Deresi’nde Emir İmam mescidi civarında inşa edildiği anlaşılan Hacı Recep Mescidi, yine yüzyılın ilk yarısında Kazancı-başı Elhac Ali Ağa’nın Taksim’e çıkarken ismi ile anılan yokuşun başında inşa edilen cami ile şadırvanı, keza yeri tespit edilemeyen İbrahim Efendi’nin inşa ettirdiği Kadı Mescidi, 17.yüzyılın ikinci yarısında Fındıklı Deresi’nde İstanbul kadısı Abdullah Efendi tarafından yaptırılan ve yeri tespit edilemeyen Pişmaniye Mescidi, Fındıklı Deresi’nde günümüzde de mevcut olan Sofu Baba Türbesi-1690 (Mehmed Raif, Mir’at-ı İstanbul,c.II,s.344) sayılabilir.
Evliya Çelebi Seyahatname’sinde 17. yüzyıl Fındıklı semtini ifade ederken ” Fındıklı’da çarşı ve pazarlar azdır. Ekseri evler deryaya nazır, birbiri üzerine kat kat dizilmiştir… Sokaklar İstanbul, Eyüp, Kasımpaşa gibi serapa kaldırımlıdır. Şahrahları vasidir. Tophane’de ve Fındıklı kasabasında sekiz yüz dükkan vardır…. der. Ayrıca sahil kesiminde bahçeli yalıları tarif ederek anlatmıştır. (Evliya Çelebi, Seyahatname, c.1, s. 445- 446)
18. yüzyıla gelindiğinde Fındıklı kasabasında cami ve mescidlerin etrafında olan mahallelerin daha da genişlediği görülür. Bu dönemde yaşanan gelişmelerden biri III.Ahmet’in Dolmabahçe’de sahil yolunu kapattırarak Fındıklı-Beşiktaş yolunun arka taraftan geçirilmesidir. (http://ahmetsimsirgil.com)
Artan nüfusun su ihtiyacını karşılamak için çeşmeler inşa edildiği bilinmektedir. Daha önce bahsettiğimiz üzere Tophane, Fındıklı, Beyoğlu semtlerinde ki su tesisatı bölgede inşa edilen çeşmelerin dolayısıyla halkın ihtiyacını karşılayamaması nedeniyle yeterli gelmemiş ancak I. Mahmud döneminde Taksim sularının şehre dağılımı ile bu semtlerde birçok çeşmeler inşa etmek suretiyle halkın su ihtiyacı karşılanmıştır. Fındıklı civarında dönemin belli başlı yapıları 1732 tarihli Sadullah Efendi çeşmesi, Köprülü-zade Hafız Ahmed Paşa’nın Kazancı-başı Camii karşında inşa ettirdiği çeşmesi, 1756 tarihli Zevki Kadın Mektebi ve çeşmesi, 1761 Mustafa Ağa çeşmesi, 1787’de Sadrazam Koca Yusuf Paşa Fındıklı Molla Çelebi Caminin önünde sebil ve çeşme yaptırmıştır. 18.yüzyıl sonlarında Fındıklı sahili yalı, kayıkhaneler ve köşklerle kaplı idi. 1770′ de Salıpazarı ile Tophane arasında bulunan Çivici Limanı mevkinde çıkan yangın onbeş saat devam ederek Fındıklı’ya kadar olan sahili arsa haline getirmiştir. (Şema’danizade Fındıklılı Süleyman, Müri’ü t-Tevarih, s.185)
Cengiz orhonlu ”Fındıklı Semti’nin Tarihi Hakkında Bir Araştırma” adlı kitabında 19. yüzyıl Fındıklı semti ile ilgili olarak Kabataş, Ayaspaşa, Cihangir ve Taksim semtlerinin birleştiği, halkın yararlanacağı kamu yapılarından çok yalı, konak, konut gibi hususi inşaların arttığı görülmüştür. 19. yüzyıl başlarında yazılmış Bostancı-başı Defterleri’nde Fındıklı sahilinde Salıpazarı’ından itibaren Kabataş’a kadar yalıların sıralandığı görülmektedir. Semt özellikle 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında devrin birçok önemli devlet adamlarının ve tanınmış kişilerin rağbet ettiği bir bölge olmuştur. Yine bu devirde Fındıklı deresindeki derenin çamurları temizlenmiş ve bazı kaldırımlar onarılmıştır. (H. Şehsuvaroğlu, 105 yıl önce Karaköy’den Ortaköy’e Seyahat, Akşam Gazetesi, 22 haziran 1919) 1869 yılında boğazın bu yakasında Fındıklı sahiline de uğrayan hayvan vasıtasıyla işletilen tramvay hattı tahsis edilmiş ve bu tramvay hattı 1911 yılında elektrikle çalışır hale getirilmiştir. (Osman Ergin, Mecelle-i Umur-ı Belediye, c.III, s.141,177)
Şehrin yönetimi ve düzenlenmesi için 1855’te kurulan Şehremaneti 1857’de on dört daireye ayrılmış olup Pera, Galata ve Tophane’yi kapsayan bölge altıncı daireye bağlanmıştır. Fakat 1877’ye gelindiğinde pilot bölge olarak seçilen altıncı daire belediye dairelerinin yirmiye bölünmesi ile önemini yitirir. Bunun sonucunda Fındıklı ve Kabataş semtleri 12. Daire olarak düzenlenmiştir ancak kısa bir süre sonra daire sayısı ona düşürülmüştür.
yüzyıl başlarında Beyoğlu yerleşmesi kıyı boyunca Kağıthane’den Beşiktaş’a, Galata’dan Şişli’ye kadar yayılmıştır.
Cumhuriyet ile beraber imar faaliyetleri hız kazanmış hazırlanan imar planları doğrultusunda şehir düzenlemeye başlanmış ve şehrin tarihsel dokusuna zarar verilmiştir. 1957-58 yıllarına gelindiğinde Fındıklı Molla Çelebi Camii önünde yapılan yol genişletme çalışmaları neticesinde güzergah boyunca birçok anıtsal eser yok olmuştur.
Molla Çelebi Camii Tarihçesi
Fındıklı Molla Çelebi Camii, günümüzde mevcut olmayan, hamamı ve sıbyan mektebi ile birlikte küçük bir külliye oluşturmaktaydı. Ayvansarayi Hüseyin Efendi’ye ait Hadikatu’l Cevami’de cami ve vaktiyle var olan külliyeden şu şekilde bahsedilir: “Banisi Molla Çelebi’dir… Cami’-i mezbur derya kenarında vaki’dir ve mahfil-i humayun ve levazımat-ı sa’iresi mevcud olub, karibinde mekteb ve hammam dahi bunun vakfındandır…” Bu nedenle caminin tarihsel süreci açıklanırken diğer yapılarla birlikte ele alınmıştır.
Vakfiyesine göre; Ayrıca hac yolcularının konaklaması için bir bina ve darülhadis olarak işlev görecek bir medresenin de gelecekte yapılmasının planlandığı belirtilse de bu gerçekleşememişti. Tarihçi Ayvansarayi Hüseyin Efendi, caminin vakfına dahil olduğunu söylediği civardaki mektep ise vakfiyede zikredilmemiştir. (Mimar Sinan’ın İstanbul’u, Turing, S,243)
Fındıklı Camii olarak da anılan bu yapının inşa kitabesi olmaması ile birlikte, Mehmed Vusuli tarafından caminin hemen yanı başında inşa ettirilmiş olan hamamla aşağı yukarı aynı yıllara tarihlendirilmektedir. Dolayısıyla geçmişte mevcut olan hamamın 1561-62 tarihli kitabesine göre caminin de bu yıllarda yapıldığı kabul edilir. Sai Mustafa Çelebi Tezkiretül Ebniye’de camii ve hamamın Mimar Sinan eseri olduğunu ifade eder ki bu yapılar kitabının bir diğer yazması Tezkiretü’l-Bünyan olup Sinan’ın kendi ağzından anıları arkadaşı Sai Mustafa Çelebi tarafından otobiyografik metinler olarak kaleme alınmıştır.
Fakat bu tarihlendirme sırasında da farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Hamamın kitabesi, Ayvansarayi’ye göre 1571, (Ayvansarayi, Hadikatü’l Cevami, s.484) Tahsin Öz’e göre 1589, (Tahsin Öz, İstanbul Camileri, C. II, s.24.) Aptullah Kuran’a göre 1565-66 (Aptullah Kuran, Mimar Sinan, s.113.) İ.Hakkı Konyalı’ya göre 1561 ve ebced hesabına göre 1581 tarihini vermektedir. (İ. Hakkı Konyalı, Mimar Koca Sinan’ın Eserleri, s.180.) Ankara’da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde bulunan (nr. 624) 992 (1584) tarihli vakfiyesiyle eserleri hakkında bilgi veren tezkirelerdeki kayıtlardan anlaşıldığına göre cami ve hamam Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. (Arzu İyanlar, “Molla Çelebi Külliyesi”, İslam Ansiklopedisi, C. 30, s.243.)
Hamam kitabesinin kaynaklardaki metninde yer alan bir kelimenin farklı imlasından (hamamın-hamamını) dolayı ebced hesabı ile ayrı tarihler çıkarılsa da, “Görenler ol makam-ı dil- küşanın dedi tarihin 1 Leb-i deryada seyran eyle hammamını monlanın” beyti 969 (1561-62) yılını vermektedir. Cami de bu tarihte veya hemen sonra tamamlanmış olmalıdır. (Arzu İyanlar, “Molla Çelebi Külliyesi”, İslam Ansiklopedisi, C. 30, s.243.)
Cengiz Orhonlu’nun belirttiğine göre, “Fındıklı Camii’ne, Hubbe Ayşe Kadın ile Elhac Süleyman Efendi adlı bir zat tarafından bazı vakıflarda bulunulmuştur. Bazı vesikalardan anlaşıldığına göre, bu camide Sadreddinzade Ruhullah Efendi’nin, Güğümbaşı Mehmed Efendi’nin, Sadrıesbak Kemankeş Kara Mustafa Paşa ve Saluha Hatun gibi zevatın evkafı bulunmaktadır. Cami evkafının çoğaltılmasına hizmet eden kimseler arasında, 1161 (1748) yılında camiye müstakil vakıf tayin edilmiş olan Çelebizade Asım Efendi de vardı. (Cengiz Orhonlu, Fındıklı Semtinin Tarihi, s.62.) Külliyeye gelir getirmesi için baniye ait yazlık-kışlık iki saray ve hamama bitişik dükkanlar inşa edilmişti. (Mimar Sinan’ın İstanbul’u, Turing, S,243)
Evliya Çelebi de Seyahatname’sinde Molla Çelebi Camii’nden ”Deniz kenarında, Fındıklı Kasabası’nda tek minareli, büyük kubbeli ve geniş avlulu bir camidir” diye bahseder. (Evliya Çelebi, Seyahatname, c.1, s.412)
Caminin Banisinin asıl adı Mehmed olup, şiirde kullandığı “Vusuli” mahlasından dolayı Mehmed Vusuli, çoğu zamanda II.Selim’in musahibesi ve devrinin ünlü hanım şairlerinden Hubba Ayşe Hatun’un damadı olduğundan “Hubba Mollası” veya ” Molla Çelebi” olarak bilinir. III. Murad’ın kapıcıbaşılarından Abdullah Ağa’nın oğlu olup 1524 yılında doğmuştur. İlmiyeden yetişen, çeşitli medreselerde müderrislik, bazı yerlerde kadılık, özellikle dört defa İstanbul kadılığı yapan Molla Çelebi 1568’de Anadolu kazaskeri olmuş ve 1590 yılında ölmüştür. Mehmed Vusuli Efendi’nin kabri caminin batısında bulunan küçük hazirede değil de, kayınvalidesi Hubbi Hatun’un Eyüp’teki türbesinin yanında, Debbağhaneler (Tabakhaneler) mevkiinde kendi yaptırdığı tekkenin haziresinde, yanlışlıkla şair Fitnat Hanım’a atfedilen türbede olduğu anlaşılmaktadır. Fitnat Hanım’ın kabri Eyüp Sultan Türbesi haziresinde yer almaktadır.
Sekiz yüzlü olan türbe kesme taştan inşa edilmiştir. tek kubbelidir. kitabesi yoktur. içinde birisi büyük, ikisi vasat ve diğeri daha küçük olan dört ahşap sanduka yer almaktadır. bu sandukalardan biri Mehmet Vusuli Efendi’ye diğerleri ise, oğlu Şemsettin Efendi (1615), Şemsettin Efendi’nin oğlu Mehmet Efendi (haz. 1650), Mehmet Efendi’nin oğlu Mustafa Efendi’ye (1694) aittir. Türbe’nin sağ tarafında Vusuli Efendi’nin Hubbi Hatun’un türbesi yer almaktadır. Ayrıca türbe haziresinde bulunan bazı kabirler şöyledir: (1583) Pir Mehmet Emin Efendi , (1719) Şeyh Selim Efendi , (1719) Şeyh İbrahim Efendi, (1730) Eş-Şeyh Mahmut Efendi, (1730) Eş-Şeyh Mehmet Efendi El-Kadiri” (Mehmet Nermi Haskan, Eyüp Sultan Tarihi, s187, Eyüp Sultan Vakfı Yayınları, istanbul, 1996)
1879 tarihli Devlet Salnamesi’nden ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde Molla Çelebi Kütüphanesi fihristindeki bilgilerden anlaşıldığına göre çeşitli kişiler tarafından vakfedilen kitaplarla cami içerisinde geçmişte bir kütüphane kurulmuştur. 144 adet kitabın bulunduğu kütüphaneye ait fihristte yer alan bir notta Fındıklı Camii içinde Reisülküttab Abdullahzade’nin, Molla Mehmed Çelebi Efendi’nin ve Şeyhülislam Hamid Efendi gibi zevatın vakfettiği kitapların Kılıç Ali Paşa Medresesi içindeki kütüphaneden Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledildiği belirtilmektedir (Cengiz Orhonlu. Fındıklı Semtinin Tarihi s. 68). Molla Çelebi Camii’nde mevcut kitapların ne zaman Kılıç Ali Paşa Medresesi’ne taşındığı ise bilinmemektedir.
Caminin günümüzde mevcut olmayan hamamına gelince eskiden İstanbul’un en işlek çifte hamamlarından biri olan yapının soyunmalık bölümleri kagir duvarlı ve sakıflı, sıcaklık bölümleri ise üç eyvan şemasına sahipti. Planı itibariyle Ayasofya’nın karşısındaki Haseki Hamamı’na benzeyen yapının yıkımından kısa bir süre önce sıcaklıkları birleştirilmiş, erkekler kısmının helaları ile kadınlar kısmının soyunmalığı ortadan kaldırılmış ve tek hamama dönüştürülerek klasik hüviyetini yitirmişti. (İstanbul Mimarisi İçin Kaynak, s. 391; İstanbul Hamamları, s. 142)
1957’deki yıkımdan günümüze kadar gelebilen iki parça kitabenin sağ bölümü, Çarşıkapı da İstanbul Fetih Cemiyeti tarafından kullanılan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Külliyesi’nin medresesi avlusundadır.
Yüksel Yoldaş Demircanlı ve Mehmet Nermi Haskan sol parçasının Topkapı Sarayı Müzesi’nde olduğunu bildirmişlerse de (İstanbul Mimarisi İçin Kaynak, s. 391; İstanbul Hamamları, s. 142) bu parça müzede bulunamamıştır. Hamamın üç mermer kurnası halen İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin şeref salonunda yer almaktadır. Hüseyin Ayvansarayi ve Davutpaşalı Mehmed Raif külliyede bir de sıbyan rnektebinin varlığından bahsetmişlerdi. Bu hamamın cadde üzerindeki soyunma yeri, XVIII. yüzyıl sonları ve XIX. yüzyıl başlarının sivil mimarisine uygun bir konak cephesi karakterine sahipti. (Arzu İyanlar, “Molla Çelebi Külliyesi”,Tdv, C. 30, s.243.)
Caminin batı cephesine bitişik küçük dikdörtgen haziresi, İskele sokağına bakan duvarla deniz tarafındaki kitabelerinden anlaşıldığına göre batı ve güney yönlerinden 1132’de (1720) ruznamçe-i evvel Hüseyin Paşazade Hacı Mehmed Bey tarafından inşa ettirilen parmaklıklı bir duvarla sınırlandırılmıştır. (Cengiz Orhonlu. Fındıklı Semtinin Tarihi s. 68). Batı yönünde altı küçük dikdörtgen ve bir sivri kemerli açıklık mevcuttur. Burası iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm, sivri kemerli pencereden yapının dış duvarına atılan, yarıya kadar demir şebeke ile kapatılmış diğer sivri bir kemerle son bulmaktadır. Kare planlı ikinci bölüm kuzeyde bir kemer, batıda iki pencere ve doğuda bir pencere ile toplam dört açıklığa sahiptir.
Hazirede günümüze ulaşabilen on dokuz mezar vardır. Halen mevcut en eski mezar 1121 (1709) tarihli olup Şeyhülislam Sadreddinzade Sadık Mehmed Efendi’ye aittir. Bazı kayıtlara göre XVI. yüzyıldan itibaren haziredeki en eski defin, 958’de (1551) vefat ederek buraya gömülen Emir Hüseyin Çelebi’yle ilgili ise de mezar taşı kaybolmuştur. (Arzu İyanlar, “Molla Çelebi Külliyesi”,Tdv, C. 30, s.244.)
Hazirenin batı cephesinde, sokağa bakan duvarında şu kitabe yazılmıştır:
Muhammed bey efendi ibn-il-haç Hüseyin paşa
Göçüp bu dehri dundan kıldı azmi alemi bala
Hemişe bişe evrad ile ezkar idi ol zate
Şeb-ü ruz eyledi tahsili zadi alemi ukba
Kiraren haç ile tamiri Beyte itdi çok hizmet
Şefi ola ana ruzi cezada Kabeyi ülya
Eğerçi canibi devletten olmuşdu ana memur
Bicay averdei hizmet olub sa’y eyledi Hakka,
Tehidestane in’am etmeği murad edinmişdi,
Tasadduk itmede ihmal-ü imsak itmedi asla
Nice def’a olub ruznamçei evvel yine ahir,
Kapandı defteri amali itti zimmetin ibra
Ser amed olmuş iken hacegani devlet içinde
Kodu balin haşt-i lahde ser-i kabri idüb me’va
Olub tay gerdei desti ecel ruznamçe-i ömrü
Salah üzre murur etmişdi evkati bu alemde
İde ukbade bari cayigahin cenneti ala
Gelüb bir daiyi İhlas-bişe didi tarihin
Muhammed Beyefendi eyleye rahmet sana Mevla.1132
(İ. Hakkı Konyalı, Mimar Koca Sinan’ın Eserleri, s.182.)
Yegâne hâce-i rûz-name-i evvel ol Muhammed Bey
Bekaya intikal etdi aleyhürrahmetü’l- Bâri
Adimü’l- mesel idi kendüye mahsus idi merhûmun
Gerek evzâ’ u etvârı gerek reftâr u güftârı
Olup kırk elli yıl pirâye-bahş-i mesned-i ikbâl
Sudûr-ı devlete hemvâre sevk-i hayr idi kârı
Haridar-ı -ı metâ’-ı devlet-i dehr idi zâhirde
…. itibar etmezdi amma zerre mikdârı
Ubeydullah-ı ahrâra müdâni idi iclâli
Sülûk ehlinden efzun idi evrâd ile ezkârı
Hulûs-ı kalb ü hüsn-i hâline besdür bu şâhid kim
Olub me’mur bâ- hükm-i Hümayun-ı cihândârî
Mücavir oldu beş yıl Mekke’de bu eyledi ma’mur
Harab olmuş iken mecra-yı âb-ı rahmet-âsârı
Ale’t- tahsis ahâli-harem yâd eyleyüb hayrın
İderler dergeh-i Hakk’a duâ yalvarı yalvarı
Hüdâ sa’yin ide unvân menşur-i müberrâtı
Bu hayr-ı bi-bedel oldukça rûz-ı haşre dek cârî
Didiler Tâibâ tarih-i fevtin gûş idüb herkes
İde cennet Muhammed Bey Efendi menzilin Bâri
Fi Sene 1132 (1719-1720)
RUZ-NAMÇE-İ EVVEL MERHUM EL-HAC MUHAMMED BEY RUHUNA EL- FATİHA
Sene 1132
Molla Çelebi Camii Onarım Tarihçesi
Caminin inşa tarihi ile ilgili olarak birbirine yakın farklı tarihler farklı kaynaklarda verilse de Hamam kitabesinin 1561-1562 yazılı tarihi ile caminin aynı tarihte inşa edilmiş olduğu en fazla kabul gören görüştür. Molla Çelebi Camii ilk olarak bir külliyenin parçası olarak inşa edilmiştir. Ancak bu külliyeden günümüze sadece cami ulaşabilmiştir.
Molla Çelebi Camisi günümüze dek gelen tarihsel süreç içerisinde pek çok yangın ve deprem atlatmış. Zaman içinde cami, depremlerden ve yangınlardan hasar görmüş, olmasına rağmen günümüze ilk planına uygun olarak gelebilmiştir.
Osmanlı Dönemi Onarımları
1723 ve 1724 tarihlerinde (Lale Devri) çıkan yangınlar sonucunda cami harap olmuş. Mustafa Cezar, 10 Ekim 1723 gecesi Fındıklı’da caminin civarında çıkan bir yangın sonucunda epeyce ev ve dükkânın yandığını aktarıyor. 6 Kasım 1724 gecesi caminin yakınında çıkan yangında ise bir miktar ev ve dükkân kömür haline gelirken Fındıklı Hamamı’nın da camekânının yandığını belirtiyor.
1770 yılına gelindiğinde ise, Salıpazarı ve Tophane arasında bulunan Çivici Limanı mevkinde çıkan yangın 15 saat devam ederek Fındıklı’ya kadar olan sahili arsa haline getirmiştir. (Cengiz Orhonlu, Fındıklı tarihi, Tarih Dergisi, s.60)
Camii önünde ki Koca Yusuf Paşa Çeşme ve Sebili (1786 -87)
Koca Yusuf Paşa(1730 – 1800), Osmanlı Devletihizmetinde I. Abdülhamidve III. Selimsaltanatları sırasında 25 Ocak 1786 – 28 Mayıs 1789 ve 12 Şubat 1791 – 4 Mayıs 1792 dönemlerinde ikikez sadrazamlıkyapmış Gürcüasıllı bir devlet adamıdır.
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Koca_Yusuf Paşa) Dönemin sadrazamı Koca Yusuf Paşa tarafından 1787 yılında caminin hemen önüne çeşme ve sebil inşa ettirilmiştir. Taksim Maksemi’ nden Fındıklı’ da ki sebil ve çeşme için 3 masura su tahsis edilmiştir.(Cengiz Orhonlu, Fındıklı Tarihi, Tarih Dergisi, s.56)
Evvelce Fındıklı Molla Çelebi Camii önünde iken 1956’da Kabataş’a taşınan Koca Yusuf Paşa sebil ve çeşmeleriyle (1201/1786-87) barok üsluplu çeşmelerin zengin bir örneğidir. (Çeşme, Tdv, s.284) Pembe mermer oymaları ve kurşun kubbeli çatısı ile güzel bir eser olan bu çeşme, klasik caminin alnına, revakların tam önüne kondurulmuştur.( Çelik Gülersoy, “Fındıklı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.3, s.310.)
Halid Eraktan İstanbul Ansiklopedisi’ndeki Fındıklı Cami başlıklı yazısında; 1822 yılında çıkan büyük yangın sonrasında harim bölümünün aslına uygun olarak onarıldığını ancak son cemaat yerinin ahşap direkli bir sundurmaya dönüştürüldüğünü, hünkar mahfilinin genişletildiğini belirtmektedir. Cengiz Orhonlu ise Fındıklı başlıklı yazısında 1822 yılındaki Tophane yangınından sonra tamir edilirken hünkar mahfili ilave edildiğinden bahsetmektedir.
1913-1914 yılına ait Alman Mavileri adlı kitabın haritasında bahsedilen hünkâr mahfili gösterilmiştir. Ayrıca hünkâr mahfili ayaklar üstünde taşınan çıkmasıyla 19. yüzyıl fotoğraflarında görülmektedir. Ancak 1926 yılına ait Jacques Pervititch Sigorta Haritalarında hünkâr mahfili bulunmamaktadır.
Mustafa Cezar, da 1 Mart 1823 günü Cihangir’deki Firuzağa Camisi yakınında bir evden çıkan yangının, bir koldan Fındıklı Hamamı’na kadar uzandığını yazıyor. Hem bu yangında, hem de 1834 yılında çıkan yangında cami ve hamam tahrip oluyor ve yeniden onarıldığını ifade ediyor.
Başbakanlık’a bağlı Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı’ndan edinilen belgelere göre cami 1822, 1862, 1870, 1884, 1894, 1901 yıllarında onarılmıştır.
1913-1914 yılına ait Alman Mavileri ve 1926 yılına ait Jacques Pervititch Sigorta Haritalarında cami avlusunun batısında hazirenin devamında mekânlar sıralanmaktadır. Hazire ile müştemilat olduğu tahmin edilen bu yapı dizisinin arasından bir kapı ile günümüzde parka dahil edilmiş Fındıklı Sokak’tan camii bahçesine bir giriş daha verilmiştir.
Cumhuriyet Dönemi Onarımları
24 Eylül 1956 tarihinde başlayan imar çalışmaları şehrin kimliğinde ve dokusunda büyük ölçüde değişikliğe yol açmıştır. Molla Çelebi Camii’nin hemen önünde yer alan parsel istimlak edilerek yol genişletilmiştir. Yapının Fındıklı Kebir Hamamı olarak anılan vakfiyesi de bu dönemde yıkılarak istimlak edilmiştir.
Fındıklı’daki depo ve dükkânların caddeye uzanan kısımları temizlenerek, Tekel Genel Müdürlüğü’nün alt katı geçit şekline getirilmiş; çay atölyelerinin bahçeleri yola katılmış; böylece Dolmabahçe’ye kadar sahil tarafı açılmıştır. (http://www.mimarlikdergisi.com)
Molla Çelebi Camisi son cemaat mahalinin revaklarının hemen önünde yer alan (1787) Koca Yusuf Paşa, barok tarzı sebil ve çeşmesi. 1957-58 yol genişletilmesinde buradan sökülerek, Kabataş Setüstü’ne taşınmıştır.
Son olarak 1822 yılındaki onarımda yenilenen son cemaat sundurması 1958’deki Vakıflar İdaresi’nin yaptırdığı esaslı onarımda iptal edilmiş, caminin inşa edildiği dönemin klasik üslubuna uygun, kubbeli bir son cemaat yeri revağı yapılmış, aynı şey özgün olmayan süsleme öğeleri ve birtakım ekler içinde gerçekleştirilmiştir.
Caminin önüne 1787’de ünlü Sadrazam Koca Yusuf Paşa, Türk baroğunun en güzel eserlerinden olan bir çeşme yaptırmıştır. Pembe mermer oymaları ve kurşun kubbeli çatısı ile güzel bir eser olan bu çeşme, klasik caminin alnına, revakların tam önüne kondurulmuştur. Bu sebilin aslında Camiin son cemaat yeri bitişiğinde değil daha başka bir yerde iken Sultan Abdülaziz Dönemi’ndeki ana cadde düzenlemesi sırasında buraya taşındığı ileri sürülebilir.
1957-1958 yol genişletilmesinde buradan sökülmüş ve bugünkü yerine, Kabataş set üstüne monte edilmiştir.
1997 yılında caminin son cemaat yerinde çıkan yangında ana giriş kapısı kısmen yanmak, kavrulmak etrafı islenmek ve ıslanmak suretiyle zarar görmüştür. 2001 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından minare külahını taşıyan seren direğinin yola doğru sapmış olduğu tespit edilmiştir. Bunun sonucunda petek taşlarında yarılmalar meydana geldiği, şerefe korkuluğunu oluşturan taşların malzeme karakteristiğini kaybettiği, şerefe döşemesi altında 1.50 m mesafedeki gövde taşlarında yarılma ve çatlamalar olduğu; 1999 Marmara depreminde çatlak ve yarılmaların daha da arttığı belirtilmiştir. Bu nedenle minarenin şerefe döşemesi 1.5 m altına kadar sökülmüş, sökülen kısım mevcut malzeme ve özgün yapım tekniğinde yeniden yapılmıştır. (İstanbul II Numaralı KTVKK Arşivi) 2006 yılında son cemaat yerinde döşeme kaplamalarının yerine granit levha döşenmiştir, girişe mermer eşik konularak yükseltilmiştir.
Yer aldığı Fındıklı semtinin adıyla da anılan söz konusu cami, 16. yüzyıl ulemasından, “Molla Çelebi'” lakaplı İstanbul Kadısı Mehmed Vusulî Efendi tarafından inşa ettirilmiştir. Tasarımı Mimar Sinan’a ait olan caminin inşa tarihi tam olarak bilinmemekte, ancak farklı araştırmacılar tarafından 1561’den 1589’a kadar uzanan zaman diliminde değişik tarihler önerilmektedir. İstanbul’daki hemen her tarihi yapı gibi, zaman içinde çevresindeki yangınlarda ve depremlerde hasar gören cami birçok onarım geçirmiş, bu arada içerdiği kalem işleri de yenilenmiştir. Yapıdaki en son kapsamlı restorasyon 1958-1959 tarihlidir.
Bu onarım sırasında gerçekleştirilen, üst örtü ve taşıyıcı mimari ögelerin yüzeylerinde klasik üsluba öykünen, oldukça yoğun bir kalemişi bezeme mevcut idi. 1958- 1959 tarihleri arasında uygulanan bezeme kompozisyonunu kısaca ifade edecek olursak;
Ana kubbe ve eteklerinde kalem işi bitkisel karakterli motifler tüm kubbe eteğini dolaşmakta, kubbeye doğru yükselmektedir. Ana kubbenin merkezinde ise koyu yeşil zemin üzerine yuvarlak formlu bir çerceve içerisinde zerendud teknik ile sülüs yazı Kur’an-ı Kerim’den ayet yazılan hüsn-ü hat yer alır. Yazıyı çevreleyen ince sarmal ve etrafında ortabağ rumiden çıkan simetrik dallar ve stilize çiçek motifli geçmelerden oluşan bir bordür çevresinde yine rumi dal ve hatai bezemeler yer alır ve ana göbek on altılı simetrik bölmeli kompozisyon şemse, salbek ve tığlarla kubbe eteğine doğru uzanır. Kubbe eteklerinde kanatlı, sarılma, ayrılma ve tepelik rumilerle oluşturulan kompozisyon, hemen altında rumi geçme bordürler, ve stilize çiçek ve dal rumilerden oluşan bordürle çevrelenmiştir. Kubbe kasnaklarında; pencere aralarında şemseler ile duvar yüzeyleri bezenmiştir. Pencere kenarları ve kubbe kasnağını dolaşan yekpare kıvrık hançeri yapraklar, stilize bitki ve tomurcuklarından sarma bir kompozisyondan oluşan bordürle kuşatılmıştır. Yine bu bordürü çevreleyen ve kasnağı sonlandıran iki yaprak ortada stilize lale motifinden oluşan bezeme kuşağı yer alır. Kubbede kullanılan kalemişi kompozisyonlarda kullanılan hakim renkler ; oksit sarı zemin üzerinde gelişen bezemelerde çivit mavi, kırmızı, ve beyaz renklerdir.
Kubbeye geçiş elemanlarında ise pandantiflerde madalyon formlu panolar içerisinde siyah zemin üzerinde altın varaklı ‘’Allah ve Muhammed’’ lafızları, Cihar-ı yar-i güzin’’ adları celi sülüs yazı ile yazılmıştır. Madalyon panoların çevresini mavi ve beyaz rengin ağırlıklı olduğu geçmeli rumi motiflerinden oluşan bir bordür kuşatmaktaydı. Pandandif yüzeyinde merkezden üçgen köşelere açılan ortabağ rumiden çıkan dallar simetrik kullanılmış; ayrılma rumi kullanılıp tepelikli rumi ile kompozisyon sonlandırılmıştır. Yine aslan göğsü yüzey hatlarını çevreleyen geçme bordür ise stilize çiçek ve rumi motiflerle oluşturulmuştur.
Beş yarım kubbeyi destekleyen sivri kemerler yan yana sıralanmış içi rumilerle bezeli iri palmet motiflerinin dış kenar oluşturduğu bir kenar bordürü ile süslenmiştir. Kemer kavsaraları üç rumi şemse ve kemer bitimleri ise yarım şemse motifli kompozisyonla bezenmiştir. Rumi şemse, uzun, ucu sivri ve kıvrık yapraklardan meydana gelmiş biçimdedir. şemse; ortabağ rumilerin ucunda açılan dendanlı rumi ve uçlarda tepelik rumi ile sonlanır. Rumi formu zemin rengi ile motifin içi renklendirilmiştir. Şemselerin arasında kalan eğik yüzeyde nefti zemin üzerinde rumi dalları yer alır.
Yarım kubbelerde bezeme kompozisyonları mihrap kubbesi dışında aynıdır. Mihrap kubbe merkezi motifi; ara bağlar, tepelikli rumi ve sarılma rumiler kıvrılıp dallanıp birbirinin içinden geçerek göbek etrafında dairesel bir kompozisyon oluşturup klasik özelliğini korumuştur. Bu bezemenin etrafını çift zencirek kuşatır. Çift zencireğin etrafında ise klasik hatai motifi ve simetrik bitkisel formlardan oluşan bezeme mevcut olup bu bezemenin etrafını yine çift zencirek kuşatır. Çift zencireğin etrafında tekrarlanan bitkisel bezeme ile dairesel form sonlanıp ortabağ rumiden çıkan simetrik dallar ve bitkisel motiflerle tasarlanan kompozisyon, tepelikli rumi ile sonlandırılıp mavi, kırmızı şerit şeklinde bordür oluşturur.
Yarım kubbenin eteklerinde basık kemerli pencerelerin aralarında rumi ve hatai bezemeli şemseler yer alır. Hemen altında basık kemerli yarım kubbe pencerelerinin etrafını ve kubbe eteğini dolaşan mavi zemin üzerinde beyaz kırmızı renkte bitkisel üsluplu bordür yer alır.
Diğer yarım kubbelerde; kubbe merkezinde; ara bağlar, sarılma rumiler kıvrılıp dallanıp birbirinin içinden geçerek göbek etrafında dairesel bir kompozisyon oluşturmuştur.Bu bezemenin etrafını zencirek kuşatır. Zencireğin etrafını bitkisel formlu bordür, etrafını yine simetrik bitkisel motifli bordür kuşatıp son olarak zencirek bordürün tekrarlanması ile dairesel kompozisyon sonlanır. Dairesel kompozisyonun etrafını yan yana sıralanmış içi rumilerle bezeli iri palmet motiflerinin dış kenar oluşturduğu bir kenar bordürü ile süslenmiştir. Kubbe etekleri yine simetrik dış kenarlı tepelikli rumilerle oluşturulan bezeme ile sonlanır. Basık kemerli kubbe pencerelerinin etrafında mihrap kubbesindekiler gibi pencere etrafını ve kubbe eteğini dolaşan mavi zemin üzerinde beyaz-kırmızı renkte bitkisel üsluplu bordür yer alıp bu bordür tromp kemerlerini de dolaşır. Tromp kemerlerinin birleştiği yerlerdeki üçgenlerde merkezden üçgen köşelerine açılan ortabağ rumiden çıkan dendanlı,kanatlı,sarılma rumi, dallar simetrik kullanılmış, yine ayrılma rumi kullanılıp tepelikli rumi ile de kompozisyon sonlandırılmıştır.
