Etiket arşivi: Sanat Tarihi

KARİYE MÜZESİ (TOPOGRAFYASI-ÇEVRESİ) BAHÇE DUVARLARI SANAT TARİHİ RAPORU

İçindekiler

1. Kariye Müzesi Tarihçesi

2. Kariye Müzesi ve Mevcut Bahçe Duvarlarının Konumu

3.Tarihsel Süreçte Kariye Müzesi ile Edirnekapı Semtinin Topografyasındaki ve   Çevresindeki Değişim

   3.1 Bizans Dönemi

   3.2 Osmanlı Dönemi

   3.3. Cumhuriyet Dönemi

4.Tarihsel Süreçte Kariye Müzesi Bahçe düzenlemesi

    4.1 Giriş

   4.2 Günümüzde Kariye Müzesi Bahçe Düzenlemesi

   4.3.Kariye Müzesi Bahçe Duvarlarının Dönem Analizi

5. Kaynakça

1.Kariye Müzesi Tarihçesi

Günümüzde Kariye Camii veya Kariye Müzesi adları ile tanınan yapı, Ayasofya’dan sonra en fazla tanınan anıt eserlerimizdendir. Yapı geçmişte İstanbul’un altıncı tepesinde Haliç’in güneyinde inşa edilen Khora Manastırı’nın İsa’ya ithaf edilmiş ana kilisesiydi. Altıncı yüzyıla giden tarihsel geçmişi ile çok katmanlı bir yapıya sahip olan Kariye Müzesi, Bizans’ın geç döneminde (Paleologos Hanedanı Dönemi) 1316-21 yılları arasında Theodoros Metokhites tarafından büyük ölçüde yenilenerek ve bezenerek bugünkü şeklini almıştır. Mozaik ve freskleri ile Bizans sanatının ve dünya sanatının gelişiminde çok önemli bir yere sahip olan yapı Erken İtalyan Rönesansı anıtlarıyla özellikle de Giotto’nun Arena Şapeli’ndeki freskolarıyla kıyaslanır.

Bizans döneminin bu önemli kilisesi İstanbul’un 1453 yılında fetih edilmesi ile bir süre boş kaldıktan sonra II. Beyazıd döneminde 1511 yılında Sadrazam Hadım Ali (Atik Ali) Paşa tarafından camiye çevrilmiştir.

Kariye, naos, kuzey taraftaki iki katlı ek yapı (anneks), iç narteks, dış narteks ve güney taraftaki mezar şapeli (parekklesion) ile beş ana mimari mekandan oluşan haç planlı bir yapıdır. Osmanlı döneminde etrafında zamanla oluşan medrese, tekke, türbe, çeşme, imaret ile birlikte bir manzumenin merkezi olmuştur. Cumhuriyetin ilanından bir süre sonra şehirdeki Bizans anıtlarının restorasyonu ile ilgili çalışmalar kapsamında Amerikan Bizans Araştırmaları Enstitüsü ile Dumbarton Oaks’ın çalışmaları ile restore edilmiştir ve Ayasofya Müzesi’ne bağlı bir anıt müze olarak da varlığına devam etmektedir.

2.Kariye Müzesi ve Mevcut Bahçe Duvarlarının Konumu

Kariye Müzesi ve bahçesi İstanbul İli, Fatih İlçesi, Dervişali Mahallesi, Kariye Cami sokak, no: 8’ te bulunan müze ve mevcut bahçe duvarları 473 pafta, 2607 ada, 1 parselde kayıtlı olup sit alanı içerisinde yer almaktadır. Bahçe duvarları, eğimli bir arazide yer alan yapıyı ve içinde bulunduğu araziyi, doğu, güney- güneybatı ve kuzey ve kuzeydoğu yönlerinden çevrelemektedir (Şekil-1).

Şekil-1Kariye Müzesi, bahçe duvarları ve tarihi yapı kalıntılarının mevcut vaziyet planı

Anıt eser ve bahçesi kuzeyde Kariye Türbesi Sokak, batıda Kariye Camii Sokak, güneyde Kariye Camii sokak ile kesişen Kariye Bostanı Sokak ve Neşter Sokak doğuda Kariye Parkı ve Salman Tomruk Caddesi ile çevrelenmiştir.

Foto 1.Kariye Müzesi ve çevresi, havadan görünüm,2015

Kariye müzesinin konumlandığı Edirnekapı semti; Tarihi yarımada içerisinde yer alıp Ayvansaray semtini de içine alan ve aynı zamanda kentin batı surları ile çevrelenen İstanbul’un en yüksek tepesi olan Edirnekapı tepesinde yer alır. Sur dışında kalan tarihi Edirnekapı Şehitliği ve Edirnekapı Mezarlığı’da semtin bütünü içinde düşünülür. Semt Edirnekapı’ya dek uzanan Fevzipaşa Caddesi ile güney ve kuzey olarak kesilmektedir. Batıda Bizans surları ve Edirnekapı’sını da içine alan Sulukule Caddesi ile doğusunda ve güneydoğusunda Fevzipaşa caddesinin her iki tarafında da devam eden Karagümrük mahallesi, kuzey batısında Dervişali Mahallesi, sur dışında batıda Eğrikapı semti yer almaktadır. Edirnekapı Tepesi İstanbul’un tarihi yarımadasın da bulunan yedi tepesinden altıncı tepedir.  Söz konusu bu tepe üzerinde Mihrimah Sultan Cami, Kariye Müzesi, Ayios Yeoryios Rum Kilisesi, Ayios Dimitrios Kilisesi, Atik Ali Paşa Camii ve Tekfur Sarayı gibi anıt yapılar bulunmaktadır.

Foto 2.Edirnekapı semtinin havadan görünümü, 1966
Foto.3.Edirnekapı semti havadan görünüm, suriçi, 2018
Foto.4.Edirnekapı semti, sur içinden sur dışına genel görünüm 2018
Foto.5 Edirnekapı ve Mihrimah Sultan Camii ile Aeitus (Çukurbostan-Karagümrük) sarnıcı genel görünüm, 2018

3. Kısaca; Tarihsel Süreçte Kariye Müzesi ve Edirnekapı Semtinin Topografyasında ve Çevresindeki değişim

3.1Bizans Dönemi Edirnekapı semti, adını buradaki sur kapısından almaktadır. Kapının Bizans dönemindeki adı ‘’porta harisius veya ‘’Mezarlık Kapısı’’ anlamında kullanılan ‘’Miriadron’’dır. Ayrıca Bizans döneminde kapının, merasim kapısı olarak kullanıldığı da bilinmektedir. Bizans imparatorlarının sefere çıkarken veya seferden dönerken bu kapıdan geçtikleri ve kapının Mese Caddesi üstünde yer aldığı bilinir. Ayrıca Bu kapının İstanbul’un fethi sırasında ilk açılan sur kapısı olduğu söylenir.

Foto.6.Edirnekapı semti havadan görünüm, 19.yüzyıl sonu

Edirnekapı semti geç roma döneminden itibaren önem kazanmaya başlamış İstanbul’un eski semtlerinden biridir.  4. Yüzyılda Konstantin surlarının dışında kalan bu bölge; 5. yüzyılda II. Theodosios tarafından inşa ettirilen ve batıya doğru genişletilen surların içinde kalarak son sınırı teşkil eder.  Yine 5. yüzyılda yazılan Natitia Urbis Costantinopolinae’ ye göre şehir 12’si sur içinde olmak üzere 14 bölge ve 322 alt birime ayrılmıştır. Edirnekapı’nın da içinde olduğu bölge 14. bölgedir.

Şekil 2. Büyük Konstantin Surları ve II. Theodosios Surlarını gösteren plan
Şekil 3. Kostantinopolis’in yönetim açısından 14 bölgeye ayrılan planı, ‘’İstanbul dünya kenti’’ sergisinden YKM

İstanbul (Kostantinopolis) kentinin kurulu olduğu yedi tepenin en yükseği olan Altıncı tepenin (Edirnekapı) sırtını ve eteğini kapsayan bu bölge;  tepenin en yüksek noktasından itibaren güney yönünde Lykos Deresine (Bayrampaşa) doğru vadiden aşağıya hafif eğimli, kuzey yönünde ise Haliç’e doğru inen dik bir yamaçtan müteşekkildir. Lykos Deresi’nin (Bayrampaşa) bir yarık meydana getirdiği hat, doğal bir sınır meydana getirmekteydi. 1959 yılında Lykos Deresi (Bayrampaşa Deresi) kapatılarak yerine kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan bugünkü Vatan Caddesi yapılmıştır.

Şekil 4. Bizans Döneminde Tarihi Yarımadayı gösteren bir planda Edirnekapı ve bölgesi

Şehre Porta Harisius veya diğer bir adıyla Andrinopolis kapısından (Edirnekapısı) girilmekte idi. Kapı Edirne yolu üzerinde bulunduğu için bu ismi almıştır.  Söz konusu bu yol Doğu ve batı arasındaki en büyük uluslararası ticaret yolundan biri Egnatia Yolu veya özgün adıyla Via Egnetia’dır.  Porta Harisius (Edirnekapısı) kapısına uzanan bu Antik Roma ticaret yolu Bizans dönemi ile birlikte eski önemini yeniden kazanmıştır.  Dolayısıyla Trakya’dan gelen yolcu ve mal getiren esnaflar bu kapıdan girer ve şehir merkezine uzanan çeşitli dükkanlar, nalbantlar, aşevlerinin yer aldığı yol boyunca (Bizans Döneminde ki adı ile Mese Caddesi) ticaret yapılırdı.

Kapının hemen karşı tarafında yolun sağında 9. Yüzyılda inşa edilen Ayios Georgios Kilisesi bulunmaktaydı. Kilise 1562-1565 yıllarında Mihrimah Sultan Camisi’nin inşası üzerine yıkıldı ve bugünkü yerinde yeniden inşa edildi. 1726’da restore edilen kilise, kayıtlara göre 1836’da Mimar Hacı Nikolaos tarafından yeniden inşa edildi.  Aya Yorgi Kilisesi kayıtlara o dönem Aziz Nikolas diye geçmişti. 1974’te Vakıflar idaresine geçen kilise, 2017’de restorasyonu yapılarak ve ibadete açık durumdadır.

Foto.9 Edirnekapısı ve çevresi, 2018

Mese caddesinin solunda, (günümüzde ise Fevzipaşa Caddesi’nin solunda ve Salma Tomruk olarak adlandırılan caddenin kavşak oluşturduğu köşe noktada) Bizans’ın dört büyük açık sarnıcından biri olan Aetios Sarnıcı bulunmaktaydı. Sarnıç dönemin valisi Aetius tarafından 421 yılında yaptırılmıştır. Anıtsal bir yapısı olan Aetius Sarnıcı, 244×84 metre ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Derinliği yaklaşık 13-15 metre, duvar kalınlığı 5-20 metredir. P.Gylles, 1540 yılında burasının bütünüyle kurumuş bir halde olduğunu ifade eder. Osmanlı dönemine suları boşalıp bütünüyle kurumuş halde ulaşan sarnıç, toprakla doldurulup bostan haline getirilmiştir. Çukurda bulunmasından ötürü “Çukurbostan” adıyla da anılmıştır.1926 sarnıç kalıntılarının üzerine eski adı ile Vefa yeni adıyla Karagümrük Stadı kuruldu.

Foto.10 Karagümrük Çukurbostan bir yanda küçük futbol sahası diğer yanda bostan, solda Kariye Camii ve Tekfur Sarayı

Mese Caddesi Konstantinopolis’in ilk ve önemli arteri idi.  Bu yolun Havariyun Kilisesi’nden (Günümüzde yerinde Fatih Cami’si bulunmaktadır) geçerek Harisius Kapısı’na (Edirnekapısı) ulaşan kısmı Mese’nin kuzeybatı aksını teşkil ederdi. Bu yol bugünkü Fevzipaşa Caddesi ile örtüşmektedir. Bizans döneminde şehrin yerleşim dokusu, esas olarak Marmara Denizi’ne paralel şekillendiğinden Edirnekapısı’na yönelen yol, şehrin daha az meskûn bölgeleriydi.

Şekil 5. Bizans Dönemi, Mese’nin kuzeybatı aksı üzerinde caddenin gösterimi (Feyza İlter, 2018)

Konstantinopolis’in kentsel alanı XI. yüzyıldan itibaren kuzeybatıda, Blakhernai bölgesinde yoğunlaşmaya başlamıştır. Latin istilasına kadar eski kent çekirdeği ile beraber gelişen bu yeni kentsel alandaki Blakhernai Sarayı, 1204’ten itibaren yönetim merkezi olarak kullanılmıştır. (Bu dönemde (1204) Latin istilası sırasında, kentin paha biçilmez anıtları ve binaları yağmaya ve büyük bir tahribata uğramıştı. 1260 yılında Latin İmparatorluğunun sona ermesi ile kent yeniden Bizans egemenliğine girmişti. ) Bu durumda, Mese’nin kuzeybatı aksında Havariyun Kilisesi – Blakhernai Sarayı güzergâhı önem kazanmıştır. Bu aks günümüzde kentin ihtiyacına göre işlevlendirilerek Fevzipaşa Caddesi olarak kentin ulaşım hattında halen varlığını korumaktadır.

Şekil 6. 1260 yılı Bizans İstanbul’unu gösteren bu haritada pempe renk ile gösterilen yerler sivil bina alanları kırmızı ile gösterilen dini yapıları, yeşil renk ile gösterilen noktalar resmi yapıları işaret etmektedir.

 Fevzipaşa Caddesi sınırının bir ucunu oluşturan Edirnekapı, Osmanlı dönemi boyunca da önemini korumuştur.  Fatih Sultan Mehmed döneminden Cumhuriyet’in ilanına kadar Osmanlı padişahlarının tahta çıkışlarında kılıç kuşanma merasimi için Topkapı Sarayı ile Eyüp Sultan arasında yapılan kılıç alayının güzergâhında devam eden Fatih Külliyesi ile Edirnekapı aksı günümüzdeki Fevzipaşa Caddesi’dir. Bizans döneminde olduğu gibi, kentin yönetim merkezi ile kutsaliyet merkezini birbirine bağlayan bu aks, Osmanlı Divanyolu’nun (Bizans Döneminde Mese) da bir parçası niteliğindedir. Ayrıca Avrupa’daki seferlere çıkılırken ordunun Edirnekapı’dan gönderilmesi ve Tanzimat’a kadar İstanbul’a gelen elçilerin kente Edirnekapı’dan girmesi, bu önemi destekler nitelikteki geleneklerdir.

Şekil 7. Osmanlı Dönemi Mese/ Fevzipaşa güzergahı ve sonradan genişletilen cadde

Cumhuriyet Döneminde ise 1929 yılında Fatih-Edirnekapı Tramvay hattının açılışı yapılmış olup cadde 1959 yılında da genişletilmiştir. Cadde bir süre sonra, 1960 yılların sonunda surlara açılan yeni bir geçitle son halini aldı. Ayrıca Fevzipaşa Caddesi aksı üzerinde Osmanlı Döneminde Fatih Külliyesi’nin inşası, Yavuz Sultan Külliyesi ve Mihrimah Sultan Külliyesi’nin de inşası ile kentin üç tepesi üzerinde silüetin önemli parçaları tamamlanmış oldu

Foto 13. Eski geçiş yolu olan Edirnekapısı ve 1960’lı yılların sonunda surların bir bölümünün yıkılarak açıldığı yeni geçiş yolu

Harısıus Kapısı’nın (Edirnekapısı) kuzeydoğuya doğru inen yamaçında ise Khora Manastır Kilisesi (Kariye Müzesi) yer alır.  Osmanlı Devleti’nin Bizans’tan devir aldığı önemli anıt yapıtlarından biri olan Kariye Müzesi Bizans Dönemi İstanbul’unun en önemli dini yapılarından biri olan Khora Manastırı’nın ana kilisesiydi.  4. Yüzyılda manastırın yerinde evvelce var olan küçük bir kilise İmparator Konstantin tarafından inşa ettirilen surların dışında kalmakta idi.  Buna istinaden yapıya muhtemelen  ‘’şehir surlarının dışındaki topraklar’’ anlamına gelen Chora (()ρα)adı verilmiştir. II. Theodosius ‘un 5. yüzyıl başlarında yeni şehir surlarını inşa etmesi ile manastır ve bulunduğu semt günümüzdeki adı ile Edirnekapı şehrin yeni sınırları içerisinde kalmıştır.  Daha sonraki dönemlerde birçok kez ihya edilen yapının son hali 14. yüzyıldan günümüze ulaşmıştır.

Chora çevresinde birçok önemli yapılar yer alır. Bizans döneminde kilisenin manastıra ait oluşu ve Ayvansaray’da kalıntıları tespit edilebilen Blakhernai Sarayı’na yakınlığı yapıyı önemli bir konumuna getirmiştir. Yine bunlardan biri Harısıus Kapısı’ndan  (Edirnekapısı) kuzeye devam eden surların en kuzey noktasında, Eğrikapı ile Edirnekapı arasında Chora Manastırının kuzeydoğusunda surlara bitişik Tekfur Sarayı olarak adlandırılan Blakhernai Sarayı’nın müştemilatı veya bir birimi olduğu düşünülen Bizans yapısıdır.  Bizans’ın ilk sivil mimari tarzını yansıtması açısından dünya sanat tarihi açısından da büyük önem taşıyan Tekfur Sarayı, Osmanlı Döneminde halk dilinde Tekir Sarayı olarak adlandırmalarına karşılık, yabancılar genellikle, 16. yüzyılda da  Konstantin Sarayı (Palatium  Constantini),  sonraları Porfirogennetos Sarayı  derler.  Bizans  kaynaklarının 14. ve 15. yüzyıllarda ‘’Porfirogennetos  Evi’’  olarak adlandırdıkları yerin burası olduğu sanılmaktadır.

Foto 14. Tekfur Sarayı ve surlar, 19.yüzyıl

Bizans imparatorlarının  12. yüzyıldan içinde yaşadıkları  Blakhernai Sarayı kompleksinin en güneyde ve yüksekteki  bir parçası, bir pavyonu olarak yapılan Tekfur Sarayı‘nın  hangi tarihlerde ve kim tarafından inşa ettirildiği net olarak bilinmez. Tekfur    Sarayı, fetihten sonra çeşitli maksatlarla kullanılmıştır. 16. yüzyılda Pirî  Reis’in İstanbul resminde burası, üstünü örten  çifte meyilli çatısı ve bitişiğinde burç üzerindeki balkonu ve bunu koruyan sundurmasıyla gösterilmiştir. Yine 16. yüzyılda İstanbul’a gelen Melchior Lorichs’in İstanbul panoramasında  da bina sağlam bir halde ve üstü çift meyilli beşik çatıyla örtülü olarak gösterilmiştir.  18. yüzyılda seramik ve çini atölyesi olarak kullanılan Tekfur Sarayı daha sonra camhane, ardından 19. yüzyılda Yahudiler‘in ikamet ettiği barınak olarak kullanılmış ve 1865 yılında çıkan yangınla beraber ara katları çökerek kullanılmaz hale gelmişti. Ayrıca; ünlü Kaşıkçı Elması buradaki çöplükte bulunmuştur.

1891 yılında Fernand de Mély tarafından yayınlanan Ortaçağ’da Konstantinopolis adlı haritada o tarihte hali hazırda mevcut binaların topografik incelemesi yapılmış, Bizans ve Osmanlı dönemlerinin eserleri ve bulundukları bölge üst üste getirilerek çakıştırılmış ve böylece Osmanlı ve Bizans dönemini kıyaslama imkanı verilmiştir.

Şekil 9. Edirnekapı, Tekfur Sarayı, Aya Yorgi Kilisesi, Kariye Cami, Çift sıra surlar ve önünde hendek, Haritadan Detay, 1891

Kariye Müzesi’nin en kuzeyinde yer alan Bizans döneminde, II. Theodosios dönemine ait İstanbul’un mahallelerini anlatan Notitia Urbis Constantinopolitanae’ye göre şehrin kuzeybatısında, şehir surlarından ayrı bir surla çevrili, şehrin 14. Bölgesi içinde olan Blakhernai mahallesiydi.  Blakharnıa Saray Kompleksi, Haliç’e dik inen yamaçta teraslara kurulmuş olup 1204’ten itibaren yönetim merkezi olarak kullanılmıştır. Blakhernai Sarayı’nın olduğu bölgenin duvarları Haliç kıyısına uzak kaldığından kıyıyı korumak için 5. yy. duvar uzatılmış, bu bölüme de “Pteron” (siper) adı verilmiştir. 11. yy’da Komnenoslar döneminde imparator sarayı Blakhernai’ye taşınınca Blakhernai duvarı önüne, şehir dışına doğru yay çizerek uzanan 13 burçlu güçlü bir duvar olan “Manuel suru” yapılarak saray bölgesi tahkim edilmiştir. Eğrikapı bu surun içinde yer alır.  Bölgenin üç ana mahallesi vardı: Blakherna Sarayı ve çevresi dışında, Eğrikapı bölgesini içeren Kaligaria Mahallesi ve Lonca ile çevresini, Haliç’e bakan düzlüğü kapsayan Kynegion Mahallesi. Kaligaria Mahallesi XII. yüzyıla, yani İmparator Manuel Komnenos (1143-1170) dönemine kadar sur dışında kalmıştır. Blakhernai’dan günümüze dehlizler, bu kompleksi içinde yer alan Tekfur Sarayıve Anemas Zindanıdenilen yapılar ile pencereli cepheler geriye kalmıştır.

Foto 17. Blakharnıa bölgesi, Ayvansaray, 2018

Yapının bulunduğu bölge fethin hemen öncesinde 1344 civarında genel olarak bostanlar, bağlar ve aralarda yer alan etrafı çevrili küçük küçük yerleşim birimlerinden oluşmaktaydı. Bu yerleşim birimlerinde ve bahçelerde arazinin eğimine uygun olarak teraslamalar yapılırdı. 14. yüzyılda şehir tekrar küçülüyor; koca mahalleler terk ediliyor; bunların yerine, bahçeleri ve bağları ile büyük manastır kurumları oluşuyordu.

Söz konusu manastır bölgelerinin yanında, bir de onlar kadar geniş, yüksek memurlara ait konaklar ve bunların müştemilatı vardı.  Ayrıca Bizans imparatorlarının Büyük Saray ve Blakherrnia Sarayı dışında, kendi mülkleri olan ya da ailelerinden kişilerin sahip oldukları konakları (domus – oikia) ya da sarayları da vardı. Palaiologoslar döneminin ünlü isimlerinden Theodore Metokhites’in sarayı ise Blakherna yakınlarındaki, Khora Manastırı yakınlarında yer alıyordu. 1328’de bir isyan sebebiyle tahrip olunan Khora Manastır Kilisesinin banisi Theodore Metokhites’in sarayı yalnız bir kiliseyi, vezirin çocuklarına mahsus evleri ve birtakım iş ve idare dairelerini ihtiva etmiyor, aynı zamanda bağlı, havuzlu, çimenli bir parkı da içeriyordu; hatta burada, o zaman nadir olan develer dahi görülüyordu.

Yine Clavijo ‘nun 1403’te geldiği İstanbul’a dair verdiği bilgilere göre surlar arasında kalan kısımlar tarla ve meyve bahçeleriyle birbirinden ayrılmış bir dizi küçük mahalle barındırmaktaydı. Saray ve kiliselerin yıkıntıları her yerde görülebiliyordu. Aynı şekilde su kemerlerinde de, buna göre yoğun olarak meskûn olan yerler yalnız Marmara Denizi ile Haliç boyunca sahil kordonudur. Yalnızca kıyı bölgeleri, özellikle de Haliç’e bakan ticari alanlar oldukça yoğun bir nüfusa sahipti.

Özetle, şehrin ortası (Likos Vadisi ile su kemerleri civarı) bir de, surlar boyunca olan saha, tarlalar ve bahçelerle işgal edilmişti. Bütün şehir sahası üzerinde ve ada hâlinde birtakım geniş manastır ve saray yapıları ve bunların bahçeleri, bağları ve zeytinlikleri dağınık olarak serpilmişti. Fakat Haliç sahili yoğun olarak meskûndur, küçük limanların [Kadırga (Sophia) Limanı, Kumkapı (Kontoskalion)] bulunduğu Marmara sahili herhalde daha az yoğundu.

Dolayısıyla Kariye Müzesi’nin (Chora Manastır Kilisesi) bulunduğu bölge Bizans döneminde ekseriyetle nüfusun ve yerleşimin az olduğu bağlık, bahçelik alanlardı. Bizans İmparatorluğu döneminde yedi tepenin şekillenişi, Roma döneminde benzer şekilde olmuştur. Tepeler üzerine büyük çoğunlukla anıtsal nitelik taşıyan dinî yapılar yerleştirilmiş, topoğrafya ve yapılaşma uyumlu bir biçimde genişleyen kenti beslemişti.

Şekil 10. Bizans Döneminde tarihi yarımadayı gösteren bir şehir planı, (resimsel topografik harita görünümünde kuşbakışı illüstrasyon)

Tarihi yarımadayı gösteren yukarıda ki planda Geç Bizans Dönemine kalıntıları ulaşan Konstantin Surları ile II. Theodosios Surları arasında kalan bölgenin nüfusun ve yerleşiminin az olduğu bağlık ve bahçelik alanlar olduğu görülmektedir.

3.2. Osmanlı Dönemi

Tarihi Yarımada bölgesi, Roma İmparatorluğu’nun da en önemli merkezlerinden biri olma özelliğine sahip bir yer olmasının yanında 1058 yıl Bizans’a, 469 yıl Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmıştır. Bizans Döneminde başkentin adı Konstantinopolis iken Osmanlı döneminde ise kentin adı değişmemiş sadece Arapça söylenişi ile Kostantiniyye denmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde yedi tepenin kurgulanış biçiminde Roma ve Bizans dönemlerine benzer yaklaşımlar sergilenmiştir. Yükseltiler üzerine inanç yapıları ya da anıtsal nitelik taşıyan yapılar inşa edilmiştir ve böylece İstanbul’un silüeti ve topografyası mimari değer taşıyan eserlerle şekillenmeye devam etmiştir.

1453 yılında Osmanlı kuşatması sonucunda Konstantinopolis’in fetih edilmesi ile birlikte

kent tarihinde yeni bir dönem başladı. Kentin Osmanlı başkentine dönüşmesi yolunda büyük bir dönüşüm süreci başlamıştır. Fethin hemen öncesinde ve sonrasında kent oldukça bakımsız ve harap durumda idi.  İstanbul sur içi 13 km²’dir. Şehrin fethedildiği dönemde nüfus Haliç ile Marmara sahili arasında yoğunlaşmıştır. Fetih öncesindeki nüfusu için 30.000-50.000 arasında tahminler bulunan kentin nüfusu 1477 tahririne göre 60.000-70.000 arasında tahmin edilmiştir.

Fetih ile beraber kentin imarı ve inşası için faaliyetlere başlanmış, kenti nüfuslandırmak için Trakya’dan, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden ve Bursa’dan Türkler, Rumeli’den Yahudiler ile farklı bölgelerden Hıristiyan birçok aile İstanbul’a nakledilmiştir

Fethin hemen sonrasında yeni başkentin ihtiyaç duyduğu pek çok işlev için mevcut yapıların kullanıldığı görülmektedir. Konutlar benzer işlevleriyle şehrin yeni gelen sakinleri ve nüfusu arttırmak amacıyla geri davet edilen eski sakinler tarafından aynı işlevle kullanılmaktadır. Zaman içerisinde şehre yoğun bir Müslüman nüfusun iskanı ile birlikte bir takım yapıların Müslüman ibadetine açılması zorunluluk haline gelmiştir.

Bir Türk İslam kenti kuruluyor olması sebebiyle de her birinin çekirdeğinde bir cami veya mescit yer alan mahalleler kurulmaya başlanmıştır. Dolayısıyla kentte yeni oluşturulmakta olan Müslüman mahalleleri bir mescid veya cami etrafında konumlanmış konutlardan oluşmaktadır.

Konstantinopolis’in fethine katılan komutanların Bizans dini yapılarını cami ve mescide dönüştürmedeki rolleri büyüktür. İstanbul’a gerekli nüfusu getirip yerleştirmekle görevlendirilen bu komutanlar oluşturdukları mahallelerde, mahallenin çekirdeği kabul edilen mescit ve camileri kurmuşlar ve mevcut olduğu hallerde bölgedeki Bizans kilise veya şapellerini kullanmışlardır. II. Mehmed döneminde başlayan bu değişim II. Bayezid döneminde bu defa vezirler gibi yüksek rütbeli memurların katkılarıyla devam etmiştir. 1463-70 yılları arasında inşa edilen Fatih Külliyesi bölgenin karakteristik görünümünde önemli bir yere sahiptir. Bu dönemde İstanbul’un Trakya çıkışı Edirnekapı’ya gelince dini ve sosyal işlevli yapılar ve nüfus da Edirnekapı, Sultanselim ve Fatih bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Şehrin önemli trafik kavşağı ve bölgenin yeşil alanını oluşturan bu boş alanlar üzerinde, imari yapılaşmanın mevcut olduğunu görülmektedir. Yeni mahallelerin kurulması azaldıkça dönüştürme işlemi de azalmış 17. yüzyılla birlikte tamamen sona ermiştir.  Fatih Edirnekapı arasında kara gümrüğü kurulması ve Karagümrük semtinin oluşmasıyla Edirnekapı’ ya kadar sürekliliği olan alışveriş ve sosyal aks oluşmuştur.

Şekil 11. 1455 yılına ait tahrir defterlerinde semt semtte hane sayısı ve oturanların dağılımı gösteren tablo

Edirnekapı semtinin içinde olduğu Fatih İlçesi’nde cami çevrelerinde devlet büyüklerinin ve özellikle ulemanın yerleşimleri görülmektedir. Bu dönemde öğretim yapıları da bölgeye eklenmiş ve 18. yüzyıla kadar başkentin sosyal, kültürel ve dinsel yaşamında önemli bir etki oluşturmuştur. Fatih bölgesi dolayısıyla Edirnekapı semti de 18. yüzyıldan sonra fazla bir gelişim göstermez. Eski kent bırakılarak kıyılar boyunca, surlar dışında büyüme görülür. 18.yüzyılda bölge deprem ve yangın gibi doğal afetlerden büyük tahribat görür. Yangınlar bölgedeki eski ahşap mahalle dokusunu yok eder.

3.3 Cumhuriyet Dönemi

19.yüzyıl sonunda cumhuriyetin 1960 lı yıllarına kadar kamulaştırma, meydan ve yol açma faaliyetleri şehrin yapısını yok ettiği gibi Edirnekapı semti de bundan nasibini almıştır.  Ahşap evler yanmış, yıkılmış yerlerine betonarme sevimsiz evler- apartmanlar  inşa edilmiştir.  Apartmanlaşma etkisi ile kent sakinleri yok olmuştur. Böylece semtin devamlılığı kısmen kopmuş oldu.

Edirnekapı’ya uzanan Fevzipaşa Caddesi’nin açılması bölgenin sokak dokusunu farklılaştırmıştır. Bu zamana kadar yangın zararları dışında sokak dokusu korunmuş olan bölge apartmanlaşma ve yol çalışmaları ile özgün dokusundan uzaklaşmıştır. 1954-60 arası yapı yoğunluğu artmıştır.

Günümüzde Fatih, ana akslarda daha çok ticaret ve konaklama fonksiyonunun yer aldığı bir bölge konumuna gelmiştir.

İstanbul’un tarihsel topoğrafyasının gelişiminin son evresi olan Cumhuriyet dönemi, İstanbul’un tarihi ile kıyaslanınca oldukça kısa bir dönem ol­sa da bu dönem tarihî topoğrafyanın şekillenmesinde önemli bir yer işgal et­mektedir. Cumhuriyet döneminden günümüze kadar olan süreç, İstanbul’un metropolleşme süreci olarak değerlendirilmektedir.

Foto 18. Günümüzde Edirnekapı Semti, havadan görünüm,2018

4.Tarihsel Süreçte Kariye Müzesi Bahçe düzenlemesi

4.1.Giriş

Üç önemli devre başkentlik yapan İstanbul’un, eşsiz topografyası, fiziksel, sosyo-ekonomik ve kültürel değişimler bu tarihsel süreç boyunca farklı biçim ve ölçeklerle kentin şehirleşme kurgusuna da yansımıştır. 

Fatih ilçesi, Dervişali Mahallesi, Edirnekapı semtinde sit alanı içerisinde yer alan Kariye Müzesi; Bizans Döneminde bir manastırın kilisesi olarak inşasından sonra manastırın diğer birimleri zamanla ortadan kalkmıştır. Osmanlı Döneminde ise bulunduğu mahallenin ihtiyaçlarını karşılayan bir camiye çevrilmiştir. Bu döneminde Kariye Camii olarak anılan yapı inşa edilen imaret, türbe, çeşme sıbyan mektebi ile birlikte yapılar manzumesine dönüşmüştür.  Yapı 1948’den bu yana da “Kariye Müzesi” olarak hizmet vermektedir.

Eski belge ve haritalardan günümüze, yapının bulunduğu konumun tarihsel süreç içerisinde değişim ve dönüşümü genel hatları ile kısmen belirlenebilmektedir. Yapının bulunduğu semt, gerek Bizans gerekse  Osmanlı dönemi izlerini taşıyan kentin tarihsel belleğini yansıtan simgesel bir öge olma özelliği taşımaktadır.

