Etiket arşivi: Restorasyon

İSTANBUL’DA BULUNAN RUM ORTODOKS KİLİSELERİ

İSTANBUL RUM ORTODOKS KİLİSELERİ

Aya Triada Kilisesi (Beyoğlu)
Taksimde Meşelik sokağındadır Patrik IV Dionisios cemaatin mezarlık ihtiyacı için 1672 de Mehmet Çelebi’nin 30 dönümlük tarlasını Yoannis Topazi adına satın alarak bir bölümünü hastahane diğer bir kısmını da mezarlık olarak düzenlemiştir Burası 1672-1865 yılları arasında kullanılmış kuzey tarafına Rumlar güney tarafına da Rus,Bulgar,Sırp,Kara dağlı gibi ortodokslar defnedilmiştir “Beyoğlu Ospitali” adı ile tanınan hastahane binası daha sonraki yıllarda “Stavrodromi Veba Hastahanesi” olarak kullanılmış olup bugün yerinde İstiklal Caddesindeki Fransız konsolosluğu bulunmaktadır Rum mezarlığının içine Aya Yorgi’ye ithaf edilmiş ahşap bir kilise yapılmıştı Tanzimatın ilanı ile yeni bir kilise yapma izni alan Patriklik ve cemaat bu ahşap kiliseyi yıkıp yerine Zapyon Kız Lisesini inşa etmişler mezarlığın bir kısmını da kaldırarak 13 Ağustos 1867 de inşaata başlayarak bugünkü Aya Triada Kilisesini yaptırmışlardır Onüç sene gibi oldukça uzun bir süre devam eden inşaat sırasında çeşitli proje değişiklikleri yapılarak Patrik III İoakim (1878-1884) zamanında Kutsal Haç Yortusu olan 14 Eylül 1880 Pazar günü de ibadete açıldı İlk mimari proje mimar Potessaro’ya aittir Daha sonra inşaatı Vasilaki Yoannidis yürütmüştür İçerideki İsa,Meryem ve Aziz tasvirlerini ressam Sakellarios Meğaklis yapmış,mermer süslemeleri Aleksandros Krikelis’in çalışmalarıdır Aya Triada yüksek duvarların çevrelediği geniş bir avlu içerisinde yer alır Avluda kiliseye ait lojman ve diğer idari binalar ile bir de “Aya Yorgi” ye ithaf edilmiş ayazma bulunmaktadır Kubbeli bazilika tipinde inşa edilmiş olan bina 28 inci yy Avrupa eklektik mimarisinin bütün özelliklerini devasa ve kütlesel görünüşü ile taşır Orta mekanın üzerini yüksek kasnaklı ,iki yanda yükselen çan kulelerini çinko kaplı kubbeler örter Apsisler yarım kubbe ile örtülüdür Cephelerde açılmış büyük boyutlardaki pencereler bir üslup beraberliği göstermezler Apsislerin önünde mermerden aralarına aziz incil yazarları İsa ve Meryem’i gösteren resimlerin yerleştirildiği Barok tarzda yapılmış ikonastasis vardır Mermerden despot koltuğu dört ince sütun’un taşıdığı bir silme ve üzerinde de baldakin tarzı küçük bir kubbecik ile nihayetlenir Mermerden ve korkuluklarına aziz resimleri yapılmış ambonu yan taraftaki taşıyıcı sütunlardan birinin üzerindedir

Aya Paraskevi Kilisesi (Beyoğlu)
Hasköy’de Baçtar ve Çançan sokaklarının arasında Azize Paraskevi’ye atanmış Rum Ortodoks kilisesidir Romalı zengin bir ailenin üç kızından en büyüğü olan Paraskevi, ailesinin ölümünden sonra hıristiyan olmuş ve bütün mallarını fakirlere dağıtarak Roma çevresinde hıristiyanlığı yaymağa çalışmıştır Hıristiyanların takip edildiği bu yıllarda İmparator Antoninus Pius (138-161) emriyle tutuklanmış ve başı kesilerek 26 Temmuzda öldürülmüştür Hıristiyanlığın kabulünden sonra ilk azizelerden kabul edilmiş ve bakire olduğu için “Parthenomartis” unvanın almıştır Çocuk sahibi olmak isteyen kadınlara ve göz hastalığına uğrayanları iyi ettiğine inanılır ve öldürüldüğü gün olan 26 Temmuz yortu günü olarak kabul edilmiştir Yüksek duvarların çevrelediği bir avlu içerisinde yer alan kilise,ilk yapılışı Eflak voyvodası Konstantin Brankovanos (1654-1714) tarafından 1692 de inşa edildiği kitabesinde yazılıdır Daha evvelce kilisenin bulunduğu yerde bir aynı adı taşıyan bir ayazmanın bulunduğu 1583 ve 1604 listelerinde yazılı olduğu gibi 1652 de İstanbul’a gelen Antakya Patriği’nin katibi Paulus’da raporunda bu ayazmadan bahsetmektedir Bu kilise harap olduğundan Patrik Konstantinos zamanında (1830-1834) zamanında yeni baştan inşa edilmiş olup günümüze gelen kilise bu tarihe aittir Üç nefli bazilika planında olan yapı kaba yonu taşı ve tuğladan inşa edilmiş olup yarı sıvalıdır Nefleri kare şeklinde ahşap taşıyıcılar ayırmaktadır Naos’a giriş yuvarlak tuğla kemerlidir Apsis içten yarım yavarlak kubbe olup genel örtü sistemi dışarıdan kırma çatıdır Apsis ve iki yandaki hücreleri kapsayan ahşap ikonastasis sütuncuklarla bölümlere ayrılmış olup içerisinde büyük çerçevelerin çevrelediği Meryem ve çocuk İsa,İsa ,aziz ve azizelerin portreleri yağlıboya ile resmedilmiştir Daha küçük çerçevelerin içinde ise İhncil’den sahneler vardır Narteksin üzerindeki galeriye “L” şeklinde olup naos’dan çıkılır Avluda sonradan yapılmış mermerden ikizli açıklıkları olan baldaken tarzındaki üzeri kubbeli kare şeklindeki yüksek çan kulesi kilise ile mimari bakımdan bir bütünlük teşkil etmez Avluda ayrıca kilise görevlilerine ait binalar vardır

Ayios Athanasios Kilisesi (Şişli)
Kurtuluş’da Omuzdaş Sokağındadır Tanzimat’ın verdiği yetki ile izin alınarak yapılmış kiliselerdendir Kilisenin atandığı Athanasios 296-373 yıllarında yaşamış çok sayıda dini eserleri olan bir din adamıdır 325 deki İznik konsiline katılmış sonra 328 de İskenderiye Patriği olmuştur Daha sonra Arius’un başlattığı ,İsa’nın tanrısal kişiliğini soruşturan Arius’culara karşı mücadele etmiş ,Mısır’a giderek oradaki keşişleri yönlendirmiş 2 Mayıs 373 de 75 yaşında da ölmüştür Kilisenin günü onun ölüm günü olan 2 Mayıs’dır Yapı, Tanzimat fermanı ile inşa edilen Rum ortodoks kiliselerindendir 1855 de inşa edilmiş,1893 ve 1949 da tamir edilmiştir Eğimli bir arazide yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içerisinde kubbeli bazilika plânında bir yapıdır Apsis üzerinde korkuluklarında İncil’den sahnelerin işlendiği küçük bir galeri vardır Ahşep ikonastasis’de yuvarlak kemerlerin içinde Meryem kucağında çocuk İsa ve aziz figürleri büyük boy yağlıboya tablolar olarak işlenmiştir Giriş dışarıdan üçgen bir alınlıkla nihayetlenir bunun iki yanında da oldukça yüksek çan kuleleri vardır Orta mekanın üzeri yuvarlak kasnaklı,basık,çinko kaplı kubbe ile örtülüdür Kubbenin etrafını ağırlık payelerinin oturduğu dört köşede küçük istinat kuleleri yapılmıştır

Ayios Konstantinos ve Ayia Eleni Kilisesi ( Beyoğlu)
Tarlabaşında Kalyoncukulluğu caddesindedir Tanzimat fermanı ile yeni kilise inşa etme izni alındıktan sonra 25 Mart 1856 de inşaata başlanıp 9 Nisan 1861 de Patrik II Iohakim’in (1860-1863) kutsamasıyla ibadete açılış yakın devir Rum kilisesidir Hıristiyanlığı ilk kabul eden Roma İmparatoru olan Konstantinos (306-337)’un annesi Elena’nın anısına yapılmıştır Bitinya’da doğan Eleni hıristiyanlığı kabul ettikten sonra yoksullara laptığı yardımlar ve kutsal yerleri ziyaretleri ile tanınmış ve ölümünden sonra azize ilan edilmiştir İmparator Konstantin 312 de taht kavgası nedeniyle Maxentus ile savaşırken gökyüzünde hale ile çeverelenmiş kutsal haç’ı görür ve savaşı da onun sayesine kazandığına inanır Bu olaydan sonra şükran borcunu ödemek üzere Kudüs’e giden Eleni oradan “Kutsal Haç” kabul edilen röligi İstanbul’a getirir Ölümünden sonra azize payesi verilir Yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun ortasında yer alan kilise bazilika ile Yunan haçı planın birleştirildiği bir plâna sahiptir Doğu ekseninde yarım yuvarlak üç apsis dışarıya çıkıntılıdır Batı tarafında ise binanın iki tarafında yüksek çan kuleleri bulunmaktadır Dış cephede değişik pencere sistemleri kullanılmış olup narteksin üzerindeki yarım kubbenin üstünde bir de saat kulesi yapılmıştır Cephe mimarisi Barok ile karışık eklektik üsluptadır İkonastasis bema’nın tamamını kaplar mermer,altın varak ve yağlıboya tablolar halinde Aziz tasvirleri çerçeveler içinde bütün yüzeyi doldurur Despot koltuğu ve ambon da aynı üslupta yapılmıştır Kubbede Pantokrator İsa,pantantiflerde de dört incil yazarı resmedilmiştir
Ayios Nikolaos Kilisesi (Beyoğlu)
Karaköy ile Tophane arasında Hoca Tahsin ve Mumhane caddesi arasındadır 1583 ve 1604 listelerinde yer alan bu kilise 1695 deki yangında yanmış 30 sene kadar metruk kaldıktan sonra yeniden inşa edilmiş fakat kısa bir süre sonra çıkan 1731 yangınında bir kere daha yangın geçirerek tamir edilmişse de 1796 da tekrar yanmıştır 1804 de temelden inşa edilmiştir IV üncü yy da Patara’da doğup Myra’da piskopos olan,IX uncu yy da ise doğu kilisesi tarafından aziz ilan edilen, gemicilerin ve çocukların azizi olarak bilinen Aziz Nikolaos’a ithaf edildiği için İstanbul’a gelen denizcilerin ibadet yeri olarak tanınan bu kilise 1834 yılında büyük bir onarım geçirmiş ve bazı ilaveler yapılmıştır 1867 de ise narteks’deki ayazma yapılmıştır Yonu taşı ile yapılıp üzeri sıva ve günümüzde de kiremit rengine boyalı olan kilise üç nefli bazilika plânındadır Üst örtüsü kiremit kaplı kırma çatıdır Nefleri ayıran sütunlar iyor başlıklı olup düz bir silme ile bağlanırlar Ahşap ikonastasis bemanın tamamını kaplar ve çerçevelerin içine aziz,Meryem,İsa ve incil’den sahneler yapılmıştır Naos’da orta nefin üzerinde Pantoğrator İsa tasviri vardır Narteks’deki merdivenlerle iki taraftan galeriye çıkılır
İoannes Prodromos Kilisesi (Beyoğlu)
Tophane ile Galata arasında Vekilharç sokağındadır İoannes Prodromos’a (Vaftizci Yahya) atanmıştır İoannes İsa ile aynı zamanda yaşamış ve Meryem’in akrabası olan Elizabeth’in oğludur Çocukları olmadan yaşlanan Elizabeth ve Zekeriya’nın ileri yaşlarında bir oğulları olur,hatta Meryem ile Elizabeth’in hamilelikleri aynı dönemdedir İoannes büyüdüğünde insanları Şeria ırmağında kutsayarak günahlarından arındırdığı için İbraniler tarafından beklenen Mesih kabul edilmek istenmişse de o “Ben “O” nun habercisiyim” der Hatta İoannes İsa’yı da şeria nehrinde vaftiz etmiştir Bölgeyi idare eden Kral Herot kardeşinin karısı Herodia ile evlidir Yahya bunun yahudi yasalarına göre zina sayılacağı etrafta yayması ve taraftar bulması üzerine Herodia onu öldürtmek ister,fakat Kral Herot Yahya’yı tutmakta ve onu Herodia’nın düşmanlığından korumakta idi Herodia Kralı ikna edemeyince kızı güzel Salome’yi kralın önünde dans ederek kandırması için ikna eder Saloma tarihte “yedi tül dansı” adı ile geçen dansı Kral’ın önünde yapar Törelere göre Kral’ın önünde çıplak dans eden kadın onun olacağı için Herot Yahya’nın öldürülmesine istemeyerek izin verir ve 7 Temmuz günü İoannes başı kesilerek idam edilir Daha sonra onun ölüm günü Yortu günü olarak kabul edilir İlk yapılışı Bizans devrine kadar inen bu kilise İstanbul’da en çok yangın felaketine uğramış ibadethanedir 1583’de Çar adına İstanbuldaki Ortodoks kiliselerinin listesini yazan Tryphon ile 1604 tarihli Paterakis listelerinde yer alan bu kiliseyi 1652 de İstanbul’a gelen Antakya Patriği Paulus iki kere yanıp yeniden yapıldığını yazmaktadır 1683-1696 yıllarında kilisenin ibadete açık olduğunu Manuel Gedeon tesbit ederek Galata’daki dokuz kiliseden biri olduğunu yazmaktadır Ne yazık ki 1696 da tekrar yanan kilise Sultan II Mustafa’dan alınan fermanla Sakızlı Rumların verdikleri maddi yardımla temelden inşa edilir ve bu tarihten itibaren onların idaresine geçerek “Sakızlıların kilisesi” diye de adlandırılır 1731 de tekrar yanan kiliseyi yine Sakızlı tüccarlar onarırlar ve 29 Eylül 1734 de ibadete açarlar Galata’da 8 Şubat 1771 de çıkan yangında bu kilise bir kere daha tamamen yanar III Mustafa’dan (1754-1774) alınan fermanla temelden yeniden inşa edilen kilise 1836,1874,1884 ve 1894 yıllarında yapılan onarım ve genişletmelerle günümüze gelmiştir Üç nefli bir bazilika planına sahip olan yapı’nın kuzey cephesi sıvasız kaba yonu taşı arasında tuğla hatıllı ve dikdörtgen pencereli,batı cephesi ise sıvalı ve sağır duvarda tek bir penceresi olan üst örtüsü içeriden beşik tonoz dışarıdan kiremit kaplı kırma çatı ile örtülü bir yapıdır Nefleri ayıran sütunlar yuvarlak kemerlerle bağlanmış olup bu kemerlerin iç yüzleri dekoratif motiflerle bezenmiştir Üç bölümlü apsis’in tamamının önünde bulunan ahşap ikonastasis altın varakla süslenmiştir Burada büyük çerçeveler içinde Meryem Çocuk İsa,İoannes Prodromos ve incilden sahneler işlenmiştir Ahşap,ejder figürlü Patrik koltuğu ve üzerinde İncil Yazarlarının portrelerinin bulunduğu ambon ikonastasis ile aynı teknikte yapılmıştır Naos’un bitiminde merdivenle çıkılan galeri “U” şeklinde olup yarım yuvarlar çıkıntılı olup korkuluğu üzerinde çerçeveler içinde İsa’nın yaşamından sahneler işlenmiştir Çan kulesi 1855 de inşa edilmiştir Kilisenin avlusunda ,tarihleri 1842-1863 arasında olan Sakızlılara ait mezarlar bulunmaktadır Kilise günümüzde Türk Ortodoks Başpiskoposluğu’nun yönetimindedir

Panayia Evangelistria Kilisesi (Beyoğlu)
Dolapdere’de Hacı İlbel sokağındadır Evvelce mevcut ahşap bir kilisenin arsası üzerine 1877 de inşata başlanıp 16 senede bitirilerek 1893 de ibadete açılmıştır Meryem’e tanrıdan bir oğul doğuracağı müjdesinin verilmesi adına inşa edilmiştir Yüksek duvrlı bir avlunun içinde yer alan kilise uzun yıllardır kapalıdır Genel plan şeması kapalı Yunan Haçı dır İki renkli düzgün kesme taşlardan inşa edilmiş olup Naos’un iki yanında son derece yüksek sivri külahlı çan kuleleri vardır Kilisenin orta mekanını etrafında pencereleri bulunan yuvarlak kasnaklı basık bir kubbe örter Nartek’deki bir merdivenle çıkılan galeri “U” şeklinde narteksi ve çevresini kuşatır İkonastasion ,despot koltuğu ve ambon mermerden yapılmış olup son derece eklektik tarzda tezyin edilmiş olup İncil’den sahneler resmedilmiştir Kilisenin içinde , Evangelistria (İsa’nın doğumu’nun müjdelenmesi) konulu gümüş ikona kilisenin kıymetli litürjik eşyalarındandır Naos’a avludan giriş yan yana üç demir kapıdan sağlanır Bu kaüpıların üzerinde mermerden yuvarlak kemerlerin içinde aziz figürleri yer almaktadır Binanın batı cephesinde Panayia Thetokos’a atanmış bir Ayazma mevcuttur

Panayia İsodion Kilisesi (Beyoğlu)
Galatasaray’da Emir Nevruz Çıkmazında , günü 21 Kasım olan Rum Ortodoks kilisesidir Kitabesinde 18 Eylül 1804 de inşa edildiği yazılıdır Panayia Eiosodoion’a (Meryem’in Mabede takdimi) ithaf edilmiştir (III Selim’in (1789-1807) fermanı ile yapılan ilk bina tek nefli ve basit bir yapıdır II Mahmut (1808-1839) ‘un fermanı ile kilise 1831 de iki yana doğru genişletilmiş ve çatısı da yenilenmiştir 1860 da kilise tekrar bir onarım geçirerek genişletilmiş bunu 1875,1890 ve 1904 deki tamir ve küçük ilaveler takip etmiştir İçerisinde çeşitli işlevli yapıların olduğu geniş bir avlu içerisindedir Beş nefli Bazilika planında olan yapının orta nefi basık tonoz yan nefler ise ahşap çatıdır Kilisenin Naosuna açılan üç,güneyinde ise iki giriş kapısı vardır Apsis’in önünde ve üç nefi kaplayan ahşap İkonastasion üçgen alınlığı ile antik dönem cephe düzenlemesini hatırlatmaktadır 1860 daki onarımda yapılmış olan ahşap Ambonun yüzeyindeki madalyonlarda İsa ve dört İncil Yazarının tasvirleri vardır Despot koltuğu da ahşap olup kabartma tekniğinde oymalıdır Nefleri ayıran sütunlar ise yuvarlak kemerli ve iyon başlıklıdır Naos’daki orta nefin üzerinde Pantokrator İsa tasviri yer alır,sütunların arasında ise havari ve aziz figürleri işlenmiştir Galeri korkuluğunun üzerinde “Son Akşam Yemeği” sahnesi,kuzeydeki neflerde Meryem’in güneydekilerde ise İsa’nın hayatından sahneler yer almaktadır XIX uncu yy a ait olan bu resimlerin Sanat Tarihi açısından belirgin bir özelliği yoktur.
Panayia Kafatiani Kilisesi (Beyoğlu)
Tophane ile Karaköy arasındaki Ali Paşa Değirmeni sokağındadır 1475 de Kırım’daki Kaffa şehrinden gelen Rumlar tarafından inşa edildiği bilinir Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un esnaf ve sanatkâr ihtiyacını karşılamak için otuzbin Rum ve Ermeniyi getirttiği ileri sürülmüştür Eski listelerde “Panagia Kaphatiane Galata” adıyla kayıtlara geçmiştir 25 Nisan 1696 de büyük bir yangın geçirerek yanmış yeniden inşa edilerek 14 Eylül 1698 de Kutsal Haç yortusunda ibadete açılmıştır 1731 de tekrar yanan kilise yeniden inşa edilir ve Sulan fermanıyla onarılır ve 1 Ekim 1734 tarihinde yeniden ibadete açılır Kapı kitabesinde bu tarih yazılıdır Bir müddet sonra yeniden harap olan kilise tekrar büyük onarım geçirir ve 1840 da temelden yenilenir Hz Meryem’e ithaf edilmiştir Doğu kilisesinde Hz Meryem “Panayia” adı ile tanımlanır ve İstanbul’da ona atanmış çok kilise vardır 1652 de İstanbula gelen Antakya Patriğinin katibi Paulus, Kaffa’den gelen Rumların beraberlerinde getirdiği söylenen “Hodogetria Meryem” ikonasının Kilisenin kuzey nefinde bulunduğunu söylemektedir Kilise etrafı yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içerisinde yer alır Avlunun içinde Türk Ortodoks Başpiskoposluğunun yönetim odaları ve kilise görevlilerine ait lojmanlar vardır Çan kulesi 1840 daki tamirde ilave edilmiştir Dikdörtgen planlı üç nefli bazilika tipinde bir yapıya sahip olan kilisenin üstü çatı ile örtülüdür Apsis dışarıdan çıkıntılıdır Naos’da nefleri sınırlayan sütunlar yuvarlak kemerlidir İçten orta nefin üst örtüsü beşik tonoz yan nefler ise düz tavandır Apsis’in üstü ise kiliselerin geleneksel mimarisi olarak yarım kubbe ile örtülüdür Ahşap olan İkonostasion,naos’un doğusunda üç nefi de kapsar ,oyma ve kabartma tekniği ile yapılmış,üzeri altın varaklı geometrik motifler ,yaprak ve çiçeklerle süslüdür Altta büyük çerçeveler içinde Meryem’in ölümü sahnesi olan “Koimesis” , “Meryem ve Çocuk İsa”, “ İsa’nın Doğumu” resmedilmiştir Bunlardan başka bazı azizler in tasvirleri de burada yer alır Naos’daki iki sütun’un arasına oturtulmuş olan Ambon (bir tür vaaz kürsüsü) yine altın varaklarla süslenmiş olup kürsünün altında çerçeveler içinde Hz İsa ve 4 İncil yazarının tasvirleri bulunmaktadır Despot koltuğu de yine aynı tarz bitki motifleri ile bezenmiş olup burada ayrıca kabartma olarak melek ve hayvan figürleri işlenmiştir Nefleri ayıran sütunların aralarındaki madalyonlar içinde havariler resmedilmiştir Orta nefin üst örtüsündeki “Pantokrator İsa” (Dünyaya hakim olan) yağlıboya ile yapılmıştır
Ayios Demetrios (Fatih)
Edirnekapı’da Prof Naci Şensoy Caddesindedir Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun içerisindedir Bu kilisenin Bizans devrinde var olduğu Fatih Sultan Mehmet’in bir fermanında yer aldığı fakat bu fermanın aslının patrikhane yangınında yok olduğu ileri sürülür 17 inci yy da bu kilise bu bölgede yaşayan keşişlere ait olduğu bilinmektedir 1730 tarihli bir fermanda daha önce bu bölgede yanmış olan oniki kilise ile birlikte bunun da onarımına izin verildiği yazılıdır Kilisenin batı tarafındaki kapısının üzerinde ise 20 Nisan 1834 tarihli tamir kitabesi vardır Kilise bugünkü durumu ile 19 uncu yy a ait üç nefli bir bazilikadır Yan nefler orta neften bir basamak yüksektir Ahşap olup kahverengiye boyalı İkonostasis üç nefi de kapsar,ambon ve despot koltuğu ile aynı teknikte yapılmıştır Apsis dışarıya yarım yuvarlak çıkıntılıdır İçerideki nefleri ayıran sütunlar ahşaptır Binanın üst örtüsü içeriden orta nefin üzeri tonoz ,dışarıdan ise çift meyilli çatıdır Kilisenin batı tarafında kare planlı Ayios Sebastios Ayazması bitişiktir