Yapının kuzeyinde yer alan mahfilde ise, kuzey duvarı ve serbest olarak duran iki paye arasında bulunan açıklık iki yanda birer yarım tonoz, ortada ise payeleri birleştiren sivri kemerin diğer kemerlere göre daha geniş alınmasıyla kapatılmıştır. Kemer içini dolduran duvar yüzeyi revzenlidir. Diğer kemerlerden daha geniş alınan kemerin kavsarası kenarları penç, hançer gibi bitkisel motifli bordür ile çevrelenip ortasında yine simetrik çiçek ve dal motifli bordürle bezenmiştir. Bezemelerdeki hakim renkler, mavi, kırmızı, beyaz olup tamamlayıcı renk neftidir.
2013- 2016 Restorasyon kapsamında gerçekleştirilmiş olan raspalarda, camide iki kalemişi tabakası tespit edilmiştir: 1958-1959 restorasyonu öncesinde, horasan sıva üzerine uygulanmış olan ve “1. Dönem” olarak adlandırılan tabaka; 1958- 1959 restorasyonunda çimento sıva üzerine uygulanan ve “2. Dönem” olarak adlandırılan tabaka. Yapının taşıyıcılarında (duvarlarında) ve üstyapıyı oluşturan mimari ögelerde (merkezi/ana kubbe, kemerler, yarım kubbeler, pandantifler ve kasnaklar) yapılan tespitlere dayanarak, kalemişi tezyinatına ilişkin restorasyonu konusunda dikkate alınan kriterleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Molla Çelebi Camii’ nin 1958- 59 onarımında yapılan klasik dönem üslubunu yansıtan kalem işi bezemelerinin nasıl bir düzen ve motif tercihiyle yapıldığı bilinmemektedir. Çalışmalar sırasında alt katmanda ortaya çıkan ve 1. dönem muhtelif kalem işi tezyinatı bu konudaki fikrimizi pekiştirmiştir. Kubbe göbeği çevresi ile kasnak ve diğer bazı noktalarda raspa sonucu açığa çıkan bu bezemeler uygulamanın da seyrinin değişmesine yol açmıştır. Dolayısıyla doğru müdahale kararlarının verilebilmesi için uygulama öncesinde analiz-tespit ve rölöve – restitüsyon çalışmaları yapılmıştır.
Yapıda ki kalem işi restorasyon programı içerisinde ki uygulamaları genel olarak ifade edecek olursak;
Yapının restorasyon öncesi mevcut kalemişi bezemeleri klasik dönem üslubunu yansıtarak, caminin üst kot iç yüzeylerinde boşluk bırakmayacak bir yoğunlukta uygulanmış olup, nasıl bir düzen ve motif tercihiyle yapıldığı bilinmemektedir.Eserin onarımında tezyini imalatlara başlanmadan önce yapının her noktasına kolaylıkla ulaşılabilmesi için metal iskeleler ve çalışma platformları kuruldu. Ana kubbede yapılan ön tespit çalışmalarının sonucunda öncelikli olarak çatlakların ve çevresindeki bezemelerin rölöve çalışmaları yapıldı. Bu alanlarda ikinci dönem mevcut bezemenin altında daha önceki dönemlere ait herhangi bir veri olma olasılığı nedeni ile kalemişi araştırma badana ve sıva raspası yapıldı. Bu çalışmalarda kubbe iç yüzeyinde sıva raspasında lokal olarak iki ayrı sıva (horasan ve yoğunluklu niteliksiz çimento olmak üzere) ile bu sıvalar üzerine yapılmış farklı malzeme ve işçilik gösteren bezemelerin bulunduğu anlaşıldı. Türk üçgenlerinde, yarım kubbelerde, pencere kenarlarında ve kemer yüzeylerinde yapılan raspa çalışmalarında klasik dönem kopyası kalem işlerinin yakın dönemde çimento sıva üzerine yapıldığı tespit edilmiş ve bunlar mevcut yüzeylerden alınarak,yapıdan uzaklaştırılmıştır. Çalışmalar sırasında genel olarak kubbe göbeği çevresi ile kasnak ve diğer bazı noktalarda karşılaştığımız bezemeler uygulama seyrinin de değişmesine yol açmıştır.
Eserde, daha önceki dönemlerde yapılan onarım çalışmalarının oldukça tahripkar olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla çimento sıva üzerine yapılan son dönem kalemişi onarımlardan çıkarılan bulgular değerlendirilerek, uygulama felsefesindeki yanlışlıklar ortaya konulmuştur. Molla Çelebi Camii’nde kubbe iç yüzeyinde yapılan araştırma raspaları sonucunda, dönemine paralel olarak orijinal kalabilmiş kalemişi tezyinin, niteliksiz onarım sonucunda oldukça az yer kapladığı tespit edilmiştir.
Raspa sonrası ana kubbede 16.yy örneklerine benzeyen celi sülüs göbek hat yazısının ve çevresindeki klasik rumi bordür kompozisyonun korunmasına karar verildi. Yine kubbenin kasnak yüzeyinin pencere aralarında yapılan raspa çalışmalarında klasik üslubun son dönemlerini yansıtan şemse motifi tespit edilirken, kubbe eteğinde ise, yine aynı döneme tarihlenen ve kubbe eteğini çevreleyen rumi bordür kuşağı açığa çıkarılmış ve bu bezemelerin motif ve renk uyumu analiz edilip, kompozisyonun konsolidasyonu aslına uygun olarak gerçekleştirildi.
İlk olarak çimento sıvanın alındığı yüzeyler, özgün harç analizine göre terkibi hazırlanan numuneye uygun olarak horasan sıva ve ince sıva ile sıvanmıştır. Daha önce harim bölümünde ifade ettiğimiz üzere özgün sıvalara konsolidasyon, mikroenjeksiyon yöntemi ile yapılmıştır.
Ayrıca Danışma Kurulu ve Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü kontrolleri ile şantiyede yapılan toplantılar sonucunda kalemişi bezeme kompozisyonunun dönem restitüsyonları, renk analizi ve karakterizasyonu, malzeme ve yapım tekniği, konservasyon önerileri, müdahale yöntemleri projelendirilip, ilgili kurula sunularak, onay alınmıştır.
Son cemaat mahalinin nakışsız kubbelerine ise, alınan kararlar doğrultusunda kubbe etekleri ve göbeğine iç mekanın kalemişi üslubunu devam ettiren bezemeler nakş edilmiştir.
2013-2017 restorasyonu kapsamında yapının tüm kalemişi bezemelerinde kullanılan malzeme, teknik, renk ve tonların hakimiyeti raspa sonucu alt katmanda çıkan dönemin özgün desenleri göz önüne alınarak şekillenmiş ve kalemişi bezeme kompozisyonu Mimar Sinan dönemine uygun olarak sade ve yalın bir düzenleme ile tatbik edilmiştir. Bezemelerde genel olarak kullanılan renkler beyaz zemin üzerine lacivert ve aşı kırmızısıdır
Ana Kubbe: Ana kubbenin merkezindeki yuvarlak göbekte yer alan, 2. Döneme ait, koyu yeşil zemin üzerine zerendud tekniğiyle yazılmış sülüs hatlı ayet kompozisyonu, aynen korunmuştur. Ancak yapılan raspa sonucunda ortaya çıkan, I. Döneme ait, kubbenin göbeğini kuşatan rumi dolgulu palmet kuşağı, kubbe eteğinde buna benzer diğer kuşak, bunların arasında da, ışınsal düzende yerleştirilmiş rumi dolgulu şemseler, özgün desen ve renkleri dikkate alınarak restore edilmiştir.
Ana Kubbeyi Taşıyan Kemerler:Ana kubbeyi taşıyan yedi adet büyük kemerde 2. Döneme ait, klasik üsluba öykünen kalem işlerinin altında, özgün kesme taş örgü ortaya çıkarılmış ve restorasyonda bu kesme taş dokunun korunması uygun görülmüştür.
Yarım Kubbeler:Yarım kubbelerde 2. Dönemden geriye giden tabakaya ulaşılamamıştır. Bu yüzeylerde, yarım kubbelerin merkezine, yarım daire biçiminde, palmet dizisiyle kuşatılmış, rumi dolgulu bezeme grupları uygulanmıştır.
Pandantifler:Pandantiflerde 2. Döneme ait çimento sıvanın gerisinde özgün tabakaya ulaşılamamıştır. 2. Dönemde uygulanmış olan ve klasik üsluba uygun, rumilerden oluşan kalem işi tezyinat, ayrıca pandantifleri kuşatan rumi, bordür, bazı ayrıntılar düzeltilmek koşuluyla tekrar edilmiştir.Ayrıca pandantiflerin merkezinde, yuvarlak çerçeveler içinde, siyah zemin üzerine zerendûd tekniğiyle işlenmiş, sülüs hatlı “Allah, Muhammed ve Dört Halife” yazıları da korunmuştur.
Ana Kubbe Kasnağı: Ana kubbenin kasnağında, çimento sıvanın altında, 1. Döneme ait, rumilerden oluşan bir şemse örneği tespit edilmiştir. 2. Dönemde, çimento sıva üzerine bu şemse esas alınarak, boyutlar, oranlar ve ayrıntılar deforme edilerek, benzer şemseler yapılmıştır. Raspa sonucunda bulunan 1. Döneme ait şemse, pencere aralarında yer alacak şekilde uygulanmıştır.
Söz konusu kasnağın alt sınırında bir adet bordür bulunmaktadır. Burada uygulanan raspa sonucunda 1. Döneme ulaşılamamıştır. Bu bordürün iptal edilmesi ve fıletolarla yetinilmesi uygun görülmüştür.
Ana Kubbe ve Yarım Kubbelerdeki Pencerelerin Çevresi: Ana kubbe ve yarım kubbelerdeki pencerelerin çevresindeki kalem işi bordürlerde 2. Döneme ait çimento sıvanın gerisinde özgün tabakaya ulaşılamamıştır. Pencerelerin çevresine iki fileto yapılması kararlaştırılmıştır. Bunlardan dıştaki dikdörtgen, içteki ise pencerenin hattını izlemiştir.
Harim/Beden Duvarları:Harim/beden duvarlarındaki pencerelerin çevresinde 2. Döneme ait kalemişi bordürler bulunmaktadır. Duvarların sıvası raspa edildiğinde, özgün kesme taş örgüye ulaşılmıştır. Klasik döneme ait pek çok başka yapıda olduğu gibi, söz konusu örgünün korunması sağlanmıştır.
Son Cemaat Yeri Revakının Kubbeleri:
1958-1959 restorasyonunda, mimari izlerden hareketle ihya edilmiş olan son cemaat yeri revakının kubbelerinde doğal olarak özgün kalemişi tabakasına (1. Döneme) ulaşmak söz konusu olamamıştır. Bu kubbelerde ve bunlara geçişi sağlayan pandantiflerde, harimin ana kubbesinde uygulanan bezeme programının, sadeleştirilerek ve bezemeyi oluşturan öğeler küçültülerek uygulanmasına karar verilmiştir.
Mihrap:Mihrap nişinde yapılan raspalar sonucunda uygulamalarının yapılması tavsiye edilen çalışmaları sıralarsak: Mihrap nişinin mevcut planı ve sıvalı yüzeyi, mukarnaslı kavsara kısmının korunması sağlanmıştır.Duvardaki sıvalar kaldırıldığında mihrap nişinin üzerinde, duvar dokusu içinde yer alan taş örgülü hafifletme kemerinin ve içindeki dolgunun kısmen mihrabın üzerinden göründüğü fark edilmiştir. Diğer taraftan, Osmanlı dönemine ait bütün mescit ve camilerin mihraplarında yer alan ayet kitabesinin olmaması da dikkati çekmiştir. Bunlardan hareketle mihrabın üzerine, mermerden mamul, sülüs hatlı bir ayet kitabesinin yerleştirilmesinin uygun olacağı;levhada, Osmanlı coğrafyasında en çok kullanılan, Bakara Suresi 149. âyetinin (fe velli vecheke şatral mescidil harâm) yer almasının uygun olacağı düşünülmüştür.
İçlik Pencereler:2. Döneme ait mevcut içlik pencerelerle duvar dokusu arasında, sıva tabakası kaldırıldığı için 4-5 cm eninde bir boşluk ortaya çıkmaktadır. Ayrıca bu elemanlarda yıpranma gözlenmiştir. Elde, 1. Döneme ait veri bulunmadığı için, yeni yapılacak pencerelerde mevcut pencerelerdeki kompozisyonun korunmasının yerinde olacağı kanaatine varılmıştır. Bu arada, mihrabın üzerinde yer alan ve diğerlerinden daha özenli bir işçilik sergileyen üç adet içlik pencerenin korunması ve etraflarına pervaz çekilerek, duvarla aralarındaki boşluğun kapatılması doğru bulunmuştur.
1.1. Bitinya (Bıthynia) Krallığı Dönemi (Kurucu Dönem): M.Ö. 377 – 64
Roma Dönemi : M.Ö. 30 – M.S. 303
2.1.Roma’dan Bizans’a Geçiş Dönemi (M.S. 303 – 5. Yüzyıl) / Geç Roma Dönemi
Doğu Roma İmparatorluğu( Bizans) Dönemi (5.yüzyıl – 1331)
3.1. Erken Dönem Bizans Dönemi (5 – 7. yüzyıl)
3.2. İkonaklazma Dönemi (726 – 842)
3.3. Orta Bizans Dönemi (842 – 1204)
3.3.1 Türk Dönemi / Anadolu Selçuklu Dönemi (1080 – 1097)
3.4 Latin İstilası Dönemi (1204 – 1261)
3.4.1. İznik İmparatorluğu’nu (1204 – 1261)
3.5. Geç Bizans Dönemi / II.Bizans Dönemi (1261 – 1331)
Türk Dönemi (1331 – ∞ )
4.1. Osmanlı Dönemi (1331 – 1922)
4.2. Cumhuriyet Dönemi (1923 – ∞)
İznik ( Nikaea) Şehri Tarihsel Gelişim süreci
Helenistik Dönem: M.Ö. 334 – M.Ö. 30
1.1.Bitinya (Bıthynia) Bölgesi ve Bitinya Krallığı (Kurucu Dönem): M.Ö. 377 – 64
Bitinya Bölgesi; günümüz İzmit Körfezi,İstanbul’un Anadolu yakası, Kocaeli, Adapazarı,Bolu Zonguldak’ın batısı ve Bursa illerinin bulunduğu coğrafi alanın, antik çağ ve sonrasındaki adıdır.
(Bitinya Krallığı veya Bitinya, M.Ö.377 ve M.Ö.64 yılları arasında Nıcaea (İznik) başkentli,İzmit Körfezi,İstanbul,Sakarya ve Bursa arasında kalan bölgede hüküm sürmüş Trak kökenli Bitinler tarafından kurulmuş bir devlettir.)
Bitinya dönemine kısaca değinecek olursak; MÖ 10 ve 8. yüzyıllarda İskit akınlarından kaçan Trakya kökenli Bitinler1, bölgeye yerleşmiş ve bölgeye Bi- on adını vererek Bithyn “Thin yurdu” veya “Thyn ülkesi” anlamına çevirerek ”Bithynia” adını vermişlerdir.2Herodot, Xenophon gibi antik çağ yazarlarına göre Bitinyalılar göçebe bir Trak kavmidir. Herodot Trakların Asya’ya geçtikten sonra Bitinyalılar adını aldığını kendi dediklerine göre eskiden Strymon kıyılarında oturdukları için Strymonoialılar olarak bilindiklerini vatanlarından kovulunca başlarında Artabanos’un oğlu Bassakes önderliğinde Küçük Asya’ya yerleştiklerini anlatmaktadır. Antik Çağ’ın ünlü coğrafyacısı Strabon göre (M.Ö.65-23)Anadolu coğrafyasını anlattığı Geographika adlı eserinde Mithridates Eupator’u yenen Romalı komutan Pompeius’un yıktığıPont KralığınınKaradeniz veKalkedonağzına kadar olan bölümlerini Bitinya krallığının idaresi altına verdiğini,bu bölgedeBitinadlı bir halkın yaşadığını bildirmiştir.
1.GÜÇLÜ,D; ‘Antik Bithynia Bölgesinin Tarihsel İçerikli Yazıtlar Kataloğu ve Tarihçesi’, Akdeniz ÜniversitesiEskiçağ Dilleri ve
Kültürleri Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi,Antalya 2007,s.3.
2.UMAR B., ‘İlkçağda Türkiye Halkı’, İnkılap Kitapevi, İstanbul 1999, s.167
Bursa’nın kuzeydoğusunda İznik gölünün(Askaria Limne) doğusundaki verimli ovada yer alan İznik; M.Ö. IV. yy. da Helikore adı ile ilk kez tarih sahnesinde görülmüştür, kent daha sonra hile ile Mysia’lıların eline geçmiştir.3 Kentte basılan sikkeler Khryseapolis (Altın Şehir) adına basılarak tarihte “Altın Şehir” ünvanı ile de anıldı.
Makedonya Kralı Büyük İskender’in (III. Aleksandros )ölümünün ardından, genarellerinden Antigonius Monophtalmos (Tek Göz) tarafından Antigoneia adı ile M.Ö 316 yılında yeniden kurulmuştur.4
Antigonius M.Ö. 310 yılındaIpsos savaşında yenilmesi üzerine Antigoneia kenti Lysimachos’un egemenliğine geçti. Lysimachos buraya gereken ilgiyi göstererek kenti yeniden imar etmiş ve kentin adını karısının ismi olan Nıcaea ile değiştirmiştir. 7
Nicaea; MÖ.281’de Kurupedion savaşında Lysimachos’un ölmesi ile Bitinya Kralı Zipoites tarafından ele geçirilerek kent bir süre Bitinya Krallığı’na başkentlik yapmıştır. Zipoites Bitinya Krallığının kurucusu ve Basileus ünvanını kullanan bilinen ilk kralıdır. Onun oğlu I. Nikomedes zamanında ise ülke sınırları genişletilmiştir.
3 iznik ve çevresinde belirlenen eski eser tahribatları ve öneri koruma tedbirleri. Dr. A. Bedri Yalman
4 iznik ve çevresinde belirlenen eski eser tahribatları ve öneri koruma tedbirleri. Dr. A. Bedri Yalman
5.David H. French, Prehistoric sites in northwest Anatolia I. The İznik area, “Anatolian Studies”. XVII (1967) p. 50-55.
6 www.nıcaea.com
7. Sencer Şahin, Katalog der Antiken Inschriften des Museums von İznik (Nikaia)- İznik Müzesi antik yazıtlar kataloğu- Bonn 1987 teil (kısım) II, 3 S- 1-5.
Ancak bölgede yapılan arkeolojik kazılarda yerleşimin ilk tunç çağı dönemine(M.Ö. 2500) dek uzandığı sanılmaktadır. İznik’in çevresinde ilk tunç çağına ait kalıntıların tespit edildiği Çakırca, Çiçekli, Üyecik ve Karadin gibi höyükler yer alır.5 Homerosun İlyada’sına göre İznikveya İznik çevresindeki arazi üzerinde Ionian antik kenti vardı. Dolayısla daha sonra Nikaea olarak isimlendirilen Antigoneia kentinin antik Ionian yerleşiminin kalıntıları üzerine kurulmuş olduğu söylenebilir. Bu nedenle bugün İznik antik Ionian tarzı karakteristik özelliklerini yansıtan yerlerden biridir. 6 Şehrin planı bir artı işareti (+) gibi kesişen iki ana yol etrafında oluşturulmuş olup M.Ö 5 y.y. da Hippodamos tarafından geliştirilen ızgara planı biçimindedir.
Roma Dönemi : M.Ö. 30 – M.S. 303
M.Ö. 74 yılında ölen IV. Nikomedes Bitinya Krallığını bir vasiyet ile Roma İmparatorluğunun ( M.Ö 30 – M.S 476) hakimiyeti altına giren Bitinya, M.Ö 64 yılında oluşturulan Roma İmparatorluğu’nun Bitinya – Pontus Eyaleti’ne bağlanmıştır.
MÖ 27 – 30 da Augustus ile Roma’nın İmparatorluk dönemi başladı ve bölünmeye dek devam etti. Bu dönemde Anadolu’da önemli ilerlemeler oldu, şehirler gelişti, nüfus arttı, ticaret gelişti. Nikaea’da Roma İmparatorluğunun şehir eyaletinin başkenti olarak siyasi, dini, kültürel, sosyal, sanat ve mimari olarak zenginleşti.
Roma İmparatoru Traianus’un M.S. 111 yılında Bitinya’ya vali atadığı ve aynı zamanda yargıç olan Genç Plinius’un, imparatora yazdığı mektuplardan, yaptığı imar faaliyetleri hakkında bazı bilgiler ediniyoruz. Bu mektuplarda daha çok Bitinya’nın Nikomedia/Kocaeli ve Nikaea/İznik şehirlerindeki bayındırlık hizmetleri anlatılmaktaydı.8
Nikaea hem hıristiyanlık öncesinde paganlar (putperestlik) çağında hem de tektanrıcılık (Hıristiyanlık) döneminde Roma İmparatorluğu’nun pagan inancının son direniş kalesiydi.
Üçüncü Yüzyıl Krizi (235-284) olarak bilinen döneme imparator Diokletianus son vererek Roma imparatorluğu 286 yılında, İmparator Diokletianus tarafından idari olarak ikiye ayrılmıştır. Devletin hem Doğudakinin hem de Batıdakinin yöneticisine Augustus ünvanı verildi. M.S. 305 yılında kendi isteği ile görevinden ayrılan ilk imparator olan Diokletianus böylece 395 yılındaki resmi bölünmeye örnek oluşturmuştu.
2.1 Roma’dan Bizans’a Geçiş Dönemi (M.S. 303 – 5. Yüzyıl) / Geç Roma Dönemi
Diocletianus M.S. 303’de Hıristiyanlara karşı sert yaptırımlar içeren ilk fermanı yayınladı. Bu zulüm dalgası özellikle doğu eyaletlerinde uygulanıyordu ve 313 yılına kadar sürdü.9 Bu tarihte Konstantin ve Licinius tarafından Milano emirnamesi yayımlandı. Emirname’de hiç kimsenin tapınma hakkından mahrum edilemeyeceği yasal bir nitelik kazandı.
Batının Augustus’u Konstantin, Doğu’daki Augustus Licinius’u yenip 324’te imparatorluğun tek hükümdarı oldu.10 324 Emirnamesi ile de I.Konstantin, Hıristiyanlara karşı olan bütün uygulama ve yasaklara son verdi.11 Hıristiyanlığın resmileşmesini sağladı,merkezi otoriteyi güçlendirerek başkenti 324 yılında Byzantium’a taşıdı. Yeni Roma fikri ile şehir yeniden inşa edildi. M.S. 325 yılı yaz başında Hıristiyanlık için çok önemli olan Birinci Konsil Nikaea’da toplandı. İmparator Konstantin’in de katıldığı toplantıda Hıristiyanlıkla ilgili yortu günleri ve Nikaea Kanunları adı ile bilinen 20 maddelik metin bu konsilden sonra kabul edildi.
Roma İmparatorluğu, 375 yılında Kavimler göçü nedeniyle 395 tarihinde Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldı. Batı Roma İmparatorluğu 476 yılında yıkılmış olup Doğu Roma İmparatorluğu varlığını 1453’e kadar sürdürmüştür. Bu olay İlk Çağın bitişi Ortaçağın başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
Doğu Roma İmparatorluğu / Bizans Dönemi : (5.yüzyıl – 1331)
Doğu Roma veya Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu’nun yani Imperıum Romanum’un devamı olup Roma tarihinin yeni bir dönemini teşkil eder. Sonraki dönemlerde
araştırmacılar tarafından bu devleti ifade etmek için kullanılan “Bizans” tabiri ne imparatorluk tarafından ne de dönemindeki diğer devletlerce hiçbir zaman kullanılmamış,
imparatorluk son gününe kadar kendisini Roma İmparatorluğu’nun devamı olarak görmüş ve
bu sebeple Imperium Romanum adını kullanmıştır.
3.1. Erken Bizans Dönemi (5. yüzyıl – 7 yüzyıl ) Bizans İmparatorluğu tarih sahnesine büyük bir imparatorluğun mirasçısı olarak çıkmıştır. Doğu – Batı arasında yer alan Bizans, batı ve doğu kültürünü harmanlamış sonrasında doğu uygarlığı olarak gelişmiştir. Bizans İmparatorluğu’nun en önemli imparatoru I. Justiniaous ( M.S. 527 – 565) olup hem doğuda hem de batıda en geniş sınırlara ulaşılmıştır.
Doğu Roma, ilk olarak I. Justinianos döneminde Bizanslaşmaya başlasa da gerçekte VII. yüzyıla kadar Roma İmparatorluğunun geleneklerini sürdürmek durumunda kalmıştır.12
I.Justiniaonus’da Konstantinius gibi bayındırlık işlerine büyük önem vermiş, 532 isyanında kısmen yıkılan İstanbul’u devasa bir ihtişamla yeniden kurdurmuştu.İznik’te ise su kemerleri, obsikion vb. imar faliyetlerinde bulunmuştur.
3.2. İkonaklazma Dönemi: (Dini Tasvir Karşıtlığı 726 – 842 ) İkonalara tapınma nedeni ile çıkan iç savaşta ikona kırıcılığın / Put kırıcılık başlaması ve olayların-Tasvir yasağının kilise lehine sonuçlanmasından sonra 842/43’e kadar süren ara dönemdir.Sanat ve özellikle tasvir bakımından bir kesinti dönemidir.
787’de (Nikaea) İznik’te toplanan konsilde, İmparatoriçe İrene’nin isteğiyle ikonkırıcılık kaldırılmıştır.13 Fakat V. Leon, kendisinden önceki 25 yıl içerisinde yaşanılan askeri başarısızlıkları ikonkırıcılığın terk edilmesine bağlayarak; 815’te Ayasofya’da toplanan konsille ikonkırıcılığı geri getirmiştir.14 Daha sonra Theophilos’un karısı Theodora, imparatorun ölümünden sonra, Theophilos’un ölüm döşeğinde ikonkırıcılığın kaldırılmasını vasiyet ettiğini beyan ederek; 843’teki resmi bir toplantıda, (787 yılı İznik Konsili kararlarının aynen kabulü ile), ikonkırıcılığı kaldırmıştır.15 Bu dönemde bölgeye Arap akınları (717 – 741/82) devam etmiştir. 782’de son kez Arap komutan Harun Reşit tarafından Konstantinopolis kuşatıldı.
3.3. Orta Bizans Dönemi (842 – 1204) Orta Bizans dönemi ikonoklazma döneminin 842/843 deki bitişini takiben başlayarak, 1204’deki Latin İstilası’na kadar devam eden Bizans Sanatı’nın gerçek kimliğini ve sanatsal karakteristiğini ortaya koyduğu dönemdir.
İkona kırıcılıktan sonra bu dönem Bizans’ın kültürel, sosyal, ekonomik hayatında köklü değişikliklere sahne olmuştur. Kentsel – mimari yenilikler ve değişimler yaşanmıştır.
Bu dönemde 1096 Haçlı Seferleri başlamış, 1071’de de Malazgirt Savaşı ile Türkler Anadolu’ya girmiş ve Selçuklu Devleti’ni kurmuştu. 1080 yılında Nikaea’nın adı İznik olarak değiştirilmiştir.
Judith Herrin, Bizans, s.23 .
Leslie Brubaker ve John Haldon, Byzantium in the Iconoclast Era 2001, s.30
Timothy E.Gregory Bizans Tarihi,2005,s.205
Karlin-Hayter Patricia, 2002,The Oxford History of Byzantium:Iconoclasm., s.153
3.3.1 Türk Dönemi / Anadolu Selçuklu Dönemi (1075 – 1097)
Müslümanlar ilk kez, Arap akınları ile beraber Abbasiler (Harun Reşid) döneminde Bursa ve çevresine kadar gelmişlerdi. 955 yılında ise Halep’teki Hamedanlılar, Bursa’yı ele geçirip 23 yıl boyunca Bursa bölgesine egemen olmuşlardır.
Anadolu Selçuklu Devleti Türklerin İslamiyet döneminde kurdukları devletlerden biridir. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın Anadolu’da Bizans sınırlarında çalışmalarda bulunan Türkmen beylerinden Artuk Bey’i geri çağırması üzerine Selçuklu ailesinden Kutalmış oğlu Süleyman Şah, Urfa ve Birecik yöresinden hareket ederek Konya’ya kadar ilerledi ve Anadolu’da ki Türkmen kitlelerini de çevresinde toplayarak Bizans yönetimindeki birtakım kale ve kentleri ele geçirdi.
Türklerin bu bölgeye ilk gelişleri ise; Kutalmışoğlu Süleyman Şah Dönemindedir. Süleyman Şah Anadolu’da ilerleyerek Bizans’ın başkenti Konstantinopolis‘in hemen yakınlarındaki Nicaea şehrini fethetmiş ve Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurmuştur. (1075) Kentin adını da Nicaea’nın izi anlamında “İznik” olarak değiştirmiştir. 1080 – 1097 yıllarında da Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yapan İznik, Anadolu’nun ilk Türk başkenti olmuştur.
Süleyman Şah Halep’e egemen olma sorunu yüzünden Büyük Selçuklu Devleti ile çatışmaya girdi ve Suriye Selçuklu Meliki Tutuş ile yaptığı savaşta yaşamını yitirdi (1086). Süleyman Şah’ın ölümü Anadolu Selçuklu Devleti’ni büyük bir bunalıma sürükledi. Süleyman Şah’ın oğullarını da savaş sırasında tutsak edilerek Sultan Melikşah’ın yanına İsfahan’a gönderilmeleri üzerine İznik’teki Selçuklu tahtı 6 yıl boş kaldı. Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra Büyük Selçuklu Devleti’nin başına geçen Berkyaruk, Süleyman Şah’ın oğlu Kılıç Arslan’ı Anadolu’ya gönderdi. I. Kılıç Arslan İznik’e gelerek devletin başına geçti (1092-1093).
I.Kılıçarslan döneminde 1097 (Birinci Haçlı Seferi 1096-1099) yılında Haçlılarla girdiği mücadelede kentin Bizanslıların eline geçmesine engel olamadı. Ayrıca İznik’in Bizans ve Haçlılar tarafından zaptedilmesiyle beraber Kılıç Arslan’ın zevcesi, Çaka Bey’in kızı da Bizanslılar’ın eline esir düşmüştür. Böylece 325 yılında toplanan konsil ile meşhur olan bu şehir tekrar Bizanslılar’ın eline geçmiş ve Orhan Gazi’nin 1331 yılındaki fethine kadar onların elinde kalmıştır.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin ilk başkenti İznik olmasına rağmen I.Haçlı Seferleri dolayısıyla İznik’te mimari eser bırakamayacak kadar az bir süre kalmıştır.
3.4 Latin İstilası Dönemi (1204 – 1261 ) 1204 yılında latin haçlılar ( Haçlı Seferleri /1081 – 1204 ) tarafından Konstantinopolis’in işgal edilmesi ile Bizans Latin Haçlılar tarafından bölüşülüp 57 yıl süren bir devlet kurmuşlardı. 1261 yılında İznik İmparatoru VIII. Mikhail Palaiologos tarafından Konstantinopolis Haçlılardan geri alınarak ortadan kaldırılmıştır. Bu dönemde haçlılar tarafından kent yağmalanmış; yağmaladıkları sanat eserleri ve rölik vb. dini eşyaların büyük bir kısmını da Venedik’e götürmüşlerdir. Bu dönem sonrasında Bizans zenginliğinin büyük bir kısmını kaybetmiş ve küçülmüş bir durumda idi.
İznik, 57 yıl boyunca başkenti Latin işgali altında olan Bizans İmparatorluğu’nun yönetim merkezi oldu.
3.4.1. İznik İmparatorluğu (1204 – 1261)
Latin egemenliğini kabul etmeyen Bizans halkı daha sonra isyan etmiş Haçlıların el koymadığı Bizans topraklarında bağımsız küçük bizans devletleri kurdular. Bir kısım Bizans ordusu ve halkı Dukas Hanedanı’ndan Bizanslı aristokrat Theodoros Dukas Laskaris’in çevresinde toplanıp İznik’e kaçarlar. I.Teodoros Laskaris İznik’te yeni devleti oluşturmaya başlar. İlk zamanlar devlet imparatorluktan ziyade bir prenslik veya despotluktur. Bizans’ın yeniden doğuşunu; İznik İmparatorluğu’nu (1204 – 1261) kurarak sağlamışlardır.
Bir kısmı da Karadeniz kıyılarına kaçarak Komnenos Hanedanı’ndan Aleksios ve David liderliğinde Gürcistan kraliçesi Tamara’nın da desteği ile 1204’te Trabzon Rum Devleti’ni (pontus devleti) kurmuş, 1461’de Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılıncaya değin varlığını sürdürmüştür. Angelos soyundan olanlar ise Epir’de Bizans imparatorları II.İsakios Angelos ile III.Aleksios Angelos’un yeğenleri olan I.Mikael Dukas Angelos’un başında olduğu Epeiros Despotluğu‘nu (1205) kurmuşlardır.
İznik İmparatorluğu Vatatzes döneminde batıdaki Epeiros despotluğunu ele geçirerek sınırlarını genişletmiştir. 1261 yılında ise İznik İmparatorluğu ordusu Konstantinopolis’e girip Latin İmparatorluğu’na son vermiştir. VIII. Mikhael Palaiologos Ayasofya’da törenle taç giyerek Bizans’ta Palaiologoslar dönemi böylece başlamıştır. İstanbul, Cenova şehir devleti donanmasının yardımı ile yeniden ele geçirildi.
3.5.Geç Bizans Dönemi / II.Bizans Dönemi (1261 – 1331) Bu dönemde Vatatzes’in oğlunu tahttan indirerek başa geçenMikhail Palailogosve ardılları Palailogoslar ise halkta aynı birleştirici etkiyi yaratamadılar. İstanbul’un yeniden restorasyonu için ihtiyaç duyulan para vergilerle halkın sırtına yüklendi ve Mikhail hükümdarlığı kaptırmamak için kendi kişisel güvenliğine ve keşişlerle, kiliseye çok para harcadı. Daha sonra tahta kavgaları başladı. Ve 1299’daOsmanlı Beyliğinin kurulmasıve Bizanslılarla savaşı bu dönemi sonun başlangıcı yapmıştır.Bizans İmparatorluğu, Anadolu’da Çanakkale Boğazındaki kıyı toprakları hariç bütün topraklarını Türklere kaptırdı. Aynı yıllarda başkentte başlayan taht mücadelesi ile Bursa ve İzmit de elden çıktı. 1331 yılına gelindiğinde İznik Osmanlı devletinin beyi Orhan gazi tarafından feth edilerek türk yurdu olmuştur.
Türk Dönemi: (1331 – ∞ )
4.1. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi (1299- 1922) Beylikten İmparatorluğa
Osmanlı İmparatorluğu’nu Oğuzlar’ın Kayı boyuna mensup Osman Gazi; Söğüt ve Domaniç civarında,Anadolu Selçuklu Devleti’nin obası ve kendisine uçbeyliği olarak tahsis ettiği bölgede, Selçuklu Sultanı III. Alaeddin Keykubad’ın İlhanlılar tarafından İran’a götürülmesi sonucu oluşan otorite boşluğundan dolayı bağımsızlık ilan ederek 1299 yılında kurmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinden itibaren İznik, ilgi çekici bir merkez olarak hep fethedilmek İstendi. Osman Bey zamanında bu önemli kenti ele geçirmek amacıyla seferler düzenlenmiş ve kuşatılmış ancak ancak kaim surları aşılmaz olan bu kadim Bizans şehri fethedilememişti. Fetih için evvela Bizans ile bağlantısının kopartılması ve İznik’e destek göndermesi muhtemel tekfurlukların bertaraf edilmesi gerekiyordu
Osman Gazinin ölümünde sonra yerine geçen oğlu Orhan Gazi (1326-1362) ise fetihleri aralıksız sürdürüyordu; bir yandan Kocaeli Yarımadası’ndaki kaleleri alarak boğaza inmişler öte yandan da İznik’i kuşatmışlardı.İznik’in kuşatılması aslında Karatigin kalesinin fethedilmesi ile başlamıştır. Bu kalenin fethi ile çevre köylere yerleştirilen Türk göçerleri İznik tekfurunun ve tabii köylülerinin hisardan dışarı başlarını çıkartamaması anlamına geliyordu. Bu yüzden III.Andronikos’un başında bulunduğu Bizanslılar, Osmanlıları hem Kocaeli Yarımadası’ndan çıkarmak hem de kuşatma altındaki İznik’i kurtarmak için harekete geçtiler. İki ordu Eskihisar’da karşılaştı ve Orhan Gazi, büyük bir zafer kazanarak 1331’de İznik’i feth etmiştir. Böylece 234 yıllık bir aradan sonra kent yeniden Türk idaresine girmiş oluyordu. Bu dönemde İznik beyliğin geçici olarak merkezi haline gelmiştir.