Bizans döneminde yapının bulunduğu bölgede yoğun bir yerleşme görülmemektedir. Osmanlı döneminde ise; Fetihten sonra bu tenha bölgeye çeşitli bölgelerden getirilen insanlar yerleştirilerek yeni mahalleler oluşturulmuştur. Böylece semtte dükkanların yanı sıra geleneksel bahçeli ahşap konutların olduğu Türk mahalleri ve önemli yapılar artmıştır. Semt İstanbul’un büyük yangınlarında birkaç defa yanmıştır. (1861, 1871, 1900) 19. yüzyılda burada bahçeli tek katlı ahşap yapılar, konutlar bulunmakta, sokakları köy yollarını andırmakta idi.

Haliç’e bakan bir tepe de yer alan Kariye Müzesinin etrafı ve tepenin yamaçları Osmanlı döneminde bağ-bostan, bahçeli ahşap konutlar, konaklar ve  ‘planlanmamış’ kendiliğinden gelişen sokaklar ile yapının manzumesini oluşturan çeşme, sıbyan mektebi, imarethane ve türbeden oluşuyor idi.

4.2 Günümüzde Kariye Müzesi Bahçe Düzenlemesi

Kariye müzesinin batı cephesinin hemen önü semt veya mahalle ölçeğinde küçük bir meydan idi. Ki günümüzde büyük bir kısmı bir kafe-işletme tarafından kullanılmakta olup küçük bir kısmı da yapının cephesine paralel dar bir sokaktan oluşmaktadır. Kuzeybatı köşede ise surların yönünden müzeye doğru inen yokuşun kenarında 1668 tarihinde inşa edilen Mustafa Ağa çeşmesi yer almaktadır.

Yapının kuzey yönünde ise yamaç boyunca kıvrılan dar bir sokak ve ahşap evler, güney yönünde avlunun bir bölümü ve ahşap bir konuttan müteşekkil bahçeli turistik bir otel yer alırken doğu cephesinde avlusu ve yamaçta daha alt kotta 2002 yılında açılan Kariye Parkı mevcuttur. Yapının avlu duvarlarının dışında kalan ve parkın doğu cephesinde tarihi bir yapıya ait kalıntılar bulunmaktadır.

Yapının avlu duvarları, eğimli bir arazide yer alan yapıyı ve içinde bulunduğu araziyi, doğu, güney- güneybatı ve kuzey ve kuzeydoğu yönlerinden çevrelemektedir.

Yapının bulunduğu çevre ve etrafının düzenlemesi ilk olarak 1975- 1976 yılında Turing desteği ile Çelik Gülersoy tarafından yapılmıştır. Bu düzenleme sırasında yapının parselizyonuna göre bahçe duvarları inşa edilmiş, ardından yapılan çevre düzenlemeleri ile Kariye Müzesi ve Kariye Parkı bugünkü şeklini almıştır.

Şekil 13. Kariye Müzesi bahçe duvarları ve Kariye parkının doğu yönünde bulunan tarihi yapı kalıntıları.
Foto. 19 Kariye Müzesi ve çevresi, 2013
Foto.20 Kariye Müzesi, doğu cephesi, bahçe duvarları ve Kariye Parkı, 2019

Kariye Müzesi’nin bahçesine kuzeydoğu yönünden, Osmanlı döneminde vaktiyle imaret kapısı olan kesme taş örgülü, sivri kemerli, kitabesi günümüze ulaşamayan bir kapıdan girilir. Kapının sol tarafında 1733 yılında barok üslupta inşa edilen sahabeden Ebu Said el- Hudri’nin üstü açık türbesi yer alır.  Geçmişte bu avlunun içinde kalan açık türbe yapının ön tarafında yer alan ahşap medrese ile imaretin zamanla ortadan kalkması ile müstakil olarak günümüze ulaşmıştır. Sağ tarafta kesme taş örgülü ve şebekeli dikdörtgen bir pencerenin olduğu özgün duvar devam ederek Kariye müzesinin kuzeydoğu cephesinin köşe noktası ile birleşmektedir.

Türbe duvarları kuzeydoğu yönünde arazi eğimine paralel olarak Kariye’nin bahçe duvarları ile birleşmektedir. Kuzeydoğu yönünde ki bu duvar, müzenin bahçesine bitişik nizam olan ahşap konutun kenarından doğu yönüne doğru devam ederek doğu cephesindeki bahçe duvarı ile birleşir.

Bahçenin güneybatı cephesindeki duvarı, yapının güneybatı cephesi ile bitişik nizam olup, parselizasyon hattına göre şekil almıştır. Bu duvarın sol aksında ziyaretçilerin müzeden çıkışını sağlayan mızrak uçlu demir, çift kanatlı bir bahçe kapısı mevcuttur. 2013-2019 restorasyonu kapsamında güneybatı bahçe duvarı şantiyeye malzeme giriş çıkışını sağlayabilmek için yıkılmıştır.

Yapının bahçesini güneyden sınırlayan muhdes duvarlar arazinin doğuya doğru azalan eğimine göre kademeli olarak inşa edilmiştir.  Duvarın Kariye Oteli’ne bakan kısmı sıvalı ve boyalıdır.

Bahçenin doğu cephesi Kariye Parkı’na bakmaktadır. Bahçe duvarları eğimli araziyi; güneydoğu ucunda dirsek yaparak doğu yönünde düz bir hat boyunca sınırlarken Kuzeydoğu yönünde duvarın bir bölümünün kodu düşürülerek üzeri mızrak uçlu demir şebekeli olarak bir nevi seyir terası olarak düzenlenmiştir. Yine bu yönde duvarın sınırladığı eğimin alt kotunda büyük olasılıkla Bizans dönemine ait yapı kalıntıları mevcuttur.

Foto 36. Doğu cephesi ve Kariye Parkı, genel görünüm, 2013
Foto 37. Doğu cephesi, genel görünüm, 2019
Foto 38. Bahçenin Doğu cephesi, seyir terasının olduğu bölüm, iç cephe görümüm,2013
Foto 39. Bahçenin Doğu cephesi, seyir terasının olduğu bölüm, dış cephe görünüm, restorasyon çalışmaları sırasında, 2019
Foto 40. Bahçenin doğu cephesi, dış cephe görünüm, 2013
Foto 41. Bahçenin güneydoğu cephesi, dış cepheden görünüm, 2019

4.3. Kariye Müzesi Bahçe Duvarlarının Dönem Analizi

1928 öncesi – 1. dönem

Şekil 14. Alman Mavisi, Kariye müzesinin parselizasyonu, 1914

Yapının kuzeydoğu köşesinde 1733 tarihli üzeri açık türbeyi çevreleyen kesme taş örgü duvar ile müzenin kuzeydoğu köşesine saplanan duvar görülmektedir. Haritada yapının hemen kuzeydoğu cephesinde ahşap tek katlı bir yapının varlığı tespit edilmektedir. Bu yapı, ihtimalle Mimar Sinan’ın eserlerinin listesinin yer aldığı Tezkiretü ‘l- bünyfın ve Tezkiretü’l-ebniye’de adı geçen ve İstanbul medreseleri hakkında 2 Eylül 1914 yazılan bir raporda, dört odalı ahşap bir yapı olan Kariye Medresesi’nin son derece harap bir durumda olduğu belirtilen olabilir. Ve raporun devamında ‘’Anlaşıldığına göre bu yıllarda medrese küçültülmüştür.’’ denmiş.  Bu ahşap yapı ile Kariye Müzesi’nin doğu cephesindeki uçan payandasının arası kagir bir duvar ile kapatılmıştır.

Alman Mavilerinde yapının güneydoğu köşesinde, parekklesionun dış cephesine bitişik kagir kısa bir duvar görülmektedir.

Foto 44. Osmanlı Dönemi özgün kesme taş örgü türbe duvarları ve müzenin kuzeydoğu köşesine bitişik kesme taş örgü duvar; Alman Arkeoloji Enstitüsü, 19.yüzyılın ikinci yarısı

Fotoğrafta, sağ aksta günümüzde açık olan ve bahçeye bakan pencerenin kapatıldığını görüyoruz. Çatısı görülen bina muhtemel ki sonradan yapılan ve sıbyan mektebi olarak kullanılan ahşap yapı olmalıdır.

Foto 45. Kariye Müzesi bahçe giriş kapısı ve türbe, kuzey cephe, 2013

Yapının doğal bir eğilimin olduğu Doğu yamacında genel olarak her hangi bir yapılaşmanın olmadığı ve geniş bir bahçelik bir alan olduğu görülmektedir.  Ayrıca eğimin azaldığı yönde büyük olasılıkla Bizans dönemine ait yapı kalıntılarının varlığı tespit edilmekte olup bu kalıntılar komşu parselin içinde kalmaktadır. Söz konusu bu parselin çevresinin kagir bir duvarla çevrelendiği haritada tespit edilmektedir. 1906 yılına ait bir fotoğrafta bu komşu parselin moloz örgü bahçe duvarları ile çevrelendiği  görülmektedir.

Bu parsel günümüzde kısmen park ve otopark olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla 1914 tarihinde yapının etrafında her hangi bir bahçe duvarı veya çevre düzenlemesinin olmadığı bilinmektedir.

Yapının kuzey cephesi dar kıvrımlı bir sokak ile sınırlanmış olup batı cephesi önünde yine geniş bir mahalle meydanı mevcuttur.

Foto 48. Yapının kuzey cephesi, dar mahalle sokağı, Rus Arkeoloji Enstitüsü, 1906
Foto 49. Yapının batı cephesinin baktığı mahalle meydanı, Rus Arkeoloji Enstitüsü, 1906

1928 sonrası 1960 arası- 2. Dönem

Şekil 15. Pervitich Haritası1928-1933

Bu dönemde; 1906 yılına ait fotoğrafta da görülen yapının kuzeydoğu cephesine bitişik nizam ahşap yapının bu tarihlerde halen mevcut olduğu görülmekte olup türbenin doğu yönünde tek katlı bir başka ahşap yapının inşa edildiği tespit edilmektedir. Ayrıca bahçe duvarının kuzeydoğu yönünde eğime doğru devam ettiği ve yapının yanından bir giriş açıklığı olduğu görülmektedir. Haritada uçan payanda ve yapıya bitişik ahşap yapı arasındaki bahçe duvarı yine 1906 yılına ait fotoğrafta ve 1914 Alman Mavileri haritasında da tespit edildiği üzere, bu yıllarda da var olmakla beraber payandaya dikey olarak komşu parselin bahçe duvarı ile birleşen kagir bir başka bahçe duvarının eklendiği tespit edilebilmektedir. Böylece yapının doğu cephesinde ki bahçenin bir bölümünün bir duvarla sınırlandığı ve bahçenin genişletildiği görülmektedir. Ayrıca bahçeye giriş yönü burada belirtilmiştir. Batı cephesi önünde yer alan mahalle meydanının ve kuzey cephede var olan dar mahalle sokağının 1906 yılına ait fotoğraftaki gibi mevcut olduğu görülmektedir.

1935-36 yılları arasındaki fotoğraflarda doğu yönünde arazinin doğal eğimi ile payanda ve komşu parsel arasında lıneer olarak uzanan moloz örgü bahçe duvarı görülmektedir. Yine güneybatı cephesinde günümüzde müzenin bahçesine dahil olan parselde, ahşap yapıların varlığı tespit edilebilmektedir. Batı cephesinde ise yapının önünde ki mahalle meydanı görülmektedir.

Foto 55. Yapının doğu yönünde yer alan bahçe ve payandaya yaslanan moloz örgü bahçe duvarı, Arthur Kingsley Porter, 1940
Foto 54. Yapının doğu yönünde yer alan bahçe ve payandaya yaslanan doğu moloz örgü bahçe duvarı, 1930’lu yıllar, anonim
Foto 57. Encümen arşivine ait bu fotoğrafta kuzeydoğu yönünde yer alan ahşap yapının yanındaki girişin kapatıldığı görülmektedir. 1940
Foto 58. Yapının Kuzey cephesi ve kuzey batı cephesi, Kuzeydoğu cepheye bitişik nizam ahşap yapının bu yıllarda da var olduğu görülmektedir. Arthur Kingsley Porter, 1940

1945 yılında müzeye çevrilen yapı Bizans anıtlarının restorasyonu ile ilgi çalışmalar çerçevesinde 1948-1959 yılları arasında Amerikan Bizans Enstitüsü ve Dumbarton Oaks’ın çalışmaları neticesinde onarılmıştır. Fakat bu restorasyonda yapının çevresi ile ilgili her hangi bir çalışma yapılmamıştır. 1959 yılında onarımın tamamlanmasından sonra yapının özellikle doğu tarafı açık bir arsaya dönüşmüştü.

1919`da doğan Josephine Powell, Türkiye`ye ilk olarak 1955`te, Bizans mozaiklerini fotoğraflamak için geldi. Ve bu sırada müze olarak kullanılan Kariye Müzesi’ni de fotoğrafladı.

Foto 61. 1955-56 yıllarında yapının doğu ve güney cephesindeki bahçelik alanlar görülmektedir, Ayrıca uçan payandaya dikey uzanan moloz örgü duvar henüz yerinde, Josephine Powell
Foto 62. 1955-56 yıllarında yapının batı cephesinin önüne yer alan meydan halen mevcut, Josephine Powell

3. dönem 1960-1976 1966 yılına ait bir hava fotoğrafında yapının; Doğu cephesinde eğim yönündeki taraçalı bahçe duvarlarının artık yerinde olmadığı ve arazide dikili alanların söküldüğü ve kamusal bir alan görüntüsü sergilediği görülmektedir. Bu yıllarda da yapının çevresinde bir düzenlemeden ve bugünkü mevcut bahçe duvarlarından söz edilemez. Güneybatı tarafında birkaç evin istimlak edildiği tespit edilebilmekte olup kuzeydoğu cephesine bitişik ahşap medresenin artık yerinde olmadığı da görülmektedir. Fakat yine de etraf sık ahşap evler ve yeşillikler içindedir.

Foto 63. Kariye Müzesi, havadan genel görünüm, İ.B.B. arşiv, 1966
Foto 68. Yapının Batı cephesi önünde yer alan mahalle meydanı, restorasyon sonrası, Dumbarton Oaks Arşivi, 1958

4. Dönem 1976- 2019…

Kariye Müzesi’nin etrafı 1970 yılların başında oldukça bakımsız ve harap durumda iken Turing vakfı genel başkanı Çelik Gülersoy tarafından hazırlanan bir proje ile yapının bahçesini ve yakın çevresini rehabilite çalışmalarına başlandı. Bu dönemde 1975-1976 yılları arasında müzenin parselizasyonuna göre bahçe duvarları yapılmış ve pervitich haritasında tespit ettiğimiz türbenin arkasında tek katlı ahşap yapının yerine zemin kodunun aşağısında dönemin modern tuvaletleri inşa edilmiştir. Bahçesi ağaçlandırılmış ve güller ile donatılmıştır. Yapının batı ve kuzey yönündeki dar sokaklar altı beton üstü parke taşları ile yeniden yapılmıştır. Meydanda geçmişte var olduğu düşünülen bir su kuyusu açığa çıkartıldı ve müzeye ziyaretçileri taşıyan otobüslerin park etmemesi için iki katlı, altı birkaç dükkan üstü salon bir bina inşa edildi. Yine müzenin kuzeybatı cephesine bakan tarihi Mustafa Ağa meydan çeşmesi (1668-69) restore edildi. Yapının yakın çevresindeki ahşap ve kagir yapılar rehabilite edildi. Tüm bu çalışmalar 1979 yılında sonlanarak Kariye Müzesi’nin çevresi bakımsız ve harap görünümden kurtulmuş oldu.

Foto 69. Kariye Müzesi, havadan genel görünüm, Kariye Müzesi’nin bahçe duvarları görülmekte, İ.B.B. arşiv, 1982

Bahçenin duvarları çimento bağlayıcılı harçlı kayrak taş ile moloz örgü sistemde inşa edilmiş olup belli aralıklarda dikey aksta tuğla kaplama bantlarla hareketlendirilmiştir.

Kariye Müzesi’nin çevre düzenleme çalışmaları sırasında bahçe duvarları yapım aşaması, 1975
Kariye Müzesi’nin çevre düzenleme çalışmaları sırasında bahçe duvarları yapım aşaması, 1975
Foto 72. Bahçe duvarları yapımının tamamlanmasından sonra Kariye Müzesi bahçesi, 1976-78
Foto 73. Bahçe duvarları yapımının tamamlanmasından sonra Kariye Müzesi güneybatı bahçe duvarları, Günümüzde Kariye Oteli’nin bahçesinde görünüm, 1976
Foto 74. Kariye Müzesi, güney cephesinde yer alan bahçenin düzenlemeden önceki durumu, 1975
Foto 75. Kariye Müzesi, Güney yönünde yer alan bahçesinin düzenlemeden sonraki görünümü, 1976-78
Foto 76. Meydan ve çevre düzenleme çalışmalarından önce, 1970-71
Foto 77. Meydan düzenleme çalışmalarından sonra, 1978

2010 yılına Müzenin doğu cephesinde yer alan bahçesinin, alt kotunda otopark ve kısmen çocuk parkı olarak kullanılan 5520 m2lik alan Kariye Müzesinin ortaya çıkartılması, farklı panoramalarının sağlanması ve sadece çevre halkı değil yerli ve yabancı turistlere de kullanım ve aktivite imkanı sağlayan bir park olarak düzenlenmiştir.

Park içinde yeni inşa edilen 100 mlik işletme binası, çocuk oyun alanları, kültür& fizik ve basketbol alanları hali hazırda kullanılmaktadır. Yeni proje kapsamında park ile sınırı olan otopark arazisi kamulaştırılarak park arazisi genişleştirilmiştir. Yeni yapılan proje ile Kariye Müzesi önündeki peyzaj değeri olmayan ağaç ve ağaççıklar temizlenerek hem yapı hem de ağaçların ve yabani otların köklerini saldığı tarihi duvar ortaya çıkartılmıştır. Mevcut işletme binasının yanlarındaki ve arkasındaki şevli araziye işlevsellik kazandırmak amacı ile 30 mt lik doğal bir şelale ile parkta hareketlilik sağlanarak kullanıcıların su ile bütünleşik estetik ve fonksiyonel alan kullanımlarından yararlanması sağlanmıştır. Yeni yapılan düzenleme ile 10 araçlık bir otopark, andezit yürüme yolları, oturma ve dinlenme cepleri, fotoğraf panorama noktaları, seyir terasları ve rekreatif fonksiyon alanları oluşturulmuştur. 2010 da inşasına başlanmış olup ve 2011 başlarında yapımı sona ermiştir.

5. Kaynakça

-Paul A.Underwood,The Kariye djami,New York-London 1996,C.1,S.15

-Semavi Eyice,Son Devir Bizans Mimarisi, İstanbul´da Palailogoslar Devri Anıtları,İstanbul 1980,sayfa 46-51

-MÜLLER-WIENER, Wolfgang, İstanbul´ un Tarihsel Topografyası,17.yüzyıl Başlarına Kadar Byzantion-Konstantinopolis-İstanbul,İstanbul2001,sayfa 162

– Haluk Çetinkaya, İstanbul´ da Orta Bizans Dini Mimarisi[843-1204], İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, yayınlanmamış doktora tezi, sayfa 132, İstanbul 2003

-Semavi Eyice,´Kariye Cami´,Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,cilt4, İstanbul 1994,

Sayfa 466

-Alexander Van Millingen,ByzantıneChurches in Constantinople ,1912 nin aynı basımı,London 1974,sayfa 288

-Mehmet Ziya, Kariye Camii Şerifi, İstanbul 1326

-Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi,24 sayfa 495

-Ömer Lütfi Barkan, Ekrem Hakkı Ayverdi, İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953[ 1546] Tarihli, İstanbul 1970,sayfa 67-71

-Yıldız Ötüken´,İstanbul kiliselerinin Fetihten Sonra Yeni Görevleri,  Banileri Ve Adları´

-Hacettepe Beşeri Bilimler Dergisi,cilt10,sayı2,Haziran 1979,sayfa 106

-Ahmed Nezih Galitekin,Ayvansarayi Hüseyin Efendi-Ali Satı Efendi-Süleyman Besim Efendi,Hadikatü l Cevami [İstanbul camileri ve diğer dini-sivil mimari yapılar],İstanbul 2001,sayfa 218

-Havva Koç, Ali Paşa [Atik, Hadım], Yaşamları Ve Yapıtları İle Osmanlılar Ansiklopedisi ,cilt, İstanbul 1999,sayfa 222-223

-Kariye, Bir Anıt, İki Anıtsal Kişilik Theodoros Metokhites’ten Thomas Whittemore’a. İstanbul: Pera Müzesi. Anonim (2012).

– Ayvansarayi, 2001 Hadikat’ül Cevami, (Adaptasyon: A.N. Galitekin), İstanbul: İşaret Yayınları.

– Kariye Müzesi Sanat Tarihi Raporu. Restorasyon Konservasyon Çalışmaları Dergisi.

s. 14(Temmuz Ağustos Eylül), İstanbul, s. 17-34

-Süleyman Faruk Göncüoğlu, Makale, İstanbul’un Fethi Sonrası Kurulan İlk Semt: “Saraçhane”

– Bilge Ar, İ.T.Ü, Mimarlık Anabilim, Doktara Tezi, Osmanlı Döneminde Aya İrini ve Yakın Çevresi, Haziran 2013

– Ayşegül Aykut, İ.T.Ü- Fen Fak. Mimarlık Anabilim,Yüksek Lisans Tezi,  Fatih İlçesi, 3034 Ada, 43 Parsel’de Yer Alan Ahşap Konağın (Erturan Ailesi Konutu) Restorasyon Projesi, Ocak 2013

– Yunus Koç, Büyük İstanbul Tarihi, Demografi s.458-460

Ekrem Hakkı Ayverdi, 19.Asırda İstanbul Haritası, İstanbul, 1958

Ekrem Hakkı Ayverdi , Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri 855-886 (1451-1481), III. C.İstanbul-IV.C., İstanbul 1974.

C.C. Carbognano, 18. Yüzyılın Sonunda İstanbul, çev. E. Özbayoğlu, İstanbul: Eren Yayınları, 1993

Feridun Dirimtekin, 14.Mıntıka (Blachernae) Surlar, Saraylar ve Kiliseler, Fatih ve İstanbul, 1.Cilt, İstanbul, s.193-222, 1953

A. Cutler, Alice Mary Talbot, , Chora Monastery, Bizans Ansiklopedisi, Vol.1, New-York/Oxford, pp.428-430, 1991

-Eremya Çelebi Kömürcüyan, İstanbul Tarihi: 17. Asırda İstanbul, İst. Ünv. Edb.Fak.Yayını,1952

-Semavi Eyice, Makale, Aetios Sarnıcı, İstanbul Ansiklopedisi, C.1, İstanbul, s.86. 1994

-Semavi Eyice, İstanbul’da XVII. Yüzyılda Mescide Dönüştürülen Son Bizans Kiliseleri,17.Yüzyıl Osmanlı Kültür ve Sanatı Sempozyumu,19-20 Mart 1998 Sempozyum Bildirileri, S.Tarihi Derneği Yayınları, 1998

-Gurlitt, İstanbul’un Mimari Sanatı,(çev.Prof.Dr.Rezan Kızıltan), Ankara: Enformasyon ve Dokümantasyon, 1999

-Gyllius, İstanbul’un Tarihi Eserleri, çev. E.Ozbayoğlu, İstanbul: Eren Yayıncılık, 1997

-Millingen, A.Van, Byzantine Constantinople. The Walls of the City and adjoining historical sites, London, 1899

– Doğan Kuban, İstanbul Bir Kent Tarihi, Bizantion, Konstantinopolis, İstanbul, İstanbul: Tarih Vakfı Yayını, 1996

-J.Pervititich Sigorta Haritalarında İstanbul, Axa Oyak Yayını.

-Janin, R. Constantinople Byzantine. Developpement urbain et repertoire topographique, Paris, 1964

-Millingen, A.Van, Byzantine Churches in Constantinople: Their History and Architecture, London: Macmillan and Co. 1912

-Millingen, A.Van, Konstantinopolis,(çev.A.Gürçağlar), İstanbul: Alkım Yayınevi, 2003

-Feridun Dirimtekin, Fetihten Önce Marmara Surları, haliç Surları,1953

-Dünden  Bugüne İstanbul Ansiklopedisi., Surlar, c.7

-Anonim, “Edirnekapı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.3,1994, 131.
-İlber Ortaylı, “İstanbul’dan Sayfalar”, s.133, İstanbul 2002,
-İlber Ortaylı, “Karagümrük”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.4, s.452, 1994

-Semavi Eyice, “Karagümrük Sarnıcı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.4, s.453, 1994
-Cem Atabeyoğlu, “Kariye Cami”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.4, s.466, 1994

-Doğan Kuban, “Mihrimah Sultan Külliyesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.5 s.454, 1994

-Doğan Kuban, “Mese”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.5, s.404 1994, 1994,
-Zafer Karaca, “Yeoryios Kilisesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.7, s.488,1994
-Nejdet Sakaoğlu, “Mihrimah Sultan”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.5, s.452, 1994

– Çelik Gülersoy, Edirnekapısı’nda Bir Örnek, Turing Yayınları, 1985

https://gallica.bnf.fr/ark:/12148/btv1b530619789/f1.item.zoom

https://historyofarchitecture.weebly.com/byzantine.html

http://atom.doaks.org/atom/index.php/byzantine-institute-and-dumbarton-oaks-fieldwork-records-and-papers

https://sehirharitasi.ibb.gov.tr/

https://archnet.org/sites/1998/media_contents/7842

https://gis.fatih.bel.tr/webgis/

http://www.fatih.bel.tr/icerik/87/bugunku-fatih/

http://www.istanbulurbandatabase.com/#

-http://www.milliyet.com.tr/aya-yorgi-rum-ortodoks-kilisesi-gundem-2557136/

-https://www.raremaps.com/gallery/detail/45221/carte-de-constantinople-levee-par-i-kauffer-et-jb-lechev-

https://www.themaparchive.com/byzantine-constantinople.html

https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/b/bb/Byzantine_Constantinople-en.png

https://www.hjbmaps.com/products/antique-map-constantinople-schedel-1493

https://byzantineperspectives.wordpress.com/

http://theswedishparrot.com/cartes-de-constantinople-depuis-1493-jusqua-1922/01-hartmann-schedel-liber-chronicarum-cxxx-1493/

https://mapsontheweb.zoom-maps.com/image/130056157398

http://couleurs-d-istanbul.over-blog.com/2015/05/antoine-helbert-son-grand-oeuvre-et-byzance.html

https://gallica.bnf.fr/ark:/12148/btv1b530619789

http://www.antoine-helbert.com/fr/portfolio/annexe-work/byzance-scenes.html

İznik ve Surları

İZNİK VE SURLARI

İznik Sempozyumu Afişi / CÜNEYT ŞENYAVAŞ

İznik Tarihsel Kronoloji

1.Helenistik Dönem : M.Ö. 334 – M.Ö. 30

    1.1. Bitinya (Bıthynia) Krallığı Dönemi (Kurucu Dönem): M.Ö. 377 – 64

  1. Roma Dönemi : M.Ö. 30 – M.S. 303

    2.1.Roma’dan Bizans’a Geçiş Dönemi (M.S. 303 – 5. Yüzyıl) / Geç Roma Dönemi

  1. Doğu Roma İmparatorluğu( Bizans) Dönemi (5.yüzyıl – 1331)

     3.1. Erken Dönem Bizans Dönemi (5 – 7. yüzyıl)

     3.2. İkonaklazma Dönemi (726 – 842)

     3.3. Orta Bizans Dönemi (842 – 1204)

             3.3.1  Türk Dönemi / Anadolu Selçuklu Dönemi (1080 – 1097)

      3.4 Latin İstilası Dönemi (1204 – 1261)

             3.4.1. İznik İmparatorluğu’nu (1204 – 1261)

       3.5.  Geç Bizans Dönemi / II.Bizans Dönemi (1261 – 1331)

  1. Türk Dönemi (1331 – ∞ )

        4.1. Osmanlı Dönemi (1331 – 1922)

        4.2. Cumhuriyet Dönemi (1923 – ∞)

İznik ( Nikaea) Şehri Tarihsel Gelişim süreci

  1. Helenistik Dönem: M.Ö. 334 – M.Ö. 30

           1.1.Bitinya (Bıthynia) Bölgesi  ve  Bitinya Krallığı (Kurucu Dönem): M.Ö. 377 – 64

Bitinya Bölgesi; günümüz İzmit Körfezi,İstanbul’un Anadolu yakası, Kocaeli, Adapazarı,Bolu Zonguldak’ın batısı ve Bursa illerinin bulunduğu coğrafi alanın, antik çağ ve sonrasındaki adıdır.

(Bitinya Krallığı veya Bitinya, M.Ö.377 ve M.Ö.64 yılları arasında Nıcaea (İznik) başkentli,İzmit Körfezi,İstanbul,Sakarya ve Bursa arasında kalan bölgede hüküm sürmüş Trak kökenli Bitinler tarafından kurulmuş bir devlettir.)

Bitinya dönemine kısaca değinecek olursak; MÖ 10 ve 8. yüzyıllarda İskit akınlarından kaçan Trakya kökenli Bitinler1, bölgeye yerleşmiş ve bölgeye Bi- on adını vererek Bithyn “Thin yurdu” veya “Thyn ülkesi” anlamına çevirerek ”Bithynia” adını vermişlerdir.2 Herodot, Xenophon gibi antik çağ yazarlarına göre Bitinyalılar göçebe bir Trak kavmidir. Herodot Trakların Asya’ya geçtikten sonra Bitinyalılar adını aldığını kendi dediklerine göre eskiden Strymon kıyılarında oturdukları için Strymonoialılar olarak bilindiklerini vatanlarından kovulunca başlarında Artabanos’un oğlu Bassakes önderliğinde Küçük Asya’ya yerleştiklerini anlatmaktadır. Antik Çağ’ın ünlü coğrafyacısı Strabon göre (M.Ö.65-23)  Anadolu coğrafyasını anlattığı Geographika adlı eserinde Mithridates Eupator’u yenen Romalı komutan Pompeius’un yıktığı Pont Kralığının Karadeniz ve Kalkedon ağzına kadar olan bölümlerini Bitinya krallığının idaresi altına verdiğini,  bu bölgede Bitin adlı bir halkın yaşadığını bildirmiştir. 

 1.  GÜÇLÜ,D; ‘Antik Bithynia Bölgesinin Tarihsel İçerikli Yazıtlar Kataloğu ve Tarihçesi’, Akdeniz Üniversitesi    Eskiçağ Dilleri ve               

               Kültürleri Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi,Antalya 2007,s.3.     

2.  UMAR B., ‘İlkçağda Türkiye Halkı’, İnkılap Kitapevi, İstanbul 1999, s.167 

Bursa’nın kuzeydoğusunda İznik gölünün(Askaria Limne) doğusundaki verimli ovada yer alan İznik; M.Ö.  IV. yy. da Helikore adı ile ilk kez tarih sahnesinde görülmüştür, kent daha sonra hile ile Mysia’lıların eline geçmiştir.3 Kentte basılan sikkeler Khryseapolis (Altın Şehir) adına basılarak tarihte “Altın Şehir” ünvanı ile de anıldı. 

Makedonya Kralı Büyük İskender’in (III. Aleksandros ) ölümünün ardından, genarellerinden Antigonius Monophtalmos (Tek Göz) tarafından Antigoneia adı ile M.Ö 316 yılında yeniden kurulmuştur.4

Antik parada Antigonius Monophtalmos

Antigonius M.Ö. 310 yılında  Ipsos savaşında yenilmesi üzerine Antigoneia kenti Lysimachos’un egemenliğine geçti. Lysimachos buraya gereken ilgiyi göstererek kenti yeniden imar etmiş ve kentin adını karısının ismi olan Nıcaea ile değiştirmiştir. 7

Nicaea; MÖ.281’de Kurupedion savaşında Lysimachos’un ölmesi ile Bitinya Kralı Zipoites tarafından ele geçirilerek kent bir süre Bitinya Krallığı’na başkentlik yapmıştır. Zipoites Bitinya Krallığının kurucusu ve Basileus ünvanını kullanan bilinen ilk kralıdır. Onun oğlu I. Nikomedes zamanında ise ülke sınırları genişletilmiştir.

3 iznik ve çevresinde belirlenen eski eser tahribatları ve öneri koruma tedbirleri. Dr. A. Bedri Yalman

4 iznik ve çevresinde belirlenen eski eser tahribatları ve öneri koruma tedbirleri. Dr. A. Bedri Yalman

5.David H. French, Prehistoric sites in northwest Anatolia I. The İznik area, “Anatolian Studies”. XVII (1967) p. 50-55.

6 www.nıcaea.com

7. Sencer Şahin, Katalog der Antiken Inschriften des Museums von İznik (Nikaia)- İznik Müzesi antik yazıtlar kataloğu- Bonn 1987 teil (kısım) II, 3 S- 1-5.

Ancak bölgede yapılan arkeolojik kazılarda yerleşimin ilk tunç çağı dönemine  (M.Ö. 2500) dek uzandığı sanılmaktadır. İznik’in çevresinde ilk tunç çağına ait kalıntıların tespit edildiği Çakırca, Çiçekli, Üyecik ve Karadin gibi höyükler yer alır.5 Homerosun İlyada’sına göre İznik  veya İznik çevresindeki arazi üzerinde Ionian antik kenti vardı. Dolayısla daha sonra Nikaea olarak isimlendirilen Antigoneia kentinin antik Ionian yerleşiminin kalıntıları üzerine kurulmuş olduğu söylenebilir. Bu nedenle bugün İznik antik Ionian tarzı karakteristik özelliklerini yansıtan yerlerden biridir. 6 Şehrin planı  bir artı işareti (+) gibi kesişen iki ana yol etrafında oluşturulmuş olup M.Ö 5 y.y. da Hippodamos tarafından geliştirilen ızgara planı biçimindedir.

