Etiket arşivi: Rumeli Hisarı

‘Uzman’ ama Rumelihisarı’nda tarihi esere karşı

'Uzman' ama Rumelihisarı'nda tarihi esere karşı

İstanbul’un fethinden önce yapılan Rumeli Hisarı içindeki caminin aslına uygun olrak yapılmasına İBB’nin ve Vakıflar’ın projelerinde danışman olarak yer alan pek çok mimar ve bilirkişinin ideolojik tercihlerle karşı çıkması tepkilere enden oldu.

İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni

“Bu cami, İstanbul’la ilk nişan yapan kumandanın mührüdür. İstanbul’a ilk yapılan İslam mabedidir. Bu anlamlı yapı doğal afetlere karşı durabilmiş ancak beşer-i insanın şerrinden kendini koruyamamıştır.”

Boğazkesen Mescidi’nin; namı diğer Ebu’l-Feth Camii’nin inşa tarihi 560 sene öncesine, Rumelihisarı’nın yapım tarihine kadar uzanır. Akşemseddin’in rahle arkadaşı, Hacı Bayram Veli’nin halifelerinden Seyyid Mahmud Bedrettin ve arkadaşlarının Ermeni duvar ustalarından destek alarak 1452 tarihinde inşa ettikleri Rumelihisarı’nda, İstanbul’un fethi öncesinde bölgede ve hisardaki evlerde yaşamakta olan muhyî dervişlerin ibadet etmesi için cami yapılmıştı. 3 ay gibi kısa bir sürede her biri sanat harikası olan birbirinden âlâ burçlarıyla birlikte yapımı tamamlanan edilen Ortaçağ döneminin en görkemli ve sağlam askeri mimari yapısı olan Rumelihisarı, tüm vurdumduymazlığımıza rağmen altı asırdır Boğaz’ın en mutena yerinde dimdik ayakta duruyor.

Asırlar boyunca Boğazkesen, Ebu’l-Feth, Rumelihisarı Kale Camii ve Cuma Mescidi olarak da isimlendirilerek Hisar’ın içindeki inşa edilen Ebu’l Feth Camii 18’inci yüzyılın ortalarına kadar Rumelihisarı ve bölge halkının hizmetinde bulundu. Bundan yaklaşık 200 yıl önce üzerine bina edildiği Bizans sarnıcının çökmesi sebebiyle yıkılan camiden geriye minaresi kalmıştı…

30 dönümlük bir alana yerleştirilen Rumelihisarı birinci derece tarihi eser hüviyetini haiz. Rumelihisarı’nın içinde ahşaptan inşa edilen mahallede bundan 60 yıl öncesine kadar hayat sürülüyordu. Kaleiçi Mahallesi olarak bilinen tarihi evler 1953’te dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın emriyle kamulaştırılarak “restorasyondan” daha doğrusu “tarih kıyımı”ndan geçirilerek yıkıldı ve hisar böylelikle şimdiki halini aldı.

ANITLAR KURULU CAMİ YERİNE KONSER ALANI İSTEMİŞTİ!

2009 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Anıtlar Kurulu tarihi ibadethaneye yönelik saygısız bir tasarrufta bulunmuştu. İstanbul 3. Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Rumelihisarı’nda tarihi Boğazkesen Mescidi’nin yerinde bulunan platformda konser düzenlenmesine müsaade etmişti. Burada düzenlenen açık hava konserleri tarihi dokuya zarar verdi. Ebu’l-Feth Camii’nin minaresinin çepeçevre kuşatan alana büyükçe bir daire şeklinde konuşlandırılan beton oturma yerleri mihrap, minber ve kürsünün de yer aldığı ibadethanenin tam üzerine yapıldı. Çünkü kale yıkıldığı yerden yapılırdı, Fatih’in, Din-i Mübîn-i İslam’dan aldığı ışığı Bizans’ı işte tam bu noktadan fethetmişti. Ulubatlı’nın mızrağı işte tam bu mahalde Constantiniyye’nin kalbine saplanmıştı!

Fatih’in, Fethin kutlu askerlerinin ve medeniyetimizin değerlerinin neş’et ettiği Ebu’l-Feth Camii özellikle hedef seçilerek tahkir edildi. Ve buna cümle âlem uzun yıllar sessiz kaldı!

Çünkü Kurul, Boğazkesen Mescidi’nin kalıntıları üzerinde sahne kurularak konser verilmesinin, Rumelihisarı’nın toplumsal açıdan tanıtımı ve benimsenmesini sağlamak gibi bir amaca hizmet edeceği kanaatine varmıştı!

Anıtlar Kurulu böylelikle II. Mehmed’i İstanbul’u fethetmezden önce inşaatını başlattığı ve Asitane’nin fetihten sonra bu şehirde yapılan ilk cami olma özelliğini taşıyan Boğazkesen Camii’nin yerinde bulunan platformda sazlı-sözlü eğlencelerin düzenlenmesine onay vermiş oldu.