Orhan Gazi 1337’de de İzmit’i feth ederek Bizans’ın Anadolu’daki varlığına son vermiştir.
Orhan Gazi, İznik’i feth ettikten sonra orada pek çok eser meydana getirdi. Osmanlı devleti devrinde ilk medrese; Orhan Bey zamanında 1331 yılında İznik Medresesi, ya da İznik Orhaniyesi olarak İznik’te kurulmuştur. Bu medresede, zamanının tanınmış müderrislerinden Davud el Kayser’i, Taceddin-i Kürdi, Alaeddin Ali Esved eğitim vermiştir. Müderrisler Selçuklu medreselerinin bulunduğu Konya, Kayseri ve Aksaray’dan İznik’e gelerek dersler vermiştir. Mısır, Suriye, İran ve Türkistan gibi ülkelerden ünlü hocalar da getirtilmiştir.
1331 yılından sonra Ayasofya Kilisesi’ni cuma mescidi haline getirdi.Yine İznik’in Yenişehir
Kapısına ilk imaretini yaptıran Orhan Gazi, umuma ait binalari kitâbe ve güzel sözlerle bezeyip süsleyen, böylece Doğu’nun eski bir geleneğine uyan ilk Osmanlı padişahıdır. Onun, sultanlık günlerinden başlayarak bütün camiler, medreseler, hastahaneler, çesmeler, mezarlar ve köprüler Osmanlı ülkesinin hemen her tarafında yaptıranların (bânilerinin) adlarını ve yapılış tarihlerini seyyahlara göstermektedirler. Bu âbideler üzerinde çoğu zaman Kur’an’dan alınmış tasvir, tesbih ve benzetme bulunan âyetler okunur.
Ayrıca Orhan Gazi’nin eşi Nilüfer Hatun tarafından bir imâret, oğlu Süleyman Paşa tarafından da bir medrese inşa edildi. Bundan başka diğer hayır sahiplerinin yaptırdıkları tesislerle kısa bir müddet sonra İznik, istenilen Müslüman-Türk şehri hüviyetini kazandı.
İznik’in fethinden sonra Osmanlı Devletinin uç beylikleri ve demografik haritasında değişiklikler meydana geldi. Bu sebeple büyük oğlu Süleyman Paşa’yı İznik’e çağırdı ve kendisine bu bölgeyi teslim ederek güvence altına aldı. Murat Han Gazi’ye ise diğer bir önemli kent olan Bursa’yı emanet etti. Amcasının oğlu Gündüz Bey’i ise Karacahisar’a tayin ederek sancakların görev taksimini tamamladı.
Özellikle II. Murat ve Çandarlılar döneminde şehir tepeden tırnağa imar edildi ve birçok cami, medrese, han, hamam vs. bu dönemde yapıldı. İznik, İstanbul’dan Anadolu’ya uzanan sefer ve kervan yolunun üzerinde önemli bir durak ve konaklama merkezi oldu. Keza XIV-XVl. yüzyıllarda İznik, Türk kültür hayatında önemli bir yere sahipti. Birçok ulema ve şairin yetiştiği bir kültür merkezine dönüşmüştü. Çağın en ünlü alimleri İznik’teki medreselerde ders vermeye başlamışlardı. Bu yüzden de İznik’e “Ulema Yuvası” yada “Alimler Diyarı” da denmiştir.
İstanbul’un fethi ve Anadolu’daki Osmanlı egemenliğinin pekişmesinden sonra, İznik’in önemi azaldı. Diğer taraftan Kara Halil Paşa’nın idamı, Çandarlı ailesinin nüfuzunun sarsılmasına sebep oldu. Şehrin köklü ve zengin aileleri de İstanbul’a göç etmeye başlayınca İznik gerileme sürecine girerek XVI. yüzyıl sonlarından itibaren boşalmaya ve eski zenginliğini kaybetmeye başladı. Sonuç olarak çeşitli dönemlerin askeri, siyasi, dini, sosyal ve kültürel yaşam biçimlerini bize yansıtan birçok uygarlığın kalıntılarını günümüze taşıyan ve buram buram tarih kokan İznik, yoğun imar faaliyetlerine sahne oldu ve kentte çok sayıda abidevi yapılar inşa edildi. İznik her dönemden devraldığı mimari mirası ile bir açık hava müzesi niteliğini hala korumaktadır. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarının arkeolojik ve etnografik kalıntılarıyla bütünleşmiş durumdadır.
İznik Çiniçiliği
İznik çinisi ilk olarak 15.yüzyılda ortaya çıkmıştır. O dönemde yapılan Bursa Yeşil Camii ve Türbesinde (1421), Bursa Muradiye Camii’nde (1426) ilk örneklerine rastlanır.
İznik, OsmanlıDevleti’nin Mimari eserleri ile dünyaya nam saldığı ve güçlendiği 16. yüzyılda çiniciliği ile ayrı bir yer edinmiş olup, bu gün bile hala sırı çözülemeyen İznik çinilerindeki mercan veya domates kırmızısı rengin sırrını tam anlamı ile anlaşılamamıştır. 16.yüzyıl İznikÇinileri,renk,kompozisyon,motif,teknik ve kalite yönünden tüm dünyanın beğenisini kazanmıştır. İznik çinileri, müthiş bir ritme ve çeşitliliğe sahiptir. İnanılmaz derecede bol çeşit ve kompozisyonların uygulandığı İznik çinilerinin tam bir desen repertuarının çıkarılması imkansızdır.17.yüzyılda ise İznik Çinisi kaybolmaya başlamış ve 18.yüzyıl başlarında tamamen yok olmuştur.
Osmanlı Devleti yaptığı fetihler ile doğal sınırlarını genişletrek bir imparatorluk haline gelmişti. 1391 Konstantinopolis’i Yıldırım Bayezid 7 ay süreyle kuşatmış,1397’de Anadolu Hisarı’nı yaptırıp, Bizans’ı vergiye bağlamıştır. İki kez daha kuşattığı şehrin kuşatmasını Haçlı ve Timur ordularının tehlikesi yüzünden kaldırmıştır.
Yine 1422’de Konstantinopolis Sultan II. Murat tarafından kuşatılmış, Şehzade Mehmet İsyanının başlaması sebebi kuşatmayı kaldırmak sorunda kalmıştır.
1448’de Bizans tahtına XI. Konstantin Palailogos çıktı. Osmanlı tahtına ise 1451’de II.Mehmet çıktı. İlk iş Rumeli Hisarı’nı yaptırdı.1453’te Konstantinopolis’i kuşattı.yaklaşık iki ay direnen kent 29 mayıs 1453’te Osmanlılar tarafından feth edilerek Bizans İmpratorluğu tarihe karıştı.Bizans’tan geriye kalan Epeiros despotluğu ve Trabzon Rum İmparatorluğu 1461’de Fatih Sultan Mehmet Han tarafından feth edilerek Osmanlıların eline geçti. Böylece Ortaçağ Dönemi kapandı,Yeni Çağ Dönemi başladı.
4.2. Cumhuriyet Dönemi (1923 – ∞) Cumhuriyet Döneminde İznik 1930 yılında ilçe yapıldı ve Bursa’ya bağlandı.Günümüzde kent açık hava müzesi konumundadır.İnanç turizmi açısından dikkat çeken bir kent olma özelliği taşır.Yeterli yatırım ve iyi bir planlama ile kültür ve turizm alanında gelişmesi hızlanan bir potansiyele sahiptir.Tarım alanında çeşitlilik şehrin ekonomisine oldukça katkı sağlamaktadır.
İznik Çiniciliği Osmanlı seramik sanatının doruk noktası idi. Bu üretim merkezleri zaman içinde gerilemiş ve ışıltısını kaybetmiştir. Ancak Cumhuriyet ile Türk Seramik Sanatı yepyeni bir döneme girmiş ve gerek eski Anadolu Medeniyetleri, gerek ise Türk-İslam geleneğinden gelen birikimi harmanlayarak gelişimini sürdürmüştür.
Bu dönemde XV. ve XVI. yüzyıllarda Osmanlı Türk Medeniyet Sanatı’nın zirvelerinden biri olan İznik çinisinin camilerde, saraylarda, Türk ve dünya müzelerinde mevcut örnekleri hala hayranlıkla izlenen çinicilik sanatının yeniden yaşatmak için çeşitli çalışmalar başlamış olup 1963-64 yıllarında İznik’te Oktay Aslanapa başkanlığında yapılan kazılardan çıkarılan buluntular İznik Çinileri konusunda pek çok noktaya ışık tutmuştur. 1981 yılında bu kez Prof. Dr. Ara Altun başkanlığında II. dönem kazıları başlamış olup halen sürmektedir.
Özellikle son dönemde kültürel farkındalığın artması ile beraber çiniçilik sanatına önem verilmiştir.yaklaşık 300 yıl aradan sonra 1985′de Faik Kırımlı usta, İstanbul’dan İznik’e gelerek Eşref Eroğlu ve eşi Seyhan Eroğlu ile birlikte bir atölye kurmuştur. İznik çinileri tekrar üretilmeye başlanmıştır.
İznik Vakfı bilim vakıflarını ve Türkiye’deki TÜBİTAK (Marmara Araştırma Merkezi) gibi sivil örgütlerini, İ.T.Ü (İstanbul Teknik Üniversitesi) ve İ.Ü(İstanbul Üniversitesi) konuya ilişkin araştırma yapmak üzere desteklemektedir. Ayrıca Amerika’da Massachusetts Araştırma Enstitüsünüve Princeton’da yer alan araştırma enstitüleri de desteklemektedir.
Konuyla ilgili kazılar ve sergiler ve çalışmalar günümüzde halen devam etmektedir. Bu zamana kadar İznik Çinileri üzerine yapılan kurslardan birçok genç yetiştirilmiştir. Söz konusu bu kurslar ücretsiz olarak gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Türkiye ve yurtdışında yaz okulları da açılmıştır. İznik Vakıf’ı İznik’te arkeoloji, sanat tarihi ve seramik üzerine bir üniversite açmayı da planlamaktadır. İznik Vakfının üniversiteyi kurmak istemesindeki en önemli sebeplerinden biri bu tarihi mekanları korumaktır.
Osmanlı devletinin ilk kültürel kurumları İznik ve Bursa’da temellenip, buna bağlı olarak da ilk ürünlerini bu şehirlerde vermiştir. Cumhuriyet Döneminde bölgenin gerek tarihi dokusu, gerekse, ticaret ve sanayi merkezi oluşu nedeni ile hem ülke içinden başka illerden, hem de kırsal yöreden gelen nüfusla birlikte hızlı bir şehirleşme sürecine girmiş, yurtdışından Türkiye’ye göç eden nüfusun da yerleşmesi beraberinde Bölgenin nüfusu hızla artmıştır. Hızlı nüfus artışı ekonomik, sosyal ve kültürel problemlerin oluşmasına da yol açmış olsa da bölge günümüzde toplumsal,kültürel ve ekonomik olarak ülkenin en gelişmiş bölgelerinden biri konumuna yükselmiştir.
Tarihi ve kültürel dokusunu korumaya çalışan İznik’te Nilüfer Hatun İmareti Cumhuriyet döneminde 1960’lı yıllara kadar depo olarak kullanılmış olup 1960 yılında restore edilerek aynı yıl müze olarak hizmete açılmıştır.
Yine İznik’te 16. yüzyılda inşa edilen Eşrefi Rumi (Eşrefzade) Cami ve Türbesi Kurtuluş Savaşı sırasında yunanlılar tarafından yıkılmış olup 1950 yılında aslına uygun olarak restore edilmiştir.
İznik’te inşa edilen ilk Osmanlı camisi olan Hacı Özbek Camii Cumhuriyet döneminde 1959 yılında restore edilmiştir. Camii ibadete açıktır.
14.yüzyılda inşa edilen Yakup Çelebi Camii 1919 yılına kadar imaret olarak kullanılmış Cumhuriyet döneminde 1934’ten sonra müze deposu olarak kullanılmış ve 1963 yılında restore edilerek özgün kullanımına uygun camii olarak ibadete açılmıştır.
14.yüzyıl beylikler döneminden kalan İsmail Bey Hamamı 1989-1990 yılları arasında çelik konstrüksiyon bir çatı altında korumaya alınmıştır. Anıt eser günümüzde açık hava müzesi niteliğinde sergilenmektedir.
Ayasofya camii 2007 yılında restore edilerek günümüzde hem müze hem de camii olarak kullanılmaktadır.
İznik (Nikaea) Surları mimari gelişim süreci
Antik şehir İznik, günümüzde Bursa sınırları içinde olup Bizans, Helenistik, Roma ve Osmanlı dönemlerinde çağının siyasi,coğrafi ,jeopolitik,ticari,sosyal,kültürel ve dinsel özelliklerini yansıtarak tarihsel süreçte önemli roller oynamıştır. Bu kenti savunmak ve korumak için etrafını dönemin savaş ve savunma stratejilerinin inceliklerini yansıtan kuleli sur duvarları ile çevirmişlerdir.
İznik surları şehrin genetik yapı kodunu taşıyan ana arterdir. Merkezde kesişen kuzey- güney ve doğu- batı doğrultulu iki ana yolu, bu yollarla bağlantılı dört ana kapısı ve on iki tali geçitleri,yüz ondört kulesi bulunan sur duvarları günümüzde çeşitli katmanların adeta iç içe geçtiği tarihsel bir dokuya sahiptir. Kentin çevresini beş kenarlı çokgen şeklinde kuşatan 4970 m. uzunluğundaki surlar, Roma, Bizans ve kısmen Türk dönemindeki ilavelerle güçlendirilerek savunma görevini üstlendi.
Helenistik Dönem: M.Ö. 334 – M.S. 30
İznik’te iskan ve yerleşimin izleri son dönem de yapılan kazılarla ve ilk çağın Prehistorik dönemini işaret eden buluntularla ortaya çıkmıştır.Çevresinde erken tunç çağına (M.Ö 2500) ait kalıntıların tespit edildiği Çakırca, Çiçekli, Üyecik ve Karadin gibi höyükler yer alır.
Homeros’un İlyada’sına göre İznik ve çevresindeki arazi üzerinde Ionian antik kenti vardı. Dolayısıyla İznik’in antik Ionian yerleşiminin kalıntıları üzerine kurulmuş olduğu söylenebilir. Şehir ızgara planlı biçimi ile Antik Ionian’ın özelliklerini yansıtan yerlerden biridir. Makedonya Kralı Büyük İskender’in genarallerinden Antigonius Monophtalmos tarafından Antigoneia adı ile M.Ö 316 yılında, antik Ionian yerleşiminin kalıntıları üzerine yeniden kurulmuştur. Coğrafyacı Strabon kenti Antigonius döneminde betimlerken 16 stadia (2.893 m) uzunluğunda çokgen planlı surlarla çevrelenmiş olduğuna değinmiş ve bunların tasarımının son derece düzgün olduğunu, kentin surlara açılmış dört kapıdan başlayan iki ana caddenin dik açıyla kesişen orta noktası, gymnasium’dan surların dört kapısının göründüğünü belirtmiştir.16 (Clive Foss,İznik’in Bizans Surları)
Şehri düzenleyen dik açılardan bahsedilmesi helenistik dönemin yaygın plan tipi ızgara planına işaret eder.) Ancak günümüze, kent planının Hellenistik özellikler taşımasının ötesinde pek fazla iz kalmamış olup, Hellenistik kenti çevrelemekte olan surlardan da günümüze eser kalmamıştır. Yörede yapılan kazılarda da eski surlarla ilgili herhangi bir kalıntıya rastlanamamıştır.
Büyük İskender’in mirasçıları general Lysimakhos, kenti egemenliği altına almak için Antigonius ile savaşarak MÖ 301’de mağlup edip şehri yönetimi altına almış ve şehire karısının adı olan Nikaea adını vermiştir. Bu dönemde şehir imar faliyetleri ile beraber yenilenmiş ve gelişmiştir.
1.1.Bitinya (Bıthynia) Krallığı Dönemi : M.Ö. 377 – 64
Bölgede egemen olan Bitinya Kralı Zipoites M.Ö 279’da Nikaea’yı ele geçirdi. Bitinya krallığına bağlanan kent, önemli mimari yapılarla süslenmiştir. Adına altın sikkelerin basıldığı kent en güzel günlerine bu dönemde ulaşıyor. Altınlarla zenginleşmiş kentin surlarına ait ilk yapılanmaların bugünlerde başladığı tahmin ediliyor. İznik bu altın dönemlerinde Bitinya krallığına başkentlikte yapmaktaydı.
Bitinya Krallığı ve Roma İmparatorluğu arasında uzun yıllar süren savaş ve deprem mevcut surlara büyük ölçüde zarar vermiştir. M.S 64 yılında Bitinya Roma imparatorluğuna bağlandıktan sonra surları daha güçlü olarak yeniden inşa ettiler.
2.Roma Dönemi: M.Ö. 30 – M.S. 476 (5.yy)
Bitinya Roma İmparatorluğunun Pontus Eyaletine bağlandıktan sonra bayındırlık faaliyetlerine başlanmış, bu dönemde genel olarak şehri çevreleyen surların tarihsel süreci şu şekilde gelişmiştir.
Flavius Hanedanlığı (69 / 96 )
1-Vespasianus (69-79) , 2- Titus (79 -81), 3- Domitianus (81 -96) üç imparatorlu bir dönemdir. Kısa süreli bir hanedan olmakla birlikte merkezi yönetimlerinden dolayı imparatorluğa yeniden istikrar getirmişlerdir. Bayındırlık faaliyetlerine önem vermişlerdir. Nikaea ‘da (İznik) kente giriş çıkışları simgeleyen doğu (Lefke), kuzey (İstanbul) kapıları bu dönemde sınırları belirleyen sembolik yapılar olarak İmparator Vespasianus tarafından inşa ettirilmişlerdir. Bu iki kapının surlardan daha erken bir döneme tarihlendiğini üstlerindeki yazıtlardan öğreniyoruz. Bu dönemin 69 yılında bölgede deprem meydana geldiği bilinmektedir.
Antoninler Dönemi (96 -180)
Sonraki yüzyıl ” Beş İyi İmparator” dönemi olarak bilinir. Bu dönemde imparatorluk makamı barışçıl bir şekilde el değiştirmiştir. Bu imparatorlardan biride Hadrianus’dur.
≈İmparator Hadrianus Dönemi (117 -138) : Lefke kapı ve İstanbul kapı M.S 120 ya da 123 depremlerinde büyük ölçüde hasar görmüştür. Kapıların depremden hemen sonra İmp. Hadrianus tarafından onarıldığı yazıtlarda mevcuttur.
Severuslar Hanedanı (193 – 235)
Birinci evre surlarının M.S. 258/ 259 yıllarında Bitinya’ya saldıran Gotlara karşı inşa edildiği yazılı kaynaklarda belirtildiği gibi kesindir. Yapımına Gallienus zamanında (253 -260) başlandığı, Macrianus ve Quietus zamanında (260 -261) devam edildiği, bu imparatorlara ait Nikaea sikkelerinin arka yüz betimlemelerinden anlaşılır. (Haluk Abbasoğlu-İnci Delemen / Antik Nikeae’dan günümüze kalanlar) Surların tamamlanması ise II Claudius dönemindedir.
Üçüncü Yıl Krizi (235 – 284)
Üçüncü Yüzyıl Krizi 235 ile 284 yılları arasında Roma İmparatorluğu’nun parçalandığı ve yıkılmanın eşiğine geldiği dönem için kullanılan bir isimlendirmedir. Bu döneme “askerî anarşi” dönemi de denir.
≈ II. Claudius Gothicus Dönemi (268 – 270) :
İki yıldan az bir zaman ülkeyi yönetmiş olmasına rağmen tahta çıktığı sırada Roma İmparatorluğu, Got akınları nedeniyle ciddi tehlike altındaydı. Claudius, 268 yılının eylül ayında Gotları,Naissus Savaşı’nda kesin bir biçimde bozguna uğratan Roma ordusunun komutanı olup kazandığı bu büyük zafer, Roma ordularının tarihindeki en büyük zaferlerden birisiydi. Zaferin ardından Claudius, “Gothicus” (Gotların fatihi) soyadını aldı. Bu dönemde şehrin surları yaklaşık 5 km lik bir genişleme ile günümüze kadar gelen son halini alıp tamamlanmış ve daha sonraki dönemlerde de genişletilmesine gerek duyulmamıştır. Yenişehir (güney kapı) ve günümüzde büyük ölçüde mevcut olmayan Göl Kapı’nın (Batı Kapı) inşası da,bulunan yazıtlardan anlaşıldığına göre, II.Claudius’un dönemine rastlar. Böylece kenti çevreleyen sur duvarlarının birbiriyle entegrasyonunu sağlayan kapılara güneyde ve batıda olmak üzere iki adet ana giriş kapısı inşa edilerek doğu-batı/kuzey-güney olmak üzere cephe yönlü dört adet ana kapının yapımı tamamlanmış olur.(M.S.269/70) Kapılar Roma tarzı mimari ve askeri yaklaşımın güzel bir örneğidir.
Bu dönemde surların yüksekliği 9 m. olup 80 adet kulenin yüksekliği de 13 metredir. (Clive Foss/ İznik’in Bizans surları) Daha sonraki dönemlerde yapılan güçlendirme ve genişletme müdahaleleri ile birlikte 10-15m. aralıklarla yapılmış 114 kulesi ve 12 tali kapı daha inşa edilmiştir.
2.1.Roma’dan Bizans’a Geçiş Dönemi (M.S. 303 – 5. Yüzyıl) / Geç Roma Dönemi
Batı Anadolu’da 358 ve 362 yıllarında olan güçlü depremlerin; stratejik konumu nedeni ile askeri bir karargah özelliği taşıyan kentte ve surlarında ciddi zarara neden olmadığı yazılı kaynaklarda geçmektedir . Fakat 368 depreminde surların zarar görmüş olabileceği düşünülmekte olup ayrıntılı belgeler mevcut değildir. 5 yüzyıl da ise ayaklanmalara ve çarpışmalara maruz kalan Nicaea’nın bu kargaşalı dönemden nasıl etkilendiği ile ilgili yazılı kaynaklarda herhangi bir somut veri yoktur.
Doğu Roma İmparatorluğunun Bizans’a geçiş süreci bazı tarihçiler için 6. yüzyılı da kapsamaktadır.
Doğu Roma İmparatorluğu( Bizans) Dönemi (5.yüzyıl – 1331)
3.1 Erken Bizans Dönemi (5. yüzyıl – 842 )
Bu dönemde 447 -715 yıllarında bu bölgeyi de etkileyen depremler meydana gelmiştir.
≈ I. Justinianus ( M.S. 527 – 565) I. Justinianus döneminde imparatorlukta ihtişamlı ve devasa imar- bayındırlık faaliyetlerine girişilmiştir. Nikaea’da (İznik) su kemerleri ve obsikion vb. inşa edilmiş, fakat döneme dair yazılı kaynaklarda surlardan pek bahsetmese bile; Erken Bizans’ta kullanılan almaşık örgü tekniği için genellikle beş sıra tuğlanın tercih edildiği taş ile tuğla arasındaki harç kalınlığının fazla tutulduğu görülmektedir.Günümüzde surların bazı noktalarında lokal olarak görebildiğimiz beş sıra tuğla hatıllı sur duvar örgüsünün bu döneme tarihlenmesi mümkündür. I. Justinianus’un kentte imar faaliyetlerinde bulunduğu bilinmektedir. I.Konsilin toplandığı sarayın bu dönemde de kullanıldığı düşünülmektedir.
3.2. İkonoklazma Dönemi (Dini Tasvir Karşıtlığı 726 – 842)
Bu dönemde 715-717 yıllarında Konstantinopolis’e güçlü Arap akınları başlamıştır. stratejik yol üstü bir konumda bulunan Nikaea’dan da geçmişlerdi.Fakat 727 yılında Arap ordusunun kente şiddetli bir saldırı gerçekleştirmesi ve kuşatması sonucunda surlar önemli ölçüde tahribata uğramıştır.Böylece surlar ilk kez geniş çaplı bir onarım geçirmişlerdir.740 yılında ise bölgeyi etkileyen bir deprem daha meydana gelmiştir.
İsauria (İsoriya) Hanedanlığı Dönemi (717- 802)
≈ III.Leo (717-741) / V.Konstantin (741-775):
İkinci evre surları teknik olarak çok farklılıklar olmasa da bu dönemde şekillenmeye başlamış olup 857/ 858 – 1065/1097 yıllarını da kapsamaktadır.Bu sur duvarları diğerlerine kıyasla daha yüksek bir kotta bulunur.
III.Leo ve oğlu V. Konstantin 720 yılından itibaren İmparator Leo’nun vefatına kadar ortak imparator olarak ülkeyi yönetmişlerdir. III. Leo döneminde Arap akınları sonucunda tahrip edilen surlar; özellikle İstanbul kapının olduğu kuzey kanatta yıkıcı hasarlar bırakmış olup güneyde de Göl Kapı ve bitişik surlara da büyük ölçüde zarar vermiştir. Tahrip olan surlar yıkılan binalar ve tiyatrodan birçok parça sökülerek devşirme malzemelerle onarılmış ve yükseltilmiştir. Surların seğirdim yoluna antik tiyatronun cavea taşları kullanılarak siperlik yapılmıştır.Yuvarlak kuleler köşeli olarak yenilenerek böylece surların görünüşü ilk kez değişmiş oluyordu. göl kapı ve bitişik surlarda yapılan onarımlarda kuzey ve güneye ek duvar örülerek gölden ve karadan gelebilecek zarar karşısında güçlendirilmiştir.Yapılan onarımlarda pempe renkli tuğla kırıklı harç kullanılmıştır. Bu onarımlarla ilgili yazıt 71. kulenin duvarında mevcuttur.
Şehir 740 yılında güçlü bir deprem ile sarsıldı. Araştırmacılar geriye sadece bir kilisenin ayakta kaldığını söyleseler de surların durumu ile ilgili herhangi bir kayıt mevcut değildir. Muhtemeldir ki surlar bu dönemde hasar almış olmalıdır.838 yılına gelindiğinde surların bakımlı ve sağlam olduğu yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır.
3.3. Orta Bizans Dönemi (842 – 1204)
Frigya Hanedanlığı Dönemi (820 -867)
≈ III.Mıkhael (842-867)
Bu dönemde İmparator kentin savunma hattını güçlendirmek için güney ve güneydoğu yönünde ki geniş aralıklı burçların arasına ilave burçlar eklemiştir. Görünüşte eski burçlardan bir fakı yoktu, yarım daire planlı,yüzeyi tuğla kaplı ve aynı yükseklikteydi. Bu burçları diğerlerinden ayıran temel özellik sur duvarı ile yekpare olmaması dolayısıyla da yan kapıları olmaması ve temel seviyesinin devşirme malzeme ile örülmesidir. Temel kotları özgün seviyeden daha yüksek ve devşirme taşlı masif örgüydü.Burçların üst kotu önceki dönemlere göre daha ince tuğlalarla örülmüştür. Bu yeni burçlara mazgallar açılmış, üst kat odaların pencereleri kısmen genişletilmiştir. Sur duvarlarında geniş tuğla kuşaklar kullanılmıştır.Yapılan bu onarımları yazıtlardan öğreniyoruz,yazılı kaynaklarda 858 yılında yapılan bu onarımla ilgili bir veriye rastlanmamıştır.
Dükas hanedanlığı Dönemi (1059 – 1081) ”1065 depremi”
≈ X. Konstantin Dukas (1059 -1067):
Bu dönemde 1065 yılında meydana gelen deprem surların büyük bir bölümünü yıktı. Sonrasında yapılan özellikle doğu kanadında olan büyük yıkım farklı tekniklerin kullanıldığı yenileme ve onarım ile yapılmıştır. Bu onarımlar büyük ölçüde ayırt edilebilmektedir.Bunlar gizli tuğla tekniğinin (Gömme tuğla) ve ahşap bağlayıcıların kullanılmasıdır. sur duvarının onarım yapılan dış çedarı moloz ve harçtan oluşan iç yapıya ahşap hatıllarla bağlanmıştır. Yine bu dönemde surlarda derzleri yatay ve dikey olarak belirginleştiren çizgiler dönemi vurgulayan mimari bir unsurdur.
3.3.1 Türk Dönemi / Anadolu Selçuklu Dönemi (1080 – 1097)
Selçuklular Kutalmışoğlu Süleyman Bey döneminde 1075 yılında kenti alarak adını İznik olarak değiştirmişler ve 1080 yılında da İznik Anadolu da ilk Türk başkenti olmuştur. Selçukluların surlara müdahalesi ile ilgili herhangi bir veri mevcut olmamasına rağmen Selçuklu mezar taşlarının surların güney kısmında bir burçta devşirme örgü malzemesi olarak kullanıldığı görülmektedir.İznik Selçuklu Devletine başkentlik yapmasına rağmen I. haçlı seferleri nedeni ile kısa süreli bir hakimiyet sürdürmüş olup bayındırlık faaliyetlerinde bulunmamıştır.
Komnenos Hanedanı (1081-1185) ”I. Haçlı Seferi”
≈ I.Aleksios Komnenos (1081 – 1118):
I.Aleksios başkenti ele geçirerek imparator olduğunda İznik Selçuklu Beyliğinin başkentiydi. 1097’de I. Haçlı Seferi ile birlikte İznik kuşatılmış şehir surları hasar görmüştür. I. Aleksios Türkler ile anlaşarak şehri yeniden ele geçirmiştir. Savaştan hemen sonra surların en zayıf olduğu güneybatı kanadının diz çöken kulenin olduğu yerden onarımına başlanmıştır.1.Aleksios bu köşeye Selçuklu mezar taşlarının da devşirme malzeme olarak kullanıldığı daha küçük bir beşgen bir kule inşa ettirdi.
≈ I.Manuel Komnenos (1143- 1180):
Surların göl kıyısı tarafını tamir ettirmiş olup yazılı kaynaklarda geçmeyen kesikli olarak sık tuğla ve taş kuşakların oluşturduğu duvar örgüsünü Sanat tarihçisi ve Bizans uzmanı Clive Foss bu döneme atfeder.
3.4 Latin İstilası Dönemi (1204 – 1261) İznik, 57 yıl boyunca başkenti Latin işgali altında olan Bizans İmparatorluğu’nun yönetim merkezi oldu
3.4.1İznik İmparatorluğu 1204-1261 (Laskaris Hanedanı)
≈ I. Teodor Laskaris (1204 – 1222)
Surların üçüncü evresi Laskarisler dönemine atfedilir. İmparatorluğun kurucusu Teodor Laskaris döneminde 1204-1222 tarihleri arasında surları sağlamlaştırdı. Surların güney kanadına iki kare kule yapılarak savunma hattı güçlendirildi. Kulelerin cephelerinde tuğla plastik süslemeler,frizler, haç ve yazıtlar bulunuyordu.Kulelerin üst odacıkları pahlı mazgallı idi. Ağır silahların kullanılabilmesi için şevli mazgallar yapıldı. Eski kulelerin tuğla kaplamaları yenilenirken bu tuğla kaplamaları iç yapıya kare kesitli hatıllarla bağladılar. Sıva pembe renkli tuğla kırıklı ve derzler şevli idi. Kullanılan harç kireçtaşı,küçük kırıklı çakıl taşı ve tuğla kırıklı idi. Yine bu dönemde surlar tek kat beyaz kireç ile sıvanmıştır.
≈III. Yannis Vatatsez (1222 – 1254)
Teodor Laskaris’in kızı İrene Laskaris ile evlenmiştir. Vatatsez döneminde surlar yaklaşık 2.5 metre yükseltilmiş böylece yükseltme yapılan yerlerde burçlar iki kat odacıklı ve savunma için dam düzlüğü haline dönüştürülmüştü. ve 13-16 metre önüne ön surlar inşa edilerek savunma sistemi güçlendirilmiştir.Bir Bizans savunma mimari tekniği olarak da ön surların etrafına hendek açmışlardır. Bu üçlü savunma hattının bir benzeri Konstantinopolis’te idi. Bizans savunma mimarisinde duvar örgüsü, taş temeller üzerine kullanılarak inşa edilmiştir.
Bu dönemde onarımlar kireçli sıvalarla ile yapılmıştır. Kullanılan sur duvarlarında cephelerde tuğla süslemelerden güneş kursları,damla motifleri ile beraber kasetleme (çerçeve) tekniği görülür.Bu teknik Bizans mimarisinde 12. yüzyıldan itibaren görülmeye başlar.
3.5. Geç Bizans Dönemi / II.Bizans Dönemi (1261 – 1331)
Bu dönem Bizans’ta Palaiologoslar (Paleologlar) dönemidir. Bu dönemin genel olarak mimari anlayışında tuğla cephe süslemelerinde motif çeşitliliği dikkat çeker.
İmparator II.Andronikos surların göl tarafına özenli tuğla örgü işçiliğin görüldüğü bir onarım yaptırmıştır. Surların alt bölümünde devşirme malzeme kullanılmış üst kotta ise moloz taş -tuğla alternatif atlamalı bir şekilde örgü tekniği uygulanmıştır. Yine bu dönemde şehri kuşatan Osmanlı tehlikesine karşı surlar güçlendirilmiş ve bazı değişiklikler yapılmıştır. Birçok açıklıklar örülmüş burçlara odacıklar eklenmiş, bazı mazgallar kapatılmış bazıları da yeniden açılmıştır.
Türk Dönemi (1331 – ∞ )
4.1. Osmanlı Dönemi (1331 – 1922)
Bu dönemde 1331 yılında İznik Orhan Gazi tarafından feth edilmiştir. Yazılı kaynaklarda bu savaş sırasında surların tahribata büyük ölçüde zarar görmediği yazılı kaynaklarda mevcuttur. Fakat surlara açılan bazı top gediklerinin izleri günümüzde de görülür.
1402 yılında kent Timur’un ordusu tarafından yağma edilmiştir.Kültürel hayat etkilenmemiş fakat surlarla ilgili herhangi bir veri mevcut değildir.
Osmanlı döneminde bölge 1509 – 1754 – 1855 ve 1895 yıllarında depremden etkilenmiş fakat bu durumla ilgili elimizde herhangi bir veri yoktur. Fakat olasılıkla lokal müdahaleler ile sağlamlaştırma yoluna gidildiği düşünülmektedir.
Bu dönemde İmparator I. Justinianus’un kente yaptırdığı su yollarının kullanıldığı Lefke Kapının sur içinde ki köşede yer alan sivri kemerli Osmalı duvar çeşmesi ve bağlantısı ile görülmektedir.Surların Osmanlılar döneminde geçirdiği değişim çeşitli seyyahların yayınladığı kitaplarda anlatılmış olup birebir müdahaleden bahsedilmemiştir.
Bu dönemde ki imar faaliyetleri kentin ızgara planlı tasarımına uygun olarak yapılmıştır.