Hippodamos Şeması’na göre bölünen kentler, aynı zamanda ızgara biçimindedirler. Nikaea (İznik) kenti de Helenistik Dönemde bu biçimde planlanmıştır.

  1. Roma Dönemi : M.Ö. 30 – M.S. 303

M.Ö. 74 yılında  ölen IV. Nikomedes Bitinya Krallığını bir vasiyet  ile Roma İmparatorluğunun ( M.Ö 30 – M.S 476) hakimiyeti altına giren Bitinya, M.Ö 64 yılında oluşturulan Roma İmparatorluğu’nun Bitinya – Pontus Eyaleti’ne bağlanmıştır.  

MÖ 27 – 30 da Augustus ile Roma’nın İmparatorluk dönemi başladı ve bölünmeye dek devam etti.  Bu dönemde Anadolu’da  önemli ilerlemeler oldu, şehirler gelişti, nüfus arttı, ticaret gelişti. Nikaea’da Roma İmparatorluğunun şehir eyaletinin başkenti olarak siyasi, dini, kültürel, sosyal, sanat ve mimari olarak zenginleşti.

Roma İmparatoru Traianus’un M.S. 111 yılında Bitinya’ya vali atadığı ve aynı zamanda yargıç olan Genç Plinius’un, imparatora yazdığı mektuplardan, yaptığı imar faaliyetleri hakkında bazı bilgiler ediniyoruz. Bu mektuplarda daha çok Bitinya’nın Nikomedia/Kocaeli ve Nikaea/İznik şehirlerindeki bayındırlık hizmetleri anlatılmaktaydı.8

Nikaea hem hıristiyanlık öncesinde  paganlar (putperestlik) çağında hem de tektanrıcılık (Hıristiyanlık) döneminde Roma İmparatorluğu’nun pagan inancının son direniş kalesiydi.

Üçüncü Yüzyıl Krizi (235-284) olarak bilinen döneme imparator Diokletianus son vererek Roma imparatorluğu 286 yılında, İmparator Diokletianus tarafından idari olarak ikiye         ayrılmıştır. Devletin hem Doğudakinin hem de Batıdakinin yöneticisine Augustus ünvanı verildi. M.S. 305 yılında kendi isteği ile görevinden ayrılan ilk imparator olan  Diokletianus böylece 395 yılındaki resmi bölünmeye  örnek oluşturmuştu.

         2.1 Roma’dan Bizans’a Geçiş Dönemi (M.S. 303 – 5. Yüzyıl) / Geç Roma Dönemi

Diocletianus M.S. 303’de Hıristiyanlara karşı sert yaptırımlar içeren ilk fermanı yayınladı. Bu zulüm dalgası özellikle doğu eyaletlerinde uygulanıyordu ve 313 yılına kadar sürdü.9 Bu tarihte Konstantin ve Licinius tarafından Milano emirnamesi yayımlandı. Emirname’de hiç kimsenin tapınma hakkından mahrum edilemeyeceği yasal bir nitelik kazandı.

Batının Augustus’u Konstantin, Doğu’daki Augustus Licinius’u yenip 324’te imparatorluğun tek hükümdarı oldu.10 324 Emirnamesi ile de I.Konstantin, Hıristiyanlara karşı olan bütün uygulama ve yasaklara son verdi.11 Hıristiyanlığın resmileşmesini sağladı,merkezi otoriteyi güçlendirerek başkenti 324 yılında Byzantium’a taşıdı. Yeni Roma fikri ile  şehir yeniden inşa edildi. M.S. 325 yılı yaz başında Hıristiyanlık için çok önemli olan Birinci Konsil Nikaea’da toplandı. İmparator Konstantin’in de katıldığı toplantıda Hıristiyanlıkla ilgili yortu günleri ve Nikaea Kanunları adı ile bilinen 20 maddelik metin bu konsilden sonra kabul edildi.

Roma İmparatorluğu, 375 yılında Kavimler göçü nedeniyle 395 tarihinde Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldı. Batı Roma İmparatorluğu 476 yılında yıkılmış olup Doğu Roma İmparatorluğu varlığını 1453’e kadar sürdürmüştür. Bu olay İlk Çağın bitişi Ortaçağın başlangıcı olarak kabul edilmiştir.

  1. http://timeoutbursa.blogspot.com.tr/search/label/Roma%20imparatorlu%C4%9Fu
  2. https://tr.wikipedia.org/wiki/Diocletianus

10.http://blog.kavrakoglu.com/bizans-imparatorlugu-5-buyuk-konstantin/

  1. http://blog.kavrakoglu.com/bizans-imparatorlugu-5-buyuk-konstantin/
  2. Doğu Roma İmparatorluğu / Bizans Dönemi : (5.yüzyıl – 1331)

       Doğu Roma veya Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu’nun yani Imperıum Romanum’un devamı olup Roma tarihinin yeni bir dönemini teşkil eder. Sonraki dönemlerde

araştırmacılar tarafından bu devleti ifade etmek için kullanılan “Bizans” tabiri ne imparatorluk tarafından ne de dönemindeki diğer devletlerce hiçbir zaman kullanılmamış,

imparatorluk son gününe kadar kendisini Roma İmparatorluğu’nun devamı olarak görmüş ve

bu sebeple Imperium Romanum adını kullanmıştır.

       3.1. Erken Bizans Dönemi (5. yüzyıl – 7 yüzyıl ) Bizans İmparatorluğu tarih sahnesine büyük bir imparatorluğun mirasçısı olarak çıkmıştır. Doğu –  Batı arasında yer alan Bizans, batı ve doğu kültürünü harmanlamış sonrasında doğu uygarlığı olarak gelişmiştir. Bizans İmparatorluğu’nun en önemli imparatoru I. Justiniaous ( M.S. 527 – 565) olup hem doğuda hem de batıda en geniş sınırlara ulaşılmıştır.

Doğu Roma, ilk olarak I. Justinianos döneminde Bizanslaşmaya başlasa da gerçekte VII. yüzyıla kadar Roma İmparatorluğunun geleneklerini sürdürmek durumunda kalmıştır.12

I.Justiniaonus’da Konstantinius gibi  bayındırlık işlerine büyük  önem vermiş, 532 isyanında kısmen yıkılan İstanbul’u devasa bir ihtişamla yeniden kurdurmuştu.İznik’te ise  su kemerleri, obsikion vb. imar faliyetlerinde bulunmuştur.

        3.2. İkonaklazma Dönemi: (Dini Tasvir Karşıtlığı 726 – 842 ) İkonalara tapınma nedeni ile çıkan iç savaşta ikona kırıcılığın / Put kırıcılık başlaması ve olayların-Tasvir yasağının kilise lehine sonuçlanmasından sonra 842/43’e kadar süren ara dönemdir.Sanat ve özellikle tasvir bakımından bir kesinti dönemidir.

787’de (Nikaea) İznik’te toplanan konsilde, İmparatoriçe İrene’nin isteğiyle ikonkırıcılık kaldırılmıştır.13 Fakat V. Leon, kendisinden önceki 25 yıl içerisinde yaşanılan askeri başarısızlıkları ikonkırıcılığın terk edilmesine bağlayarak; 815’te Ayasofya’da toplanan konsille ikonkırıcılığı geri getirmiştir.14 Daha sonra Theophilos’un karısı Theodora, imparatorun ölümünden sonra, Theophilos’un ölüm döşeğinde ikonkırıcılığın kaldırılmasını vasiyet ettiğini beyan ederek; 843’teki resmi bir toplantıda, (787 yılı İznik Konsili kararlarının aynen kabulü ile), ikonkırıcılığı kaldırmıştır.15 Bu dönemde bölgeye Arap akınları (717 – 741/82) devam etmiştir. 782’de son kez Arap komutan Harun Reşit tarafından Konstantinopolis kuşatıldı.          

       3.3. Orta Bizans Dönemi (842 – 1204) Orta Bizans dönemi ikonoklazma döneminin 842/843 deki bitişini takiben başlayarak, 1204’deki Latin İstilası’na kadar devam eden Bizans Sanatı’nın gerçek kimliğini ve sanatsal karakteristiğini ortaya koyduğu dönemdir.

İkona kırıcılıktan sonra bu dönem Bizans’ın kültürel, sosyal, ekonomik hayatında köklü değişikliklere sahne olmuştur. Kentsel – mimari yenilikler ve değişimler yaşanmıştır.

Bu dönemde 1096  Haçlı Seferleri başlamış, 1071’de de Malazgirt Savaşı ile Türkler  Anadolu’ya girmiş ve Selçuklu Devleti’ni kurmuştu. 1080 yılında Nikaea’nın adı İznik olarak değiştirilmiştir.

  1. Judith Herrin, Bizans, s.23 .
  2. Leslie Brubaker ve John Haldon, Byzantium in the Iconoclast Era 2001, s.30
  3. Timothy E.Gregory Bizans Tarihi,2005,s.205
  4. Karlin-Hayter Patricia, 2002, The Oxford History of Byzantium:Iconoclasm., s.153

                  3.3.1  Türk Dönemi / Anadolu Selçuklu Dönemi (1075 – 1097)

                  Müslümanlar ilk kez, Arap akınları ile beraber Abbasiler (Harun Reşid) döneminde Bursa ve çevresine  kadar gelmişlerdi. 955 yılında ise Halep’teki Hamedanlılar, Bursa’yı ele geçirip 23 yıl boyunca Bursa bölgesine egemen olmuşlardır. 

Anadolu Selçuklu Devleti Türklerin İslamiyet döneminde kurdukları devletlerden biridir.  Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın Anadolu’da Bizans sınırlarında çalışmalarda bulunan Türkmen beylerinden Artuk Bey’i geri çağırması üzerine Selçuklu ailesinden Kutalmış oğlu Süleyman Şah, Urfa ve Birecik yöresinden hareket ederek Konya’ya kadar ilerledi ve Anadolu’da ki Türkmen kitlelerini de çevresinde toplayarak Bizans yönetimindeki birtakım kale ve kentleri ele geçirdi.

Türklerin bu bölgeye ilk gelişleri ise;  Kutalmışoğlu Süleyman Şah Dönemindedir. Süleyman Şah  Anadolu’da ilerleyerek Bizans’ın başkenti Konstantinopolis‘in hemen yakınlarındaki  Nicaea şehrini fethetmiş ve Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurmuştur. (1075)  Kentin adını da Nicaea’nın izi anlamında “İznik” olarak değiştirmiştir. 1080 – 1097  yıllarında da Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yapan  İznik, Anadolu’nun ilk Türk başkenti olmuştur.

Süleyman Şah Halep’e egemen olma sorunu yüzünden Büyük Selçuklu Devleti ile çatışmaya girdi ve Suriye Selçuklu Meliki Tutuş ile yaptığı savaşta yaşamını yitirdi (1086). Süleyman Şah’ın ölümü Anadolu Selçuklu Devleti’ni büyük bir bunalıma sürükledi. Süleyman Şah’ın oğullarını da savaş sırasında tutsak edilerek Sultan Melikşah’ın yanına İsfahan’a gönderilmeleri üzerine İznik’teki Selçuklu tahtı 6 yıl boş kaldı. Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra Büyük Selçuklu Devleti’nin başına geçen Berkyaruk, Süleyman Şah’ın oğlu Kılıç Arslan’ı Anadolu’ya gönderdi. I. Kılıç Arslan İznik’e gelerek devletin başına geçti (1092-1093).

I.Kılıçarslan döneminde 1097 (Birinci Haçlı Seferi 1096-1099)  yılında Haçlılarla girdiği mücadelede kentin Bizanslıların eline geçmesine engel olamadı. Ayrıca İznik’in Bizans ve Haçlılar tarafından zaptedilmesiyle beraber Kılıç Arslan’ın zevcesi, Çaka Bey’in kızı da Bizanslılar’ın eline esir düşmüştür. Böylece 325 yılında toplanan konsil ile meşhur olan bu şehir tekrar Bizanslılar’ın eline geçmiş ve Orhan Gazi’nin 1331 yılındaki fethine kadar onların elinde kalmıştır.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin ilk başkenti İznik olmasına rağmen I.Haçlı Seferleri dolayısıyla İznik’te mimari eser bırakamayacak kadar az bir süre kalmıştır.

            3.4  Latin İstilası Dönemi (1204 – 1261 ) 1204 yılında latin  haçlılar ( Haçlı Seferleri /1081 – 1204 ) tarafından Konstantinopolis’in işgal edilmesi ile Bizans  Latin Haçlılar tarafından bölüşülüp 57 yıl süren bir devlet kurmuşlardı. 1261 yılında  İznik İmparatoru VIII. Mikhail  Palaiologos tarafından Konstantinopolis Haçlılardan geri alınarak ortadan kaldırılmıştır. Bu dönemde haçlılar tarafından  kent yağmalanmış; yağmaladıkları sanat eserleri ve rölik vb. dini eşyaların büyük bir kısmını da  Venedik’e götürmüşlerdir. Bu dönem sonrasında  Bizans zenginliğinin büyük bir kısmını kaybetmiş ve küçülmüş bir durumda idi.

 İznik, 57 yıl boyunca başkenti Latin işgali altında olan Bizans İmparatorluğu’nun yönetim merkezi oldu.

                3.4.1. İznik İmparatorluğu  (1204 – 1261)

Latin egemenliğini kabul etmeyen Bizans halkı daha sonra isyan etmiş Haçlıların el koymadığı Bizans topraklarında bağımsız küçük bizans devletleri kurdular. Bir kısım Bizans ordusu ve halkı Dukas Hanedanı’ndan Bizanslı aristokrat  Theodoros Dukas Laskaris’in çevresinde toplanıp İznik’e kaçarlar. I.Teodoros Laskaris İznik’te yeni devleti oluşturmaya başlar. İlk zamanlar devlet imparatorluktan ziyade bir prenslik veya despotluktur. Bizans’ın yeniden doğuşunu; İznik İmparatorluğu’nu (1204 – 1261) kurarak sağlamışlardır.

Bir kısmı da Karadeniz kıyılarına kaçarak Komnenos Hanedanı’ndan Aleksios ve David liderliğinde Gürcistan kraliçesi Tamara’nın da desteği ile 1204’te Trabzon Rum Devleti’ni  (pontus devleti) kurmuş, 1461’de Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılıncaya değin varlığını sürdürmüştür. Angelos soyundan olanlar ise Epir’de Bizans imparatorları II.İsakios Angelos ile III.Aleksios Angelos’un yeğenleri olan I.Mikael Dukas Angelos’un başında olduğu Epeiros Despotluğu‘nu (1205) kurmuşlardır.

İznik İmparatorluğu Vatatzes döneminde batıdaki Epeiros despotluğunu ele geçirerek sınırlarını genişletmiştir. 1261 yılında ise İznik İmparatorluğu ordusu Konstantinopolis’e girip Latin İmparatorluğu’na son vermiştir.  VIII. Mikhael Palaiologos Ayasofya’da törenle taç giyerek Bizans’ta Palaiologoslar dönemi böylece başlamıştır. İstanbul, Cenova şehir devleti donanmasının yardımı ile yeniden ele geçirildi.

3.5.  Geç Bizans Dönemi / II.Bizans Dönemi (1261 – 1331) Bu dönemde Vatatzes’in oğlunu tahttan indirerek başa geçen Mikhail Palailogos ve ardılları Palailogoslar ise halkta aynı birleştirici etkiyi yaratamadılar. İstanbul’un yeniden restorasyonu için ihtiyaç duyulan para vergilerle halkın sırtına yüklendi ve Mikhail hükümdarlığı kaptırmamak için kendi kişisel güvenliğine ve keşişlerle, kiliseye çok para harcadı. Daha sonra tahta kavgaları başladı. Ve 1299’da  Osmanlı Beyliğinin kurulması  ve Bizanslılarla savaşı bu dönemi sonun başlangıcı yapmıştır.Bizans İmparatorluğu, Anadolu’da Çanakkale Boğazındaki kıyı toprakları hariç bütün topraklarını Türklere kaptırdı. Aynı yıllarda başkentte başlayan taht mücadelesi ile Bursa ve İzmit de elden çıktı. 1331 yılına gelindiğinde İznik Osmanlı devletinin beyi Orhan gazi tarafından feth edilerek türk yurdu olmuştur.

1350 yılına ait Bizans İmparatorluğu haritası

  1. Türk Dönemi: (1331 – ∞ )

       4.1. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi (1299- 1922)  Beylikten İmparatorluğa 

Osmanlı İmparatorluğu’nu Oğuzlar’ın Kayı boyuna mensup Osman Gazi; Söğüt ve Domaniç civarında,Anadolu Selçuklu Devleti’nin obası ve kendisine uçbeyliği olarak tahsis ettiği bölgede, Selçuklu Sultanı  III. Alaeddin Keykubad’ın İlhanlılar  tarafından İran’a götürülmesi sonucu oluşan otorite boşluğundan dolayı bağımsızlık ilan ederek 1299 yılında kurmuştur. 

Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinden itibaren İznik, ilgi çekici bir merkez olarak hep fethedilmek İstendi. Osman Bey zamanında bu önemli kenti ele geçirmek amacıyla seferler düzenlenmiş ve kuşatılmış ancak ancak kaim surları aşılmaz olan bu kadim Bizans şehri fethedilememişti. Fetih için evvela Bizans ile bağlantısının kopartılması ve İznik’e destek göndermesi muhtemel tekfurlukların bertaraf edilmesi gerekiyordu

Osman Gazinin ölümünde sonra yerine geçen  oğlu Orhan Gazi (1326-1362) ise fetihleri aralıksız sürdürüyordu;  bir yandan Kocaeli Yarımadası’ndaki kaleleri alarak boğaza inmişler öte yandan da İznik’i kuşatmışlardı.İznik’in kuşatılması aslında Karatigin kalesinin fethedilmesi ile başlamıştır. Bu kalenin fethi ile çevre köylere yerleştirilen Türk göçerleri İznik tekfurunun ve tabii köylülerinin hisardan dışarı başlarını çıkartamaması anlamına geliyordu. Bu yüzden III.Andronikos’un başında bulunduğu Bizanslılar, Osmanlıları hem Kocaeli Yarımadası’ndan çıkarmak hem de kuşatma altındaki İznik’i kurtarmak için harekete geçtiler. İki ordu Eskihisar’da karşılaştı ve Orhan Gazi, büyük bir zafer kazanarak  1331’de İznik’i feth etmiştir. Böylece 234 yıllık bir aradan sonra kent yeniden Türk idaresine girmiş oluyordu. Bu dönemde  İznik  beyliğin geçici olarak merkezi haline gelmiştir.

Orhan Gazi 1337’de de İzmit’i feth ederek Bizans’ın Anadolu’daki varlığına son vermiştir.

Orhan Gazi, İznik’i feth ettikten sonra orada pek çok eser meydana getirdi. Osmanlı devleti devrinde ilk medrese; Orhan Bey zamanında 1331 yılında İznik Medresesi, ya da İznik Orhaniyesi olarak İznik’te kurulmuştur. Bu medresede, zamanının tanınmış müderrislerinden Davud el Kayser’i, Taceddin-i Kürdi, Alaeddin Ali Esved eğitim vermiştir. Müderrisler Selçuklu medreselerinin bulunduğu Konya, Kayseri ve Aksaray’dan İznik’e gelerek dersler vermiştir. Mısır, Suriye, İran ve Türkistan gibi ülkelerden ünlü hocalar da getirtilmiştir. 

1331 yılından sonra Ayasofya Kilisesi’ni cuma mescidi haline getirdi.Yine İznik’in Yenişehir

Kapısına ilk imaretini yaptıran Orhan Gazi, umuma ait binalari kitâbe ve güzel sözlerle bezeyip süsleyen, böylece Doğu’nun eski bir geleneğine uyan ilk Osmanlı padişahıdır. Onun, sultanlık günlerinden başlayarak bütün camiler, medreseler, hastahaneler, çesmeler, mezarlar ve köprüler Osmanlı ülkesinin hemen her tarafında yaptıranların (bânilerinin) adlarını ve yapılış tarihlerini seyyahlara göstermektedirler. Bu âbideler üzerinde çoğu zaman Kur’an’dan alınmış tasvir, tesbih ve benzetme bulunan âyetler okunur.

Ayrıca Orhan Gazi’nin eşi Nilüfer Hatun tarafından bir imâret, oğlu Süleyman Paşa tarafından da bir medrese inşa edildi. Bundan başka diğer hayır sahiplerinin yaptırdıkları tesislerle kısa bir müddet sonra İznik, istenilen Müslüman-Türk şehri hüviyetini kazandı.

İznik’in fethinden sonra Osmanlı Devletinin uç beylikleri ve demografik haritasında değişiklikler meydana geldi. Bu sebeple büyük oğlu Süleyman Paşa’yı İznik’e çağırdı ve kendisine bu bölgeyi teslim ederek güvence altına aldı. Murat Han Gazi’ye ise diğer bir önemli kent olan Bursa’yı emanet etti. Amcasının oğlu Gündüz Bey’i ise Karacahisar’a tayin ederek sancakların görev taksimini tamamladı.

Özellikle II. Murat ve Çandarlılar döneminde şehir tepeden tırnağa imar edildi ve birçok cami, medrese, han, hamam vs. bu dönemde yapıldı. İznik, İstanbul’dan Anadolu’ya uzanan sefer ve kervan yolunun üzerinde önemli bir durak ve konaklama merkezi oldu. Keza XIV-XVl. yüzyıllarda İznik, Türk kültür hayatında önemli bir yere sahipti. Birçok ulema ve şairin yetiştiği bir kültür merkezine dönüşmüştü. Çağın en ünlü alimleri İznik’teki medreselerde ders vermeye başlamışlardı. Bu yüzden de İznik’e “Ulema Yuvası” yada “Alimler Diyarı” da denmiştir.

İstanbul’un fethi ve Anadolu’daki Osmanlı egemenliğinin pekişmesinden sonra, İznik’in önemi azaldı. Diğer taraftan Kara Halil Paşa’nın idamı, Çandarlı ailesinin nüfuzunun sarsılmasına sebep oldu. Şehrin köklü ve zengin aileleri de İstanbul’a göç etmeye başlayınca İznik gerileme sürecine girerek XVI. yüzyıl sonlarından itibaren boşalmaya ve eski zenginliğini kaybetmeye başladı. Sonuç olarak çeşitli dönemlerin askeri, siyasi, dini, sosyal ve kültürel yaşam biçimlerini bize yansıtan birçok uygarlığın kalıntılarını günümüze taşıyan ve buram buram tarih kokan İznik, yoğun imar faaliyetlerine sahne oldu ve kentte çok sayıda abidevi yapılar inşa edildi. İznik her dönemden devraldığı mimari mirası ile bir açık hava müzesi niteliğini hala korumaktadır. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarının arkeolojik ve etnografik kalıntılarıyla bütünleşmiş durumdadır. 

İznik Çiniçiliği

İznik çinisi ilk olarak 15.yüzyılda ortaya çıkmıştır. O dönemde yapılan Bursa Yeşil Camii ve Türbesinde (1421), Bursa Muradiye Camii’nde (1426) ilk örneklerine rastlanır.

İznik, Osmanlı Devleti’nin Mimari eserleri ile dünyaya nam saldığı ve güçlendiği 16. yüzyılda  çiniciliği ile ayrı bir yer edinmiş olup, bu gün bile hala sırı çözülemeyen İznik çinilerindeki mercan veya domates kırmızısı rengin sırrını tam anlamı ile anlaşılamamıştır. 16.yüzyıl İznik Çinileri,renk,kompozisyon,motif,teknik ve kalite yönünden tüm dünyanın beğenisini kazanmıştır. İznik çinileri, müthiş bir ritme ve çeşitliliğe sahiptir. İnanılmaz derecede bol çeşit ve kompozisyonların uygulandığı İznik çinilerinin tam bir desen repertuarının çıkarılması imkansızdır.17.yüzyılda ise İznik Çinisi kaybolmaya başlamış ve 18.yüzyıl başlarında tamamen yok olmuştur.

Osmanlı Devleti yaptığı fetihler ile doğal sınırlarını genişletrek bir imparatorluk haline gelmişti. 1391  Konstantinopolis’i Yıldırım Bayezid 7 ay süreyle kuşatmış,1397’de  Anadolu Hisarı’nı yaptırıp, Bizans’ı vergiye bağlamıştır. İki kez daha kuşattığı şehrin kuşatmasını Haçlı ve Timur ordularının tehlikesi yüzünden kaldırmıştır.

Yine 1422’de   Konstantinopolis Sultan II. Murat tarafından kuşatılmış, Şehzade Mehmet İsyanının başlaması sebebi  kuşatmayı kaldırmak sorunda kalmıştır.

 1448’de Bizans tahtına XI. Konstantin Palailogos çıktı. Osmanlı tahtına ise 1451’de II.Mehmet çıktı. İlk iş Rumeli Hisarı’nı yaptırdı.1453’te Konstantinopolis’i kuşattı.yaklaşık iki ay direnen kent  29 mayıs 1453’te Osmanlılar tarafından feth edilerek Bizans İmpratorluğu tarihe karıştı.Bizans’tan geriye kalan Epeiros despotluğu ve Trabzon Rum İmparatorluğu 1461’de Fatih Sultan Mehmet Han tarafından feth edilerek Osmanlıların eline geçti. Böylece Ortaçağ Dönemi kapandı,Yeni Çağ Dönemi başladı.

II. Murat Dönemi Osmanlı ve Bizans İmparatorluğu

1453 Bizans İmparatorluğu

        4.2. Cumhuriyet Dönemi (1923 – ∞) Cumhuriyet Döneminde İznik 1930 yılında ilçe yapıldı ve Bursa’ya bağlandı.Günümüzde kent açık hava müzesi konumundadır.İnanç turizmi açısından dikkat çeken bir kent olma özelliği taşır.Yeterli yatırım ve iyi bir planlama ile kültür ve turizm alanında gelişmesi hızlanan bir potansiyele sahiptir.Tarım alanında çeşitlilik şehrin ekonomisine oldukça katkı sağlamaktadır.

İznik Çiniciliği Osmanlı seramik sanatının doruk noktası idi. Bu üretim merkezleri zaman içinde gerilemiş ve ışıltısını kaybetmiştir. Ancak Cumhuriyet ile Türk Seramik Sanatı yepyeni bir döneme girmiş ve gerek eski Anadolu Medeniyetleri, gerek ise Türk-İslam geleneğinden gelen birikimi harmanlayarak gelişimini sürdürmüştür.

Bu dönemde XV. ve XVI. yüzyıllarda Osmanlı Türk Medeniyet Sanatı’nın zirvelerinden biri olan İznik çinisinin camilerde, saraylarda, Türk ve dünya müzelerinde mevcut örnekleri hala hayranlıkla izlenen çinicilik sanatının  yeniden yaşatmak için çeşitli çalışmalar başlamış olup 1963-64 yıllarında İznik’te Oktay Aslanapa başkanlığında yapılan kazılardan çıkarılan buluntular İznik Çinileri konusunda pek çok noktaya ışık tutmuştur. 1981 yılında bu kez Prof. Dr. Ara Altun başkanlığında II. dönem kazıları başlamış olup halen sürmektedir.

Özellikle son dönemde kültürel farkındalığın artması ile beraber çiniçilik sanatına önem verilmiştir.yaklaşık  300 yıl aradan sonra 1985′de Faik Kırımlı usta, İstanbul’dan İznik’e gelerek Eşref Eroğlu ve eşi Seyhan Eroğlu ile birlikte bir atölye kurmuştur. İznik çinileri tekrar üretilmeye başlanmıştır.

İznik Vakfı bilim vakıflarını ve Türkiye’deki TÜBİTAK (Marmara Araştırma Merkezi) gibi sivil örgütlerini, İ.T.Ü (İstanbul Teknik Üniversitesi) ve İ.Ü (İstanbul Üniversitesi) konuya ilişkin araştırma yapmak üzere desteklemektedir. Ayrıca Amerika’da Massachusetts Araştırma Enstitüsünü ve Princeton’da yer alan araştırma enstitüleri de desteklemektedir.

Konuyla ilgili kazılar ve sergiler ve çalışmalar günümüzde halen devam etmektedir. Bu zamana kadar İznik Çinileri üzerine yapılan kurslardan birçok genç yetiştirilmiştir. Söz konusu bu kurslar ücretsiz olarak gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Türkiye ve yurtdışında yaz okulları da açılmıştır. İznik Vakıf’ı İznik’te arkeoloji, sanat tarihi ve seramik üzerine bir üniversite açmayı da planlamaktadır. İznik Vakfının üniversiteyi kurmak istemesindeki en önemli sebeplerinden biri bu tarihi mekanları korumaktır.

Osmanlı devletinin ilk kültürel kurumları İznik ve Bursa’da temellenip, buna bağlı olarak da ilk ürünlerini bu şehirlerde vermiştir. Cumhuriyet Döneminde bölgenin gerek tarihi dokusu, gerekse, ticaret ve sanayi merkezi oluşu nedeni ile hem ülke içinden başka illerden, hem de kırsal yöreden gelen nüfusla birlikte hızlı bir şehirleşme sürecine girmiş, yurtdışından Türkiye’ye göç eden nüfusun da yerleşmesi beraberinde Bölgenin nüfusu hızla artmıştır. Hızlı nüfus artışı ekonomik, sosyal ve kültürel problemlerin oluşmasına da yol açmış olsa da bölge günümüzde toplumsal,kültürel ve ekonomik olarak ülkenin en gelişmiş bölgelerinden biri konumuna yükselmiştir.

Tarihi ve kültürel dokusunu korumaya çalışan İznik’te Nilüfer Hatun İmareti Cumhuriyet döneminde 1960’lı yıllara kadar depo olarak kullanılmış olup 1960 yılında restore edilerek aynı yıl müze olarak hizmete açılmıştır.

Yine İznik’te 16. yüzyılda inşa edilen  Eşrefi Rumi (Eşrefzade) Cami ve Türbesi Kurtuluş Savaşı sırasında yunanlılar tarafından yıkılmış olup 1950 yılında aslına uygun olarak restore edilmiştir.

 İznik’te inşa edilen ilk Osmanlı camisi olan Hacı Özbek Camii Cumhuriyet döneminde 1959 yılında restore edilmiştir. Camii  ibadete açıktır.

14.yüzyılda inşa edilen Yakup Çelebi Camii 1919 yılına kadar imaret olarak kullanılmış Cumhuriyet döneminde 1934’ten sonra müze deposu olarak kullanılmış ve 1963 yılında restore edilerek  özgün kullanımına uygun camii olarak  ibadete açılmıştır.

14.yüzyıl beylikler döneminden kalan İsmail Bey Hamamı 1989-1990 yılları arasında çelik konstrüksiyon bir çatı altında korumaya alınmıştır. Anıt eser günümüzde açık hava müzesi niteliğinde sergilenmektedir.

Ayasofya camii 2007 yılında restore edilerek günümüzde hem müze hem de camii olarak kullanılmaktadır.

İznik (Nikaea) Surları mimari gelişim süreci

 Antik şehir İznik, günümüzde Bursa sınırları içinde olup Bizans, Helenistik, Roma ve Osmanlı dönemlerinde çağının siyasi,coğrafi ,jeopolitik,ticari,sosyal,kültürel ve dinsel özelliklerini yansıtarak tarihsel süreçte önemli roller oynamıştır. Bu kenti savunmak ve korumak için etrafını dönemin savaş ve savunma stratejilerinin inceliklerini yansıtan kuleli sur duvarları ile çevirmişlerdir.

    İznik surları şehrin genetik yapı kodunu taşıyan ana arterdir. Merkezde kesişen kuzey- güney ve doğu- batı doğrultulu iki ana yolu, bu yollarla bağlantılı dört ana kapısı ve on iki tali geçitleri,yüz ondört kulesi bulunan sur duvarları günümüzde çeşitli katmanların adeta iç içe geçtiği  tarihsel bir dokuya  sahiptir. Kentin çevresini beş kenarlı çokgen şeklinde kuşatan 4970 m. uzunluğundaki surlar, Roma, Bizans ve kısmen Türk dönemindeki ilavelerle güçlendirilerek savunma görevini üstlendi.

  1. Helenistik Dönem: M.Ö. 334 – M.S. 30

 İznik’te  iskan ve  yerleşimin izleri  son dönem de yapılan kazılarla ve ilk çağın Prehistorik dönemini işaret eden buluntularla ortaya çıkmıştır.Çevresinde erken tunç çağına (M.Ö 2500) ait kalıntıların tespit edildiği Çakırca, Çiçekli, Üyecik ve Karadin gibi höyükler yer alır.

 Homeros’un  İlyada’sına göre İznik  ve çevresindeki arazi üzerinde Ionian antik kenti vardı. Dolayısıyla İznik’in antik Ionian yerleşiminin kalıntıları üzerine kurulmuş olduğu söylenebilir. Şehir  ızgara planlı biçimi ile Antik Ionian’ın özelliklerini yansıtan yerlerden biridir. Makedonya Kralı Büyük İskender’in genarallerinden Antigonius Monophtalmos tarafından Antigoneia adı ile M.Ö 316 yılında, antik Ionian yerleşiminin kalıntıları üzerine yeniden kurulmuştur. Coğrafyacı Strabon kenti Antigonius döneminde betimlerken 16 stadia (2.893 m) uzunluğunda çokgen planlı surlarla çevrelenmiş olduğuna değinmiş ve bunların tasarımının son derece düzgün olduğunu, kentin surlara açılmış dört kapıdan başlayan iki ana caddenin dik açıyla kesişen orta noktası, gymnasium’dan surların dört kapısının göründüğünü belirtmiştir.16  (Clive Foss,İznik’in Bizans Surları)

Şehri düzenleyen dik açılardan bahsedilmesi helenistik dönemin yaygın plan tipi ızgara planına işaret eder.) Ancak günümüze, kent planının Hellenistik özellikler taşımasının ötesinde pek fazla iz kalmamış olup, Hellenistik  kenti çevrelemekte olan surlardan da günümüze eser kalmamıştır. Yörede yapılan kazılarda da eski surlarla ilgili herhangi bir kalıntıya rastlanamamıştır.