Hatırlanacağı üzere Sarıyer Belediyesi de Rumelihisarı Şehitlik Dergâhı’nın üzerinde bulunan Nispetiye Caddesi’ni Muhabbet Sokağı (Barlar Sokağı) kapsamında yenileyerek (!) şehitlik arazisinin üzerinde 11 barın açılmasına müsaade etmişti. Tarihe, geçmişimize, medeniyetimize ihanet üzerine ihanet!

TARİHİ CAMİYE KAST EDEN KURUL KARARI’NIN METNİ ŞÖYLE:

Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul 3. Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun, 6 Temmuz 2009 tarihli kararında, şu ifadelere yer verildi:
“Rumelihisarı’nda tarihi Boğazkesen Mescidi yerinde bulunan platform ve tiyatro alanının 2009 yılı sonuna kadar haftada maksimum 1 (bir) faaliyet ile sınırlandırılarak ve hiçbir şekilde aşılmamak, izleyici sayısını en fazla 1000 (Bin) ile sınırlamak kaydıyla tiyatro, stand-up, konferans, seminer, oda müziği (klasik müzik ve Türk sanat müziği) gösterileri için; yüksek güçlü ses düzeni kullanılmamak, izleyici hareketlerinden oluşan titreşimi en aza indirgeyecek önlemleri almak, tiyatro alanı dışında burç ve duvarlar üzerinde hiçbir izleyicinin bulundurulmamasına dikkat etmek ve yapıda ve tarihsel kalıntılara zarar verebilecek veya görünüşü engelleyebilecek afiş vb. elemanların kullanılmaması kaydıyla yukarıda belirtilen kültürel faaliyetlerin Rumelihisarı’nın toplumsal açıdan tanıtımı ve benimsenmesini sağlamak amacı ile (sınırlı süre ve izleyici için) gerçekleştirebileceğine (…) karar verildi.”

Bu kararda Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul 3. Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Başkanı Binan Can, Kurul üyeleri Yusuf İzzettin Aydın, Semih Halil Emür, Yüksel Sayan, Mustafa Çakır, Şevket Cinbir, Kurul üyesi İstanbul Büyükşehir Belediye Temsilcisi Şule Savaş, Kurul üyesi Boğaziçi İmar Müdürlüğü Temsilcisi Yusuf Koç’un imzası bulunuyor. Bölge Kurulu Müdür Vekili Lalefer Duygan da, Kurul’un aldığı kararı onayladı.

Aynı Kurul, bilahare tarihi mescidin minaresinin, duvar ve sarnıç kalıntılarının mevcut durumları ile muhafaza edilmesine karar verirken, mescit I. grup kültür varlığı olarak tescil etti.

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ RUMELİHİSARI’NDAKİ MESCİDİ İHYA EDİYOR

Kurulun kararının ardından İBB, Rumelihisarı’nda 18’inci yüzyılda yıkılan tarihi mescidin ihya edilmesine yönelik önemli bir projeye imza attı.

Koruma Kurulu’nun onayından geçen proje kapsamında tarihi mescidin yeniden ihya ve inşa edilmesi için 28 Mayıs 2013 tarihinde ruhsat alındı. Ardından da İBB ile İstanbul Kubbe Derneği arasında 6 Eylül 2013’de inşaat sözleşmesi yapıldı. Yapım işini İstanbul Kubbe Derneği üstlenirken, inşaat faaliyetleri geçtiğimiz yıl Haziran ayında başlandı.

Restorasyon projesi kapsamında Rumelihisarı’nda ilk olarak sarnıç duvarları ve derz yapımı tamamlandı. Ardından da sarnıç üzerindeki ahşap döşeme kirişleri yerleştirilerek, sarnıcın üst kotunda yer alan mescit ana duvarlarının inşasına başlandı. Mayıs 2015’te tamamlanması öngörülen mescit için açık hava tiyatrosunun olduğu alan saç levhalarla kapatıldı.

ENTELLER TARİHİ CAMİYE KARŞI!

İBB’nin ve Vakıflar’ın projelerinde danışman olarak yer alan pek çok mimar ve bilirkişi ne hikmetse Ebu’l-Feth Camii’ne karşı çıkıyor. Aynı çevreler Nafi Baba Tekkesi’nin 15 dönümlük mandıra arazisi üzerine Tarihi Eser ve Müze Restorasyon ruhsatıyla yapılmakta olan devasa Köşk’e hoşgörüyle yaklaşarak ses çıkarmamışlardı! Enteller, Fatih’in ve İstanbul’un fethinin hatırası olan tarihi mescidin yeniden imarına karşı, lakin, Ahmet Nazif Zorlu’nun Nafi Baba Tekkesi’nin 15 dönümlük mandıra arazisinin üzerine inşa ettiği devasa köşkü görmezden geldi!

