Etiket arşivi: Reskonstrüksiyon

Annem bizi tamirci sanıyor

ESRA KESKIN DEMIR

1 Nisan 2012, Pazar

Sevilay ve Erhan Uludağ çifti, geçtiğimiz haftalarda Başbakan’ın katılımıyla açılan ve yaklaşık bir asır sonra ilk kez ezan sesinin yükseldiği Nalçacı Halil Dergâhı’nı restore eden karı-koca iki mimar. Onların hayatı, restorasyon üzerine kurulu. Buna tanışma süreçleri de dahil!

Üsküdar Zeynep Kamil Mahallesi’nde ufak, sevimli bir dergâh Nalçacı Halil. 1600’lü yıllarda inşa edilmiş fakat günümüze kadar ayakta kalamamış bir yapıydı. Neyse ki restorasyonu geçtiğimiz haftalarda tamamlandı. Minareden bir asır sonra yeniden “Allahu ekber” seslerini duydu mahalleli. Başbakan da vardı açılışta. O da cuma namazını Nalçacı Halil Dergâhı’nda kıldı. Ardından civardaki evlerden birini ziyaret etti… Tüm bunlar Nalçacı Halil Dergâhı ile ilgili basına yansıyanlardı. Yazıldı ve bitti!

Ama dergâhın restorasyonunun arkasında ciddi bir emek var. Hiç olmayan bir yapıyı yeniden ayağa kaldıran bu ekibin başındaysa Sevilay ve Erhan Uludağ çifti bulunuyor. Sevilay Tuncer Uludağ, restorasyon bölümünden mimarlığa geçiş yapmış, ardından Kültür Varlıklarını Koruma üzerine yüksek lisansını tamamlamış bir isim. Erhan Uludağ ise Beyoğlu Belediyesi’nin şehir planlama bölümünde 5 yıl çalıştıktan sonra kendi şirketini kurmuş. Daha doğrusu eşiyle ortak şirketini… Her ikisi de restorasyon çalışmalarının bugün geldiği noktadan memnun. Fakat on beş yıl öncesini hâlâ gülerek anlatıyorlar.

Annem bana ‘tamirci’ derdi!

Her ne kadar o günlerde bu kavrama birçok kişi yabancı olsa da Uludağ çiftinin tanışmasını sağlayan “restorasyon” kelimesi. Tuncer o günleri şöyle anlatıyor: “Restorasyon kelimesinin henüz tanınmadığı, hatta restoran sanıldığı yıllardı. Bazen de dekorasyonla karıştırılıyordu. Kavrama yabancı olunduğundan herkes anneme, ‘Bu kız ne olacak?’ diye sorar, o da “Tamirci, tamirci!” diye açıklardı. Çünkü o zaman restorasyon bölümünden mezun olanların yapacağı en iyi şey şantiyelerde tavan süslemeleri ya da altın varak işlemeler yapmaktı. Boyacılar günlük 20 lira alıyorsa, restoratörlere 12-13 lira veriyorlardı. Mimar olmayı kafama koymuştum ben de. Bin bir zorlukla fakülteye girdim, 2. sınıfın yazındaydım. Bir gün telefonum çaldı. Arkadaşım arıyor, inanılmaz heyecanlı ama. ‘Sevilay, biliyor musun gazeteye ilan vermişler, restoratör arıyorlarmış!’ Duyduğuma inanamadım. İlk kez bir firmanın restoratör ilanı verdiğini görmüştük. Hemen gittik oraya. Kapıyı bize açan Erhan’dı. Meğer ilanı da o vermiş!”

Erhan Uludağ, o yıllarda Beyoğlu Belediyesi’nde çalışıyor. Fakat kendisine Osmanlıca öğreten hocasına yardım için onun şirketinde organizasyon şemasını ayarlıyor, şirkete alınacak elemanlara karar veriyormuş. Şirkete aldığı elemanlardan biri de ileride eşi olacak Sevilay Tuncer. Tuncer, orada 2 ay staj yaptıktan sonra ayrılıyor fakat Uludağ ile irtibatları kopmuyor. Nitekim Tuncer mezun olduktan sonra evleniyorlar. E-S Yapı Mimarlık şirketi ise nişanlılık döneminde kuruluyor.