    Büyük İskender’in mirasçıları general Lysimakhos, kenti egemenliği altına almak için Antigonius ile savaşarak MÖ 301’de mağlup edip şehri yönetimi altına almış ve şehire karısının adı olan Nikaea adını vermiştir. Bu dönemde şehir imar faliyetleri ile beraber yenilenmiş ve gelişmiştir.

        1.1.Bitinya (Bıthynia) Krallığı Dönemi : M.Ö. 377 – 64

                Bölgede egemen olan Bitinya Kralı Zipoites M.Ö 279’da Nikaea’yı ele geçirdi. Bitinya krallığına bağlanan kent, önemli mimari yapılarla süslenmiştir. Adına altın sikkelerin basıldığı kent en güzel günlerine bu dönemde ulaşıyor. Altınlarla zenginleşmiş kentin surlarına ait ilk yapılanmaların bugünlerde başladığı tahmin ediliyor. İznik bu altın dönemlerinde Bitinya krallığına başkentlikte yapmaktaydı.

Bitinya Krallığı ve Roma İmparatorluğu arasında uzun yıllar  süren savaş ve deprem mevcut surlara büyük ölçüde zarar vermiştir. M.S 64 yılında Bitinya Roma imparatorluğuna bağlandıktan sonra surları daha güçlü olarak yeniden inşa ettiler.

2.Roma Dönemi: M.Ö. 30 – M.S. 476 (5.yy)

Bitinya Roma İmparatorluğunun Pontus Eyaletine bağlandıktan sonra  bayındırlık faaliyetlerine başlanmış, bu dönemde genel olarak  şehri çevreleyen surların tarihsel süreci şu şekilde gelişmiştir.

      Flavius Hanedanlığı (69 / 96 )

     1-Vespasianus (69-79) , 2- Titus (79 -81), 3- Domitianus (81 -96) üç imparatorlu bir dönemdir. Kısa süreli bir hanedan olmakla birlikte merkezi yönetimlerinden dolayı  imparatorluğa yeniden istikrar getirmişlerdir. Bayındırlık faaliyetlerine önem vermişlerdir.  Nikaea ‘da (İznik) kente giriş çıkışları simgeleyen doğu  (Lefke), kuzey (İstanbul) kapıları bu dönemde sınırları belirleyen sembolik yapılar  olarak İmparator Vespasianus tarafından inşa ettirilmişlerdir. Bu iki kapının surlardan daha erken bir döneme tarihlendiğini üstlerindeki yazıtlardan öğreniyoruz. Bu dönemin 69 yılında bölgede deprem meydana geldiği bilinmektedir.

       Antoninler Dönemi (96 -180)

      Sonraki yüzyıl ” Beş İyi İmparator” dönemi olarak bilinir. Bu dönemde imparatorluk makamı barışçıl bir şekilde el değiştirmiştir.  Bu imparatorlardan biride Hadrianus’dur.

    ≈İmparator Hadrianus Dönemi (117 -138) : Lefke kapı ve İstanbul kapı M.S 120 ya da 123 depremlerinde büyük ölçüde hasar görmüştür. Kapıların depremden hemen sonra İmp. Hadrianus tarafından onarıldığı yazıtlarda mevcuttur.

      Severuslar Hanedanı (193 – 235)

      Birinci evre surlarının M.S. 258/ 259 yıllarında Bitinya’ya saldıran Gotlara karşı inşa edildiği yazılı kaynaklarda belirtildiği gibi kesindir. Yapımına Gallienus zamanında (253 -260) başlandığı, Macrianus ve Quietus zamanında (260 -261) devam edildiği, bu imparatorlara ait Nikaea sikkelerinin arka yüz betimlemelerinden anlaşılır. (Haluk Abbasoğlu-İnci Delemen / Antik Nikeae’dan günümüze kalanlar)  Surların tamamlanması ise II Claudius dönemindedir.

      Üçüncü Yıl Krizi (235 – 284)

     Üçüncü Yüzyıl Krizi 235 ile 284 yılları arasında Roma İmparatorluğu’nun parçalandığı ve yıkılmanın eşiğine geldiği dönem için kullanılan bir isimlendirmedir. Bu döneme “askerî anarşi” dönemi de denir.

          ≈ II. Claudius Gothicus Dönemi (268 – 270) :

         İki yıldan az bir zaman ülkeyi yönetmiş olmasına rağmen tahta çıktığı sırada Roma İmparatorluğu, Got akınları nedeniyle ciddi tehlike altındaydı. Claudius, 268 yılının eylül ayında Gotları,Naissus Savaşı’nda kesin bir biçimde bozguna uğratan Roma ordusunun komutanı olup kazandığı bu büyük zafer, Roma ordularının tarihindeki en büyük zaferlerden birisiydi. Zaferin ardından Claudius, “Gothicus” (Gotların fatihi) soyadını aldı. Bu dönemde şehrin surları yaklaşık 5 km lik bir genişleme ile günümüze kadar  gelen  son halini alıp tamamlanmış ve daha sonraki dönemlerde de genişletilmesine gerek duyulmamıştır. Yenişehir (güney kapı) ve günümüzde büyük ölçüde mevcut olmayan Göl Kapı’nın (Batı Kapı) inşası da,bulunan yazıtlardan  anlaşıldığına göre, II.Claudius’un dönemine rastlar. Böylece kenti çevreleyen sur duvarlarının birbiriyle entegrasyonunu sağlayan kapılara güneyde ve batıda olmak üzere iki adet ana giriş kapısı inşa edilerek doğu-batı/kuzey-güney olmak üzere cephe yönlü dört adet ana kapının yapımı tamamlanmış olur.(M.S.269/70) Kapılar Roma tarzı mimari ve askeri yaklaşımın güzel bir örneğidir.

Bu dönemde surların yüksekliği 9 m. olup 80 adet kulenin yüksekliği de 13 metredir. (Clive Foss/ İznik’in Bizans surları) Daha sonraki dönemlerde  yapılan güçlendirme ve genişletme müdahaleleri ile birlikte 10-15m. aralıklarla yapılmış 114 kulesi ve 12 tali kapı daha inşa edilmiştir.

     2.1.Roma’dan Bizans’a Geçiş Dönemi (M.S. 303 – 5. Yüzyıl) / Geç Roma Dönemi

Batı Anadolu’da 358 ve 362 yıllarında olan güçlü depremlerin;  stratejik konumu nedeni ile askeri bir karargah özelliği taşıyan kentte ve surlarında ciddi zarara neden olmadığı yazılı kaynaklarda geçmektedir . Fakat 368 depreminde surların zarar görmüş olabileceği düşünülmekte olup  ayrıntılı belgeler mevcut değildir. 5 yüzyıl da ise ayaklanmalara ve çarpışmalara maruz kalan Nicaea’nın bu kargaşalı dönemden nasıl etkilendiği ile ilgili yazılı kaynaklarda herhangi bir somut veri yoktur.

Doğu Roma İmparatorluğunun Bizans’a geçiş süreci bazı tarihçiler için 6. yüzyılı da kapsamaktadır.

  1. Doğu Roma İmparatorluğu( Bizans) Dönemi (5.yüzyıl – 1331)

      3.1 Erken Bizans Dönemi (5. yüzyıl – 842 )

             Bu dönemde 447 -715 yıllarında bu bölgeyi de etkileyen depremler meydana gelmiştir.              

             ≈ I. Justinianus ( M.S. 527 – 565)  I. Justinianus döneminde imparatorlukta ihtişamlı ve devasa imar- bayındırlık faaliyetlerine girişilmiştir. Nikaea’da  (İznik)  su kemerleri ve obsikion vb. inşa edilmiş, fakat döneme dair yazılı kaynaklarda surlardan pek bahsetmese bile;  Erken Bizans’ta kullanılan almaşık örgü tekniği için genellikle beş sıra tuğlanın tercih edildiği taş ile  tuğla arasındaki harç kalınlığının fazla tutulduğu görülmektedir.Günümüzde surların bazı noktalarında lokal olarak görebildiğimiz beş sıra tuğla hatıllı sur duvar örgüsünün bu döneme tarihlenmesi  mümkündür. I. Justinianus’un kentte imar faaliyetlerinde bulunduğu bilinmektedir. I.Konsilin toplandığı sarayın bu dönemde de kullanıldığı düşünülmektedir.

              3.2. İkonoklazma Dönemi (Dini Tasvir Karşıtlığı 726 – 842)

              Bu dönemde 715-717 yıllarında  Konstantinopolis’e  güçlü  Arap akınları  başlamıştır. stratejik yol üstü bir konumda bulunan Nikaea’dan da geçmişlerdi.Fakat 727 yılında Arap ordusunun kente şiddetli bir saldırı gerçekleştirmesi ve kuşatması sonucunda surlar önemli ölçüde tahribata uğramıştır.Böylece surlar  ilk kez geniş çaplı bir onarım geçirmişlerdir.740 yılında ise bölgeyi etkileyen bir deprem daha meydana gelmiştir.

               İsauria (İsoriya) Hanedanlığı Dönemi  (717- 802)

               ≈ III.Leo (717-741) / V.Konstantin (741-775):

              İkinci evre surları teknik olarak çok farklılıklar olmasa da bu dönemde şekillenmeye başlamış olup 857/ 858 – 1065/1097 yıllarını da kapsamaktadır.Bu sur duvarları  diğerlerine kıyasla daha yüksek bir kotta bulunur.

III.Leo ve oğlu V. Konstantin 720 yılından itibaren İmparator Leo’nun vefatına kadar ortak imparator olarak ülkeyi yönetmişlerdir. III. Leo döneminde Arap akınları sonucunda tahrip edilen surlar; özellikle İstanbul kapının olduğu kuzey kanatta yıkıcı hasarlar bırakmış olup güneyde de Göl Kapı ve bitişik surlara da büyük ölçüde zarar vermiştir. Tahrip olan surlar yıkılan binalar ve tiyatrodan birçok parça sökülerek devşirme malzemelerle onarılmış ve  yükseltilmiştir. Surların seğirdim yoluna antik tiyatronun cavea taşları kullanılarak siperlik yapılmıştır.Yuvarlak kuleler köşeli olarak yenilenerek böylece surların görünüşü ilk kez değişmiş oluyordu. göl kapı ve bitişik surlarda yapılan onarımlarda kuzey ve güneye ek duvar örülerek gölden ve karadan gelebilecek zarar karşısında güçlendirilmiştir.Yapılan onarımlarda pempe renkli tuğla kırıklı harç kullanılmıştır. Bu onarımlarla ilgili yazıt 71. kulenin duvarında mevcuttur.

Şehir 740 yılında güçlü bir deprem ile sarsıldı. Araştırmacılar geriye sadece bir kilisenin ayakta kaldığını söyleseler de surların durumu ile ilgili herhangi bir kayıt mevcut değildir. Muhtemeldir ki surlar bu dönemde hasar almış olmalıdır.838 yılına gelindiğinde surların bakımlı ve sağlam olduğu yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır.

 3.3.  Orta Bizans Dönemi (842 – 1204)

                 Frigya Hanedanlığı Dönemi  (820 -867)

                  ≈ III.Mıkhael (842-867)

                 Bu dönemde İmparator kentin savunma hattını güçlendirmek için güney ve güneydoğu yönünde ki geniş aralıklı burçların arasına ilave burçlar eklemiştir. Görünüşte eski burçlardan bir fakı yoktu, yarım daire planlı,yüzeyi tuğla kaplı ve aynı yükseklikteydi. Bu burçları diğerlerinden ayıran temel özellik sur duvarı ile yekpare olmaması dolayısıyla da yan kapıları olmaması ve temel seviyesinin devşirme malzeme ile örülmesidir. Temel kotları özgün seviyeden daha yüksek ve devşirme taşlı  masif örgüydü.Burçların üst kotu önceki dönemlere göre daha ince tuğlalarla örülmüştür. Bu yeni burçlara mazgallar açılmış, üst kat odaların pencereleri kısmen genişletilmiştir. Sur duvarlarında geniş tuğla kuşaklar kullanılmıştır.Yapılan bu onarımları yazıtlardan öğreniyoruz,yazılı kaynaklarda 858 yılında yapılan bu onarımla ilgili bir veriye rastlanmamıştır.

                 Dükas hanedanlığı Dönemi (1059 – 1081)  ”1065 depremi”  

                  ≈ X. Konstantin Dukas (1059 -1067):

                 Bu dönemde 1065 yılında meydana gelen deprem surların büyük bir bölümünü yıktı. Sonrasında yapılan özellikle doğu kanadında olan büyük yıkım farklı tekniklerin kullanıldığı yenileme ve onarım  ile yapılmıştır. Bu onarımlar büyük ölçüde ayırt edilebilmektedir.Bunlar gizli tuğla tekniğinin (Gömme tuğla) ve ahşap bağlayıcıların kullanılmasıdır. sur duvarının onarım yapılan dış çedarı moloz ve harçtan oluşan iç yapıya ahşap hatıllarla bağlanmıştır. Yine bu dönemde surlarda  derzleri yatay ve dikey  olarak belirginleştiren çizgiler dönemi vurgulayan mimari bir unsurdur.

gömme tuğla/gizli tuğla tekniği

3.3.1  Türk Dönemi / Anadolu Selçuklu Dönemi (1080 – 1097)

                  Selçuklular Kutalmışoğlu Süleyman Bey döneminde 1075 yılında kenti alarak adını İznik olarak değiştirmişler ve 1080 yılında da İznik Anadolu da ilk Türk başkenti olmuştur. Selçukluların surlara müdahalesi ile ilgili herhangi bir veri mevcut olmamasına rağmen Selçuklu mezar taşlarının surların güney kısmında bir burçta devşirme örgü malzemesi olarak kullanıldığı görülmektedir.İznik Selçuklu Devletine başkentlik yapmasına rağmen I. haçlı seferleri nedeni ile kısa süreli bir hakimiyet sürdürmüş olup bayındırlık faaliyetlerinde  bulunmamıştır.

                 Komnenos Hanedanı  (1081-1185) ”I. Haçlı Seferi”

                   ≈ I.Aleksios Komnenos (1081 – 1118):

                   I.Aleksios başkenti ele geçirerek imparator olduğunda İznik Selçuklu Beyliğinin başkentiydi. 1097’de I. Haçlı Seferi ile birlikte İznik kuşatılmış şehir surları hasar görmüştür. I. Aleksios Türkler ile anlaşarak şehri yeniden ele geçirmiştir. Savaştan hemen sonra surların en zayıf olduğu güneybatı kanadının diz çöken kulenin olduğu yerden onarımına başlanmıştır.1.Aleksios bu köşeye Selçuklu mezar taşlarının da devşirme malzeme olarak kullanıldığı  daha küçük bir beşgen bir kule inşa ettirdi.

               ≈ I.Manuel Komnenos (1143- 1180):

               Surların göl kıyısı tarafını tamir ettirmiş olup yazılı kaynaklarda geçmeyen kesikli olarak sık tuğla ve taş kuşakların oluşturduğu duvar örgüsünü Sanat tarihçisi ve Bizans uzmanı Clive Foss bu döneme atfeder.

                3.4 Latin İstilası Dönemi (1204 – 1261) İznik, 57 yıl boyunca başkenti Latin işgali altında olan   Bizans İmparatorluğu’nun yönetim merkezi oldu

                     3.4.1  İznik İmparatorluğu 1204-1261 (Laskaris Hanedanı)                   

                               ≈ I.  Teodor Laskaris  (1204 – 1222)

                           Surların üçüncü evresi Laskarisler dönemine atfedilir. İmparatorluğun kurucusu Teodor Laskaris döneminde 1204-1222 tarihleri arasında surları sağlamlaştırdı. Surların güney kanadına iki kare kule yapılarak savunma hattı güçlendirildi. Kulelerin cephelerinde tuğla plastik süslemeler,frizler, haç ve yazıtlar bulunuyordu.Kulelerin üst odacıkları pahlı mazgallı idi. Ağır silahların kullanılabilmesi için şevli mazgallar yapıldı. Eski kulelerin tuğla kaplamaları yenilenirken bu tuğla kaplamaları iç yapıya kare kesitli hatıllarla bağladılar. Sıva pembe renkli tuğla kırıklı ve derzler şevli idi. Kullanılan harç kireçtaşı,küçük kırıklı çakıl taşı ve tuğla kırıklı idi. Yine bu dönemde surlar tek kat beyaz kireç ile sıvanmıştır.

                             ≈III. Yannis Vatatsez  (1222 – 1254) 

                         Teodor Laskaris’in kızı İrene Laskaris ile evlenmiştir. Vatatsez döneminde surlar yaklaşık  2.5 metre yükseltilmiş böylece yükseltme yapılan yerlerde burçlar iki kat odacıklı ve savunma için dam düzlüğü haline dönüştürülmüştü. ve 13-16 metre önüne ön surlar inşa edilerek savunma sistemi güçlendirilmiştir.Bir Bizans savunma mimari tekniği olarak da ön surların etrafına hendek açmışlardır. Bu üçlü savunma hattının bir benzeri Konstantinopolis’te idi. Bizans savunma mimarisinde duvar örgüsü, taş temeller üzerine kullanılarak inşa edilmiştir.

Bu dönemde onarımlar kireçli sıvalarla ile yapılmıştır. Kullanılan sur duvarlarında cephelerde tuğla süslemelerden güneş kursları,damla motifleri ile beraber kasetleme (çerçeve) tekniği görülür.Bu teknik Bizans mimarisinde 12. yüzyıldan itibaren görülmeye başlar.

          3.5.  Geç Bizans Dönemi / II.Bizans Dönemi (1261 – 1331)

          Bu dönem Bizans’ta Palaiologoslar (Paleologlar) dönemidir.  Bu dönemin genel olarak mimari anlayışında tuğla cephe süslemelerinde motif çeşitliliği dikkat çeker.

 İmparator II.Andronikos surların göl tarafına özenli tuğla örgü işçiliğin görüldüğü bir onarım yaptırmıştır. Surların alt bölümünde devşirme malzeme kullanılmış üst kotta ise moloz taş -tuğla alternatif atlamalı bir şekilde örgü tekniği uygulanmıştır. Yine bu dönemde şehri kuşatan Osmanlı tehlikesine karşı surlar güçlendirilmiş ve bazı değişiklikler yapılmıştır. Birçok açıklıklar örülmüş burçlara odacıklar  eklenmiş, bazı mazgallar kapatılmış bazıları da yeniden açılmıştır.

  1. Türk Dönemi (1331 – ∞ )

        4.1. Osmanlı Dönemi (1331 – 1922)

        Bu dönemde 1331 yılında İznik Orhan Gazi tarafından feth edilmiştir. Yazılı kaynaklarda bu savaş sırasında surların tahribata büyük ölçüde zarar görmediği yazılı kaynaklarda mevcuttur. Fakat surlara açılan bazı top gediklerinin izleri günümüzde de görülür.

1402 yılında kent Timur’un ordusu tarafından yağma edilmiştir.Kültürel hayat etkilenmemiş fakat surlarla ilgili herhangi bir veri mevcut değildir.

Osmanlı döneminde bölge 1509 – 1754 – 1855 ve 1895 yıllarında depremden etkilenmiş fakat bu durumla ilgili elimizde herhangi bir veri yoktur. Fakat olasılıkla lokal müdahaleler ile sağlamlaştırma yoluna gidildiği düşünülmektedir.

Bu dönemde İmparator  I. Justinianus’un kente yaptırdığı su yollarının kullanıldığı Lefke Kapının sur içinde ki köşede yer alan sivri kemerli Osmalı duvar çeşmesi ve bağlantısı ile görülmektedir.Surların Osmanlılar döneminde geçirdiği değişim çeşitli seyyahların yayınladığı kitaplarda anlatılmış olup birebir müdahaleden bahsedilmemiştir.

Bu dönemde ki imar faaliyetleri kentin ızgara planlı tasarımına uygun olarak yapılmıştır.

                4.2. Cumhuriyet Dönemi (1923 – ∞)

                1930’lu yıllarda surlarda ilk olarak Alman arkeoloji enstitüsü tarafından kapsamlı bir araştırma yapılmıştır.  Bu araştırma Karnapp ve Schneider tarafından  yayınlanmıştır. Daha sonra Bizans Tarihçisi Clive Foss tarafından kitabında İznik’e geniş bir bölüm ayrılmıştır.

2002 yılında surlarda lokal müdahaleler ve temizlik yapılmıştır. 2008 yılında Lefke kapıda araştırma kazısı sonucunda dolgu toprak kaldırarak özgün zemin ortaya çıkarılmıştır. Kapının kent tarafında solda da bir kilise kalıntısı ortaya çıkarılmıştır.

2014 yılında  Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü Bursa Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü denetiminde başlayan  İznik Surları Lefke Kapı 1.kısım restorasyon çalışmaları başlamıştır. Bu çalışmalar kapsamında Osmanlı döneminden kalan duvarlar kaldırılmış,sur uzantıları ve antik su kemeri üzerinde bulunan bitkilenme için özel çalışmalar yapılmış olup su yolu altındaki kemerler ve surlar üzerinde restorasyon çalışmaları devam etmiştir. Surlara bitişik evler etap etap kamulaştırılmaktadır.

2015 yılında “UNESCO Dünya Mirası Olma Yolunda İznik” sempozyumu yapıldı. Türkiye ve yurtdışından bilim insanlarının katılımı ile İznik’in tarihi, arkeolojisi, sanat ve mimarisi ile doğal değerleri ulusal ve uluslararası bilim insanları tarafından tartışılmıştır.

2015 yılında güncelenen şekli ile İznik kenti Unesco Dünya Doğal ve Kültürel Mirası geçici listesine alınmıştır.

2016 yılında İznik’in UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmesi için alan başkanlığının oluşturulmuştur.

YEDİKULE DEMİRYOLU TESİSLERİ (CER ATÖLYELERİ) SANAT TARİHİ RAPORU

YEDİKULE DEMİRYOLU TESİSLERİ (CER ATÖLYELERİ)

SANAT TARİHİ RAPORU

Yrd.Doç.Dr.Ahmet Vefa ÇOBANOĞLU                      Hayri Fehmi Yılmaz (M.A.)                        

Sanat Tarihçisi                                                                 Sanat Tarihçisi

Osmanlı devletinde 1830’larda demiryolu inşaatlarına ilişkin projeler hazırlanmış, aynı yüzyılın ortalarında yapım çalışmaları başlatılmıştır. 1914 yılına kadar geçen yaklaşık 60 yıllık süre içinde 12.000 km’yi aşan demiryolu ağına sahip olunmuştur. 1870’lerin başında İstanbul Edirne güzergâhı inşa edilmiştir. Baron Hirsch inşaat ve işletme işlerini üstlenmiş olup “Rumeli Demiryolları Şirketi Şahanesi” ve “Rumeli Demiryolları İşletme Kumpanyası” adlı iki şirket kurmuştur. Çalışmanın başlangıcında demiryolunun geçeceği hatlar belirlenmiş bu işi Fransız, Alman ve Avusturyalı mühendislerden oluşan bir ekip gerçekleştirmiştir.

Hazırlanan hat önerilerinin bir kısmı 14. Mayıs 1870 tarihinde Nafia Nezaretine sunulmuş, bunlardan Yedikule-Küçükçekmece hattı için 3 Haziran 1870 tarihinde eksiklikleri ileride tamamlanmak üzere olumlu rapor verilmiştir. 4 Haziran 1870 tarihinde bu hattın çalışmaları başlamış, 4 Ocak 1871 tarihinde sadrazamın da katıldığı bir tören ile açılmış ve bu neden imtiyaz sahibi Baron Hirsch’e birinci rütbeden Mecidiye nişanı verilmiştir. İnşaatın hızla bitirilebilmesi için 2000 den fazla işçinin çalıştırıldığı bilinmektedir. Aralık 1870’lerde Nafia Nezaretine sunulan rapor ve padişahın onayıyla Yedikule Sirkeci hattının inşaatı da başlatılmıştır. 

Yedikule Küçükçekmece hattında istasyon hizmet binaları ve lojman yapıları birkaç değişiklik dışında aynı mimari karakteri taşımaktadır. Geniş ve eğimli bir arazi üzerinde yer alan Yedikule İstasyonu hattın, tren bakım ve onarımlarının gerçekleştirildiği tek istasyon olma özelliğine sahiptir. Bünyesinde atölyeler, kömür ve gaz depoları da bulunmaktaydı. Yük taşımak için marşandiz garları ve ambarlar dışında lokomotif depolarında da sundurmalar, işletme atölyeleri, su kuleleri, lokomotif bakımı ile ilgili araçların bulunduğu mekânlar vardır. İstasyon ve depo yakınında lokomotif personeli için yıkanma yerleri ve servis yatakhaneleri vardı. Demiryolu ile ilgili bakım ve onarım atölyeleri demiryolunun deniz yönünde inşa edilmiştir. Böylece lokomotif ve vagonların atölyeleri kolayca giriş çıkışı sağlanmıştır. Atölyelerde lokomotif ve vagonların sökümü, onarımı ve montajı yapılabilirdi. 

Yedikule Cer Atölyeleri Rumeli Demiryolu hattının teknik ve hizmet yapıları kompleksidir. Cer çeken ve çekilen araçları tanımlamak için kullanılan teknik bir terimdir. Bu atölyeler uzun yıllar hizmet vermiş Trakya hattının lokomotif, yolcu ve yük vagonları burada tamir edilmiş, atölyelerin çok eski olan tezgâhları günün şartlarına göre zaman zaman yenilenmiş, binalarda tamir edilerek ihtiyaca göre genişletilmiştir. 1948 yılında yapılan bir tespitte atölyelerde 639 işçi çalışmaktaydı. Daha sonra komplekse eklenmiş olan çırak okulu da 1972 yılına kadar faaliyetini sürdürmüştür. Yedikule vagon bakım atölyesi ile Yedikule dizel lokomotif deposu daha aktif bir yönetim sağlanması amacıyla 1992 yılında “Yedikule Cer atölyesi” adı altında birleştirilmiştir. 1997 yılında ise aktivitesini kaybettiği gerekçesi ile tesisin tamamı kapatılmıştır. 

Yedikule Cer Atölyeleri, Yedikule semti içinde güneydoğusunda sahil surları, güney batısında Yedikule Gazhanesi, kuzeybatısında Yedikule Hisarı ve Yedikule Tren İstasyonu ile sınırlı olup yaklaşık 43.000 m2’lik bir arazide, 2384 Ada üzerinde yer almaktadır. Bölge 5. yüzyılda inşa edilen kara surları ile kent alanı içinde kalmıştır. Ayasofya civarından başlayan ana yol hattının biri bu bölgedeki Altınkapı’ya kadar devam etmekteydi. Cer atölyesinin değişik yapılarını Marmara Sahilinden surlar Bizans dönemine aittir. Duvar ve kulelerin hem Bizans hem Osmanlı döneminde defalarca yenilendiği anlaşılmaktadır. Surların yapı malzemesinin bir kısmı özellikle küfeki blokları atölyelerin bazı yapıların inşaatında da kullanılmıştır. Surların arkası zamanla dolarak duvarları bir teras haline getirmiştir. Birçok bölümde cer atölyesi ile birlikte surlarda yenilenmiş ve geç devir Osmanlı duvar tekniğinin özelliklerini taşır olmuştur. Marmara Surları’nın üzerine birçok yerde Bizans ve Osmanlı dönemi boyunca farklı yapılar inşa edilmiştir.   

Cer Atölyeleri’nin ana yapılarına kullanım sırasında meydana gelen ihtiyaçlar doğrultusunda yeni birimler eklendiği anlaşılmaktadır. Bu yapılara ilişkin ulaşılabilen en eski görsel veriler, alanın 1914-1915 yıllarındaki durumunu gösteren Alman Mavileri denilen haritalardır. Ankara Cer Atölyesi Arşivinde yer alan 1947 ve 1953 yılı haritalarından Yedikule Cer Atölyesi’ndeki yapıların gelişimi konusunda bilgi edinilmektedir.

Vaziyet planı üzerindeki yerleşime bakıldığında demiryolu hattı üzerinde inşa edilen cer atölyelerinin lokomotif ve vagonların periyodik bakım ve onarımlarına imkân sağlayacak bir işlev şemasına göre tasarlandıkları ve buna göre arazi üzerinde konumlandırıldıkları anlaşılmaktadır. Atölye komplekslerinde önce en temel ihtiyaçları karşılayacak birimler inşa edilmiş, zaman içinde gelişen ihtiyaca bağlı olarak diğer birimler eklenerek organik bir biçimde büyüme sağlanmıştır. Benzer gelişim Ankara, Sivas, Eskişehir, Halkapınar cer atölyelerinde de görülmektedir. 

Sur üzerinde yer alan ve sırası ile Bondaj, Tavlama Ocağı, Tamirhane, Demirhane, Kiler – Aşevi, Makine Dairesi, Elektrik Santrali gibi yan yana sıralarmış küçük birimlerden oluşan mekânlar farklı dönemlerde eklemelerle oluşmuştur. Bazı birimlerde sura ait küfeki taşlar ikinci kez kullanılmıştır. Ancak yapıların genelinde yığma harman tuğla kullanılmıştır. Bu birimler 1915 tarihli Alman Mavileri haritasında görülmektedir. Yapılar bu veri ve malzemelerine dayanarak 19. Yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarına tarihlendirilebilir. Kısmen üst örtüleri çökmüş olan birimlerin yanında ahşap makaslı çatılarını hala koruyan birimlerde vardır.  

Elektrik Santrali: Elektrik santrali olarak adlandırılan birim yığma harman tuğla ve surdan devşirilen küfeki blokları ile inşa edilmiştir. İki meyilli çatısı içte ahşap makaslı, dışta Marsilya kiremidi ile kaplanmıştır. Bu birim 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarına tarihlenebilir. 

Makine Dairesi: Makine dairesi olarak adlandırılan birim yığma tuğla ve küfeki blokları ile inşa edilmiştir. Duvarların malzemesi sıvaların döküldüğü yerlerden izlenebilmektedir. Çatı ve tavan ahşaptır, iki meyilli çatı Marsilya tipi kiremit ile örtülüdür. 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarına tarihlenebilir. 

Aşevi – Kiler: Aşevi ve kiler olarak adlandırılan birim deniz yönünde büyük oranda sur duvarlarını kullanmıştır. Yapının ahşap makaslı tavanları kısmen korunmuştur. İki tarafa meyilli çatı Marsilya tipi kiremit kaplıdır. Yapı malzemesi surdan devşirilen küfeki taşlar ve harman tuğladır. İçte bazı duvarların alt kısmı beyaz fayansla kaplanmıştır. Yapı 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında inşa edilmiş olmalıdır. Elektrik Santrali, Makine Dairesi, Aşevi – Kiler birimleri aynı çatı altında ele alınmıştır.    

Tamirhane ve Demirhane: Aşevi – Kiler yapılarından sonra bu birimler bulunmaktadır. Bu bölümler sıvaları dökülen yan duvarlarından görüldüğü kadarı ile surlara ait küfeki taşı malzeme ile inşa edilmişlerdir. Muhtemelen kiremit kaplı ahşap örtüleri bugün mevcut değildir. Her iki birimde 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında inşa edilmiş olmalıdır.

Bondaj ve Tav Ocağı Bölümü: Sur üzerindeki kule ile bütünleşik yığma taş yapının üst kısmında yer yer harman tuğla kullanılmıştır. Yapı 19. Yüzyıl sonları 20. Yüzyıl başlarında inşa edilmiş olmalıdır. Yapının yan cephelerinde köşelerde ve duvar yüzeyinde yine tuğladan yapılmış plastırlar vardır. İçte ahşap makaslı olan kırma çatı ile kapatılan yapı Marsilya kiremidi ile örtülüdür.

Yukarıdaki bölümlerden sonra sur üzerinde bir bölgede yapı yoktur. Bir sonraki yapı Elektrikhane ve Trafo Binası’dır. Yapı 19. yüzyıl sonu – 20. yüzyıl başında inşa edilmiş olmalıdır. Duvarları yığma harman tuğla olan yapı iki katlı olup ahşap tavanlı ve iki yöne meyilli Marsilya tipi kiremit kaplı çatılıdır. Cephesinde kare ve dikdörtgen şeklinde büyük açıklıklar dönemin sanayi yapıları için tipiktir. İçinde yer yer betonarme kolon ve kirişler de görülmektedir. Trafo binası da benzer yapım teknikleri içermektedir. 

Kaynakevi: İnce uzun yapı dikdörtgen şeklindedir. Tek katlı yapının duvarları delikli harman tuğla ile yığma olarak inşa edilmiştir. İki meyilli ahşap makaslı çatının üst kısmında bir bölüm yükseltilmiştir. Alman Mavileri denilen haritalarda görülmediği için 1915 tarihinden sonra inşa edilmiş olmalıdır. Ankara Cer Atölyesi arşivinde bulunan ve 1947 yılında yapıldığı anlaşılan Yedikule Cer Atölyesi Genel Durum Planı’nda yapı kaynakevi olarak işlenmiştir. Yapının bu tarihten önce inşa edilmiş olmalıdır.      