Ebu’l-Feth Camii’in restorasyonunu “Rumelihisarı’nın konser ve sanatsal etkinliklerle talep gören, gezilip görülmesi gereken bir mekâna dönüşmesini gerekir” sözleriyle eleştiren mimar Sinan Genim, Cumhurbaşkanı’nın İstanbul’daki ikametgâhı olan Vahdettin Köşkü’ne imzasını atmış. İBB’nin desteğiyle temel taşları üzerinden yerinden imar ve inşa edilen Okçular Tekkesi’nin de mimarı olan Sinan Genim. Ebu’l-Feth Camii’ne muhalefet eden Sinan Usta’nın İBB’den aldığı ihaleleri görünce akıllara çayın taşıyla çayın kuşunun vurulması hikâyesi geliyor!

İSTANBUL’DA CAMİ YAPMAK ZOR ZANAAT

İstanbul’da cami yapmak ve tarihi camileri restore etmek zor zanaat! Ne demek istediğimi bihakkın kavrayabilmek için İstanbul’da tarih kıyımına sahne olan bir camiinin ihyasına talip olmak; yani Hoca Nasreddin’in deyimiyle “Ağaçtan düşmek” gerekli. Bir mesal verelim. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün yapımı sırasında bağlantı yollarında kalan Uçaksavar Camii 1985 yılında yıkılmış. Belediye, yıkılan camiye bedel olarak bölgede üç buçuk dönümlük bir cami arsası ayırmış. Gelgelelim, geride kalan 29 yılda cami arsasına cami yapmak hiç kimseye nasip olmamış… Söz konusu camii; Uçarsavar Camii’ni ihya etmek için 37 aydır uğraşıyoruz. Henüz çivi çakamadık.

Osmanlı’da kale/hisar mimarilerinde cami/mescid önemli bir yapı taşı. Rumelihisarı’nda olduğu gibi evlad-ı Fatihan diyarındaki kalelere de ecdadımız cami inşa etmiş. Bunlardan biri Tiran’daki Preze Kale Camii.

Kale Camii, Preze Kalesi içerisinde bulunuyor. Kale ve müştemilatı tamamlanıp da içinde içtimai hayat yaşanmaya başlanınca cami, kalenin sur duvarlarının üzerine inşa edilmiş… İbadethanenin, gönlü, fetih aşkıyla yanan imamı, akıncı cemaatine “Allah’u ekber” tekbirini getirerek ilk Cuma namazını kıldırdığında Miladi takvimin yaprakları 1547 yılını göstermektedir.

Preze Kalesi arkeolojik sit alanı… Cami, sit alanı içerisinde titiz bir çalışma ile yeniden ayağa kalkmış; Arnavut bürokratlar, dosyayı sümenaltı etmemiş, işi kolaylaştırmış ve ibadethane hizmete açılmış. Tiran’ın tiranları tiranlık yapmamış!

Haydi! Kolaysa, Rumelihisarı’nın içerisinde temelleri üzerine yıkılıp giden tarihi camii yeniden yapın bakalım!

ENTELLER CAMİDEN RAHATSIZ

Arkitera mimarlık portalına demeç veren mimarlar, sanat tarihçileri “Restorasyonun Altından Mescit Çıktı!” mülahazasıyla cami inşaatına muhalefet ediyor. Hisar’daki tarihi camiinin yeniden ihya ve inşa edilmesine karşı çıkan mimar ve restorasyon uzmanlarının İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün işlerini almasıyla tanınıyor.

YAPILAN SAHTE BİR DEKORTAN İBARET OLACAKTIR

İTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Kutgün Eyüpgiller

Rekonstrüksiyon yeterli bilgi belgenin bulunması durumunda geçerli olabilecek bir koruma yöntemidir. Yeniden inşa edilmesi düşünülen yapının özgün durumunu ortaya koyan plan, proje, fotoğraf gibi görsellerin var olması durumunda kabul edilebilir. Özgün çevresel bağlamını kaybetmiş bir eserin yeniden inşası anlamlı olmayacaktır. Bunun aksi geçerli ise yapılan sahte bir dekordan ibaret olacaktır.

“HİSARA CAMİ POLİTİK YATIRIM”

Sanat tarihi uzmanı Prof. Dr. Zeynep Ahunbay

Yapılacak cami kuşkusuz yeni olacak ve burada ayakta duran Fatih dönemi yanında gıcır gıcır 21. yüzyıl eseri olduğunu belli edecektir. Aslında öncelik camide değil uzun zamandır bakımsız duran ve ziyaret edilmeyen burçlarda olmalıydı. Tarihi eserlere dini oldukları için öncelik vermek ve ihtiyaç olmadığı halde cami yapmak politik yatırım olarak görülüyor.