İstanbulun ilk camisini de restore ediyorlar

Şirketin kurulduğu 2000 yılında daha çok şahsî mülkleri restore ediyorlar. Hatta Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki tarihî eserlerin sahiplerini tek tek ziyaret edip hepsine teklif vermişler. Erhan Uludağ, o zamanlar haftada 20-30 teklif hazırladıklarını söylüyor. Bu teklif verilen şirketlerden kimi hemen dönmüş, kimi bir yıl sonra kimi de hiç dönmemiş. Fakat işsiz kalmamışlar. Hatta 2 yıl sonra Taksim Yapı Mimarlık şirketini de kurmuşlar. 7 yıldır kamu kurumlarına ait tarihî eserleri de restore ediyorlar. Restorasyonunu üstlendikleri yapılar arasında; İzmir Konak Yalı Camii, Edirne Selimiye Camii-Darü’l-Kurra Medresesi, Yerebatan Sarnıcı, Rüstem Paşa Medresesi, Şerefiye Sarnıcı, Nalçacı Halil Dergâhı ve çalışmaları hâlâ devam eden İstanbul’un ilk camisi Fatih Sultan Mehmet Camii var.

İkiz annesi olan Tuncer, restorasyon çalışmalarını hasta bebeği iyileştirmeye benzetiyor. Ona göre restorasyon, sabır işi olmasına rağmen çok keyifli. Çocuklarından çok tarihî yapılara zaman harcadığını söyleyen mimar, “Eskiyle yeniyi karşılaştırmak, sonucu görebilmek hep hoşuma giderdi. Birçok kişi şaşırıyor ama ütü yapmak ve cam silmek en sevdiğim işler. Kırışık bir şeyin düzelmesi, yeni gibi görünmesi, aradaki farkın anlaşılması çok güzel çünkü. Mimarlık da bunun gibi.” diyor.

KAYNAK: ZAMAN

Prof. Dr. Feridun Çılı ile Hüseyin Ağa Camii üzerine

Mülakat: İbrahim Ethem Gören

Prof. Dr. Feridun Çılı ile içinden Beyoğlu Hüseyin Ağa Camii geçen bir sohbet…

1-Ağa Camii restorasyonunu genel anlamda değerlendirir misiniz?

Ağa Cami restorasyonu, çatısı olduğu gibi çökme tehlikesinde olan bir yapının yoktan var edilmesidir. 

2-Binada hangi türden hasarlar vardı?

Caminin çatısını oluşturan iki tonozda aralığı 15cm~20cm’ye ulaşan ve yarılma da denilebilecek iki adet diyagonal çatlağa ek olarak tüm cephe duvarlarında, minarede ve avluda çeşitli açıklıklarda sistematik çatlak oluşumu bulunuyordu.

3-Bahsettiğiniz hasarlara nasıl müdahale edildi?

En önemli çatlak/ayrılma denilebilecek tonoz çatlaklarının daha fazla açılmasına izin vermemek amacı ile tonozlara dik doğrultuda dört adet ön gerilmeli gergi düzenlendi. Benzer gergiler, yapının bütünlüğünü korumak amacı ile tonozlara paralel doğrultuda da yerleştirildi. Gergilerde paslanmaz çelik kullanıldı. Yapının bütünlüğünü ve kararlılığını sürdürebilmek için cephe duvarlarının en üst kotunda yine paslanmaz çelikten bir hatıl sistemi düzenlendi. Yapıdaki diğer tüm çatlaklar genişliklerine bağlı olarak değişik şekillerde onarıldı.

4-Binanın sıvalarını sökerken sürprizlerle karşılaştınız mı?