Ayios Demetrios Kanavis (Fatih)
Ayvansaray’da Kırkambar sokağında Rum ortodoks kilisesidir Bizans devrinde 1204 de Nikolaos Kanavis’e ithafen yakınları tarafından inşa ettirildiği ileri sürülen bu yapı 1597-1601 yıllarında Patrikhane kilisesi olarak kullanılmıştır 1729 da çıkan büyük yangında yanmış cve ertesi sene Patrik II Paisios zamanında tamir ettirilerek ibadete açılmıştır Giriş kapısı üzerindeki kitabeden 1835 ‘de Patrik Konstantinos zamanında yeniden tamir edildiği yazar Ayrıca Narteks’deki kitabelerde 1933,1946 ve 1960 da onarım gördüğü yazılıdır Üç nefli bir bazilika planına sahip olan binanın bema kısmı neflerden iki basamak yüksektir Apsis’in iki yanındaki diakonikon ve protesis hücrelerinin kendi apsisleri vardır Bu üç apsis çıkıntısı dışarıdan yarım yuvarlaktır Nefleri ayıran sütunlar korint başlıklı ve ahşap olup üzerleri alçı kaplanıp porfir taklidi boyanmıştır Naos’daki İkonastasis abanoz taklidi siyah ağaçtan yapılmış olup üç nefi de kapsar Bunun yan tarafındaki ambon ve despot koltuğu da aynı stildedir Galerinin korkuluklarında İsa’nın yaşamından çeşitli sahneler canlandırılmıştır Pencerelerde ise renkli camlardan haç motifleri işlenmiştir Orta nefin üst örtüsü içeriden tonoz dışarıdan ise iki yandaki nefleri de kapsayan çift meyilli çatıdır Bina dışarıdan yüksek duvarların arkasındaki avlunun içindedir
Ayios Kiryakos (Fatih)
Edirnekapı-Eğrikapı arasında sur dışındaki Rum mezarlığının içindeki Rum Ortodoks kilisesidir İmparator Diocletianus zamanında öldürülen ilk hıristiyanlardan olup sonradan azize ilan edilen Kiryaki’ye atanmıştır İlk yapılış tarihi bilinmemekte olup bugünkü durumu 19 uncu yy a ait olup mezarlık için yapılmış bir şapeldir Tek nefli bazilika şeklindeki bir plana sahip olup apsis dışarı yarım yuvarlak olarak çıkar Apsis’in önündeki ikonostasis mermerdendir Orta mekan içten beşik tonoz dıştan çift yüzlü kırma çatı ile örtülüdür
Ayios Konstantinos ve Ayia Eleni Kilisesi (Fatih)
Samatya-Yedikule arasında Kilise sokağındadır İlk yapılışının Bizans İmparatoru I Konstantinus (324-337)’un annesi Helena’nın anısına yaptırıldığı ileri sürülür Fatih Sultan Mehmet İstanbulu fethettikten sonra Karaman’dan gelen rumları burada iskan ettirmiş ve yıkık olan bu kiliseyi yeniden inşa etmelerine izin vermiştir 1689 da bu kilise tamamen yanmış ve uzun bir süre onarılmamıştır Kitabelerine göre 6 Nisan 1805 de yeniden yapılarak ibadete açıldığını öğreniyoruz 1833 de Mimar Konstantinos gözetiminde bir restorasyon geçirir Avludaki baldakinli çan kulesi ise 1903 de yapılmıştır 7 Eylül olaylarında tamamen tahrip edilen bu kilise 1960 da onarılarak yeniden ibadete açılmıştır Bugünkü binanın plânı üç nefli bazilika şeklindedir Yan nefler orta neften bir basamak yüksektir Narteks’in üzerinde dikdörtgen planlı bir galeri yer alır Dış cephe oldukça sâde olup sıva ile kaplıdır Üst örtüsü orta nefin üzeri içten tonoz dıştan ise çift meyilli kiremit kaplı çatıdır İkonastasis,ambon ve despot koltuğu ahşap olup oyma kabartma tekniği ile çiçek ve yaprak motiflerini ihtiva eder

Ayios Minas Kilisesi (Fatih)
Samatya’da Nafiz Gürman Caddesi ile Bestekâr Hakkı Bey Sokağının bitiştiği köşededir Kilisenin bulunduğu yerde 4-5 yy a ait olan Polikarpos Martirium’u bulunuyordu 1200 de Rusya’dan İstanbul’a gelen Novgoradlı Antoine yazdığı gezi notlarında buradan bahsetmektedir 1782 de yanan kilise 1833 de Mimar Konstantin Yolasığmazis’in projesi doğrultusunda bugünkü şekli ile inşa edilmiştir 6-7 Eylül olaylarında büyük tahribat görmüş ve İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü Mimarlarından Süreyya Yücel’in kontrolluğunda tamir edilmiştir Üç nefli bir bazilika planına sahiptir Nefleri ayıran sütunlar silmelerle beton kirişlere bağlanır İkonastasis diğer bütün Rum kiliselerinde görüldüğü gibi ahşap olup üç nefi de kapsar Etrafı duvarla çevrili bir avlu içerisinde yer alan kilisenin en göze çarpan mimari parçası,mermerden baldaken tarzında yapılmış çan kulesidir Kilisenin altında bir Ayazması vardır

Ayios Nikolaos Kilisesi (Fatih)
Samatya’da tren istasyonunun arkasındaki Muallim Fevzi Sokağındadır Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun içerisinde yer alır Kilise 1583 tarihli Trypon ve 1604 Paterakis listelerinde yer almaktadır 1652 de buraya gelen Antakya Patriği’nin katibi Paulus yazdığı raporunda içte çok güzel süslemeleri olduğundan bahsetmektedir 1782 ‘de yanan kilise bir müddet sonra başlatılan inşaat ile yeniden inşa edilmiş ve 21 Ocak 1830 da Patrik Konstantinos zamanında ibadete açılıştır Üstü çift meyilli kiremit çatı ile kaplı olan kilise üç nefli bir bazilika şeklindedir Apsis doğu tarafında dışarıya yarım yuvarlak çıkıntılıdır Kaba taş tuğla karışımı malzeme kullanılarak inşa edilmiştir Avludaki çan kulesi demir iskeletten yapılmıştır

Ayios Nikolaos Kilisesi (Fatih)
Ayakapı Abdülezel Paşa Caddesi üzerindedir İlk yapılışı Bizans devrine kadar inen bu kilise 1633 deki Cibali yangınında harap olmuş ve Sultan III Mustafa’nın (1757-1774) verdiği fermanla yeniden inşa edilmişse de kısa bir süre sonra çıkan bir yangında yanmış ve 1837’de bugünkü kilise inşa edilmiştir Üç nefli bazilika tipinde bir plana sahip olan yapının,alt kısmı penceresiz üst katında ise az sayıda dikdörtgen pencereleri olan taş,tuğla karışımı duvar örgüsüne sahip kırma çatı ile örtülü bir kilisedir Yan nefler orta neften bir basamak daha yüksektir Naos’daki sütunlar birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmış,porfir taklidi boyalı olup ahşap üzerine alçı sıvalıdır Naos’daki üçgen alınlıklı ikonastasis ve ambon mermerden yapılmıştır Narteks’in üzerindeki galeriye çıkış avlunun güneyinde ve yanındaki Ayios Haralambos ayazmasındaki merdivenlerle sağlanır Baldaken tipinde mermerden yapılmış bir çan kulesi vardır.
Ayios Nikolaos Kilisesi (Fatih)
Topkapı’da Kaynata,Posta ve Karatay sokaklarının çevrelediği köşededir Aziz Nikolaos’a ithaf edilmiş olan bu kilisenin ilk temellerinin Bizans’a kadar indiği söylenir Patrik Konstantinos zamanında Kayserili mimar Konstantinos Yolasığmazis’e hazırlattırılan proje çerçevesinde yeniden inşa edilmiş ve 17 Kasım 1831 de ibadete açılmıştır Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun arkasındadır Üç nefli bazilika tipinde bir plana sahiptir Neflerdeki ahşap sütunlar kirişlere postamentlerle bağlanmıştır Orta nefin üzeri içten tonoz yan nefler ise düz tavan şeklinde olup dışarıdan kiremit kaplı kırma çatı ile örtülüdür Dış cephede devşirme malzeme kullanılmış olup genel örgü sistemi kaba taş v tuğla karışımı olup sadece köşelerde düzgün kesme taş kullanılmıştır Üç nefi içine alan ikonastasis,despot koltuğu ve ambon ahşap olup üzeri oyma tekniği ile yapılmış kabartma bitki motifleri ile tezyin edilmiştir Baldakenli bir çan kulesi vardır Narteksin kuzeyinde Ayios Yeoryios’a atfedilen bir ayazma bulunur.
Ayios Taksiarhes “Ayia Strati” Kilisesi (Fatih)
Haliçe inen Ayan Caddesindedir Yüksek duvarlarla çevrili eniş bir avlunun gerisinde yer alır İlk yapılışı Bizans’a kadar inen kilise 1730 Balat yangınında yanmış ,kitabesinde yazdığı üzere 17 Eylül 1833 de restorasyonu biterek Patrik I Konstantinuz döneminde ibadete açılmıştır Üç nefli bazilika planındaki kilisenin apsis’i dışarıya yarım yuvarlak çıkıntılıdır Üst örtüsü kiremit kaplı çatıdır Ortadaki büyük iki yanlardaki daha küçük basık kemerli üç kapı ile Naos’a girilir Ahşap olan İkonastasis her üç nefi de kapsar Despot koltuğu ve ambonu ile aynı stilde yapılmıştır Kare gövdeli çan kulesi binaya bitişiktir Kilisenin doğu cephesinde Ayios Nikolaos’a atfedilen ayazması vardır Avlunun kuzeyinde ise bugün kullanılmayan Rum İlkokulu bulunmaktadır.
Ayios Yeoryios Kiparisses Kilisesi (Fatih)
Samatya’da Nafiz Gürman Caddesi ile Büyük Kuleli Caddesi arasındadır Meyilli olan arazinin kuzey tarafındaki yoldan iki metre aşağıda yüksek duvarlı bir avlunun içindedir Bizans döneminde varlığı bilinen bu kiliseyi 1652 de İstanbula gelen Antakya Patriğinin katibi Paulus verdiği raporunda buradan içinde çok kıymetli ikonaların bulunduğu kubbeli bir Bizans bazilikası olarak bahseder 1782 yangınında harap olan bina Patrik I Konstantinus zamanında Mimar Nikolaos Nitkitadis’in hazırladığı proje kapsamında 1834 de yeniden inşa edilir 1966 da Vasilios Athanasiades’un maddi yardımlarıyla büyük bir tamirat yapılır Kaba taş ve tuğla karışımı malzeme ile inşa edilmiş kilise üç neflu kubbeli bir bazilika planındadır Narteks sonradan eklenmiştir Apsis ve iki yanında diakonikon ve protesis hücrelerinin apsisleri yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır Orta nefin üzerini, sekizgen kasnaklı her köşede bir pencerenin yer aldığı ,üzeri kiremit örtü basık bir kubbe örter İkonastasis,despot koltuğu ve ambon ahşaptan yapılmış olup üzerlarinde aynı stilde geometrik ve bitki motifleri vardır Avluda kiliseye bitişik olan ayazma,İsa’nın Tabor dağında suretin değişmesi olan Metamorfozis (=Transfigürasyon) adı ile tanımlanmıştır.
Ayios Yeoryios Metohion (Fatih)
Fener’de Vodina caddesi ile Merdivenli mektep sokağı arasındadır İlk yapılışı 1132 olan bu kilise XVII inci yy dan beri Kudüs Patrikhanesinin metohionu (=temsilciliği) ‘dur 1640 da geçirdiği yangından sonra içindeki kitabesinden öğrendiğimize göre 1708 de Kudüs Patriği Hrisantos döneminde Mimar Kalfa Paulos’un projesi doğrultusunda yeniden inşa edilmiştir 1728 de bir yangın daha geçirir ve yeniden yapılır 1913 de ise bina tekrar büyük bir tamir görür Üç nefli bir bazilika planına sahip olan yapı kırma taş ve tuğla ile yapılmış olup üst örtüsü iki tarafa meyilli, kiremit kaplı çatıdır Ortadaki apsis’in iki yanında kendi apsisleri olan diokonikon ve prothesis hücreleri vardır Bunların apsisleri dışarıya yarım yuvarlak olarak çıkıntı yapar Narteksin üzerindeki neflere doğru çıkıntı yapan galeriye naos’un kuzey batısındaki ahşap merdivenle sağlanır Kilise avludan Naos’a tek bir giriş ile sağlanır Buradan naos’a iki taraftan giriş basık kemerlidir Naos’un kuzeyinde Ayios minas ayazması yer alır.
Ayios Yeoryios Potiras Kilisesi (Fatih)
Fener ile Karagümrük arasında Tevkii Cafer Mahallesi Murat molla caddesindedir 1583 tarihli Tryphon ve 1669 tarihli Smith listelerinde adı geçen bu kilisenin daha eski tarihi hakkında bilgimiz yoktur 1730 tarihinde İstanbul’da yanmış olan oniki kilisenin ihyasına dair hükümde buranın da adı geçerse de restorasyonun 1830 da gerçekleştiğini kitabelerinden öğreniyoruz Son devir Rum kiliselerinin klasik mimari özelliklerini gösterir Üç nefli bir bazilika şeklinde olup üzeri kırma çatı ile örtülüdür Binanın kuzeyindeki ek yapı olan Parakklesion bitişiktir Kaba taş ve tuğla karışımı ile inşa edilmiş olup sadece köşelerde düzgün kesme taş kullanılmıştır Nefleri ayıran sütunlar diğer çağdaşı kiliselerdeki gibi mermer taklididir

Ayios Yeoryios Patrikhane Kilisesi (Fatih)

Fener’de Sadrazam Ali Paşa Caddesi üzerindedir Etrafı yüksek duvarlarla çevrili Patrikhane kompleksinin kilisesi olan yapı avlu kapısından girişte tam karşıya gelmektedir Kilise ile avlu kapısı arasında solda,hıristiyan alemi için oldukça önemli olan “mür” yağının üretildiği tek katlı bina yer alır Vaftizde alına sürülen bu çeşitli otların kaynatılmasıyla elde edilen bu yağ dünyada sadece burada üretilmektedir Bu kutsal yağ alelade bir ateşte kaynatılmaz Dünyanın her tarafından eskimiş inciller,kırık ikonlar ve diğer ahşap heykelcikler burada depolanır ve 4-5 senede bir yapılan bir merasimle “mür” yağının yapıldığı kazanın altındaki ateş bu malzemenin yakılmasıyla elde edilir Zemini kare mermer döşeli avlunun sağında patrikhanenin lojman binaları bulunmaktadır Kilisenin yan tarafından dar bir aralıkla arkaya doğru genişleyen bahçede ise Kütüphane,yönetim binaları ve Haralambos ayazması bulunmaktadır Fatih Sultan Mehmet tarafından patriklik tacı ve asası verilen II Gennadios zamanında patrikhane Oniki havari kilisesinde idi 1455 de buradan Pammakaristos (Fethiye Camii) Manastırına taşındı, 1597 de Şeyhülislam Çivizâde Mehmet Efendi’nin fetvasıyla bu manastırın camiye çevrilmesi üzerine Balat’daki Aya Dimitri Kilisesi patrikhane binası oldu 1602 de ise bugünkü binanın bulunduğu Hagios Georgios manastırı Patrikhane oldu ve zaman içinde gelişerek bugünkü konumunu aldı Kilise ,18 Aralık 1720 tarihli kitabesinde yazdığına göre yeniden inşa edilmiştir 1827 ve 1836 da büyük onarımlar geçiren bina 1941 de bir yangın geçirmiştir En son düzenleme ise 1991 dedir Üç nefli bazilika planına sahip olan kilisenin giriş kapısı üçgen bir alınlıkla biter Ortadaki apsis’in iki yanındaki diakonikon ve protezis hücrelerinin apsisleri de yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır İçerisi son derece zengin avizelerle aydınlatılmaktadır Patrikhane kilisesi olması dolayısıyla içerisine bazı rölikler ve kutsal sayılan eşyalar toplanmıştır Bunlardan en önemlisi İsa’nın kamçılanmak üzere bağlandığına inanılan taş Kudüsden buraya getirilerek İkonastasis’in güney tarafına konulmuştur Ayrıca Azize Eufemia ,Teophano ve Solomoni’ye ait olan röliklerin saklandığı üç tabut İkonastasis’in hemen yanındadır Ayrıca içerisinde çok zengin ikonalar vardır.
Hristos Analipsis Kilisesi (Fatih)
Samatya İstasyonu arkasında Büyükkule ile Akıncı sokakları’nın arasındadır Hz İsa’nın göge yükselişine atanmış Ortodoks kilisesidir Burası hakkındaki en eski kayıt 1566 senesine aittir 1782 de yanan bina Patrik I Konstantinos döneminde yeniden yapılarak 1 Mart 1832 de ibadete açılmıştır Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun içinde yer alan kilise üç nefli bazilika planına sahiptir Giriş kısmı sonradan eklenmiştir Kaba yonu taşı ve tuğla karışımı olarak inşa edilmiş olup sadece köşelerde düzgün kesme taş kullanılmıştır Naos’dan üstteki galeriye korkuluklarına “Eski Ahit” den sahneler yapılmış ahşap merdivenlerle çıkılır Nefleri ayıran sütunlar mermer taklidi ahşaptır Dış görünüşünün sadeliğine karşılık İkonastasisin Yunan mabedinin cephesini andıran sütunlar ve üzerindeki üçgen arşitravla son derece görkemli bir görünüşü vardır Buradaki gümüş kaplamalı Analipsis ikonası en önemli parçalardan biridir Avludaki Zangoç evi’nin çatısında yer alan çan kulesi baldaken tarzındadır Ayrıca avluda bir ayazması vardır.
İoannes Prodromos Metohion Kilisesi (Fatih)
Balat’da İskele Caddesi ile Mürsel Paşa Caddesi arasındadır 1334 tarihli bir belgede burasının “Avcıların Prodromos’u ve Vaftizcisi” olarak adlandırıldığını,139 4 tarihli bir başka vesikada da “Nikolaos’un kilisesi” olarak adının geçtiğini görüyoruz 1400 tarihli bir başka belgede Nikolaos Hresimos tarafından yaptırıldığı yazmaktadır 1623 deki bir fermanın onayı ile tamir edilen kilise 1640 da yanmıştır 1686 de tamir edilir ve 1729 da Giritli Mimar Nikoforos tarafından genişletilerek yeniden inşa edilir 1831,1852 ve 1855 de tamir gördüğü içerideki kitabelerde yazılıdır 1670’deki bir kayıtta mülkiyetin İskenderiye patrikliğine ait olduğu yazılı olan bu kilise 1686 da Rusya elçisinin Sultan IV Mehmed’e başvurusu üzerine Tur-i Sina manastırına verilir bu tarihten sonra uzun bir süre Tur-i Sina keşişleri burada barınır ve o tarihten bu yana Tur-i Sina Dağındaki Azize Ekaterini Manastırının metohion’u olarak kabul edilmektedir Üç nefli bazilika planına sahip olan yapının üst örtüsü kırma çatıdır Nefler sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmışlardır Ahşap İkonastasis bütün bema’yı kaplar ve yağlıboya ile İncil’den sahneler resmedilmiştir İkonastasis’den itibaren üçüncü sütuna oturtulmuş olan ambon ve merdivenlerinin korkulukları çok ince bir ahşap işçiliği gösterir.
Panayia Kilisesi (Fatih)
Hekimoğlu Ali Paşa Caddesi ile Kızılelma Caddesinin kesiştiği yerde,Yapağı sokağındadır Yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içerisinde yer alır Bizans döneminde önemli bir dini merkezde yer alması bakımından önemlidir Zaman içinde tahrip olan kiliseyi 1730 da İstanbul kadısı Mehmed Raşid’e yapılan bir başvuru ile yeniden inşası için izin alınmıştır Bugünkü bina 1834 de inşa edilmiş ve 1965 de de onarım geçirmiştir Klasik Rum Kiliselerindeki gibi üç nefli bir bazilika plânındadır Nefleri meydana getiren mermer taklidi sütunlar beton kirişlerle birbirlerine bağlıdır Dışarıdan Naos’a giriş üçüzlü bir kapıdan sağlanır Bu kapının her iki tarafında iki katta da dikdörtgen pencereler vardır Cephenin üst kısmını içinde pencere olan büyük bir kemer tamamlar Çatısı kiremit örtülü olup çift meyillidir Yan tarafında yapım tarihi 1786 olan ana kilisenin küçük bir kopyası durumundaki Taksiarhes şapeli bulunmaktadır