TİYATRO ALANINA CAMİ YAPMAK İDEOLOJİK

Mimarlık Tarihi Uzmanı Prof. Dr. Uğur Tanyeli

Buradaki mesele kamusal bir sanat alanını yok ederek mahallesi ve cemaati olmayan bir yere mescit yapmaya çalışmaktır. Mimarlık üzerinden ideolojik bir inatlaşma yaşanıyor. Hisardaki tiyatro alanı 50 yılı aşkın süredir sanatsal etkinlikler için kullanılıyordu. Kapısında bilet kesilen bir müzeye insanlar ibadet için mi gidecek? Rumeli Hisarı’nın birkaç adım ilerisinde 18. yüzyıldan kalma bir mescit varken, tiyatro alanına dini eser yapmak alenen ideolojik bir davranıştır.”

Sinan Genim (Mimar)

ÖNCELİK MESCİT ONARMAK OLMAMALI

Rumelihisarı’nın konser ve sanatsal etkinliklerle talep gören, gezilip görülmesi gereken bir mekâna dönüşmesini gerekir. Boğazkesen Mescidi 15 ve 16. yüzyıl kayıtlarında yer almakta. Yapının 18.yüzyılda yıkıldığı tahmin ediliyor. Ancak hisarın, duvarlarından otlar fışkırırken, bakımsızlık nedeniyle burçlarına çıkılamazken öncelik mescit onarmak mı olmalıdır?

URUMELİ’NDE CAMİ YAPTIRMAMAK


Bekir Cantemir (Harita Yüksek Mühendisi)

Restorasyon, restitüsyon ve renevasyon kavramları kaybolan tarihi ve kültürel mirasın korunması amacıyla üretilmiş kavram ve uygulamalardır. Bu kavramlar ve uygulamaların ülkemizde 100 yıllık bir tarihi geçmişi vardır. Ancak, ülkemizde sivil mimari eserlerimiz olan köşkler ve ahşap güzellikler, mal sahipleri tarafından ihtiyaçların değişmesi ve hayat tarzı değişimi üzerine rant kavgalarıyla tarihe gömülmüşlerdir. Bu sivil mimari eserlerin sahipleri Osmanlı dönemi elitlerinin çocuklarıdır. Bu aileler 1950’li yılların sonrasında güzelim şehri, merkezi İstanbul’u yok ederken çevrede oluşan gecekondulaşmadan rahatsız olarak kendilerini konumlandırmışlarıdır. İstanbul sadece dışarıdan gelenler tarafından tarumar edilmemiştir. İstanbul’un sivil mimari eserleri, bu kentin yerlileri eliyle yıkılmıştır.

1950 sonrası imar faaliyetlerinde ise İstanbul’u lastik tekerlek fethetmiştir. Demokrat Parti iktidarında Menderes eliyle İstanbul, modern ihtiyaçlar için yeniden biçimlendirilirken tarih ve estetik küçük bir azınlık dışında kimsenin ilgisini çekmemiştir. Bu yıllarda İstanbul’da yol yapım çalışmalarında birçok cami ve mescit yıkılmıştır. Bu yıkım kararlarını alan siyasi irade yanında bu yıkımı onaylayan birçok arkeolog ve sanat tarihçisi de görev almıştır.

Ülkemizdeki tarihi eserlerin korunması günümüzde daha çok dikkat çekmektedir. Ancak tarihi eser bir eviniz var ise Anıtlar Kurulu üzerinden projelerinizin onaylanması ve kurul kararlarına göre restorasyon yapmanız gerekmektedir. Kişilere ait tarihi eserlerde uygulanan prosedür sıradan kişileri tarihi eserlere uzak tutmaktadır. Örneğin evinizin banyosunun yerinin bile değişimi çoğu zaman Anıtlar Kurulu üyeleri tarafından reddedilmektedir.

Ayrıca konumuz olan Rumeli Hisarı’nda bulunan cami, Boğaziçi İmar Müdürlüğü sınırları içerisinde bulunmaktadır. Boğaziçi İmar Müdürlüğü sınırlarında bir parsel içerisinde tarihi değere sahip herhangi bir yapınız yok ise, bu parsel üzerine herhangi bir restorasyon yapamazsınız. Hatta Boğaziçi İmar Müdürlüğü sınırları içerisinde parseli olan kişiler bu parsellerinde eski bina olduğunu ortaya koymak için birçok çalışma yaparlar. Eski eser hukukunu bu şekilde işleten Anıtlar Kurulu üyeleri ve bunu akademik olarak ortaya koyan kişilerin Rumeli Hisarında, hisarın da inşasıyla yaşıt olan bir camii hakkındaki yorumları ibretliktir. Tabii ki cemaat kalmadığı için buranın kullanımı hakkında yorum yapılabilir. Ancak, eski eserin fonksiyon icrası tartışması başladığında bu tartışmanın gideceği yeri İstanbul için düşünmek bile istemiyorum.

Bu tartışmada cami savunucularını siyaset yapmakla suçlayanlar, kendilerinin siyasetini nötr göstermeye çalışmaktadırlar. Burası Osmanlı döneminde yapılmış bir kaledir ve kalenin içinde inşa edilen cami de bu yapının bir bütünüdür. Buradaki caminin inşası, tarihsel dokunun yeniden canlandırılması ve ihyası için karşı çıkanları da kuşatacak bir rahmet esintisi içermektedir.