Gayet tabii. Bu aşamada yapıya daha önceki dönemlerde yapılmış tüm müdahaleler görüldü. Bunların bir bölümü günümüz restorasyon ilkeleri ile uyuşmadığı için değiştirildi/kaldırıldı.

5-Binanın cephelerinde mühür gibi yuvarlak metal parçaları duruyor. Bunlar ne işe yarar?

Bunlar, tonozlara paralel ve dik doğrultuda düzenlenmiş gergilerin sabitleme/ankraj plakalarıdır. 

6-Mimar Koray Gümüş Zaman Gazetesi’ne verdiği bir mülakatta Ağa Camii’nin dışarıdan bakıldığında yapının üzerindeki çok katmanlı tarihsel dönemlerin izlerini taşıyan müdahalelerin kazınarak homojen bir hale dönüştürüldüğü ve camiinin 2013 model bir bina olduğunu söylüyor… Bu hususta sizin kanaatleriniz nelerdir?

Kesinlikle katılmıyorum, daha doğrusu yapının tarihi ve hasar durumu hakkında hiç bir bilgisi olmayan insanların fikir belirtmesini gereksiz buluyorum. Yoldan geçerken bakılınca tonozların göçmenin eşiğinde olduğu görülemez. Dahası, bu restorasyon, kurullarca da onanmış bir restorasyon projesi kapsamında ve bir bilim heyetinin gözetiminde yapıldı. Yapılan, bu emeğe saygısızlıktır. 

7-Camiinin eski fotoğraflarına baktığımıza tonozlarda ciddi çatlak ve yarıklar olduğunu görüyoruz. Bunlar nasıl tamir edildi? Yapılan işlem bilimsel açıdan doğru mudur?

Bu sorunun yanıtı 3.soruda var. Yapılan müdahale bilimsel açıdan doğrudur. Daha iyi bir yöntem bulunduğunda yapılan müdahale bir gün içinde kaldırılabilecek kadar basittir. 

8-Camiinin eski fotoğraflarına baktığımızda kolonların daha büyük ve heybetli olduğu görülüyor. Şu anki durumda kolonların ince ve narin olduğunu görüyoruz. Bu camiinin statiği açısından tehlike oluşturur mu?

Hayır oluşturmaz. Camide mihrap cephesine yakın tuğla ayakların üzerinde kalınlığı 20cm~25cm’ye varan çok az donatılı kalitesiz betonla oluşturulmuş betonarme mantolar bulunmaktaydı. Bu tabaka tamamen alınarak yerine çelik köşebentler ve etriye gibi çalışan ön gerilmeli çubuklarla oluşturulmuş çelik manto konuldu. Çelik manto, tuğla ayağın üst kotlarında kapatılmayarak görünür halde bırakıldı.

9-Sizce restorasyonla yeniden inşa projeleri arasında nasıl bir denge sağlanmalıdır? Bu denge Ağa Camii örneğinde nasıl korunmuştur?

Ağa camide tapılan işin adı “restorasyon” olup yapıda korunması gereken ya da korunabilecek tüm öğeler korunmuştur. Yeniden yapım ise, laftan da anlaşılacağı üzere “yeniden yapım”dır.  Bu iki kavramı karıştıranların eleştirisine kulak asmamak gerekir. 

10-“Ağa Camii 16. Yüzyıla ait anonim bir yapı hüviyetine dönüşmüştür” iddiası hakkında neler söylemek istersiniz?

Cami gerektiği şekilde restore edilmiş ve güçlendirilmiştir. Gerisi boş laftır…

Nalçacı Halil Dergâhı- Bir restorasyonun hikayesi

İbrahim Ethem Gören, şehir plancısı ve restorasyon uzmanı Erhan Uludağ ile Nalçacı Halil Dergâhı özelinde tarihi eser restorasyonu üzerine bir söyleşi yaptı

İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni 

Osmanlı tekkeleri ve tekkelerde neşvü neva bulan kültür, Osmanlı medeniyetinin muhafaza edilmesinde, nesilden nesile aktarılmasında, ilim ve tasavvuf geleneğinin aslî mahiyetine uygun bir şekilde sürdürülmesinde önemli misyon üstlenmiş. Bu bağlamda Üsküdar’daki Nalçacı Halil Dergâhı da 1900’lü yılların başına kadar Ümmet-i Muhammed’e hizmet eden bir müessese ve irfan mektebi olarak hayatiyetini sürdürmüş. Bir Halveti-Şabani Dergâhı olan Nalçacı Halil Tekkesi 100 yıllık bir fasılanın ardından yeniden ihya edilerek 2 Mart Cuma günü Cuma namazında tekrar hizmete açıldı…  Tekkenin restorasyon projesini eşi, mimar Sevilay Uludağ’la birlikte hayata geçiren şehir plancısı ve restorasyon uzmanı Erhan Uludağ ile Nalçacı Halil Dergâhı özelinde tarihi eser restorasyonu üzerine sohbet ettik…

İbrahim Ethem Gören: Nalçacı Halil Dergâhı’ndan hikâyesini anlatır mısınız? Nalçacı Halil kimdir, dergâh hangi tarihlerde hizmete girmiş ve kaç yıl cemiyete ve cemaate hizmet etmiştir?

Günümüze ulaşamayan tekkenin haziresi Üsküdar’da Tabaklar Mahallesinin (eski İnadiye semti)  Nalçacı Hasan[1] Sokağı’ndadır. Tekke, Halvetî tarikatine mensup olan Mudurnulu Nalçacı Şeyh Halil Efendi tarafından kurulmuş ve bu sebeple onun adını almıştır. 4. postnişîn Şeyh Mehmed Tulû’î Efendi’den dolayı (v. 1170/1756-7) Tulû’î Efendi Dergâhı[2] adıyla da anılmaktadır. Ayvansarayî’ye göre, buranın diğer bir adı ise Pâr Tekyesidir ve Halil Efendi Antalya’da meskûn Vehhab Ümmî’nin müridlerindendir.[3] Diğer bir belgeye göre onun şeyhi, silsilesi Abdülvehhab Efendi ve Tâlib Ümmî Efendi ile Halvetiyye tarikatinin Ahmediyye kolunun kurucusu Şeyh Ahmed Şemseddin Yiğitbaşı’ya (v. 910/1504) ulaşan Armağan Ramazan Efendidir.[4] Halil Efendi’nin vefat tarihini Ayvansarayî burada bulunduğunu belirttiği mezar taşına göre 1040 (1630-1)[5], Zâkir Şükrî ise 1068 (1657-8)[6] olarak verir. Sözü edilen mezartaşı bugün mevcut değildir; kabir yeri de bilinmemektedir.

Zaman içinde harap olan dergâh 1874 yılında tamir ettirilmiş, bu sırada Nalçacı Şeyh Halil Efendi’nin kabri üzerine bir türbe inşa edilmiştir.[7]

1914–1919 yılları arasında hazırlanan “Alman Mavileri” haritalarında tekke binalarının mevcut olduğu görülmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1924 yılında yaptırmış olduğu tespit çalışmasında Nalçacı Tekkesi’nin “mâmur” durumda olduğu belirtilmiştir. Ancak 1931 tarihli 57 nolu Pervititch paftasında yalnızca türbenin ve minarenin ayakta kaldığı görülmekte, diğer kısımların ise harabe olarak nitelendirildiği belirtilmektedir. 1940’larda halen varlığını sürdürmekte olan Nalçacı Halil Efendi Türbesi de bu tarihlerden sonra yıkıma uğramış ve ortadan kalkmıştır. Dergâhtan günümüze hazire dışında hiçbir şey ulaşamamıştır.

Tekke her ne kadar Nalçacı Halil Efendi tarafından yaptırılmış olsa da, tekkenin manevi bütünlüğü açısından Bosnavî Mehmet Tevfik Efendi’nin kabrinin burada bulunmasının ayrı bir önemi vardır.