Demirhane: Demirhane olarak tanımlanan yapı betonarme olarak inşa edilmiştir. İki yana meyilli metal bir çatı ile kapanan yapının kolon ve kirişleri de cepheden algılanmaktadır. Alman Mavileri denilen haritalarda görülen yapı 20. yüzyılın başında inşa edilmiş olmalıdır.  

Bu birimlerin sur ile kaynaşmış oturumunun kaldırılması sur duvarlarına kısmen zarar verebilecektir. Yapıların inşa edildiği dönem ve sur ile olan organik ilişkisi bunların dönem eki olarak mevcudiyetlerini muhafaza etmesini gerekli kılmaktadır. Yedikule Cer Atölyesi’ni oluşturan ana binaların dışında bunların tamamlayıcı durumunda ek birimler olduğu ve dolayısı ile de mevcudiyetleri bu kompleksin bütünlüğü açısından anlamlıdır. Durumun dikkate alınarak bu birimlerin kültür varlığı olarak tescillenmesi uygun olacaktır. 

  •     *     *

Ayrıca bu kompleksin bünyesi içinde yer alan  

Müdüriyet (Direktörlük) Binası:  Yapı ince uzun bir oturuma sahip dikdörtgen planlı olup iki katlıdır. Betonarme olarak inşa edilen binanın altında Yedikule semtini sahile bağlayan bir geçit bulunmaktadır. Bu geçit yakın zamanda kapatılmış olup kullanılmamaktadır. 1914-1915 tarihli haritalarda görülmeyen yapı, Demiryolları arşivinde bulunan 1947 tarihli bir vaziyet planında direktörlük olarak işlenmiştir. Müdüriyet binasının ve altındaki geçidin 20. yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Binada bir dönem üst kattaki mekânlar birleştirilerek sınıflara dönüştürülmüş ve eğitim amaçlı olarak kullanılmıştır.

Kazanhane: Çelik taşıyıcı sistemle hazırlanan yapı kent haritalarında ve demiryolları arşivlerindeki vaziyet planlarında görülmez. 1947 ve 1953 yıllarında yapılmış olan ve TCDD Arşivinde yer alan haritalarda mevcudiyeti görülmeyen yapı 2009 yılında yapılan tespitlerde varlığı belirtilmiştir. Bu nedenle en erken 20. yüzyılın son çeyreğinde inşa edilmiş olmalıdır. Yapının örtü sistemi ve çelik ayaklar arasında kalan bölümlerinin çoğu yok olmuştur.

  1. yüzyılın ilk yarısında betonarme olarak inşa edilmiş olan Müdüriyet (Direktörlük) Binası (16.02.1992 tarih 4273 sayılı karar ile tescil edilmiş) ile 20. yüzyılın son çeyreğinde çelik taşıyıcı sistemle inşa edilmiş olduğu anlaşılan Kazanhane binasının (22.12.2004 tarih ve 353 sayılı karar ile yeri krokide belirtilmeden 36.01 m2’si tescil edilmiş) yapılan incelemeler sonucunda kültür varlığı olabilecek özellikleri tesbit edilememiştir. Her iki yapının tasarımları, yapım teknikleri, uygulanan işçilik ile plan özelliklerinin bir değer ifade etmedikleri dikkate alındığında bu yapıların tescilden çıkarılması önerilmektedir. 
  •     *     *

Yedikule, Bucak Bağı / Bucak Ağa Mescidi

Mescit Yedikule yakınlarındadır. Hüseyin Ayvansarayi’nin Hadikatü’l Cevami adlı eserinde yapının mahallesi olduğu ve baniyesinin Rukiye Hatun olduğu yazılıdır. Ancak baniyenin kimliği ve kabri hakkında bilgi yoktur. Hadika’nın bazı nüshalarında yapının adı Bucak Ağa olarak ta geçmektedir. Bir nüshada ise mescidin kiliseden münkalib (çevrilmiş) olduğu bildirilmiştir. Bu kayıt dikkate alınarak İstanbul’da camiye çevrilen kiliseler ile ilgili yayınlarda bu mescidin adı da geçmiştir. Ancak yapının bir gravür ya da fotoğrafı bugüne kadar tespit edilemediği için durumunu incelemek güçtür.  İstanbul’un kiliseden dönme yapılarını anlatan seyyahların bu mescidi ziyaret edeni de tespit edilememiştir. Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından yayınlanan 19. Asır İstanbul Haritası’nda mescidin bulunduğu sokak Emine Hanım Camii Sokak olarak belirtilmiş, camide bu isimle gösterilmiştir. Bu isim Hadika’da geçmemektedir. Muhtemelen Bucak Bağı Mescidi daha sonra bu isimle de anılır olmuştur. Demiryolları arşivlerinde bulunan bazı haritalarda mescit yeri kesin olarak belirlenebilmektedir. Ancak Demiryolu hattının genişletilmesi sırasında ortadan kaldırılmıştır. Hakkı Göktürk tarafından “Bucak Bağı Mescidi” adı ile 1963 yılında kaleme alınmış olan İstanbul Ansiklopedisi’ndeki maddede bu yapı yakındaki Hacı İlyas Mescidi ile karıştırılmıştır. Yapının konu ile ilgili haritalarda yeri kesin olarak gösterilmektedir. Mevcut demiryolu hattının kaldırılması söz konusu ise caminin bulunduğu alanın korunması önemlidir. Yapının ihyasında bu durum göz önünde bulundurulmalıdır. 

KAYNAKÇA

AYVERDİ, Ekrem Hakkı, 19. Asırda İstanbul Haritası, İstanbul 1958

DAĞDELEN, İrfan, Alman Mavileri, 1913-1914 İstanbul Haritaları, İstanbul 2007

“Demiryolu”, Türk Ansiklopedisi, Cilt 13, sayfa 6-12

DİRİMTEKİN, Feridun, Fetihten Önce Marmara Surları, İstanbul 1953

FOSS, Clive, WİNFİELD, D., Byzantine Fortifications, Pretoria 1986

GÖKTÜRK, Hakkı; “Bucak Bağı Mescidi”, İstanbul Ansiklopedisi, (Haz: R.E. Koçu), C.6, İstanbul 1963, s.3095

Hüseyin Ayvansarayi – Ali Satı Efendi – Süleyman Besim Efendi,  Hadikatü’l Cevami (İstanbul Camileri ve Diğer Dini – Sivil Mi’mari Yapılar), (Haz: Ahmed Nezih GALİTEKİN), İstanbul 2001.

MİLLİNGEN, Alexander van, Byzantine Constantinople, The Walls of the City and Adjoining Historical Sites, London 1899

MÜLLER-WIENER, Wolfgang, İstanbul’un Tarihsel Topografyası, 17. Yüzyıl Başlarına Kadar Byzantion-Konstantinopolis-İstanbul, İstanbul 2001

TAMER, Cahide, İstanbul Bizans Anıtları ve Onarımları, İstanbul 2003

TAYLAN, O.T., Demiryolları İşletmesi; Teşkilat, Tarifler, Katarlar, Cer İşleri, İstanbul 1936

TUNAY, Mehmet İ., Türkiye’de Bizans Mimarisinde Taş ve Tuğla Duvar Tekniğine Göre Tarihlendirme, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü, Sanat Tarihi Anabilim dalı yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 1984,

UZUN, Tayfun, Osmanlıdan Günümüze Demiryolları, İstanbul 2005

ÜLKEKUL, Cevat, Piri Reis ve Türk Kartograflarının Çizgileriyle XVI. , XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda İstanbul, İstanbul 2013

ÜNAL, Mehmet, Endüstri Mirası Kapsamında İstanbul Yedikule TCDD Atölyelerinin Mimarisi ve Koruma Sorunları, Trakya Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Edirne 2009.

www.demiryolcu.com

 

Buondelmonti’nin gravürü esas alarak hazırlanan gravür. 16. Yüzyıl

Aynı gravürün Yedikule civarını gösteren bölümü

Kitab-ı Bahriye’de İstanbul Minyatürü ve Surlar

Kitab-ı Bahriye’de Yedikule ve çevresi

Yedikule ve çevresinde Marmara Surları

Marmara Sahil Surları ve demiryolu tesisleri

Marmara Surları sahil yolu inşaatından önce

Kauffer Haritası’nda Yedikule ve çevresi

E. H. Ayverdi’nin yayınladığı 1870’lere ait İstanbul Haritası’nda bölge ve çevresi

Müller – Wiener’in hazırladığı Yedikule ve çevresini gösteren harita

Surlar ve üzerinde demiryolu binaları 1960’lar

Marmara Surları üzerinde demiryolu tesisleri 1960’lı yıllar

Yedikule demiryolu tesisleri ve çevresinin planı

Yedikule demiryolu tesisleri ve surlar üzerindeki yapılar

Demiryolu tesislerinin sur üstündeki binalarını gösteren harita

Demiryolu tesislerinin genel planı (1900)

TCDD Arşivi’nde yer alan 1947 tarihli harita

TCDD Arşivi’nde bulunan 1953 tarihli harita

Tescile önerilen yapılar Kaynakevi ve Demirhane

Tescile önerilen yapılar Kaynakevi ve Elektrik ve Trafo

Tescile önerilen yapılar, Trafo ve Elektrik Binası

Tescile önerilen yapılar, Demirhane Binası

Bizans dönemi kulesine oturan ve tescile önerilen, Bondaj ve Tav Ocağı birimi

Bizans dönemine ait kemerler ve modern duvarlar

Surlar üzerinde yıkılmış olan tamirhane biriminin yeri

Surlar üzerindeki ek yapılardan tescile önerilen kiler, aşevi birimlerinde küfeki ve tuğla malzeme ile örülen duvarlar

Marmara Surları’na ait taşlarla örülen yan duvar

Tescile önerilen Makine Dairesi ve Aşevi birimleri

Tescile önerilen yapı iç mekan

Tescile önerilen yapı iç mekan

Tescile önerilen yapının sur duvarı ile ilişkisi

Tescilden düşülmesi önerilen Müdüriyet binası

Tescilden düşülmesi önerilen çelik taşıyıcılı Kazanhane binası

TCDD Arşivi’nde bulunan 1900 tarihli haritada Bucak Bağı Mescidi’nin yeri

TARİHİN GİZLENDİĞİ HADIMKÖY TREN İSTASYONU

TARIHIN GIZLENDIGI HADIMKÖY TREN İSTASYONU

Yrd.Doç.Dr. Yonca Kösebay Erkan, Kadir Has Üniversitesi

 

GÜNÜMÜZDE HADIMKÖY

Hadımköy[1] günümüzde Arnavutköy ilçesine bagh olup Avcılar ve Kücukçekmece ilgeleri ile komşudur. istanbul’u Avrupa’ya bağlayan TEM otoyolunun kuzeyinde yer almakta ve Eşikinoz Vadisi içinde konumlanmaktadır (Karakuyu, 2008, 1).

Hadımköy Istanbul’u batıdan koruyan önemli askeri merkezlerden biri olma özelliğini 1959 yıhna kadar korumuş, bu tarihten sonra Kolordu nitelikliğindeki birlik, küçülerek Tugay birliğine dönüşmüştür (Karakuyu, 2008, 23). Askeri yapılardan Hadımköy Hastahanesi, demiryoluna yakm olarak konumlanmıştır. Hadımköy’ün merkez mahallelerini Hastane ve istasyon Mahalleleri oluşturmaktadır. Günümüzde Hadımköy önemli bir lojistik merkezi durumundadır. Bölgede bulunan önemli yapılar arasında Hadımköy Hastahanesi sayılabilir. gatalca Bölgesi Kumandanhk Merkezi olan Hadımköy’deki Hastahane, II. Abdülhamid döneminde 1887 temeli atılarak 1891 yıhnda tamamlanmıştır. Hastahane, Balkan Savaşı (1912), I. Dünya Savaşı ve ganakkale Savaşlan sırasmda önemi görevler üstlenmiştir. Bu yıllarda hastahanenin kapasitesinin yeterli olmadigı anlarda vagonlann koğuş olarak kullanıldigi bilinmektedir. Yapı 1927 yıhnda ?ikan bir yangınla tahrip olunca iki yıl kapah kalmış, onanldıktan sonra 1938 yıhna kadar kışla olarak kullanılmıştır. Bu tarihten sonra 1985 yıhna kadar orduevi olarak hizmet vermiştir (Özbay, 1981, 461-463). Yapmın 2005 yıhnda revir olarak hizmet verdiği bilinmektedir (Cifci, 2005, 216).

JSTASYONUN KONUM ÖZELUKLERJ

Günümüzde Kü?uk?ekmece istasyonu (23+897), gatalca istasyonu (61+673), Kabak?a istasyonu (74+460) yer almakta, Hadımköy istasyonu ise Ömerli-Yeşilbayır arasında inşa edilen tünelin 14 Kasım 1980 tarihinde hizmete aglmasıyla istasyon işlevini yitirmiştir (Karakuyu, 2008, 3). Günümüzde Hadımköy istasyonu’nda raylar görülmez. Ancak Hadımköyü, yalnızca bu niteliği ile yani 1980 yıhnda terk edilmiş kü?uk bir istasyon olarak hayal edenler, büyük bir aymazhk i?inde olduklannı bilmelidirler.

Hadımköy gatalca’ya bagh önemli yerleşmelerden biridir. gatalca’da yer alan inceğiz Mağarası bölgenin Traklar döneminden beri bir yerleşim yeri olduğunu göstermektedir (www.catalca.bel.tr). gatalca ‘nm Büyük iskender’in generallerinden Aya Metris tarafından kurulduğu ve buna bagh olarak Metris2 (Metron, Metraj, Metrai ) adı ile anıldigı bilinir. Bir diğer inancışa göre kentin admın Haniçe olduğunu belirtilirken, Krai Yağfur (Yekfur)’un kızı Haniçe’nin yaylagi olması nedeniyle bu ismi aldigını ve Krai tarafından burada bir kale yaptınldigi belirtir. Sözü edilen kalenin gatalburgaz kalesi olduğu tahmin edilmektedir.

Bizans döneminde Konstantinopol’u korumak için Bizans Imparatoru Anastasius tarafından 507-511 yıllan arasında gatalca’nın Karadeniz kıyısmdaki Evcik iskelesi (Plajından)’nden Silivri ilçesinin batısmdaki Kanncaburnu’na kadar uzanan surlan yaptırmıştır. Karadeniz ve Marmara kıyılan arasında uzan bu uzun sur duvannın bir bölümü halen ayaktadır. Aynı zamanda Konstantinopol’e su ihtiyacını sağlamak üzere inşa edilen su kemerleri Kurşun Germe ve Balh Germe Su Kemerleri o dönemden bugüne uzanan izlerdendir.

 

Çatalca’nın Osmanh himayesine geçmesi I. Bayezid zamanında olmuştur. Alanın stratejik niteliği her zaman önemini korumuş, 1865 yılmda Istanbul’un kazalanndan biri haline gelmiştir. Tanm alanı ve çayır niteliği, Istanbul’a bu ürünlerin pazarlanmasında etkin olmuştur. Aynca Bizans ve Osmanh Dönemlerinde gatalca’nm av alanı olarak rağbet görüdugu bilinmekte, bu özelliğini 20. yüzyıhn başlanna kadar koruduğu, yabancı elgi ve misafirlerin sıkhkla bu alanda, özellike Hadımköy Korusu’nda av yapmak igin izin talep ettikleri resmi belgelerden izlenebilmektedir3.

Ancak Osmanh imparatorluğu’nun 19. yüzyıhn ortalanndan itibaren toprak kaybetmesi, gatalca bölgesini Balkanlar’dan gelen göçmenler igin önemli bir iskan bölgesi haline getirmiştir. Bunun da ötesinde Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar geçen dönemde aktif çatışmaların yapıldigi bir savaş alanı neteliğindedir. 1877-78 Rus Harbi yıllan sırasmda Ruslar ile, 1912 yıhnda Balkan Savaşı sırasında Bulgarlar ile çarpışılmıştır. Aynı yıllarda Yunan ve Fransız ordulannm bu bölgede karargahlan bulunmaktadır.

Bölge, Cumhuriyetin Kuruluşu’na kadar oldukça harektli yıllar geçirmiştir. 1909 yıhnda Sir William Mitchell Ramsay[2] ve eşi Lady Ramsey ingiltere’den istanbul’a yaptıklan bir seyahatte gatalca ve Hadımköy’ün o sıradaki durumunu bizlere aktarmaktadır. Seyahat 17 Nisan’da iskoçya’da başlayıp, Hamburg üzerinden Berlin’den trenle devam etmiştir. Ramsay ailesi 20 Nisan’da gatalca ve Hadımköy civanna ulaşılabilmiştir.

Geg ak§am üzeri, Qatalcada uzun saatler bekledikten sonra, bu ogleden soma Constantinople^ saat llde ulaşmş olması gereken Orient Express arkasmdaki Paris ve Ostend vagonlarıyla gelerek bizim trenin arkasma eklendi. Epey sonra gitmemize izin verilirken arkamızda bir trooop askeri treni Çatalcada bıraktık. Cunkü birlikler meğer burada tren değiştirmiyormuş da bir sonraki Hadem-Keuide değiştiriyorlarmis. Oroya ulaştgimzda, iki tabur asker gördük, acemi bir göztin tespitine göre tahminen toplam 800- 1.200 asker olmalıydılar.Sola doğru ilerliyorlardı, ileri saflarda yer alacaklarmis, ki bulunduğumuz noktadan toprak siperlergok uzakta olmayan siperlerini görebiliyordukd ancak orada görünen hie asker yoktu. Taburlar zaten bir miktar uzaktaydılar ve istasyon ve diğer yapılar onları trenden fotoğraflamayı olanaksız kılıyordu. Trenin Constantinoplee tarn gaz hareket edebileceği riskini alarak karimm fotoğraf makinasmı alıp da ha yakmdan fotoğraflarim gekmeye gittim. Burada ve her yerde serbestge istediğimiz kişinin veya yerin fotoğrafmi gekebiliyorduk. Kimse bizi bölmedi, aksine hepsi Hürriyet yanhsıydı ve saklayacak birşeyleri yoktu (Ramsey, 2005, 50).

1924 yıhnda gerçekleşen Mübadele ile bölgedeki Rumlar Yunanistan’a giderken, Yunanistan’ın Selanik, Naseliç, Drama, Serez, Demir hisar ve Langaza yerleşmelerinden çok sayıda göçmen bu bölgeye gelmiştir. 1923 tarihli bir beige Osmanh topraklanna gelen göçmenlerin durumunu gösterir. Mübadele, imar ve iskan Vekaleti tarafmdan coğrafi olarak sınıflanan on mıntıka halindeki gruplardan gatalca bölgesi, Istanbul Mıntıkasmda yer almış ve Istanbul’a gelen toplam 265091 kişinin 18759’unun gatalca’ya geldiği belirtilmiştir (Cengizkan, 2004, 28). Söz konusu kişilerden ancak 6045 kişisi iskan edilebilmiştir. Bu yıllarda bakanhk eli ile Osmanh Devleti, göçmen sorununa elden geldiğince eğilerek ilgili düzenlemeleri yapmıştır. Çok sayıdaki girişimden biri 1924 yılında göçmenlere nasıl arazi ve emlak dagitılacağı konusunda yayınlanan bir talimatnamedir (Cengizkan, 2004, 31).

Osmanh topraklanna gelen çok sayıdaki Müslüman gocmenlerin dışmda, Osmanh’ya sigman gruplar da mevcuttu. 1920-23 yıllan arasında Rusya’dan gelen mültecilerin sorunlanna , Amerikan Kızılhaç örgütünün bölgede kurduğu kamplarda sağlanan saghk ve bannma olanaklan merhem olmuştur. Amerikan Kızıl Haci Doğu Asya Müdürü Binbaşı Charles Claflin Davis[3]’in önderliğinde Hadımköy, Sancaktepe, Kabak?a ve gilingir’de mülteci kamplan kurulmuştur. Söz konusu kampların çevresi, istasyonlann durumu, kurulan barınaklar, hastaneler ve hatta mültecilerin bir günlük tayınlan bile fotoğraflarla belgelenmiştir.

Bölgedeki istasyonlar yukanda sözü edilen askeri, siyasi ve toplumsal olaylann büyük bir bölümüne tanıklık etmiştir. Bazı durumlarda insan ve mal taşınması, bazı durumlarda istasyon alanlannda muhacirlerin misafir edilmeleri, diğer başka zor anlarda ise vagonlann hasta yatakhanesi olarak kullanılması gerekmiştir. Hadımköy istasyonu ise bu olaylann merkezinde yer alır.

[1] TCDD I.Bölge Eğitim Miiclür Yardımcısı Saym Ruhan gelebi’ye desteği için çok teşekkiir ederim. Belediye kaynaklan Metris’in Osmanhca siper anlamma geldiğini ileri siirmektedir (www.catalca.bel.tr)

 

[2] BOA Tarih: 26/R /1310 (HicrT), Dosya No: 28, Gömlek No: 38, Fon Kodu:Y..PRK.B§K.ö  W.M. Ramsay (1851-1939) iskoç arkeolog ve Yeni Ahit Profesörii. Özellikle KLiciik Asya tarihi konusunda uzmanlaşmış, Oxford’da Klasik Sanat ve Mimarhk Tarihi Profesörlügii yapmıştır (www. en.wikipedia.org)

[3] Daha detaylı bilgi için bkz. Charles Claflin Davis Arşivi, Harvard Universitesi. Binbaşı gösterdiği üstün başandan ötürü 1921 yılında Osmaniye Nişanı ile ödüllendirilmiştir. BOA Tarih: 26/Ra/1340 (HicrT)ö Dosya No:74, Gömlek No:23, Fon Kodu: J..DUJT.

 

Şekil 1. Mültecilerin ekmek, kurutulmuş sebzeler, kuru et, çay, şeker ve tuzdan oluşan günlük tayınlar

Şekil 2. Hadımköy, Genel g6rünü§, 1921.

Şekil 3. Hadımköy istasyonu gevresi, 1921

Şekil 4. Hadımköy istasyonu 1921

KÜCUKÇEKMECE-ÇATALCA DEMİRYOLU NUN İNŞA SÜRECi

Rumeli Demiryolu, “Société Impériale des Chemins de Fer de la Turquie d’Europe” [Rumeli Demiryollan Şirket-i Şahanesi] adıyla 1870 yılmda Paris’te bir Fransız şirketi olarak kurulmuştur (Engin, 1993, 61). Baron Hirsch tarafmdan 1878 yılma kadar işletilmiş, bu tarihte şirket Avusturya himayesine geçerek Şark Demiryollan admı almıştır. 1889 yılmda Şark Demiryollan Almanlara devredilmiştir (Engin, 1999, 696). 1910 yılmda §irket bir Osmanh Anonim şirketi haline gelmiş ve Türkiye topraklannda kalan bölümü 1936 yılmda ulusalla§tınlmı§tır (Erkan, 2011, 42).   Rumeli demiryolunun Kücukçekmece – gatalca arası 21 Temmuz 1872 tarihli irade ile hizmete girmi§tir. Buna göre Sirkeci- gatalca arası 26 Ağustos 1872 tarihinden itibaren i§letmeye agılmı?, Konstantinople (Sirkeci), Yedikule- Makriköy (Bakırköy), San Stefano (Ye§ilk6y), Kü?uk?ekmece, Hadımköy ve gatalca istasyonlanndan olujmaktadır[1]. 25 Mart 1896 yılmda Bulgaristan Prensi Hadımköy istasyonu’ndan ge?erek Dersaadet’e gitmi§tir[2]. Söz konusu yıllarda bu bölge büyük oranda kırsal bir nitelik göstermekte, hayvanlann istasyon alanına sokulmaması konusunda uyanlar yapılmaktadır[3]. 1890 yılmda Hadımköy’den Yassıviran’a 12 km uzunluğunda bir dekovil hattı in§ası için güzergahm belirlenmesinde Erkan-ı Harbiye’den görevlilerin nezaret etmesi istenmi§tir[4].

[1] Bkz. 26 Ağustos 1872 tarihli Levant Herald Gazetesi, Chemin de Fer de la Turquie D’Europe Service de Voyageurs adlı ilan. Aynı gazetenin Ekim 1874 tarihli niishasında söz konusu istasyonlar KLicLikçekmece, Hadımköy, Qatalca, Kabakg, Sinekli, Qerkezköy olarak belirtilmiştir.

[2] BOA, Tarih: 11/L /1313 (HicrT) Dosya No:l Gömlek No:97 Fon Kodu: Y..PRK.OMZ.

[3] BOA, Tarih: 16/N /1310 (HicrT) Dosya No:8 Gömlek No:20 Fon Kodu: DH.MKT.

[4] Tarih: 18/L /1308 (Hicrî)1890-91 Dosya No:64 Gömlek No:70 Fon Kodu: MV.Tarih: 01/M /1309 (Hicrî) Dosya

No:53 Gömlek No:1 Fon Kodu: Y..MTV. Bkz. Şehbal Dergisi 14 Temmuz 1913

Şekil 5. Nakka§ Köyü Haritası. Ölçek 1/63.000 (Osmanhca baskı; renkli; 96×68, 92×65 cm.)

HADIMKÖY İSTASYONU

Demiryolu yapılanna ili§kin belirtilmesi gereken ilk konu terminolojiye aittir. istasyon, trenlerin durduğu alanın tamammı tarif ederken, bu alan içinde birden fazla yapı yer ahr. Bu yapılar bir istasyon alanında trenlerin yolcu ve yük ta§ımacıligmı gerçekle§tirebilmeleri için gerekli türn i§levlere cevap verecek çe§itliliktedir. Bunlar kamu kullanımma yönelik olanlar ile demiryolu çalı§anlanna yönelik olanlar olarak iki gruba aynlabilir. Halkın yararlandigi yapılar yalnızca yolcu binalanndan olu§maz; mallann indirileceği nhtımlar ve bunlarla ili§kili depo alanlan, helalar, büfeler olabiliriken, demiryolu çalı§anlannın kullandıklan yapılar arasmda ise en büyük bölümü çalı§anlann yaptıklan i§lerle tanımlanan lojman binalan oluşturmaktadır. Yani makasgınm kalacağı konut, tren şeflerinin kalacagi mekanlar, iscilerin bannacağı lojmanlar, demirciler, marangozlann ikamet ettikleri lojmanlar gibi. Lojmanlarla ilişkili olarak içme suyu kuyulan, temiz su kuyulan, kümesler, bahçeler de çalışanlarm yaşamlan igin gerekli alanlardır. Bir de trenlerin teknik olarak işletilmesinde yardımcı yapılar söz konusudur. Örneğin, buharh trenlerin galı$tınlabilmesi için kömür depolan, lokomotifin su ihtiyacı için gereken suyun depolandigı zeminden yüksekte planlanan su depolan, depodaki suyu lokomotife aktaracak olan su cendereleri, yanan kömürün küllerinin boşaltılacağı alanlar da istasyonlarda sıkca karşılaşılan birimlerdendir. Yük taşımachgı ile bağlantıh olarak vagonlardaki yükü tartan hidrolik tartılar, vagon yüksekliğini işaretleyen yükleme gabarileri teknik ekipman arasmdadır. Bunlann dışında lokomotif depolan, bakım depolan gibi yapılar önemli kavşak noktalannda yer alabilmektedir.

Elimizdeki Hadımköy’e ait 1/1000 ölgekli vaziyet planmda istasyonun 1891 yıh ile 1905 arasındaki gelişimi gözler önüne serilmektedir. Vaziyet planı üzerinde yapılan tanımlayan yazılar Almanca kaleme ahnmıştır (Bilindiği üzere Osmanh devleti nezninde demiryolu şirketlerinin dili Fransızca ve Osmanhca’dır. Ancak 20.yüzyıl başına ait belgelerde, yani Almanlann demiryolu inşaatlannda hegomonya elde ettikleri yıllarda üretilen planlarda Almanca’nın kullanılmış olduğu tespit edilmektedir. Bu planlann inşaatı yürüten Alman firmanın i? belgeleri mi olduğu yoksa Osmanh Devleti ile paylaşılan evraklarda Fransızca’nm yerini mi aldigı kesin değildir). Yapılar üzerinde kırmızı mürekkep ile bazı yapılann inşa, bazılannın ise yıkılma tarihi belirtilmiştir. Bu vaziyet planına göre istasyon sahasınm olduk?a değişken bir topografyaya sahip olduğu, belli noktalarda arazinin şev yaptigı görülmektedir.

Şekil 6. Hadımköy istasyonu Vaziyet Planı 1/1000

istasyon alanının yakın çevresinde askeri nitelikli yapılar dikkati çekmektedir. Hattın güney yakasında yolcu binasınm yanısıra Zaptiye Barakası ve bir hela görülmektedir. Buna karşm hattın kuzey yakasında farkh görevliler igin lojmanlann inşa edildiği görülmektedir. Lojmanlar arasmda bir bahçe düzenlenmiş olduğu dikkatlerden kaçmaz. Bu tiir bahçelere, lojmanların yaşam alanı olarak düşünüldugu, 20. yüzyıl başma ait istasyonlarda sıkca karşılaşmaktayız (Lüleburgaz istasyonu gibi). Hat boyunca kuzey batı yönünde ilerlendiğinde, hattın güney yakasında Kaiserlisches Magasin (imparatorluk Deposu) ve Kaiserlisches Telegrapheanant (imparatorluk Telgrafhanesi) olduğu belirtilmiştir. Sözü edilen istasyonun özellikle güney yakasınm askeri niteliği dikkat çekicidir.

Hattın Yolcu Binasınm bulunduğu güney tarafında, 1905 yılmda yıkıldigi belirtilen bir lojman ile bir hela yer almaktadır. Vaziyet planında yolcu binasınm gerisinde I ile işaretlenmiş yapı için Vermietheter Lagerplatz an Henri Bariola 240m (Henri Bariola[1]’ya kiralan depo) aciklaması yer almaktadır. Yolcu binasınm güneyinde Askeri Kumandanm Evi (Wohnung der Militaire Comandament) ve Hükumet Binalan (Regierungs Gebaude) olduğu görülür. I ile işaretlenmiş yapının güneyinde ise Bakal (Bakkal?) adı verilen 5 adet farkh boyutta bina yer almaktadır.

[1] Henri Bariola, 1883 yılmda Teselya Demiryollan hakkmda, 1885 yılmda ise Les Chemin de fer la Turquie d’Europe adlı kitaplan yazmıştır. Bu kitapta ek 4. yer alan belgede 1874 yılmda italyan bir heyetin Selanik Üskiip demiryollan hakkmda yazdigi rapor sunulmuştur. Burada Henri Bariola’nm kendine adma bir şirketi olduğu belirtilmiştir.

Şekil 7. Hadımköy istasyonu Vaziyet Planı, ÖI?ek 1/1000 Hattın kuzeyinde de bir Bakkal binası ve ekleri işaretlenmiştir.

Şekil 8. Lojman Binası, Plan, Ölçek:l/100

§ekil 8de görülen lojman binası, bu tür belgelerde görmeye ahşık olduğumuz bir şekilde lojmanın kime/kimlere ait olduğunun ipuglarmı verir. Yapının bir bölümü Zimmermanlara (Odacı) bir diğer bölümü ise Schmiedlere (Demirci) aittir. (Vaziyet planı üzerinde Schniedler ve Tischler (Marangoz) olarak belirtilmiştir). Ancak boyutlan itibariyle demircilerin daha fazla sayıda oda/mekana sahip olduklan görülmektedir. Odacılann yan tarafmda ise trenlere ait malzemenin depolandigi bir alan ile odun deposu yanında ise kümes (stall) yer almakta diğer yanındaki kiler ile odacılann konutu önünde bir avlu oluşturmaktadır. Bu tiir birimler, istasyon alanlanndaki domestik yaşam ihtiyaçlanna cevap vermektedir. Demircilerin de kendilerine ait bir kümesleri bulunmaktadır. Depo alanlannda, mevcut yapmın ahşap bir yapıya dönüştürülmesi yönünde kırmızı mürekkep ile revizyon yapıldigi anlaşılmaktadır.

§ekil 9. Yolcu Binası, I.Kat ve Giriş Katı Planlan, Ölçek:l/100

Vaziyet planmda bağımsız kat planlan ile görülebilen 1872 yıhnda inşa edilen yolcu binasınm onanm gördugü 1891 yılmdan sonra 1892 ve 1905 yıllannda genişletildiği, kırmızı mürekkeple işaretlenmiş ve tarihleri ile belirtilmiştir. Yolcu binasınm ilk hali 11.25 m uzunluğundaki ana bina yanındaki 8.1m uzunluğundaki kiler/depo alanmdan oluşmaktadır. Buna göre ana bina iki bölümden oluşmakta, ilkinde üst kata erişim sağlayan merdiven ve büm, iki açıkhkla geçilen diğer bölüm ise bekleme salonu olarak planlanmıştır. Daha sonra 1892 yıhnda bekleme salonunun yanında I. ve II. Smıf bekleme salonu ile Haremlik bekleme salonundan oluşan 4.5 m genişliğinde bir ek yapılmistır. Yolcu Binasınm bu ana birimi yanındaki kiler/depo alanı da üçe bölünerek §eflerin (Chefs), tren müdürleri (Bahnmeisters) ve istasyonun kullanımma aynlmıştır. 1905 yıhnda bu birimin diğer yanma 4.4m genişliğinde bir ek yapılarak (Makasçı Lojmanı olarak) bu bölüm geni§letilmi§tir. Daha ileriki bir tarihte ise bu birimin yanma 4m genişliğinde bir ahşap bir ek ilave edildiği anlaşılmaktadır.