4.2. Cumhuriyet Dönemi (1923 – ∞)
1930’lu yıllarda surlarda ilk olarak Alman arkeoloji enstitüsü tarafından kapsamlı bir araştırma yapılmıştır. Bu araştırma Karnapp ve Schneider tarafından yayınlanmıştır. Daha sonra Bizans Tarihçisi Clive Foss tarafından kitabında İznik’e geniş bir bölüm ayrılmıştır.
2002 yılında surlarda lokal müdahaleler ve temizlik yapılmıştır. 2008 yılında Lefke kapıda araştırma kazısı sonucunda dolgu toprak kaldırarak özgün zemin ortaya çıkarılmıştır. Kapının kent tarafında solda da bir kilise kalıntısı ortaya çıkarılmıştır.
2014 yılında Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü Bursa Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü denetiminde başlayan İznik Surları Lefke Kapı 1.kısım restorasyon çalışmaları başlamıştır. Bu çalışmalar kapsamında Osmanlı döneminden kalan duvarlar kaldırılmış,sur uzantıları ve antik su kemeri üzerinde bulunan bitkilenme için özel çalışmalar yapılmış olup su yolu altındaki kemerler ve surlar üzerinde restorasyon çalışmaları devam etmiştir. Surlara bitişik evler etap etap kamulaştırılmaktadır.
2015 yılında “UNESCO Dünya Mirası Olma Yolunda İznik” sempozyumu yapıldı. Türkiye ve yurtdışından bilim insanlarının katılımı ile İznik’in tarihi, arkeolojisi, sanat ve mimarisi ile doğal değerleri ulusal ve uluslararası bilim insanları tarafından tartışılmıştır.
2015 yılında güncelenen şekli ile İznik kenti Unesco Dünya Doğal ve Kültürel Mirası geçici listesine alınmıştır.
2016 yılında İznik’in UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmesi için alan başkanlığının oluşturulmuştur.
Şarköy, il merkezine sahil yolu ile 65 km, D-110 Karayolu ile 81 km`dir. Kuzeyinde Malkara, kuzeydoğusunda Tekirdağ, güney ve güneydoğusunda Marmara Denizi ve batısında Gelibolu bulunmaktadır. Yüzölçümü 555 km² ‘dir.
Şarköy ve Mürefte’ye Ganoz Dağları hakim olup 945 m yüksekliği olmasına rağmen deniz kıyısından itibaren ani yükselme gösterdiğinden ulu bir dağ görünümü arzetmektedir. Marmara Çukurları ile Ganoz Körfezi arasında Muratlı ve Çorlu’dan başlayarak güneybatıya uzanan üç fay bulunmaktadır. Bundan dolayı ŞARKÖY-Mürefte-Tekirdağ Türkiye’nin depreme hassas bölgelerindendir. MTA Enstitüsü tarafından bölge birinci derecede deprem bölgesi ilan edilmiştir. Şarköy’ün kuzey, doğu ve batı yöreleri oldukça engebelidir. Şarköy ilçe sınırları içinde kalan kıyılarda denize ulaşan derelerin yataklarında oluşan ova Şarköy kıyı ovasıdır. Şarköy ovası Tekir Dağlarının güney eteklerinde Hoşköy’den Kızılcaterzi’ye kadar uzanan bir alüvyon ovasıdır. Şarköy ovasının gerisinde kıyı taraçaları yer alır. Özellikle Mürefte ve Şarköy kıyılarında bu taraçalar diğer kıyılara oranla daha belirgindir.
İlçe hudutları içinde kalan topraklarda akan en önemli akarsular şunlardır; Gaziköy, Hoşköy, Gölcük ve Tepeköy dereleri. Dereler yaz mevsiminde ya tamamen ya da kısmen kururlar. Gölcük Deresi ilçenin kuzeyini takip ederek Saroz Körfezine dökülür.
Marmara Denizi’ne bakan yamaçlarda iklim tipine uygun olarak gelişme gösteren makiler ve fundalıklardır. İç kesimlerde ise kışın yapraklarını döken meşe türleri, gürgen, dış budak, ıhlamur, çınar ve karaağaç görülmektedir.
İlçenin sahip olduğu toprakların büyük bir kısmı tarıma elverişli değildir. Orman bölgesi bakımından oldukça zengindir. (203.090 dekar)
Şarköy, yarı nemli iklim tipine girmektedir. Akdeniz iklim tipi ile Karadeniz iklim tipi arasında geçiş özelliği gösteren bir iklime sahiptir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlıdır. İçerilerde daha ziyade karasal iklimin etkisi görülür. Yıllık yağış ortalaması 550.6 mm´dir.
2-Şarköy Tarihsel Gelişim
Şarköy ilçesinin batısında Kızılcaterzi köyü Buruneren çiftliği ve Fener Karadutlar mevkii ile Sofuköy’de İ.Ö. 6000-3000 yıllarına ait yerleşmeler tespit edilmiştir. Bu yerleşmelerde savaş ve günlük kullanım aracı olarak kullanılan taş baltaların üretildiği ortaya çıkarılmıştır.
Şarköy İğdebağları (Araplı) köyü Kozmanderesi mevkiinde erken devir çağına ait (İ.Ö.1200) bronz eserler bulunmuştur. Bu eserler o dönemin maden kültürünü ne derece önemli olduğunu göstermekle birlikte aralarında Miken kılıçlarının da bulunması Ege dünyasıyla Trakya arasındaki ilişkileri göstermektedir.
M.Ö. 750-550 yılları arasında Yunanlılar Traklarla karşılıklı anlaşarak il kıyılarında koloniler kurmuşlardır. Kipert’in antik haritasına göre, il sınırları içinde ve Marmara Denizi kıyısında kurulan koloniler batıdan doğuya doğru şunlardır: Heraklea (Eriklice), Hora (Hoşköy), Ganos (Ganoz), Bizatnhe-Panion (Barbaros). M.Ö. 168-M.S. 395 yılları arasında bölgeye Romalılar hakim olurlar. Bu dönemde yöre, yarı bağımsız yaşamış fakat Trak kavimleri Romalılar’ın hakimiyetine uzun zaman direnmişlerdir.
Şarköy’ün bugünkü yerinde Antik ve Bizans devri haritalarında Tristatis, Agora gibi oturma yerlerine rastlanmaktadır. Rumeli’yi fetheden Orhan Bey’in en büyük oğlu Süleyman Paşa zamanında ”Şehirköy” diye anılan adı, buraya Anadolu’dan göç eden Yörük Türklerin ağzında, şehirden Şar’a dönüştürülmüş ve Şarköy diye söylenmiştir.
Süleyman Paşa 1354 tarihinde Gelibolu’yu aldıktan sonra Şarköy ve Mürefte’yi alamadan fütühatını Tekirdağ’a uzatmıştır. 1356 tarihinde ani ölümünden önce Şarköy’ü de fethetmiştir. Süleyman Paşa’nın ölümünden sonra Şarköy’ü Bizanslılar tekrar geri almışlar ise de, I. Sultan Murat tahta geçer geçmez, 1362 yılında Şarköy’ü yeniden almıştır. Osmanlı Türkleri’nin Rumeli’yi almalarını sağlayan kuvvetlerin başında Yörükler, onlardan kurulmuş Yayalar ve Müsellemler gelir. Sultan Orhan zamanında başlayıp Fatih’e kadar, gittikçe hızı azalarak süregelen ve büyük Yörük akını, çok kısa zamanda il topraklarını kolayca doldurdu ve Türkleştirdi. Örneğin; Araplı (İğdebağları) Köyü Suriye Yörükleri tarafından kurulmuştur.
Balkan Savaşı’nda ordularımız 15-21 Ekim 1912 tarihli Lüleburgaz Savaşı’nda yenilince Çatalca’ya kadar çekildi. 4-20 Kasım tarihinde Çatalca’ya saldıran Bulgarlar bir netice alamayınca iki aylık bir mütareke imzalandı. Bu arada Şarköy ve Gelibolu cephesini 2. Tümen takviyeli olarak savunmakta idi. Mütareke bitince Bulgarlar 22 Aralık 1912 tarihinde 10. Kolordu taburlarını Marmara kıyılarından taşıyarak Şarköy’e çıktılar. 10 Haziran’da ordumuz taarruza geçerek Şarköy, Mürefte başta olmak üzere tüm Trakya topraklarını Bulgarlar’dan kurtardılar.
Dünya Savaşı sonrası gelişen olaylar neticesinde 20 Temmuz 1920 günü Yunanlılar Tekirdağ kıyılarına çıkartma yaptılar.Rum ve Ermeniler’in içerden savaşa katılmaları ve Yunan işgal kuvvetlerine yardımcı olmaları sonunda birliklerimiz gerilediler. Şarköy 2,5 yıl kadar Yunan işgali altında kaldı. Şarköy 17 Kasım 1922 günü Yunan işgalinden kurtuldu.
Şarköy’ün hangi tarihte ilçe olduğu bilinmemekte ise de; 30 Mayıs 1926 tarih ve 877 Sayılı Mülki Teşkilat Kanunu ile bağlı bulunduğu Gelibolu ilinin ilçe olması üzerine Gelibolu’dan bağlantısı kesilerek Tekirdağ iline bağlanmış, bu tarihte ilçe olan Mürefte ise bucak merkezine dönüştürülerek köyleriyle birlikte Şarköy ilçesine bağlanmıştır.
2-1 Tepeköy
Eski bir yerleşim yeri olan Tepeköy’ ün kesin kuruluş tarihi tam olarak bilinmiyor ama kuruluşu ile ilgili bir kaç rivayet dilden dile dolaşıyor. Kimisine göre; bir Rum çobanı kızını iyileştirmek için havası ve suyu temiz olan bu köye gelip yerleşmesi ile kurulduğu, kimisine göre de; civar köylerdeki insanların, konum itibari ile uygun olduğu için, korsanlardan saklanmak için buraya yerleştikleri söylenmekte İlk zamanlar “İSTERNE” olarak anılan bu köy geçmişte 2000 hane kadar kalabalık bir köymüş. Hatta öyle ki haftada 2-3 sefer pazar kurulduğu söyleniyor.2013 yılı nüfusu 387 kişidir.
Yörede şarabın anavatanı olarak gösterilen Tepeköy’de Rumlar şarap ve ipek böceği işinde çok büyük bir yer edinmiş. O zamanlar her evin altında büyük şarap mahzenleri ve içleri şarapla dolu koca fıçılar bulunmaktaymış. Eskiden Uçmakdere Köyü ile beraber yörenin en önemli ipek böceği yetiştiriciliği ünvanına sahipti. Ancak 90’lı yıllarda bu iş sona erdi.
Hayvancılıkla uğraşan köy halkı uygulanan projelerle son yıllarda bağcılık alanında önemli bir gelişme gösteriyor. Bağcılığın gelişmesi ile birlikte köyde göç de durmuş.
Tepeköy, Tekirdağ ilinin Şarköy ilçesine bağlı bir köydür. Tekirdağ iline 98 km, Şarköy ilçesine 11 km uzaklıktadır. Köyün iklimi, Marmara iklimi etki alanı içerisindedir. Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.
3-Rölöve raporu
Tekirdağ ili Şarköy ilçesi Tepeköy’de 2246 parsel nolu taşınmaz Korunması gerekli Kültür Varlıkları kapsamında 29.08.2013/1196 tescillenen (1 grup) bu tarihi kilise yapısı kitabesinden öğrenildiğine göre Aziz Georgios’un anısına Sterna Köyü (Tepeköy) halkı tarafından 1889 yılında yaptırılmıştır. Günümüze harap bir konumda gelen güneydoğu – kuzeybatı doğrultusunda uzanan bazilikal planlı, bu kır kilisesi eğimli bir arazi üzerinde köşe parselde yer almaktadır. Köyün geçmişi ile ilgili yapılan araştırmalarda daha önce yapılmış herhangi bir bilimsel bir çalışma ve detaylı bir yazılı kaynak bulunamamıştır. Tepeköy’ün eski adının Sterna olmasının dışında bu yörede kilise yapısının varlığı geçmişte yörede Rum vatandaşların da ikame ettiğini gösteren bir başka veridir.
Yapının ne zaman kullanılamaz hale geldiği konusunda kesin bilgiler olmamakla birlikte, Rum nüfusun yöreyi terk etmeye başladığı 1922 mübadelesinden sonra önemini yitirdiği düşünülebilir. Mübadeleden sonra değişen demografik yapı ile beraber kilisenin önemi azalıp ibadet fonksiyonunu yitirdikten sonra işlevi değişmiştir. Kilise ahır, şarap mahzeni, konut olarak özgün işlevi ile bağdaşmayan bir şekilde kullanılarak büyük ölçüde zarar görmüştür.
Söz konusu Aziz Georgios Kilisesi, Rum Ortodoks kiliselerinin Tekirdağ bölgesinde ki son örneklerinden biridir. Yapı günümüzde büyük ölçüde harap ve atıl durumdadır.
Genel olarak bölgede ki Rum Kiliseleri plan, kitle tasarımı, strüktür ve örtü sistemleri ile aynı dönemlerde İstanbul ve Anadolu da inşa edilen pek çok Rum kilisesi ile benzerlik gösterir. Yöresel taşla inşa edilen kiliseler, diğer yapılara göre daha anıtsal boyutları ve özenli giriş cepheleri ile dikkat çekerler.
Kiliselerde plan, strüktür ve örtü sistemleri bakımından birbirine benzeyen tek düzelik görülür hepsi bazilikal planlı olan kiliseler, genelde üç nefli ve narteksli bir mekan düzenlemesine sahiptirler. Batıda yer alan narteks genel olarak yapının içinde çözümlenmiştir. Narteksin yapının dışında olanlarına ve atrıumlu örneklere de az da olsa rastlanır. Rum kiliselerinde apsisler doğu ekseninde yarım daire şeklinde dışa çıkıntılıdır. Geleneksel yapım sisteminde yığma taş duvarlar inşa edilen kiliseler ahşap kırma çatıyla veya beşik çatıyla örtülüdür. Doğu – Batı yönünde dikdörtgen planda uzanan ana mekanı şekillendiren naoslar genellikle üç neflidir. Tek nefli örnekleri de mevcuttur. Yan neflerden daha geniş tutulan orta nefin doğu aksında apsis yer alır. Üst örtü genellikle iç mekanda, orta nefte basık tonoz, yan nefler de ise eğimli çatı düz ahşap kaplama ile kapatılır.
Yapıların dış cephe özellikleri genel olarak mimari kurguyu dışa yansıtıp sade bir özellik gösterir. İç mekanda süsleme programı apsis, duvar ve tavanlarında Hz. İsa ve azizlere ait tasvirler bulunur. Bazı Rum kiliselerinde doğuda ana nefi kutsal bölümden ayıran ikonalarla bezeli bölme duvarı ikonostasisler yer alır. Mekânı tamamıyla bölmez.
3.1 Dış cepheler
Tepeköy kilisesi özelinde ise; yukarıda değinilen Rum kiliselerinin genel özellikleri bu yapıya da geleneksel hatları ile yansıtılmıştır.
Yapı meyilli bir arazi üzerinde konumlanmıştır. Bu yüzden eğim, kısmen zeminin yükseltilmesi ile giderilmiştir.Kilise doğu-batı yönünde dikdörtgen, bazilikal bir plan şemasına sahiptir. Kilisenin üç nefli naos (ana mekan) planı batı kısa kenarı yönünde narteks ile sınırlandırılmıştır. Yapı geleneksel yapım sistemiyle kaba yonu taş yığma sistemde üç sıra tuğla hatıllı almaşık olarak inşa edilmiş olup iç çedarda yatay ahşap hatıllar da kullanılmıştır. Kilisenin yapımında kullanılan taşlar bölgeye özgü kum taşları olup duvarlarda az da olsa antik devşirme taşların kullanıldığı görülmektedir.
Yapının kuzeyinden köy yolu mevcut olup güney cephede beden duvarına bitişik muhdes bir dükkan yer alır. Doğu ekseninde cepheye çok yakın bahçeli konutlar mevcuttur. Batı cephesine paralel bir köy yolu ve hemen kenarında bir çeşme yer alır.
Tepeköy kır kilisesi dıştan yalın bir cephe düzenlemesine sahiptir. Günümüzde mevcut hali; Yol seviyesi, kilisenin kuzey ve doğu cephesinde yaklaşık yarı yüksekliği kadardır.
Yapının kuzey ve güneyinde yer alan uzun kenar cepheleri birbirini tekrarlar niteliktedir. Ana giriş batı cephesinden verilmiş ve özgün mimari kurguda kuzeybatı ve güneybatı cephede simetrik olarak tuğla örgü, düze yakın basık kemerli birer kapı mevcut olup günümüzde sonradan kapatıldığı görülmektedir. Nartekste yer alan bu yan kapılardan Kuzeybatı cephede bulunan kapı simetri aksında ki yan kapıya göre, eğimden dolayı zemin kotu daha yüksektedir. Başka bir deyişle kilisenin güney cephesini sınırlayan bahçe ile kuzey yan cephesini sınırlayan sokak farklı kottadır.
Kuzey ve güney uzun kenar cephelerde alt kotta bulunan pencerelerden sonra dört adet, tuğla örgü, düze yakın basık kemerli ve üzerinde tuğla hafifletme kemerleri olan dikdörtgen formlu uzun naos pencereleri yer alır.Bu pencereler kuzey cephede taş ve tuğla malzeme ile kapatılmış olup güney cephede açık durumdadır.
Naos pencerelerinden sonra iç mekanda k.doğu-g.doğu da simetrik nişler yer alır ve nişlerin üst kotunda ve aynı akslar içerisinde kutsal bölüm bemayı aydınlatan dikdörtgen formlu aydınlatma pencereleri mevcuttur. Bu bölümdeki pencerelerin mevcut hali farklı kullanım amaçları için büyük ölçüde tahrip edilmiştir. Kuzeydoğuda yer alan aydınlanma penceresinin üst kot sövesi yıkılmış durumda olup pencere açıklığı kısmen taş örgü ile kapatılmıştır. İç mekanda alt kotta yer alan nişin içine kare kesitli küçük bir pencere açılmıştır. Günümüzde bu noktada iç mekana baktığımızda kilisenin bu köşesinde hali hazırda mevcut harabe kalıntılarından ve izlerinden yakın bir zamanda burada barınma amaçlı muhdes bir yapının inşa edildiğini görebiliyoruz.
Yine Güneydoğu cephede büyük ölçüde tahribat söz konusudur. Kilisenin iç mahallinde bu köşede apsis kısmını da kapsayacak şekilde zemin+ 1normal kattan oluşan bir konut inşa edilmiş olup cephede bu konuta ait üst kat pencere, zeminde taşlık ve ahır olarak kullanılan alt mekana açılan çift kanatlı ahşap bir kapı ve hemen yanında tek kanatlı ahşap ikinci bir kapı açılarak özgün yapıyazarar verilmiştir.
Ayrıca cephelerde ki pencere farklılıkları ve konumları apsis, narteks, naos gibi mekanların içerdeki mahallini dış cepheye yansıtmıştır.
Kuzey cephede doğu yönüne doğru belli noktalara metal kılıçlamalar yapılarak cephe güçlendirilmiştir. Yine cephenin bu kısmında düşeyde derin bir yapısal çatlak mevcuttur. Ayrıca bu güçlendirmenin bir benzeri metal kenetler ile pencerelerin üst söveleri boyunca alt kısımdan çevrelenmiş olup büyük ölçüde günümüze ulaşmıştır.
Güney cephede pencere açıklıkları büyük ölçüde kapatılmamıştır.
Doğu cephesinde dışa taşkın yarım yuvarlak apsisin orta aksında yuvarlak kemerli bir pencere yer alır. Mevcut durumda niteliksiz malzeme ile kapatılmıştır. Ayrıca güneydoğu köşe cephe boyunca pahlanmıştır. Dışa taşkın apsisin üst örtüsü alaturka kiremit kaplıdır.
Batı cephesinin cephe düzeni orta aksta ana giriş kapısı sağ ve sol aksta simetrik olarak tuğla örgü düze yakın hafif kavisli bir kemer sahip ikişer pencere yer alır. Pencerelerin etrafı taş söve görünümünü veren sıva ile şekillendirilmiştir.
Batı cephesinde orta aksta derin bir niş içerisinde yer alan ana giriş kapısı bulunur. Kapının niş içerisinde düzenlenmesi ile ön cephede derinlik oluşturularak cepheye hareket kazandırılmış, aynı zamanda giriş kapısı yağmur, kar ve güneş etkilerine karşı korunmuştur. Tuğla örgü yuvarlak kemerin içerisinde güneşi sembolize eden metal şebekeli aydınlık penceresi yer alır. Hemen altında taş düz lentolu kapı açıklığı ahşap çift kanatlı bir kapı ile örtülmektedir.
Ana giriş baş kemer kavsarası dışa doğru büyüyen bir kavisle açılır. Nişin iki yan cephesi iç yüzeyde ”c” kavisle dışa açılan düzenlenmiş olup iki yüzeyi birleştiren üst kemer ile beraber cepheye zenginlik kazandırılmıştır. Kemer üzengi seviyesinde, cephe yüzeyinde nişin her iki yanında günümüzde büyük ölçüde tahrip edilmiş olsa da sıva dolgu ile yapılan impost başlıklı pilastırlar zemin kotuna dek devam eder. Kilisenin ahşap çift kanatlı kapısı çakma tekniğinde yapılmıştır. Kapı düz,düşey tahtalarla yalın bir görünümdedir. İri başlı kalpaklı çiviler hem kapıyı süsler hem de arka kuşaklara tahtaları bağlar. Ahşap kapı kasasızdır. Menteşe olarak kullanılan dövme demirden yapılmış olan güllaplar kanatların taş sövelerle bağlantısını sövelerin yüzeyinde yer alan metal düşey kayıtlar üzerinden gerçekleştirmektedir. Kapı kapazlama yani bindirme kilitlidir.
Ahşap kapının üzerinde günümüzde mevcut olmayan dökme demirden bir ortodoks haç bezemesi ile 1887 tarihinin izlerini görebiliriz.Ana girişin düzenlemesi üst kotta kemerin hemen üzerinde yer alan tuğla örgü profilli silme ile sonlanır. Silmenin sıva dolguları büyük ölçüde zarar görmüştür. Silmenin hemen üzerinde ise kilisenin dikdörtgen formlu mermer kitabesi yer alır.Cephe günümüzde mimari öğeleri ile birlikte oldukça tahrip edilmiştir. Özgün kurgusunda sıvalı olan cephe mevcutta büyük oranda sıva kaybına uğramış ve çimento harçlı sıva ile lokal onarımlar görmüştür. Pencereler taş örgü ile kapatılmış olup ahşap kapı ve metal elemanları tahrip edilmiştir. Cephenin hemen kuzeydoğu köşesinde duvar örgüsü içinde devşirme (spoli) dikdörtgen formlu bir mermer yazıt mevcuttur.
Kilisenin özgün üst örtüsü tamamen yıkılmıştır. Güneybatı köşede küçük bir alanda mevcut olan ahşap konstrüksiyonlu alaturka kiremit ile aktarılan kırma çatı kalıntısı yapının özgün üst örtüsü değildir.
3.2 İç Mekan
İç mekanda doğu cephesinde harabe halde bir konut, kuzey cephe iç mekanda duvara bitişik yıkık halde bir konut ve çeşitli işler için kullanılan depolar yer alırken doğu ve güney duvarında da farklı muhdes yapılar mevcuttur. Batı cephesinde ise iç mekan nartekste niteliksiz şarap depoları yer alır. Tüm muhdes yapılarda yer yer kilisenin mimari öğeleri devşirme olarak kullanılmıştır.
Aynı döneme ait diğer kiliselerde olduğu gibi Aziz Georgios Kilisesi de dikdörtgen plan şemasına sahiptir. Yapının günümüze gelen dış duvarları ile ana mekandaki araştırma kazılarına ve mimari kurgunun geriye kalan izlerine dayanarak üç nefli ve tek apsisli olduğu tespit edilebilmektedir. İç mekân kurgusu; ibadet mekânına girişi hazırlayan narteks, ve üzerinde günümüzde mevcut olmayan ahşap galeri, ana mekân naos, kutsal bölüm bema,apsis ve doğu cephede yer alan ve dairesel formlu dışa taşkın apsisten meydana gelir.
Kilisenin iç mekânına; batı cephesinin orta aksı üzerinde tasarlanan yuvarlak kemerli ana kapı ve narteksin kuzeybatı ve güneybatı cephelerinde simetrik olarak yer alan iki giriş kapısı ile ulaşılır.
Yapının batı kısmında yer alan narteks kuzey- güney doğrultuda uzanan bir kurguya sahiptir. Narteksin kuzeybatı ve güneybatı cephelerinde yer alan yan girişler tuğla örgü düze yakın hafif basık kemerli olup dikdörtgen formlu kapı açıklıklarıdır. Kapı açıklıklarının düze yakın kemerlerinin hafifletme kemerleri de tuğla örgüdür. Kapı açıklığının hemen üzerinde yer alan ve kapı genişliğinde devam eden, dikdörtgen formlu aydınlık pencereleri ile dikkat çekicidir. Fakat günümüzde oldukça tahrip edilmiş durumdadır. Kuzey cephede yer alan kapı, çimento harçlı sıva ile tuğla örülerek kapatılmış olup üst pencere ise büyük ölçüde hasarlıdır. Pencere taş örgü ile kapatılmış dolayısı ile doğramaları günümüze ulaşmamış ve üst kot söveleri yıkılıp formu bozulmuştur.
Güneybatı cephede yer alan kapı ve üst pencereden oluşan bu ikili sistem, dış cepheye dayanan muhdes bir yapı (dükkan) ile kapatılmıştır.
Batı cephesinde ana giriş kapısının sağ ve sol aksında yer alan iki adet pencere, tuğla ve taş örgülerle kapatılmıştır. Nartekste bu cepheye bitişik niteliksiz tuğla ve çimento sıvalı şarap depoları olarak kullanılan yapılar mevcuttur.
Kiliselerde yaygın olarak gözlemlenen galeri katının varlığına dair yapıda narteksin üst kotlarında batı cephe ve kuzey-güney cephelerde de devam eden ahşap konstrüksiyonlu bir galerinin geçmişte var olduğuna dair mimari izler mevcuttur. Bu izler narteks yan kapılarının hemen başlangıç aksında simetrik olarak sonlanır. Yan kapılardan sonra günümüze ulaşabilmiş tek ahşap taşıyıcı sütunun olduğu noktada narteksten naos bölümüne geçilir.
Ana mekân naos bölümünde kuzey ve güney cephede yapının işlevselliğine ve morfolojik yapısına zarar veren niteliksiz muhdes (konut,ahır,depo…) yapılar mevcut olup genel olarak taban döşemesi de işlevine uygun olmayan kullanımlarla tahrip edilmiştir. Özgün döşeme molozlarla ve atıklarla kaybolmuş durumdadır.
Naosta günümüze ulaşan özgün kalıntıların en önemlisi ahşap taşıyıcı bir sütundur. Yapılan araştırma kazılarında bu sütunun mıhlarla temele sabitlendiği belirlenmiş olup sol aks ve sağ aksta da kutsal bölüme kadar simetrik olarak devam eden bir düzenlemeye sahip olduğu düşünülmektedir. Dolayısıyla ana mekândan günümüze özgün olarak gelen ve sol aksta yer alan bu taşıyıcı sütun ve mimari kalıntılardan elde edilen veriler ışığında kilisenin üç nefli olduğu sonucuna ulaşabiliyoruz.
Narteksin bir kısmını ve naosun hemen başlangıcını kapsayan harap durumda bir muhdes yapı mevcuttur. Bu yapıda özgün ahşap sütun mimari bir öge olarak kullanmıştır. Kuzey cephede muhdes yapı ile aynı eksende niteliksiz, çimento harçlı tuğla örgü sıralı depolar mevcuttur.
Naosun pencereleri uzun dikdörtgen formlu, tuğla örgü düze yakın basık kemerli ve dört adet olup yay kemerli hafifletme kemerlerine sahiptir.Bu mimari kurgu güney cephede de simetrik olarak tekrarlanmıştır. Kuzey cephede pencereler büyük oranda taş ve tuğla örgü ile kapatılmıştır. Özgün doğramalar günümüze ulaşmamıştır. Kuzey ve güney cephe pencerelerinde daha önce belirttiğimiz üzere büyük bir bölümde pencere üst sövelerinin alt kısmı yüzey boyunca metal kenetlerle çevrelenerek güçlendirme yapıldığı görülmektedir. Güney yönde naosun pencere açıklıklarında herhangi bir kapama yapılmamış olup doğrama aksamları mevcut değildir.
Güney cephede ise narteks yan kapısının olduğu eksende yapı kalıntısı yer alır. Özgün döşeme toprak, moloz, çalı vb. ile kapanmıştır. Güney cephenin doğu kısmında yakın dönemde kullanılan depo kalıntısı ve harabe halde geleneksel yöntemle inşa edilen bir köy evi mevcut olup yapıya büyük ölçüde zarar verilmiştir.
Cephede nişlerin hemen üzerinde yer alan özgün pencere açıklığı ahşap doğramalı, demir şebekeli bir konut penceresine dönüştürülerek özgün formu bozulmuştur. Ahır ve taşlık olarak kullanılan alt kata girişi sağlamak için cephede yer alan niş ahşap çift kanatlı bir kapıya hemen yanında kuzey cephenin simetrik düzenlemesine sahip nişlerden bir diğeri de ahşap tek kanatlı bir kapıya dönüştürülmüştür.
G.doğu cephede kutsal bölümün beden duvarlarının üst kotunda ses yankısının sağlanması için küpler konularak ses dizaynı sağlanmaya çalışılmıştır. Ayrıca özgün kurguda bu küplerden karşılıklı olarak k.doğu cephede de olması gerekmektedir. Fakat kuzey cephede küpler günümüzde mevcut değildir.
Doğu cephesinde giriş ekseninde yarım yuvarlak ana apsis; ve ana apsisin duvarında sağ ve sol aksta dikdörtgen ve yarım yuvarlak formlu ikişerden dört adet liturji (ayin) ile ilgili nişler mevcuttur. Kutsal bölümün kuzeydoğu ve güneydoğu cephesinde ise birbirleri ile simetrik olarak düzenlenmiş bir yarım yuvarlak kemerli bir niş hemen yanında düze yakın tuğla örgü kemerli bir niş ve bu nişin üstünde dikdörtgen şeklinde yine tuğla örgü düze yakın kemerli, daha küçük bir niş mevcut olup bu nişlerin üzerinde kutsal bölümü aydınlatan dikdörtgen formlu aydınlık cephe penceresi olan bir düzenleme yer alır.
Doğu cephesinin en belirgin öğesi, dışarı taşan dairesel planlı apsistir. Özgün kurguda apsisin tam ortasında yarım yuvarlak kemerli bir pencere yer alır. Fakat pencere tuğla örgü ile kapatılmıştır. daha önce belirttiğimiz gibi g.doğu ve k. doğucephesinde geleneksel sistemde yapılan muhdes konutlar doğu cephesini de kapsayarak özgün mimari dokuya ve tasarıma büyük oranda zarar vermiştir.Apsisin mimari hacmi muhdes konutun içine dahil edilerek işlevine uygun olmayan bir şekilde kullanılmış olup apsisin mimari öğeleri bu muhdes yapıda yer yer kullanılmıştır. Günümüzde bu yapıların kalıntıları görülebilmektedir.
Kilisenin plan şeması doğu cephesinde de dıştan yansıtılmıştır. Ana apsis dışa taşkın yarım daire olup apsisin yarım kubbesi ve kemer alınlığıdolgu ateş tuğla örgüdür. Kemerin simetri noktasında ki tahribat burada geçmişte bir ortodoks haçı olabileceğini akla getirir. Apsiste atıl durumda bulunan mermer mimari elemanlar olasılıkla bu mimari hacime ait olabilir. Ayrıca kilisenin harabe olan iç mekanında muhtelif yerlerde eski rumca yazılı ateş tuğlalara rastlanmıştır.
Narteksin batı cephesinde apsis ekseninde yer alan ana giriş kapısının hemen önünde yapılan araştırma kazılarında kilisenin taban döşemesinin, giriş eşik kotundan bir iki basamak aşağıda olduğu görülmüştür. Bu kazı sonucunda narteks özgün döşeme kaplamasının kilise zemin döşemelerinde sıklıkla görülen dikdörtgen formlu sal taşı olduğu tespit edilmiştir.
Diğer bir araştırma kazısı kuzey cephe yan nefte temel araştırma kazısı olarak yapılmıştır. Bu kazı sırasında narteksin hemen kuzey ekseninde yan nefin ahşap sütun kalıntısının temeline de ulaşılmıştır. Ahşap sütunun mıh denilen büyük çivi üzerine sabitlenmiş olduğunu gördük.Bu veriler ışığında ahşap sütunun varlığı ve konumu kilisenin tipolojisi ile ilgili veri oluşturmuştur.
4-Restitüsyon Raporu
Kilisenin özgün mimari karakterinin belirlenebilmesi ve dönemini yansıtan teknik bilgi ve yazılı – görsel belgeler elde etmek amacı ile yapılan detaylı araştırmalar rölöve çalışmaları ile eş zamanlı olarak gerçekleştirilmiştir. Şarköy Aziz Georgios (Tepeköy) Kilisesi ile ilgili olarak öncelikle üniversitelerin kütüphaneleri, Başbakanlık Osmanlı arşivleri, İstanbul Üniversitesi Fotoğraf Arşivi, IRCICA kütüphanesi, Atatürk Kitaplığı ve fotoğraf arşivleri,İstanbul Enstitüsü, Rum kilise mimarisi ile ilgili kaynak kitaplar taranmış ancak yeterli veriye ulaşılamamıştır. Ayrıca kilise yapıları ile ilgili sanat tarihçisi,mimar vb. uzmanlardan görüş alınmış, Aziz Georgios Kilisesi ile benzer tip yapılar incelenmiş tipoloji, plan ve mimari öğeler üzerinden tanımlanarak Rum kiliseleri ile karşılaştırılarak benzer uygulamalar tespit edilip gözlemlenmiştir. Bu bağlamda Aziz Georgios Kilisesi ile mimari kurgu olarak bazı benzerlikler gösteren Şirinçe Saınt John Kilisesini örnek verebiliriz.
Yapılan araştırma kazılarından elde edilen veriler ve mimari izlerden faydalanarak yapılan tespitler sonucunda elde edilen restitüsyon bilgileri çalışmamıza büyük oranda katkı sağlamıştır.
Rumların yazılı ve görsel kaynakları, gazete arşivleri taranmış dönemin sanat-mimari, kültürel, çevresel, tarihi, sosyal, toplumsal, gelişimleri, değişimleri ve olayları incelenmiş noktasal bazı verilere ulaşılmıştır.
Sözlü tarih araştırmaları kapsamında yörenin insanlarından edinilen bilgiler ışığında; dini inanç farklı bile olsa yapının ilçenin kültürel hafızası içinde önemli bir yere sahip olduğu gözlemlenmiş olmakla beraber koruma bağlamında büyük ölçüde aynı önem verilmemiştir.
Yapılan araştırmalarda kiliseye özel akademik herhangi bir yazılı belgeye ya da çalışmaya ulaşılamamıştır.
Söz konusu Aziz Georgios Kilisesi, Rum Ortodoks kiliselerinin Tekirdağ bölgesinde ki son örneklerinden biridir. Yapı günümüzde büyük ölçüde harap ve atıl durumdadır.
Genel olarak bölgede ki Rum Kiliseleri plan, kitle tasarımı, strüktür ve örtü sistemleri ile aynı dönemlerde İstanbul ve Anadolu da inşa edilen pek çok Rum kilisesi ile benzerlik gösterir. Yöresel taşla inşa edilen kiliseler, diğer yapılara göre daha anıtsal boyutları ve özenli giriş cepheleri ile dikkat çekerler.