Panayia Balinu (Fatih)
Balat’da Mahkemealtı Caddesindedir İlk yapılış tarihini bilemediğimiz bu Ortodoks Kilisesi içerisindeki kitabesinde yazdığı üzere Patrik IV Germanos zamanında temelden yeniden inşa edilmiştir Daha sonra 1877,1912 ve 1992 de tamir edilmiştir Üç nefli bazilika plânında olup yarım yuvarlak apsis’i dışarıya çıkıntılıdır Üst örtüsü kiremit kaplı kırma çatıdır Nefleri mermer taklidi sütunlar birbirinden ayırarak arşitravlara bağlanır Narteks’den naosa giriş basık bir kapı ile sağlanır.
Panayia Belgradu (Fatih)
Belgratkapı’da, Hacı Hamza Mektebi sokağındadır Yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içinde bulunmaktadır Belgradın fethinden sonra oradan getirilenlerin iskan edildiği yer olduğu için Belgradkapı adı ile anılmaktadır Kilise de gelenlerin dini ihtiyaçlarını sağlamak amacıyla 1523 de inşa edilmiştir Belgrad’dan gelen göçmenler beraberlerinde getirdikleri Cuma Azizesi Paraskevi’nin rölik ve ikonalarını burada muhafaza ettiklerinden dolayı Kilise yapıldığında ona ithaf edilmiştir Rölikler 1539 da Patrik I Yeremios tarafından o sırada patrikhane olarak kullanılan Pammakaristos Manastırına taşındığı için bu işlemden sonra kilise Meryem’in doğumuna ithaf edilmiştir 1837 de yeni baştan yapıldığını belirten tarih kitabesi vardır Üç nefli bazilika planında olan yapı kaba yontu taş ve tuğla karışımı ile inşa edilmiş olup sadece köşelerde kesme muntazam taş kullanılmıştır Üst örtüsü kırma çatı ile örtülüdür,Apsis ise yarım kubbedir Ahşap İkonastasis sütuncuklar ile hareketlendirilmiş olup bunlar yuvarlak kemerler ile birbirlerine bağlanırlar Kubbeli despot koltuğunda ise zarif bir ahşap işçilik vardır.
Panayia Blahernai (Fatih)
Ayvansaray’da Damataşı,Kuyu ve Marul Sokaklarının çevrelediği alandadır Yüksek duvarlarla sokaktan ayrılmış olan avlunun içindedir Buradaki ilk kilise İmparator Markianus (450-457) un karısı Pulheria tarafından yapımına başlatılmış ve I Leon (457-474) zamanında tamamlanmıştır İçerisinde,Meryem’in elbisesi olduğu ileri sürülen Filistin’den getirilmiş bir “Moforion” bulunuyordu I İustinus (518-527) tarafından genişletilmiş,III Romanos (1028-1034) de tekrar elden geçirilmiştir 1070 de yanan kiliseyi IV Romanos (1068-1071) tekrar yeni baştan yaptırmıştır XI inci yy da dini işlevinin yanı sıra İmparatorluğun idari işlerinin de yürütüldüğü bir merkez olmuştur Komnenoslar döneminde buradaki saray kompleksinin içine alınmışsa da çıkan bir yangında tahrip olmuştur Onarımdan bir süre sonra 1434 de tekrar yanmış ve bir daha tamir edilmemiştir Hatta 1545 de buraya gelen Pierre Gilles kilisenin arsası üzerinde çingenelerin yaşadığını yazmaktadır 1860 a kadar arsa durumunda bulunan kilisenin arsası üzerine buğünkü kilise inşa edilmiştir İçerideki kitabesinde 13 Ocak 1860 da ibadete açıldığı yazılıdır 6-7 Eylül 1955 deki olaylarda tahrip edilen kilise İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğünce Y Mimar Süreyya Yücel’in kontrolluğunda yenilenmiştir Kapalı yunan haçı planında olan kilisenin apsis’i dışarıya dört köşe çıkıntı ile açılmaktadır Orta mekanın üzerini sekizgen yüksek kasnaklı bir kubbe örter Diğer yerlerin üst örtüsü kiremit kaplı kırma çatıdır Naos bir basamakla yükselen beş cepheli apsis ile nihayetlenir Burada gümüş çerçeve içindeki kucağında çocuk İsa’yı taşıyan Meryem ikonası İstanbul’daki Rum kiliselerindeki en eski ikonadır Çan kulesi avluda demir iskelet üzerine asılmış bir çandan ibaret olup çok basittir Kilisenin yan tarafında küçük bir Ayazma vardır Bu ayazmanın ziyaret tarihi her sene 2 Temmuz’da başlayıp bir hafta devam eder

Panayia Hanceriotissa (Fatih)
Edirnekapı-Eğrikapı arasında Karagözcü,Ulubatlı Hasan ve Kazmacı sokaklarının çevrelediği alandadır Yüksek duvarlarla sokaktan ayrılan bir avlunun içerisindedir Aynı avluda bulunan Ayia Paraskevi Ayazması dolayısıyla Bizansın İkonaklast devrinde önemli bir yere sahiptir Yıkık olan kilise 1837 de Mimar Kosta Kalfa’nın projesi doğrultusunda yapılmıştır Bu devire ait olan Rum kiliselerinin plan yapısı olan üç nefli bazilika şeklinde olup benzerlerinin bütün özelliklerini o da taşır Apsis örtüsü yarım konik çatı olup diğer kısımlar kırma çatı ile kaplıdır Bina kaba taş ve tuğla karışımı olarak inşa edilmiş olup üzeri sıvalıdır İkonastasis ambon ve despot koltuğu ahşap olup aynı stilize motifler ile kabartma tekniğinde işlenmiştir

Panayia Muhliotissa (Fatih)
Fener’de Firketeci ile Tevkii Cafer sokaklarının köşesindedir Moğol kilisesi diye de adlandırılır Bizanslı prenses Maria Paleologina Moğol Hanı Hülagu ile evlenmek üzere yola çıktığında 1264 de Hülagu ölür Bu sefer Maria, Hulagu’nun oğlu Abaka Han ile evlilik hazırlıklarına başladıysa da Abaka Han’ın öldürülmesi üzerine İstanbula döner ve kendi mülkü olan arazinin üzerine bu kiliseyi yaptırır Bizans-Mogol ilişkisinden ötürü bu kilise “Moğol Kilisesi” adıyla adlandırılmıştır 1351 de Patrikhanenin denetimine geçen kiliseyi I Selim (1512-1520) ve III Ahmet (1703-1730) camiye çevirmek isterlers de Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesi gereği başarılı olamazlar 1633,1640 ve 1729 da yangın geçiren kilise 1731 de tekrar restore edilir Muhliotissa,Fetihden önce inşa edilip günümüze kadar Ortodoks ibadet mekânı olarak işlevini sürdürmeye devam eden tek Bizans kilisesidir Yonca planlı bir yapı olan kilisenin orta mekanını oldukça yüksek kasnaklı,üzeri kiremit döşeli bir kubbe örter Yoncanın diğer kolları da alçak yarım kubbeler ile örtülüdür Dışı sıva ile kaplı olan binanın duvar tekniği taş ve tuğla karışımıdır Narteksdeki kubbelerde mozaik izleri görülmektedir Avlunun bir köşesinde Ayia Anna’ya ithaf edilmiş bir Ayazma mevcuttur

Panayia Taksiarhas (Fatih)
Balat’da Ayan Caddesi üzerindedir Yüksek duvarlı bir avlunun içerisindedir Bu avlunun kuzeyinde bugün kullanılmayan Balat Özel Rum Okulu vardır Avlu içinde Biri Aziz Nikolaos’ a diğeri Mihail’e atanmış iki ayazma vardır 1730 daki Balat yangınında yanmış olan kilise bugünkü şekli ile yeniden yapılıp 17 Eylül 1833 de ibadete açılmıştır Bu devirdeki diğer Rum kiliseleri ile aynı teknik ve plan yapısına sahiptir Kalın gövdeli çan kulesi binaya bitişiktir.
Panayia Suda (Fatih)
Eğrikapı Caddesi üzerindedir Yüksek duvarlı bir avlunun içinde yer alır Alt katnda Timiazoni Ayazması bulunur Bizans devrindeki bir inanışa göre bu ayazmanın suyu akıl hastalarına iyi gelirmiş İlk yapılışı Bizans devrine ait olan yapı 1815 de yeniden inşa edilmiştir Patrik VI Kyrillos zamanında 1 Ocak 1816 da yeni şekli ile ibadete açılmıştır İçerideki kitabelerde 1930 ve 1946 da onarım gördüğü yazılıdır Klasik Rum Kilisesi planı olan 3 nefli bir bazilika şeklindedir Apsis ve yandaki hücrelerin apsisleri yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır Üzeri kırma çatı ile örtülü olup apsis üzeri yarım konik çatıdır Nefleri teşkil eden sütunların kare yüksek kaideleri olup beton kirişlerle bağlanırlar İkonasta sis,Ambon ve despot koltuğu oldukça gösterişlidir

Panayia Uranion (Fatih)
Edirnekapı’da Salma Tomruk caddesindedir Cadde tarafı alçık diğer tarafları yüksek yapılmış bir çevre duvarının içindeki avludadır İlk yapılışının Bizans devrine kadar indiği bilinir Harap olup kullanılamıyacak hale gelen kilise 1730 tarihli bir hükümle yeniden inşa edilmiştir Zaman içinde harap olan kilise1834 de yeniden inşa edilerek günümüzdeki konumuna gelmiştir Aynı devirde yapılmış olan diğer Rum kiliseleri ile aynı plan yapısı ve özelliklere sahiptir Narteksin kuzeyinde Aya Kiryaki’ye atanmış bir ayazma mevcuttur Kaba taş ve tuğla ile inşa edilip üzeri sıvanıp boyanmıştır Apsis ,ana mekandan daha alçak olarak yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır Ana mekan çift meyilli kiremit kaplı çatı ile örtülüdür.
Bulgar Kilisesi “Sveti Stefan” (Fatih)
Balat ile Fener arasında Haliç kıyısında,Bulgar Eksarhhanesine bağlı olup Demir Kilise adı ile de adlandırılır 3 Mart 1878 de imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile Balkanlar’da özerk bir bulgar Prensliği oluşmuştur Bu tarihten sonra Bulgar hükümeti yeni bir Bulgar kilisesi yapılması için çalışmalara başlar gerekli mali destek hükümetten sağlanır ve Fener’de kilisenin olduğu yerde konağı olan Stefan Bogodi de mülkünü kilise yapımı için hibe eder Arsa’nın alt yapısının haliç’e doğru kaygan olmasından dolayı burada kaymayı önlemek için önce demir konstrüksiyonlu bir temel düşünülür sonra depreme dayanıklı bir bina yapmak fikri ortaya atılır ve neticede herhangi bir sorun karşısında prefabrike bir kilise yapmaya karar verilir Kilisenin projesi Mimar Hovsep Aznavur tarafından çizilir,yapım işi için de uluslararası bir yarışma açılır Yarışmayı Viyana’dan R Ph Waagner firması kazanır ve 1893 de statik projeleri üzerinde çalışmalar başlar Gerekli döküm işleri dört yılda üretilir ve firmanın fabrikası avlusunda geçici olarak kilise kurularak kontrolu yapılır İstanbul’a Tuna nehri üzerinden Karadeniz’e gemilerle getirilen parçaların montajı yapıldıktan sonra 8 Eylül 1898 de Eksarh I Yosif’in kutsamasıyla ibadete açılır Kilise üç nefli ve transeptli bir bazilikadır Giriş kapısının üst tarafındaki galeri aynı zamanda koro’nun da kullandığı bir mekandır,bunun üzerinde döner merdivenle çıkılan yüksek bir çan kulesi yükselir Kuledeki çeşitli büyüklükteki altı çanın üzerinde Rusya’daki Yaroslavi kentinde özel dökümlerin yapıldığı yazılıdır Kilisenin taşıyıcı profilleri çelikten olup üzeri saç ve döküm levhalarla kaplanmıştır Bütün parçalar birbirine cıvata,somun,perçin ve kaynakla birleştirilmiştir Mimari üslup olarak eklektik diyebileceğimiz gotik ve barok parçalar bir arada kullanılmıştır

Aya Kiryaki Kilisesi (Eminönü)

Kumkapı,Gedikpaşa caddesinde Çadırcı Cami Sokağı ile Kadirga Limanı Caddesi arasında Rum Ortodoks kilisesidir Diocletianus (284-307) zamanında yaşamış olan ilk hıristiyan azizesi olan Aya Kyriaki’Ye ithaf edilmiştir Bu devirde yaşayan Efsevia isimli bir kadının uzun yıllar çocuğu olmamış,eğer bir çocuğu olursa onu Tanrı’ya adayacağına dair dua edermiş Duaları kabul olunur ve haftanın yedinci günü bir kız çocuğu dünyaya getirir ve bu yüzden ona Kyriaki adını verir Aile hıristiyan olduğu için Diocletianus’un hıristiyanları takibi sırasında aile tutuklanır ve sorgulanırken işkence görürler Henüz onaltı yaşında bir genç kız olan Kyriaki de işkence altında hıristiyanlığını inkar etmez ,yakılarak öldürülmesine karar verilir Büyük bir ateş yakılır ve kız ortaya konulur bu sırada büyük bir yağmur başlar ve ateş söner,bunun üzerine vahşi hayvanların önüne atılır fakat bu sefer de hayvanlar ona dokunmazlar Vali son olarak kafasının kesilmesini emreder azize yerde yüzüstü yatıp dua ederken askerler kafasını keserler,tam bu sırada “Gördüklerini insanlara anlat” diye gökten bir ses duyulur Daha sonra hıristiyanlık yerleşip devletin resmi dini olunca Kyriaki’nin ölüm günü olan 7 Temmuz Yortu günü olarak kabul edilir,7 inci günde doğduğu içinde Pazar ilahesi olarak tanınır ve ona atanmış olan kiliselerin de günü Pazar kabul edilir.
İlk yapılış tarihini kesin olarak bilmediğimiz bu kiliseyi 1583 de hazırlanan listede adı geçtiğinden en erken bu tarihi kabul edebiliriz 1645,1660 ve 1865 de iki yangın geçirip sonrasında onarılan bu yapı 1895 depremine yıkılır Bir sene sonra Mimar Periklifio Tiadis’in projesi doğrultusunda bugünkü Kilisenin inşasına başlanır ve 1901 de ibadete açılır
Kesme taştan iki katlı olan kilise dikdörtgen planlıdır Apsis ve yanındaki hücreler dışarıya yarım yuvarlak şeklinde açılır Üst orta mekanı yüksek kasnaklı bir kubbe örter Apsis ve yandaki hücrelerin üst örtüleri yarım kubbedir Cephenin iki yanında küçük kulelerin üstü de kubbelidir Bir avlu ortasındaki binaya mermer merdivenlerle çıkılır Kapı ve pencerelerin üzerleri sütun ve kemerlerle hareketlendirilmişti r Pencerelerinde kullanılan vitraylar görüntüye bir zenginlik verir İç mekandaki sütunların gövdeleri porfir taklidi yeşile boyalı olup başlıkları iyon tarzındadır İç kısımda İncil’den alınan sahneler ve Aziz figürleri resmedilmiştir Orta Kubbede “Pantokrator İsa” Apsis yarım kubbesinde “Blaherna Meryem’i bulunmaktadır

Ayios Teodoros Kilisesi (Eminönü)

Paşazade,İmrahor Hamamı ve Hayriye Tüccarı sokaklarının çevrelediği köşededir Bugünkü kilise 1830 yılında, yangında yanan başka bir kilisenin yerine inşa edilmiştir Doğu-batı yönünde üç nefli bazilika planlı bir yapıdır Nefleri meydana getiren sütunların başlıkları alçıdan korint nizamında olup gövdeleri yeşil renge boyanmıştır Yarım yuvarlak apsis’i dışarıya çıkıntılı olup yarım konik bir çatı ile örtülüdür Bema’nın önündeki İkonastasis her üç nefin de önünde olup ahşap ve kabartma bitki motifleri ile süslenmiştir Apsis yanındaki ikinci sütun’un üzerinde yine ahşaptan ambonu yer alır Onun önündeki despot koltuğu de ikonastasisdeki gibi ahşap olup kabartma bitki motifleri ile süslenmiştir İçten ,narteksin kuzey tarafındaki merdivenlerle galeriye çıkılır Cephelere açılan yuvarlak kemerler içine alınmış dikdörtgen pencerelerle aydınlık sağlanmıştır

Panayia Elpida Kilisesi (Eminönü)

Kumkapı’da Müsteşar,Gerdanlık ve Samsa sokaklarının çevrelediği adanın ortasında Rum Ortodoks kilisesidir Orijininin XV inci yy ait olan “Elpis ton Apelpismenon” kilisesine ait olduğu onun temelleri üzerine inşa edildiği iddia edilirse de bu kesinleşmemiştir 164 5 ve 1660 da iki kere üst üste yangın geçiren kilise 1680 de yeniden inşa edilir Büyük çevre duvarlarının gerisinde yer alan doğu-batı doğrultusunda kapalı yunan haçı plânlı bir yapıdır Orta mekanın üstü kubbe yan mekanlar ise tonozla örtülüdür Apsis’in iki yanında diakonikon ve prothesis hücreleri yer alır,bunların apsisleri ile beraber dışarıya yarım yuvarlak üç apsis çıkıntısı vardır Üç köşesinde de çan kuleleri vardır Bema kısmına üç basamakla çıkılır Narteksin üzerinde ise bir galeri bulunur Naos’un kuzeyinde kubbeyi taşıyan ikinci sütuna mermer bir ambon oturtulmuştur Onun önündeki despot kolmtuğu ise oyma ve kabartma tekniğinde yapılmış bitki motifleri ile süslüdür
Eski kayıtlara göre 18 Mart 1576 da Patrik’in idare ettiği bir ayine katılan İlahiyatçı Stephan Gerlach’ın tuttuğu günlükte bu kilisedeki ikonalardan söz edilmektedir Bugün bu ikonaların akıbeti bilinmemektedir.

OSMANLI MİMARLIĞINDA TÜRBE VE BARBAROS HAYRETTİN PAŞA TÜRBESİ

Osmanlı mimarisindeki türbelerden bahsetmeden önce türbe tarihinde ve Osmanlı türbelerinin temelini oluşturan Anadolu Selçuklu dönemi türbelerinden kısaca bahsetmek gerekmektedir.

Anadolu Selçuklu türbeleri kaide ,gövde ve külah olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Kaidelerin altında içte cesetlerin konması için bir kripta(cenazelik)katı bulunmaktadır. Dışarıdan küçük bir kapı ile girilen kripta bölümünde cesetler ızgaralar üstünde ahşap sandukalar içinde yer alırlar. Mumyalama geleneğinin Osmalılar’da da bir süre devam ettiği bilinmekte, bununla birlikte inşa edilen türbelerde cenazenin konulduğu kripta bölümünün çok fazla benimsenmediği görülmektedir.

Kripta bölümüne Osmanlı türbelerinde çok fazla rastlanmamasının nedenlerinden biri dini inançlardan kaynaklanır. II.Murad’ın 1446 tarihli vasiyetnamesinde bu konu ile ilgili kayıtlar bulunmaktadır. II.Murad babası çelebi Mehmet’in türbesinde olduğu gibi kendi adına yapılacak türbede de kripta bölümünün bulunmasını istememiş ve Hz. Muhammed’in sünnetine uygun olarak cesedinin doğrudan toprağa verilmesini istemiştir. Böylece Yahşi bey , Yeşil ve karıştıran Süleyman Bey türbeleri gibi bazı yapılarda kripta bölümü bulunmakla beraber daha sonraki Osmanlı Hanedan türbelerinde kripta bölümüne yer verilmemiştir.

Osmanlı türbelerinin Selçuklu türbelerinden bir diğer farkı da Osmanlı türbelerinin girişinde bir revak bölümünün bulunmasıdır. Birkaç örnek dışında revak Osmanlı türbelerinde gövdenin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.

Erken devir Osmanlı türbelerinde çoğunlukla kare planlı türbe tipi kullanılmıştır. Kare planlı türbeler genellikle yüksek bir kasnak üzerinde yer alan kubbeye, giriş bölümünde bir revaka sahiptirler .Erken devre ait en eski kare planlı ve revaklı hanedan türbesi XIV. yüzyılın sonlarına ait Gül çiçek  Hatun Türbesi’dir. Kare planlı türbeler genellikle içte de aynı planı tekrara etmişlerdir. Sultan II. Murad Türbesi’nde ise ortadaki kare planlı bölümün etrafını bir dehriz çevrelemekte, orta bölüm dört ayak ile aralarda yer alan dört sütunun birbirine sivri kemerlerle bağlanmasıyla oluşturulmuştur. Camilerde son cemaat yeri olarak benimsenen revakın türbelerdeki ilk denemelerinden biri Gülçiçek Hatun Türbesinde uygulamaya konulmuştur. Yıldırım Bayezid Türbesi’nde görülen üç bölümlü revak gelişmiş bir örnek olup sonraki türbelere öncülük etmiştir diyebiliriz.Sultan II. Murad Türbesi önünde yeralan revak ise sivri kemerleri , geniş mermer plakaları ile farklı bir revak örneği olarak karşımıza çıkar. Yine bu dönemde üst örtü olarak kubbe kullanışmış , kubbeye geçiş pandantif,tromp ve Türk üçgeni gibifarklı geçiş unsurları ile sağlanmıştır. Bu dönem kubbelerinin , çapı 16m. olan kubbesiyle Yeşil Türbenin dışında genellikle 4,5-10,5m. arasında değişen çaplara sahiptir. Erken devrin kare planlı türbelerinde duvarların üst bölümünde pencere yer almadığı gibi , giriş kapıları ise silmelerle çerçevelenmiş sade ve basık kemerli birer açıklıktan ibarettir.

Erken devir türbelerinde görülen bir diğer plan ise çokgen planlı türbelerdir. Bu plan tipinin en önemli örneği sekizgen planıyla Bursa Yeşil Türbe’dir. Gerek süsleme özellikleri gerekse mihrabı ve sandukaları ile farklılık arzeden türbe kripta bölümüne sahip tek Osmanlı hanedan türbesidir. Yine erken devre ait türbelerden biri olan Hatuniye Türbesinde altıgen planlıdır .Yeşil Türbe ve hatuniye türbeleriningirişinde revak bulunmamakta, fakat dışa taşkın , birer eyvan görünümünde portallere sahiptirler. Çokgen planlı erken devir türbelerinde duvarlara alt ve üst kısımlarda olmak üzere iki sıra halinde pencereler açılmıştır, bazen kubbe kasnağında da pencere açıklıklarına yer verilmiştir. Çokgen planlı türbeler gerek tezyinat açısından gerekse inşa açısından bazı kolaylıklara imkan vermesi sebebiyle en çok tercih edilen plan tiplerinden biri olmuştur.