Yolcu binasmın ana biriminin I. Katı lojman olarak kullanılmaktadır. list katta merdivenin bir kolu üzerinde tuvalet yer almaktadır. Merdivenin sırasmda yer alan iki oda Bahnmeisterlerin, karşısmdaki sırada yer alan üç oda ise istasyon §eflerine aittir. Kiler/deponun üzerine denk gelen kısım eşya deposu olarak kullanılmakta, bu alanm içinde bir bölme ile aynlmış olarak istasyon eleven(?) konutu yer almaktadır. Eşya deposunun hem hat yönünde hem de arka cephede birer nhtımı bulunur. Hat yönündeki nhtımın genişliği 1.85m iken diğeri oldukça dardır. Bu nhtımlara altı basamak ile çıkılmaktadır. Deponun her iki cephede yük geçişine olanak tanıyan boyutlarda birer kapısı bulunmaktadır.

Hattın giiney yakasmda kücuk birer yapı olmakla birlikte bir Hela ve Zaptiye Barakası kagir olarak inşa edilmiş yapılardır. Hela kadın/erkek olmak üzere sırt sırta yer alan iki birimden oluşur. Boyutlan 3.56m x 2.72mdir. Zaptiye barakası ise bir köşesinde ocagm yer aldigı 5.09m x 4m boyutlannda bir yapıdır.

Şekil 10. Bahnerhaltung Konutu ve işçi Lojmanı, Planlan, Ölçek: 1/100

Sözü edilen belgede kat planlanyla belirtilmiş olan bir diğer yapı Bahnerhaltungun Konutu (Trenlerin bakımını yapan kişi) başhgını taşımaktadır. Bu yapı da hattın kuzey yakasmda konumlanmıştır. Konut olarak kullanılan 10.4m x 8.27m boyutlannda iki kath kagir bir birimin yanmda kagir tek kath ahır, çamaşırhane, odun deposu ve bir avludan oluşan yardımcı birimler yer ahr. Bu tür kendi avlusu olan bir yapı kentsel bölgelerde karşımıza cikmaz. Konut olarak kullanılan diğer birim Tren Müdürü (Bahnmeister) ve Katip (Schreiber) için iki bölümden oluşur. Her birimin kendine has mutfağı bulunur. Katta, merdiven sahanhgma yerleşen tek bir tuvalet vardır. list katta ise bir yaşama birimi, bir oda ve bir büm mekanı ile bir mutfak ve bir tuvalet yer almaktadır. Aynca kısmi bir bodrumu bulunmaktadır.

Aynca 8.35×6.30m boyutlannda kagir iki kath bir işçi lojmanı kırmızı mürekkep ile çizilmiş ve yapım yıh olarak 1901 tarihi belirtilmiştir. Bu yapınm giriş katmda bir oda ve mutfak, üst katta ise iki oda yer almaktadır. Konutun tuvaleti yine merdiven altında cozülmustür.

Demiryolu yapılan inşa edildikleri dönemden günümüze gelene değin siirekli değişim geçirmişlerdir. Mevcut duruma bakarak bu değişimin izleri yalnızca kısmen izlenebilmekte, yapınm özgiin durumuna ilişkin kesin yargılara vanlamamaktadır. Bunun nedeni, özgün mimari dilin tekran olacak şekilde yapılann eklerle geliştirilmiş olmasıdır. Bu durumda özgün mimari çizimlerin varhgi, yapılann gegirdikleri evrimi anlamamıza büyük katkı sağlamaktadır.

Yapı günümüzde lojman olarak kullanılmaktadır. Yolcu Binası işlevini uzun zaman önce yitirmiştir. Mevcut rölöve üzerinde 1891 öncesi ve 1892 yılmda yapılmış olan ekleri yapı üzerinde hala izlebiliyoruz. Ancak yapınm her iki yanına inşa edilmiş yeni ekler de olduğu gözlenmektedir. Ancak bu eklerin 1958 yılmdan önce yapıldigi bilinmektedir.

SONUÇ

işlevini yitirmiş olan Hadımköy istasyonunda günümüzde dokuz adet tescilli yapı dikkati çekmektedir. Bunlar, yolcu binası, mal deposu, yatakhane, istasyon şefinin lojmanı, kısım şefinin lojmanı, baş memur lojmanı, iki adet lojman, yol çavuşu ve baş manevracı lojmanından olarak adlandınlan yapılardır. Edinilen bilgiler, Hadımköy istasyonunun Arnavutköy Belediyesi tarafından bir kültür kompleksi haline çevrileceğidir. Bu amaçla mevcut tescilli yapılann korunarak işlev değiştireceği, bunun yanısıra çağdaş yapılar ile alanın uygun işleve kavuşturulacağı belirtilmektedir.

Demiryolu yapılan, özellikle Hadımköy istasyonu gibi tarihten önemli izler taşıyan alanlar, bu misyona uygun şekilde işlevlendirilmelidir. Söz konusu yapılar günümüzde hala oldukça sağlam durumda olmalanna rağmen, insanın devreden cikmasıyla hızla tahrip olabilmektedir. Ancak insanın devreye girmesi, doğanm tahrip hızınm çok ötesinde zararlara neden olmakta, bizleri toplu(msal) hafıza kaybma itebilmektedir. Koruma/kullanma dengesi, tarihi ön plana cikaracak şekilde gözetilmeli, uluslarası kuruluşlann benimsediği ve örnek gösterdiği kriterler ışigında ele ahnmadır. Önemli bir demiryolu mirası kabul edilen Hadımköy istasyonu, kadınlann-erkeklerin, milletlerin-muhacirlerin, prenslerin-sultanlann, askerlerin-çocuklann, hastalann-şehitlerin, savaşın ve banşın kesişim noktası olmuştur. Anılan proje hayata geçecek olursa, bu değerli kültürel peyzaj alanmda yer alan Hadımköy demiryolu yapılannın Kültür Kompleksi olarak gelecek nesillerin yükselmesine olumlu katkılan olması ümidiyle…

Şekil 18. Yolcu Binası içinde merdivenin yanındaki su pompası

KAYNAKÇA

BARIOLA, H. (1885), Les Chemin de fer la Turquie dEurope.

CENGIZKAN, A. (2004) Miibadele Konut ve Yerleşimleri, ODTÜ Yayınlan, Ankara.

ENGiN, V. (1993), Rumeli Demiryolları, Eren Yayınlan, Istanbul.

ERKAN, Y. (2011) 20. Yüzyıhn Başında Lüleburgaz Tren istasyonu, METU JFA, 2011/1 (28:1), 177-190.

ERKAN, Y. (2007) Anadolu Demiryolu çevresinde Gelişen Mimari ve Korunması, Yayınlanmamış Doktora Tezi, iTU Fen Bilimleri Enstitüsü, Istanbul.

KARAKUYU, M. (2008) Hadımköy; Bejeri ve Ekonomik Coğrafya Özellikleri ve Kentlejme Süreci,

Hadımköy Belediyesi Bilimsel Kültür Yayınlan, istanbul.

RAMSEY, W.M. (2005), The Revolution in Constantinople and Turkey: A Diary, Elibron Classics.

www.catalca.bel.tr

www. en.wikipedia.org

İstanbul, Ayasofya Şadırvanı Sanat Tarihi Raporu

İstanbul, Ayasofya Şadırvanı[1]

Selçuk Seçkin*

Sultan I. Mahmud tarafından Ayasofya’ya eklenen yapılardan bir diğer örnek “Şadırvan”dır. Sekiz mukarnas başlıklı mermer sütun üzerine oturan kemer düzenlemesi, orta bölüm kubbe ile, kenarlar ise geniş bir saçak ile örtülmektedir. Bu yapı yaklaşık 1740-41 tarihlerinde inşa edilmiştir. Sütunların üzerinde yer alan mermer kaplama kemerlerin dış yüzeyinde Mustafa Paşa’nın celi-sülüs hattıyla yazdığı bir kuşak yazısı vardır.

1

Burada İmam Busûrî’nin Hz. Muhammed hakkında Arapça olarak kaleme aldığı “Kaside-i Bürte”den on altı beyit yer almaktadır. Aynı kısmın iç yüzeyine baktığımızda kartuşlar içerisinde yer alan talik hattıyla yazılmış bir tarih manzumesi yer almaktadır. Emin adlı bir şairin yazdığı;

“ mührü sipihri mecdü şan Sultan / Mahmud i zaman / Her kavli fi’li heman nâmı gibi mahmûddur…” dizeleriyle başlayan kasidesi şadırvan iç yüzeyine devrin ta’lik üstatlarından Ahmet Ârif Efendi tarafından yazılmıştır.

2

Şadırvanın ortasında onaltı bölümlü barok kıvrımlar ile hareketlendirilmiş mermer su havuzu bulunmaktadır. Havuzun bölümlerinden her birinin dış bükey yüzeyi ikişer sütunce ile bölümlenmiştir. Sütuncelerin üst bölümlerinden çıkan barok-rokoko tarzı süslemeler ortada birleşmekte, sütuncelerin ortasında ise ortasındapirinç musluklar yer almaktadır. Sütunceli bölümün üzerinde bütün kıvrımlara uyum sağlayan friz şeklinde barok-rokoko süsleme şadırvanın bütün iç yüzeyini dolanmaktadır.

Mermer su havuzunun üst bölümündeki pirinç şebeke ile havuzun içerisindeki suya ulaşılması engellenmiştir. Mermer havuzun bütün kıvrımlarınınpirinç şebekede de devam ettiği görülmektedir. Özellikle mermer sütunların üzerinde pirinç malzeme ile devamı niteliğinde bir uygulama yapılmış ve yukarıya uzayan bütün levha şeklindeki şebeke bölümlenmeler alemlerle son bulmuştur. Havuzun en üst bölümü de kubbe formunda kafes şeklinde metal koruma ile kapatılmıştır. Ortasında mermer malzeme ile yapılmış şadırvan göbeği bulunmaktadır.

3

Şadırvanın üst örtüsü içten çıtalarla bölümlenmiş dar şeritlerle sıra sıra daralarak ortada  bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin ortasında bir göbek yer almakta göbek aşağıya doğru yeşil zeminin üzerine altın varaklı ışınsal çıtalarla dağılmaktadır. Üst örtüde barok-rokoko süsleme öğeleri, vazodan çıkan çiçekler, daha geniş yüzeyler ise baklava formunun daha da yuvarlatılmış olduğu bezemelerle dolgulanmıştır. Pirinç kafesin tepesinde lale biçiminde istiflenmiş el-Enbiya suresinin 21/30. Ayetleri “biz her şeyi sudan yarattık” şeklindeki Türkçe mealiyle Arapça yazı yer almaktadır. Bu alemin daha küçük boyutlu örnekleri pirinç şebekenin diğer tepelerinde de tekrarlanmıştır. Bu alemlerden iki tanesi mevcut halinde ters durmaktadır. (ön yüzü dış cepheye bakması gerektiği halde havuz yönüne döndürülmüştür.)

Dıştan kurşun kaplı ve alem ile son bulan kubbenin kenarlarında dışarıya doğru taşan geniş bir saçak bulunmaktadır. Saçağın iç yüzeyi de kubbenin iç yüzeyini tekrarlar şekilde süslenmiştir. Bu bölümde farklı olarak geniş yüzeyler çıtalarla karelere bölünmüştür. Saçağın ucu metal friz şeklinde aşağıya doğru sarkıt formunda dantela ile son bulmaktadır.

4 5 6

  1. Yüzyılda Avrupa etkisiyle gelişme gösteren çeşme ve sebil mimarisi, mimari tasarımının yanında süsleme öğeleri ve metal işçiliğiyle çok sayıda örnek ortaya koymuştur. Özellikle meydanlarda ve halkın önemli geçiş noktalarını oluşturan Üsküdar-Tophane-Kabataş gibi noktalarda inşa edilen su yapıları bu döneme has özellikleri de bünyelerinde barındırmaktadır. Su ile ilgili bir diğer yapı olan ve klasik mimaride cami ve revaklı avlu bütünlüğünde düşünülen şadırvan, Ayasofya’da, klasik dönem özelliklerinden farklı olarak, 18. Yüzyıldaki su mimarisindeki gelinen noktayı da, klasik şadırvanın ana yapısına katmıştır. Barok kıvrımlar, bezeme ve çatıdaki uygulamalar ile birlikte Ayasofya şadırvanı, Batılılaşma dönemi uygulamalarından klasik dönem etkilerini devam ettiren en başarılı uygulamalarından birisidir. Ayasofya şadırvanı avludaki konumlanışı ile de önem taşımaktadır.

Yapıda genel durumla yıpranma görünmese de, ayrıntılı incelendiğinde bozulmalar göze çarpmaktadır. Şadırvan havuzunun çevresinde yer alan pirinç aksamın özellikle iç yüzeyinde renk değişimleri, ek yerlerinde ise paslanmalar ve bozulmalar bulunmaktadır. Üst örtünün iç yüzeyinde yer alan, çıtalarla bölümlenmiş dar bordürlerde altın varaklarda dökülmeler görülmekle birlikte bitkisel süslemelerde de restorasyonlarda deformasyonlar yapılmış olup, bozulmalar görülmektedir. Köşelerin bağlantı noktalarında görülen açılmaların derinleşmiş olduğu ve ileriye dönük müdahaleler olmadığı takdirde ayrılmaya kadar gidebileceği tespit edilmiştir.

7 8

RAİMONDO D’ARANCO’NUN AYASOFYA ŞADIRVANI’NDA YAPTIĞI ONARIMLAR

İstanbul’da yaşanan ve pek çok yapının yıkılmasına ve önemli oranda zarar görmesine neden olan 10 Temmuz 1894 depreminden Ayasofya Şadırvanı da zarar görmüş ve o tarihlerde Osmanlı Ziraat ve Sanayi Mamulleri Projesi’ni hazırlamak üzere İstanbul’a gelmiş olan İtalyan mimar R. D’Aranco’ bu yapıda çalışmıştır. Şadırvanın onarımı için ilk girişim A. Batur tarafından yayımlanan belgelere göre [2], 28 Haziran 1898 tarihinde yapılmış fakat o yıla ait bütçe henüz onaylanmadığı için belgede yer alan masraf ve onarım kararı uygulanmamıştır.

Bu girişimden sonra 15 Mayıs 1900 tarihini taşıyan başka bir belgede D’Aranco’nun adı verilmekte olup restorasyon kriterleri de belirtilmektedir. Buna göre onarım için 20 000 kuruş masraf gerekmekte ve şadırvanın eski eser olması sebebiyle Müze-yi Hümayun Müdürlüğü’nden bir elemanın denetiminde olması gerektiği belirtilmektedir. Eldeki belgelere göre iki yıl sonra ise 15.970 kuruş onarım için ödenek artırımı istenmiştir.

A. Batur tarafından yayımlanan makaledeki belgelerde, şadırvanın Udine Kent Müzesi’ndeki çizimlerinde özellikle saçak süslemelerine önem verildiği, 1903 tarihli bir başka Osmanlıca belgede de “..mezkur şadırvanın kubbe ve saçaklarının mücellitkâri işlenmiş çiçeklerle müzeyyen oymaları kamilen kabartmalı oldukları cihetle bunların layikıyla tamiri…”  şeklindeki ifadeden saçak altındaki süslemelerin onarıldığı, masraf listelerinden de şadırvan çatısının ve saçakların yeniden inşâ edilerek yaldızlandığı ve boyandığı, su haznesinin mermer kaplamasının ve içerisinin onarılarak döşeme taşlarının elden geçirildiği, tunç şebekenin onarıldığı ve tunçtan 18 musluk monte edildiği ortaya çıkmaktadır.


[1]  Yapı ile ilgili olarak yararlanılan kaynaklar: Sezer Tansuğ; 18. Yüzyılda İstanbul Çeşmeleri ve Ayasofya Şadırvanı”, Vakıflar Dergisi, S. VI. Ankara 1965, s. 93-110, Sezr Tansuğ; Sezer Tansuğ; “Ayasofya Şadırvanı”, Ayasofya Müzesi Yıllığı, No: 3, İstanbul 1961, Semavi Eyice; “Ayasofya Kütüphanesi: Mimari”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 4, İstanbul 1991, s. 217.R. Ekrem Koçu; “Ayasofya Şadırvanı”, İstanbul Ansiklopedisi. C. S. 1484.86

[2] Afife Batur; “Raimondo D’Aranco’nun İstanbul’daki Restorasyon Çalışmaları Bir Örnek Uygulama : Ayasofya Şadırvanı Restorasyonu”, Semra Ögel’e Armağan – Mimarlık ve Sanat Tarihi Yazıları. İstanbul 2000, s. 71-83.

 

Eminönü Şerefiye Sarnıcı 1.Dönem Restitüsyon Raporu

1-1 2 3 4 5

Halihazır harita
Halihazır harita

Uydu Hava fotoğrafı
Uydu Hava fotoğrafı

 

1982 yılı hava fotoğrafı
1982 yılı hava fotoğrafı

1966 yılı hava fotoğrafı
1966 yılı hava fotoğrafı

Pervititch Haritası
Pervititch Haritası

Sarnıç giriş duvarı
Sarnıç giriş duvarı

Güney Batı duvar görünüşü
Güney Batı duvar görünüşü

Kuzey doğu duvar görünüşü
Kuzey doğu duvar görünüşü

Sarnıca yakın dönemde eklenen betonarme odanın olduğu bölüm
Sarnıca yakın dönemde eklenen betonarme odanın olduğu bölüm

Ön cephe (giriş duvarı)
Ön cephe (giriş duvarı)

I-B.TARİHSEL ARAŞTIRMALARI İstanbul’un eski Eminönü ilçesinde,Ayasofya’nın batısından gelerek batıya doğru devam eden ve antik Mese yolunu takip eden ana caddede eski Forum Konstantinos olan Çemberlitaş meydanının ortasındaki Köprülü kütüphanesinin güneyinde yer alan ve şimdi yıkılmış olan eski Eminönü Belediye Binasının bodrumunda kalmıştır.

Harita 1:Şerefiye Sarnıcının Yerini Gösteren Plan
Harita 1:Şerefiye Sarnıcının Yerini Gösteren Plan

Peykhane sokak ile Boyacı Ahmet sokağın kesiştiği köşede yerdedir.BknzHarita1. Elde mevcut bir yapım kitabesi olmadığından eserin Doğu Roma (Bizans) yapısı olduğu ileri sürülürken Theodosius Sarnıcı;ll.Theodosius(408-450)döneminde yapılan Maksima Sarnıcı,Pulkeria Sarnıcı adları verilmesinin yanı sıra herhangi bir ad verilmeyerek bulunduğu sokağın adıyla Eşrefiye Sokağı sarnıcı olarak adlandırıldığı görülmektedir. Bu ad sokağın eski ismidir. Bu önemli Bizans yapısının neden orada yapıldığı ve yıllar içinde çevre ile olan ilişkisinin anlaşılabilmesi için öncelikle dönemindeki ilgili olduğu su şebekesinin bilinmesi lazımdır. Doğu Roma Devletinin başkenti olan İstanbul da su şebekesinin sistemli tam bir incelemesi yapılmamıştı, dolayısıyla bu sistemi teşkil eden yapı tipleri, bunların çalışma mekanizmaları, su şebekesinin beslendiği kaynaklar, suyollarının güzergâhları gibi konular tam olarak bilinmemekteydi. Sadece yapılan münferit çalışmalar vardı. Fakat son yıllarda İngilizlerin İstanbul ve çevresinde yaptığı bu konu hakkındaki çalışmalar çok aydınlatıcı olmuş ve konuya büyük açıklık getirmiştir.( J.Crow-J.Bardill- R.Bayliss The Wtaer Supply of Byzantine Constantinople London 2008)

Harita 2 İstanbul’a Trakya dan su getiren şebekesi (J.Crow dan)
Harita 2 İstanbul’a Trakya dan su getiren şebekesi (J.Crow dan)

Araştırmalar: İstanbul daki diğer kapalı sarnıçlar kadar araştırılmamıştır. Hakkındaki en eski bilgiler sırasıyla önce Mordtmann dan gelmektedir(A.D Mordtmann Esquisse Topographiquede Constantinople Lille 1892 s.70).Fakat hakkındaki esas büyük ilmi araştırma diğer su sistemlerinde olduğu gibi Forcheimer-Strzygowskı nin çalışmasıdır(Ph.Forcheimer-J.Strzygowskı Byzantinischen Wasserbehalter von Konstantinopel Wien 1893 s.61).Yüzyıl başında bir Alman araştırmacı konu hakkında daha etraflı bilgiler vermiş ve yapının detaylı çizimlerini yayınlamıştır(K.Wulzinger Byzantinische Substruktion-Bauten Konstantinopels Jhb.des deutschen Arche-İnst 27 1913 s.370-395)Son ve geniş kapsamlı yayınlardan bir tanesi eski Alman Arkeoloji Enstitüsü Schneider in Byzans kitabıdır(A.M.Schneider Byzanz,Vorarbeiten zur Topographie und Archaeologie der Stadt- Istanbuler Forschungen 8-Berlin 1936 s.87).Araştırmalardan topğrafyaya dayanan en önemlisi 1989 da yapılan bir doktora tezidir.Bu tezde yapı etraflıca anlatılmış ve hakkında gerekli bilgiler verilmiştir(Özkan Ertuğrul İstanbul da Bizans Devri Su Mimarisi İstanbul) Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora tezi İstanbul 1989 s.317)Görüldüğü üzere Yerebatan Sarayı ile kıyaslanırsa hakkındaki çalışmalar çok azdır.Buna rağmen orijinal sütun başlıkları hakkında yazılan eserler de çok dikkat çekmiştir(W.Betsch The History,Production and Distribution of the Late Antique Capital in Constantinople Ann Arbor 1977 s.50-59,63,127,129-131,134,161-162,196-197,214,351-352) I-C. SANAT TARİHİ  ARAŞTIRMALARI I.İstanbul’un Fethinden önce su mimarisi Klasik çağlarda İstanbul ilk defa kurulduğu zaman Byzantion diye adlandırıldı ve kurulduğu yer olan Topkapı sarayı çevresinde bu ilk döneme ait 5 su kuyusu tespit edilmiştir. Bunlardan bir tanesi Topkapı Sarayının birinci avlusunda Dolap Ocağı denen yerdeki kuyudur.İstanbul M.Ö 2yy da Roma devletinin eline geçince şehir kademeli olarak genişletilmiş ve buna bağlı olarak şehrin su sistemi de gelişmiştir.Şehrin gerek Roma gerekse Bizans döneminde bu kadar teşkilatlı bir su sitemine sahip olması şu nedenlerle özellikle eski başkent Roma ile kıyaslanarak açıklanabilir. Roma da şehrin içinden geçen Tiber nehri eski başkente yeteri kadar su sağlayabiliyordu bu yüzden eski başkentte İstanbul’daki kadar sarnıç yoktur. İstanbul batıya doğru büyütüldüğünden şehrin gelişmesi hep tepelik engebeli arazide olmuştur. Bütün bunlara ilaveten şehirde az sayıda su kaynağı vardır artan nüfus ve ona bağlı olan imar faaliyetleri su ihtiyacını da arttırmıştır. İlerleyen zaman içerisinde özellikle 7. Ve 8.yüzyıllarda şehrin düşman saldırılarıyla kuşatılması esnasında dışarıdan şehre su getiren tesislerin tahrip olması ya da deprem gibi başka nedenlerden etkilenmesi su ihtiyacını daha da arttırmıştır. İstanbul da Bizans dönemi su şebeke sistemi hakkında ilk kapsamlı incelemeler 19yy da yapılmaya başlanmış ve günümüze kadar değişik yoğunlukta devam etmiştir. Yapılan münferit çalışmalarla birçok sistem unsuru yapı elemanı aydınlatılmışsa da bunların çapı sistemin esasını ortaya çıkartmaya yetmediği için, bu konuda bazı hipotezler ortaya atılmıştır. İstanbul da Bizans dönemi su şebeke sisteminin ilk oluşumu hakkında ileri sürülen bir yaygın görüşe, İstanbul un kuzeyindeki Belgrat Ormanı çevresinde yapılan bentler vasıtasıyla yerelsular toplanmış. Toplanan sular boru hatlarıyla Halicin kuzeyine getirilmiş. Oradaki derelerin vadileri su kemerleri yapılarak aşılmış. Haliç yönünden Eğri kapı civarında şehir suruna kadar getirilmiştir oradan şehre sokulduktan sonra belli bir yerde 3e ayrılmış üç ana koldan üç merkezde (Muhtemelen At Pazarı Fatih-Yeni Bahçe-Ayasofya) yer alan su taksim tesislerine ulaştırılmış ve böylece Buralardan şehrin tüm mahallelerine su dağıtılmış olabileceği ileri sürülmüştür. Bu akla yatkın görüşe ilaveten başka öneriler de vardır. Bunlardan şu çıkarımlar yapılabilir.   Şehrin batısında Trakya bölgesinden getirildiği düşünülen ilk suyolunun İmparator Hadrianus (117-138) tarafından yaptırıldığı ileri sürülür. Bu günümüzd de kabul edilen ve varlığı arkeolojik olarak ispatlana bilen bir görüştür (J.CROW The Water Supply of Byzantine Constantinople London 2008 s.14-15) Şehir 4yy da Romanın başkenti haline getirilince imar edilip nüfusun arttırılması ile birlikte getirilen su miktarı da arttırılmış olmalıdır ki bu arttırmaya yarayan en önemli tesis Valentinianus (Valens)(364-378) su kemeridir. Yeni başkentin yerüstü ve yer altı su yollarının inşa faaliyetleri yanında,yine bu dönemde(4yy da)yeraltında ve üstünde sarnıçlar yapıldığı bilinmektedir.7. ve 8. Yy dan itibaren bu tesisler önceleri batıdan gelen akınlarla ve zaman zaman yaşanan depremlerle tahrip olmuştur. Çeşitli zamanlarda yapılan onarımlar yeterli olmadığı için artık küçük çaplı sarnıçlar da yapılmaya başlanmıştır. Bunlar tahrip olmuş su taşıma sistemlerinin yetersizliğinden dolayı genellikle yağmur ve sızıntı sularla beslenecek şekilde inşa edilmişleridir. Şehre gelen suyun dağıtımı konusunda çok taraftar bulan bir diğer görüş de suyun çok yükseklerde yapılmış açık hava rezervuarlarında toplanıp buradan şehirdeki daha küçük sarnıçlara kanal veya borularla dağıtıldığıdır. Halk arasında mevzubahis olan ve şehrin neredeyse her tarafında Aya Sofya ya çıkan tüneller efsanesinin nedeni de budur(S.Eyice İstanbul’un Bizans Su Tesisleri Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi 5/2 1989 s.5)Sözü geçen bu üç açık su toplama havuzları günümüze kadar sağlam vaziyette gelmiştir. Fetihten sonra, Osmanlı devrinde şehrin su şebekesinin onarıldığı bilinmektedir. Valens su kemeri tekrardan hayata geçirilmiştir. Su kaynaklarını şehre bağlayan su kanalları onarılmış ve bakım işi için suyolcu denilen görevliler istihdam edilmiştir. İstanbul’un Bizans döneminde oluşturulan ve zaman içinde geliştirilen su şebeke siteminin başlıca bilinen elemanları kuyular, suyolları, su kuleleri, çeşmeler, ayazmalar, hamamlar, sarnıçlar olarak sayılabilir. Bunlardan bazılarını kısaca açıklayıp esas konumuz olan Yerebatan Sarayı ve Şerefiye Sarnıcı hakkında daha detaylı bilgiler vereceğiz.   II. Kuyular İstanbul’un Bizans döneminde n önce görülen kuyular bu dönemde hem sur içinde hem de sur dışında yeni ilavelerle kullanılmaya devam etmiştir. Bu kuyular taş ya da muntazam kesme taşlardan yapılmışlardır. Formları yuvarlak ya da köşeli başlayıp sonra yuvarlaklaşan biçimler gösterir. Ağız kısımlarında bilezik taşları yer alır. Bazılarında yukarıdan aşağı inen döner merdivenler vardır. Diplerinde kemerli(veya tonozlu)galeriler bulunabilir. Zeminleri taş kaplıdır. Hayvan gücüyle dolap usulü su çıkarılırdı İstanbul sur içinde şimdiye kadar Topkapı Sarayı çevresindekiler hariç başka bir örnek bulunamamıştır. III. Çeşmeler İstanbul’da günümüze çık az örnek gelebilmiştir. Yunan kültüründe görülen çeşmelere Nymphaion denir. Yunan ve onu takip eden Roma döneminde birçok değişik çeşme örnekleri yapılmıştır.(S.Eyice age s.11 J.CROW age s.9-10). IV. Ayazmalar Bunlar halkın su ihtiyacı için yapılmamışlardır dini su tesisleridir. Kelime manası Kutsal-Mübarek tir.Kutsal sayılan,şifa ve hayır getirdiğine inanılan bazı doğal su kaynaklarının genel olarak basit havuz ya da suya yaklaşmayı huşu uyandırarak sağlayan yapılardır. Belli aziz veya azizelere ithaf edilmişlerdir.İstanbul’da çok bulunurlar en önemlisi Ayvansaray’daki Blakherna Ayazmasıdır.sur dışında en meşhur olanı Zoodokhos Piği adıyla anılan Balıklı Rum ayazmasıdır. Bu ikincisi aynı zamanda İstanbul Rum Patriklerinin resmi mezar kilisesidir. (Ö.Ertuğrul İstanbul’da Bizans Devri Su Mimarisi İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi İstanbul 1989 s.78.E.Karakaya Ayazmalar Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi 1 1993 s.473-474 ). V-Hamamlar Yıkanmaya ve temizliğe yönelik tesisledir. Kaynaklarda çok sayıda hamam adı geçse de çok azı tespit edilebilmiştir. Ayrıca eldeki bilgiler bu yapıların mekân özelliklerini ve işlevlerini öğrenmek için yeterli değildir. İstanbul’daki bir zamanlar var olan Bizans hamamlarının erken örnekleri bilinen Roma Hamamlarından farklı değildir. En belirgin farklılıkları Roma Hamamlarında görülen aksiyalitenin kaybolmuş olmasıdır zaten bu yüzden mekân özellikleri tam olarak öğrenilememektedir. İstanbul’da kazılarla ortaya çıkartılan bu tip hamamlardan bazıları şunlardır, a-Sultanahmet Hipodrom yakınındaki Zeuksippos Hamamı 2yy sonu b-Valens Su Kemeri bitişiğinde Saraçhanede Kalenderihane yanındaki çifte hamam c-Sultanahmet Peykhane sokak da bulunan ve 5yy tarihlenen hamam kalıntısı(F.Özgümüş 2007 Istanbul Suriçi Arkeolojik Yüzey Araştırması Araştırma Sonuçları Toplantısı 26/1 Ankara 2009 s.5) VI.Sarnıçlar İstanbul’daki su sisteminin en önemli elemanlarındandır. Genellikle kâgir yer altı su depolarıdır. İstanbul un antik su şebeke sisteminin kapsamlı incelemesi olmadığından bu sarnıçların nasıl işlediği ve nasıl kullanıldığı hakkında tam bir fikrimiz yoktur. Sarnıçlar şehrin çeşitli yerlerinde yapılmışlardır. Ayrıca şehir dışında ve Anadoluda da görülürler. Bugün İstanbul da bilinen sarnıç sayısı 65 den fazladır. Yayınlananların yanında yayınlanmayanlar olduğu gibi tümden ortadan kalkmışlar da vardır. Hepsinin tüm bir envanteri çıkarılmamıştır. Sarnıçlar genelde açık ve kapalı sarnıçlar diye ikiye ayrılırlar. Üstü açık olanları sarnıç olarak değerlendirenler olduğu gibi farklı şeyler söyleyenlerde vardır. Mesela bunların büyük su toplama havuzları olduğu ve bu havuzlardan Sur hendeklerine su verildiği ileri sürülmüştür. Fakat bu öneri ilim dünyasında pek kabul görmemiştir.(S.Eyice age s.5). -Karagümrükteki Sarnıç (Karagümrük Stadyumu) Bu sarnıca Aetios Sarnıcı da denmektedir ana bu durum tam olarak açıklığa kavuşmamıştır.421 senesinde yapıldığı kabul edilir.Toprağa gömülü inşa edilmiştir.244X85m ölçülerindedir.15m derinliğindedir -Sultan Selim deki Çukur Bostan Bu su haznesi de yukarıdaki gibi toprağa gömülü olarak inşa edilmiştir.459 senesinde yapıldığı kabul edilip Aspar sarnıcı diye anılır. Fakat inşa tarihi daha sonra olmalıdır. Bitişiğindeki Selimiye Camisi altında kalan Bonos sarayının sahibi 7yy da yaşamış Vali Bonos tarafından yaptırılmış olmalıdır.15X152m ölçülerinde kare bir mekândır 11m derinliği vardır. -Fındıkzade Altı Mermerdeki Çukur Bostan Adı tam olarak belli olan tek açık hava su haznesidir. İmparator Anastasios zamanında(491-518) toprağa gömülü olarak yapılmıştır.170X147m ölçülerindedir. Mokios Sarnıcı olarak bilinir.   Üstü Kaplı Sarnıçlar: Kamu ya da özel binaların alt yapı olarak veyahut bağımsız inşa edilmiş tesislerdir. Bunların çeşitli fonksiyonları vardır.   1-Su ihtiyacı için yapılanlar şehrin suyunu karşılamak amacıyla inşa Edilmişlerdir. 2-Meyilli bir araziyi düzeltmek için yapılanlar üzerine oturacak binaya düz bir zemin teşkil eder. Bu tip kapalı sarnıçlara emprovize sarnıç da denir. 3-Bazen de bu alt yapılar sığınak olarak kullanılmışlardır. Üstü kapalı bu sarnıçlara ilave ten mahzen sarnıçlar denin bir grupta bazı Bizans kiliselerinin alt yapıları sarnıç sıvasıyla sıvanarak su ihtiyacını karşılamak üzere değişik fonksiyon verilmiştir. Bunun nedeni Bizansın son yıllarında şehre su getiren suyolları çalışamaz olmuş, su kemerleri gerek düşman istilası gerekse depremlerden zarar gördüğünden kullanım dışı kalmış dolayısıyla bu mahzen su sarnıçları su biriktirmek için çok işe yaramıştır. Üstü kapalı sarnıçların genel özellikleri şu şekilde açıklanabilir: Çoğunlukla kare planlıdırlar ancak bazı farklı plan tiplerinde de olabilirler. Duvarları düz olabildiği gibi bazen içten dıştan payandalarla takviye edilmişlerdir. Bunların üzerinde derin nişler vardır(Zeyrek Sarnıcı)Bunun nedeni su basıncına karşı statik bir koruma olmalıdır. Üst örtülerinde çeşitli tonoz tipleri kullanılmıştır. Bazılarının içinde destek yoktur ama genellikle üst örtü sistemi kolonlarla desteklenmiştir. Burada bizim konumuz olan Yerebatan ve Şerefiye sarnıcı bu tipe girer. Taşıyıcılar sütunlarla oluşturulur bazen payeler de vardır (ikisi karışık)Payeli olanlarda payeler genellikle Osmanlı döneminde mevcut sütunun ağır bir kılıf içine alınmasıyla statik amaçlı yapılmışlardır. Yerebatan Sarayı sarnıcında bunun örnekleri görülmektedir. Kapalı sarnıçlardaki sütun başlıkları başlı başına bir çalışma konusudur. Bu başlıklar devşirme olabildiği gibi özellikle belli bir sarnıç için yapılanları da vardır. Konumuz olan Şerefiye Sarnıcındakiler buna en güzel örnektir orijinal 5yy olup bu sarnıç için yapılmışlardır. Başlık tipleri geç antik dönemin özelliklerini gösteren türdendir. Korent, Kompozit ve Sepet başlıklar(=İmpost Başlık) kullanılmıştır. Sütunlar yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlanır. Gene bir Geç Antik dönem özelliği olarak kemer ayağı ile sütun başlığı arasında ikinci bir başlık gibi duran impostlar bulunur.Bunlardan bazıları da İyonik Volütlere sahiptir bu tip 6yy İyonikl impostlar 6yy Jüstinianus devrine tarihleni. Bir çok sarnıçta devşirme olarak kullanıldığından tarihleme konusunda dikkatli olunmalıdır. Sütunların kaideleri iki kısıma ayrılır çoğunda iç bükey dış bükey kesitli Attik kaideler kullanılmıştır. Zemin kare tuğlalarla kaplıdır eğer Osmanlı tamiri varsa çokgen kaplama görülür. Zeminlerin bir noktasına su tahliye gideri vardır ve bu kısımları genel olarak yapı dışında inşa edilmiş kuyularla bazen de çeşmelerle bağlantılıdırlar. Tesislere su girişi ya da zemine iniş genellikle tonozların muhtelif yerlerinde açılan (Bir köşesinden )menfezlerle sağlanmıştır. Su bacaları 7 denen bu açıklıklar ile sarnıç yanındaki kuyunun aynı zamanda sarnıçta toplanan suyun bozulmasını önlemiş olabileceği ileri sürülmüştür. Bazen pandantiflerde görülen amfora delikleriyle bu açıklıklar karıştırılmamalıdır. Su getiren delikler künklerle birbirlerine bağlıdır.Bu tip künkler Zeyrekteki Zeyrek Sarnıcında yapılan restorasyon çalışması sırasında bulunmuşlardır. Yapıların duvarları kemer başlangıçlarına kadar taş ve tuğla örgüsü şeklinde yapılmış üzeri su geçirmez hidrolik sıvayla kaplanmıştır. Üst örtü ise tamamen tuğla ile inşa edilmiştir ancak sıvanmamıştır. Bazı yapıların duvarlarında konsollar bulunur kademeli dizilmişlerdir ama zemine ulaşmazlar.Bunların su seviyesini ölçmeye yaradığı düşünülebilir. Bazı yapılarda üst örtü bir duvarla çevrilidir ve buralarda pencere açıklıkları vardır(Zeyrek).   Sarnıçlarda kullanılan su geçirmez sıva sarnıcın için ne kadar su konacaksa o hizaya kadar duvarları kaplar. Bunların genellikle sütun başlığı seviyesine kadar oldukları görülür buradan da içindeki su seviyesinin bazen başlıkları da içine aldı anlaşılmıştır. İstanbul’da Sayısı bilinen kapalı sarnıçlar 65 den fazladır.Bizim konumuz olan Yerebatan ve Şerefiye sarnıcı haricindeki belli başlı kapalı sarnıçlar şunlardır.Sultanahmet Binbirdirek,Zeyrek Sarnıcı,Fatih Sultan Sarnıcı,Kadir Has Üniversitesindeki sarnıç,Soğuk çeşme Sokaktaki Sarnıçlar,Topkapı Sarayındaki Kapalı Sarnıçlar,Yedikule Studios Sarnıcı,Sultanahmet Manganlarda ki Sarnıçlar,Mercan Yokuşu Eski Bible House günümüzdeki Red House kitabevi altındaki Sarnıç,Fatih Müftü Ali mahallesi müftü hamamı sokaktaki sarnıç,Fatih Arat Pazarındaki Sarnıç,Fatih deki Otlukçu yokuşundaki sarnıç,Pammakristos olan Fatih deki Fethiye Camisi altındaki su dolu sarnıç,Hipodromdaki Sphendone sarnıcı ,Ayasofya nın altındaki sarnıç ,Eski adı Pantepoptes olan Esski İmaret camisindeki su dolu sarnıç,Karagümrük Kasımağa deki Sarnıç,Haydar Semtindeki Sarnıç,Eminönü Acı Musluk sokağı(şimdiki Cemal Nadir sokağı)nda bulunan Botaniates Sarayı denen yerdeki su dolu sarnıç,Beyazıt Antik Otelin altındaki Sarnıç,Beyazıt Yeniçeriler Caddesi Kafar Handaki sarnıçlardır.Sadece sur içerisinde değil İstanbul un başka semtlerinde de kapalı sarnıçlar bulunur Küçükyalıdaki Bryas Sarayı sarnıcı bunlara örnektir. ŞEREFİYE SARNICI Yaklaşık olarak 42.5mX25m ölçülerinde ki sarnıçta 4X8 olmak üzere 32 sütun vardır.