RUMELİHİSARI EBU’L-FETH CAMİİ

Esra Yılmaz (Restorasyon Uzmanı Yüksek Mimar)

Asıl sorun tarihimize verdiğimiz önem ve hassasiyettir. Sadece mesele Rumelihisarı’nda cami inşası olmamalıdır. Asıl mesele atalarımızın bize miras bıraktığı eserlerimizi bizimde gelecek kuşaklara aktarmamız, doğru bir şekilde taşımamızdır.

İnşası 1452 yılına dayanan Rumelihisarı mimarisi, yapım süreci, kurgusu, yapım amacı ile mükemmel bir eserdir. Bununla birlikte Ebu’l-Feth Camii de hisarın vazgeçilmez değerlerindendir. Her iki eser de birbirinin içinde birbirinin tamamlayıcısıdır. “İstanbul’un fetih yolunda önemli bir rol üstelenen Rumelihisarı’nda, şehitlerimizin namaz kıldığı bu cami nasıl olur da belgeleri olmasına karşın ihya edilmemelidir!” kurgusu, anlaşılacak bir durum değildir ki sonunda camimizin restorasyonuna başlanılabilmiştir.

Bir eserin ziyaret edilmesi, çevresinin ve kendisinin canlanması şekillenmesi için illa bir konser alanı veya tiyatro sahnesi olması şart değildir. Ayrıca bu tip kullanımlar için o eserin taşıyıcı sistem özellikleri dikkate alınmalı, incelenmeli ve iyice irdelenmelidir. Eseri ayağa kaldıralım derken bu tip işlevler daha fazla esere zarar verebilmektedir. Tüm bunlar bir bütündür. Konser yeri ya da açık hava tiyatrosu olacak diye tarihi ve kültürel değeri bilinen bir başka eserimizin ihya edilmemesi mantık dışıdır.

Yazımın ilk paragrafında da belirttiğim gibi Rumelihisarı surları ile, burçları ile camisi ile bir bütündür. Gönül ister ki tümü ile bu kültür mirasımızın ayağa kaldırılması gerçekleşebilsin. Gönül ister ki hisarın üzerindeki ahşap külahlar da tekrar yapılsın, caminin önündeki şadırvan da ve geçmişimize ait tüm eserlerimiz de doğru ve düzgün bir şekilde restore edilsin.

RUMELİHİSARI’NA CAMİ


Mehmed Akif Köseoğlu (Kültür Tarihçisi)

Tarihî mekânların ve tarihî yapıların otantik hallerinde korunması veya tahrip olmuşsa yine otantik hallerine uygun olarak ihyası esastır. Tarihî yapıların muhafazasını ise nefes sağlar. Nefes ne kadar derinden ve samimî geliyorsa bina o kadar dayanıklı olur. İlk inşadan 1950’lere kadar bir mahalle olarak gelen Rumelihisarı’nın müze adı altında insansızlaştırılması en büyük hatalardandı. Rumelihisarı Mahallesi’nin merkezinde yer alan cami de büyük hasar görmüş dahi olsa mahalle ile birlikte yaşamayı sürdürdü. 19. yüzyıla ait resimlerden yapı üslûbunu ve yerini bildiğimiz caminin aslî hususiyetlerine uygun olarak ihya edilmesi gayet tabiidir. Bu çalışma kaçınılmaz olarak restorasyon değil; rekonstrüksiyon işlemidir.

Yıllar önce Topkapı Sarayı’nı ziyaretimde namaz kılmak için içeride –ne yazık ki- açık bir cami bulamamıştım. Hâlbuki Sarayın faaliyet gösterdiği dönemde en az 3 cami mevcuttu. Son gidişimde ise saatler süren gezime Sofa Camii’nde mola vermiş ve ibadete açıldığını görüp ferahlamıştım.

Eğer Rumelihisarı açık hava müzesi olarak kullanılmaya devam edilecekse gelen ziyaretçiler için de –Müslümanların beş vakit namaz kılması zarureti düşünüldüğünde- cami en tabii ihtiyaçlardan olacaktır. Bir başka açıdan bakıldığında ise otantik halinde cami olduğu belli olan bir alanın konser sahnesi olarak kullanılması mensubu olduğu toplumun değerlerine tezat teşkil eden bir yaklaşımdır.

HİSAR’DA EZAN SESİ


Mehmed Doğan Bayın (Kültür Tarihçisi)

Rumeli Hisarı’ndaki yıkık, harabe halinde duran caminin yeniden inşasını duyduğumda, “Yaşasın artık hisarda ezan sesi olacak diyerek çok mutlu olmuştum. Malum bu eser, Fatih Sultan Mehmed Han vakfından Cuma Mescidi’dir. Ekrem Hakkı Ayverdi Beyefendi’nin yazısına göre; bu cami kalenin bir parçası Ve Boğaziçi’nde kurulan ilk Türk mahallesinin esasıdır.