Beylikler Dönemi’nde yeni bir plan tipi olarak kullanılmaya başlanan ve Osmanlılarda da uygulanmış olan bir diğer plan tipi ise açık türbelerdir. Açık türbeler kare planlı bir kaide üzerine kurulmuşlar, değişik örneklerinde ise kare , altıgen veya sekizgen bir alanın köşelerine yerleştirilen sütun veya ayakların kemerler yardımıyla birbirine bağlanması ve üzerlerinin bir kubbe ile örtülmesiyle oluşturulmuşlardır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun sadece siyasi alanda değil mimarlık ve sanat alanındada en uzun ve parlak dönemi olan XV. yüzyıl ortalarında başlayıp yaklaşık ikiyüzelli yıllık bir süreci kapsayan Klasik dönem olarak adlandırdığımız döneme ait türbelerde kare planlı ,Çokgen planlı ve açık türbe tipleri farklı uygulamalarla devam etmiştir.

Bu dönemde görülen kare planlı türbeler içerisinde ilk olarak Bursa’da bulunan Gülşah hatun türbesi, şirin hatun türbesi ,mükrime türbesi ve Gülruh hatun türbesi yer almaktadır. Bu döneme ait kare planlı türbelerde görülen bir özellikte kare planlı gövdenin girişlerinin karşısında geniş bir kemerle gövdeye bağlanmış birer eyvana sahip bulunmalarıdır. Bu plan tipinin abidevi Sultan I. Ahmed ve Hatice Turhan Valide Sultan Türbesidir.

Klasik dönemde en çok kullanılan plan tipi çokgen planlı türbelerdir. B u dönemde Şehzade Mustafa ve Cem Sultan Türbesi ile Sultan III. Murad’ın Türbesi altıgen planlıdır. Bir diğer çokgen planlı türbe tipi olan sekizgen planlı türbeler klasik dönemde özellikle Mimar Sinan tarafından bütün yönleriyle değerlendirilmiştir. Gülbahar Hatun (1506)Selçuk hatun (1507) Sultan II.Bayezid (1512) ve Şehzade Mehmed Türbesi (1543) içte ve dışta sekizgen plana sahiptirler.Bunun dışında yine sekizgen planlı türbeler içerisinde yeralan iç kenar sayısı sekizden fazla olan türbelerde bulunmaktadır. Hürrem Sultan Türbesi’nde (1559) içte onaltı kenarlıdır. Dışta sekizgen içte haçvari planlı olan Ayasofya’daki Şehzadeler Türbesi ve dışta sekizgen içte galerili olan Sultan III. Mehmed Türbesi gibi örneklerde vardır.

Erken dönemde olduğu gibi klasik dönemde de açık türbe örneklerine rastlamaktayız. Hançerli Sultan Türbesi (1533) ve Fatma Hanımsultan Türbesi (1588-89) dört köşeye yerleştirilen birer sütunla oluşturulmuş kare planlı açık türbe şeklinde olup üstleri ise kubbe ile örtülmüştür. Şehzade Mahmud Türbesi altı kenarlı açık bir türbe , Gülnüş Valide Sultan Türbesi ise sekiz kenarlı açık türbe örnekleri arasında yer almaktadır. Açık türbelerde bulunan sandukalar daha dikkat çekici özelliklere sahiptir.

Klasik dönemde daha çok çokgen planlı türbe tipi uygulandığından kubbeye geçişte değişik unsurlar kullanılmıştır. Yine bu dönemde yapıların büyüklüklerine paralel olarak türbelerdeki pencere sayılarıda artmıştır.

XVII. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı ordularının Avrupa’da sürekli mağlubiyete uğraması ve Batı’nın , üstünlüğünü yavaş yavaş kabul ettirmesi , saray ve idarenin dikkatinin Batı’ya çevrilmesine sebep olmuş ve başka ordu olmak üzere devletin bir çok müessesinde ıslahatın gerekliliği kanaati hakim olmaya başlamıştır.

Sultan III. Ahmed ve onun sadrazamı Nevşehirli Damad İbrahim Paşa , memleketin 1683 Viyana bozgunundan beri devam eden gerilemesini durduracak bazı tedbirlerin alınması , toprak kaybı ve hazinenin büyük ölçüde sarsılmasıyla sonuçlanan sürekli savaşlara son verilecek bir barış devrinin başlatılması ve devletin bu arada toparlanmasına imkan sağlanması düşünce ve kanaatiyle , Pasaforça Antlaşması’ndan sonra bir sulh devrini başlattılar. Tarihimizde “lale devri” olarak anılan bu devreden itibaren Avrupa ile münasebetlerin artması, hem bir çok yabancı sanatçının Osmanlı topraklarına gelmesine ve Türk zevkinin değişmesine sebep olmuştur.

Son dönem olarak adlandırabileceğimiz bu dönemde Barok ve Ampir üslubunun etkilerini mimari ve süsleme alanlarında görmekteyiz. Yuvarlak şekiller , S kıvrımları , çelenk ve deniz kabuğu motifleri ve dalgalı hatlar bu dönemin en belirgin özellikleri arasında yer almaktadır. Bu dönemde görülen türbe tiplerinden biri köşeleri yuvarlatılmış kare planlı türbelerdir. Barok etkilerin görüldüğü ilk türbe Şehsuvar Sultan Türbesi’dir. Köşelere yerleştirilen çatı kuleleri , kemerler, sütun başlıkları ve frizler farklı özellikler gösteren revak türbenin ayrılmaz bir parçası olarak yerini korumaktadır. Sultan I. Abdülhamid Türbesi’nde de kare planın köşeleri içte dış kavise paralel dönmek suretiyle yuvarlaklaştırılmıştır.

Çokgen planlı türbe tipi bu dönemde kenar sayıları artarak uygulanmaya devam edilmiştir. Bu devre ait sekiz kenarlı türbelere örnek olarak Gülbahar Hatun ve Sultan II. Mahmud Türbelerini örnek olarak verebiliriz. Sekiz kenarlı türbelerin dışında on kenarlı türbelerde yine bu dönemde gördüğümüz çokgen planlı türbeler içerisindedir. Fatih Sultan Mehmed Türbesi ve Sultan III. Mustafa Türbesi ise farklı olarak on kenarlı plan şemasına sahiptir.

Dilimli türbelerin dışında Selçuklulardan beri türbe mimarisinde uygulanan bir diğer plan tipi ise daire planlı türbelerdir. Gülüştü Valide Sultan Türbesi ve Nakşidil Valide Sultan Türbesi silindirik gövdeye sahiptirler. Fakat Nakşidil Valide Sultan Türbesi’nin gövdesine yerleştirilen onaltı plastır türbenin silindirik görünümünü bölmektir. Yine nakşidil Valide Sultan Türbesi’nde ilk defa karşımıza çıkan bir uygulma ile revak bölümü gövdenin kavsine paralel olarak uzanmaktadır.

Bu dönemde kubbeye geçişte çoğunlukla pandantif kullanılmıştır. Kubbelerin üzeri ise kurşun kaplıdır. Kubbe kasnakları ise plastır ve konsollarla desteklenmiş , bazen bir tepe kuleciği ile son bulmuştur.XVIII. yüzyılın başlarından itibaren pencere formlarında farklılıklar görülmeye başlamış , pencere boyutları giderek küçülmüştür. Sandukaların sedef kakmalı ahşap parmaklıklar içine alınması geleneği de XIX. Yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etmiş , daha sonra madeni şebekelerde kullanılmıştır.

Erken dönem Osmanlı türbelerinde dış duvar kaplamalarında çoğunlukla taş ve tuğla kullanılmıştır. Çok fazla olmamakla birlikte kesme taş ve dışta kaplama malzemesi olarak mermer malzemede kullanılmıştır. Mermer özellikle ön cephe kaplamalarında, revak tavan ve döşemelerinde, sanduka ve sanduka kaidelerinde kullanılmıştır.

Klasik dönemde çok sık rastlanan türbenin iç duvarlarının belli bir seviyeye kadar çini ile kaplanması erken dönemde sadece Yeşil Türbe ’de görülmektedir. Klasik dönemde de aynen kullanılan bu şema XVIII. Yüzyılda, batılı etkilerin egemen olmaya başlaması ile değişime uğramış, taş ve kalem işi süslemeler ön plana çıkmıştır.

HÜRREM SULTAN TÜRBESİ (1559)

Köşeleri profilli sekizgen gövdeli bir yapıdır. Sekizgen gövdeye bir revaktan girilir. Revağın kurşun çatısı 4 sütun ve beden duvarına taşıtılmaktadır. Alt ve üst kotta iki sıra penceresi vardır. Düzgün kesme taştan yapılan türbenin iç planı da sekizgendir.

Hürrem Sultan

SÜLEYMANİYE TÜRBESİ (16. YÜZYIL)

Sekizgen planlı yapı kesme taştan yapılmıştır. Yapı etrafını çevreleyen sekizgen planlı bir revağı vardır. Sekizgen planın köşeleri pahlanmıştır. Türbe giriş cephesinde kapı ve kapının üstünde 3 pencere, öteki yedi cephede altta 2 üstte 3 olmak üzere beşer pencere vardır. Üst kotta büyük sivri kemerlerin içindeki pencereler kaş kemerli ve alçı şebekelidir.

Süleymaniye Türbesi

Süleymaniye Türbesi

ZAL MAHMUD PAŞA TÜRBESİ

Zal Mahmut Paşa türbesinin duvarları iç ve dışta düzgün küfeki taşından yapılmıştır. Sekizgen plan özelliğine sahiptir. Revak ve kubbesi kurşun örtüdür. Revağı, başlıkları baklavalı dört mermer sütun taşır. Farklı bir pencere düzeni vardır. Yapı sekiz yüzünde 2 tür pencere sistemi görülür. Hacın kollarını oluşturan dörtyüzde, kapının bulunduğu ön yüzde yalnız üstekiler olmak üzere, iki katlı ikişer pencere; köşelerde ise bir üst pencere yer alır.

Zal Mahmud Paşa Türbesi
Zal Mahmud Paşa Türbesi

BARBOROS HAYRETTİN PAŞA TÜRBESİ TARİHÇESİ

Beşiktaş, fetihten sonra Osmanlı donanmasıyla ilişkisi sayesinde gelişmeye başlar. Kanuni Sultan Süleyman devrinde Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa, Beşiktaş’ta bir yalıda oturur. Barbaros burada bir cami, bir medrese, bir de sıbyan mektebi yaptırır, öldüğünde de Beşiktaş’a gömülür.

HAVA FOTOĞRAFI
HAVA FOTOĞRAFI

Beşiktaş’ta Barbaros Meydanında iskele ile Sinan Paşa Camii arasındaki parkın içinde yer alan Mimar Sinan’ın eseri olan türbe XVI. yüzyılın ünlü denizci ve kaptan-ı deryası Barbaros Hayreddin Paşa adına ölümünden beş yıl önce yapılmıştır(Aslanapa, s.581).

Tezkerelere göre Sinan’ın ilk mezar yapısıdır. Barbaros’la başlayan 1540’lı yıllarda Hüsrev Paşa ve Şehzade Mehmet türbeleriyle süren ilk aşamada kubbeli prizma dışta ve içte sekizgendir(Kuran, 1986,s.78).

Kitabesine göre 948’de (1541-42) yapılan türbe dıştan oldukça sade bir görünüme sahiptir. Türbe klasik biçimde sekizgen planlı ve kesme taştandır. Kapı önünde üstü ayna tonozlu iki sütuna dayanan bir revak bulunur. Bu tonoz örtüsü mermerden baklava başlıklı sütunlar ve sivri kemerler üzerine oturmaktadır. Sekizgen gövdenin bütün yüzleri birbirinin aynıdır. Aynalık kısmında geometrik geçmeler, aralarındaki madalyonlar içinde ise mala kari palmet ve rumi motifli süslemeler hâkimdir.

Barbaros Türbesi Barbaros Türbesi Barbaros Türbesi Barbaros Türbesi

Barboros Hayrettin Paşa Türbesi giriş cephesi dışında kalan bütün cephelerde yer alan ikişer pencerenin üst tarafta bulunan alçı petek şebekeli ve sivri kemerli, alttakileri ise mermer alınlıklı ve dikdörtgen sövelidir.

Aynı zamanda üst kat pencereleri kafesli olup renkli camlara sahiptir. Çatı basit bir silme ile nihayetlenir. Kubbe sekizgen alçak bir kasnak üzerine oturmaktadır. Sade görünüşlü cephe teşkilâtı içeride de devam etmiştir. Böylece türbeye ferah bir görünüş kazandırılmıştır.

pencere detayı
pencere detayı
Güney cephesi
Güney cephesi

IMG_2010-small

Yapının tüm cephelerinin cephe özellikleri fotoğraflarda da görüldüğü gibi aynı özelliklere sahiptir.

Türbe içindeki sekiz alçı penceresi de aynı kompozisyondadır. Her pencere ayrı ayrı silmelerle çevrilidir. Bu cepheler üstte dışa taşkın bir silme ile son bulur. Daha üstte de yine aynı biçimde silmeli bir kasnaktan sonra kubbe yer almaktadır (Tahaoğlu,s.111). Özgün olmayan pencereler yakın tarihte onarım görmüştür. Eski fotoğraflardan türbenin şimdiki pencerelerinin özgün durumundaki gibi olduğu görülür. Oyma ve arkadan camlama tekniğiyle yapılan bu süslü pencerelerin bordürü, kartuşlar şeklinde paftalara ayrılmış, içlerine hurda rumiler ve pençelerden oluşan desenler yerleştirilmiştir. Orta bölüm ise turkuaz zemin üzerine, her iki yandan orta bağlardan çıkan ve yukarıda tekrar birleşerek kapalı formlar oluşturan iki tip iri Rumi’yle bezenmiştir. Turkuaz kırmızı, yeşil sarı ve çivit renkli camlar ile beyaz renk oluşturan camlar kullanılmıştır (Şişman, s.48.)

Yakın zamanda tamir gören türbenin kalem süslemeleri ve ahşap işlemeleri de yenilenmiştir. Türbenin giriş kapısı, giriş kapısı alınlığı ve kubbesi yazı bulunan alanlardır (Özsayıner, s.176). Giriş kapısı üzerinde sülüs yazıyla mealen “Bu Cezayir ve Tunus Fatihi merhum Gazi Kaptan Hayreddin Paşa’nın türbesidir. Allah’ın rahmeti üzerine olsun” H.948) yazılıdır.

Giriş kapısı alınlığı üzerine Celi sülüs yazıyla yeşil zemin üzerine mealen “Ya rab, O’na rahmet kapılarını aç” yazılıdır.

Kubbede ise yine celi sülüs yazıyla “esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla ey Rabbimiz, bizimle kavmimizin arasındaki işi gerçekle açığa çıkar. Muhakkak ki sen gerçekleri açığa çıkaranların en iyisisin”H.1378 yazılıdır. Kubbe ortasında besmeleyle birlikte altın yaldızla yazılmış Araf süresinin 89. ayeti bir madalyon halinde yer alır.

Pencere iç kapak detayları
Pencere iç kapak detayları
Alçı içlik pencereleri
Alçı içlik pencereleri

Mukarnas köşeliklere oturan kubbe motifleri rûmîler, palmetler ve şemselerden meydana gelmektedir. Türbe içindeki dört sandukada Cafer Paşa. Barbaros Hayreddin Paşa. Cezayirli Hasan Paşa ve Barbaros’un hanımı Bâlâ Hatun bulunmaktadır. Türbe dışındaki hazîrede ise Barbaros’un yakınları vardı. Türbe içinde sandukalar dışında iki büyük şamdan, bir ahşap Kur’an mahfazası, bir sakal-ı şerif ve arabesk süslemeli bir metal vazo İle 1816 tarihli Seyyid İbrahim imzalı bir hat levhası vardır. Vaktiyle türbenin içindeki sanduka üzerinde eski bir sancak vardı (Encümen, d.248). Sancağın orijinali İstanbul Deniz Müzesi’nde bulunmaktadır (Tahaoğlu,s.113). Türbede sancaktan başka bir fenerin de Türk İslam Eserleri Müzesinde olduğu Encümen Arşivindeki dosyadan anlaşılmaktadır (Encümen, D.248).

Türbe, Barbaros Hayreddin Paşa’nın son yıllarında oturduğu yalısının yakınında inşa edilmişti. Sonraları bu yalı ortadan kalkmıştır. Türbenin çevresinde de zamanla geniş bir hazîre meydana gelir. 1944’e doğru burada bir Barbaros anıtı yapılması kararlaştırıldığında türbenin etrafı açılmış, aralarında II. Abdülhamid devrinin Beşiktaş muhafızı Yedi sekiz Hasan Paşa’nın mezarının da bulunduğu hazîre kaldırılmış, türbe de restore edilmiştir. Yedi Sekiz Hasan Paşanın Kabri ve hazire Beşiktaş Yahya Efendi Dergahı Haziresi’ne nakledilmiştir (Encümen, D.248).

IMG_1650-small

1966 Hava Fotoğrafı
1966 Hava Fotoğrafı
Alman Mavisi haritaları
Alman Mavisi haritaları
Hikmet Onat-1940
Hikmet Onat-1940
1930 Fotoğrafı
1930 Fotoğrafı
1938 yılı istimlakler
1938 yılı istimlakler
Pervitich Haritaları
Pervitich Haritaları

KAYNAKÇA

image image-2 image-3 image-4 image-5

 

image-6 image-7 image-8 image-9 image-10

 

image-11 image-12 image-13 image-14

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hüseyin Ağa Camii Restorasyonu Hakkında Zaruri İzahat

HÜSEYİN AĞA CAMİ RESTORASYONU

Restorasyon uygulamasına geçmeden önce yapılan araştırma ve belgeleme çalışmaları (tarihi, estetik ve teknik yönden yapının incelenmesi, rölövesinin ve bozulma nedenlerinin saptanması, yapının dönemlerinin belirlenerek restitüsyon projelerinin hazırlanması) yapının ayrıntılı olarak tanımlanmasını sağlar. Restorasyon projesi tüm bu araştırma, belgeleme sonucunda hazırlanarak ilgili Koruma Kurulu Onayına sunulur. Hiç bir Restorasyon uygulamasına ilgili Koruma Kurulu onayı alınmaksızın başlanılamaz.

Tescilli eski eser yapılar ilk yapıldıkları dönemden günümüze ulaşıncaya kadar doğru ve yanlış bir çok onarım müdahalesi geçirir. Yapıya yapılan yanlış müdahaleler ( yanlış malzeme kullanımı, müdahaleden kaynaklı strüktürel bozulma, yapının görsel estetiğini, mimarisini bozacak uygun olmayan ekler..vb. )  koruma kuralları açısından tescilli kültür varlığından uzaklaştırılmalı, yapı belgelenebilen dönemine uygun olarak restore edilmelidir.

Beyoğlu, Hüseyin Ağa Cami’nin restorasyonu,  hem projelendirme hem de uygulama sürecinde yukarıda açıklanan kriterlere uygun bir şekilde bilimsel çalışmalar sonucunda yapılmış ve bitirilmiştir.

Hüseyin Ağa Cami, 1594 yılında Galatasaray Ağası Şeyhülharem Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmıştır. Günümüze ulaşıncaya kadar özgün halini kaybeden yapının araştırmalar doğrultusunda tespit edilen 3 farklı dönemi vardır. Yapının I. Dönemi 16. Yüzyıl, II. Dönemi 1834, III. Dönemi 1939 yılıdır.

Yapının restorasyon projesi İstanbul II.Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 21.09.2011 tarih ve 21 sayılı karar ile onaylanmıştır. Onaylanan restorasyon projesi görsel belgelere dayandırılarak hazırlanan 2. Dönem restitüsyon projesine göre hazırlanmıştır. Kurul kararı ile onaylı restorasyon projesinin uygulanması sırasında ortaya çıkan veriler doğrultusunda hazırlanan restorasyon tadilat projesi ise İstanbul II. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 03.04.2013 tarih ve 1234 sayılı karar ile onaylanmıştır. Uygulama sürecinde bilim kurulu kurulmuştur. Bilim kurulunda Prof.Dr.Oğuz Ceylan ile Prof.Dr. Feridun Çılı beyler bulunmuştur.

14.02.2014 tarihinde Yeni Akit Gazetesinde yer alan cami restorasyonunda yapılan yanlışlıklar konulu yazı hiçbir şekilde doğruyu yansıtmamaktadır. Gazetede belirtilen konularla ilgili olarak;

1-Yapı  günümüze gelinceye kadar bir çok onarımdan geçmiştir. Araştırma sürecinde 1939 yılı onarım öncesi çekilen fotoğraflara ulaşılmıştır. Fotoğraflar doğrultusunda projeler hazırlanmıştır. Belgeler dikkatli bir şekilde incelendiğinde, son cemaat pencere düzeninin 1939 senesinde yapılan onarımda tamamen değiştirildiği, minarenin külah, petek, şerefe kısımlarının yeniden yapıldığı, saçak kısımlarında olmadığı halde motifli işlemelerin yapıldığı, güneydoğu cephesinde mihrap çıkıntısı olmadığı ancak 1939 yılından sonra bu bölümün eklendiği, mihrap nişi üzerindeki yuvarlak tepe penceresinin kapatıldığı tespit edilmiştir.

IMG_0977

1939 da ve sonrasında yapılan tüm müdahalelerde ortalama 10 cm. kalınlığında çimento harçlı sıva ve demirli beton uygulaması yapıldığı tespit edilmiştir.  Ayrıca 1914-1915 senesi Alman Mavilerinde dahi olmayan son cemaat önüne yapılan betonarme kısmında özgün olmadığı görülmüştür. Tüm bu müdahaleleri dönem eki olarak kabul etmek yapıya, tarihe, mimariye  yapılabilecek en büyük saygısızlıktır.  Ayrıca Uluslar arası kabul gören Venedik Tüzüğü’ nün 9,10,11,12 ve 13. Maddelerinde yapılacak onarımların özgün malzeme ile yapılması gerektiği vurgulanırken özgün malzemesi bilinen bir tescilli eserde betonarme olan eklerin korunması doğru değildir. Uygulamada tüm çimento harçlı ve demirli beton müdahaleler alınmış, özgün horasan harç ile sıvalar yenilenmiştir.

IMG_0979

Fotoğraflarda da görüldüğü gibi demirli beton olan kısımlar, üzerindeki kütahya çini kaplamalar özgün yani tarihi, estetik değeri olmayan 1939 yılı onarımda eklenen ögelerdir. Bu nedenle belgeleri ile ispatlanan kötü müdahaleler, ilgili koruma kurulunca da onaylanan projeler doğrultusunda kaldırılmış, bu bölümler özün horasan harç ile sıvanmıştır.