Resim 1 Şerefiye Sarnıcı içten
Resim 1 Şerefiye Sarnıcı içten

Eskiden üzerinde Arif Paşa konağı vardı.(Anonim’Arif Paşa Konağı’ Reşat Ekrem Koçu Ansiklopedisi 2 İstanbul 1959 s.1010-1011) Bu konak bir süre Eski Eminönü Belediyesi olarak kullanılmıştır.Başlıkların üslupları ve impostların süssüz oluşu hepsi 6yy önce 5yy ı başka bir deyişle ll.Theodosius (408-450) devrini işaret etmektedir.(Bu dönemdeki diğer imparatorlar Markianus (450-57),L.eon (457-474),Zeno(474-491)da ihtimallere dahil edilmelidir)..Geç antik çağın İstanbul’daki bu en önemli anıtı aynı dönemin Mimari plastiğinin incelenmesi bakımından İstanbul arkeolojisinde ayrı bir yere sahiptir.

Plan 1 Şerefiye Sarnıcı Kesiti (Ph.Forcheimer-J.Strzygowskı den
Plan 1 Şerefiye Sarnıcı Kesiti (Ph.Forcheimer-J.Strzygowskı den

Anlaşıldığına göre Sarnıç inşa edildiğinde Mese nin hemen yanındaydı. Bulunduğu meyilli araziyi Mese seviyesine çıkartmıştır. Bu kadar önemli bir yerde antik şehrin ana caddesinin üzerinde böyle sağlam bir alt yapı yapılmış olması yapının sadece caddeyi tutan,teras oluşturarak caddeyi genişleten ve civarına su sağlayan bir alt yapı tesisinin olmasının yanı sıra sağlam büyük ve itinalı mimarisiyle de üstünde bu özellikleri taşıyan ve Mese yi süsleyen bir üst yapıyı taşıması ve öncelikle de ona hizmet vermesi gereğini de akla getirmektedir.Mese nin anıtlarla süslü olduğu bilinir ama bu bölgenin nelere sahip olduğu bilinmemektedir.Şerefiye sarnıcının bulunduğu bölgeden başlayarak Beyazıt Soğanağa daki Star İşhanı’nın bulunduğu yere kadar bu tip alt yapı sarnıçlar mevcuttur bunların devirleri hemen hemen aynıdır 5 ve 6 yy lara tarihlendirilirler hepside arazinin denize doğru olan meyilini düzeltmek için yapılmışlardır(Şerefiyeden Beyazıt a giderken Mese üzerindeki Kafar Han da bulunan sarnıç 6.yy aynı hattı takip edince gene Mese üzerinde Tiyatro Caddesine cephesi olan Yüceller İş Merkezindeki alt yapı gene aynı paralel de ki caddede bulunan Aydın Saray İş hanının altındaki Roma Dönemi kalıntıları AntikOteldeki Alt Yapı ve son olarak Soğanağa Mahallesindeki Star İş hanında bulunan alt yapılar hep aynı fonksiyon için yani üzerlerindeki Forumlara ve binalar teras meydana getirmek için yapılmışlardır.)Mese’nin güneyi yani denize bakan tarafı meyillidir.Bu topoğrafyada eldeki bilgilere göre Şerefiye Sarnıcı ile Augusteion arasında 1 tane daha dev sarnıç bilinmektedir.Bu aslı Konstantinos dönemine tarihlendirilen Binbirdirek Sarnıcıdır.224 sütunlu bu abidevi yapı Philoksenus sarnıcı diye diye adlandırılır.

Plan 2 Şerefiye Sarnıcı Rölövesi
Plan 2 Şerefiye Sarnıcı Rölövesi

Şerefiye Sarnıcı 42,5mX25m ölçülerindedir.Dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır.Biraz tehlikeli olmakla beraber içine girilebilmektedir.Sarnıç içerisinde yapılan çalışmalar sırasında zemine kadar inilebilmiştir.Etrafını çevreleyen duvarlar tuğladır.Üst örtüsü kubbe-tonozlardan oluşmaktadır.(Resim 2)Üst tarafında Osmanlı Devrine ait taş çıkmalar mevcuttur.Üst örtü mekan içerisinde dikdörtgenin kısa kenarları boyunca dörder uzun kenarları boyunca sekizer olmak üzere 32 sütuna sahiptir.Sütunlar 5m yüksekliğinde olup yekpare mermerdendir.Gövdeleri yukarıya doğru hafifçe incelir.Attik Tipi sütun kaideleri çift kademeli kare blok şeklindeki postamentlere oturur.Sütun başlıklıları daha önce de belirtildiği gibi korent düzenindedir ve kemer ayağı ile sütun başlığı arasında kesik piramit biçiminde ikinci bir başlık gibi olan impostlar mevcuttur.Aşağıda bu konu hakkında daha detaylı bilgi verilecektir.Sarnıç sütun başlıkları hizasında duvar ile çevrelenmektedir.Bu duvar üzerinde 16 adet pencere açıklıkları bulunur.Sütunların çapı yaklaşık 0.80m dir. Sarnıcın inşaatında kullanılan tuğlalar 0.35m ölçüsünde ve karedir kalınlığı 0.04m olarak ölçülmüştür(Ö. Ertuğrul age s.319).

Resim 2 Şerefiye Sarnıcı Kubbe Tonozları
Resim 2 Şerefiye Sarnıcı Kubbe Tonozları

Yapıya giriş, güney-batı köşesinden olup, buradan güney duvara bitişik olarak aşağıya inen bir taş merdiven yer almaktadır. Bu merdivenin. Bu merdivenin üzerine son yıllarda beton dökülmek suretiyle yeni bir merdiven oluşturulmuştur. Yapının duvarları, sıva ile kaplı iken (Hidrolik Sıva) sütunlara oturan üst örtü sıvasızdır. Zemin tuğla plakalarla kaplanmıştır. Üst örtüde kubbelerde su bacalarının delikleri yer alır. Zeminde kuzey batı köşede su tahliye deliği vardır. Ayrıca buraya yakın bir yerde de dış tarafta bir su kuyusu yer alır ki bunlar birbirlerine bağlantılı olmalıdır. Şu anda bile yapıya doğu yönündeki duvardan sürekli olarak temiz su gelmektedir.   Yukarıda bahsedilen tuğla boyutları tüm sarnıç için standarttır. Zeminde kullanılan tuğlalar biraz daha büyük olup 039mX039m ölçülerindedir. Sarnıcın duvar birleşim yerlerinde su basıncına karşı koymak için yuvarlak Pahlar yapılmıştır. Bunların genişlikleri ortalama 0.20m dir. Duvarların tümünde yaklaşık 3.25m yükseklikte değişken kesitlerde oyuklar bulunmaktadır. Bunlar çok eski olup fonksiyonları bilinmemektedir. Bu oyukların birinden çıkan moloz sarnıç ana girişindeki merdiven sahanlığında kaide olarak kullanılmıştır. Hidrolik Horasan harcı kaplı duvarlarda yer yer sıva dökülmeleri görülür. Bazı kaynaklarda üst örgünün Osmanlı döneminde yapıldığı anlatılır(Biz bu görüşe katılmıyoruz).Sarnıcın ana girişindeki merdiven 28 basamaktan yapılmıştır. Duvara bitişiktir yapılırken orijinalinin üstüne beton dökülmüştür. Ahşap sahanlığı orijinal taş sahanlığın üzerindedir.Bu beton merdivene ilave edilen ahşap merdivenle zemine inilir. Merdivenin bitişik olduğu duvarda değişik kesitler ve kotlarda oyuklar mevcuttur. Üst kotta derin nişli pencere boşlukları vardır. Bunların oturduğu kısımlar hasar görmüştür. Sarnıcın duvar yüzeylerinde aşınmalar, kireçlenmeler harç kalıntıları tespit edilmiştir. Merdivenin bitişik olduğu diğer duvarda pencere nişi yoktur fakat yapının statiğini bozabilecek oyuklar mevcuttur üzerinde aşırı kireçlenme ve mantarlaşma vardır kuzey batısına gelen duvarda ise yoğun su akışı tespit edilmiştir. Bu duvarda kemer başlangıç seviyesinden itibaren derin pencere nişleri vardır. Bunlar daha az zarar görmüştür. En son duvar ise çok hasarlıdır ve sarnıcın statiğini bozmaktadır. Bunda da derin pencere nişleri görülür. Üzerinde tehlikeli boyutlara ulaşmış çatlaklar vardır. Sarnıcın üst örtüsü 45 adet kubbeden oluşur(Kubbe-Tonoz)Kubbelerin altlarında her bir köşede birer adet olmak üzere 4 adet su giriş haznesi bulunmaktadır.(Bu bilgiler Sarnıç için daha önce hazırlanmış bir rapordan alınmıştır. Ü.Serdaroğlu-M.Uğur Şerefiye Maksima-Theodosius Sarnıcı.Restorasyon Çalışmaları İst.Büyük.Şehir Belediyesi Tarihi Çevre Müdürlüğü Yayınlanmamış Restorasyon Raporu İstanbul 2005 s.23 Fakat burada kubbe pandantiflerinde görülen amfora delikleri de olabilir hatta böyle olması lazımdır.Statik açıdan binanın çok işine yarayan bu açıklıkların su sağlamak için kullanıldığına dair veriler ihtiyatla değerlendirilmelidir.)Her kubbe girişinde bulunan delikler değişken kesitlidirler ve bunların bazıları tahrip edilmiş olup eskiden Eminönü belediyesi varken havalandırma bacası olarak kullanılmıştır( 3 tanesi).Yapının duvarlarında görülen statik tehlike kolonlarında döşemesinde ve tavanında da görülür.Eski niteliksiz restorasyonlarda kırılmak suretiyle yapılan değişiklikler bazı kubbe bölümlerinde neredeyse %80 e varan orijinal malzeme kaybına yol açmış geri dönüşü imkansız hasarlara neden olmuştur. Sarınıcın döşemelerinde tespit edilen kırık yoğunlaşması kuzeye doğru artmakta ve kuzeyde batıda tamamen döşemsiz bir zemin halini almaktadır. Zemin döşemesinin tek kat olduğu anlaşılmıştır. Sarnıcın uzun kenarı boyunca oluşan kolonlar arası akslar döşemede de birer yol oluşturur gibi kenarlarda kullanılan karoların bir sıra halinde döşenerek aralarındaki karoların ise derzlerinin kaldırılmasıyla iki yanda bulunan karolar vurgulanmıştır.( Ü.Serdaroğlu-M.Uğur age s.24). Sarnıcın mevcut giriş kapısı kubbe kırılmak suretiyle oluşturulmuştur. Sütun Başlıkları:Yapıdaki sütun başlıkları orijinal olup devşirme değildir.Yarıfabrik korent düzeninde başlıklardır.Tam olarak bitirilmemişlerdir.Suyun içerisinde kalacağı ve kimsenin görmeyeceği düşünülerek böyle yapılmış olmalıdırlar.Üzerlerinde orijinal impostlar bulunur.(Resim 3)

Resim 3 Şerefiye Sarnıcındaki bir sütun ve başlığı (Ph.Forcheimer-J.Strzygowskı den)
Resim 3 Şerefiye Sarnıcındaki bir sütun ve başlığı (Ph.Forcheimer-J.Strzygowskı den)

İstanbul’da Geç antik dönemde bu tip sütun başlıklarının üretilmesi ve nasıl kullanıldığı konusunda en iyi örneklerden biri Şerefiye Sarnıcıdır.( W.Betsch age s.32).Sarnıcın tümünde muhtemelen Prokennesos (Marmara Adası)mermerinden başlıklar ve impostlar yapılmıştır.Sütun gövdelerinin çoğu çamura saplanmış vaziyetteydi.Tüm impostlar sütun başlıkları ve sütun gövdeleri tek tiptir boyutları aynıdır.Mimari süslemenin çok iyi korunduğu görülür.Herhangi bir zara veya aşınma söz konusu değildir.Sadece bir başlığın köşesi kırıktır bu kırıkta antik çağda değil sonradan ve bilerek yapılmış olmalıdır.   Sarnıçtaki tüm başlıklar kolosal ölçülerdedir yükseklikleri 1m den fazladır.İstanbul’da bu tipteki en büyük sütun başlığı koleksiyonudur. (W.Betsch age s.50-51).Başlıklardan 32 tanesi kendi aralarında bazı detaylarda farklılık gösterirler bazıları kısmen bitirilmiştir.Bunlarda otuz adedi tam olarak yarım bırakılmıştır.Sadece üstlerinde merkezden ileri doğru uzanan kısımlarında yaprak lobları görülür.Bu yaprakların baştan savma yapıldığı hemen anlaşılır.Bu yaprakların sayısı 520 dir ve onlardan başka bir dekorasyona rastlanmaz.İki tane başlık tam olarak bitirilmemiş olmasına rağmen üzerindeki dekorasyon bitime yakındır.Bunlardan birinde süsleme başlığın üst kısmının üçte ikisini kaplar.Yüksek kabartma değildir merkezdeki yaprak lobları gibi alçak kabartma olarak yapılmıştır.Başlıklardan bir tanesinde en alt sıradaki akantus yaprakları yüzeye doğru uzanır.Abakusun dekor kalıbı (Yani nasıl süsleneceği kabartmaların nasıl yapılacağı)bitirilmiş fakat süssüz bırakılmıştır.Bir diğer başlığın yarım bırakılmış korent başlıklara en iyi örnek olduğu bilinir Betsch bunun tarihlemede çok yardımcı olduğunu ve diğer başlıklarla kıyaslandığında esas tarihi verdiğini yazar(W.Betsch age s.53)Başlıklarda kabartmalar 3 ana bölüme ayrılmıştır.Bunlardan ilk iki sıra akantus yapraklarını ihtiva eder en üst sıra abakustur .Kabartmalar yapılırken bazı izler çatlaklar halinde derin olarak açılmış ve dekorasyonuna fazla önem verilmemiş sadece kaba olarak işlenmiştir. Buradaki başlıklardan biri yüzeysel süslemesi ve dekorasyonun düzleştirilmiş haliyle klasik Roma Başlıklarından çok ayrı bir özellik gösterir.Abakusu çok basit olarak yapılmıştır ve kabarma kontürü yoktur. Üzerinde motf olmayışıda yarı fabrik olmasından dolayıdır.Abakusunun altında kalatos üzerinde helices leri yoktur onun yerine uçlarında kıvrımları olmayan yapraklar vardır.Akantuslar birbirleriyle bağlantılı değildir.Çiçek ve çiçek kınları bulunmaz onun yerine akantus yaprakları vardır.Tüm bunlardan statik kaygunun estetik değerlerin yerini aldığını gösterir.Bu tip başlıklar geç antik çağda Konstantinopolis tipi başlılarda çok görülür.Bu başlıklardaki en önemli özellik 2 bölgeli akantus yaprak sırasıdır(W.Betsch age s.54)Bu iki bölgeli başlıklardaki yarı-fabrik akantus yaprağı motifi her bir sırada 8 adettir. Her bir yaprağın 5 lobu vardır. Her bir tarafında ortada ileriye doğru çıkıntı yapan bir tanesi görülür. Bu kalabalık akantus yaprağı grubu diğer maskeli tipteki korent başlıklardakinden kolaylıkla ayrılabilirler çünki bu yaprakların işlenişi maskeli tipte olanlar kadar iyi düzenlenmemiştir. Sarnıçtaki başlıklarda üst kısımdaki yaprakların görünüşü biraz kaotiktir.( W.Betsch age s.55).Bu tip kalabalık korent düzeni başlıklar İstanbul da 5yy ilk çeyreğinde kısa bir süreliğine yapılmışlardır(Yaklaşık 400-425 arası) daha sonra da standart biçimli 4yy sonu 5-6yy a ait maskeli akantusları olan başlıklar ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni belki de kalabalık tipte olanın işçiliği daha zordur. Maskeli akantus tipi daha standart bir düzen sunar ve taş ocağı işçileri, için işlemesi daha kolaydır. Maskeli akantus tipinde olanlar kalabalık akantus tipinin stilize edilmiş halidir.Bunda da her bir akantusun ucu birbirlerine dokunu vaziyette yapılmışlardır.Şerefiyedeki başlıklar devşirme olmadığından ve de yukarıda açıklanan özelliklerinden dolayı400-425 arasına tarihlenirler(W.Betsch age s.56)Bu aynı zamanda yapı için terminus ad quem olduğundan tam tarih de vermektedir. İstanbul daki inşa tarihi içinde geç 4yy erken 5yy bir çok inanılmaz binan yapıldı dönemdir. Theodosius hanedanın ilk 3 imparatoru bu eserlerin banileridir. Şerefiye sarnıcı da bu imparatorlar devrinden olmalıdır. Anlatıldığına göre Pulkheria sarnıcı da bu dönemde 421 yılında inşa edilmiştir ama İstanbulda ki yeri bilinmez.Pulkheria (399-453) ll.Theodosius un kız kardeşiydi(408-450) Domus Pulkheria denen bir yapı şehirde bu kadın için yapılmıştı Şerefiye Sarnıcının bu sarayın alt yapısı olduğu ileri sürülmştür.Fakat bu konu tam olarak açıklığa kavuşmamıştır (R.Janin Constantinople Byzantine Developpement Urbain et Repertoire Topographique Paris 1950 s.203-204.Bu bölgeye antik çağda imparatoriçenin adına ithafen Pulkeriana denirdi ve bu sarnıcın yakınlarına aynı imparatoriçe tarafından bir de kilise inşa edilmişti J.Papadopulos L’Eglise de St.Laurant et Les Pulcheriana Studi Byzantini 2 1927 s.59-63 W.Betsch age s.57-58 )Eğer hakikaten bu sarnıç Pulkheria Sarnıcı ise o zaman Domus Pulheria denen saray sarnıcın güneyinde denize inen yamaçta olması gerekirdi.Çünki bu sayede sarnıçtaki suyun saraya ulaşması için yer çekiminden maksimum surette yararlanılmış olacaktı.Sarayın ve aynı adlı sarnıcın hepsinin aynı bölgede(lll.Bölge) olması gerekmez .Şerefiye sarnıcının güneyinde yapılacak kazılar bu konuya ışık tutacaktır. (W.Betsch age s58).Şerefiye sarnıcı için önerilen 5yy ilk çeyreği aynı zamanda başlıkların ve impostların da tarihidir.(400-425)Bu da şu manaya gelir ki bu impostlar İstanbul da bilinen en eski impostlardır.Bunlara en yakın tarihli olanlar şimdi çökmüş olan Studios sarnıcındakileredir ve o sarnıcında tarihi 463 den önce olmalıdır. O sarnıçtaki korent başlıklarda Kalabalık akantus tipi başlıklarıdır.Bu sarnıcında tarihi yaklaşık 400-450 yılları arasıdır.( W.Betsch age s.58-59). Şerefiye Sarnıcın Sanat Tarihindeki Yeri: Tarihlenmesi ve atfiyeti hakkında çok sınırlı kaynak olmasına rağmen topoğrafik veriler ve içerisindeki eşiz sütun başlıklarının detaylı incelenmesi. Şerefiye sarnıcı hakkında bize çok şey anlatmaktadır. Ayakta kalan İstanbul daki bu en eski Geç Roma anıtının daha fazla hasar görmemesi ve daha iyi korunabilmesi için sarnıcın aşırı yüklenmesinin önlenmesi sağlanmalıdır. Üzerindeki yükleri azaltmak amacıyla bazı binalar yıkılmış ve bu yığma yapının korunmasında önemli bir adım atılmıştır. Çalışmalarda mümkün olduğu kadar en az ve en iyi müdahale ile restore edilmelidir. Restorasyonda kullanılacak yeni malzemeler yapının mimari ve tarihsel kimliği göz önünde bulundurularak seçilmelidir. Yapının genel restorasyonu bittikten sonra periyodik olarak bakımı yapılmalıdır. Yapıda kullanılan taş, ahşap ve metal malzemeler de bu bakımlar sırasında gözden geçirilmelidir. Muhtemel bir bozulma olduğunda ya da yapıdaki elemanların fiziki ve kimyasal durumunu tehdit eden durumlarda en az ve en iyi müdahale ile sorunlar ortadan kaldırılmalıdır. Böylece yapıda büyük ve geri dönüşü olmayan hasarlar oluşmadan yapı onarılabilir.

I-D 1. DÖNEM RESTİTÜSYON RAPORU   5.Yüzyıl Theodosius dönemine ait olan sarnıç 21. Yüzyıla ulaşan tarihe tanıklık yapmış kültür miraslarımızdandır. Yapının iç bölümü, sütunlar ve kemer sistemi günümüze özgün hali ile ulaşmıştır. Yapının giriş bölümü duvarının Osmanlı döneminde inceltildiği, içeride üst kotta yer alan pencere açıklıklarının bazılarının değiştirildiği tespit edilmiştir. Bu tespitlere göre yapının 2 dönem restitüsyonu vardır. 5. Yüzyıla ait 1. Dönem restitüsyonu ile 19. Yüzyıla ait Osmanlı dönem restitüsyonu ‘ dur. Buna göre 1. dönem restitüsyonunda alınan kararlar şunlardır; •Çalışma sürecinde Çanakkale 18 Mart Üniversitesinden Doç Dr. Aydın Büyüksaraç ve Yrd. Doç.Dr.C.Çağlar Yalçıner’ in georadar yöntem yaptığı çalışmada sarnıcın duvar kalınlıkları tespit edilmiştir. Sarnıç duvar kalınlıkları değişkendir. Örneğin kuzeydoğu ve güney batı duvar kalınlığı 3.30 metre ve 3.60 metre arasında iken kuzey batı ve güney doğu duvarları 2.00 m. İla 2.70 m. Arasında değişmektedir. Bu çalışmalarda duvar kalınlıklarının eşit olmadığı görülmüştür. 1. Dönem restitüsyonda da bu kalınlıklar dikkate alınarak çizim yapılmıştır. •          Giriş kapısı duvar kalınlığından dolayı ileriye doğru alınmıştır. Yapıya nasıl girildiği ile ilgili elimizde veriler yoktur. Ancak mevcut merdivenin alt kısmında merdiveni taşıyan duvarın iç duvar yüzeyindeki tuğlalar ile aynı özellikte olması nedeni ile merdiven yerinin özgün olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle merdiven mevcut durumu ile korunmuş ve aynı nedenle sarnıca giriş kapısı da aynı aksta korunarak proje hazırlanmıştır. Giriş cephe pencereleri Osmanlı döneminde dikdörtgen formlu, düz atkılı olarak değiştirilmiştir. İlk dönem, iç duvarlarda mevcutta özgün durumu ile günümüze ulaşan pencere formu dikkate alınarak restitüe edilmiştir. Sarnıcın diğer duvarlarında da Osmanlı döneminde bozulan üst kot pencere formları mevcut özgün pencere formları ve izlerine göre restitüe edilmiştir.

  • Tuğla döşeme özgün olduğundan ilk dönemde de mevcut durumu ile korunmuştur.
  • Tuğla tonoz üst örtü ile sütunlar yapının ilk döneminden günümüze ulaştığı için mevcut durumları ile korunmuştur. Yakın dönemde tonozlarda açılan delikler özgün tuğla örgü sistemine göre kapatılmıştır. Kubbemsi tonozların orta kısmındaki hava delikleri mevcuttaki özgün olan havalandırma deliklerine göre restitüe edilmiştir.
  • Sarnıca ilk döneminde olduğu gibi mevcutta da sarnıca yer altı suyu gelmektedir. Bu su yüksekliği çalışma sürecinde ölçülmüştür. Aralık 2011 tarihinde 110 cm. Temmuz 2012-ekim 2012 tarihlerinde 145-155 cm. olarak ölçülmüştür.

Edirne Kapı Aya Yorgi Kilisesi Sanat Tarihi Raporu

TARİHİ VE SOSYAL BAKIŞ

Eski Yunan döneminde Byzantion adlı bir koloni iken,MS.330 yılında Konstantinopolis adıyla Roma İmparatorluğunun başkenti olan İstanbul ,İmparatorluğun 395 de ikiye bölünmesiyle,Doğu Roma’nın başkenti ve tarihe Bizans olarak anılacak bir uygarlığın merkezi olur.Kuzeyinde Haliç e Güneyinde Marmara ya kıyısı olan,üçgen biçimi alanda ve yedi tepe üzerinde kurulmuş olan İstanbul;Marmara da ve Haliç de deniz surları,batıda ise kara surlarıyla çevrilidir.Bizans İmparatorluğu denen Doğu Romanın başkenti olan İstanbul 1204-1261 yııları arasında 4.Haçlı Seferinde işgal edilir.Katolikler şehri soyarlar tüm çaldıkları eşyalrı kıymetli hazineleri İtalya ya götürürler.O sırada şehri terk eden imparatoru İznik şehrine kaçmış ve burada hüküm süren Laskarisler sülalesinden Vlll.Mikhael Palaiologos şehri Latinlerden geri alınca İstanbul tekrardan Bizans Devletinin başkenti olmuş ve bu durum 1453 de Türklerin gelmesine kadar sürmiştür.

Osmanlılar tarafından feth edildiği sırada İstanbul Latin istilasının ve ekonomik çöküntünün izlerini hala taşıyordu.Yıkı ve terk edilmiş bir kent görünümündeydi bunlara ilaveten yangınlar ve büyük göçler şehrin nüfusunun azalmasına neden olmuştu.Onbeşinci yüzyılda İstanbul’u tanıtan eserlerde büyük mahalleleriyele kent dokusunun yerini,geniş bağ ve bahçeler arasında kalan manastırların aldığı ve iskanın azaldığı şehirdeki yerleşim birimlerinin ise birbirinden uzak hendeklerle çevrili olduğu belirtilir.Bu yüzyılın ikinci yarısında Cristofer Boundelmontinin hazırladığı İstanbul haritasında kilise ve manastırlarının çevresi dışında büyük boş alanların bulunduğu görülmektedir.

Boundelmonti nin İstanbulu 1420 yıılarında gösteren haritası
Boundelmonti nin İstanbulu 1420 yıılarında gösteren haritası

İstanbul un fethinden sonra Sultan ll. Mehmet (Fatih)(1451-1481)tarafından kentin büyük ölçüde sarsılmış olan sosyal ve ekonomik yapısını düzenlemek amacıyla yoğun girişimler başlatılır. İlk önce şehir surları onarılır ve boşalmış olan nüfus sorunu ele alınır. Çeşitli mesleklerden Türkler İstanbul da iskâna tabi tutulur. Başka milletlerden insanlarında şehre getirildiği bilinmektedir bunlardan denizcilikle uğraşan Rumlar haliç çevresine yerleştirilir(Z.Karaca İstanbul’da Tanzimat Öncesi Rum Ortodoks Kiliseleri İstanbul 2008 s.27-28)

Onbeşinci yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da başlatılan imar faaliyetleri kapsamında, yeni yapılan cami mescit ve külliyeler çevresinde yeni mahalleler oluştu ve bunlar genellikle çevresinde kuruldukları caminin adıyla anılmaya başlandılar. Fetihten sonra Bizans yapılarının cami mescit tekke imaret ve olarak kullanıldığı görülür.Aya Sofya fethin sembolü olarak cami olur Aya Sofya dan sonra en büyük kilise olan Havarion Kilisesi Rumlara bırakılarak patrikhane vazifesi görür.Patrikhane daha sonra Pammakaristos Manastırına(Fethiye Camii-Çarşamba)taşınır.