Burası Fethin sembolü bir mekânıdır. İlk mahallemiz de burasıdır. Geleneklerimize uygun olarak da bir mescid yapılmıştır.Bizim kültürümüzün zaviyesi budur.

Nasıl ki İstanbul surlar içinde bir şehir ise burası da sanki küçük bir İstanbul’dur. Fethin başladığı nokta burasıdır ve merkezinde mescid vardır.

Şimdi bu mescid yeniden yapılıyor ama burada müze var namaz kılınır mı? ihtiyaç var mı? Mescid varsa mutlaka namaz kılacaklar olacaktır ama her şeyin ötesinde burası sıradan bir mabed değildir. Fethin ruhunu taşıyan bir merkezdir ve bir vakıf eseridir, bizlere emanettir. Bizler gerekli mi gereksiz mi tartışmasını bir kenara bırakalım da, bu mescid klasik mimarimize uygun mu olacak onun kaygısı içinde olalım. Açıkçası Salıpazarı’ndaki Süheyl Bey Camii’nin başına gelenler burada da yaşanır mı diye epey korkmuştum.

Ayrıca, bölgedeki Şehidlik ve Şehidlik Dergahı’na da mutlaka dikkat etmemiz gerekmektedir. Bir oldu bittiyle ruhundan koparılmış bir hale gelmemelidir. Buradaki şehidlerimiz Fatih Sultan Mehmed Han’ın bizlere emanetidir.

EBU’L FETH CAMİİ


Sevilay Tuncer Uludağ (Yüksek Mimar, Restorasyon Uzmanı)

Yıllardan 1452… Fatih Sultan Mehmet Han’ın bir rüyası var, âlemlere rahmet olarak yaratılan alemlerin ve Yaradan’ın sevgilisi Hz. Muhammed’in (s.a.v) “İstanbul’u feth eden, ordu, kumandan ne güzel kumandan; o ordu ne güzel ordudur!” hadisinde ki övgüye mazhar olmak ve peygamberimizin güzel kumandanı olabilmek için Fatih 20 yaşında bu büyük hayalini gerçekleştirmek için 1452’de Hocası Akşemseddin, Seyyid Mahmud Bedrettin ve nice büyük şahsiyetlerle Rumelihisarı’nı askerler, ermeni taş ustalarıyla birlikte 139 gün gibi kısa bir sürede inşa etmiştir.

İstanbul’un Fetih başlangıcının; nişan hazırlığının yapıldığı bu yerde, nişan merasimi için surların içine bir camii yapıldı. Bu camide padişahla birlikte vezirler ve askerler secde ederek ve dua ederek İstanbul’la Osmanlı ordusu nişan yüzüklerini taktılar. Bu anlamlı yapıya önce “Kale Camii” deniyor, sonra ”Sultan Mehmed Mescidi” olarak anılıyor. Sultan II. Mehmed’e “Fatihlerin babası anlamında Ebu’l Feth denilince, Ebu’l-Feth camii adını alıyor.

Bu cami, İstanbul’la ilk nişan yapan kumandanın mührüdür. İstanbul’a ilk yapılan İslam mabedidir. Bu anlamlı yapı doğal afetlere karşı durabilmiş ancak beşer-i insanın şerrinden kendini koruyamamıştır. Camii’nin son kalıntıları, hisar mahallesiyle birlikte 1953 yılında dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından kamulaştırılarak yıkılmış, bu anlamlı eserimizin günümüzde minaresi kalmış, caminin zemini, oraya yapılan anfi tiyatronun sahne zemini olarak yıllarca kullanılmıştır. Bir zamanlar bu zeminde alnı secdeye varanların yerine aynı zeminde dans ve eğlenen insanlar yıllarca bu zeminde ecdadın ve bizlerin gönüllerini zedelemişlerdir.

Nihayet İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın talimatıyla bu camiinin rölöve restitüsyon ve rekonstrüksiyon projeleri 2013 yılında koruma kurulundan onaylanmış ve 2015 Mayıs ayında açılması hedeflenmektedir. Maalesef mimarlık camiasında hatırı sayılır dediğimiz müstesna şahsiyetler(!) bu anlamlı eserimizi ayağa kaldırmanın iyi bir fikir olmadığından hareketle (!) önce surların onarılması gerektiği gibi bana göre sudan sebeplerle tarihi ibadethanenin yerli yerine konmasına karşı çıkmışlardır. Bu savları, caminin yeniden yapılması, surların onarılmayacağı anlamına mı geliyor anlayabilmiş değilim. Elbette surlar da onarılacak, kezâ surların onarım projeleri hazırlandığını ve ilgili yerlerden onay beklemekte olduğunu biliyoruz. Rumelihisarı’nda surlar da onarılacak!, camide ayağa kalkacak! Hatta içinde bulunan sivil mimarlık örneklerinden nitelikli olanlarının rekonstrüksiyonu da yapılacaktır.