Kiliselerde plan, strüktür ve örtü sistemleri bakımından birbirine benzeyen tek düzelik görülür hepsi bazilikal planlı olan kiliseler, genelde üç nefli ve narteksli bir mekan düzenlemesine sahiptirler. Batıda yer alan narteks genel olarak yapının içinde çözümlenmiştir. Narteksin yapının dışında olanlarına ve atrıumlu örneklere de az da olsa rastlanır. Rum kiliselerinde apsisler doğu ekseninde yarım daire şeklinde dışa çıkıntılıdır. Geleneksel yapım sisteminde yığma taş duvarlar inşa edilen kiliseler ahşap kırma çatıyla veya beşik çatıyla örtülüdür. Doğu – Batı yönünde dikdörtgen planda uzanan ana mekanı şekillendiren naoslar genellikle üç neflidir. Tek nefli örnekleri de mevcuttur. Yan neflerden daha geniş tutulan orta nefin doğu aksında apsis yer alır. Üst örtü iç mekanda genelikle, orta nefte basık tonoz, yan nefler de ise eğimli çatı düz ahşap kaplama ile kapatılır.
Aynı döneme ait diğer kiliselerde olduğu gibi Aziz Georgios Kilisesi de dikdörtgen plan şemasına sahiptir. Yapının günümüze gelen dış duvarları ile ana mekandaki araştırma kazılarına ve mimari kurgunun geriye kalan izlerine dayanarak üç nefli ve tek apsisli olduğu tespit edilebilmektedir. İç mekân kurgusu; ibadet mekânına girişi hazırlayan narteks, ve üzerinde günümüzde mevcut olmayan ahşap galeri, ana mekân naos, kutsal bölüm bema,apsis ve doğu cephede yer alan ve dairesel formlu dışa taşkın apsisten meydana gelir.
Kilisenin iç mekânına; batı cephesinin orta aksı üzerinde tasarlanan yuvarlak kemerli ana kapı ve narteksin kuzeybatı ve güneybatı cephelerinde simetrik olarak yer alan iki giriş kapısı ile ulaşılır.
Yapı geleneksel yapım sistemiyle kaba yonu taş yığma sistemde üç sıra tuğla hatıllı almaşık olarak inşa edilmiş olup iç çedarda yatay ahşap hatıllar da kullanılmıştır.
Kilisenin ahşap ana giriş kapısının üzerinde geçmişte metal plakalar çakılarak oluşturulan 1887 tarihi ve ortodoks haçının izleri okunabilmektedir.
4.1 Narteks
Kilisenin batı duvarı giriş cephesinde yer alan narteks kuzeybatı-güneybatı cephede devam edip dikdörtgen planlı ve harap durumdadır. Uzmanlarca yerinde yapılan incelemeler ve yapılan araştırma kazılarından elde edilen veriler değerlendirilerek kiliselerin mimari kurgusunda yaygın olarak kullanılan galeri katının varlığı, mimari izler ve kalıntılardan kolaylıkla tespit edilebilmektedir.
Galeri katı narteksin k.batı ve güneybatı cephede yer alan yan kapıların üzerinde yer alan aydınlatma pencerelerinin başlangıç aksında sona erer. Üst kat ahşap galerinin planı; narteksten naosa geçiş ekseninde yer alan ahşap sütunun varlığı ve uzman sanat tarihçi / mimarlardan ve benzer tipolojide olan yapılardan elde edilen bilgiler ışığında üst kat galeri katının ”s” kıvrımla orta nefe uzandığı ve narteksin k.batı ve g.batı cephelerinde ahşap galeriye çıkış sağlayan merdivenlerin ise üst kat mimari kurgusunu izleyen bir düzenleme içerisinde ahşap, üç kollu çeyrek ters döner olması gerektiği konusunda fikir birliğine varılmıştır.
Yapının ana giriş kapısı batı cephesinin orta aksında yer alır. Sağ ve sol aksta simetrik olarak tuğla örgü düze yakın hafif kavisli bir kemere sahip ikişer pencere yer alır. Ana giriş kapısı tahrip olmasına karşın büyük ölçüde özgündür. Tuğla örgü yuvarlak kemerli, demir şebekeli aydınlık pencereli, düz taş lentolu, ahşap çift kanatlıdır. Narteksin kuzey ve güney aksında simetrik olarak düzenlenen aynı eksende kapı ve üst pencereden oluşan ikili sistem yer alır. Yan girişler tuğla örgü düze yakın hafif basık kemerli olup dikdörtgen formlu kapı açıklıklarıdır. Yine hemen üzerinde dikdörtgen formlu aydınlatma pencereleri yer alır. Günümüzde harap ve üst kısmı yıkık durumda olan bu pencerelerin özgün kemer formunu sadece güneydoğu cephesinde konut penceresine dönüştürülen pencerenin tuğla örgü düze yakın hafif basık kemerinden tespit edebiliyoruz. Dolayısıyla tüm pencereler gibi üst kot pencereler de aynı mimari düzenlemeye sahiptir.
Nartekste yer alan yan kapılardan Kuzeybatı cephede bulunan kapı simetri aksında ki yan kapıya göre, eğimden dolayı zemin kotu daha yüksektedir. Başka bir deyişle kilisenin güney cephesini sınırlayan bahçe ile kuzey yan cephesini sınırlayan sokak farklı kottadır.
Kuzeybatı cephede yer alan yan kapı doğrudan sokağa ulaşımı sağlamaktadır. Kilisenin işlevini sürdürdüğü dönemde kuzeybatıda narteksin sokağa ulaşımını sağlayan kapının önünde günümüzde mevcut olmayan büyük olasılıkla ahşap tek kollu bir merdiven olmalıdır.
4.2 Naos
Ana mekân naos bölümünde kuzey ve güney cephede yapının işlevselliğine ve morfolojik yapısına zarar veren niteliksiz muhdes (konut,ahır,depo…) yapılar mevcut olup genel olarak taban döşemesi de işlevine uygun olmayan kullanımlarla tahrip edilmiştir. Özgün döşeme molozlarla ve atıklarla kaybolmuş durumdadır. Fakat yapılan yazılı ve görsel araştırmalarda konuya dair her hangi bir veriye rastlanmamış olup bir uzman görüşü olarak zemin kaplamalarının kiliselerde sıklıkla kullanılan ve nartekste yapılan araştırma kazılarında da ortaya çıkan aşınmaya ve suya dayanıklı dikdörtgen sal taşının narteks ve naosta kullanılmış olabileceği belirtilmiştir.
Naosta günümüze ulaşan özgün kalıntıların en önemlisi ahşap taşıyıcı bir sütundur. Yapılan araştırma kazılarında bu sütunun mıhlarla temele sabitlendiği görülmüştür. Ana mekândan günümüze özgün olarak gelen ve sol aksta yer alan bu taşıyıcı sütunun varlığı ve mekân konumunun mimari hacimde bir karşılığı büyük ölçüde olmalıdır. Sonuç olarak uzman mimar/sanat tarihçilerden alınan görüşler ile elde edilen veriler ışığında kilisenin üç nefli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Naosta pencereleri kuzey ve güney cephelerde simetrik olarak düzenlenmiş olup her cephede dört adet pencere vardır. Bu pencereler uzun dikdörtgen formlu, tuğla örgü düze yakın basık kemerli ve dört adet olup yay kemerli hafifletme kemerlerine sahiptir. Pencere doğramaları mevcut değildir.
4.3 Apsis
Doğu cephesinde giriş ekseninde yarım yuvarlak ana apsis; ve ana apsisin duvarında sağ ve sol aksta dikdörtgen ve yarım yuvarlak formlu ikişerden dört adet liturji (ayin) ile ilgili nişler mevcuttur. Kutsal bölümün kuzeydoğu ve güneydoğu cephesinde ise birbirleri ile simetrik olarak düzenlenmiş bir yarım yuvarlak kemerli bir niş hemen yanında düze yakın tuğla örgü kemerli bir niş ve bu nişin üstünde dikdörtgen şeklinde yine tuğla örgü düze yakın kemerli, daha küçük bir niş mevcut olup bu nişlerin üzerinde kutsal bölümü aydınlatan dikdörtgen formlu aydınlık cephe penceresi olan bir düzenleme yer alır.
Doğu cephesinin en belirgin öğesi, dışarı taşan dairesel planlı apsistir. Özgün kurguda apsisin tam ortasında yarım yuvarlak kemerli bir pencere yer alır. Kilisenin plan şeması doğu cephesinde de dıştan yansıtılmıştır. Ana apsis dışa taşkın yarım daire olup apsisin yarım kubbesi ve kemer alınlığı dolgu ateş tuğla örgüdür. Dış cephede apsisin dışa taşın kısmında özgün üst örtüsü alaturka kiremit ile aktarılmıştır. Apsiste atıl durumda bulunan mermer mimari elemanlar büyük olasılıkla bu mimari hacime ait olmalıdır. Ayrıca kilisenin harabe olan iç mekanında muhtelif yerlerde eski Rumca yazılı ateş tuğlalara rastlanmıştır. Apsis ve kutsal bölümün zemin döşemesi belirlenememiş fakat bu bölümde atıl durumda bulunan mermer parçaları üzerine uzman görüşü alınarak ve benzer tipolojide ki yapılar incelenerek bu mimari hacmin zemin döşemesinin mermer kaplama olması konusunda fikir birliğine varılmıştır.
Buna göre restitüsyonda alınan kararlar şunlardır;
Yapı üzerinde izi bulunmayan, kaynaklarda özgününe dair her hangi bir veriye rastlanmayan bazı konularda, yörede yapılan sözel görüşmeler ve uzman mimar ve sanat tarihçilerden görüş alınarak fikir birliğine ulaşılmış ve benzer tipolojide ki yapılar incelenmiştir. Bu bağlamda;
İç mekân döşemesi narteks ve ana mekanda sal taşı, kutsal bölümde mermer olarak belirlenmiştir.
Özgün mimari kurguda yapının tüm iç ve dış cephe yüzeylerinin sıvalı olduğu cephe yüzeylerinde ki sıva kalıntılarından izlenmektedir. Sıva kireç esaslı kıtıklı harçtır. Ayrıca sıva üzerinde her hangi bir duvar resmine veya izine rastlanmamıştır.
Yapının üst örtüsü için mimari izler ve uzmanlardan alınan görüş doğrultusunda ahşap konstrüksiyonlu beşik çatı olup alaturka kiremit ile aktarılmalıdır. yapıyı çevreleyecek olan saçak silmesi, ana giriş kapısının hemen üzerinde yer alan tuğla örgü profilli silmenin devamı niteliğinde cephe düzenlemesinde estetik olarak bütünlük sağlamalıdır. Böylece profilli saçak silmesi taş veya tuğla örgüden ve sıvalı olmalıdır. Dışa taşkın apsisin saçak silmesi de profilli taş veya tuğla örgü ve sıvalı olarak uygulanmalıdır.
– Yapıda iç mekanda ki ve dış cepheye bitişik nizamda yapılan niteliksiz eklerden ve kalıntılardan arındırılmalıdır.
Kilise tipolojisi üç nefli bazilikal planlıdır. Nartekste yer alan ahşap konstrüksiyonlu kadınlar mahfili (galeri) ve narteksin sağ ve sol aksında simetrik olarak yer alan üç kollu çeyrek ters döner ahşap merdivenler restitüsyon projesi esas alınmalıdır.
-Yapıda ki tüm pencere ve kapı doğramaları günümüze ulaşmamış olup beden duvarları ve tüm kapı -pencere açıklıkları restitüsyonda aynen korunmuş ve ahşap çift kanatlı doğramalar – ahşap çift kanatlı kepenkli olarak restitüe edilmiş ve sıvalı olarak önerilmiştir.
Dış cephe özgün sıvasına uygun olarak hazırlanan harç ile sıvanıp ve sıva üzeri boya önerilmiştir.
İç mekanda ki yapı kalıntıları ve molozlar temizlenmeli ve yapının kuzey – güney neflerinde ve bema-apsis gibi mimari hacimlerin zemininde araştırma kazıları yapılmalıdır. Buna göre bu mekânların döşemesi restitüsyon projesine uygun olarak revize edilebilir.
5-Restorasyon Raporu
Kilise restorasyonu restitüsyon doğrultusunda yapılacaktır. Buna göre;
*Öncelikle yapı içerisindeki ve dış cephesine bitişik durumdaki tüm muhdes ekler tamamen kaldırılmalıdır.
*Yapılar kaldırıldıktan sonra alanda tespit edilen döşeme kotuna kadar yapı içinde kotlama çalışması, hafriyat çalışması yapılmalı; özgün döşeme seviyesine inilmelidir. Kazı itina ile yapılmalıdır ki alt katmanda bulunabilecek özgün döşeme var ise zarar verilmemesi gerekmektedir.
*Yapı beden duvarlarında muhdes olan pencere kapamaları alınmalı, üst kotta harç özelliğini yitirmiş örgüler yerinden alınmalı, restitüsyon projesine uygun olarak özgün harç ve duvar örgü sistemine göre örülmelidir.
*Derz açımdan sonra duvarlarda çatlak tespiti yapılması durumunda;
*1 cm’ e kadar çatlaklarda özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması
*1-4 cm arasında olan çatlaklara paslanmaz kenetlerle dikiş atıldıktan sonra özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması
*4 cm den büyük olan çatlakların 15-20 cm kadar çevresinin çürütülerek özgün malzeme ve sistemine uygun olarak yeniden örülmesi ve özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması; önerilmektedir.
*Uygulama sırasında temel durum tespiti için kısmi sondajlar açılmalıdır. Temel sistemi uzmanlar tarafından incelenmelidir. Temellerde eğer çatlak tespit ediliyorsa duvarlarda önerilen çatlak müdahale yöntemleri temel duvarlarında da uygulanmalıdır.
*Ayakta kalan ve iyi durumda olan duvarların özgün taş ve tuğla örgüsü ile korunacaktır. Malzeme kaybı olan bölümlerde çürütme tümleme yapılacaktır. Tümleme malzemesi özgün taş özelliğine uygun taş ile yapılmalıdır. Derzlerin tamamı sökülerek özgün derz karışımlı harç ile yeniden derzleme yapılmalıdır. Derzleme yapıldıktan sonra horasan sıva ile iç ve dış cepheler sıvanmalıdır.
*Çatı sistemi restitüsyona uygun olarak yapılmalıdır. Ahşap makas sistemine göre çözümlenecek çatı da kaplama tahtası üzerine rufoline ve alaturka kiremit örtüsü yapılacaktır.
*Yapı günümüze büyük ölçüde yıkılmış durumda gelmiştir. Duvarlarının üst kot bölümleri de büyük ölçüde yıkılmıştır. Bu nedenle öncelikle duvarlardaki güçlendirmeler yukarıda sıralanan maddelere göre tamamlanmalıdır. Çatı sistemi kurgulanmadan önce restorasyon projesine uygun olarak naostaki ahşap sütunlar imal edilmelidir. Projede ahşap sütunlar taş kaide üzerine oturtulmuştur. Ahşap sütunlar paslanmaz tijler ile taş kaideye ankre edilmelidir. Daha sonrasında çatı karkas sistemi yapılmalıdır.
*Duvarlardaki çimento harçlar ve sıvalar raspalanacaktır.
*Paslanmış olan demir kılıç ve lentoların üzeri mekanik temizlik ile pastan arındırılacak üzerine antipas ve siyah yağlı boya uygulanacaktır.
*Zemindeki toprak alımı sırasında alt katmanlardan çıkacak izlere farklı bulgulara göre proje tadilatı yapılarak ilgili koruma kurulu onayından sonra uygulamaya devam edilmelidir.
*Duvarların rijitliği için duvar üst kotunda paslanmaz L profillerle hatıl sistemi oluşturulmalıdır. Bu şekilde yapının yanal kuvvetler etkisinde açması önlenmiş olur.
*Kullanılacak tüm ahşap elemanların fırınlanmış, emprenye edilmiş ve yangına karşı koruyucu boya ile boyanmış olması gerekmektedir.
*Kapı ve pencere doğramları projesine uygun olarak yeniden yapılmalıdır. Giriş kapısı özgün olup çürüyen bölümleri dışında korunması önerilir.
*Duvarlar sıvalı olarak önerilmiştir.
*Zemin kaplaması kazıda çıkan veriler doğrultusunda taş kaplamadır.
*Eğimli bir arazi üzerine oturan yapının üst kotta kalan bahçesi betonarme perde duvar üzeri taş kaplama olarak önerilmiştir. Eğimli arazi olması nedeni ile ana taşıyıcısı betonarme önerilmiştir.
*Bahçe içine zemin altına tuvalet birimleri önerilmiştir.
Kaynakça
”19. yüzyıl Kayseri kiliseleri için koruma önerileri” itüdergisi/ a mimarlık, planlama, tasarım Cilt:7, Sayı:2, 26-37, Eylül 2008
Tekfurdağı Sancağı’nın Sosyal ve Ekonomik Yapısı (1890-1902),makâle, Ümit Ekin/ Hümmet Kanal
İstanbul’da Ermeni-Rum Kiliseleri Krizi ve Ermenilere Tanınan Yeni İmtiyâzlar (1890-1891), Ramazan Erhan Güllü
10.‘Badgerazart Pınaşkharhig Pararan’ (Resimli Dünya Sözlüğü), H.S. Eprigyan, Venedig, 1902
http://www.agos.com.tr , Çanakkale, Gelibolu, Tekirdağ Ermenilerine ne oldu?,makale, Zekeriya Mildanoğlu
Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin Din-İbadet, Egitim-Ögretim Hürriyetleri ve Bu Bakımdan “Kilise Defterleri”nin Kaynak Olarak Önemi (4 numaralı kilise defteri’nden örnek fermanlar), Ali Güler
Kumkapı Surp Vortvots Vorodman Kilisesinin Yapım Sistemi Ve Onarım Sürecinin Değerlendirilmesi, tez,Rahmi Hızır
“Kuzey Marmara sahilleri ve ard alanında şehirleşmenin tarihi süreci: XVI.-XVII. yüzyıllarda Tekirdağ ve yöresi”, Doktora Tezi, Hacer Ateş, İstanbul Üniversitesi SBE, 2009.
Tekirdağ ilinin batısında yer alan Malkara ilçesinin Gazibey Mahallesinde 210 ada 46 parselde yer alan tarihi yapı Edirne Anıtlar Kurulu tarafından tescillenmiş olup mülkiyeti Tekirdağ Belediyesi’ne aittir. Mevcut yapı günümüzde harabe, atıl ve harap durumdadır.
Korunması gereken bir kültür varlığı olarak yapının mevcut durumundan kısaca bahsedersek; bakımsızlık, atmosferik koşullar, çevresel etkiler ve özgün fonksiyonuna uygun olmayan kullanımlar nedeni ile yapı kısmen fiziksel ve mekanik tahribata uğramıştır.
Zaman içerisinde kesme taş duvar içerisinde harç boşalması ve yer yer taş düşmeleri, duvarlardaki çatlamalar ve açılmalar, yapı malzemeleri üzerinde gözlenen yüzey kayıpları, derz boşalması, nemlenme, tuzlanma,parça kopmaları, mantar oluşumları gibi malzeme bozulmaları, metal elemanlardaki korozyon, kapatılmış özgün açıklıklar yapının genel hasarlarıdır.
Yapıda betonarme/ çimento sıva uygulamaları ve arka kısa cephede-iç mekânda muhdes ekler hem görsel hem de fiziksel açıdan uyumsuz olup yapıya zarar vermiştir.
Zemin kat+1 normal kattan oluşan yapı dikdörtgen planlı, ayrık nizamlıdır.
Kireç esaslı bağlayıcı harç ile keşan taşından yığma kagir sistemde inşa edilen yapıdan günümüze sadece beden duvarları ve özgün kurguya ait mimari izler ve öğeler ulaşmıştır. Yapının köşelerini ve çatı hizasında üçgen alınlık duvar hattını vurgulayan bosajlı kesme taşlar kullanılmıştır. Yine yapının dış cephe pencereleri ve kapı sövelerinde de kesme bosajlı taşlar kullanılmıştır.
3.1 Dış cephe
Dış cephe mimari gelişimi ön ve arka kısa cephe simetrik bir düzenlemeye sahiptir. Pencereler üçlü grup halinde zemin ve 1. katta simetri ekseninde yer alır. Sol uzun cephede zemin kat orta aksta yer alan bir ana giriş kapısı her iki yanında ikişer pencere ve kapının hemen üzerinde 1. kat simetri aksında dışa taşkın metal profillere oturan harap bir balkon yer alır. Balkonun döşemesi niteliksiz, donatılı betondur. Balkonun özgün kurguda mevcut olan demir korkuluğu günümüze ulaşmamıştır. Balkonun her iki yanında ikişer cephe penceresi yer alır.
Sağ uzun cephede ise özgün mimari kurguda zemin katta beş, üst katta da beş adet olmak üzere pencere açıklığı mevcuttur.
Kat yükseklikleri tüm cephede bosajlı dikdörtgen uzun kesme taş silmelerle vurgulanmıştır. Silmelerin olduğu hizada belli aralıklarla cephede güçlendirme için tüm cepheyi çevreleyen metal kılıçlamalar yapılmıştır. Dış cephe sıvasız taş örgüdür.
Yapının çatıya geçiş kenarı tüm cepheyi çevreleyen taştan içbükey profilli saçak olup furuşlarla hareketlendirilmiştir. Ön cephe ve arka cephe kısa kenarlar çatının üçgen alınlık duvarı ile biter. Bu üçgen alınlık duvarlarının orta aksında birer pencere yer alır.
Hali hazırda pencere ve kapı doğramaları mevcut olmayıp açıklıklar büyük oranda tuğla ve taş örgülerle kapatılmıştır. Ön kısa cephede zemin kattın sağ aksında ve sağ uzun cephenin de orta aksında olmak üzere yer alan pencereler niteliksiz bir müdahale kapıya dönüştürülerek özgün mimari kurguya zarar verilmiştir.
Yapının üst örtüsü günümüze ulaşmamış olup özgün kurguda ahşap konstrüksiyonlu beşik çatı ve alaturka kiremit ile aktarılmış idi. Ön cephede büyük ölçüde günümüze ulaşan çatı üçgen alınlık duvarı arka cephede yıkılmıştır.
3.2 İç mekân
Yapının iç mekânında yoğun olarak ağaçlanma ve bitkilenme ile oluşan kökler yapısal hasarlara sebep olmuştur. Binanın sorunlarını ve özgün detaylarını tespit edebilmek için iç mekânda moloz ve atıkların temizlenmesi, bitkilenmenin sonlandırılması gerekmektedir. Dikdörtgen planlı yapının ön cephe sağ aksında betonarme yapı kalıntısı mevcuttur. Ayrıca binanın elektrik santrali olarak kullanıldığı dönemde zeminde kullanım işlevine uygun olarak muhdes betonarme teknik donatı öğeleri görülmektedir.
Günümüze ulaşmayan normal katın iç mekânda duvar içinde gizlenen ahşap kirişler ile özgün kat yükseklikleri tespit edilebilmektedir. Ahşap kirişler bindirme sistemde olup metal kenetler kullanılarak güçlendirilmiştir. Üst kotta beden duvarlarında saçak altından başlayan yer yer taş düşmeleri ve kısmi yıkılma söz konusudur.
Giriş cephesinde zemin kat orta aksta ana giriş kapısı yer alır. Kapının dıştan bosajlı taş kemeri iç cidarda tuğla örgü basık yuvarlak kemerli olup metal profil lentosu mevcuttur. Aydınlık penceresi tuğla örgü ile kapatılmıştır. Kapı doğramaları günümüze ulaşmamıştır. Kapının her iki yanında iç mekânda tuğla örgü yuvarlak kemerli dar, uzun ikişer pencere yer alıp pencere doğramaları mevcut değildir. Üst kat cephe de ise orta aksta balkona açılan kapı ve balkonu taşıyan ve ahşap kirişlere bindirilen metal profil çıkmalar mevcut olup kapı ve cephe düzenlemesi zemin kat ile simetriktir.
Sağ cephede zemin katta orta aksta yer alan pencere kapıya dönüştürülmüş olup metal çift kanatlı muhdes bir kapı mevcuttur. Kapının sağ ve sol yanında yer alan ikişer pencere ise tuğla örgü ile kapatılmış olup sağ ve ön cepheye bitişik betonarme yapı kalıntıları yer alır. Üst katta ise beş adet pencere yer alır pencere boşlukları kısmen tuğla örgü duvar ile kapatılmıştır.
Özgün kurguda ön ve arka kısa cephelerde zemin ve üst katta üçer adet pencere yer alıp her iki cephede simetrik özellik gösterir. Ön kısa cephenin zemin katında sağ penceresi kapıya dönüştürülerek özgün kurguya zarar verilmiştir.
Yapının pencereleri dış cephede bosajlı taş basık yuvarlak kemerli, iç çedarda tuğla örgü basık yuvarlak kemerlidir. kemerlerin karnında kilit taşının simetriğinde metal kenetler ile güçlendirme yapılmıştır. Uzun,dar ve dikdörtgen formlu olan pencerelerin doğramalarına dair mimari bir iz olmamasına rağmen eski fotoğraflarında ahşap çift kanatlı olduğu görülmekte olup zemin katta dökme demir, mızrak uçlu metal şebekelidir. Bu metal şebekelerin bir kısmı günümüze ulaşabilmiştir.
İç mekânda pencere ve kapı sövelerinde ve kemer karınlarında kireç esaslı özgün sıva üzeri boya izleri takip edilebilmektedir. Özgün kurguda iç cephe duvarların sıvalı olduğu tespit edilebilmektedir.
Yapının üst örtüsü mevcut değildir. Fakat mimari izlerden ve eski bir fotoğrafına dayalı olarak ahşap konstrüksiyonlu, üçgen alınlık duvarına sahip, beşik çatılıdır. Üçgen alınlık ve ortasındaki aydınlatma penceresi bir çatı katı görüntüsü verse de yapının beden duvarlarında izlenen tavan döşeme izi ve alaturka kiremitli saçak örtüsü kalıntıları çatı konstrüksiyonun ve tavan döşemesinin kotunu göstermektedir.
4-Restitüsyon raporu
Yapının özgün mimari karakterinin belirlenebilmesi ve dönemini yansıtan teknik bilgi ve yazılı – görsel belgeler elde etmek amacı ile yapılan detaylı araştırmalar rölöve çalışmaları ile eş zamanlı olarak gerçekleştirilmiştir. Yapı ile ilgili olarak öncelikle üniversitelerin kütüphaneleri, Başbakanlık Osmanlı arşivleri, İstanbul Üniversitesi Fotoğraf Arşivi, IRCICA kütüphanesi, Atatürk Kitaplığı ve fotoğraf arşivleri, İstanbul Enstitüsü, Rum- Ermeni mimarisi ile ilgili kaynak kitaplar taranmış ancak yeterli veriye ulaşılamamıştır.
Malkara ile ilgili belgeler incelendiğinde yapının değirmen yapısı ya da okul yapısı olma ihtimalleri üzerinde durulmuştur.
Bölgede ki gayrimüslimlerin yazılı ve görsel kaynakları, gazete arşivleri taranmış dönemin sanat-mimari, kültürel, çevresel, tarihi, sosyal, toplumsal, gelişimleri, değişimleri ve olayları incelenmiş noktasal bazı verilere ulaşılmıştır.
Sözlü tarih araştırmaları kapsamında yörenin insanlarından edinilen bilgiler ışığında; dini inanç farklı bile olsa yapının ilçenin kültürel hafızası içinde önemli bir yere sahip olduğu gözlemlenmiş olmakla beraber koruma bağlamında büyük ölçüde aynı önem verilmemiştir.
Cumhuriyet Döneminde elektrik santrali olarak kullanılan yapının özgün işlevinin ne olduğu konusunda farklı fikirler vardır. Bu fikirlerden biri yapının metropolit evi olduğu yönündedir. Fakat bu yapının metropolit evi olması kilise yönetim hiyerarşisi, ilçenin o dönemde ki konumu ve ilçeyi yöneten idari yapı göz önüne alındığında söz konusu değildir. Metropolit Hristiyanlıkta bir bölgenin tüm kiliselerinden sorumlu piskopos veya başpiskoposu olup kilise hiyerarşisinde bulunduğu görev tanımı ve konumu itibari ile bölgenin merkez ilçesinde görevli olması gerekir. Malkara o dönem sancağın bir kazası konumunda idi. dolayısı ile Malkara’nın dönemin idari yönetiminde metropolit görev almaz.
Diğer farklı bir görüş ise bu yapının bir Ermeni kilisesi yönünde olduğu bununla ilgili olarak bazı birkaç resmi kurumun sayfasında ve Ermenice bir iki internet sitesinde bahsedildiği üzere burası bir kilise yapısı da değildir. Kiliselerin plan, kitle tasarımı, mimari ögeleri, doğu-batı yönlü konumlanışı gibi birçok ortak özellikleri vardır. Fakat mevcut yapı tipoloji, konumlanma ve bu mimari kurgudan uzaktır.
Bir diğer görüşü de belirtmeden geçemeyeceğiz. Yapının bir un fabrikası ve değirmeni yani sanayi yapısı olduğu fikridir. Yazılı ve görsel araştırmalarda ilçede iki adet un fabrikasından söz edilmesine rağmen, yapıda konu ile ilgili olarak ne bir mimari düzenleme ne de teknik bir düzenleme ve donatı izine rastlanamamıştır.
Üçgen alınlıklı beşik çatı formu ile değirmen binasını andırsa da incelenen İstanbul Kasımpaşa Değirmeni, Paşalimanı Değirmesi, Unkapanı Değirmen yapılarının son katlarına üçgen alınlıklı bölümünde dahil edildiği yani son katta makas sistemlerinin görüldüğü bir planlama anlayışı tespit edilmiştir. Bizim yapımızda ise bulunan belgelerde alınlık olmasına karşı çatının kata dahil edilmediği belge 2 nolu fotoğraftan gözüken ters tavan çıtasından anlaşılmaktadır. Bunun dışında çatı arasına bakan pencere formu değirmenlerde elips yada yuvarlak iken burada yuvarlak kemerli dikdörtgen formludur. Bu pencerenin çatı havalandırılması için kullanıldığı düşünülmektedir.
İncelenen un değirmenleri yapılarının tek yapı olmadığı lojman, fırın, depo gibi ek birimlerinin sahip olduğu ve çok katlı olduğu tespit edilmiştir. Bunun dışında oturum alanının da çok daha büyük olduğu görülmüştür. 46 parseldeki yapı böyle bi komplekse sahip olmamakla birlikte bu yapı toplulukları ile ilgili elimizde bulunan tarihi bilinmeyen eski fotoğrafta (bkz.belge 1) yapı etrafında başka bir yapı görülmemektedir. veri yoktur. Değirmen yapılarına göre ise küçük ve az katlıdır. Bunun dışında pencere ebatlarını bakılacak olursa un değirmeni yapılarında pencere yüksekliklerinin az olduğu görülmüştür. Ancak 46 nolu parseldeki yapı pencere yükseklikleri değirmen yapılarındaki pencere yüksekliklerinden çok daha fazladır.
Diğer bir görüş ise gayrimüslim cemaatlere ait bir okul olabileceği yönündedir. Ki ermeni yazılı kaynaklarda yapının bulunduğu mahallede ve civarında ve Mamigonyan ile Hıristiyan adlı beş yıllık 173 erkek ve 129 kız öğrenci ile 7 öğretmenin bulunduğu iki okula sahiptiler. Bir diğer yazılı kaynak ise 1901 Edirne Vilayeti Salnamelerinde yörede iki ermeni okulun varlığı tespit edilebilmektedir. Yapılan araştırmalar sonucunda yapının bir okul olduğu kabul edilmiştir.
Gayrimüslim okulları incelendiğinde bulunduğu yerdeki öğrenci sayısına göre tek katlı yada çok katlı okul yapıları tespit edilmiştir. Yapı oturum alanıda yine öğrenci sayısına göre büyük yada küçük dönem örneklerinin olduğuda araştırmalar sürecinde yapılan tespitlerdir. Araştırma sürecinde 46 parsel ile benzerlik gösteren okul yapıları raporlanmıştır. Buna göre;
AYA KİRYAKİ OKULU
PAPAZ KÖPRÜSÜ RUM OKULU
ZAGOR-PATİKO OKULU
KUMKAPI IOAKİMİON RUM KIZ LİSESİ
YANYA POGON OKULU
Yapıdan günümüze sadece beden duvarları kalmış olup cephe düzenlemesinde yapının günümüze ulaşan en eski fotoğrafı ve mimari izler esas alınarak restitüe edilmiştir.
Yapının tek giriş kapısı sol cephede orta aksta yer alıp dıştan taş, içten tuğla örgü basık yuvarlak kemerli olup aydınlık pencereli, ahşap çift kanatlıdır. Ayrıca kapının aydınlık penceresinin doğramaları ahşap olup sabit kasetleme çıtalıdır. Tüm pencere doğramaları gibi bu cephede de ahşap ve üst kotta sabit kasetleme çıtalı, alt kotta çift kanatlı olup zemin katta dökme demir mızrak uçlu şebekeler yer alır. Giriş kapısının sağ ve sol ekseninde ikişer pencere yer alırken bu düzenleme simetrik olarak üst katta da tekrarlanmıştır. ayrıca yapıda ki tüm pencereler de içten tuğla örgü basık kemerli, dıştan taş örgü basık kemerli olup içte kemerlerin üzerinde tuğla örgü hafifletme kemerleri yer alır.
Yine sol cephenin giriş aksının üzerinde yer alan çıkma balkon demir korkulukludur. Büyük olasılıkla yapının arka cephesinde günümüzde de mevcut olan betonarme niteliksiz muhdes ek yapılırken balkonda bu dönemde betonarme olarak yenilenmiştir.
Ön ve arka kısa cephelerde alt ve üst katta üçer pencere mevcut olup çatı alınlık duvarında da birer aydınlatma penceresi yer alır. Ön cephenin zemin katında sağ eksende yer alan pencere kapıya dönüştürülerek özgün mimariye zarar verilmiştir. aslına uygun olarak onarılmalıdır. Çatının üçgen alınlık duvarının aydınlanma penceresi de bosajlı taş basık kemerli olup tuğla örgü ile kapatılmıştır. Pencere özgün mimari kurguda diğer cephe pencerelerinde olduğu gibi ahşap kasetleme çıtalı ve tek kanatlıdır.
Sağ uzun kenar cephede de zemin katta beş, üst katta beş cephe penceresi yer almaktadır. Yapıda ki diğer tüm pencere açıklıkları gibi büyük ölçüde niteliksiz malzemeler ile kapatılmıştır. Ayrıca yine sağ cephenin zemin katının orta aksında kapıya dönüştürülen pencere açıklığı aslına uygun olarak restore edilmelidir.
Yapının ana kütlesinin köşelerini ve çatı hizasında üçgen alınlık duvar hattını vurgulayan bosajlı kesme taşlar kullanılmıştır. Aynı şekilde yapının dış cephe pencereleri ve kapı sövelerinde de kesme bosajlı taşlar kullanılmış olup kat silmeleri de dikdörtgen bosajlı taşlar ile vurgulanmıştır. Cephede saçak altı içbükey profilli silmesi taş furuşlarla hareketlendirilmiştir.
Yapıya bitişik arka cephede yer alan betonarme muhdes ek yapı binanın silüetini bozmakta olup bina bu ve benzeri tüm muhdes eklerden restitüsyon projesinde kaldırılmıştır.