Restorasyon sonrası fotoğraf-1
Restorasyon sonrası fotoğraf-1

Kolonlar özgün ebatlarına ve formuna restorasyon sonucunda kavuşmuştur. Geç dönemde yapılan ve caminin özgününde olmayan, karakterine uymayan çini kaplamalarda ilgili koruma kurulu onayı ile kaldırılmıştır.

2- 1914-1915 yıllarına ait Alman Mavi haritasında ve 1939 yılı onarım öncesi eski fotoğraf belgelerinde, 1939 sonrasında yapıya yapılan müdahaleler de eklenen son cemaat önündeki ek betonarme giriş kısmının olmadığı görülmektedir. Aynı belgede cepheden dışarıya doğru çıkma yapan restorasyon öncesindeki mihrap nişinin olmaması mihrap nişinin, niş içerisindeki mukarnas tenzinatlı mihrabın özgün olmadığını gösteren belgelerdir. Bu belgeler dışında raspa işleminde harçların ve mukarnas tenzinatının çimento harçlı sıva ile yapılmış olmasıda bu belgeleri desteklemiştir. Raspa sonucunda özgün mihrap yayıda ortaya çıkarılmıştır. Tüm bu belgeler doğrultusunda mihrap özgün formuna uygun olarak restore edilmiştir.

1914-1915 Alman Mavi haritası   (belge-1)
1914-1915 Alman Mavi haritası (belge-1)

 

2012 yılı restorasyon öncesi fotoğraf -2
2012 yılı restorasyon öncesi fotoğraf -2

 

1939 yılındaki restorasyon öncesi çekilen Encümen Arşivinden alınan eski fotoğraf , bu belgede de mihrap nişinin çıkmadığı görülmektedir (belge-2)
1939 yılındaki restorasyon öncesi çekilen Encümen Arşivinden alınan eski fotoğraf , bu belgede de mihrap nişinin çıkmadığı görülmektedir (belge-2)

 

Restorasyon öncesi foto-3
Restorasyon öncesi foto-3 Restorasyon sırasındaki foto-4

 

Restorasyon sırasında açığa çıkarılan özgün mihrap nişi foto-5
Restorasyon sırasında açığa çıkarılan özgün mihrap nişi foto-5

Raspa sonucunda mihrap nişinin özgün ebadının çimento harçlı tuğla ile değiştirildiği fotoğraf 4 de görüldüğü üzere tespit edilmiştir. Bilim kurulumuzunda onayı ile özgün

olmayan bu dolgu kısımda alındığında alt kısımda taş ve tuğla örgülü özgün mihrap nişi duvarına ulaşılmış (bkz. Foto 5), bu belgeler ile onaylı restorasyon projesinin örtüşmesi üzerine mihrap nişi projesine uygun olarak onarılmıştır (bkz.fotoğraf 7)

3-Uygulamada öncelikle restorasyon projesine uygun olarak çimento harçlı sıvalar cami cephe duvarlarından itina ile alınmıştır. Raspa işlemi sonucunda 19. Yüzyıl (koruma kuruluna sunulan II.Dönem restitüsyon) restitüsyonunun doğru kararlar üzerine yapıldığı anlaşılmıştır. Buna uygun olarak hazırlanan restorasyon projesinin de bu kararlar doğrultusunda hazırlandığı anlaşılmıştır. Çünkü projelerde özellikle elimizdeki 1938 yılındaki onarım öncesine ait fotoğraflarda görülen son cemaat pencere düzeninin doğru olduğu tespit edilmiştir (bkz. Belge 2 ve fotoğraf 6).

1938 yılı onarım öncesi çekilen fotoğrafta son cemaat penceresi görülmektedir (belge 2)
1938 yılı onarım öncesi çekilen fotoğrafta son cemaat penceresi görülmektedir (belge 2)

 

Uygulamada yapılan çimento harçlı sıva raspası sonucunda son cemaat yerinin özgün pencere ebatlarının 1938 yılındaki onarım ile değiştirildiği tespit edilmiştir (foto-6)
Uygulamada yapılan çimento harçlı sıva raspası sonucunda son cemaat yerinin özgün pencere ebatlarının 1938 yılındaki onarım ile değiştirildiği tespit edilmiştir (foto-6)

 

 

restorasyon öncesi kuzey cephesi
restorasyon öncesi kuzey cephesi

 

restorasyon sonrası belgelere ve izlere göre onarımı tamamlanan Kuzey cephesi
restorasyon sonrası belgelere ve izlere göre onarımı tamamlanan
Kuzey cephesi

 

4-Uygulama sırasında yapılan tüm pencereler en dayanıklı, sağlam ahşap cinsi olan 1. Sınıf meşeden yapılmıştır.

5-Restorasyon öncesi cami de olan minber 1939 senesi sonrası yapılan özgün niteliği olmayan bir minberdi. Caminin 2. Dönem  (19. YÜZYIL) restitüsyonuna göre onaylanan restorasyon projesin de de 19. Yüzyıl mimari dönem analizleri yapılarak aynı dönemde yapılan Harem Defterder Ağa Cami özgün minber detayı alınarak hazırlanan minber, ilgili koruma kurulunca onaylanmıştır. Tüm bu veriler, dönem analizleri ve belgeler ışığında detaylandırılan minber 1. Sınıf çam dan imal edilmiştir. Üzerindeki çiçek motifli rozetler ahşap olup özel imalat ile yapılmıştır.

Restorasyon sonrasında mihrap,minber ve vaaz kürsüsü (fotoğraf 7)
Restorasyon sonrasında mihrap,minber ve vaaz kürsüsü (fotoğraf 7)

6-Yapıda restorasyon öncesinde tespit edilen çatlaklara uygulama sürecinde İstanbul Teknik Üniversitesi Döner Sermaye İşletmeleri Yönetmeliği Uyarınca  Mi-2011-159 No.lu Proje Kapsamında ; İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık fakültesinden Prof. Dr. Feridun ÇILI ve  Prof. Dr. Oğuz Cem ÇELİK tarafından hazırlanan Taşıyıcı sistemler raporu doğrultusunda müdahale edilmiştir. Tüm müdahale uygulamaları ilgili koruma kurulunca onaylıdır.

Restorasyondaki esas amaç yapıdaki strüktürel bozulmaların mümkünse özgün yapım tekniğine göre mümkün değilse restorasyonun yapıldığı döneme ait modern yapım malzemeleri ile onarılmasıdır. Cami restorasyonu koruma ilkelerine göre yapılmıştır.

Restorasyon öncesinde yapıda gözle görülebilen çatlaklar Fotoğraf 8
Restorasyon öncesinde yapıda gözle görülebilen çatlaklar Fotoğraf 8
Restorasyon öncesinde yapıda gözle görülebilen çatlaklar Fotoğraf 9
Restorasyon öncesinde yapıda gözle görülebilen çatlaklar Fotoğraf 9
Tüm çatlaklara İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesinden alınan taşıyıcı sistem raporunda yapılması istenen onarım detaylarına göre müdahale edilmiştir. Fotoğraf 10
Tüm çatlaklara İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesinden alınan taşıyıcı sistem raporunda yapılması istenen onarım detaylarına göre müdahale edilmiştir. Fotoğraf 10
Tüm çatlaklara İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesinden alınan taşıyıcı sistem raporunda yapılması istenen onarım detaylarına göre müdahale edilmiştir. Fotoğraf 11
Tüm çatlaklara İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesinden alınan taşıyıcı sistem raporunda yapılması istenen onarım detaylarına göre müdahale edilmiştir. Fotoğraf 11

Ayrıca yine taşıyıcı sistem raporunda ön görülen,
yapının rijitliğinin sağlanması için gergi sistemi yapılmıştır (bkz. 11,12,13)

Fotoğraf 11, harim içinde yapılan gergi elemanları
Fotoğraf 11, harim içinde yapılan gergi elemanları
Restorasyon sonrası, camide yapılan güçlendirmeler fotoğraf 12
Restorasyon sonrası, camide yapılan güçlendirmeler fotoğraf 12
Restorasyon sonrası, camide yapılan güçlendirmeler fotoğraf 13
Restorasyon sonrası, camide yapılan güçlendirmeler fotoğraf 13

7-Yapının minaresinin, petek, külah ve şerefe altı
1939 senesi onarımında değiştirilmiştir. Bunu onarım öncesinde Encümen Arşivlerinde bulunan eski fotoğraflardan belgelemekteyiz. Bu belgeler ışığında hazırlanan restorasyon projesi ilgili koruma kurulunca onaylanmış ve eski görsel belgeye göre restorasyonu yapılmıştır.

minare1 minare2 minare3

Minarede geç dönemde yapılan değişiklikler
yukarıdaki karşılaştırmalı fotoğraflarda gösterilmiştir. 1939 onarım öncesinde
minare külahı, peteği, kürsüsü farklı iken bambaşka bir mimariye çevrilmiştir.
Minare 19. Yüzyıldaki durumuna göre restore edilmiştir (fotoğraflar 14,15,16)

??????????????????????????????? ???????????????????????????????

Yapılan raspalarda minare kürsüsünün tuğla kırığı, çimento harcı ile dolgu yapılarak formunun değiştirildiği görülmüştür (fotoğraf 17,18)

Fotoğraf 19, raspa sonucunda taş sövelerin alınarak doldurulduğu tespit edilmiştir.
Fotoğraf 19, raspa sonucunda taş sövelerin alınarak doldurulduğu tespit edilmiştir.

8-Harim cephelerinde zemin kot pencere etraflarının tuğla ile doldurulduğu, taş sövelerin alındığı tespit edilmiştir. Bu izler ile 1939 onarım öncesindeki eski fotoğraf belgeleri örtüşmektedir. Eski belgelerde de taş söve görülmektedir. Restorasyon bu veriler ışığında gerçekleştirilmiştir.

Encümen arşivinden alınan 1939 yılı onarım öncesine ait belge-2 de taş söveler görülmektedir.
Encümen arşivinden alınan 1939 yılı onarım öncesine ait belge-2 de taş söveler görülmektedir.

 

Restorasyon sırasında açığa çıkarılan gül pencere (fotoğraf 20)
Restorasyon sırasında açığa çıkarılan gül pencere (fotoğraf 20)

Belge 2 de mihrap nişi üzerindeki gül pencerede
görülmektedir. Restorasyon sırasında 1939 onarımında kapatılan pencere açığa
çıkarılmış ve özgününe uygun olarak onarılmıştır.

Beyoğlu Hüseyin Ağa Cami Restorasyon projesi ve uygulaması bilimsel çalışmalar sonucunda yapılmıştır. Restorasyon projesi öncesi koruma ilkelerine uygun olarak yapının özgün durumunun tespit çalışmaları, sanat tarihi, mimarlık tarihi araştırmaları yapılmış, tüm arşivler taranmıştır. Bu araştırmalar sonucunda yapının 3 dönemi tespit edilmiştir. En ayrıntılı veriler 2. Dönem (19.yüzyıl) ve 3. Dönemi olan 1939 ve sonrasına aittir.

Venedik Tüzüğünün 9. Maddesinde belirtildiği gibi restorasyon varsayımlara, farazilere dayandırılamaz. Bu nedenle yapının 16. Yüzyıl dönemine ait bir veri,bilgi ve belge olmadığından yapının bu dönemine göre restorasyonun yapılması bilimsel değildir. Yapının 1939 senesinde yapılan onarımlarındaki değişiklikler, eklentiler ise özgün malzeme ve mimari karakteri ile uyuşmadığından korunmamış, araştırma sürecinde tespit edilen eski görsel belgeler ve eski haritalardaki veriler ışığında yapı restorasyonu 19. Yüzyıl 2. Dönem restitüsyonuna uygun yapılmıştır. Proje aşamasında elde edilen veriler ile raspa sonucunda yapıdaki izlerinde örtüşmesi yapılan restorasyonun doğruluğunu uygulama sırasında bir kez daha göstermiştir.

Venedik Tüzüğünde sonradan yapılan eklentilerin nitelikli olması durumunda korunması madde 12 de yazmaktadır. Bu çerçevede mevcut kalem işleri itinalı olarak raspa yapılmış, en erken dönemin 1939 yılı olduğu tespit edilmiştir. Bu veriler ışığında yeni kalem işi programı hazırlanmış ve ilgili koruma kurulunca onaylanmıştır. Kalem işlerinde mevcut hat yazısı estenpajları alınmış ve aynısı tekrar yapılmıştır. Cami de bulunan hat yazısı 1957 yılına aittir ancak hattın güzel olması korunması gerekliliğini getirdiği için korunmuştur. Aynı şekilde üst kotta yer alan çini panolarda korunmuştur. Yapı zemin kotundaki çiniler ise Kütahya çinisi olup yapı mimarisi ile uyumsuzdu. Geç dönem eklentisi olan çini panolar, restorasyon sırasındaki çimento sıva raspası yapımı sırasında dolguları yapılarak üzeri sıvanan iç pencere etraflarındaki taş sövelerin de yapılması ile  düzen olarak  cami ile bütünlük oluşturmamaktadır. Bu veriler ışığında çiniler kaldırılmıştır.

Uygulama sırasında kullanılan tüm malzemeler özgün malzeme özelliklerine uygun olarak 1. Sınıf kalite ile yapılmış; tüm çalışmalar, imalatlar ve uygulamalar Vakıflar İstanbul 1.Bölge Müdürlüğü kontrollüğü, Bilimsel Kurulun kontrollüğü ve Koruma Kurulunun Onayladığı proje doğrultusunda yapılmış olup doğru veriler ışığında yapılan restorasyon ile caminin gelecek kuşaklara doğru bir restorasyon ile aktarılması sağlanmıştır.

Sıfır hatalı bir restorasyon nasıl olmalı?

Uzmanlara göre restorasyon sırasında zamanla yarışmak büyük hata.

UZMANLARA GÖRE RESTORASYON SIRASINDA ZAMANLA YARIŞMAK BÜYÜK HATA.
BÜNYAMİN KÖSELİ

19 Ağustos 2012, Pazar

Türkiye, geçtiğimiz 10 yılda yüzlerce tarihi eseri onararak restorasyon alanında büyük bir atılım yaptı, standartlarını yükseltti. Bu süre zarfında özellikle Anadolu’da yapılan bazı yanlış uygulamalar ise geri dönülmez hatalara yol açtı. Uzmanlar, ‘tüccar zihniyet’in değişmesi gerektiğini söylüyor.

Geçtiğimiz haftalarda basına yansıyan, ‘Süleymaniye’nin akustiği bozuldu’ iddiası, ‘Sıfırhatalı bir restorasyon nasıl yapılır?’ sorusunu gündeme getirdi. Aslında bu soru, 10 yılı aşkın bir süredir devlet yetkililerinin gündeminde. Çünkü Cumhuriyet tarihi boyunca bakımsızlıktan harabeye dönen eserlerin çok büyük bir kısmı restore edildi. Bazı anıt eserlerin restorasyonları da devam ediyor. Türkiye, restorasyon alanında standartlarını da bir hayli yükseltti. Bütçe, yetişmiş insan gücü ve kullanılan malzemelerin kalitesi belli bir ölçüde sorun olmaktan çıktı. Restore edilen bazı tarihî eserler ise aslına sadık kalınmadığı ve yanlış malzeme kullanıldığı için uzmanlardan eleştiri aldı. Özellikle Anadolu’daki bazı cami, medrese ve kervansaraylar, bilim kurulu oluşturulmadığı için restorasyon süreçleri mimar ve mühendislerinin inisiyatifine bırakıldı. Sanat Tarihçisi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vefa Çobanoğlu’na göre, Sivas’taki Gök Medrese ve Kale Camii’nin restorasyon sürecinde standartların dışına çıkıldı, dinlendirilmiş kireç yerine çimento kullanıldı. Van depremi sonrasında restore edilen kısmı yıkılan Hüsrev Paşa Camii de durumun vahametini ortaya koyuyor. Bazı eserlerin restorasyonu sırasında adeta zamanla yarışılması da yanlış sonuçlar doğurabiliyor.

Türkiye’de restorasyon süreci nasıl işliyor?

Uzmanlar, tarihî bir eserin restorasyona ihtiyacı olduğunu tespit ettikten sonra proje ihalesi yapılıyor. İhale, röleve, mekanik, elektrik, aydınlatma gibi yapının ihtiyaçlarına paralel doğrultuda gerçekleştiriliyor. Daha sonra bu hizmetlerin satın alınması için Anıtlar Yüksek Kurulu’nun onayına başvuruluyor. Kurul, projeyi ve eseri inceliyor, yapıya ait statik ve sanat tarihi raporlarını gözden geçiriyor. Proje onaylanırsa uygulama süreci başlıyor. Uygulama ihalesine çıkarken eserin mahiyetine göre şartlar da değişiyor. Mesela çok özel bir yapı restore edilecekse davet usulü ile ihale yapılabiliyor. Bu ihaleye her firma katılamıyor. Firmaların daha önce yaptığı işlere bakılıyor. Devlet tarafından onaylı bir iş bitirme raporu firmaya büyük bir artı sağlıyor, referans oluyor. Bünyesinde çalıştırdığı deneyimli teknik kadro, makine parkuru, şirketin banka hesap hareketleri gibi kriterler de inceleniyor. Eser, ihale edildikten sonra bilim kurulları inşat sahasında müteahhit firma ile temaslarını sürdürüyor, her hafta yapılan mutat toplantılarda tavsiyelerini bildiriyor. Tabii bilim kurulu sadece anıt eserler için bir araya geliyor. Anadolu’daki çok sayıda tarihî eser, restore edilirken maalesef bilim kurulları tarafından incelenmiyor.

Siyasilerden değil cemaatten baskı var

İbrahim Özekinci (Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürü): Süleymaniye’nin ses sistemindeki birtakım arızalar kulaktan kulağa yayılarak restorasyon sırasında akustiğin bozulduğu iddialarını gündeme getirdi. Akustiğin bozulması için caminin doğal mimarisinin değişmesi gerek. Biz camideki çimentoları kaldırdık. Yerine Horasan harcı yapıldı. Kubbe onarıldı. Son yıllarda genel müdürlüğümüz restorasyonlarla ilgili hizmet içi eğitim programları düzenliyor. Bu programlara Anadolu’daki görevli arkadaşlarımız katılıyor. Restorasyonun çabuk bitirilmek istenmesinin nedeni siyasi baskıdan çok caminin açılmasını isteyen cemaatin devreye girmesinden kaynaklanıyor.

Her eser için bilim kurulu şart

Sevilay Uludağ (Mimar): “Türkiye’de uzun yıllar tarihî eserlere el atılmadı. Son 10 yıl, restorasyona farklı bir anlayış getirdi, yeni bir iş alanı doğdu. Hal böyle olunca da herkes pastadan payını almak istiyor. Ben gelinen noktayı çok vahim olarak görmüyorum çünkü idare, restorasyon sürecinde çok titiz davranıyor. Restorasyon sırasında zamanla yarıştığımız dönemler oluyor. Bazen açılışlar öne çekilebiliyor. Böylesi durumlarda ekipler çift vardiya çalışıyor. İş, imkânsız bir zaman diliminde bitirilmiyor çünkü restore sırasında her şeyin bir sırası var. Mesela bir sıvanın yapılması için birkaç ay beklenmesi gerekiyor. Eğer beklemezseniz sıva patlar, fire verirsiniz. Bütün restorasyon süreçlerinde bilim kurulu olmadığı için bazı sıkıntılar çıkabiliyor. Ayrıca yeterli uzman çalıştırmayan firmalar var. Müteahhitlerin restorasyondan anlayan meslek erbabı kişiler olması gerekiyor.

“Bazı restorasyonlar tam bir facia”

Yrd. Doç. Ahmet Vefa Çobanoğlu (İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü): “Küçük sorunlara müdahale etmiyoruz, küçük sorunlar büyüyor. Sonra ihaleye açıp bir anda bütün sorunları çözmeye çalışıyoruz. Tarihî binaların eskiden vakıfları vardı. Her yıl bakımları yapılırdı. Anadolu’daki bazı restorasyonlar bana göre tam bir facia. İstanbul bu konuda nispeten daha iyi. Özellikle Anadolu’nun farklı şehirlerindeki Selçuklu’ya ait kervansaraylar restore edildikten sonra adeta gece kulübü gibi kullanılıyor. Bilim kurullarının denetiminde olan eserler sağlıklı bir restorasyon sürecinden geçiyor. Restorasyonlar, Anadolu’da, ihaleyi alan firmanın mimar ve mühendislerinin inisiyatifine bırakılıyor. Mesela Sivas’taki Gök Medrese ve Kale Camii’nin restorasyon sürecinde standartların dışına çıkıldı. Bu restorasyonlarda çimento kullanıldı. Normal şartlarda duvarlarda dinlendirilmiş kireç kullanılmalı.

 

“Aynı şef, üç farklı şantiyede çalışıyor!”

Kaya Üçer (Kalemişi ustası, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi): Tarihî eserlerin restorasyon ihalesinde en düşük fiyatı verenin işi alması çok yanlış. Çünkü bu bir hastane ya da okul yapmaya benzemez. Bazen restorasyon sırasında zaman uzayabilir, maliyet artar. Firmalarda çalışanların diplomasından iş tecrübesine kadar kriterlerin olması gerek. Ben, yönetmenlikte bir şantiyede çalışması gereken şefi birden fazla şantiyede görüyorum. Yani bazı firmalar maliyeti düşürmek için kitabına uyduruyor. Vakıflar, eskiden kendi restoresini yapıyor, kendi elemanlarını yetiştiriyordu. Bunun izin özel bir kanun vardı. Tabii müteahhitler siyasiler üzerinde baskı kurdu ve bu kurum kapatıldı. Bazı işleri sıradan müteahhitler yapıyor. Sağdan soldan adam bularak şantiye kuruyor. İhaleyi en düşük fiyata verdiğinizde işin kalitesini, üretim sürecini, çalışanların vasıflı olup olmamasını da belirlemiş oluyorsunuz. Bu işlerde çalışacak, üniversitelerin ilgili bölümlerini bitirmiş, restorasyonun teknik kısımlarını bilen diplomalı eleman yetiştirmek gerek. Firmalar üniversitelerle uyum içinde çalışmalı. Tarihî eserleri farklı bir anlayışla restore etmek gerek çünkü müteahhitler sonuçta bir tüccar, para kazanmaya çalışıyor.

KAYNAK: ZAMAN

Annem bizi tamirci sanıyor

ESRA KESKIN DEMIR

1 Nisan 2012, Pazar

Sevilay ve Erhan Uludağ çifti, geçtiğimiz haftalarda Başbakan’ın katılımıyla açılan ve yaklaşık bir asır sonra ilk kez ezan sesinin yükseldiği Nalçacı Halil Dergâhı’nı restore eden karı-koca iki mimar. Onların hayatı, restorasyon üzerine kurulu. Buna tanışma süreçleri de dahil!