İstanbul’da kaybolan eserlerimizi ayağa kaldırmaya çalıştığımız bu dönemlerde gönül ister ki tüm meslektaşlarım müspet katkı sağlasınlar; sağlasınlar ki bu dönemde hızla yapılan restorasyonlar ve rekonstrüksiyonlar en az hatayla tamamlansın. Ne yazık ki bu iyi niyetli çalışmaların devamlı eksik ve kusurları üzerinden yorum yapılması ve bu yorumların kemikleşmesi esere uzman katkılarını uzaklaştırmakta ve katkı sağlamak isteyen uzmanları da ötekileştiren bir durumla karşı karşıya bırakmaktadır.

Elbette eserlerimizi onarırken ya da ayağa kaldırırken rekonstrüksiyona ve restorasyona veri sağlayacak anlaşılabilir belge, resim vb. donelerin olması eseri ihya ederken yapının elemanları hakkında görsel ve yazılı bilgiler ışığında yapılmalıdır. Aksi takdirde yapılan yapılara doğruyu söyletemeyiz, yanlış konuşan ve anlatan yapılardan sahte bilgiler alınmaktansa hiç almamayı açıkçası tercih ederim. Şükür ki bu yapımızın görsel ve yazılı birçok belgesi bulunmakta bu belgeler ışığında İstanbul’a yapılan ilk mabedimiz ayağa kalkmaktadır.

Bu çalışmada katkı sağlayan tüm meslektaşlarımı ve bürokratları kutluyor, kendilerine teşekkürü İstanbullu Müslüman bir mimar olarak borç biliyorum.

RUMELİHİSARI KONSER ALANI DEĞİLDİR


Doç. Dr. Süleyman Berk (Hattat-Öğretim Üyesi)

Tarihi yapılarda aslolan orijinal şeklin muhafazasıdır. Burada bir yapı varsa bunun ibkâsı gerekir. Burada, “Önce şu yapılmalıydı bu yapılmalıydı” gibi polemiklere girmek ne derece doğrudur, bilemem! Üstelik zamanında bir ibadet mekânı olan yerde konser vs. tertiplemek de hiç yakışık almamaktadır. Kaldı ki burası bir konser alanı da değildir!

Restorasyonda mescide öncelik verilmesine karşı çıkılmasını anlamak mümkün değil! “Türk entelijansiyası batının ileri karakoludur” diyen Cemil Meriç’e rahmet olsun. Mescidin ihya kararını alanları tebrik ediyorum.

RUMELİHİSARI CAMİİ


Dr. Talip Mert (Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi)

Rumeli Hisarı Cami-i Şerifi yapılsın mı, yapılmasın mı? Bu meseleye hangi açıdan bakmalı? Veya hangi gözle bakmalı? Çünkü bu suallere verilecek müspet bir cevap bizim cami, mescid, ezan, Kur’an… gibi bu toprağın olmazsa olmaz değerleriyle barışamayanların, bu değerlerle bir türlü alışamayanların iyiden iyiye uykusunu kaçıracaktır. Çünkü bu zümrenin “Namazda gözleri olmadığı için ezana da kulak vermezler.” Verenlerden de pek hoşlanmazlar. Her tür ve cinsten düşünce, fikir ve faaliyetlere son derece saygılı olan, saygıda kusur etmeyen (!) bu zevat elektrik devri olan devrimizde mum ışığını bile aratacak kadar aydınlıktan ve aydın düşünceden uzaktadırlar. Bu insanlar İslâm ve İslâm’a dair bir şey duyunca bunları birden bire hafakanlar basar, buhrana düşerler. Meselâ orada Bizans’tan kalma bir lahit veya herhangi bir eserin kalıntısı var diye kazılar yapılsa ve bir kaç parke taşı veya kaldırım taşı çıksa da orası korumaya alınsa hepsi bir anda saygı duruşuna geçerler. Ne konser, ne sinema ve de herhangi bir sanat faaliyeti akıllarına gelmez. Onlar için tarih, kültür ve sanat İslâmî bir kimlik taşımadığı sürece tarihtir, sanattır ve kültürdür. Bugünlerde basında yer alan ve Budist mabedi isteyen bir Budist’e destek vermek bunlar için medeni bir görevdir. Ve bu işi seve seve de yaparlar. Sümela Manastırı’nın, Ahtamar Kilisesi’nin, Edirne’de bir sinagogun ibadete açılması bu zümreyi şâd eder, keyiflendirir. Eğer konu mabet ise bu mabet mutlaka cami dışında bir mabet olmalıdır. Kat’iyyen cami olmamalıdır.