Zemin ve bir normal kattan oluşan yapının iç mekânda kat izleri takip edilebilmektedir. Beden duvarlarının içine yerleştirilen ahşap kirişler bindirme tekniğinde olup metal kenetlerle sabitleme ve güçlendirme yapılmıştır. Dolayısıyla kirişleri ahşap olan yapının bu ahşap bağlayıcı ve konstrüksiyon düzenlemesini tamamlaması için taşıyıcılar da ahşap olmalıdır. Yakın döneme ait bir fotoğrafta ise ahşap çatı ve ahşap döşeme sistemi kısmen de olsa görülmektedir. Ayrıca üst katın ahşap tavan döşeme izi sağ cephenin üst kotunda tespit edilebilmektedir. Buna göre üst katın tavan döşemesi Ters tavan sistemde ve yalındır. Bu tür tavanlar kirişler üzerine, ince lama şeklinde merteklerin yan yana sıralanmasıyla ya da hasır ve buna benzer malzemelerin kirişlerin üzerine serilmesiyle oluşturulur. Ters tavanlarda kirişler, odanın içerisinden kaplanmadığı içinaçıkta kalır. Yapının günümüze ulaşmayan üst örtüsü geçmişte ahşap beşik çatı olup alaturka kiremit ile aktarılmıştır. bugün yapının beden duvarlarının üst kotlarında çatı sisteminin mimari izlerini görebilmekteyiz. Dolayısıyla ahşap döşemeler, kirişler ve çatı sistemi; yığma duvarları yatay düzlemde bağlayarak taşıyıcı çerçeveyi tamamlarlar.
Bu bağlamda yapı üzerinde izi bulunmayan, kaynaklarda özgününe dair herhangi bir veriye rastlanmayan bazı konularda, uzman inşaat mühendisi, mimar ve sanat tarihçilerden görüş alınarak fikir birliğine ulaşılmış ve benzer tipolojide ki yapılar incelenerek elde edilen bilgiler diğer mevcut mimari izler doğrultusunda şekillenmiştir. Takiben yapının iç mekan düzenlemesi ve mimari kurgusunda restitüsyon projesi esas alınmalıdır.
Buna göre ana giriş kapısının olduğu eksende geçiş holü ve sol cephe duvarına bitişik ahşap iki kollu yarım döner merdiven ahşap dikmeler ve ahşap bağdadi bölme duvarlar ile düzenlenen dikdörtgen planlı bir mimari hacim içerisinde yer alır. Sol cephenin orta aksında ki pencere merdiven kovasının içerisinde düzenlenmiştir.
Bu holden aynı simetri aksında yer alan iki ahşap kapı dersliklere açılır. Üst katta balkona ve dersliklere açılan merdiven holü yer alır.
Binada yapılan araştırma kazısında taş zemin döşemesi ile karşılaşılmış olup zemin kat bu bulguya göre restitüe edilmiştir. Üst kat ise yakın dönem bir fotoğrafa dayanarak ve mimari izlerden elde edilen bulgulardan ahşap kaplama olarak düzenlenmiştir.
Yapının dış cephesi sıvasız iç cepheleri sıvalı olarak önerilmiştir. İç mekanda sıva izleri pencere nişlerinde ve yer yer duvar yüzeylerinde takip edilebilmektedir.
Buna göre;
– Yapıda iç mekanda ki ve dış cepheye bitişik nizamda yapılan niteliksiz eklerden ve kalıntılardan restitüsyon projesinde arındırılmıştır.
Yapıda ki tüm pencere ve kapı doğramaları günümüze ulaşmamış olup tüm kapı -pencere açıklıkları restitüsyon da aynen korunmuş ve doğramalar açıklığın üst kotunda sabit kasetleme çıtalı olup ahşap çift kanatlı olarak restitüe edilmiş ve sıvalı olarak önerilmiştir.
– Zemin katta döşeme taş, üst katta ise ahşap kaplama olarak önerilmiştir.
Üst örtü ahşap konstrüksiyonlu beşik çatı sistemde ve alaturka kiremit ile örtülmüştür.
5-Restorasyon Raporu
46 parselde bulunan taşınmaz kültür varlığının mimari restorasyonu restitüsyona uygun olarak yapılacaktır. Ancak yapının kullanımı kent müzesi olarak işlevlendirilecektir. Buna göre restorasyonda alınan kararlar şunlardır;
*Öncelikle yapı içerisindeki ve dış cephesine bitişik durumdaki tüm muhdes ekler tamamen kaldırılmalıdır.
*Yapılar kaldırıldıktan sonra alanda tespit edilen döşeme kotuna kadar yapı içinde kotlama çalışması, hafriyat çalışması yapılmalı; özgün döşeme seviyesine inilmelidir. Kazı itina ile yapılmalıdır ki alt katmanda bulunabilecek özgün döşeme var ise zarar verilmemesi gerekmektedir.
*Yapı beden duvarlarında muhdes olan pencere kapamaları alınmalı, üst kotta harç özelliğini yitirmiş örgüler yerinden alınmalı, restitüsyon projesine uygun olarak özgün harç ve duvar örgü sistemine göre örülmelidir.
*Derz açımdan sonra duvarlarda çatlak tespiti yapılması durumunda;
*1 cm’ e kadar çatlaklarda özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması
*1-4 cm arasında olan çatlaklara paslanmaz kenetlerle dikiş atıldıktan sonra özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması
*4 cm den büyük olan çatlakların 15-20 cm kadar çevresinin çürütülerek özgün malzeme ve sistemine uygun olarak yeniden örülmesi ve özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması; önerilmektedir.
*Uygulama sırasında temel durum tespiti için kısmi sondajlar açılmalıdır. Temel sistemi uzmanlar tarafından incelenmelidir. Temellerde eğer çatlak tespit ediliyorsa duvarlarda önerilen çatlak müdahale yöntemleri temel duvarlarında da uygulanmalıdır.
*Cephedeki çimento harçlı sıvalar itina ile raspalanacaktır.
*Ayakta kalan ve iyi durumda olan duvarların özgün taş örgüsü ile korunacaktır. Yapı taşları büyük ölçüde erimiş, yüzey aşınması olmuştur. Bu nedenle taşlarda çürütme tümleme yapılacaktır. Tümleme malzemesi özgün taş özelliğine uygun taş ile yapılmalıdır. Derzlerin tamamı sökülerek özgün derz karışımlı harç ile yeniden derzleme yapılmalıdır.
Cephede alınlık ve üst kot saçak silme taşlarında ciddi malzeme kayıpları vardır. İyi durumda olanlar korunmalı ancak kötü durumda olanlar çürütülerek özgün malzemesi ile tümlenmelidir.
*Cephede taş yüzeylere atmosferik koşullardan korunması için paroloid sürülmesi sonrasında su itici uygulanması önerilir.
*İç duvarlarda çimento sıva raspaları yapılacaktır. Uygulamada iç duvarlar sıvanacaktır.
*Çatı sistemi restitüsyona uygun olarak yapılmalıdır. Ahşap makas sistemine göre çözümlenecek çatı da kaplama tahtası üzerine rufoline ve alaturka kiremit örtüsü yapılacaktır.
*Yapı günümüze büyük ölçüde yıkılmış durumda gelmiştir. Duvarlarının üst kot bölümleri de büyük ölçüde yıkılmıştır. Bu nedenle öncelikle duvarlardaki güçlendirmeler yukarıda sıralanan maddelere göre tamamlanmalıdır. Çatı sistemi kurgulanmadan önce duvar üst kotunda tüm duvarları çerçevelenecek paslanmaz L ile hatıl sistemi dönülmesi önerilir.
*Duvarlardaki çimento harçlar ve sıvalar raspalanacaktır.
*Paslanmış olan demir kılıç üzeri mekanik temizlik ile pastan arındırılacak üzerine antipas ve siyah yağlı boya uygulanacaktır.
*Zemindeki toprak alımı sırasında alt katmanlardan çıkacak izlere farklı bulgulara göre proje tadilatı yapılarak ilgili koruma kurulu onayından sonra uygulamaya devam edilmelidir.
*kat döşemeleri ahşap kiriş sistemde özgününe uygun olarak yapılacaktır. Zemin döşemesi taş kaplama önerilmiş, 1. Kat döşeme kaplaması ahşaptır.
*Kent müzesi olarak işlevlendirilen yapıda restitüsyon plan şeması büyük ölçüde korunmuştur. Sadece zemin katta girişin sağ bölümüne tuvalet birimleri yerleştirilmiştir. Tuvalet yanına idari ofis konulmuştur. Diğer mekânlar sergileme salonu olarak önerilmiştir. 2 katı birbirine bağlayan merdiven limon kiriş sistemli ahşap merdivendir.
*Kullanılacak tüm ahşap elemanların fırınlanmış, emprenye edilmiş ve yangına karşı koruyucu boya ile boyanmış olması gerekmektedir.
*Kapı ve pencere doğramları projesine uygun olarak yeni yapılmalıdır.
*Komşu parseller ile kotu farkı olan yapı çevresine betonarme perde duvar üzeri taş kaplama olarak önerilmiştir. Taş harpuşta üzerine demir korkuluk önerilmiştir.
Kaynakça
”19. yüzyıl Kayseri kiliseleri için koruma önerileri” itüdergisi/ a mimarlık, planlama, tasarım Cilt:7, Sayı:2, 26-37, Eylül 2008
Tekfurdağı Sancağı’nın Sosyal ve Ekonomik Yapısı (1890-1902),makâle, Ümit Ekin/ Hümmet Kanal
İstanbul’da Ermeni-Rum Kiliseleri Krizi ve Ermenilere Tanınan Yeni İmtiyâzlar (1890-1891), Ramazan Erhan Güllü
10.‘Badgerazart Pınaşkharhig Pararan’ (Resimli Dünya Sözlüğü), H.S. Eprigyan, Venedig, 1902
http://www.agos.com.tr , Çanakkale, Gelibolu, Tekirdağ Ermenilerine ne oldu?,makale, Zekeriya Mildanoğlu
Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin Din-İbadet, Egitim-Ögretim Hürriyetleri ve Bu Bakımdan “Kilise Defterleri”nin Kaynak Olarak Önemi (4 numaralı kilise defteri’nden örnek fermanlar), Ali Güler
Kumkapı Surp Vortvots Vorodman Kilisesinin Yapım Sistemi Ve Onarım Sürecinin Değerlendirilmesi, tez,Rahmi Hızır
“Kuzey Marmara sahilleri ve ard alanında şehirleşmenin tarihi süreci: XVI.-XVII. yüzyıllarda Tekirdağ ve yöresi”, Doktora Tezi, Hacer Ateş, İstanbul Üniversitesi SBE, 2009.
Tekirdağ Türkiye´nin Kuzeybatısında, Marmara Denizinin kuzeyinde tamamı Trakya topraklarında yer alan üç ilden biri, ayrıca Türkiye’de iki denize kıyısı olan altı ilden biridir. Tekirdağ 41º 34´ 52″ – 40º 52´ 53″ – 41º 35´ 28″ – 40º 32´ 23″ kuzey enlemleri ile 28º 09´ 14″ – 26º 42´ 42″ – 28º 08´ 34″ – 26º 54´ 24″ doğu boylamları arasındadır. 6.313 km² yüzölçümüne sahip ilin denizden yüksekliği 0–200 m arasındadır.
Marmara denizi ve Karadeniz’e kıyısı bulunur. Tekirdağ, doğudan Silivri ve Çatalca ilçeleriyle, kuzeyden Kırklareli iline bağlı Vize, Lüleburgaz, Babaeski, ve Pehlivanköy ilçeleriyle çevrili olup, kuzeydoğudan Karadenize 1.5 km lik bir kıyısı bulunmaktadır.
Ergene Havzasının güney kesimindeki en büyük kent olan Tekirdağ, Güney Ergene yöresinden ve kuzeyden gelen yolların Marmara denizine ulaştıkları yerde, geniş bir körfezin kıyısına kurulmuştur. İl merkezi kısmen vadi yamaçlarında, kısmen yalıyarlar üzerinde birbirini izleyen üç basamak üzerine yayılır. Vilayet konağının bulunduğu İlk basamakta yükselti 12 m, çarsının bulunduğu basamakta 25 m. ve kuzeyde Tuğlacılar Lisesinin bulunduğu basamakta 45 m. dir.
Malkara, Tekirdağ ilinin bir ilçesidir. İl merkezinin yaklaşık 56 km batısında yer alır. Malkara’nın kuzeybatısında Uzunköprü, kuzeydoğusunda Hayrabolu, güneydoğusunda Şarköy, güneyinde Gelibolu, batısında Keşan bulunmaktadır. 1.149 km2’lik yüzölçümü ile Tekirdağ ilinin toprak alanı en geniş ilçesidir. İlçede yüksek dağlar ve vadiler yoktur. Genelde plato özelliği gösteren yan ovalar üzerindedir. Tekirdağ’ın en önemli dağları Tekir sıra dağları Malkara’ya 25 km mesafededir. Bu dağlar, ilçenin güney bölümünde, Tekirdağ-Gelibolu istikametinde uzanırlar, ilçe Çimendere Köyü yakınında son bulur. Ganos dağı tekir sıra dağlarının en önemli yükseltisidir (845m.).
İlçe sınırları içerisindeki en önemli yükseltiler ise; Elmalı – karacahalil arasındaki Kuş Tüneyi (647m.), Çimendere– Elmalı arasında Kartaltepe, Yenidibek – Keşan arası İstikamlar tepesidir. Malkara’nın yüzey şekilleri nedeni ile büyük akarsuları yoktur. Barajları ve göletleri besleyen dereler vardır.
İlçede belli başlı ovalar ise; Evrenbey, Kırıkali, Hacısungur, Gözsüz, Karacahalil, Kalaycı, Sağlamtaş, İbribey ovalarıdır. Bunlar fazla geniş olmamakla birlikte bu ovalar ilçenin önemli düzlükleridir.
İlçede, Karaiğdemir ve Kadıköy barajları en önemli yapay göllerdir. Bunun yanında sulama amaçlı: Yaylagöne, Vakıfidemir, Yenidibek (Pişman), Doluköy, Küçükhıdır, Karacagür ve Sırtbey göletleri yapılmıştır. Yapılan bu baraj ve göletlerle ilçenin sulanabilir arazi miktarı 28.360 dekara yükselmiştir.
İlçenin sahip olduğu toprakların büyük bir kısmı tarıma elverişli alanlardır. İlçenin orman örtüsü daha çok güney ve güney batısında yer alan Sağlamtaş Kasabası ile Gelibolu, Keşan sınırları arasında yer almaktadır. Bu alan 232.380 dekar civarındadır.İlçe; kara iklimine sahip olup, kış ayları soğuk ve yağışlı geçmektedir. Yazlar da, genellikle sıcak ve kuraktır. Yıllık yağış ortalaması 500 milimetredir.
2- Tarihsel Gelişim
2.1 Tekirdağ
Tekirdağ ili coğrafi konumu dolayısıyla stratejik önem taşıyan, Anadolu ile Balkanlar arasında geçit bölgesi, İstanbul’a yakınlığı sebebiyle Boğazlar üzerinden geçen Asya ve Avrupa kavimlerinin ilişkileri Tekirdağ’ı İstanbul tarihine sıkı sıkıya bağlamıştır. İstanbul’un zaman zaman saldırıya uğramasının etkileri Tekirdağ’da da görülmüş, topraklarının da verimli olması birçok kavimlerin hâkimiyetinde kalmasına sebep olmuştur. Tekirdağ ili M.Ö. 4000 yıllarına kadar uzanan tarihi boyunca çeşitli uygarlıkların etkisi altında kalmıştır. Bu dönemler içersinde Bisanthe, Rodosto, Tekfurdağı gibi isimler alan Tekirdağ’ın il sınırları içinde tarih öncesi ve tarih çağlarında tam bir kronoloji vermemekle birlikte iskan edilmiş yerler tespit edilmiştir. Paleolitik ve Neolitik çağlara ait bir yerleşme yeri bulunmayan Tekirdağ’da Şarköy ilçesindeki Güngörmez ve Güneşkaya Mağaraları ile Marmara Ereğlisi’ndeki Toptepe höyük’te Kalkolitik Çağ buluntularına rastlanmıştır. Tekirdağ sahil şeridinde yüzeyde yapılan araştırmalara göre İlk Tunç Çağı’nda yoğun olarak yerleşmelerin izine rastlanmıştır. Trakya’da Son Tunç Çağı ile Erken Demir Çağında büyük bir göç dalgası olmuştur. Antik kaynaklar ve arkeolojik bulgular yetersiz kaldığından bu dönem tam olarak aydınlanamamıştır.
Trakya M.Ö. 7. yüzyılda Grek kolonilerinin kurulmasıyla ticarete açılmıştır. Bu dönemde Trakya’nın Marmara kıyılarında kentler kurulmuştur. M.Ö. 514-513 yıllarında Pers Kralı Dereus’un İskit Seferi sonrasında Trakya Pers egemenliğine girmiştir. Bu egemenlik M.Ö. 478-477′ de Atina’nın Pers tehlikesine karşı kurduğu Attik-Delos Deniz Birliği’nin Persleri Trakya’dan temizlemesine kadar devam etmiştir. M.Ö. 342 yılında Makedonya Kralı 2. Philip Trakya’yı topraklarına katarak Odrys Krallığı’nı kendine bağlamış, İskender’in ölümünden sonra Trakya Lysimachos’un egemenliğine girmiştir. M.S. 19. Yüzyılda Roma İmparatoru Tiberius’un Trakya’ya bir vali göndermesi ile başlayan gelişmeler, M.S. 46 yılında İmparator Cladius’un Trakya’da Roma Eyaletini kurması ile sonuçlanmıştır.
Trakya uzun yıllar Roma hakimiyetinde kalmıştır. M.S. 395 yılında imparatorluğun ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma İmparatorluğu içinde kalan Trakya 1354 yılında Süleyman Paşa komutasındaki kuvvetlerin Gelibolu’ya çıkmasıyla Türklerin hakimiyetine girmeye başlamıştır. 1356 yılında Şarköy ve Malkara ele geçirilmiş, 1357’de I. Murat Tekirdağ ve Çorlu’yu Türk hakimiyetine almıştır. Bu arada Bizanslılar kısa bir süre Tekirdağ topraklarını geri almışlarsa da, I. Murat 1363’de buraları yeniden Osmanlı topraklarına katmıştır. Balkan Savaşlarında (1912) Bulgar işgaline uğrayan ilimiz toprakları, 1913 yılında düşman işgalinden kurtarılmıştır. I. Dünya savaşından sonra Mondros Mütarekesi’nin verdiği imkanlardan faydalanan Yunan kuvvetleri 20 Temmuz 1920’de Tekirdağ’ı işgal etmiş ise de 13 Kasım 1922’de Yunan işgali de sona erdirilerek Türk yönetimine geçmiştir. Marmara Ereğlisi 29 Ekim’de, Çerkezköy ve Saray İlçeleri 30 Ekim’de, Çorlu 1 Kasım’da, Muratlı 2 Kasım’da, Malkara ve Hayrabolu 14 Kasım’da, Şarköy de 17 Kasım’da düşman işgalinden kurtarılarak Türk yönetimine geçmişlerdir. 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince girişilen yeni örgütlenme sırasında Tekirdağ il olmuş, ancak; Kurtuluş Savaşının güçleri içinde örgüt hemen kurulamamış, Cumhuriyetin ilanından önce 15 Ekim 1923 tarihinde İl merkezi olmuştur. Tekirdağ’ın unutamadığı mutlu günleri arasında 24 Aralık 1840’da Büyük Vatan Şairi Namık Kemal’in bu il’de doğması, Çanakkale Destanı’nı yaratan 19. Tümen’in Mustafa Kemal’in de önderliğinde Tekirdağ’da hazırlanması, 23 Ağustos 1928’de Atatürk’ün Harf İnkılabı vesilesiyle Tekirdağ’a gelip Başöğretmen olarak ilk dersi vermesi gibi olaylar bulunmaktadır.
2.2 Malkara
Pers kralı I. Serhas zamanında Yunan şehirleri ile yapılan savaşlar (Pers savaşları) sırasında, Malkara’ya çok yakın olan Gürgen Bayırı denilen yerde bir kalenin yapıldığı söylenmektedir. Bu kale civarında birçok yılan bulunduğundan, bu kaleye Farsça Margar veya Margaar adı verilmiştir. Farsça’da mar yılan, gar veya gaar da in – mağara anlamına geldiğine göre Malkara sözü, yılanlı mağara veya yılanlı kale anlamına gelmektedir.
Bir söylentiye göre, Makedonya Kralı Büyükİskender Trakya’da otuz yıldan fazla kalan Persleri (İranlılar) Trakya’dan uzaklaştırınca, Malkara’da (Malgar’da) Sazan, Malgar ve Kumardar İsimli üç komutanı, edek güçlerin başına bırakmıştır. Bunlardan Malgar Gürgen Bayırındaki kalenin benzerini, bugünkü Malkara’nın batısında yeniden kurmuştur. Kumardaç isimli komutan da bir kale yaptırmıştır (Halen oraya Kumardaş Tepe denilmektedir). Sazan adlı Komutan da yine bir kale yaptırmıştır (Bugün Sazan çiftliği denilen yerde). Bu kaleler daha sonra Romalıların eline geçmiştir. Bizanslılar dönemine kadar savunma amacıyla kullanılmışlardır.
Malkara’nın kesin olarak Osmanlılara geçmesinden sonra, Osmanlının iskan (yerleştirme) politikasına uygun olarak Anadolu’dan getirtilen Yörükler, Malkara ve civarına yerleştirilmişlerdir. Bu arada, Ankara ve Çankırıdolaylarından getirtilen bazı ahi gruplar da Malkara’ya yerleştirilmişlerdir. (Ahievren köyünün adı bu olaydan gelmektedir.) I. Murad‘ın ahiliğe karşı büyük bir sevgisi olduğundan (kendisi de bir Ahi’dir.), Malkara’ya getirtilen Yörükler arasında ahilik oldukça yaygındır. Malkara ve civarına yerleştirilen Yörüklerin büyük bölümünün I. Mehmed döneminde “1402-1421” Saruhanlı Beyliğinin Yörükleri olduğu bilinmektedir. Bunlar; Konya, Aydın ve Muğla çevrelerinden getirtilerek yerleştirilmişlerdir. Başlarında da ünlü Paşayiğit (Keşan’ın Paşayiğit kasabası onun adını taşır) bulunmaktaydı.
İstanbul‘un Türkler tarafindan alınmasından sonra, Malkara’nın Balkanlara yapılacak seferler sırasında önem kazandığı görülür
II. Mehmed döneminde Malkara, daha sonraları Evlad-ı Fatihan adıyla anılan akıncıların merkezi olacaktır.
Paşayiğit’in soyundan Turhan Bey (Malkara’nın Hacıevhat Mahallesinin ondan fazla sokağı onun adını taşır), yaşadığı dönem içinde Malkara’nin gelişmesini sağlamış, bu dönem de Malkara oldukça gelişmiştir. Zira, akıncı birliklerinin tüm ihtiyaçları buralarda karşılanmaktadır. “Bugün Malkara civarında Boyacılar, Ensericiler, Ekmekçiler, Yaylagöne gibi isimler bu dönemin izlerini taşır.
Akıncı birlikleri için lazım olan her şey buralarda hazırlanıyordu. Turhan Bey’in oğulları Atina fatihi Ahmet (ki burada ölmüştür) ve kardeşi Ömer Bey (Türbesi, Malkara’da adıyla anılan caminin avlusundadır. Klasik Osmanlı üslubunu taşıyan yapı, sağlam olarak günümüze kadar gelebilmiştir.) Fatih döneminde önemli bir akıncı Beyidir. Kaynaklarda rastlandığı kadarı ile gözü pek bir komutan olan Ömer Bey, Fatih’in emriyle 1465’lerde Venedik’e 70 km kadar yakın olan İzanco ırmağına kadar, 1470’lerde Romanya’ya Pleoşti (Bükreş yakınları)’ye kadar uzanan maceralı akınlar yapmıştır. Fatih’in isteği ile 1473 Otlukbeli savaşına katılmış, uzun Hasan’ı İran içlerine kadar kovalamış ve orada esir düşmüştür. Fatih, bu değerli adamını, birçok İranlı esiri vererek geri almıştır. Bundan sonra Ömer Bey’in gözden düştüğü ve Malkara’da öldüğü bilinmektedir (l488).
Malkara, III. Selim zamanında Nizam-ı Cedid‘in kuruluşu günlerinde bu yenilik hareketini çekemeyen Yeniçeriler, Malkara’nın Ballı köyünde ayaklanmışlardır. Nizam-ı Cedid kuvvetlerince bastırılmıştır.
Malkara, 1828 Osmanlı – Rus savaşı sırasında, Türklerin elinde ilk defa işgale uğramıştır. 1878 Osmanlı – Rus savaşında da (93 harbi) Tekirdağ işgal edilince, Malkara’da önemli göçlere sahne olmuştur. Malkara, tarihinin en kötü günlerini Balkan savaşı sırasında yaşamıştır. 9 Kasım 1912’de Bulgarlar tarafından işgal edilmiştir. Yerli Bulgar ve Rumlarında işbirliği ile 500’den fazla kadın, erkek ve çocuk şehit edilmiştir. Katledilen insanlar, toplu olarak gömülmüşlerdir. Şehitlik denilen bu yerde, bu şehitlerin anısına bir anıt dikilmiştir. İşgal 8,5 ay sürmüş, bu arada şehir yağma edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır. 14 Temmuz 1913’te Mustafa ve Enver Paşa’nın birlikleri tarafından şehir harabe halinde kurtarılmıştır.
Malkara son kez, I. Dünya Savaşı sonunda 20 Temmuz 1920’de Yunanlar tarafından işgal edilmiştir. İşgal yıllarında çok kötü günler yaşayan Malkara, 11 Ekim 1922’de sağlanan ateşkes uyarınca 14 Kasım 1922 tarihinde Yunanların şehri boşaltmasıyla kurtulmuş ve özgürlüğüne kavuşmuştur.
Dünya Savaşıyıllarında da (1940-1941), Trakya’daki diğer kasabalar halkı gibi, buradakiler de işini, gücünü, yerini terk ederek Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmış, türlü maddî, manevî sıkıntılara ve acılara uğramışlardır.
Dünya Savaşı sırasında Türkiye’ye sığınan Yunanları da savaş süresince beslemiştir.
2.3 Tekirdağ ve İlçesi Malkara’da Rum ve Ermeni tarihi
Murad 1367 yılında şehri 2.kez fethetmek zorunda kalır. Tekirdağ fethi sırasında 9 mahalleye sahip iken, kent Osmanlı dönemi boyunca gelişerek 17. yüzyılda 22’si Müslüman, 2’si Ermeni ve 6’sı Rum mahallesi olmak üzere 30 mahalleli bir hale gelmiştir. Şehirdeki Ermeni mahalleleri özellikle Celali isyanları sebebiyle Anadolu’dan göç ettirilen Ermenilerce kurulmuştur.
Tekirdağ ve Malkara da ermeni tarihi ile ilgili edinilen bilgiler Agos gazetesinde çıkan bir makalede derlenmiştir. Bu yazıda bu makalenin bazı bölümleri aşağıda özet olarak belirtilmiştir
”Tekirdağ, Edirne Vilayeti’nin en önemli sancaklarından biriydi. Balkan Savaşı sırasında bir dönem Bulgar, ateşkesten sonra ise bir süre Yunan işgalinde kaldı.
Tekirdağ Ermenileri, Batı Ermenistan’ın Agn (Eğin / Kemaliye), Kemah ve Erzincan tarafından gelmişlerdi. Daha sonraki yıllarda ise aralarına İstanbul’dan gelenler de katıldı. İlk gelen Kemahlı Ermeni ustaların inşa ettiği Paşa Camisi, Türkler için önemli bir dinî mekân oldu. Bir ticaret şehri olan Tekirdağ ve çevresinde, 1915 öncesinde, 15 bini Ermeni olmak üzere, Türk, Musevi ve Rumlardan oluşan 30 bin kişilik bir nüfusa sahipti. Tekirdağ, aynı zamanda bölge Ermenilerinin ruhanî merkeziydi.
Osmanlı arşivinde yer alan kayıtlar ve kiliselerin ferman belgeleri, Tekirdağ Ermeni kiliselerinin tarihine ışık tutacak niteliktedir. Tekirdağ’ın en eski kilisesi olan Surp Hıreşdagabed Kilisesi, 1607’de inşa edildi. 1629’da Takavor Mahallesi’ne yapılan saldırı sonucu tahrip edilen kilise, 1630-1632’de yeniden inşa edilerek Surp Pırgiç adını aldı. 1882’de yanan kilise, 1907’de yeniden yapıldı.
yüzyılın sonunda cemaat nüfusunun artmasıyla, Surp Haç adında ikinci bir mahalle kuruldu ve 1804’te ahşap olarak inşa edilen kilise, 1847’de taş bir yapıya dönüştürüldü. Ermeniler, son olarak 1841’de, Surp Takavor Kilisesi’nin temelini attılar; fakat bu kilise 1912 Depremi’nde yıkıldı.
Öte yandan, limanda yaşayan 50 kadar Protestan Ermeni de 19. yy’ın sonlarında kendi ibadethanelerini kurdular.
Surp Takavor, aynı zamanda İstanbul ve farklı yerleşimlerden gelenlerin sıkça ziyaret ettiği bir hac merkeziydi. Ermenilerin Surp Hovhannes adında, anlaşmazlıklar nedeniyle Rumlar tarafından yakılan bir kiliseleri de vardı.
Ermenilerin Surp Takavor Mahallesi’nde (8.600 nüfus) Hovnanyan adlı 6 yıllık, 274 erkek ve 286 kız öğrenci ile 13 öğretmenin bulunduğu; Surp Haç Mahallesi’nde ise (6.400 nüfus) Hisusyan adlı yedi yıllık 181 erkek ve 112 kız öğrenci ile 7 öğretmenin bulunduğu iki ilkokul ve ortaokulları vardı.
Tekirdağ toplumsal yaşamında Ermeniler, doktor, dişçi, öğretmen, avukat, mimar ve resmî kurumlarda görev yapan yöneticiler yetiştirerek, önemli roller üstlenmişlerdi. Kunduracılık, demircilik, tenekecilik, kuyumculuk ve marangozluk gibi geleneksel mesleklerde çalışan Ermeniler, tarımla da uğraşıyorlardı. Ayrıca, sivil ve askerî gemilerde kaptanlık yapanlara, hatta armatörlere ve bankacılara rastlamak da mümkündü. 1903 yılında kurulan Ermeni Ayakkabıcılar Birliği vasıtasıyla, ürettikleri ayakkabıları Türkiye’nin değişik bölgelerine gönderiyorlardı. 1908’de kısa süreli de olsa ‘Gayzer’ (Kıvılcımlar) adlı bir gazete de yayımladılar.
1915 ‘te siyasi olaylara katılan ve destek veren Tekirdağ’daki Ermeni nüfusun bir bölümü ülkenin farklı bölgelerine gönderilmiştir.
Rölöve Raporu
Surp Toros Kilisesi ya da yörede ki adı ile Bulgar Kilisesi sade kütlesi ve 19. yüzyıl dönemini vurgulayan iç mekan bezemeleri ile dikkat çekmektedir. Kilisenin kesin tarihi ile ilgili olarak net bir bilgi olmamasına rağmen 19.yüzyılla tarihlenebilir. Kilisede yöreye özgü Keşan taşı denilen kum taşları kullanılmıştır. Kaba yonu yığma taş sistemde tuğla ve ahşap çatkı -hatıl tekniği kullanılarak karma sistemde inşa edilmiştir. İnşada bağlayıcı olarak horasan harç kullanılmıştır. Beşik tonoz, düz tavan ve kemerler bağdadi tekniği ile yapılmıştır
İç mekân duvarların cidarların da; giriş cephesinde taş dolgu ahşap çatkı, yan nef duvarlarında ise düşey ahşap hatıllar yükü dağıtan taşıyıcı eleman olarak kullanılmıştır. Dış cephe duvarlarında doğu cephesi dışında üç yönde orta aksta iki sıra tuğla örgü hatıl yer alır. Ayrıca cephe köşelerinde, saçak altı silmesinde ve apsis cephesinde kısmen düzgün kesme taş kullanılmıştır.
Kilise doğu-batı yönünde dikdörtgen, bazilikal bir plan şemasına sahiptir. Kilisenin üç nefli naos (ana mekan) planı batı yönünde narteks ile sınırlandırılmıştır.
Yapının zemin katı; batı cephesinde yer alan narteks (gavit/ jamatun), doğu ucunda apsisle (horan) sona eren orta nef ve kendi apsidolleri olan yan neflerden oluşan bir naos (adyan) ve apsisin yan taraflarında basık kemerli dar kapılarla girilen kare planlı, ayin için hazırlık yapılan ve liturjik eşyaların muhafaza edildiğipastoforiumhücrelerinde oluşur. Batı cephesinde narteksin üzerinde ahşap galeri/gynakion (vernadun) yer alır. Galeriye çıkış narteksin kuzey ve güney yönlerinde yer alan tek kollu çeyrek döner ahşap merdivenler ile sağlanır.
Dış cephe düzeni ise; doğu cephesinde ana apsisin dışa taşkın hali, yan hücrelerin düz duvarları ile cepheye taşınmamıştır. Apsis cephesi orta aksta uçan payanda da denilen payanda ile desteklenmiştir. Orta aksta payanda bitiminin hemen üstünde mazgal penceresi mevcuttur. Yan hücrelerin ve yan nef tepe aydınlık pencerelerinin özgün kurguları kesme taş söveli ve yuvarlak kemerli olup demir parmaklıklıdır.
İki kata göre tasarlanan kuzey ve güney cepheleri büyük ölçüde simetriktir. Cephe pencere düzenlemeleri güneydoğu ve kuzeydoğu uçta yer alan kapı – pencere düzenlemesi dışında kuzey ve güney tüm cephede simetrik bir mimari tasarım gösterir.
Pencereler üst katta yedi, alt katta altı sıralı dizi halinde taş söveli genel olarak yuvarlak kemerli olup güneydoğu ve kuzeydoğu üst kotta yer alan sekizinci ve son pencerenin ölçüleri kısmen farklıdır. Yine cephelerin alt kotunda altı pencere ve kuzeydoğu ve güneydoğu ucunda yuvarlak kemerli,taş söveli, yan neflere açılan dar, yan nef kapılardan oluşan mimari simetrik düzenleme yer alır. Kuzey cephe yan nef kapısı zemin ve toprak dolgusunun altında kalmıştır. Kapının hemen yanında düşey duvar kalıntısı ve kalıntıda ki tuğla örgü kemer izi dikkat çeker. Geçmişten günümüze gelen bu mimari izler yan neflere bitişik farklı bir mimari hacmin varlığına işaret eder. Bu tip mimari hacimlerin bazilikal kilise tipolojisinde örnekleri mevcuttur.
Batı cephesinin özgün mimari kurgusu orta aksta nartekse girişi sağlayan tuğla örgü basık kemerli, çift kanatlı ana kapı, sağ ve sol aksta yine basık kemerli olasılıkla pencere açıklıkları mevcuttur.Üst kotta ise kapının üzerinde orta ve yan akslarda yuvarlak kemerli,taş sövelipencereleryer alır.
Günümüzde cephede orta aksta yer alan ana giriş kapısı ve üstünde ki pencerenin form ve ölçüleri değişikliğe uğramış olup özgün durumda kapı ahşap çift kanatlıolmalı , Sağ akstaki muhdes yapı cephenin özgün mimari kurgusuna zarar vermiştir.
Sonuç olarak cephede ki tüm pencereler geçmişten günümüze kalanların izleri doğrultusunda taş söveli, yuvarlak kemerli, demir parmaklıklı olup doğramalar ile ilgili bir veriye rastlanmamıştır. Demir parmaklıklar geçme sistemdir. Yatay yöndeki demir çubukların kesişim yerleri oyularak düşey demirler bu yarıklardan geçirilmiş ve birleştirme geçmeli şekilde sağlanmıştır.
Yapının güney cephesinde boyunca yer alan muhdes depo mimari kurguya oldukça zarar verilmiştir.
Kilisenin özgün duvarının mimari tasarımını sonradan yapılan deponun betonarme kolon ve kirişleri yatay ve düşeyde özgün cepheyi kesmiştir.