Üsküdar Zeynep Kamil Mahallesi’nde ufak, sevimli bir dergâh Nalçacı Halil. 1600’lü yıllarda inşa edilmiş fakat günümüze kadar ayakta kalamamış bir yapıydı. Neyse ki restorasyonu geçtiğimiz haftalarda tamamlandı. Minareden bir asır sonra yeniden “Allahu ekber” seslerini duydu mahalleli. Başbakan da vardı açılışta. O da cuma namazını Nalçacı Halil Dergâhı’nda kıldı. Ardından civardaki evlerden birini ziyaret etti… Tüm bunlar Nalçacı Halil Dergâhı ile ilgili basına yansıyanlardı. Yazıldı ve bitti!

Ama dergâhın restorasyonunun arkasında ciddi bir emek var. Hiç olmayan bir yapıyı yeniden ayağa kaldıran bu ekibin başındaysa Sevilay ve Erhan Uludağ çifti bulunuyor. Sevilay Tuncer Uludağ, restorasyon bölümünden mimarlığa geçiş yapmış, ardından Kültür Varlıklarını Koruma üzerine yüksek lisansını tamamlamış bir isim. Erhan Uludağ ise Beyoğlu Belediyesi’nin şehir planlama bölümünde 5 yıl çalıştıktan sonra kendi şirketini kurmuş. Daha doğrusu eşiyle ortak şirketini… Her ikisi de restorasyon çalışmalarının bugün geldiği noktadan memnun. Fakat on beş yıl öncesini hâlâ gülerek anlatıyorlar.

Annem bana ‘tamirci’ derdi!

Her ne kadar o günlerde bu kavrama birçok kişi yabancı olsa da Uludağ çiftinin tanışmasını sağlayan “restorasyon” kelimesi. Tuncer o günleri şöyle anlatıyor: “Restorasyon kelimesinin henüz tanınmadığı, hatta restoran sanıldığı yıllardı. Bazen de dekorasyonla karıştırılıyordu. Kavrama yabancı olunduğundan herkes anneme, ‘Bu kız ne olacak?’ diye sorar, o da “Tamirci, tamirci!” diye açıklardı. Çünkü o zaman restorasyon bölümünden mezun olanların yapacağı en iyi şey şantiyelerde tavan süslemeleri ya da altın varak işlemeler yapmaktı. Boyacılar günlük 20 lira alıyorsa, restoratörlere 12-13 lira veriyorlardı. Mimar olmayı kafama koymuştum ben de. Bin bir zorlukla fakülteye girdim, 2. sınıfın yazındaydım. Bir gün telefonum çaldı. Arkadaşım arıyor, inanılmaz heyecanlı ama. ‘Sevilay, biliyor musun gazeteye ilan vermişler, restoratör arıyorlarmış!’ Duyduğuma inanamadım. İlk kez bir firmanın restoratör ilanı verdiğini görmüştük. Hemen gittik oraya. Kapıyı bize açan Erhan’dı. Meğer ilanı da o vermiş!”

Erhan Uludağ, o yıllarda Beyoğlu Belediyesi’nde çalışıyor. Fakat kendisine Osmanlıca öğreten hocasına yardım için onun şirketinde organizasyon şemasını ayarlıyor, şirkete alınacak elemanlara karar veriyormuş. Şirkete aldığı elemanlardan biri de ileride eşi olacak Sevilay Tuncer. Tuncer, orada 2 ay staj yaptıktan sonra ayrılıyor fakat Uludağ ile irtibatları kopmuyor. Nitekim Tuncer mezun olduktan sonra evleniyorlar. E-S Yapı Mimarlık şirketi ise nişanlılık döneminde kuruluyor.

İstanbulun ilk camisini de restore ediyorlar

Şirketin kurulduğu 2000 yılında daha çok şahsî mülkleri restore ediyorlar. Hatta Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki tarihî eserlerin sahiplerini tek tek ziyaret edip hepsine teklif vermişler. Erhan Uludağ, o zamanlar haftada 20-30 teklif hazırladıklarını söylüyor. Bu teklif verilen şirketlerden kimi hemen dönmüş, kimi bir yıl sonra kimi de hiç dönmemiş. Fakat işsiz kalmamışlar. Hatta 2 yıl sonra Taksim Yapı Mimarlık şirketini de kurmuşlar. 7 yıldır kamu kurumlarına ait tarihî eserleri de restore ediyorlar. Restorasyonunu üstlendikleri yapılar arasında; İzmir Konak Yalı Camii, Edirne Selimiye Camii-Darü’l-Kurra Medresesi, Yerebatan Sarnıcı, Rüstem Paşa Medresesi, Şerefiye Sarnıcı, Nalçacı Halil Dergâhı ve çalışmaları hâlâ devam eden İstanbul’un ilk camisi Fatih Sultan Mehmet Camii var.

İkiz annesi olan Tuncer, restorasyon çalışmalarını hasta bebeği iyileştirmeye benzetiyor. Ona göre restorasyon, sabır işi olmasına rağmen çok keyifli. Çocuklarından çok tarihî yapılara zaman harcadığını söyleyen mimar, “Eskiyle yeniyi karşılaştırmak, sonucu görebilmek hep hoşuma giderdi. Birçok kişi şaşırıyor ama ütü yapmak ve cam silmek en sevdiğim işler. Kırışık bir şeyin düzelmesi, yeni gibi görünmesi, aradaki farkın anlaşılması çok güzel çünkü. Mimarlık da bunun gibi.” diyor.

KAYNAK: ZAMAN

Prof. Dr. Feridun Çılı ile Hüseyin Ağa Camii üzerine

Mülakat: İbrahim Ethem Gören

Prof. Dr. Feridun Çılı ile içinden Beyoğlu Hüseyin Ağa Camii geçen bir sohbet…

1-Ağa Camii restorasyonunu genel anlamda değerlendirir misiniz?

Ağa Cami restorasyonu, çatısı olduğu gibi çökme tehlikesinde olan bir yapının yoktan var edilmesidir. 

2-Binada hangi türden hasarlar vardı?

Caminin çatısını oluşturan iki tonozda aralığı 15cm~20cm’ye ulaşan ve yarılma da denilebilecek iki adet diyagonal çatlağa ek olarak tüm cephe duvarlarında, minarede ve avluda çeşitli açıklıklarda sistematik çatlak oluşumu bulunuyordu.

3-Bahsettiğiniz hasarlara nasıl müdahale edildi?

En önemli çatlak/ayrılma denilebilecek tonoz çatlaklarının daha fazla açılmasına izin vermemek amacı ile tonozlara dik doğrultuda dört adet ön gerilmeli gergi düzenlendi. Benzer gergiler, yapının bütünlüğünü korumak amacı ile tonozlara paralel doğrultuda da yerleştirildi. Gergilerde paslanmaz çelik kullanıldı. Yapının bütünlüğünü ve kararlılığını sürdürebilmek için cephe duvarlarının en üst kotunda yine paslanmaz çelikten bir hatıl sistemi düzenlendi. Yapıdaki diğer tüm çatlaklar genişliklerine bağlı olarak değişik şekillerde onarıldı.

4-Binanın sıvalarını sökerken sürprizlerle karşılaştınız mı?

Gayet tabii. Bu aşamada yapıya daha önceki dönemlerde yapılmış tüm müdahaleler görüldü. Bunların bir bölümü günümüz restorasyon ilkeleri ile uyuşmadığı için değiştirildi/kaldırıldı.

5-Binanın cephelerinde mühür gibi yuvarlak metal parçaları duruyor. Bunlar ne işe yarar?

Bunlar, tonozlara paralel ve dik doğrultuda düzenlenmiş gergilerin sabitleme/ankraj plakalarıdır. 

6-Mimar Koray Gümüş Zaman Gazetesi’ne verdiği bir mülakatta Ağa Camii’nin dışarıdan bakıldığında yapının üzerindeki çok katmanlı tarihsel dönemlerin izlerini taşıyan müdahalelerin kazınarak homojen bir hale dönüştürüldüğü ve camiinin 2013 model bir bina olduğunu söylüyor… Bu hususta sizin kanaatleriniz nelerdir?

Kesinlikle katılmıyorum, daha doğrusu yapının tarihi ve hasar durumu hakkında hiç bir bilgisi olmayan insanların fikir belirtmesini gereksiz buluyorum. Yoldan geçerken bakılınca tonozların göçmenin eşiğinde olduğu görülemez. Dahası, bu restorasyon, kurullarca da onanmış bir restorasyon projesi kapsamında ve bir bilim heyetinin gözetiminde yapıldı. Yapılan, bu emeğe saygısızlıktır. 

7-Camiinin eski fotoğraflarına baktığımıza tonozlarda ciddi çatlak ve yarıklar olduğunu görüyoruz. Bunlar nasıl tamir edildi? Yapılan işlem bilimsel açıdan doğru mudur?

Bu sorunun yanıtı 3.soruda var. Yapılan müdahale bilimsel açıdan doğrudur. Daha iyi bir yöntem bulunduğunda yapılan müdahale bir gün içinde kaldırılabilecek kadar basittir. 

8-Camiinin eski fotoğraflarına baktığımızda kolonların daha büyük ve heybetli olduğu görülüyor. Şu anki durumda kolonların ince ve narin olduğunu görüyoruz. Bu camiinin statiği açısından tehlike oluşturur mu?

Hayır oluşturmaz. Camide mihrap cephesine yakın tuğla ayakların üzerinde kalınlığı 20cm~25cm’ye varan çok az donatılı kalitesiz betonla oluşturulmuş betonarme mantolar bulunmaktaydı. Bu tabaka tamamen alınarak yerine çelik köşebentler ve etriye gibi çalışan ön gerilmeli çubuklarla oluşturulmuş çelik manto konuldu. Çelik manto, tuğla ayağın üst kotlarında kapatılmayarak görünür halde bırakıldı.

9-Sizce restorasyonla yeniden inşa projeleri arasında nasıl bir denge sağlanmalıdır? Bu denge Ağa Camii örneğinde nasıl korunmuştur?

Ağa camide tapılan işin adı “restorasyon” olup yapıda korunması gereken ya da korunabilecek tüm öğeler korunmuştur. Yeniden yapım ise, laftan da anlaşılacağı üzere “yeniden yapım”dır.  Bu iki kavramı karıştıranların eleştirisine kulak asmamak gerekir. 

10-“Ağa Camii 16. Yüzyıla ait anonim bir yapı hüviyetine dönüşmüştür” iddiası hakkında neler söylemek istersiniz?

Cami gerektiği şekilde restore edilmiş ve güçlendirilmiştir. Gerisi boş laftır…

Sevilay Uludağ: Restorasyon medeniyetin yeni nesle aktarılmasıdır

Sevilay Uludağ: Restorasyon medeniyetin yeni nesle aktarılmasıdır

Mimar Sevilay Uludağ ve eşi Mimar Erhan Uludağ

Edirne’den Afyon’a; İzmir’den Manisa’ya oradan da Balkanlar’daki Osmanlı eserlerine varıncaya kadar yüzlerce tarihi eserin restorasyonunu gerçekleştiren Mimar Sevilay Uludağ ile tarihi eser restorasyonu üzerine konuştuk

İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni

Yüksek mimar Sevilay Uludağ, mimar eşi Erhan Uludağ ile birlikte 10 yıldır tarihi eser restorasyonu üzerine çalışıyor…

Selimiye Dar’ul Kurra Medresesi, Manisa Zeynelzade Kütüphanesi, Kasımpaşa Mevlevihanesi, Afyon Arapmescit Camii ve Fatih Aşık Paşa Camii gibi asırlık geçmişi bulunan sivil ve dini mimari eserlerini restore eden Sevilay Uludağ, şu sıralar Makedonya Radanya Camii ile Manastır İshak Paşa Camii’nin restorasyonuyla meşgul.

Sevilay Uludağ medrese, cami, mescid, türbe, hazire, imarethane, sebil, sıbyan mektebi, Mevlevihane ve kütüphane gibi Osmanlı medeniyetinden günümüz Türkiyesine miras kalan tarihi eserleri, abide binaları aslına uygun bir keyfiyette restore ediyor…

Edirne’den Afyon’a; İzmir’den Manisa’ya oradan da Balkanlar’daki Osmanlı eserlerine varıncaya kadar yüzlerce tarihi eserin restorasyonunu gerçekleştiren Mimar Sevilay Uludağ ile tarihi eser restorasyonu üzerine konuştuk…

İbrahim Ethem Gören: Tarihî eser restorasyonuna nasıl başladınız?

Sevilay Uludağ: Meslek yüksek okulunda restorasyon bölümünü  okurken uygulamanın içersinde hemen bulunmak istememden dolayı okuldan arta kalan  zamanlarımda çalışmaya  başladım ve böylelikle restorasyon uygulamalarıma ilk adımlarımı atmış oldum.

Bu hizmete restorasyon alandaki eksiklikleri müşahede ederek, medeniyet, tarih ve kültür bilincini proje ile hayata geçirmek amacıyla başladık.

Geride kalan 10 yılda İstanbul başta olmak üzere memleketimizin pek çok yerinde eski eser restorasyon projelerine imza attık.

Evvelemirde cami, mescit, medrese, tekke, çeşme, türbe, gibi vakıf medeniyeti mahreçli eserlerin yayında havagazı fabrikası, un fabrikası, konut gibi sivil mimari olmak üzere 100’ün üzerinde eserin rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerini hazırladık. Aralarında pîrimiz Mimar Sinan’ın da birçok eserinin olduğu bu yapıların uygulama projelerini de hayata geçirdik.

Bu alanda neler yapıyorsunuz?

Taşınmaz kültür varlıklarının konservasyonu ve restorasyonunu yapıyoruz.

Hâlihazırda Kazlıçeşme’deki Fatih Camii, Mesnevihane Camii, Çorlu Fatih Camii, Osmanlı Camii ve Kariye Müzesi gibi tarihi eserler başta olmak üzere muhtelif çeşme ve sebil restorasyonlarını geçekleştiriyoruz.

Balkanlardaki Osmanlı eserleriyle de ilgilendiğinizi biliyorum…

Evet, ilgileniyoruz… Balkanlar, eski Osmanlı toprağı… Evlad-ı Fatihan’ın memleketlerinde yüzlerce Osmanlı eseri var… Balkan coğrafyasıyla özel olarak ilgileniyoruz. Oralar yıllarca ihmal edilmiş… Bunca ihmale rağmen Balkanlarda yaşayan akrabalarımız medeniyetiyle bağlarını sımsıkı muhafaza etmiş… Bahsettiğim medeniyet bağında camilerin, tekkelerin, Osmanlı mezarlarının ayrı bir yer ve önemi var. Bu bağlamda şu anda Makedonya’da ve Arnavutluk’ta bulunan dört Osmanlı camiinin restorasyonunu gerçekleştiriyoruz.

Kazlışeçme’deki Fatih Sultan Mehmed Camii’ni restore ettiğinizi söylediniz… Bu cami, İstanbul ve tarihimiz için ne ifade ediyor?

Fatih Sultan Mehmed’in banisi olduğu Fatih Camii, İstanbul’un en eski İslam ibadethanelerinden biridir… İstanbul’un Fatihi  “haricisur”da yerleşimin teşvik edilmesini teşvik babında bu kutlu mescidi inşa ettirmiştir.

6 asırlık cami pek çok kez onarılmış olmalı…

Doğrudur… Camii günümüze gelene kadar birçok kere onarım geçirmiştir. Caminin cümle kapısının üzerinde II. Mahmud’un tuğrasının olması yapının bu dönemde esaslı bir onarım geçirdiğinin bir göstergesidir. Fatih Camii sırasıyla 1814, 1954 ve son olarak da 1983 yıllarında kapsamlı bir onarım geçirmiştir.

Camiinin mimari üslubu ve iç tezyinat unsurları hakkında bilgi verir misiniz?

Cami 13,80×10,70 cm. ölçülerinde, kareye yakın, dikdörtgen plan şemasında olup oldukça sade bir görünüm arz eder. Son cemaat yeri 1950 yılında betonarme olarak yapılmıştır. Caminin kuzey doğusunda kare kaideli ve kesme taş ile inşa edilen bir minaresi vardır ki minare özgün şeklini korumaktadır. Kâgir olan yapı dört yöne meyilli ve üzeri kiremit örtülü bir çatı ile kapatılmıştır.

Mescidin tam karşısında semte adını veren Kazlı Çeşme ile Fatih’in Sakabaşısı Ali Ağa’nın türbesi yer almaktadır. Mihrab sade bir niş şeklindedir, minber ise ahşap olup yenidir. Tavan ahşap çıtalarla düzenlenmiş olup ampir üslupta motiflerle süslenmiştir.

Tarihi eser restorasyonu deyince ne anlamalıyız?

Kısaca, medeniyetin, tarihin, kültürün yaşatılmasını ve nesillere aktarılmasını sağlamayı… Eserler, ancak gerektiğinde, özellikleri muhafaza edilerek tamir ve bakımdan geçerse nesilden nesile aktarılabilir…

Restorasyon projelerinde dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir?

İşin uzmanlarıyla çalışmak. Çok kapsamlı araştırma yapmak. Uygulama yapılacak yapının benzerlerini incelemek, dönem ve üslubunu çok iyi anlamak projenin olmazsa olmazlarındandır.

En önemli hususlardan biri de çalışma ekibidir. Tarihi eser restorasyonu bizatihi ekip işidir. Araştırma safhasından, çizim safhasına kadar teknik desteğe ihtiyaç duyar. Konusunun uzmanı kişilerin özveri ve aşk ile yapması gereken bir faaliyettir.

Eski eser restorasyonu sırf kâr için yapılabilir mi?

Hayır…  Medeniyetimize ait kadim eserlerin aslına uygun olarak yenilenmesi kesinlikle ticari faaliyet olarak görülmemesi gereken bir hizmettir. Para bahis mevzuu olmayacak mı? Tabii ki olacak ama her zaman ikinci planda kalacak. Restorasyon işinde kullanılan malzemeden işçi ve usta seçimine kadar dikkatli davranmak lazımdır.

Kullanılan malzemenin mevcut yapı ile uyumu, işçilik kalitesi, keyfi uygulamalar ve daha fazla kâr elde etmek amacıyla özensiz iş yapma ve imitasyon uygulamalar sıkça rastlanılan hatalardır.

Hatasız bir restorasyon projesi düşünmek mümkün mü?

Çok zor…  Gerçi proje hatasız olsa da uygulamada mutlaka bazı sorunlarla karşılaşılır. Bir de eski malzemeyle yeni malzemenin uyumu var ki bunu sağlamak oldukça güçtür.

Bir tarihî eserin aslına uygun bir şekilde restore edilme sürecinin nasıl olması gerektiğine dair tecrübelerinizi paylaşır mısınız?

Çok iyi araştırma yapılarak hazırlanacak restitüsyon ve restorasyon projelerinin ehil ellerde uygulanması gerekmektedir. Süreç yapının rölövesinin alınmasıyla başlar. Bunu restitüsyon ve restorasyon projelerinin hazırlanması ve Koruma Kurullarının onayının alınması izler. Daha sonra restorasyon projesinin uyulama safhası gelir. Yapının malzeme analizlerinin, zemin etüdünün yapılması gerekir. Malzeme analizi, yapıda kullanılacak malzemenin özgün malzemeyle uyumunun sağlanması açısından, zemin etüdü ise yapının strüktürel sorunlarının giderilmesi için oldukça önemlidir. Bunu işin ehli ustalarla çalışmak takip eder.

Asırları geride bırakan Sultanahmet Camii dimdik ayakta dururken Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii 40’ncı yılını göremeden yıkıldı… Cumhuriyet döneminde inşa edilen kimi dini ya da sivil mimari eserlerinin bir insan ömrü kadar ayakta kalmakta zorlanmasını neye bağlamamız gerekir?

Yapıda kullanılan malzemelerin burada etkili olduğu görülmektedir. Anıtsal yapıların malzemesi  taş, tuğla ve Horasan sıva olması ve bu malzemelerin dayanıklılığının, kimyasal malzemelerin dayanıklılığından fazla olmasına bağlanabilir.

Eski eser restorasyonu alanında ülkemiz ne durumda? Kadim camilerimizden medreselerimize; oradan, mezar kitabelerinden çeşmelere kadar tarihimize yeterince sahip çıkabiliyor muyuz?

Büyük camiler ve anıtsal yapılarla ilgili özellikle 2006-2010 yılları arasında çok kapsamlı bir faaliyet gerçekleştirilmiştir. Onarım gerektiren büyük yapıların tamamına yakının projeleri hazırlanmış olup onarımlarına da başlanılmıştır. İstanbul’daki anıtsal camilerin büyük bir bölümünün onarımları gerçekleştirilerek ibadete de açılmış durumdadır.

Medrese, çeşme, hazire, türbe vs. gibi yapıların onarılmasında başta Vakıflar Genel Müdürlüğü olmak üzere il ve ilçe belediyelerinin de gereken ilgiyi gösterdiği söylenebilir.

Tarihi eser restorasyonlarında yeterli araştırma yapılıyor mu? Eser bazında bilim kurulu göreve davet ediliyor mu?

Tarihi eser restorasyonlarının gerçekleşebilmesi için; o eserlerin mevcut durumu yani rölövesi, yapının ham hali, yani ilk yapıldığı andaki durumu veya nitelikli eklemelerini içeren durumunu gösteren ve kapsamlı bir araştırma gerektiren  restitüsyon projesi hazırlanması gerekmektedir.

Bu projeler ve genellikle de restitüsyon projeleri doğrultusunda hazırlanan restorasyon projelerinin Bölge Koruma Kurullarınca uygun bulunmasından sonra uygulamaya geçiliyor. Anıtsal yapıların uygulama projelerinin onayında genellikle bölge kurul kararıyla bilim kurulları oluşturulması isteniyor.

Restorasyon müteahhit işi mi? Müteahhitler inşaattan mutlaka anlar ama aynı şey, tarihi eser restorasyonu için söylenebilir mi? Tarihî eser restorasyonu yapan, bu alanda ihale kazanan firmalarda işin uzmanları çalışıyor mu?

Tarihi eser uzmanı bulundurmayan firmaların bu tür ihalelere girmesi son yıllarda neredeyse imkansız hale getirilmiştir. Hatta anıtsal yapıların restorasyonunda farklı meslek uzmanlarından oluşan bilim kurulları oluşturulmaktadır. Bu onarımlar oluşturulan bilim kurulların denetiminde gerçekleştirilmektedir.