2012’de Marmaray hizmete girdi. Bu tesisin normal şartlarda 2008’de bitmesi gerekirdi. Arkeolojik kazı adı altında dört sene bu hizmet geciktirildi. Peki ne çıktı? Karun’un hazinesi mi? Üzerine maddî değer takdir edilemeyen İskender lahdi mi? Eski Mısır’ın Nefertiti veya kâtip heykeli mi? Çıkanlar ortada. 21 tane insan iskeleti, birkaç tane kayık iskeleti, 8-10 tane bakır para, 8000 sene önceki adamların ayak izleri. Bir yılda 50 milyon insanın yararlandığı bu tesisten 200 milyon insanın yararlanması gerekirdi. Bir taraftan çıkan bu iskeletleri, paraları müzayedeye koysak diğer taraftan 150 milyon insanın ödeyeceği ücretleri hesap etsek ortaya ne çıkar? Benim matematiğim oldum olası zayıftır, ben bu hesabı yapamam. Yapanlar bir zahmet bu hesabın sonucunu bana da bildirsinler. Bu işin bir tarafı.

Geçelim işin diğer tarafına: Bu kazılardan bir Osmanlı cami kitabesi çıksaydı. Mesela üzerindeki tarihten de İstanbul’da ilk yapılan camilerden biri olduğu, biraz da okkalıca bir eser olduğu anlaşılsaydı ve imarı cihetine gidilseydi ne olurdu? Olacak Hz. Yunus’un ifadesiyle aynen şuydu:

Yerden göğe küp yığsalar/Tepesine dek çıksalar

Sonra bir tekme vursalar/Ne hoş olur gümbürtüsü.

Bu memlekette 1927 tarihli ve 1057 sayılı kanunla ortadan kaldırılan levhalar, kitabeler, nice sanat eserleri vardır. Bunlar hakkında bu zevatın hangisi ne yazmıştır? Daha da vahimi bu sanatseverlerin kaç tanesi kanunla böyle bir kıyımın yapıldığından haberdardır? Peki şu anda bu kıyımı duysalar tepkileri ne olacaktır? Koskocaman bir hiç. Hem de en celî hatla ve devâsa ebatta yazılmış bir hiç. Onlar için böyle bir kanun haktır ve doğrudur. Sanata ve sanat eserlerine karşı bir kıyım ve katliâm değildir. Yeryüzünde böylesine abes ötesi bir kanunun çıkarılmasından, hukuk tarihine geçirilmesinden de ayrıca bir rahatsızlık duyacaklarını şahsen düşünmüyorum.

2015 yılının Mart ayı, arkasında dehşetli bir acı bırakarak gitti. Görev başında bir savcı çok aşağı seviyeden bir muameleye maruz bırakılarak şehid edildi. Bu milletin yüreğine kor basıldı, basılan kor az geldi. Üstüne bir de tuz biber ekildi. Ve bu dehşet karşısında sesi çıkmayan, bıyık altından gülen, bu vahşeti kınamak nezaketini dahi gösteremeyenler oldu. Hatta ve hatta savcıyı suçlu bulanlar (!) bile vardı. Bunu yapanlar kim dersiniz?

ENTELLERİN ÜZERLERİNDEKİ ZIRH PATİSKAYA DÖNDÜ

Benim kanaat-ı âcizaneme göre bunu yapanlar Rumeli Hisarı camiine “hayır, istemezük” diyenlerin tâ kendileridir. Bu milletin de artık bu seslere tahammülü yoktur. Bunlar İstanbul’un Osmanlılarca işgal edildiğine (!) candan, gönülden inanan tek hücreli amip gibi basit mahlûklardır. Bu milletin uzun tarihinde “kısa bir devir” bunları allayıp, pullayıp bu milletin karşısına “aydın” olarak çıkardı. Çıkarmanın ötesinde âdeta dayattı. Bu ışıktan mahrum aydınlar şu anda bu imtiyazlarını bırakmak istemiyorlar, açıkça böyle bir niyetleri yok. Ama Allah’a şükür her geçen gün etrafları biraz daha fazla boşalıyor. Allah’ın nuru daha fazla yayılıyor. “Cenaze namazı, kurban derisi, zekât fitre toplamak dışında” İslâmî hiçbir şeye hayat tanımak istemeyen devletin onlara giydirdiği çelik zırhları da son senelerde âdeta patiskaya döndü. Kendilerini semirtip geliştirenlerin devri ise kapandı. Tabuları yıkıldı. Bunlar son bir gayretle “eski geleneklerimizi acaba nasıl sürdürebiliriz?” sualine cevap bulma çabası içerisindeler. Ama bu çaba boş bir çabadır. Ve bu seslerin de gök kubbede bir baykuş sesinden öte bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Çünkü gök kubbede bülbül sesi, kanarya sesi, saka sesi… Baaki kalır. Daha da ötesinde Kur’an, ezan, zikir, tekbir ve tesbih sesleri baaki kalır. Çözüm için son söz:

Her şeye rağmen bu cami-i şerif yapılmalı. Ezan-ı Muhammedî 29 Mayıs 1453’teki heyecana eş bir sadakat, samimiyet ve Davudî bir letâfetle tekrar gök kubbeyi doldurmalı.

Kaynak: Dünya Bülteni