Yapının dış cephesi günümüzde tuğla hatıllı taş örgüdür. Dış cephede taşların geometrileri çok düzenli değildir. Derz boşlukları ve kalınlıkları genel olarak birbirine yakındır. Harç olarak horasan bağlayıcı kullanılmıştır. Fakat günümüzde derzlerde boşalma mevcuttur.
Yapının özgün üst örtüsü ana mekân ve nartekste alaturka kiremitli beşik çatı sistem olup apsiste yarım konik ve yan odalar ise düz damdır. Günümüzde apsis ve yan odaların üst örtüleri beton ile kapatılmış olsa da özgün sıvası çamur sıva olmalıdır. Saçaklar kesme taştan ve dardır. Saçak altı içbükey kavisli profilli taş bir silmeye sahip olup dış cepheyi çevrelemektedir.
İç mekanda; Özgün mimari kurguya göre kiliseye batı cephesinde yer alan zemin katın orta aksında tuğla örgü basık kemerli ana kapıdan girilip ilk olarak nartekse (kavit) geçilir. Yapının batısındaki geçiş alanı olan narteks kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlı, bölme panel duvar ve ahşap geçiş açıklığı ile naostan ayrılır. Nartekste batı cephede ana giriş kapısının sağ ve sol yanında tuğla örgü basık kemerli üst kota göre daha geniş içten dışa daralan nişli pencereler yer alır. Bu pencerelerin hemen yanında alt kotta dikdörtgen formlu nişler mevcuttur. Zemin katta sağ ve sol aksta yer alan bu özgün pencerelerin kemer formlarının sürekliliği günümüzde formu ve oranları değişen ve orta aksta yer alan ana giriş kapısında da devam eder ki günümüzde tuğla örgü kemerin izleri görülebilmektedir.
Giriş cephesinde yer alan narteksin üzerinde geçmişte ahşap kirişlere oturan kadınlar mahfili -galeri (gynakion /vernadun) yer alırdı. Galeriye çıkış narteksin kuzeybatı ve güneybatı yönünden iç duvara bitişik konumdaki tek kollu ahşap merdivenler ile sağlanırdı. Günümüze ne ahşap galeri ne de ahşap merdivenler ulaşmıştır. Tüm bu ahşap mimari kurgu günümüze ulaşamasa da merdiven çıkış hattının izinden merdivenleri ve geriye kalan ahşap elemanların varlığından da galerileri rahatlıkla tespit edebilmekteyiz.
Yine geçmişte zemin katın giriş cephesinde narteks boyunca uzanan galeri döşemesinin hemen altında narteksi naostan ayıran bölme duvar mevcut idi. Bölme duvar aynı zamanda strüktürel olarak taşıyıcı eleman görevi de görmekteydi Bu tespit kuzey güney doğrultusunda üst katta narteks boyunca uzanan galerinin hemen altında zemin katta hali hazırda mevcut ahşap yastıklı 2020 dikmenin strüktürel olarak üzerinde ki mevcut galeriyi taşıyamayacağı ve galerinin bu köşede stabilize edilebilmesi için üst kotta ahşap sütun görünümlü dikmenin alt kotta da devam etmesi gerekirken galeri kirişlerinin altında 2020 dikme olarak devam eder ki 20*20 dikmenin ahşap yüzeyinin sıva tutması için keser yarması da denilen çentikler açılması da burada statik olarak taşıyıcı görevi üstlenen mimari öğenin bir bölme duvar olduğunu göstermektedir. Diğer bir veride sol nefte duvar yüzeyinde zemin katta galerinin kirişlerine dek uzanan bölme duvar izinin varlığıdır.
Üst katta galeriler yan neflerde sağ ve sol akslarda narteks bölme duvarı hizasından birinci sütuna dek ”u” planda devam edip düz olarak bitmekte idi.
Yapıda ki taşıyıcı sütunlar ahşap konstrüksiyonlu galeride farklılık gösterir. Ahşap galeriyi destekleyen sütunlardan ilki alt kotta 20*20 dikme iken üst kotta ahşap sütun olarak biçimlendirilmiştir. Sağ ve sol aksta devam eden galerinin karşılıklı ikinci sıra sütunları ise alt kotta kum taşından ve tamburlu sütun olup üst kotta ahşap sütun şeklinde devam etmiştir. Kumtaşı sütun gövdesinin üzerine oturan ahşap dikme ile arasında metal çember kenetler yer alır. Taşıyıcı olarak görev yapan ve zeminden çatı kirişine dek uzanan her iki aksta galeri bölümünde ki bu sütunlar aslında üst kotta da ahşap bir dikme olup bu dikmenin üstünde daire biçimini oluşturabilmek amacıyla farklı ebatlarda boyuna çalışan ahşap kaplamlar mıhlarla çakılmış ve bunların dışa gelen yüzeyleri sıva tutabilmesi için keser yarması ile pürüzlendirilmiş, kalın bir kireç harcıyla sıvanarak boyanmıştır.
Yan nefler ve narteksin üstünde yer alan galeri katının ahşap döşeme kirişleri yan neflerde bölme duvar ve ilk taşıyıcı sütunun hizasında üst kotta iki noktadayaklaşık 20 cm kadar kagir duvar içine girmekte olup döşemenin iç mekana bakan taşıyıcı kirişini de daha önce belirtildiği üzere yan nef başlangıç noktasında bölme duvar içine yerleştirilmiş ahşap bir dikme ve taşıyıcı sütun desteklemektedir. Yine nartekste de giriş cephesinde ana kapının sağ ve sol üst kotta taşıyıcı ahşap döşeme kirişleri kagir duvar içine girmektedir. Bu iki taşıyıcı kirişler narteksin yan cephe duvarlarına paraleldir. Özgün kurguda bu iki kirişi destekleyen bölme duvarın arasına yerleştirilen dikmeler olabilir. Narteks üstündeki ve yan neflerdeki galerilerin kot farkı yoktur. Galeriler ahşap kirişlerin üç tarafını çevreleyen beden duvarları ve karşı akslarda iki taşıyıcı sütun ve iki dikmeye taşıtılması ile oluşmaktadır.
Üst kotta giriş cephesinde üç aksta da yuvarlak kemerli dıştan içe genişleyen derin bir niş içinde yer alan pencereler mevcuttur. Orta aksta yer alan pencerenin formu ve ölçüleri değişmiş olmasına rağmen yuvarlak kemerli taş söveli, özgün durumunu geriye kalan mimari izlerden tespit edebiliyoruz. Sağ ve sol aks pencerelerin hemen yanında, üst galeri katına çıkan tek kollu ahşap merdivenin sahanlığına bakan daha küçük ve basık kemerli ahşap doğramalı nişler yer alır. Yine nartekste ahşap merdivenlerin altında yan nef sağ ve sol aks duvar yüzeylerinde yuvarlak kemerli küçük nişler mevcuttur.
Narteksten üç nefli naosa geçiş zemin katta orta nefte ahşap galerinin hemen altından ana giriş kapısına simetrik ahşap çift kanatlı bir kapı ile olmalıdır. Günümüzde mevcut olmayan bölme duvar ve naosa giriş kapısının geçmişte mimari tasarımı bu kurgu bütünlüğünde olmalıdır ki bazilikal planlı bu tip kiliselerde pek çok örneği mevcuttur. Bu tespiti olasılıkla destekleyebilecek bir başka veri de apsiste atıl durumda bulunan ahşap bir kapı kanadının mimari kurguda bir narteks naosa geçiş kapısı olabileceğidir.
Narteksin döşemesi yapılan araştırma kazısı sonucunda tespit edilmiştir. Kazıda çimento harçlı beton zemin ile karşılaşılıp altındaki kotu da görmek için küçük bir alan açılmış ve beton altı blokaj tespit edilmiş olup özgün döşemenin bu bölümde çimento harçlı beton ile onarıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca yapılan araştırma kazılarında narteksin özgün zemin kotu naosun özgün zemin kotundan daha aşağıda kalmaktadır.
Narteksten ana mekana geçilir. Günümüzde mevcut olmasa da geçmişte zemin kattan ana mekana geçiş kilisenin batı duvarına paralel olarak konumlanan orta nefe geçişi sağlayan ahşap çift kanatlı bir kapıdan olmalıdır.Muhtemel ki yan neflere geçişi sağlayan daha küçük tek kanatlı ahşap kapılar da mevcuttu.
Ana mekan(naos) giriş kapısı-apsis ekseninin kuzey ve güney akslarında yer alan birer sütun dizisiyle uzunlamasına üç sahna(nef) ayrılmış olup naosta sütun sırasının her birinde üç adet taşıyıcı sütun yer alır. Galeri katını da taşıyan ikinci sıra altı kumtaşı üstü ahşap olan karşılıklı sütunlar dışında sonra gelen sütunlardan ikisi tamamen kumtaşından ve tamburlu olup bu tamburlar metal kenetler ile güçlendirilmiştir. Sütunlar üst kotta taşıyıcı özelliği olmayan ahşap bağdadi sepet kulpu kemerlerle bağlanmıştır. Sütun gövdeleri kireç harcı ile sıvalı ve boyanmış olup taklit, alçı impost başlıklıdır. Yapıda mevcut taşıyıcı tüm sütunlar ve başlıkları kireç harcı ile sıvanıp mermer taklidi bir düzenleme yapılmış olup başlıklarda dekoratif plastik bezeme ile mekanda gösterişli bir hava yaratılmak istenmiştir.
Sütun başlıkları metal iskelet üzerine alçı karışımı ile uygulanmıştır. Dört cephede sütun başlarında koçboynuzlarına benzeyen, volüt dolgusu bulunur. Sütun başının iki yanında yer alan volütler önden arkaya doğru uzanır ve ikisi arasındaki cephelerde açık palmet bezeği mevcuttur. Palmeti altta birbirine bitişik taç yaprak dizisi çevrelemiştir. Taç yapraklar dışarıya doğru uçlardan açılır. Başlık abaküsü ise kare formlu olup cephelerde içbükey bir hat izler.
Yan neflerde üst kotlarda dıştan içe genişleyen derin niş içerisinde yuvarlak kemerli altı adet pencere alt kotta ise beş adet pencere olup kuzey ve güney doğu köşelerinde altıncı pencerenin alt kotunda günümüzde mevcut olmayan mimari hacimlere giriş sağlayan kilit taşlı mermer söveli küçük dar kapılar mevcuttur. Yan nefler bir aks olup orta nef ise iki akstır. Tavanlar orta nefte ahşap beşik tonoz, yan nefte düz ahşap kaplamadır. Beşik ve düz ahşap kaplama tavanlar ahşap profilli silme ile sonlanır.
Naosta sağ nefte ikinci sütunun hemen yanında yapılan araştırma kazısında horosan harç bağlayıcı üzerine kare kesitli pişmiş toprak esaslı yer döşemesi ile karşılaşılmıştır. Bu döşeme kilisenin özgün zemin döşemesidir. Döşeme üzerinde yer yer çimento harçlı onarımlar mevcuttur. Yine sağ nefin doğu ucunda yer alan tuğla örgü ile kapatılan yan kapının önünde yapılan kazıda çimento harçlı beton zemin ile karşılaşılmıştır. Büyük olasılıkla özgün döşeme tahrip edildikten sonra beton ile onarılmıştır.
Ana mekandan, yapının doğusunda mermer kaplı taş bir platformla yükseltilmiş sadece din adamlarına ayrılan kutsal bölüme (bema) geçilir. Platformun her iki ucunda mermer basamaklı merdivenler yer almalıdır fakat defineciler merdiven basamaklarını sökerek büyük ölçüde tahrip etmiş olup özgün basamaklar kilisenin içinde molozlarla beraber atıl durumdadır. Ana mekânda her nef birer apsisle sonlanmaktadır. Giriş ekseninde orta nefin doğu ucunda yarım yuvarlak ana apsis; yan neflerin doğu ucunda ise birbirleri ile simetrik olarak düzenlenmiş eş boyutlarda yarım yuvarlak apsisler (apsidiyol) bulunmaktadır. Bu yan küçük apsislerin üst kotlarında yuvarlak kemerli, taş söveli, derin nişli, yan neflere gün ışığı sağlayan, demir şebekeli pencereler yer alır. Sağ apsidiyolun merkezine niteliksiz bir kapı açılarak özgünlüğe zarar verilmiştir.
Kilisenin plan şeması doğu cephesinde dıştan yansıtılmıştır. Ana apsis içten yarım daire ve dıştan düz bir duvar içine yerleştirilmiştir. Apsis yayının kuzey ve güneyinde iki oda şapeli yer alır. Bu mimari hacimler pastaforyum odaları olarak adlandırılıp kuzeyde şükran ayininin hazırlandığı prothesis, güneyde giyinme odası olarak kullanılan ve liturjik eşyaların muhafaza edildiği diakonikondur. Bu küçük şapellere giriş apsis yayının sağ ve sol cephesinden taş söveli, yuvarlak kemerli, kilit taşlı, küçük kapılardan sağlanır. Sağ odanın (diakonikion) kapı kemerinin kilit taşında ortodoks haçı yer alırken kapı metal malzemeden olup çift kanatlıdır.
Bu kapıların bulunduğu cephelerin hemen yanında apsis cephelerinde yuvarlak kemerli, profilli düz kenar silmeli nişler yer alır. Nişlerin alt kenar yüzeyin simetri aksında haç işareti mevcuttur. Yan odalar kare planlı içten tuğla örgü çapraz tonozlu olup doğu cephesinde yuvarlak kemerli bir niş ve üzerinde yuvarlak taş kemerli pencere yer alır. Duvarlar tonozlara dek kaba yonu taş örgüdür.
Odaların içerisinde yerlerde kısmen hasarlı kitabeler bulunmuştur. Bu kitabeleri köşe noktalardan taşıyan kare kesitli mermer ayaklar ise harap durumdadır. Apsisin orta aksında defineciler tarafından tahrip edilen rölik muhafazasının olduğu noktada bu hasarlı mermer kitabe ve parçalar büyük olasılıkla sunağın düzenlemesine ait olmalıdır.
Apsisin tuğla örgü yarım kubbesi kesme taş örgü bir kasnağa oturur. Apsisin kesme taş örgü kavisli yarım kubbe kasnağında iki ağırlık kemeri ve ortasında mazgal pencere yer alır. Bu kemerlerin ve pencerenin hemen altından profilli kasnak silmesi apsisin yay kavisli cephesi boyunca devam eder. Silme; apsisin yarım kubbesinin geniş kemer alınlığının üzengi hizası köşe noktalarında dor başlık olarak şekillenip altta iç bükey pahlı bir köşe noktasına yerleştirilen ahşap yivli gövdeli, kaideli sütunceler ile desteklenir. Tuğla örgü kemer alınlığını kademeli silmeler çevreler. Kemerin simetri aksı tepe noktasında dikdörtgen formlu bir mermer bir çerçeveli oval kesit içerisinde bir istavroz yer almakta idi. Fakat günümüzde tahrip edilmiş olup çerçevenin bir kısmı apsiste kırılmış bir vaziyette atılmış durumdadır.
4- Restitüsyon Raporu
Kilisenin özgün mimari karakterinin belirlenebilmesi ve dönemini yansıtan teknik bilgi ve yazılı – görsel belgeler elde etmek amacı ile yapılan detaylı araştırmalar rölöve çalışmaları ile eş zamanlı olarak gerçekleştirilmiştir. Malkara Surp Toros (Teodoros) Kilisesi ile ilgili olarak öncelikle üniversitelerin kütüphaneleri, Başbakanlık Osmanlı arşivleri, İstanbul Üniversitesi Fotoğraf Arşivi, IRCICA kütüphanesi, Atatürk Kitaplığı ve fotoğraf arşivleri,İstanbul Enstitüsü, Rum ve Ermeni kilise mimarisi ile ilgili kaynak kitaplar taranmış ancak yeterli veriye ulaşılamamıştır. Ayrıca Kilise yapıları ile ilgili sanat tarihçisi,mimar vb. uzmanlardan görüş alınmış, Surp Toros Kilisesi ile benzer tip yapılar incelenmiş tipoloji, plan ve mimari ögeler üzerinden tanımlanarak Ermeni kiliseleri ile karşılaştırılarak benzer uygulamalar tespit edilip gözlemlenmiştir. Bu bağlamda Surp Toros Kilisesi ile tipoloji olarak büyük ölçüde benzerlik gösteren İstanbul Kumkapı Surp Vortvots Vorodman Kilisesini örnek verebiliriz.
Yapılan araştırma kazılarından elde edilen veriler ve mimari izlerden faydalanarak yapılan tespitler sonucunda elde edilen restitüsyon bilgileri çalışmamıza büyük oranda katkı sağlamıştır.
Söz konusu yapı bir Rum kilisesi olup genel olarak bölgede ki Rum Kiliselerinin plan, kitle tasarımı, strüktür ve örtü sistemleri ile aynı dönemlerde İstanbul ve Anadolu da inşa edilen pek çok Rum kilisesi ile benzerlik gösterir. İstanbul’un fethinden ve celali isyanlarından sonra ülkenin farklı vilayetlerinden bu bölgeye yerleştirilen Ermeniler sonra ibadetlerini gerçekleştirebilmek için kendilerine tahsis edilen Rum kiliselerini kullanmışlardır.
Ayrıca kilisenin ana giriş kapısının üzerinde kitabe ile ilgili bir veri bulunmamaktadır. Fakat apsiste bulunan, tahrip edilen ve kutsal bölüme ait olduğu düşünülen bir yazıt mevcuttur. Yapılan araştırmalarda kiliseye özel akademik herhangi bir yazılı belgeye ya da çalışmaya ulaşılamamıştır.
Kilise doğu-batı yönünde dikdörtgen, bazilikal bir plan şemasına sahiptir. Kilisenin üç nefli (ana mekan) planı batı yönünde narteks ile sınırlandırılmıştır.
Yapının zemin katı; batı cephesinde yer alan narteks, doğu ucunda apsisle sona eren orta nef ve kendi apsidolleri olan yan neflerden oluşan bir naos ve apsisin yan taraflarında basık kemerli dar kapılarla girilen kare planlı, ayin için hazırlık yapılan ve liturjik eşyaların muhafaza edildiği pastoforium hücrelerinde oluşur.
Kilisede uzmanlarca yerinde yapılan incelemeler, yapılan araştırma kazıları, sözlü ve yazılı kaynak araştırmaları sonucunda yapının kesin inşa edildiği tarih net olmamakla birlikte 18.yüzyıl sonu- 19.yüzyıl başı olmalıdır. Çünkü Osmanlı döneminde 19.yüzyılda kiliselerde mermer kullanımının yasaklandığını biliyoruz. Yapıda mevcut taşıyıcılar mermer taklidi ahşap ve kumtaşından olup özgün zemin döşemesi de apsis hariç kare kesitli pişmiş toprak esaslı kiremit kaplamadır. Fakat kilisenin bu tarihten önce var olup olmadığı veya yerinde daha eski bir kilisenin varlığı ile ilgili her hangi bir bilgiye ulaşılmamıştır. Ayrıca Kilisenin önünde bulunduğu söylenen ve günümüze ulaşmayıp herhangi bir yazılı / görsel belgesi bulunmayan, yöre insanı tarafından ifade edilen bir çan kulesinden söz edilmektedir.
Narteks
Kilisenin batı duvarı giriş cephesinde yer alan narteks kuzeybatı-güneybatı cephede devam edip dikdörtgen planlı ve harap durumdadır. Uzmanlarca yerinde yapılan incelemeler, yapılan araştırma kazıları ve sözlü-yazılı kaynaklar değerlendirilerek kiliselerin mimari kurgusunda yaygın olarak kullanılan galeri katının varlığı, mimari izler ve kalıntılardan kolaylıkla tespit edilebilmektedir.
Galeriye çıkış narteksin kuzeybatı ve güneybatı yönünden iç duvara bitişik konumdaki tek kollu ahşap merdivenler ile sağlanırdı. Tüm bu ahşap mimari kurgu günümüze ulaşamasa da merdiven çıkış hattının izinden merdivenleri ve geriye kalan ahşap elemanların varlığından da galeriyi rahatlıkla tespit edebilmekteyiz. Üst katta galeriler yan neflerde sağ ve sol akslarda narteks bölme duvarı hizasından birinci sütuna dek ”u” planda devam edip düz olarak bitmekte idi. Geçmişte zemin katın giriş cephesinde narteks boyunca uzanan galeri döşemesinin hemen altında narteksi naostan ayıran bölme duvar mevcut idi. Bölme duvar aynı zamanda strüktürel olarak taşıyıcı eleman görevi de görmekteydi.Bu tespit kuzeybatı- güneybatı aksında narteks boyunca uzanan üst kat galerinin hemen altında zemin katta hali hazırda mevcut ahşap yastıklı dikmenin strüktürel olarak üzerinde ki mevcut galeriyi taşıyamayacağı ve galerinin bu köşede stabilize edilebilmesi için üst kotta ahşap, sütun görünümlü dikmenin alt kotta da devam etmesi gerekir idi. Ayrıca galeri kirişinin altında ki dikmenin yüzeyine sıva tutması için keser yarması da denilen çentikler açılmıştır. Yine diğer bir veride sol nefte güneybatı duvar yüzeyinde zemin katta galerinin yan nefe açıldığı noktada galeri kirişlerine dek uzanan bölme duvar izinin varlığıdır.
Nartekste özgün döşemenin tespiti için araştırma kazısı yapılmış fakat blokaj üzeri çimento harçlı beton döşeme ile karşılaşılmıştır. Ayrıca narteksin döşeme kotunun naos döşeme kotundan daha aşağı kotta olduğu tespit edilmiştir. Narteksin özgün döşemesi için uzmanların görüşleri alınarak; naos zemin döşeme araştırmasında
karşılaştığımız horasan harç bağlayıcı üzerine kare formlu pişmiş toprak esaslı kiremit renkli döşeme kaplamasının bu mimari hacimde de devam ettiği yönündedir.
Batı cephesinin orta aksında yer alan ana giriş kapısının ve üst kotta yer alan pencerenin özgün kotu ve formu değiştirilmiştir. Özgün kapının ve pencerenin izleri ve oranları tespit edilmiş olup kapının giriş cephesinin mermer kemer atkılığı ve dikdörtgen kesitli ayakları günümüzde giriş kapısının hemen yanında üst üste istiflenmiş haldedir. Özgün kapı yuvarlak kemerli mermer kaplamalı olup ahşap çift kanatlıdır. Bu tespit mimari izler ve kalıntılardan ışığında belgelenmiştir. Özgün ana giriş kapısının ahşap tek kanadı apsis kısmında atıl ve harap durumda bulunmuştur. Üst kotta orta akstaki pencere tüm cephe düzeninde ki sürekliliği devam ettirerek tuğla örgü yuvarlak kemerli, taş sövelidir.
İç mekanda giriş cephesinde özgün mimari kurguda ana kapının her iki yanında zemin kat pencereleri ile arasında kalan kotta dikdörtgen formlu küçük nişler yer alır. Bu küçük nişler günümüzde tuğla örgü ile kapatılarak çimento harçlı sıva ile kapatılmıştır. Kilisede yapılan araştırmalar sırasında yakın dönemde kapatılan küçük nişlerden sol aksta ki açılarak özgün durumu tespit edilmiştir.
Özgün kurguda narteksin sağ ve sol aksında yer alan ahşap tek kollu çeyrek döner merdivenlerin üst kotunda galeri sahanlığının hemen duvar yüzeyinde her iki aksta yuvarlak kemerli nişler mevcuttur. Bu nişler ahşap pervazlar ile çevrelenmiştir.
Yine nartekste zemin katta her iki karşılıklı cephe ekseninde ahşap merdivenlerin hemen altında duvar yüzeyinde yuvarlak kemerli nişler mevcuttur. Güneybatıda yer alan niş tamamen kapatılmış diğer cephede yer alan niş ise derinliği kısmen küçültülmüştür.
Özgün mimaride narteksten naosa geçiş orta aksta ahşap çift kanatlı kapı ile sağlanır.
Narteksin üst örtüsü; zemin katta ahşap düz çıtalı olmalıdır. Galeri katında ise yan neflerde düz çıtalı, orta nefte ise ahşap beşik tonoz olarak devam eder.
Narteks özgün iç cepheleri horasan sıva üzeri boyalıdır. Tüm cephede pencere, niş ve kapı gibi mimari öğeleri ve cephe köşe noktaları yatay ve dikey kesen sıva üzeri boya bir silme vurgular. Bu bezeme tezyinatı fotoğraflarla belgelenmiştir. Cephede çimento harçlı onarımlar özgün sıva ve boya dokusuna oldukça zarar vermiştir.
Ancak gerek iç mekân duvar yüzeylerinde geçmiş onarımlarda yapılmış olan çimento derzlemelerin ve sıva+boyanın yer yer taş yüzeyleri, özgün sıva ve boya dokusunu kapattığı izlenmektedir. Bu çimento derzlemeler ve sıvalar yapıdan arındırılmalıdır.
Narteks pencereleri ise tüm cephede olduğu gibi büyük ölçüde tuğla ve taş örgü ile kapatılmıştır. Batı cephesinde galeri katında üç adet, zemin katta giriş kapısının sağında ve solunda birer adet, kuzey ve güney batı cephelerinde üst kotta ikişer zemin katta ahşap merdivenin hemen yanında birer adet olmak üzere toplam 11 adet pencere açıklığı mevcuttur. Pencerelerin doğramaları büyük ölçüde günümüze ulaşmamıştır. Fakat konu ile ilgili uzmanlardan görüş alınmış olup yapıya tipoloji olarak benzeyen kilise örneğinde karşılaştırma yapılmış, pencereler ahşap doğrama olarak önerilmiştir. Kanatlı pencereler alt ve üst kotta benzer olarak bölümlenmiştir. Tüm mimari hacimlerde yer alan pencereler gibi demir parmaklıklı ve geçme sistemdir. Yatay yöndeki demir çubukların kesişim yerleri oyularak düşey demirler bu yarıklardan geçirilmiş ve birleştirme geçmeli şekilde sağlanmıştır. İç cephe horasan harçlı sıva+kireç esaslı ince sıva+boyalıdır.
Naos
Ana mekan(naos) giriş kapısı-apsis ekseninin kuzey ve güney akslarında yer alan birer sütun dizisiyle uzunlamasına üç sahna (nef) ayrılmış olup naosta sütun sırasının her birinde üç adet taşıyıcı sütun yer alır. Sütun gövdeleri kireç esaslı harç ile sıvalı ve boyanmış olup mermer taklidi, alçı impost başlıklı olup dekoratif plastik bezeme ile mekanda gösterişli bir hava yaratılmak istenmiştir. Dört cephede sütun başlarında koç boynuzlarına benzeyen, volüt dolgusu bulunur. Sütun başının iki yanında yer alan volütler önden arkaya doğru uzanır ve ikisi arasındaki cephelerde açık palmet bezeği mevcuttur. Palmeti altta birbirine bitişik taç yaprak dizisi çevrelemiştir. Taç yapraklar dışarıya doğru uçlardan açılır. Başlık abaküsü ise kare formlu olup cephelerde içbükey bir hat izler. Günümüze ulaşamasa da eski fotoğraflardan tespit edebildiğimiz sütun başlığının naosa bakan cephesinin hemen üstünde iki kemerin taşıyıcı dikmede birleştiği yerin ortasında tavan silmesinin altına dek devam eden plaster üzerinde büyük ve kalın, kıvrımlı bir kenger yaprağından oluşan plastik bezemeler mevcut idi. Yaprağın orta ekseni yumurta silmesi ile vurgulanmıştır. Hali hazırda mevcut olmasa da bu plastik bezemeler aslına uygun olarak yenilenmelidir. Bu sütunlar üst kotta taşıyıcı özelliği olmayan ahşap bağdadi sepet kulpu kemerlerle bağlanmıştır.
Yan neflerde üst kotlarda dıştan içe genişleyen derin niş içerisinde yuvarlak kemerli altı adet pencere alt kotta ise beş adet pencere olup kuzey ve güney doğu köşelerinde altıncı pencerenin alt kotunda günümüzde mevcut olmayan, fakat dış cephede ki mimari izlerden ve kalıntıdan geçmişte var olduğu tespit edilen mimari hacimlere giriş sağlayan üzeri haç kabartmalı kilit taşlı, mermer söveli, ahşap, tek kanatlı dar kapılar olmalıdır. Üst kotta pencere aralarında kalan duvar yüzeylerinde barok etkili çelenk motifleri yer alır. Tüm iç cephede pencere,niş ve kapı gibi mimari ögeleri ve cephe köşe noktaları yatay ve dikey kesen sıva üzeri boya bir silme vurgular. Bu bezeme tezyinatı fotoğraflarla belgelenmiştir.
Yan nefler bir aks olup orta nef ise iki akstır. Tavanlar orta nefte ahşap beşik tonoz, yan nefte düz ahşap kaplamadır. Beşik ve düz ahşap kaplama tavanlar ahşap profilli silme ile sonlanır.
Naos özgün döşemesi horasan harç bağlayıcı üzerine kare kesitli pişmiş toprak esaslı döşemedir.
İç cephe horasan harçlı sıva+kireç esaslı ince sıva+boyalıdır.
Apsis
Ana mekandan, yapının doğusunda mermer kaplı taş bir platformla yükseltilmiş sadece din adamlarına ayrılan kutsal bölüme (bema) geçilir. Platformun her iki ucunda mermer basamaklı merdivenler yer alır. Ana mekânda her nef birer apsisle sonlanmaktadır. Giriş ekseninde orta nefin doğu ucunda yarım yuvarlak ana apsis; yan neflerin doğu ucunda ise birbirleri ile simetrik olarak düzenlenmiş eş boyutlarda yarım yuvarlak apsisler (apsidiyol) bulunmaktadır. Apsidyollerin içbükey yüzeylerinde ve profilli silmelerinin çevresinde barok tarzda kıvrımlı kenger yaprakları arasında boru çiçekleri ortada aksında bir haç etrafında toplanan kalemişi bir düzenlemeye mevcuttur. Bu yan küçük apsislerin üst kotlarında yuvarlak kemerli, taş söveli, derin nişli, yan neflere gün ışığı sağlayan, demir şebekeli pencereler yer alır. Apsisin ön cephesinde, büyük kemerin üzerinde plastik kabartma bir vazodan çıkan olasılıkla hayat ağacı motifi olan bitkisel kalem işi bezemeler ve cepheyi taçlandıran yanlardan başlayan yukarı doğru kademeli olarak çıkan kalın bir silme mevcuttur.
Kilisenin plan şeması doğu cephesinde de dıştan yansıtılmıştır. Ana apsis içten yarım daire ve dıştan düz bir duvar içine yerleştirilmiştir. Apsisin tuğla örgü yarım kubbesi kesme taş örgü bir kasnağa oturur. Apsisin kesme taş örgü kavisli yarım kubbe kasnağında iki ağırlık kemeri ve ortasında mazgal pencere yer alır. Bu kemerlerin ve pencerenin hemen altından profilli kasnak silmesi apsisin yay kavisli cephesi boyunca devam eder. Silme; apsisin yarım kubbesinin geniş kemer alınlığının üzengi hizası köşe noktalarında dor başlık olarak şekillenip altta iç bükey pahlı bir köşe noktasına yerleştirilen ahşap,yivli gövdeli, kaideli sütunceler ile desteklenir. Tuğla örgü kemer alınlığını kademeli silmeler çevreler. Kemerin simetri aksı tepe noktasında dikdörtgen formlu bir mermer bir çerçeveli oval kesit içerisinde bir istavroz yer almakta idi.
Apsis yayının kuzey ve güneyinde iki oda şapeli yer alır. Bu mimari hacimler pastaforyum odaları olarak adlandırılıp kuzeyde şükran ayininin hazırlandığı prothesis, güneyde giyinme odası olarak kullanılan ve liturjik eşyaların muhafaza edildiği diakonikiondur. Bu küçük şapellere giriş apsis yayının sağ ve sol cephesinden (taş) mermer söveli, yuvarlak kemerli, kilit taşlı, metal çift kanatlı küçük kapılardan sağlanır. Kapı kemerinin kilit taşında ortodoks haçı yer alır.
Bu kapıların bulunduğu cephelerin hemen yanında apsis cephelerinde yuvarlak kemerli, profilli düz kenar silmeli nişler yer alır. Nişlerin alt kenar yüzeyin simetri aksında haç işareti mevcuttur. Yan odalar kare planlı içten tuğla örgü çapraz tonozlu olup doğu cephesinde yuvarlak kemerli bir niş ve üzerinde yuvarlak taş kemerli pencere yer alır.
Kutsal bölümümün özgün döşemesi marmara mermeri ile kaplanmıştır. Yan odalar ve apsis cepheleri horasan harç sıva üzeri kireç esaslı ince sıva+ boyalıdır.
Buna göre restitüsyonda alınan kararlar şunlardır;
–Yapı günümüze özgün plan şemasını büyük ölçüde koruyarak gelmiştir. Bu nedenle restitüsyon projesinde rölöve esas alınmıştır.
– Yapının dış cephesi günümüzde tuğla hatıllı taş örgüdür. Dış cephede taşların geometrileri çok düzenli değildir. Moloz taş kaba yonu taş örgülü duvarlarda özellikle sol yan cephede horasan sıva tespitleri yapıldığından cepheler sıva olarak önerilmiştir.
Mimari izlerden ve kilisenin tipolojisi ile ilgili yapılan analizlerden elde edilen veriler ışığında yapının kuzey ve güneydoğusuna bitişik girişler yer almaktadır. Buna göre bu mekanlar ve mimari öğeleri restitüsyon projesine uygun olarak revize edilmelidir.
Yapılan araştırma kazılarında narteks bölümü ana mekân zemin kotundan 16 cm yukarıdadır. Ayrıca apsisin sağ ve sol aksında yer alan üç basamaklı mermer merdivenlerde aslına uygun olarak restitüe edilmiştir.
Kilisede yapılan araştırma kazılarında naosta özgün zemin, kare kesitli pişmiş toprak esaslı yer döşemesi olarak tespit edilmiş narteks ve naos zemin döşemesi bu veriler ışığında pişmiş toprak yapılmıştır. Ayrıca apsis döşemesi mermer kaplama olup büyük ölçüde yerinde mevcuttur. Apsis yan odaları da yine mermer kaplama olarak restitüe edilmiştir.
Narteks orta aksında yer alan ana giriş kapısı ve hemen üstünde yer alan cephe penceresinin kotları ve oranları aslına uygun olarak yenilenmelidir. Tüm pencerelerdeki ve kuzey ve güneydoğuda yer alan yan kapılardaki niteliksiz çimento harçlı-sıvalı tuğla ve taş örgü kapamalar kaldırılmalı, demir şebeke ve taş söveler minumum müdahale ile onarılmalıdır.
Özgün mimari izlerden, kalıntılardan ve geleneksel kilise plan tipolojisini de göz önüne alınarak elde edilen veriler ışığında narteksten yan neflere ”u” biçiminde uzanan ahşap galeri katı ve sağ ve sol aksta galeriye çıkışı sağlayan çeyrek döner, tek kollu, ahşap merdiven çıkış kotları da dikkate alınarak projelendirilmiştir.
Kilise apsis ve yan odalar dışında üst örtüsü ahşap konstrüksiyonlu, beşik çatı olup alaturka kiremitlidir. Üst örtü içten, mimari kalıntılardan,eski bir fotoğraftan ve sözel olarak edinilen bilgiler ışığında; narteksin zemin katında,yan neflerde ahşap çıtalı düz, orta nefte ise ahşap beşik tonozludur.
İç mekanda tüm cepheler horasan harç üzerine kireç esaslı ince sıva ve üzeri boya ve barok etkili kalem işi süsleme tezyinatı mevcuttur ancak büyük ölçüde yok olmuş kalem işleri restitüe edilememiştir.
5-Restorasyon Raporu
Kilise restorasyonu restitüsyon doğrultusunda yapılacaktır. Buna göre;
*Öncelikle yapı dış cephesine bitişik durumdaki tüm muhdes ekler tamamen kaldırılmalıdır.