Tarihi eserler, ihaleyi alan firmaların ustalarının, mühendislerinin insafına mı bırakılıyor? Bu alanda yeteri kadar denetim yapılıyor mu?

Böyle bir durum söz konusu olamaz. Olmamalıdır. Birkaç kötü örnek çıkabilir. Ama bunlar genelin denetimsiz olduğu anlamına gelmemelidir. Tarihi eserlerin restorasyonu hazırlanmış ve Koruma Kurullarınca uygun bulunan uygulama projeleri kapsamında  müellif mimar ya da konu kamu veya  vakıfsa bölge müdürlükleri denetiminde yapılıyor. Proje dışında yapılan uygulamalar ise meslekten mene varacak cezaları gerektirdiğinden, onaylı projelerin dışında keyfî uygulamaların yapılması güçleşiyor. Denetim konusunda bizim yaptığımız işler üzerinden konuşabilirim ancak. Onlarda da oldukça sıkı denetim yapılmıştır.

Türkiye’de tarihi eser restorasyonu alanında yetişmiş iş gücü sayısı, restorasyon uzmanı sayısı yeterli mi?

Tarihi eser sayısıyla kıyaslarsak nitelikli eleman ve yetişmiş iş gücü kesinlikle yeterli olmadığını düşünüyorum.

Tarihi eser restorasyonunda kullanacağınız malzemeleri nasıl/nereden temin ediyorsunuz? Sanatkâr dedelerimizin klasik mimaride el altında bulundurdukları, evvelemirde akla gelen Horasan sıva gibi malzemeleri nasıl temin ediyorsunuz?

İş ve hizmetin mahiyetine göre çalışıyoruz. Bir abidevi eserde Horasan sıva gerekliyse bunu mutlaka temin ediyoruz. Horasan sıvanın yapımında gerekli olan dört malzemeyi de Manisa ve Aydin illerimizden  getirtiyoruz.

Restorasyonda “Olmayana ergi” yöntemi geçerli midir? Rumelihisarı’nda, Şehitlik Dergâhı’nda herkesin gözü önünde Rumelihisarı’nın silueti bozuldu? Üzerinde en az 100 yıldır hiçbir eski ve yeni binanın bulunmadığı bilinen 14 dönümlük bir alanda “Tarihi Eser, Müze ve Sosyal Tesisler Restorasyonu” ruhsatıyla sıfırdan betonarme yapılar, restoranlar, havuzlar, binalar inşa edildi? Restorasyonun sınırları yok mudur?

Restorasyonun tabii ki sınırları vardır… Proje kapsamında olmayan hiçbir şey yapılamaz, yapılmamalıdır. Bir mekânda tarihi eser ya vardır ya da yoktur. Mezkûr bölgede önceki dönemlerde tarihi bir eser yoksa oraya normal şartlar altında “sonradan” gece kondu mantığıyla “tarihi eser kondu” yapılamaz/yapılmamalıdır. Bu noktada görev kontrolörlere ve haliyle Boğaziçi İmar Müdürlüğü’ne düşmektedir…

Son olarak tarihi eser restorasyonu üzerine neler söylemek istersiniz?

Eserlerimiz geçmişimizi anlamamız, yaşanmışları ve geçmişteki birikimleri, tarihi sosyal hayatı kısacası geçmişte ne varsa tamamen yalan söylemeden yorum katmadan anlatan  tek şahitlerdir. Bunları ne kadar uzun yaşatırsak ve esere yalan konuşturmazsak  o kadar çok nesle aktarılmış olur.

İlginiz için teşekkür ederim.

Asıl ben teşekkür ederim İbrahim Bey.

Kaynak: Dünya Bülteni

Nalçacı Halil Dergâhı- Bir restorasyonun hikayesi

İbrahim Ethem Gören, şehir plancısı ve restorasyon uzmanı Erhan Uludağ ile Nalçacı Halil Dergâhı özelinde tarihi eser restorasyonu üzerine bir söyleşi yaptı

İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni 

Osmanlı tekkeleri ve tekkelerde neşvü neva bulan kültür, Osmanlı medeniyetinin muhafaza edilmesinde, nesilden nesile aktarılmasında, ilim ve tasavvuf geleneğinin aslî mahiyetine uygun bir şekilde sürdürülmesinde önemli misyon üstlenmiş. Bu bağlamda Üsküdar’daki Nalçacı Halil Dergâhı da 1900’lü yılların başına kadar Ümmet-i Muhammed’e hizmet eden bir müessese ve irfan mektebi olarak hayatiyetini sürdürmüş. Bir Halveti-Şabani Dergâhı olan Nalçacı Halil Tekkesi 100 yıllık bir fasılanın ardından yeniden ihya edilerek 2 Mart Cuma günü Cuma namazında tekrar hizmete açıldı…  Tekkenin restorasyon projesini eşi, mimar Sevilay Uludağ’la birlikte hayata geçiren şehir plancısı ve restorasyon uzmanı Erhan Uludağ ile Nalçacı Halil Dergâhı özelinde tarihi eser restorasyonu üzerine sohbet ettik…

İbrahim Ethem Gören: Nalçacı Halil Dergâhı’ndan hikâyesini anlatır mısınız? Nalçacı Halil kimdir, dergâh hangi tarihlerde hizmete girmiş ve kaç yıl cemiyete ve cemaate hizmet etmiştir?

Günümüze ulaşamayan tekkenin haziresi Üsküdar’da Tabaklar Mahallesinin (eski İnadiye semti)  Nalçacı Hasan[1] Sokağı’ndadır. Tekke, Halvetî tarikatine mensup olan Mudurnulu Nalçacı Şeyh Halil Efendi tarafından kurulmuş ve bu sebeple onun adını almıştır. 4. postnişîn Şeyh Mehmed Tulû’î Efendi’den dolayı (v. 1170/1756-7) Tulû’î Efendi Dergâhı[2] adıyla da anılmaktadır. Ayvansarayî’ye göre, buranın diğer bir adı ise Pâr Tekyesidir ve Halil Efendi Antalya’da meskûn Vehhab Ümmî’nin müridlerindendir.[3] Diğer bir belgeye göre onun şeyhi, silsilesi Abdülvehhab Efendi ve Tâlib Ümmî Efendi ile Halvetiyye tarikatinin Ahmediyye kolunun kurucusu Şeyh Ahmed Şemseddin Yiğitbaşı’ya (v. 910/1504) ulaşan Armağan Ramazan Efendidir.[4] Halil Efendi’nin vefat tarihini Ayvansarayî burada bulunduğunu belirttiği mezar taşına göre 1040 (1630-1)[5], Zâkir Şükrî ise 1068 (1657-8)[6] olarak verir. Sözü edilen mezartaşı bugün mevcut değildir; kabir yeri de bilinmemektedir.

Zaman içinde harap olan dergâh 1874 yılında tamir ettirilmiş, bu sırada Nalçacı Şeyh Halil Efendi’nin kabri üzerine bir türbe inşa edilmiştir.[7]

1914–1919 yılları arasında hazırlanan “Alman Mavileri” haritalarında tekke binalarının mevcut olduğu görülmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1924 yılında yaptırmış olduğu tespit çalışmasında Nalçacı Tekkesi’nin “mâmur” durumda olduğu belirtilmiştir. Ancak 1931 tarihli 57 nolu Pervititch paftasında yalnızca türbenin ve minarenin ayakta kaldığı görülmekte, diğer kısımların ise harabe olarak nitelendirildiği belirtilmektedir. 1940’larda halen varlığını sürdürmekte olan Nalçacı Halil Efendi Türbesi de bu tarihlerden sonra yıkıma uğramış ve ortadan kalkmıştır. Dergâhtan günümüze hazire dışında hiçbir şey ulaşamamıştır.

Tekke her ne kadar Nalçacı Halil Efendi tarafından yaptırılmış olsa da, tekkenin manevi bütünlüğü açısından Bosnavî Mehmet Tevfik Efendi’nin kabrinin burada bulunmasının ayrı bir önemi vardır.

Buradan, restorasyona geçelim isterseniz… Cami ve dergâhın mimari plan özellikleri nelerdir?

Halvetiliğin Şabani koluna mensup Mudurnulu Nalçacı Şeyh Halil Efendi tarafından muhtemelen 17. Yüzyılın ilk çeyreğinde yapılmış olan Nalçacı Dergâhı aynı zamanda tevhidhane olarak kullanılan mescidin Maraş Valisi Abdullah Paşa (ö.1756) tarafından minberle donatılmasıyla cami-dergâh niteliğini kazanmıştır. Zamanla harap olan dergâh 1874 yılında Namık Paşazade Hüseyin Cemil Paşa (ö.1889) tarafından tamir ettirilmiş, bu sırada Nalçacı Şeyh Halil Efendi’nin kabri üzerine bir türbe inşa edilmiştir.

Dergâh günümüze ulaşmadığı ve mimari özelliklere ait henüz görsel bir belge bulunamadığı için yapıların mimari özelliklerini ancak yazılı kaynaklardan öğrenebiliyoruz. Yazılı kaynaklardan öğrendiğimiz bilgileri de ancak dönem yapılarıyla karşılaştırarak anlamak mümkün olmaktadır.

Bu bilgiler ışığında kareye yakın dikdörtgen planlı, ahşap duvarlı ve kırma çatılı olduğu anlaşılan mescit-tevhidhanenin, geç dönem Osmanlı mescitleriyle aynı özellikleri paylaştığı rahatlıkla söylenebilir. Avlu (kuzeybatı)  yönünde, dikmelere oturan bir son cemaat yeriyle donatılan mescit-tevhidhanenin muhtemelen güneybatı yönünde, üst kattaki kadınlar mahfiline çıkan merdivenin yer aldığı bir mekân bulunmaktaydı. Bu bölümün de arkasında, koridor veya revak türünden bir mekânla mescit-tevhidhaneye bağlanan muhtemelen iki katlı bir kanat bulunmaktaydı. Dergâhın diğer bölümlerinden görece soyutlanmış olan bu kanat büyük ihtimalle dergâhın harem dairesiydi.

Cümle kapısının açıldığı küçük avluyu diğer iki yönden (güneybatı ve kuzeybatı yönlerinden) kuşatan ve mescit-tevhidhaneye bağlanan, iki katlı olduğu tahmin edilen diğer kanadın ise selâmlık olduğu söylenebilir. İ. Hakkı Konyalı’nın “meşruta” olarak nitelediği bölüm olduğu anlaşılan bu kanatta, bir sofa etrafında he katta ikişer odanın olduğu varsayılabilir. [8]

Dergâh, Cumhuriyet döneminde hangi yıllara kadar ayakta kalmıştır?

Dergâh Cumhuriyet döneminde bakımsızlıktan yıkılmıştır. 1940’larda halen varlığını sürdürmekte olan Nalçacı Halil Efendi Türbesi de bu tarihlerden sonra yıkıma uğramış ve ortadan kalkmıştır. Dergâhtan günümüze boş bir arsa ve hazire dışında hiçbir şey ulaşamamıştır.

Tekkeden günümüze boş bir arsa ve hazire kaldığını söylediniz… Tekke ne kadar bir süre metruk vaziyette kalmış?

1930’lu yıllaradan itibaren işgal edilip arsa üzerine gecekondular yapılmıştır. Bu gecekondular ancak 2006 yılında kaldırılabilmiş ve arazi işgaleden kurtarılmıştır.

Nalçacı Tekkesi’ni ve camiini yeniden inşa ve ihya sürecini anlatır mısınız? Mimari planı nasıl buldunuz? Tekkeyi temelleri üzerinde yeni baştan inşa ederken nelere dikkat ettiniz? 

Nalçacı Dergâhı 2005 yılında İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Bosnavî Mehmet Tevfik Efendi Nalçacı Halil Külliyesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği’ne ihya edilmek üzere tahsis edilmiş. Dernek, restorasyon projelerini hazırlatıp zorlu bir süreçten sonra projeler, Koruma Bölge Kurulu’nca 3 Haziran 2008 tarihinde onaylanmıştır.

Proje onayından sonra Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payına Dair Yönetmelik hükümlerin yararlanmak üzere Üsküdar Belediyesi kanalı ile İstanbul İl Özel İdaresi’ne müracaat edilmiş. 2009 yılında İstanbul İl Özel İdaresi’nce Restorasyon bedelinin %80’i Özel İdare Fonu’ndan karşılanmak ve %20’si ile toplam bedelin KDV’si Üsküdar Belediyesi tarafından ödenmek üzere fon tahsis edilmiştir. 2009 yılı sonlarına doğru Üsküdar Belediyesi tarafından açılan ihaleye iştirak ettik, ihale uhdemizde kaldı ve işe başladık.

Bu süreç ne kadar vaktinizi aldı?

Öncelikle projenin arazi aplikasyonunu yaptığımızda hazire alanındaki 4-5 tane mezarın, mescidin içinde kaldığını fark ettik. Bu mezarlar, esasında dergâh yıkıldıktan sonra defin yapılmış kabirler. Durumu belediyeye bildirdik ve proje tadilatı yapılması ve Koruma Bölge Kurulu’nda onay alınması istenildi ve projeler tekrar revize edilerek Koruma Kurulu’na sunuldu. Ancak bu süreç yaklaşık 4,5 ay işe başlanmasını geciktirdi.

İşe başladığımızda yine birtakım sıkıntılar ve işi geciktiren süreçler yaşandı. Hafriyata başladığımızda 6-7 katlı komşu binaların bodrum katlarının olmadığını tespit ettik, sağlam zemin 3-4 mt. derinde olduğundan mecburen dergâhın temellerinin sağlam zemine oturması gerekiyordu. Hafriyat esnasında komşu binaların kayma tehlikesi ortaya çıktı. İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi’nden uzman hocalardan statik rapor alarak bu rapora göre tedbirler alıyorken, nisan yağmurları aman vermiyor, diğer taraftan İSKİ kayıtlarında yer almayan bir isale hattının arsanın tam ortasından geçtiğini kazı sırasında isale hattının patlamasıyla hem İSKİ hem de biz öğreniyorduk.

Ortaya çıkan statik sorunlar proje tadilatı ihtiyacını doğurdu. Malumunuz projede yapılacak her türlü değişiklik Koruma Kurulu onayını gerektiriyor. Dolayısıyla süreç uzamış oluyor.

Tekke ve caminin mimari üslubundan bahseder misiniz?

Projeler hazırlanırken eski tekke yapılarına dair görsel belge olmadığından restorasyon projesi betonarme temel ve çelik konstrüksiyon üzerine ahşap kaplama olarak zor-bela onaylanmış. Projenin onayı sürecinde bir hayli sıkıntılar yaşanmış, projenin onaylanmaması yönünde ciddi itirazlar yaşanmış.

Statik sebeplerden proje tadilatı gereği ortaya çıkınca hazır kurul süreci yaşanacakken projede de bazı değişiklikler yaptık.

Yapıyı tamamen geleneksel usullere göre, temeller ve zemin kat kâgir, üst katlar ahşap yapalım dedik ancak bu teklifimiz uygun görülmedi.

Ancak temel ve bodrum betonarme, diğer katlar çelik yapı ile ahşap karma sistemde ve bağdadi duvar ve horasan sıva uygun görüldü. Bu arada ilk projede betonarme olan minareyi dönemine uygun kesme taş tekniği ile yaptık. Aynı zamanda yapılardaki kapı pencere ve diğer mimari elemanları dönemine uygun oranlarda revize ettik.

Bunun yanında kapı pencere tasarımlarının yanı sıra tavan planları değişti, diğer taraftan betonarme ihata duvarları küfeki taşıyla usulüne uygun yapıldı. Girişe klasik tarzda bir taç kapı ile taçlandırıldı.

Restorasyonda iç tezyinat unsurları neler?

Yapının orijinal haline ilişkin bilgiler yeterli olmadığından tezyinatına dair bilgiler de maalesef yok. Ancak az önce bahsettiğim proje tadilatı esnasında yapıların sadeliğini muhafaza etmekle beraber binalara güzellik katacak tarzda bazı değişiklikler yapıldı. En basitinden kullanılan mimari öğeler dönem örneklerine ne kadar yakın olursa o derecede güzelliği artıyor. Kapılar, pencereler, tavanlar gibi. Bunun yanında minber, mihrap ve vaaz kürsü projeleri değiştirildi, mescit kapısı oyma tekniğiyle kündekâri yapıldı. Mescidi süsleyen bir diğer unsur da avize… Avize, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nden hediye edildi.

Bu bağlamda soracak olursak Nalçacı Halil Camii takriben kaç yıl İstanbulluların hizmetinde olacaktır?

Yapıların periyodik bakımları yapıldıktan sonra bir sıkıntı olacağını düşünmüyorum. Dergâhın zaten artık bir vakfı var. İlelebet hizmet vermeye devam edecektir.

Süleymaniye, Yeni Cami, Selimiye, Rüstempaşa gibi Osmanlı kadim mimari eserleriyle günümüz Türkiye’sinde inşa edilen dini mimari yapıların ömürlerini karşılaştırıldığımızda Cumhuriyet döneminde yapılan dini ya da sivil mimari eserlerin hayatiyetlerinin daha kısa süreli olmasını neye bağlamamız gerekir? 

Günümüzde inşa edilen mimari yapıların ömürlerinin kısa olmasının asıl sebebi betonarmenin ömrünün yığma yapı ve horasan harçla kıyaslanmayacak kadar kısa olmasıdır. Bahsettiğiniz bu yapılar taş yapılardır ve ömürleri tabii ki daha uzundur. Günümüz çağındaki çevre etkileri de yapıların daha hızlı yıpranmasını artırmaktadır.

Osmanlı’dan günümüze intikal eden tarihi eserler ne hikmetse muhafaza edilemiyor? Tarihi yapılar yıkılıp gidiyor… Medreseler, çeşmeler, sibyan mektepleri, meşrutalar kederine terk ediliyor… Nerede hata yapılıyor? Bu sürecin önüne nasıl geçilebilir?

Bu konu derin olmakla birlikte, bahsettiğiniz yapılar Osmanlı vakıf geleneğinin ürünü eserlerdi. Bu eserlerin bir banisi olduğu gibi, eserlerin ilelebet yaşayabilmesi ve gereğinde tamir ve bakımlarının yapılabilmesi için akarlar da vakfedilirdi.

Son yıllarda bu eserlerin restorasyonları ve ihyaları yapılmaya başlandı ve ciddi çalışmalar yapılıyor. Ancak bu sorun ancak vakıf bilinciyle ve kültürel mirasa sahip çıkmakla çözülebilir.

Ülkemizdeki restorasyon çalışmalarına geçmezden önce sizin bu alandaki çalışmalarınıza değinelim… Sadece restorasyon yapıyorsunuz. Bu alana nasıl girdiniz ve şu ana kadar belli başlı hangi tarihi eserleri restore ettiniz? 

Sadece restorasyon değil, aynı zamanda günümüz inşaat sektöründe de uygulamalar yapmaktayız.

Eski eser restorasyonu işine, bu alandaki eksiklikleri görülerek, tarih ve kültür bilincini proje ile hayata geçirmek amacıyla başladık. Bugüne kadar ülkenin büyük bölümünde eski eser restorasyon projeleri hazırladık. Başta cami, mescit, medrese, tekke, çeşme, türbe, gibi vakıf kökenli eserlerin yayında havagazı fabrikası, un fabrikası, konut gibi sivil mimari olmak üzere 90’a yakın eserin rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlanmış, aralarında Mimar Sinan’ın da birçok eserinin olduğu bu yapıların da bir kısmının uygulamaları yapılmıştır.

Tarihi eser restorasyonunda nelere dikkat edilmelidir? Sık yapılan hatalar nelerdir?

Tarihi eser restorasyonu bir ekip işidir. Araştırma safhasından, çizim safhasına kadar teknik desteğe ihtiyaç duyar. Konusunun uzmanı kişilerin özveri ve aşk ile yapması gereken bir faaliyettir.

Kesinlikle ticari faaliyet olarak görülmemesi gereken eski eser restorasyonunda, kullanılan malzemeden işçi ve usta seçimine kadar dikkatli davranmak lazımdır.

Kullanılan malzemenin mevcut yapı ile uyumu, işçilik kalitesi, keyfi uygulamalar ve daha fazla kâr elde etmek amacıyla özensiz iş yapma ve imitasyon uygulamalar sıkça rastlanılan hatalardır.

Restorasyon projelerinin denetimi ne durumda? Denetim kuruluşları ve elemanları yeterli mi?

Restorasyonda uygulama içim gerekli denetim yetkisi Belediyeler, İl Özel İdareleri ve Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesindeki teknik elemanlardadır. Bu teknik elemanlar çoğunluklu yeterli denetimi sağlamaktadırlar.

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyorum…

Ben de ekibim adına gösterdiğiniz nazik alakadan dolayı sizlere müteşekkirim…

Dipnotlar

[1]    Sokağın adının tekkenin adından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ancak ne hikmetse Hüseyin’in Hasan’a dönüştüğü görülmektedir. Aslında sokağın adı eskiden Nalçacı Halil imiş, 1976’larda ise Hunnabî (!) adını taşımaktaymış, daha sonra gûyâ aslına döndürülerek bu hale gelmiş (İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitabeleriyle Üsküdar Tarihi, I, İstanbul 1976, s. 237).

[2]    BOA, C.EV., 522/26356 (29 B 1268).

[3]    Ayvansarayî, Hadîkatü’l-Cevâmi’, II, Matbaa-i Âmire 1281, s. 215.

[4]    Üsküdar Selim Ağa Ktp., Tomar nr.122’den nakleden Mehmet Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, I, İstanbul 2001, s. 285.

[5]   Ayvansarayî, a.g.e., II, s. 215.

[6]  Zâkir Şükrî Efendi, Die Istanbuler Derwisch-Konvente und Ihre Scheiche (Mecmû’a-i Tekâyâ), nşr. M. Sehan Tayşi – K. Kreiser, Freiburg 1980, s. 26.

[7]http://marmara.academia.edu/SadiSKucur/Papers/497776/Uskudar_Nalcaci_Seyh_Halil_Efendi_Tekkesi_Haziresi_Mezartaslari

[8] Prof. Dr. Mim. M. Baha TANMAN-Nalçacı Dergâhı’na İlişkin Rapor

Kaynak: Dünya Bülteni

Rum kilisesinden Osmanlı Camii’ne…

Rum kilisesinden Osmanlı Camii’ne…

Şehir plancısı ve restorasyon uzmanı Erhan Uludağ ile Arnavutköy’deki Osmanlı Camii’nin hikayesi üzerine hasbıhal ettik

İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni – Kültür Servisi

Arnavutköy, Osmanlı döneminde bir zamanlar İstanbul’daki gayrimüslimlerin, Rum tebaanın oturduğu mekânlar arasında… 1923 yılında Yunanistan’la yapılan nüfus mübadelesinin ardından Arnavutköy bölgesindeki Rum halkı Yunanistan’a giderken; Yunanistan’da yaşayan Müslüman Türklerin bir bölümü de buraya yerleşmiş. Mübadele neticesinde bölgede Rum halkı kalmayınca cemaatsiz kalan kiliseler de camiye dönüştürülmüş.