İstanbul da onbeşinci yüzyılın ikinci yarısındaki yerleşimin Topkapı Sarayındaki kayıtlara göre 8951 hane Müslüman,3151 hane Rum,1642 hane Yahudi,756 hane Ermeni,31 hane Çingene vardır. Galata bölgesinde ise 535 hane Müslüman 592 hane Rum vardır(Z.Karaca age s.30-31)

Şehirde Rumların yayılışı genellikle şu şekilde olmuştur:Haliç civarında yukarıda belirtildiği gibi denizci olan Rumlar vardır.Fener-Edrinekapı-Ayvansaray üçgeninde farklı cemaat grupları yoğunlaşır.Schneider Rumlara ait kiliseleri incelediğinde Kumkapıda 4 kilise Samatya da 6 kilise Fener-Edrinekapı-Ayvansaray üçgeninde 17 kilise olduğunu görmüştür

İstanbuldaki 1453-1510 yılları arasında dini yapıların yayılmasını gösteren harita
İstanbuldaki 1453-1510 yılları arasında dini yapıların yayılmasını gösteren harita

Hıristiyanlar için
yerleşim merkezleri yeni kilise yapamamalarından dolayı eski kiliselerin  çevresinde yoğunlaşmıştır.Rum Ortodoks ahalinin dini yapıları önceleri nüfusun  az oluşu nedeniyle genellikle surlardan girişin sağlandığı kapıların
yakınlarında olmuştur.Fakat nüfus arttıkça yeni önceleri kilise yapamayan  Rumlar sonradan kilise yapabilmeye başlamışlardır(Z.Karaca  age s.32).

Fetihten sonra  Padişah ll.Mehmet,çıkardığı bir fermanla son Bizans Patriği ilk Osmanlı dönemi  patriği Gennadios a mevkisini geri vermiş ve Ortodoks ahali için bazı  düzenlemeler girişmiştir.(Bundan amaç Hıristiyanlık  aleminde önmeli ölçüde hakimiyet kurmuş olan Katoliklere karşı bir tavırdır) Aslı  daha sonra yandığı için yok olan bir fermanla Fatih Rum cemaatin can ve mal  güvenliğini sağlamış onlara ibadet hürriyeti ve kendi dini liderlerini seçme  hakkı getirmiştir.Ayrıca kiliselerinin varlığı da kabul edilmiştir. Rum cemaat  Patrikhanenin sorumluluğunda evlenme cenaze ve benzeri adetlerini özgürce  uygulayabilecekti.Böylece Patrik Millet Başı sıfatıyla önceki Bizans döneminden  daha fazla yetkilere kavuşuyordu ve Osmanlı Veziriyle aynı statüye  sahipti.Kendisine Divan da yer veriliyor ve maiyetindeki diğer yöneticilerle  birlikte her türlü hizmet ve vergiden muaf tutuluyordu.Patrik aynı zamanda Rum  cemaat için hukuki ve cezai işlerde tam yetkili idi. (Z.Karaca  age s.33)

1-Rum Patriği Gennadios u Fatihle beraber gösteren resim(Z.Karaca dan)
1-Rum Patriği Gennadios u Fatihle beraber gösteren resim(Z.Karaca dan)

2-Gennadios u Fatihle beraber gösteren mozaik Fener Rum Patrikhanesi
2-Gennadios u Fatihle beraber gösteren mozaik Fener Rum Patrikhanesi

Rum kiliseleri üzerinde otorite kullanma hakkına sahip olan Patrik tüm Ortodoksların Ruhani lideriydi.(Rum Ortodoks Patrikhanesi Osmanlılar döneminde önceleri Fatih Camisinin yerinde bulunan Büyük Konstantinos devri yapısı serbest haç planlı Havarion kilisesinde idi 1455 senesinde bugünkü adı Fethiye camisi olan Aya Maria Pammakaristos kilisesine taşındı 17 yy da Fener deki yerine geldi.Fenerdeki yapı 19 yy a ait Aya Yorgi kilisesidir.Patrikhane Pammakaristos da iken Gennadios Fatihle özel olarak görüşmüş ve Patrik ona Hıristiyanlığı anlatan 20 paragraflık itikadname vermiştir.Z.Karaca age.s34)Fatih’den sonra dönemde İstanbul da imar iskan faaliyetleri sürmüştür.Özellikle Fatih in oğlu ll.Beyazıt zamanına birçok Bizans Kilisesi cami olur(16 adet)Şehrin nüfusu artar ve sonraki padişahlar zamanında Hristiyanlara bazı kısıtlamalar gelir Fatih devrinde elde ettikleri hakları kısmen kaybederler.Yüzyıl sonunda şehride Müslüman sayısı Hıristiyanlardan biraz fazladır.Yüzde 58 Müslüman yüzde 42 Hıristiyan vardır(Z.Karaca age.s35).

Onbeş ve onaltıncı yüzyıllarda İstanbul da bulunan önemli yapıları bir kroki üzerinde gösteren W.Müller-Wiener kentte ibadete açık on kilise haricinde, kiliseden çevrilmiş yirmiüç cami ve fetihten sonra inşa edilmiş otuzyedi camii dört mescit dört medrese yedi han altı hamam iki saray bir hisar belirtmiştir (Z.Karaca age.s37)

3-İstanbul da ki Rum Ortodoks Kiliselerine onarım ve yeniden yapılanması için Padişahlar tarafından verilen fermanlardan biri
3-İstanbul da ki Rum Ortodoks Kiliselerine onarım ve yeniden yapılanması için Padişahlar tarafından verilen fermanlardan biri

Osmanlılarda bulunan Hassa Mimarlar ocağı günümüzdeki Koruma Kurullarına benzer işlev görürler ayrıca uygulamaya da girişirlerdi. Bunların azınlık vakıflarındaki inşaatlarda da sorumlukları vardı. Keşifle ve kabuller burada yapılırdı. Uygulanan kurallarda sınırlamalar ve yasaklamalar ardı bu yüzden çoğunlukla yeni kilise yapımına izin verilmiyordu. Ancak bir kilise yangın veya deprem neticesinde yıkılırsa Hıristiyanlar izin alabiliyorlardı. Bu iş için Bab-ı Aliye başvuruluyor Hassa Mimarları keşif yapmaya karar veriyor onarım bittiğinde de kurallara uygun iş yapılıp yapılmadığını görmek için yeniden keşif yapılıyordu. Onarımlarda veya yeniden yapımlarda kilisenin mevcut biçiminde yeniden yapılması ve herhangi bir eklenti yapılmaması istenirdi. Buna uymayan inşaatlar yıktırılırdı. Ayrıca kiliselerde dıştan tamamlayıcı işaretler süslemeler ve haç kullanımı yasaklanmıştı. Çok uzun süre kubbe yapımı da yasaktı. Eski veya kullanılmış malzeme teşvik edilirdi.( Z.Karaca age.s39-40)

Ancak 17yy da Köprülü Fazıl Mustafa Paşa Sadrazamlığı (1637-1691)döneminde bazı serbestlikler getirilmiştir kullanılmış malzeme mecburiyeti kalkmıştır.

İstanbuldaki Ortodoks cemaatin siyasal anlamda yurt dışında hamiliğini Ortodoks Rusya Üstlenmişti.1700 lü yıllarda Rus gemilerinin ticaretiyle ilgili konuları görüşmek üzere İstanbul da bulunan Rus elçisinin talepleri arasında Kumkapı Liman Caddesindeki Aya Kriaki kilisesinin yeniden yapımı vardı ve bu talep kabul edilmiştir.(Z.Karaca age.s41).Osmanlının daha geç yüzyıllarında bazı kısıtlamaların hala var olduğu görülür mesela 17yy sonunda ve 18yy da nüfusu çok artan İstanbul da ki ahalinin sur dışına alınması yoluna gidilirken Hıristiyanların sur dışında yerleşmelerine ve kilise yapmaları yasaklanır sur içinde ise hristiyan evleri Müslüman evlerinden daha yüksek olamazdı.(Bu yüzyıllarda İstanbul da meydana gelen yangınlarda sadece ahşap evler değil bir çok kilise de tahrib olmuştur Z.Karaca age.s44)

18yy sonlarına doğru Rusya ya karşı alınan ağır yenilgiler sonucu varılan anlaşmalarda (Aynalı Kavak Anlaşması1779)Rusya nın Ortodoks cemaatin hamisi olduğu kabul edilir ve yeni kiliselerin yapımına izin verilmeye başlanır.19yy başında Sırpların isyanı kiliselerine haç takmak gibi masum bir istekle başlar(1804)Bu tarihten sonra özellikle lll.Selim (1789-1809)zamanından sonra Hıristiyanlara yönelik politika tamamen değişir.(Bazı çelişkiler bu dönemde hala mevcuttur.Mesela Hıristiyan evleri siyah Yahudi evleri mavi Müslüman evleri Beyaza boyanırdı.Hıristiyanların mezhep değiştirmesi yasaklanmıştı Katolik Ermeniler Ankara’ya sürülmüşlerdi Daha sonra 1830 ayrı bir cemaat olarak kabul edilmişlerdir,Z.Karaca age.s49-50)

Padişah ll. Mahmut (1808-1839) zamanında vuku bulan Yunan İsyanı şehirdeki Ortodoks ahaliye çok etkilese de Padişah tarafından çıkarılan bir fermanla Ortodokslara bir çok serbestlik getirilmiştir hatta bazı sadrazamlar kilise inşaatlarına bağış yapmışlardır.(Z.Karaca age.s50)3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı ve 18 Şubat 1856 Islahat Fermanıyla ülkedeki tüm dini azınlıklar neredeyse Müslümanlardan fazla serbestliğe kavuşmuşlar ve başta kilise olmak üzere bir çok yapının inşaatına başlamışlardır (Z.Karaca age.s.51)

EDİRNEKAPI AYA YORGİ RUM KİLİSESİ

Yeri: İstanbul un Edirnekapı semtinde 16yy a ait Mihrimah Sultan Camisinin karşısında yer alır Adresi Edirnekapı Kaleboyu Caddesi No 8 dir.

Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesinin Yerini Gösteren Harita
Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesinin Yerini Gösteren Harita

Araştırmalar:İstanbul da ki Rum Ortodoks Kiliseleri hakkında yapılan araştırmalar çok azdır.Edirnekapı da ki Aya Yorgi Kilisesi dahil diğerleri hakkındaki bilgiler de tek tek veya parçalar halinde şehir hakkındaki kitaplardan toplanabiliyordu.Başlı başına bir  çalışma yakın zamana kadar yoktu.

İstanbul hakkında yayın yapan bazı müelliflerin eserlerinde bazen küçük bir bölümü kapsardı.Bunlara ilaveten ansiklopedi maddelerinde çok kısa olarak yer almıştır.Son zamanlarda eksikliği çok hissedilen bu konu hakkında Ankara Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünde Zafer Karaca tarafından önce bir Yüksek Lisans tezi sonra da bir Doktora tezi hazırlanmıştır.Yüksek Lisans Tezinde sadece sur içindeki kiliselerden bilgi varken Doktora çalışmasında tüm İstanbul da ki Rum Ortodoks Kiliseleri çalışma kapsamına alınmış daha sonra da Yapı Kredi Bankası tarafından yayınlanmışlardır.(Zafer Karaca İstanbul’da Osmanlı Dönemi Rum Kiliseleri YKB yayınları İstanbul 1995 s.121-129.Z.Karaca İstanbul da Tanzimat Öncesi Rum Ortodoks Kiliseleri YKB Yayınları İstanbul 2008 s.245-254.Her iki araştırmada da bazı önemli hatalar olduğundan son derece dikkatle okunması gereken kaynaklardır.Konu hakkındaki derli toplu tek yayın olduğu için büyük ölçüde bu çalışmalardan düzeltmelerle faydalandık)

Tarihçe:Edirnekapı da ki Aya Yorgi kilisesi bazı pek güvenilir olmayan kaynaklara göre Bizans İmparatoru V.Konstantinos Tarfından(741-775) yıktırılıp yeniden inşa edildiği ileri sürülmüştür.Kilisenin varlığı 9yy dan sonra kesin olarak bilinir(R.Janin Les Eglises Byzantines des Saints Militaires Echos d’Orient XXXIII 1934 s.167. Bu eserler görülemedi.R.Janin Le Geographie Ecclesiastique de l’Empire Byzantine.Les Eglises et les Monateres Paris 1969 s.77. Z.Karaca İstanbul da Tanzimat Öncesi Rum Ortodoks Kiliseleri YKB Yayınları İstanbul 2008 s.245)Yapı anlatıldığına göre İstanbul un Osmanlılar tarafından fethine kadar ayakta kalmış olmalıdır(R.Janin age s.77)Osmanlılar zamanında 1556 yılında Edirnekapı da ki Mihrimah Sultan Camisi yapılırken o zamana kadar caminin bulunduğu arazide olan Aya Yorgi adlı Bizans kilisesi yıktırılmış Mihrimah Sultan camisi yapılmış kilise de bugünkü yerine  taşınmıştır.(R.Janin Les Eglises Byzantines des Saints Militaires Echos d’Orient XXXIII 1934 s.167.A.M.Schneider Byzanz.Vorarbeiten zur Topographie und Archaeologie der Stadt 1936 Amsterdam s.40)17 yy da bazı kaynaklarda adı geçen kilise Aya Yorgi Platea dOignon adıyla bilinir 18yy da 1726 da restıre edilmiştir.Bir diğer enteresan restorasyon kaydı da 1730 tarihlidir.İslam kaynaklarında Hızır İlyas olarak bilinen Aya Yorgi İstanbul kadısı Mehmet Raşit e yazılan bir hükümde Edirnekapı Atikali Mahallesinde ki Hızır İlya diye adlandırılmaktadır.(Z.Karaca age.s.245)18 yüzyıl 1764 yılına ait bir listede okulu olan Kilisler arasında gösterilirken bu listeyi hazırlayan patrik Samuel tarafından Georgios Edirnekapı diye adlandırılır.Aynı yüzyılın sonuna ait Ermeni müellif S.S.Hohannesyan yapıyı surların hemen bitşiğinde gösterir.Yapı bir süre sonra yıkılmış olmalı ki kitabelerden birinde Patrik VI:Georgios zamanında(1835-1840) 13 Eylül 1836 ya kadar süren bir inşaatla yeniden yapılmıştır.Mimarı hacı Nikolaos tur.(Z.Karaca age s.246)Bugünkü yapı budur.Reşat Ekrem Koçu nun hazırladı İstanbul Ansiklopedisinde de bugünkü yapının baştan aşağı yeniden yağıldığı anlatılmaktadır.(Reşat Ekrem Koçu İstanbul Ansiklopedisi 3.Cilt  1960 s.1592)En son günümüzün Patriği esas adı Dimitri olan Bartolomeos tarafından ufak bir tamiratı 1991 yılında geçirmiştir.(Z.Karaca age s.246)

Narteks ve Avlu :19 yy da inşa edilmiş kilise bazilika planlı 3 nefli tek apsislidir.Duvarla çevrili bir avlu içinde yer alıp doğu-batı yönünde uzanmaktadır. Batı cephesindeki giriş yapısı kagir yapılmıştır. Dikdörtgen planlı bu mekan yaklaşık yarı yüksekliğe kadar narteks cephesini örter. Bu mekan dışta yarım piramidal çatı ile örtülüdür. Pervitich haritalarında bu kısım ahşap olarak görülmektedir. Buradan da sonradan değişiklik yapıldığı anlaşılmaktadır. İçinde bulunduğu avlunun kuzeyinde kiliseye ait müştemilat ile doğusunda günümüzde kullanılmayan okul binası vardır.

4-Aya Yorgi Kilisesi Edirnekapı Avlunun Doğusundaki Kullanılmayan Okul Binası
4-Aya Yorgi Kilisesi Edirnekapı Avlunun Doğusundaki Kullanılmayan Okul Binası

Ayrıca  yapının kuzey ve güneyinde ve doğusunda kare mekanlı yapılar bulunur bunlardan  çok azı günümüzde kilise görevlileri tarafından kullanılmaktadır. Kilise  yapısıyla çağdaş değildirler. Daha geç döneme aittirler.Güneyindeki yapı Aya  Basileios ayazmasıdır.Basilika planlı yapı batısında nartex doğusunda tek bir
apsisle nihayetlenir.Apsis yarım yuvarlaktır.Apsisin 2 yanında dıştan yapıya 2  oda halinde çıkıntılar eklenmiştir.Yapının dıştan dışa boyu 25,58 eni ise 13,28m dir.Yükseklik yaklaşı 10m dir.Yapıyı örten çatı batıdaki çıkıntıları örten ters yöndeki çatılarla kırılmıştır.Apsis yarım konik çatıyla örtülüdür.Galerili olan bu basilikal yapının galeriye çıkışları narteksin kuzeyinde bulunan ahşap merdivenlerle sağlanmıştır.

5-Aya Yorgi kilisesi kadınlar galerisine  çıkan merdivenler(Gynekaion)
5-Aya Yorgi kilisesi kadınlar galerisine çıkan merdivenler(Gynekaion)

Narteksin kuzey ve güneyindeki köşe mekanları dışa çıkıntılıdır, narteksin örtüsü ise içte düz tavandır.naostaki yan nefler de aynı sistemle kapatılmıştır.

Çizim 1 Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Rölövesi
Çizim 1 Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Rölövesi

Yuvarlak kemerli bir  kapıdan girilen narteksin 19yy a ait metal bir kapısı vardır. İçeride 19yy sonuna ait iki adet ikona kuzey duvarında görülür. Bunlardan bir tanesi Son  Akşam sahnesidir ama menüde alışılagelmişin dışında balık yerine kuzu(?)  bulunur.

6-Narteks deki son akşam yemeği sahnesi
6-Narteks deki son akşam yemeği sahnesi

Yapının batısındaki narteks kuzey ve güney yönde çıkıntılar yaptığı için adeta transepte benzer ve bu çıkıntılar yapının çatısıyla aynı hizadadır(çizim1-2)

Çizim2 Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Narteks ve Apsisi yanındaki ekler
Çizim2 Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Narteks ve Apsisi yanındaki ekler

Naos:Üç nefli ve nefleri sütun sıralarıyla ayrılmış naosu vardır.Naosun batısında yukarıda az önce
bahsedilen kadınlar galerisi bulunur.

7-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi naosu ve batıda üstte kadınlar galerisi(Foto doğudan batıya çekilmiştir)
7-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi naosu ve batıda üstte kadınlar galerisi(Foto doğudan batıya çekilmiştir)

Nartekse uygun biçimde kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen olanlı olan galeri,nefler hizasında çıkıntılıdır.Orta nef hizasında yarım yuvarlak çıkıntı yapan galeri,yan nefler üzerinde önce batıdaki son sütunlara kadar,sonra içbükey ve dışbükey kıvrımlarla ikinci sütunlar hizasına kadar naosa uzanır.Naosta nef ayrımı,beşer sütunun bulunduğu sıralarla sağlanmıştır.Doğudaki ilk sütunlar,kare kesitli taşıyıcı biçimindedir.Yan nefler orta nefle aynı zamindedir.Doğuda ilk taşıyıcılar hizasında belirlenen bema,yan nefler ve orta neften bir basamak daha yüksektir.

Naosta nefleri sıralayan sütunlar basık kemerlerle bağlanır.Doğuda,duvarda üstteki kademeye oturan kemerler,batıda son sütunlara oturduktan sonra arşitrav biçiminde duvara bitişir.

8-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesindeki Basık Kemerle ve Duvarla bitişmesi
8-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesindeki Basık Kemerle ve Duvarla bitişmesi

Kare kesitli yüksek postamentlerin üzerinde bulunan sütunların gövdesi yeşil renkte boyanmıştır.Başlılar stilize
edilmiş Dor düzenindedir ve kartonpiyerden yapılmışlardır

9-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Sütunlar ve Postamentler
9-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Sütunlar ve Postamentler

Kilisede naosa açılan üç girişin biri batıda nartekste orta nef hizasında ikisi kuzey ve güneyde eksende
batıya yakın konumda karşılıklıdır.Batıdaki giriş dikdörtgen açıklık yanlardaki girişler yuvarlak kemerli açıklılardır.Nartekse açılan üç girişin biri batı ekseninde ikisi yanlardaki çıkıntıların doğusunda yer alır.Yapının güneyinde doğudaki ek mekanda bulunan ve bemaya açılan giriş içten örülerek kapatılmıştır.Yapının nartekse açılan girişleri de naosa açılan yanlardaki girişler gibi yuvarlak kemerli açıklıktır ve bu girişler eş boyutludur. Girişlerin çift kanatlı demir doğrama kapıları vardır

10-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Naosda Bema yakınında sonradan kapatılan açıklıklardan biri
10-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Naosda Bema yakınında sonradan kapatılan açıklıklardan biri

11-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi NaosdaNarteks  yakınında açıklıklardan biri
11-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi NaosdaNarteks yakınında açıklıklardan biri

Yapının kuzey ve  güneyinde orta yükseklikte yer alan karşılıklı üçer pencere aynı hizada eş aralıklı ve eş boyutludur.Pencereler yuvarlak kemerli dikdörtgen açıklıktır.Doğu ve batı uçlarında üstte bulunan karşılıklı birer pencere küçük  ve dikdörtgen açıklıklıdır.Batıdaki çıkıntılarda da birer pencere bulunur.

12-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Güney Duvarındaki Pencereler
12-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Güney Duvarındaki Pencereler

Doğuda batıda üstte orta  nef hizasındaki üçlü pencere düzenlemesi karşılıklıdır.. Üçlü pencere
düzenlemesinde eksendeki pencere daha geniş ve basık kemerli iki yandakiler  simetrik ve yarım kemerlidir.Batıda eksende bulunan naos girişine iki yanda  simetrik ikişer kare pencere açıklık bulunur.Naosda bemanın doğu duvarında  kuzey ve yan nef hizasında üç niş güney yan niş hizasında iki niş ve güney  duvarına yakın bir niş daha görülmektedir.Bu sonuncusu daha büyüktür. Bemanın  kuzay duvarında bir küçük dörtgen niş daha vardır

13-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Apsisin içinde Bema Duvarında Doğudaki Nişler
13-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Apsisin içinde Bema Duvarında Doğudaki Nişler

Bu nişlerden bir tanesi  kutsal suyun saklanması için kullanılmaktadır.Doğudaki apsisin içinde bulunan
atlar masası tüm ortodoks kiliselerinde olduğu gibi tekbir parça desteğe oturmaktadır. bu destek anlaşıldığı kadarıyla devşirme malzemeden yapılmıştır

14-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Apsisin içi ve Altar Masası
14-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Apsisin içi ve Altar Masası

15-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Apsisin içi ve Altar Masası desteği
15-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Apsisin içi ve Altar Masası desteği

16-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Apsise Batıdan Bakış ve Naos Genel
16-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Apsise Batıdan Bakış ve Naos Genel

Apsis dışa taşkın ve yuvarlak yarın daire olup semer dam çatının tüm yüksekliğini kapsamaz.

17-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Apsise doğudan dıştan bakış
17-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Apsise doğudan dıştan bakış

Semer dam çatı alınlığında yapının üçlü pencereleri görülür.Ne naosta ne de apsis altında bir mahzen veya alt yapı yoktur.Yapılan incelemelerde herhangi daha eski bir yapı kalıntısına veya devşirme malzemeye rastlanmamıştır.

Sadece kuzey duvarı dışında batıya yakın bir vaziyette duvar altında altıncı yy a it olan korent düzeninde geç antik bir başlık vardır. Bunun haricinde başka antik bir parça yoktur.

18-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Kuzey duvarı batısında dışta duvar altındaki Geç Antik Korent Başlık
18-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Kuzey duvarı batısında dışta duvar altındaki Geç Antik Korent Başlık

Dışta sıvaları dökülmüş olan yapı, kaba yontu taş ve tuğlayla inşa edilmiştir.Köşelerde düzgün kesme
taş tuğla kullanılmıştır

19-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Güney Cephesi (Batıdan Doğuya) Köşelerde Kullanılan Kesme Taşlar
19-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Güney Cephesi (Batıdan Doğuya) Köşelerde Kullanılan Kesme Taşlar

Kuzey ve Güney cephelerinde tuğla sıraları vardır.Yapıda derz araları kalın olup tuğla kırıntıları da içeren pembe renkli yumuşak harç kullanılmıştır.Doğuda ve Batıdaki pencerelerin kemerleri taşla kuzey ve güneydeki pencerelerin kemerleri tuğla ile örtülüdür.Cephelerde antik olmayan daha önceki yüzyıllarda Osmanlı Döneminde yaşamış Rumlara ait devşirme parçaların cephede kullanıldığı görülür

20-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Cephe Duvarlarındaki DevşirmeAntik Olmayan Devşirme Malzemelerden Biri
20-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Cephe Duvarlarındaki DevşirmeAntik Olmayan Devşirme Malzemelerden Biri

Yapıyı Saçak altında taştan iki düz silme arasında bir dış bükey silme dolaşmaktadır.Bu da sıvayla kaplanmış olup dökülen sıvaların altında tuğla örgü görülür.Yapı önceden de bahsedildiği gibi semerdam beşik çatıyla örtülüdür.Bu çatının altında orta nef üzerindeki örtü sistemi beşik tonozdur.Yan nefler ahşap düz tavanla kapatılmışlardır.Tüm örtü sistemi bağdadidir.Örtü içten Horasan kaplama ve sıvalıdır.Naosta orta nefin örtüsü eteğinde iki yanda birer içbükey silme bulunur.Silme yüzeyi dizi halinde yuvarlak içinde haç motifleriyle bezenmiştir.Tonoz ortasında ve örtünün etekleri boyunca birer sıra siyah renkte haç motifi uzanır.Pencerelerin önünde ve alınlılarında da haç motifi kullanılmıştır

Naosta orta nefin tonozu ortasında yer alan madalyonda Pantokrator İsa tasviri görülür.Kemerlerin orta nefe bakan yüzünde sütunlar hizasında bulunan madalyonlarda Havarilerin portrelerinin vardır.Apsis yarım kubbesinde sıva üstüne yapılmış İsa ve Havrielri taviri yer alır.

21-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Orta Nefi Örten Beşik Tonoz
21-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Orta Nefi Örten Beşik Tonoz

22-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Orta Nef Beşik Tonozundaki Pantokrator İsa Resmi
22-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Orta Nef Beşik Tonozundaki Pantokrator İsa Resmi

23-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Yan Neflerden Kuzey nefin örtüsü
23-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Yan Neflerden Kuzey nefin örtüsü

İkonastasis ve bazı İkonalar:İkonastasis Ortodoks kiliselerinde apsis ve bemayı cemaatin durduğu
yer olan naos dan ayıran bşr çeşit duvardır ve üzerinde Yunanca resim anlamına gelen ikonalar bulunur.Bu ikonalar belli bir program çevresinde ikonastasise asılır.Edirnekapı Aya Yorgi kilisesinde deahşap bir ikonastasis bulunur.Bu ikonastasis üstten üçgen alınlıklıdır.

24-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi İkonastasis
24-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi İkonastasis

Bu ikonastasis paye biçiminde sütunçelerle dilimlenmiş ve panolar halinde düzenlenmiştir.İkonastasis in apsise olan girişinin hemen kuzey yanında daima Meryem Ana ikonası güney bitişiğinde de İsa ikonası bulunur.Meryem ananın hemen kuzey bitişiğinde kilise kime ithaf edildiyse onun resmi vardır.Burada da Aya Yorgi görülmektedir.Üzeri sonradan adak gümüşüyle kaplanmıştır.Siyah renkte boyalı ikonastasisoyma ve kabartma tekniğinde bitkisel ve geometrik motiflerle süslüdür.Üstteki panolarda yarım yuvarlak güneş kursu üçgen alınlıkta ve alttaki panolarda ışın demetleri kullanılmıştır.En üst sırada İsanın hayatından sahnelerin olduğu resimler vardır.Alt sıardaki büyük çerçeve içinde olan ikonalar kuzeyden güneye doğru Aya Konstantinos,Ayia Helene(annesi),Aya Yorgi,Meryem ve Çocuk İsa,İoannes Prodromos(vaftizci Yahya) ve Aya Basileos tasvirleridir.Meryem ikonası 1859 Aya Yorgi İkonası 1862 tarihlidir.(Aya Yorgi Hıristiyan azizi. Romalı bir askerken sonradan Hıristiyanlıkta aziz ilan edilmiştir. Yunanca aziz, kutsal anlamlarına gelen aya unvanı ile birlikte Hıristiyanlıkta Aya Yorgi olarak anılır. M.S 275-281 – Ölümü 23 Nisan 303,. Hayatı hakkında çok az şey bilinen, Roma İmparatorluğu’nun bir askeri iken Hıristiyanlara zulmetmeyi reddedince idam edildiği sanılır. Bugün Kapadokya’da bulunan Güzelöz köyüne dehşet saçan bir ejderhayı öldürmesi hikâyesi Orta Çağdan beri dillerde dolaşır.İslami kaynaklarda ismi Cercis Aleyhisselam olarak geçer ve peygamber olduğu düşünülmektedir.Evliya Çelebi Seyahatname isimli eserinde Diyarbakırdan (Silvan İlçesi) bahsederken buranın “Cercis Nebi” ümmetinden insanlar tarafından kurulduğunu söylemiştir.)

Naosda kuzeydeki taşıyıcı sıranın doğudan üçüncü sütununa oturan anbon ahşaptır.üzerinde aplikasyon tekniğinde haç vardır ikona asılmamıştır.Güneydeki taşıyıcı sıranın doğudan üçüncü sütunu önünde ahşap despot koltuğu bulunur Bu sadece Patriklerin oturabileceği bir koltuktur.Üzerinde kabartma tekniğinde bitkisel motifler yer alır.

25-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Anbon
25-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Anbon

26-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Ptriklik Tahtı
26-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi Ptriklik Tahtı

Son olarak bu kilisede bulunan önemli bir ikonadan bahsetmeden önce yapıdaki bazı kitabeler değinmek istiyoruz.Tanzimat dönemi Rum Kiliselerini çalışan Zafer karaca altı adet kitabe tesbit etmiştir.Kitabelerin tasnifinde numaralandırma denemesine girişen Karaca kronolojik yönteme göre sıralamıştır En eski kitabe 1726 yılına aittir yapının geçirdiği restorasyonu anlatır.İkinci kitabe 13 Eylül 1836 tarihli olup bugünkü yapının mimarı  Hacı Nikolaos un adı zikredilmektedir.Üçüncü kitabe Sisanion dan İoannis Nikolaos a ait bir mezar kitabesidir 1836 tarihlidir.Dördüncü kitabede bir mezara ait olup İoannes adlı bine aittir o da 1836 yılına tarihlenir.Beşinci kitabede mezara ait olup 1836 yılından Kosma Stefana aittir,Altıncı kitabe 1998 yılından olup bir restorasyondan ve İstanbul Rum Patriği Bartholomeos tan bahseder.

YENİ MARTİR(ŞEHİT)AZİZ YEORGİOS İKONASI

aziz1

1808 Yılında Yanya da  doğan Yeorgios(veya Georgios-Yorgi).Türklerin hizmetinde çalışan ve adı Gavur Hasan olarak bilinen genç bir  delikanlıydı.Ahırlarda çalışarak hizmetçilik yapıyordu.Annesi ve babası  hıritiyan ve kendisi de Hıristiyan olduğu halde Türkler tarafından Müslğman  kabul edilmiş hatta Hasan ismi verilmişti.1837 yılında hıristiyan bir kız olan  Eleni ile evlendi.1838 de doğan çocuklarını bir hritiyan olarak vaftiz ettirnce Türkler bunun islamdan dönme mürted olduğunu sanıp yargıladıktan sonra idam  ettiler.Yanyalı bu martirin İstanbulda bilinen tek ikonası bu kilisededir ama  yeni olup 20yy başına aittir.Bu ikonada tam boy olarak gösterieln Yanyali Yeorgios elinde haç tutar şekilde tasvir edilmiştir.Resmin arkasında onun eski  kimliğini vurgulayan mimariler yer alır Bunlar camilerdir bir tanesinin  üzerinde hilal vardır.Alt Sıralarda ise Padişahın veya kadının önünde yargılanması, mahkemeye götürlmesi asılması ve gömülmesi anlatılmıştır. Ayakta  duran halinde Yunanlıların milli kıyafeti olan palikarya kıyafeti giyerken  resmedilmiştir.

27-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesindeki Yanyalı Yeniz Aziz Georgiosun İkonası
27-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesindeki Yanyalı Yeniz Aziz Georgiosun İkonası

28-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesindeki Yanyalı Yeniz Aziz Georgiosun Türkler Tarfından yargılanması
28-Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesindeki Yanyalı Yeniz Aziz Georgiosun Türkler Tarfından yargılanması

Tüm mimari özelliklerinin yanı sıra bu tip tarihi açıdan çok önemli eserleri barındıran Edirnekapı Aya Nikola kilisesinin şehrin mimarlık tarihinde oynadığı önemli rol bellidir. Yapının son devirde yapıldığı anlaşılan sıvaları dökülmüş tuğla kısımlarında kullanılan derzler ve tuğla sıraları ortaya çıkmıştır.Yapılacak bir restütisyon denemesinde derzlerin sağlamlaştırarak sıvasız bırakılması uygun olacaktır.Tüm bunları yaparken özellikle kuzey duvarında dıştan da görülen çatlaklıklar en önce ele alınması gereken konudur.Şu andaki durumu hiç de iyi olmayan yapının geç kalmadan restore edilmesi gerekmektedir

Doç.Dr.Ferudun Özgümüş

İstanbul Üniversitesi