*Çalışma sürecinde tespit edilen özgün döşeme kotuna kadar yapı içinde kotlama çalışması, hafriyat çalışması yapılmalı; özgün döşeme seviyesine inilmelidir. Kazı itina ile yapılmalıdır ki alt katmanda bulunabilecek özgün döşeme var ise zarar verilmemesi gerekmektedir.
*Kötü durumda olan çatı karkası ve ahşap dikme sütunlar alınmalıdır. Taş sütunlar sıva raspasından sonra uzmanlarca tekrar yerinde değerlendirilmeli gerekli güçlendirme kararları gözden geçirilerek uygulama sürecinde ilgili koruma kuruluna sunulmalıdır. Yeni yapılacak ahşap dikme sütunlar özgününe uygun olarak yapılmalı ve üzerine sıva yapılması için özgün sistemine uygun olarak ahşap boyuna kaplamalar kullanılmalıdır. Sıva öncesinde kaplama üzerlerine sıvanın tutması için çentikler atılmalıdır.
*Yapı beden duvarlarında muhdes olan pencere kapamaları alınmalı, üst kotta harç özelliğini yitirmiş örgüler yerinden alınmalı, restitüsyon projesine uygun olarak özgün harç ve duvar örgü sistemine göre örülmelidir.
*sıva raspası ve derz açımdan sonra duvarlarda çatlak tespiti yapılması durumunda;
*1 cm’ e kadar çatlaklarda özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması
*1-4 cm arasında olan çatlaklara paslanmaz kenetlerle dikiş atıldıktan sonra özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması
*4 cm den büyük olan çatlakların 15-20 cm kadar çevresinin çürütülerek özgün malzeme ve sistemine uygun olarak yeniden örülmesi ve özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması; önerilmektedir.
*Uygulama sırasında temel durum tespiti için kısmi sondajlar açılmalıdır. Temel sistemi uzmanlar tarafından incelenmelidir. Temellerde eğer çatlak tespit ediliyorsa duvarlarda önerilen çatlak müdahale yöntemleri temel duvarlarında da uygulanmalıdır.
*Ayakta kalan ve iyi durumda olan duvarların özgün taş ve tuğla örgüsü ile korunacaktır. Malzeme kaybı olan bölümlerde çürütme tümleme yapılacaktır. Tümleme malzemesi özgün taş özelliğine uygun taş ile yapılmalıdır. Derzlerin tamamı sökülerek özgün derz karışımlı harç ile yeniden derzleme yapılmalıdır. Derzleme yapıldıktan sonra horasan sıva ile iç ve dış cepheler sıvanmalıdır.
*Çatı sistemi restitüsyona uygun olarak yapılmalıdır. Ahşap makas sistemine göre çözümlenecek çatı da kaplama tahtası üzerine rufoline ve alaturka kiremit örtüsü yapılacaktır.
*Yapı günümüze büyük ölçüde yıkılmış durumda gelmiştir. Duvarlarının üst kot bölümleri de büyük ölçüde yıkılmıştır. Bu nedenle öncelikle duvarlardaki güçlendirmeler yukarıda sıralanan maddelere göre tamamlanmalıdır. Çatı sistemi kurgulanmadan önce restorasyon projesine uygun olarak naostaki ahşap sütunlar imal edilmelidir. Ahşap sütunlar paslanmaz tijler ile taş kaideye ankre edilmelidir. Daha sonrasında çatı karkas sistemi yapılmalıdır.
*Zemindeki toprak alımı sırasında alt katmanlardan çıkacak izlere farklı bulgulara göre proje tadilatı yapılarak ilgili koruma kurulu onayından sonra uygulamaya devam edilmelidir.
*Duvarların rijitliği için duvar üst kotunda paslanmaz L profillerle hatıl sistemi oluşturulmalıdır. Bu şekilde yapının yanal kuvvetler etkisinde açması önlenmiş olur.
*Kullanılacak tüm ahşap elemanların fırınlanmış, emprenye edilmiş ve yangına karşı koruyucu boya ile boyanmış olması gerekmektedir.
*Kapı ve pencere doğramaları projesine uygun olarak yeniden yapılmalıdır.
*Duvarlar sıvalı olarak önerilmiştir.
*Zemin kaplaması kazıda çıkan veriler doğrultusunda naos ve narteks pişmiş toprak, apsis mermer, apisisin sağ ve sol bölümündeki odalar taş kaplamadır.
*Yapı etrafı parsel sınırları içerisinde kalmak koşulu ile bahçe duvarı ile çevrelenmiştir. Doğu cephesi payanda bölümü parselden çıkma göstermektedir. Bu nedenle bu bölümü çevreleyen bahçe duvarıda parsel sınırını aşmaktadır. Yapı bahçesine giriş ana kapısı alt yoldan, güney cephesinden verilmiştir. Yapı etrafı mevcut durumda toprak dolgu ile yükseldiğinden özgün bahçe kotunu kaybetmiştir. Parsel sınırı etrafına bahçe duvarı yapılması ile yol ile bağlantısı kesilen yapı etrafı kendi parseli içinde restitüsyon kotuna getirilebilmektedir. Bu şekilde cepheler açığa çıkmaktadır. Uygulama sırasında yapı bahçesinde yapılacak kazının itina ile yapılması ve çıkacak verilerin ilgili koruma kuruluna bildirilmesi gerekmektedir.
Kaynakça
”19. yüzyıl Kayseri kiliseleri için koruma önerileri” itüdergisi/ a mimarlık, planlama, tasarım Cilt:7, Sayı:2, 26-37, Eylül 2008
Tekfurdağı Sancağı’nın Sosyal ve Ekonomik Yapısı (1890-1902),makâle, Ümit Ekin/ Hümmet Kanal
İstanbul’da Ermeni-Rum Kiliseleri Krizi ve Ermenilere Tanınan Yeni İmtiyâzlar (1890-1891), Ramazan Erhan Güllü
10.‘Badgerazart Pınaşkharhig Pararan’ (Resimli Dünya Sözlüğü), H.S. Eprigyan, Venedig, 1902
http://www.agos.com.tr , Çanakkale, Gelibolu, Tekirdağ Ermenilerine ne oldu?,makale, Zekeriya Mildanoğlu
Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin Din-İbadet, Egitim-Ögretim Hürriyetleri ve Bu Bakımdan “Kilise Defterleri”nin Kaynak Olarak Önemi (4 numaralı kilise defteri’nden örnek fermanlar), Ali Güler
Kumkapı Surp Vortvots Vorodman Kilisesinin Yapım Sistemi Ve Onarım Sürecinin Değerlendirilmesi, tez,Rahmi Hızır
“Kuzey Marmara sahilleri ve ard alanında şehirleşmenin tarihi süreci: XVI.-XVII. yüzyıllarda Tekirdağ ve yöresi”, Doktora Tezi, Hacer Ateş, İstanbul Üniversitesi SBE, 2009.
İSTANBUL MESCİTLERİNİN MİMARİ GELİŞİMİ(15.16.17.YY)
yüzyılda İstanbul’da inşa edildiği tespit edilebilmiş olan 74 adet mescitten 8 külliye mescidi, mimari özellikleri bakımından özgünlüğünü koruyarak günümüze gelebilmişlerdir. 34 adet bağımsız ve tekke mescidi ise zaman içinde çeşitli tamirler ve yenilenmeler sonucu büyük ölçüde özgün karakterlerinin yitirmişler, daha geç dönemlerin mimari ûsluplarını günümüze taşıyarak gelmişlerdir. Bugün, geriye kalan 32 mescitten birçoğunun yerini dahi tespit etmek mümkün değildir. Bu mescitlerden tekke ve bağımsız mescitler grubuna girenlerin tamamına yakının, dikdörtgen ya da kareye yakın dikdörtgen olan, plan şemalarını korumuşlardır. Ancak bazılarının 17. yüzyılda İstanbul şehrinin yapılaşmasındaki yoğunluğun arasında sıkışıp kalarak planlarının zorunlu bir deformasyona uğradığı görülür. Bu açıdan farklılık yaratan mescitlerin dışında kalanlar, özgünlüklerini büyük ölçüde koruyarak günümüze gelebilmiş olan Sinan mescitlerinin plan şemalarıyla benzerlik gösterirler.
Gerek 17. yüzyıl İstanbul mescitleri, diğer dönemlerde inşa edilen mescitler gibi zaman içinde en çok tahribata (özellikle yangın ve depremler gibi doğal afetler sonucu) ve değişime uğrayan yapı tipleri olmuşlardır. Her iki dönemde de mimari karakterlerinin ve plan şemalarının fazlaca değişmeden günümüze gelebilen az sayıdaki örnekleri karşılaştırıldığında, planlarının yanı sıra örtü sistemlerinin (ki bunlar düz ahşap tavanlı ve kiremit örtülü kırma çatılardır) ve duvar örgülerinde kullanılan yapı malzemelerinin benzerlikleri dikkati çeker. Kare (Davud Ağa, Ahmed Çelebi ve Defterdar mescitleri) ve dikdörtgen (Mimar Sinan ve Sokullu) planlı Sinan mescitlerinin moloz taş (Davud Ağa, Hacı Hamza, Ahmed Çelebi), taş ve tuğla (Sokollu ve Mimar Sinan mescitleri, kesme taş (Defterdar ve Hasan Çelebi mescitleri) duvar örgüler 17. yüzyıl İstanbul mescitlerinde de karşımıza çıkmaktadır, örneğin Arapkapısı, Tuti Abdüllatif ve Kadirihane Mescitleri moloz taş duvar, Sirkecibaşı ve Yalıköy Mescitleri taş ve tuğla duvar, Bayrampaşa Külliyesi ve Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi Mescitleri ise kesme taş duvar örgülüdür.
Sinan ve 17. yüzyıl mescitlerinde genel olarak alt pencereler dikdörtgen açıklıktı ve taş söveli, üst pencereler ise kemerli ve alçı şebekelidir.
Genelleme yapıldığında diğer bir ortak özellik, minarenin yapıdaki konumudur. Yine Sinan mescitlerinde son cemaat duvarının bir ucunda ya da kütleden uzak, avlu kapısı yanında bulunan minare, 17. yüzyıl İstanbul mescitlerinde farklı bir konumda değildir. Anadolu Selçuklu çağının minareli taç kapılarını hatırlatan avlu kapısına bitişik minare uygulaması 17. yüzyılda inşa edilen Tulumcu Hüsam Mescidi’nde de minarenin giriş kapısı üzerine yerleştirilmesi ile tekrarlanmıştır. Sinan mescitlerinden Sokullu Mescidi’nin açık merdivenli “minber minare “sinin bir benzeri olarak, 1614 tarihli Arabacılar (Hoca Halil Attar) Mescidi’nin ilk minaresi gösterilebilir.
Sinan mescitlerinde son cemaat yeri, cephede beş ya da dört, yanlarda iki açıklıklıdır. Son cemaat yeri ile harimi ayıran duvarın merkezinde kapı ve iki yanında birer pencere bulunmaktadır. Kapı merkezden sağa kaydırılmış ise, yanındaki iki pencere arasında bir son cemaat yeri mihrabı yer alır Bu düzeni 17. yüzyılın ilk yansına tarihlenen Defterdarburnu Mescidi’nin son cemaat yeri duvarında görülür. Ancak 17. yüzyılda inşa edilen mescitlerde son cemaat yeri, harim bölümünden çalınarak ya da kapalı mekanın giriş cephesine sonradan ilave edilerek yapılmıştır.
Klasik dönem Sinan mescitleri ile 17. yüzyıl İstanbul mescitlerinin mimari açıdan karşılaştırılmasında, bazı farklılıkların dışında genel olarak klasik dönem ve onu takip eden 17. yüzyıl boyunca bu yapı tipinin benzer mimari özelliklere sahip olduğu ve herhangi bîr tipolojik gelişim göstermediği sonucuna varılabilir.
yüzyıl Sinan yapıları, padişah, Valide Sultan ve sadrazamlar tarafından şehrin önemli mevkilerine cami ve külliyeler olarak inşa ettirilirken, bu asrın sonlarına doğru devlet bütçesinin zaafı, mimari alanda da etkili olmuş ve duraklama hissedilir bir şekilde belirmiştir. 17. yüzyıl ise, bu etkilerin en çok hissedilen asrı olmuş, büyük dini yapılar hemen hemen (Sultan Ahmed ve Yeni Camii gibi istisnalar dışında) hiç bir örnek veremez duruma gelmiştir.
Bu yüzyıl içinde, Fatih dönemi İstanbul’unun iskan sahaları yoğunlaşma ve dolayısıyla da gelişme göstermektedir. Yeni semtler ve mahalleler oluşmakta, şehir metropolünden uzaklaşmalar izlenmektedir. Bu yeni mahalleler sivil yapı gelişimlerini sürdürürken, günlük dini ibadetin uzak semtlerde kalan büyük camilerden ziyade yeni oluşan mahallelere daha küçük ölçekli ibadet yapılarının yapılmasını teşvik etmiştir.
Özellikle bağımsız mescitler (Mahalle mescitleri) sivil mimariyi örnek almış, semt sakinin ibadet için başvurduğu, adeta evlerinin oda ve sofası gibi, sakıflı bir görüntü sergilemişlerdir. Yapıların semtlerde imkân bulduğu yer ölçüsünde, yolların kesiştiği köşelerde veya mahalle ortalarındaki alanlarda, fakat çok kere de sivil yapı blokları arasında inşa edilmişlerdir. Bütün bu unsurlar bize, mescit yapısının sivil mimari ile en sıkı biçimde bütünleşen ve kaynaşan bir dini yapı tipi olduğunu kanıtlamaktadır.
Ancak külliye mescitleri, ihtiva ettikleri işlevsel yapılar topluluktan ve banilerinin sadrazam, vezir, hanım sultan gibi kimseler olmaları sebebiyle bağımsız ve tekke mescitlerinden daha muntazam ve kaliteli bir mimari sergilemektedirler. Tekke mescitleri ise özellikle 17. yüzyılda bağımsız mescitlerin dönüştürülmesi ile oluştuklarından, onlarla aynı özellikleri gösterirler.
Mescitlerin yapı malzemeleri de, adeta bu yapısal etkinliğin değişmez bir normu olarak ortaya çıkarlar. 16. ve 17. yüzyıllarda bağımsız ve tekke mescitlerinde genelde moloz taş, taş-tuğla tekniği yaygın olmasına karşın, külliye yapılarında istisnasız kesme taşın kullanıldığı görülür. Çatı örtüsü yüzyıllar arasında benzerlik gösterirken 16. yüzyıldaki mescit yapılarında görülen direkli son cemaat yeri, 17. yüzyılda ortadan kalkmış bunun yerini harim kısmı bölünerek ya da yakın tarihlerdeki onarımlarda sonradan eklenen, genelde ahşap bir kısım olarak ilave edilen, son cemaat yerleri almıştır.
Mescitler çeşitli nedenlerle (özellikle yangınlar ve depremler sonucu) çok sık yıkılan ve tahribata uğrayan yapılar olduklarından, çoğu kez onarım görerek ya da yenilenerek günümüze gelebilmişlerdir. Bu nedenle onarıldıkları ya da yenilendikleri dönemin bezeme unsurlarını taşımaktadırlar. 17. yüzyıl içinde inşa edilen, fakat farklı dönemlere ait bezeme unsurlarının yer aldığı bir çok mescit yapısı ile karşılaşılmaktadır. Bunların çoğu yakın dönemlere tarihlenmektedirler. Bu nedenle 17. yüzyıl için, bu yüzyılda inşa edilmiş mescit yapılarındaki bezeme unsurları göz önüne alınarak bir üslup birliğinden söz etmek mümkün değildir.
KAPTAN PAŞA CAMİİ TARİHÇESİ
Eyüp Vapur İskelesi karşısında, İskele Caddesi üzerinde, Kızıl Mescit Sokağı karşısında yer alan cami “Çevri Usta”, “Hacı Mahmud”, “Büyük İskele Camii ” adlarıyla da anılmaktadır.
Hadikat’ül-Cevâmi’ye göre “Eyüp İskelesi Mescidinin banisi Gürcü asıllı el-hac Mahmud Ağa’dır ki İbrahim Hân-Zâdeler’in kethüdalık hizmetinde bulunmuştur. Vefatı, Sultan II, Selim saltanatının başlarındadır. 975 (1567) Mescid, Çevri Usta’nın vefatından sonra malından Şehremini Hayrullah Efendi marifetiyle yenilenmiştir. Çevri Usta, Sultan Mahmud Hân Hazretlerinin hazinedarı olup 1235 muharreminin 21. günü (9 Kasım 1819) vefat ederek Fâtih Sultan Mehmed Cami’i şerifi civarında Nakşidil Valide Sultan Türbesi içine defin olunmuştur.(Hadika,s.345)
Mescit üçüncü kez Bahriye Nazın Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa tarafından 1900’de yapılmıştır. Cami kapısı üzerinde bunu belirten dört satırlık kitabe bulunmaktadır. Bu kitabedeki satırlar Şair Refet Efendi’ye aittir. Minare ilk kez bu dönemde eklenerek cami bugünkü haline getirilmiştir. Eskiden ahşap olan cami bu kez kâgir malzemeyle yenilenmiştir. Bu onarım sırasında tamir sebebi ile masrafı artmış ve tamirden sonra Eyyûbi elhac İzzet Efendi adındaki hayırsever mescide minber koymuştur. Mescit, daha sonra Hasan Hüsnü Paşa tarafından şimdiki şekli ile yeniden yapılmış ve bir de minare ilave edilmiştir. Bunu belirten kitabesi cami kapısı üzerindedir. Dört satır halinde hazırlanmış olan kitabe şudur:
Kapûdân-ı hüsn-ü siret Hasan Paşa-yı deryâ-cûd
Bu âli ma’bedi te’sis idüb çün Cennet’ül-me’va
Okundukça… âyeti mihrâb-ü minberde
Hulûs ile du’â-hân ola tâ-kim millet-i beyzâ
Hüdâ banisin ecr ü mükâfat eylesün inşân
Bi-Hakk beyt-i ma’mûr ü becâyı Ka’bet’ül-ülyâ
Nola mihrabına yazılsa Re’fet bu güher târih
Yapdı Ma’bed’ül-envar-ı pür-feyz Hasan Paşa 1318 (1900) (Haskan, s.36)
Caminin altında çeşme vardır. Önceleri cami vakfı olarak kiralanan iki dükkânı ise günümüzde lojman olarak kullanılmaktadır.
Camiye iki taraflı bir merdiven ile çıkılır. Sade bırakılmış kapalı son cemaat yerinin doğu yönünde iki, giriş kapısı yönünde ise bir pencere ile aydınlatma sağlanmaktadır. Batı yöndeki pencereye ait iz belli olmakla beraber bu pencere sonraki bir tamiratta kapatılmıştır. Sağ tarafta ise kadınlar mahfiline girişi sağlayan merdivenler bulunur. Kadınlar mahfili ahşap malzeme ile oluşturulmuştur. Alçak tutulmuş korkuluklar orta kısımda dışa doğru yarım yuvarlak çıkma yapar.
Harime giriş kapısının iki yanında basık kemerli birer pencere mevcuttur. Harim, kare planlıdır. Mihrap, yay kemerli ve iki yanda plastırlarla sınırlandırılmış çok derin olmayan bir niş şeklindedir. Çiçek motifleriyle bezenmiş olup sade bir görünüm arz eder.
Cami içten kubbe, dıştan ise basit bir çatı ile örtülüdür. Kubbe göbeğinde 1318 tarihli bir ayet vardır. Tavan silmesi oymalı tahtalarla süslenmiştir. Kadınlar mahfili de dahil olmak üzere tavan aplike olarak bezenmiştir. Motifler natüralisttir. Bu süslemelerin bir kısmı sökülmüş, bir kısmının da boyası akmıştır. Cami dıştan, hareketli bir saçak ve silmelerin yanı sıra pencere etrafında plastırlarla hareketli bir görünüme sahiptir.
1984-1985’te yapılan istimlakler sonucu cami doğal dokusundan koparılarak tek başına kalmış, Çevri Usta’nın, caminin yakınında olduğu söylenen mezarı hakkında kesin bir bilgi ya da belge mevcut değildir.
RÖLÖVE RAPORU
PLAN ÖZELLİĞİ
Dikdörtgen planlı olan yapı 13.00 mx 8.80 m. Ebatındadır. 2 katlı olan yapı kesme taş duvarlı, kagir bir camii dir. İlk dönemi ile ilgili belge olmayan camiinin ahşap bir mescit olduğu daha sonradan 1900 yılında tekrardan inşaa edilen yapı günümüze gelmiştir.
Camii alt bölümü mevcutta kadınların abdest yeri ile camii görevli lojmanı olarak kullanılmaktadır. Son cemaat ve harim kısmına kuzey cephesindeki 2 kollu ‘I’ formlu merdivenle ulaşılır. Girişte yapı ile uyumsuz olan yakın dönemde yapılmış pvc doğrama rüzgarlık vardır.
Rüzgarlıktan sonra kapalı son cemaat bölümüne girilir. Son cemaat bölümünün sağ köşesinde minare kürsüsü yükselir. Hemen yanında kadınlar mahfiline çıkış sağlayan ahşap merdiven evi vardır. Son cemaat yeri dikdörtgen formlu olup 4.23 m. X 8.80 m. Ebatlarındadır. Tavanı ahşap çıta tanzimlidir. Döşeme sistemi volta döşemedir. Bu sistem üzerine ahşap kaplama yapılmıştır. Duvarlar sıva üzeri boyadır. Duvarlarda kalem işi yoktur. Son cemaat bölümüne kuzey cephesinde, batı cephesinden 1, doğu cephesinden 2’ şer adet pencere açılır. Harime bakan güney duvarında da 2 adet pencere bulunur.
Son cemaate giriş kapısı cephe orta aksındadır. Kapının karşı aksındaki diğer bir kapıdan da harime girilir. Ahşap olan kapılar özgündür.
Harim 7.40 m.x 7.40 m. Ebadında kare planlıdır. Her cepheden 2’ şer adet pencere harime açılır. Ahşap doğramalı pencereler yakın dönemde yenilenmiştir. Harimin içi muazzam bir işçiliğe sahiptir. Dışarıdan kırma çatı olan üst örtünün iç kısmı, harim üstü kubbe ile geçilmiştir. Kubbe iç kısmı muazzam bir kalem işçiliğine sahiptir. Minber ve vaiz kürsüsünde tavandaki kalem işlerini ahşap işçiliğe bırakır. Mihrap minber ve vaiz kürsüsüne göre daha az işçiliklidir. Mihrap nişi yarım daire formundadır ve üst kısmı da yarım daire formu ile kapanır. Mihrap nişi etrafında üzengi seviyesine kadar ahşap sütunçeler yapılmıştır.
Ana sahın döşemesi de son cemaat gibi ahşap kaplamadır. Duvarları çalışma sürecinde tekrardan boyanmıştır. Duvarlarda tavanlardaki zenginliğe karşın sadelik hakimdir.
Zemin kat yukarıda da değinildiği üzere abdestlik ve lojman kısımlarından oluşur. Kadınların abdestliğine kuzey cephesinde merdiven alt kısmından girilir. Lojmana ise güney cephesindeki tek kanatlı demir kapıdan girilir. Demir kapıdan dar ve küçük bir hole geçilir. Hole banyo, mutfak ve iki odanın kapısı açılır. Holün solunda kalan odanın içinden 3. odaya geçilir. Lojmanın hol ile soldaki odaları ayıran kagir duvarı ve abdestlikle arasındaki kagir duvar dışındaki diğer bölücü duvarları özgün değildir. Islak mekan döşemeleri seramik, diğerleri laminat parkedir. Duvar ve tavanlar sıva üzeri boyadır. Tavanlar volta döşemedir.
CEPHE ÖZELLİKLERİ
Yapı cepheleri kesme taştır. Kuzey cephesi dışında diğer 3 cephenin pencere açıklıkları aynı özelliktedir.
Kuzey cephesi aynı zamanda camii giriş cephesidir. Orta aksında sağ ve soldan tek kollu taş basamaklı merdiveni vardır. Bu merdiven ile yakın dönemde yapılan rüzgarlığın sahanlığına oradan da son cemaat bölümüne ulaşılır. Zemin kat ile birinci kat arasında kat silmesi dolanmaktadır. Köşeler sütun görünümünü vermek için dışarıya doğru çıkarılmıştır.
Cephenin orta aksının 2 yanında biri sağır olma üzere iki adet pencere vardır. Bunlardan minare kürsüsüne yerleştirilen pencere sadece pencere nişi olarak yapılmıştır. Dikdörtgen formlu pencere üst kısmı sivri kemer ile geçilmiştir. Kapı etrafı dikdörtgen söve ile dönülmüştür. Kapı üst kısmındaki yuvarlak kemerli pencere açıklığının üst bölümünde kitabesi vardır (bkz. Kuzey cephe fotoğrafı).
Doğu cephesinde harime ve son cemaate bakan 4 adet pencere vardır. Pencereler 3.89 m. yüksekliğindedir. Alt kısımları açılır kanatlıdır. Üst kısımlarındaki doğramalar sabittir. harime bakan pencerelerin üst bölümü yarım daire kemer ile geçilmiştir. Son cemaate bakan bakan soldaki pencere üst sövesiArap mimarisinde olduğu gibi tam daire formuna sahiptir. Sağdaki pencere yüksekliği 2.54 m. olup dikdörtgen formludur. Üst kısmında arapça kitabesi ve onunda üstünde ‘C’ ve ‘S’ kıvrımlı motifler vardır. 2 pencere arasında sütunçede konulmuştur. Harim ile son cemaat arasında da köşelerdeki sütunçelerden tekrarlanmıştır (bkz. Doğu cephe fotoğrafı).
Zemin katta üst kat pencere akslarında pencereler yerleştiriliştir. Yuvarlak kemerli pencereler 2 farklı ebatta sahiptir. Abdestliğe açılan pencereler 0.97 m. x 1.39 m. ; lojmana açılan pencereler ise 1.16 m. x 1.82 m. ebadındadır. Doğu avlu duvarına yaslanana abdestilkerin üst örtü sistemi doğu cephesine yaslanmaktadır.
Kırma çatı parapet içinden yükselmektedir. Parapetler 85 cm. yüksekliğindedir.
Güney cephesine harim katından 2 pencere açılmıştır. Zemin kat açıklıkları üst kat pencere açıklıkları orta aksının her iki yanına yerleştirilmiştir. Yakın dönemde kapatılarak değiştirildiği anlaşılan zemin kat pencere boşluk ebatları küçültülmüştür. Zemin katta sol bölümde 2 adet pencere vardır. Sağda lojmana açılan demir kapı ve sağ yanında küçük banyo penceresi vardır.
Zemin kat pencerelerindeki değişiklik dışında cephe kesme taş düzeni, harim pencere özellikleri doğu cephesi ile aynı özelliktedir.
Batı cephesi doğu cephesi ile aynı özelliktedir. Sadece minare kürsüsü nedeni ile son cemaate açılan doğu cephesindeki dikdörtgen formlu pencere burada yoktur. Minare alt kısmında küçük bir çeşmesi vardır.
Minare kesme taştır. Yıkılan minare gövdesi yerine yakın dönemde kurul kararı dönemine uygun olarak kesme taştan mevcut minare yapılmıştır.
YAPIDAKİ BOZULMALAR
Yapı özgün plan şemasını büyük ölçüde koruyarak günümüze ulaşmıştır. Yapıda yapılan yakın dönem değişiklikleri cephelerdeki uyumsuzluk ve kullanılan malzemeler nedeni ile anlaşılmaktadır. Zemin katta kaynaklarda ve eski fotoğraf belgelerinde görülen dükkanlar yerine abdestlik ve lojman gelmiştir. Lojman nedeni ile batı ve güney cephesindeki pencere açıklıkları değişmiştir. Mermer kaplı merdivenler yenilenmiştir. Rüzgarlık bölümü yakın dönemde yapılmıştır.
Pencereler yakın dönemde ahşap doğrama ile yenilenmiştir.
Cephelerde kesme taşlarda ciddi hasarlar vardır. Taşlarda çatlak ve malzeme kaybı ciddi durumdadır. Cephelerde kirlenmeler vardır.
Doğu avlu duvarına bitişik konumlanan abdestliklerin üst örtüsü doğu cephesine yaslanmaktadır ve bu durum camii cephesinin algılanmasına neden olmaktadır.
RESTİTÜSYON RAPORU
Cami günümüze gelinceye kadar birçok kez yenilenmiştir. İlk olarak ahşap sistemde 1567 yılında yapılan camii, 17. Yüzyılda yenilenmiş en son 1900 yılında kagir olarak mevcut durumu ile yapılmıştır. Erken dönemlerine ait elimizde belge olmadığından 1900 yılına ait restitüsyon projesi hazırlanmıştır. Restitüsyon projesi hazırlanırken elimizdeki yazılı ve görsel belgeler ile yapıdaki izlerden yararlanılmıştır.
Buna göre restitüsyonda alınan kararlar şunlardır;
Yapının zemin katında yakın dönem lojman yapısı olarak kullanılan bölümdeki geç dönem bölücü duvarlar kaldırılmıştır. Lojmanın olduğu kısımda yazılı belgelere göre 2 adet dikdörtgen formlu dükkan yapılmıştır (bkz. Restitüsyon plan paftası). Abdestliğin olduğu kısımda 3. Dükkan bölümü olarak restitüe edilmiştir.
Zemin katta batı ve güney cephesinde yakın dönemde kapatılan dükkan vitrin boşlukları özgün durumuna getirilmiştir. Dükkan vitrinleri belge-1 doğrultusunda restitüe edilmiştir.
Kuzey cephesindeki giriş saçağı yerine belge-2 deki fotoğrafta görülen ahşap doğramalı rüzgarlık yapılmıştır.
3. Dükkana yine merdiven altından giriş verilmiştir.
Üst kottaki mevcut pencere düzeni korunmuştur. Sadece belge 1-2 ve 3’ e göre ahşap doğrama sistemi restitüe edilmiştir.
Minare ile ilgili elimizde kesin veriler olmadığından, kurul kararı ile dönem özelliğine uygun yapılan minare formu mevcut hali ile korunmuştur.
Çatı örtüsü kurşun olarak değiştirilmiştir.
Dükkan zemin kaplaması, karo siman kaplama olarak önerilmiştir. Duvar ve tavanlar malzeme raporuna uygun olarak kireç harçlı sıva önerilmiştir.
Harim ve son cemaat bölümü mevcut hali ile korunmuştur. Döşemeleri ahşap kaplamadır. Duvarlar malzeme raporu doğrultusunda kireç harçlı sıva yapılmıştır (bkz. Malzeme raporu).
Avlu duvarına yaslanan abdestlikler ve doğu cephesine yaslanan üst örtüsü kaldırılmıştır.
Tavanlar mevcut durumu ile korunmuştur.
Minber, vaiz kürsüsü ve mihrapta özgün olduğundan projede korunmuştur.
Giriş merdivenlerinin altı mevcutta mermer kaplamadır. Belge 6 ve 1 de görüldüğü üzere sıvalı olan bu bölümler belgeler doğrultusunda sıvalı olarak restitüe edilmiştir.
RESTORASYON RAPORU
Yapı restorasyonu, restitüsyon doğrultusunda yapılmıştır. Buna göre alınan kararlar şunlardır;
Öncelikle yapı cepheleri mekanik yöntem ile (mikro kumlama ) temizlenmelidir. Taşlardaki 5 cm. büyük olan malzeme kayıplarında bu bölgeler çürütme yöntemi ile özgün taşa uygun taş malzeme ile tümlenmelidir. 5 cm.’ den küçük olan malzeme kayıplarına dokunulmamalıdır. Taşlarda tabaka halinde kalkma olan bölümlerde yine çürütme yöntemi ile tümleme yapılmalıdır.
Uygulamada çatı arasına girilmeli, ahşap tavan alttan askıya alındıktan sonra çürüyen tüm ahşap elemanlar aslına uygun malzeme ile değiştirilmelidir. Çatı üst örtüsü restitüyona uygun olarak kurşun yapılmalı ve altına su yalıtımı için keçe kullanılmalıdır.
Yağmur iniş boruları çinko olarak yenilenmelidir.
Tüm doğramalar sökülmeli ve restorasyon projesine uygun olarak 1. Sınıf çam ile yapılmalıdır.
Tavanlarda kalem işlerinin ve ahşapların bozulduğu bölgeler aslına uygun olarak onarılmalıdır.
Kuzey cephesindeki merdiven yan duvarlarındaki mermer kaplama sökülerek kireç harçlı sıva ile sıvanmalıdır.
İç duvarlarda önce boya raspası yapılmalı ve altta kalem işi var ise projelendirilerek restorasyonu uzman kişilerce yapılmalıdır.
Yapı iç duvarlarında sıva raspası da yapılması gereklidir. Cephe taşlarındaki bozulmalar ciddi oranda olduğundan mevcutta tespit edilemeyen var ise çatlakların tespiti için raspa işlemi yapılmalıdır. Çatlaklar konunun uzmanlarınca yerinde değerlendirilmelidir. Değerlendirme yapıldıktan sonra;
*1 cm.’ den küçük kılcal çatlaklarda özgün harç ile enjeksiyon yapılması önerilir.
*1 ila 4 cm. olan çatlaklarda özgün harç ile enjeksiyon yapıldıktan sonra paslanmaz çelik çubuklarla dikiş atılmalıdır.
*4 cm.’ den büyük çatlak oluşumlarında ise çatlağın etrafı 20-30 cm. açıldıktan sonra özgün malzemesi ile yeniden örülmelidir.
Ahşap döşeme kaplamaları kontrol edilmeli ve çürüyen kısımlar özgün ahşap malzeme ile yenilenmelidir.
Zemin katta tavanlar sıva raspası yapıldıktan sonra paslanan volta döşeme putrelleri ince zımparalar ile temizlenmeli ve üzerine antipas sürülmelidir.
Yapılarda kullanılan ahşaplar 1. Sınıf çam olmalı, fırınlanmış ve emprenye edilmiş olmalıdır. Mevcutta kullanılacak olan ahşap elemanların üzerine böceklenmelere karşı emprenye sürülmelidir.
Doğu avlu duvarına bitişik konumlanan abdestlikler projede tasarlanmıştır. Mevcutta tuvaleti olmayan camiinin ihtiyacını karşılamak için projede abdestlik altına tuvaletler önerilmiştir. Abdestliğin 2 yanından bodrum kattaki bay ve bayan tuvaletine inen merdivenler çözümlenmiştir.
KAYNAKÇA
ASLANAPA; Oktay : Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1983
Ayvansarayi Hüseyin Efendi, Ali Satı Efendi, Süleyman Besim Efendi: Hadikatü’l Cevami, Haz. Ahmed Nezih Galitekin, İstanbul 2001
(ELDEM)Halil Edhem: Nos Mosquees de Stamboul, İstanbul 1934
HASKAN; Mehmet Mermi: :Eyüp Tarihi I, İstanbul 1993
Müler-Wiener; Wolfgang : İstanbul’un Tarihsel Topografyası, Çeviren Ülker Sayın, İstanbul 1997.
ERDOĞAN; Esra Güzel : “Kaptan Paşa Camii”T.T.V.D.B.İ.A.,C. 5, İstanbul 1994
ÖZ; Tahsin : İstanbul Camileri, C.ll, 8.İstanbul 1964
TOZUN; Aylin : XVI.Yüzyıl İstanbul Mescitleri, M.S.G.S.Ü.Sos. Bil.Ens.San.Tar.Ana Bil.Dalı, Türk İslam Sanatları Programı Yayımlanmamış Y.Lis.Tezi, İstanbul 2002.
ÜSTÜN; Ayşe : Osmanlı Arşivindeki İstanbul Cami ve Türbelerinin Tamirleriyle İlgili Belgeler, D.E.Ü. Sos.Bil.Ens. İsl.Tarihi ve San. Ana. Bil. Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir 2000