Bu mülakatın öznesinde mezkûr süreçte kiliseden camide dönüşen Arnavutköy Osmanlı Camii’nin restorasyonu yer alıyor…

Yaptığı çalışmalar ve hayata geçirdiği projelerle özellikle Balkanlardaki cami, mescit, türbe, medrese ve sebil gibi Osmanlı eserlerinin restorasyonu konusunda uzmanlaşan şehir plancısı ve restorasyon uzmanı Erhan Uludağ ile Osmanlı Camii’nin hikayesi üzerine Taksim’deki ofisinde hasbıhal ettik.

İbrahim Ethem Gören: Osmanlı Camii’nin nasıl bir hikâyesi, geçmişi var?

Erhan Uludağ: Osmanlı Camii aslında bir kilise yapısıdır. Yazılı ve görsel kaynaklarda yapı ile ilgili yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. Günümüze ulaşıncaya kadar yapı değişik işlevlerde kullanılmıştır. Hatta bir dönem kışla olarak kullanılan bina 1991 yılında kuzeybatı köşesine minarenin eklenmesi ile cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yapıyı cami olarak işlevlendirilmek ile hem halka hizmet eden hem de yaşayabilen bir merkeze dönüşmüştür. Çünkü eski eserler her ne kadar restorasyonlarla onarım geçirse bile eğer işlev verilmez ise yalnızlığa terk edilirse eski bakımsız günlerine geri dönmeye mahkûmdur.

Kilise dediniz… Kilisenin ismi ve mimarı hakkında neler biliyorsunuz?

Yapı ile ilgili araştırma sürecinde herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Bu nedenle yaptıran kişi ve mimarı bilinmemektedir.

ARNAVUTKÖY İSTANBUL İÇİN STRATEJİK BİR NOKTADIR

Gayrimüslim tebaa İstanbul’da daha çok Şişli, Pangaltı ve Taksim bölgesinde yaşamış. Rumların, Arnavutköy gibi az önce isimlerini andığımız semtlere nazaran “taşra” olarak adlandırılabilecek bir muhite gelmelerinin özel bir nedeni var mı?

Arnavutköy İstanbul’un stratejik bir noktasıdır. Arnavutköy tarihi içerisinde tarihi yarımada, galata, Beyoğlu gibi diğer semtlere göre öne çıkan bir yer olmamasına karşı Osmanlı için özellikle askeri savunma, lojistik açısından çok önemli bir noktada idi. O nedenle de Hadımköy tren istasyonu yapılmıştır. İstanbul’u batıdan gelecek saldırılara karşı koruyan, oradan gelecek tehlikeleri önleyen ilk giriş noktasıydı Arnavutköy. Bununla birlikte Osmanlı’da bu kadar önemi olan bir noktada o dönemin en önemli ulaşımının dahi gittiği bir yerde askeri birliklerin yanında ticaretin de geliştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Ulaşım ile birlikte batıdan gelen ya da İstanbul’dan gelen Türk ve Gayrimüslimlerin yerleşme noktalarından birini oluşturduğu kesindir. Zaten Arnavutköy adı, geçmişte burada yaşayan Arnavut asıllı birinden gelmektedir. Arnavutköy’deki gayrimüslim nüfus, 1923 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Nüfus Mübadelesi Anlaşması sonrasında değişmiştir. Önceleri, çoğunlukla Rumların yaşadığı bölgeye, mübadele ile birlikte Yunanistan’ın Drama İli’ndeki Türkler yerleştirilmiştir.

Osmanlı öncesinde Cenevizlilerin olduğu bölgede eski adı İmberin veya Emberin olan Boğazköy hakkındaki en eski tarihi belge ise 1497 tarihli tapu tahrir defterlerindeki kayıtlara göre Boğazköy küçük bir Rum köyüdür. 1553 tarihli tapu tahrir defterlerinde ise, buranın 2. Beyazıt’a ait vakıf arazisi olarak kayıtlı olduğu görülmektedir.

BOĞAZKÖY, SELİMPAŞA VE SİLİVRİ’DE DE CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLEN KİLİSELER VARDIR

Bölgede o dönemde başka kiliseler mevcut muymuş?

Bölgede eski Rum köyü olan Boğazköy’de kiliseden dönüştürülen bir cami vardır. Bunun dışında Aynı bölgede olmasa bile yine Gayrimüslimlerin yaşadığı yakın çevredeki Selimpaşa ve Silivri’de de daha sonradan camiye çevrilen kilise yapıları vardır.

Kilisenin camiye dönüştürülmesi nasıl ve hangi yılda olmuş?

Mübadele ile bölgedeki gayrimüslim nüfus azalmış ve Türk nüfus bölgede artmıştır. Bir süre boş kalan yapı daha sonra kışla olarak kullanılmıştır. Sonrasında uzun bir süre boş kalmıştır. Bu dönemde yapı harap duruma gelmiştir. Türk ve Müslüman nüfusun artması bölgedeki cami ihtiyacına sebep olmuştur. Bölge halkının gayretleri ile 1991 yılında yapının kuzeybatı köşesine eklenen minare ile camiye çevrilen yapının tekrar yaşama dönmesi sağlanmıştır.

Şantiyeyi kurduğunuzda bina ne durumdaydı? Kiliseden geriye neler kalmıştı?

Şantiye kurulduğunda cami olarak kullanılan yapıda cami işlevinden dolayı bir takım değişikliler yapıldı. Esere eklenen minare en önemli yeni müştemilattır. Bunun dışında tepe pencereli fil gözü şeklinde tanzim edilmiştir. Apsisteki niş kapatılarak imam odası olarak işlevlendirilmiştir. Kiliselerde görülen ahşap tonoz tavan bölümü alt kottan pvc levhalar ile kapatılarak düz tavana çevrilmiştir. Kadınlar mahfili planı değiştirilerek hareme doğru büyütülmüştür. Kadınlar bölümü zemin döşemesi tamamen betonarmeye çevrilerek özgünlüğünü kaybetmiştir. Pencereler pvc malzemeden yapılarak formları değiştirilmiştir. Camiinin dernek odası olarak kullanılan güneybatı köşesindeki odanın özgününde üst kata çıkış sağlayan merdiven yerinde yoktu. Buranın simetrisindeki mekânda bulunan merdiven betonarme olarak yakın dönemde yapılmış olup özgün formunda değildir.

KİLİSEDEN DÖNÜŞTÜRÜLEN CAMİLERDA KIBLENİN TAYİNİ VE MİHRABIN YERLEŞTİRİLMESİ ÖNEMLİ BİR ÇALIŞMADIR.

Daha önce benzer çalışmalar yaptınız mı? Kiliseler camiye nasıl dönüştürülüyor? Kilise ve müştemilatlarında hangi türden değişiklikler yapılıyor?

Kilise ve kiliseden camiye çevrilen bir çok yapının röleve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin hazırlanması konularında daha önceden çalışmalar yapmıştık. Bu çalışmalarda kiliselerin camiye çevrilmesindeki esas değişiklik çan kulelerinin yıkılarak yerine minare yapılması olduğu tespit edilmiştir.

Kiliseden dönüştürülen camilerde kıblenin tayini ve mihrabın yerleştirilmesi önemli bir meseledir. Bu değişiklik dışında kıble yönüne uygun olarak mihrap yerleştirilmekte; minber ve vaaz kürsüsü konmaktadır.

Özellikle Osmanlı mimarları, kiliseler camiye çevrilirken yapının mozaik ve fresklere korumacı bir tarzla yaklaşmıştır.

ŞU ANDA MÜZE OLARAK KULLANILMAKTA OLAN KARİYE KİLİSESİ 16. YÜZYILDA CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR

Şu an uygulamasını yapmakta olduğumuz Kariye Müzesi de bildiğiniz üzere kilise iken Osmanlı döneminde 16. yüzyılda camiye çevrilmiştir. 14. yüzyılda Khora sanat akımını başlatan yapı içerisindeki mozaik ve fresklerin 1880 yılındaki fotoğraflarda büyük bir bölümünün açık olduğu, üzerinin kapatılmadığı görülür. Yapılan kapatmalarda da alçı sıvanın alt kısmına özel bir boya sürüldüğü ve boyanın üstteki katmanın mozaiklere hasar vermeden sıvanın alınmasını sağlamak için olduğu görülmüştür. Naostaki mozaikler de ahşap kapaklarla kapatılmıştır. Atalarımızın korumadaki hassasiyetlerini yine 1991 yılında camiye çevrilen Osmanlı Camii’nde de görüyoruz.

Osmanlı Camii’nin mimari özelliklerinden bahseder misiniz?

Hay hay. Eser avluda ilk yapımında kilise olarak inşa edilmesi dolayısıyla doğu istikametinde konumlanmıştır. Dikdörtgen plan şemasına sahip yapının doğu cephesinde apsis çıkmasını görmekteyiz. Bina, cephe düzeninde cephede alt kotlarda kemerli, üst kotlarda düz taş söveli, denizlikli ve demir parmaklıklı pencere düzeneklerinden oluşmaktadır. Güney ve kuzey cephelerinde de sağ ve solda bulunan odalara giriş kapıları bulunmaktadır.

YAPININ TİPOLOJİK ÖZELLİĞİ AHŞAP TONOZLU TAVANIDIR

Yapı, köşelerde düzgün kesme taş, genelde kaba yontu taş ile inşa edilmiştir. Ön cephe düzenine baktığımızda da orta aksta kemerli taş söveli, üstte üçgen alınlığı bulunan ana giriş kapısı ile iç hacme girilmektedir. Birinci kat kotunda taş saçak silmesi ile dönen, bu kotun üzerinde doğu ve batı cephelerinde üçgen alınlar bulunmaktadır ve kilise tipolojisinde bulunan gül pencere diye tabir ettiğimiz yuvarlak pencereler yer almaktadır. Plan şemasında bazalikal düzende yapılan yapıya giriş ve iki yanda odalarla bölümlerden geçilebilmektedir. Apsis, orta aksın bir yanında beş tanesi tüm, iki tanesi de giriş kısım duvar üzerine oturan toplamda 14 adet sütun kemerli sistemle çatıyı taşımıştır. Dışarıdan kırma çatı olarak gördüğümüz yapının çatısı iç hacimde ahşap tekne tonoz tavan olarak uygulanmıştır. Çatı makaslar ve de kaburga sistemle kurgulanmıştır. Yapının en tipolojik özelliklerinden biri de ahşap tonozlu tavanıdır. Giriş üzerinde bulunan mahfil katı vardır. Bu mahfile giriş iki yan odadan çıkılmaktadır.

Camiinin iç tezyinat unsurları nelerdir?

Yapı içerisinde sütun ve duvar yüzleri yakın zamanda çimento harç ile yenilendiğinden yapılan kalem işi raspalarında özgün kalem işine rastlanmamıştır. Bu nedenle de restorasyonda yapının özgün kurgusunu bozmamak adına kalem işi programı uygulanmamıştır. Sütun ve kemerlerdeki sıvalar dışında genel olarak beton sıva uygulanmıştır.

RESTORASYONDA AMAÇ YENİ BİR ESER YAPMAK DEĞİLDİR

Bu hususta başka neler söylemek istersiniz?

Uygulama süreci bizim açımızdan çok keyifli ve verimli geçmiştir. Osmanlı asırlarına tarihlenen bir eserinin yok olmaktan kurtulup işlev değişikliği ile onarılarak gelecek kuşaklara cami taşınmasına aracı olmak bizim için büyük bir mutluluk kaynağıdır.

Restorasyon ilkelerine uygun olarak yapının özgün dönemine saygılı bir şekilde onarımını gerçekleştirmiştir. Özgün ahşap tanzimli tonozu açığa çıkarılmış ve yenilenmiş, betonarme minaresi sökülerek yığma sistemde ve uygun ebatlarda yeniden yapılmış, pencere sistemleri yenilenmiş, özgün olmayan Kadınlar Mahfili betonarme döşemesi sökülüşmüş, alttan çıkan veriler ışığında ahşap karkas sistemde yenilenmiştir. Yine özgün plan şeması dikkate alınarak batı cephesindeki iki köşe mekânda yer alan merdivenler ahşap sistemde yenilenmiştir. Tüm bu çalışmalar yapının özgün durumuna uygun ve saygılı bir yaklaşım sonucunda yapılmıştır.

Restorasyonda amaç yeni bir yapı yapmak değil esere belli kurallar çerçevesinde yapılması gereken onarımını gerçekleştirerek gelecek kuşaklara taşımaktır. Bizler de Osmanlı Camii özelinde bunu başardığımız inancındayız.

İlginiz için teşekkür ederim.

Alakanız için ekibim adına ben teşekkür ederim İbrahim Bey.

Kaynak: Dünya Bülteni

Arınç, Ağa Camii’ni Nazım Hikmet’in şiiriyle açtı

Arınç, Ağa Camii’ni Nazım Hikmet’in şiiriyle açtı (Foto)        

İki yıl süren yenileme çalışmalarının ardından Beyoğlu Hüseyin Ağa Camii, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç tarafından ibadete açıldı. Arınç, Nazım Hikmet Ran’ın Ağa Camii için yazdığı şiiri okudu.

İbrahim Ethem Gören/Son Devir

M. 1594 yılında Galatasaray Ağası Şeyhülharem Hüseyin Ağa tarafından yaptırılan İstiklal Caddesi’ndeki Hüseyin Ağa Cami 2 yıllık restorasyon çalışmaları tamamlanarak 14 Şubat Cuma günü yeniden ibadete açıldı.

CAMİ GÖLCÜK DEPREMİ’NDE HASAR GÖRMÜŞTÜ

Halk arasında Ağa Camii olarak bilinen 420 yıllık geçmişe sahip Osmanlı dini mimari eseri, 1999 yılındaki Gölcük depremide hasar görmüş, ardından kontrollü olarak ibadete açık tutulmuştu.

Cami yıkılma riskiyle karşı karşıya kalınca 2 yıl önce restorasyona alınmıştı. Tonozları çelik halat sistemiyle desteklenerek güçlendirilen camiinin çatı makas sistemi, ahşap döşemeleri, kalem işleri yenilendi.  Osmanlı dönemindeki orijinal mimari kurgusunda yer almayan tuvaletler yer altına indirilerek, avlu mermerle kaplandı.

AĞA CAMİİ’Nİ BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ AÇTI

Cami, restorasyon sürecinin titiz bir çalışmayla tamamlanmasının ardından Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın katılımıyla İstiklal Caddesi için oldukça renkli bir günde  Beyoğlu Belediyesi İstiklal Caddesi’ni Sevgililer Günü’nde(!) şenlendirmeyi ihmal etmemiş!

Ağa Camii14 Şubat Cuma günü Cuma namazında ibadete açıldı.

AĞA CAMİİ ESKİ GÜNLERİNE DÖNDÜ

Ağa Camii’nin açılış töreninde konuşan Bülent Arınç, camiinin Osmanlı asırlarındaki ihtişamlı günlerine tekrar döndüğünü, işinin ehli uzmanlar tarafından usul ve kaidelerine uygun bir restorasyon süreci geçirdiğini belirttikten sonra konuyla ilgili olarak şu hususlara değindi: “Ecdadımızın yüzlerce, binlerce vakfiyesini, camileri, medreseleri, külliyeleri, imaretleri, okulları ve insanlara faydalı olsun diye, hatta onu da aşarak bütün mahlukata yararlı olsun diye sanatkar dedelerimizin yaptığı vakıf eserlerini tekrar ayağa kaldırıyoruz.

İSTANBUL VAKIF ZENGİNİ BİR ŞEHİR

İstanbul’umuz vakıf zengini bir şehir. Vakıf medeniyetinin en güzel örneklerini yaşayan İstanbul’da yüzlerce eseri tekrar ayağa kaldırdık; Yüzyıllar sonrasına insanlığa ortak bir hediye olarak takdim ettik. İtiraf etmeliyiz ki, bizim imkânlarımızla bunların hepsine ulaşmak, yapmak mümkün değil. Bizim (Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün) yıllık bütçesi takriben 500 milyon TL’dir. Gelirimiz ne kadarsa o kadar harcama yapabiliyoruz, ama vakıf olduğu için işin içinde bereket var. Bir ondan yararlanıyoruz, ikincisi de son yıllarda çıkardığımız kanunlarla vakıf eserlerini ayağa kaldırmak amacıyla hayırseverlerimizden de sponsorluk kabul ediyoruz.”

VAKIFLARLA ÖVÜNEBİLİRSİNİZ

Hükümetlerinin 11 yılda 3 bin 600 vakıf eserini tecdiden ihya edip eski günlerine kavuşturarak ayağa kaldırdığına vurgu yapan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç konuşmasını şu cümlelerle sürdürdü.

“Vakıflarla övünebilirsiniz. İftihar edebilirsiniz. Biz de sizden aldığımız destekle Sayın Başbakanımızın talimatlarıyla vakıflara, bu eserlere sahip çıkmaya çalışıyoruz.”

40 YIL ÖNCE BURADA İBADET EDERDİM

Sayın Bülent Arınç, açılışını yapmakla iftihar ettiğini belirttiği Beyoğlu Hüseyin Ağa Camii’ne dair bir hatırasını da hazirunla, Cuma cemaatiyle paylaştı.

Bülent Arınç, 1971 yılında Tuzla Piyade Okulu’nda yedek subay adayıyken, okulun bölüklerinde Hüseyin Ağa Camii’nin iki imamının da askerlik görevinde bulunduğu, 40 küsur yıl önce Tuzla’daki askeri birlikten hafta sonları izne çıktıklarında bu camide ibadet ettiklerini söyledi.

Başbakan Yardımcısı Arınç, Ağa Camii’nde Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ve Şair Nazım Hikmet’in de hatıraları bulunduğunu belirterek sözlerine şu cümlelerle devam etti:
“Üzerimizde emekleri bulunan, bizim neslimizin çok sevdiği ve itibar ettiği rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’in ’O ve ben’ isimli eserinde Ağa Camii’ne ait çok güzel hatıraları var.

1934 yılında Şeyh Abdülhakim Arvasi Hazretleri Ağa Camii’nde sohbet etmektedir. Necip Fazıl, Üstadıyla bu camide tanışır. Üstad Kısakürek, onun sohbetleriyle, Arvasi Hazretleri’nin gösterdiği yolla hidayetine vesile olduğunu söylüyor.

Abdülhakim Arvasi Hazretleri Bağlum’da yatıyor. Cenab-ı Hakk, şefaatlerine nail etsin. Demek ki, biraz sonra cuma namazını kılacağımız bu Ağa Camii böylesi yaşanmışlıkları, hidayet ortamına zemin teşkil etmiş.”

CAMİ AÇILIŞINDA NAZIM HİKMET’İN ŞİİRİNİ OKUDU

Bülent Arınç konuşmasında Nazım Hikmet Ran’ın Ağa Camii için şiir yazdığını belirterek konuşmasına devam etti:
“Arkadaşlar, Ağa Camii konulu bir şiir getirdiler. Şiirin yazarının Nazım Hikmet olduğunu öğrendiğinde kulaklarına inanamadım. Emin olmak istedim. Arkadaşlarıma “Ciddi bir şey söylüyorsunuz, bana böyle bir şiir verdiniz. Gerçekten bu şiirin yazarı Nazım Hikmet midir?” diye sordum. Araştırdılar, aradılar, taradılar, bana bu şiirin o şahsa ait olduğunu söylediler. Tam cuma vaktinde Nazım Hikmet’in şiirin bir bölümünü okumak istiyorum:

“Havsalam almıyordu bu hazin hali önce   Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce   Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım   Allah’ımın ismini daha çok candan andım   Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen   Böyle sokaklarda ki, anası can verirken   Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var   Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar.”

Arınç, Nazım Hikmet’in mısralarını tamamlarken ezan okundu. Ve ardından Beyoğlu Müftü Vekili Yakup Kabalık’ın yaptığı duanın ardından kurdelesi kesilen Ağa Camii, Cuma namazıyla ibadete açıldı.

YÜKSEK MİMAR SEVİLAY ULUDAĞ: YAPILAN RESTORASYONLA CAMİİNİN MİMARİ ÖMRÜ 400 YIL UZADI

Cuma namazı sonrasında caminin restorasyonnu üstlenen firmanın yöneticilerinden Erhan ve Sevilay Uludağ ile görüşme imkânımız oldu.

Sevilay Uludağ caminin tüm müştemilatının restorasyon ilkelerine sadık kalınarak titiz bir şekilde ihya edildiğini vurgulayarak “Ağa Camii’nin Allah’ın izniyle en az 400 yıl kadar mimari ömrünün uzamıştır” dedi.

ŞEHİR PLANCISI ERHAN ULUDAĞ: AĞA CAMİİ’Nİ ASIL HÜVİYETİNE SADIK KALARAK RESTORE ETTİK

Restorasyon uzmanı ve şehir plancısı Erhan Uludağ da restorasyon projesinin araştırmalar sonucunda edinilen belgeler doğrultusunda hazırlandığını belirterek, camiinin Demirören Holding’in sponsorluğunda, İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü’nün kontrolörlüğünde, İstanbul II. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanan restorasyon projesine göre Cami restorasyon uygulaması işine 20.04.2012 tarihinde başladıklarını, uygulama sürecinde bilim kurulu oluşturduklarını, bilim kurulunda Prof. Dr. Oğuz Ceylan ile Prof. Dr. Feridun Çılı’nın bulunduğunu söyledi.

Balkan coğrafyasında TİKA’nın himayesinde cami, türbe ve medrese restorasyonları alanında pek çok hizmetleri olan restorasyon gurusu Erhan Uludağ “Camiin restorasyon projesini oluştururken nelere dikkat ettiniz?” şeklindeki soruma şu cevabı verdi:

“Ağa Camii’ni asıl hüviyetine, tarihi mimari kimliğine sadık kalarak restore ettik. Yapılan raspa sonucunda hazırlanan restorasyon projesini destekleyen izler ortaya çıktı. Camideki tarihi izlerle, eski fotoğraf ve belgelerinin örtüşüyor olması yapılan projelendirmenin ve uygulamanın doğru olduğunu göstermiştir.”

Kaynak: SonDevir