Buradan, restorasyona geçelim isterseniz… Cami ve dergâhın mimari plan özellikleri nelerdir?

Halvetiliğin Şabani koluna mensup Mudurnulu Nalçacı Şeyh Halil Efendi tarafından muhtemelen 17. Yüzyılın ilk çeyreğinde yapılmış olan Nalçacı Dergâhı aynı zamanda tevhidhane olarak kullanılan mescidin Maraş Valisi Abdullah Paşa (ö.1756) tarafından minberle donatılmasıyla cami-dergâh niteliğini kazanmıştır. Zamanla harap olan dergâh 1874 yılında Namık Paşazade Hüseyin Cemil Paşa (ö.1889) tarafından tamir ettirilmiş, bu sırada Nalçacı Şeyh Halil Efendi’nin kabri üzerine bir türbe inşa edilmiştir.

Dergâh günümüze ulaşmadığı ve mimari özelliklere ait henüz görsel bir belge bulunamadığı için yapıların mimari özelliklerini ancak yazılı kaynaklardan öğrenebiliyoruz. Yazılı kaynaklardan öğrendiğimiz bilgileri de ancak dönem yapılarıyla karşılaştırarak anlamak mümkün olmaktadır.

Bu bilgiler ışığında kareye yakın dikdörtgen planlı, ahşap duvarlı ve kırma çatılı olduğu anlaşılan mescit-tevhidhanenin, geç dönem Osmanlı mescitleriyle aynı özellikleri paylaştığı rahatlıkla söylenebilir. Avlu (kuzeybatı)  yönünde, dikmelere oturan bir son cemaat yeriyle donatılan mescit-tevhidhanenin muhtemelen güneybatı yönünde, üst kattaki kadınlar mahfiline çıkan merdivenin yer aldığı bir mekân bulunmaktaydı. Bu bölümün de arkasında, koridor veya revak türünden bir mekânla mescit-tevhidhaneye bağlanan muhtemelen iki katlı bir kanat bulunmaktaydı. Dergâhın diğer bölümlerinden görece soyutlanmış olan bu kanat büyük ihtimalle dergâhın harem dairesiydi.

Cümle kapısının açıldığı küçük avluyu diğer iki yönden (güneybatı ve kuzeybatı yönlerinden) kuşatan ve mescit-tevhidhaneye bağlanan, iki katlı olduğu tahmin edilen diğer kanadın ise selâmlık olduğu söylenebilir. İ. Hakkı Konyalı’nın “meşruta” olarak nitelediği bölüm olduğu anlaşılan bu kanatta, bir sofa etrafında he katta ikişer odanın olduğu varsayılabilir. [8]

Dergâh, Cumhuriyet döneminde hangi yıllara kadar ayakta kalmıştır?

Dergâh Cumhuriyet döneminde bakımsızlıktan yıkılmıştır. 1940’larda halen varlığını sürdürmekte olan Nalçacı Halil Efendi Türbesi de bu tarihlerden sonra yıkıma uğramış ve ortadan kalkmıştır. Dergâhtan günümüze boş bir arsa ve hazire dışında hiçbir şey ulaşamamıştır.

Tekkeden günümüze boş bir arsa ve hazire kaldığını söylediniz… Tekke ne kadar bir süre metruk vaziyette kalmış?

1930’lu yıllaradan itibaren işgal edilip arsa üzerine gecekondular yapılmıştır. Bu gecekondular ancak 2006 yılında kaldırılabilmiş ve arazi işgaleden kurtarılmıştır.

Nalçacı Tekkesi’ni ve camiini yeniden inşa ve ihya sürecini anlatır mısınız? Mimari planı nasıl buldunuz? Tekkeyi temelleri üzerinde yeni baştan inşa ederken nelere dikkat ettiniz? 

Nalçacı Dergâhı 2005 yılında İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Bosnavî Mehmet Tevfik Efendi Nalçacı Halil Külliyesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği’ne ihya edilmek üzere tahsis edilmiş. Dernek, restorasyon projelerini hazırlatıp zorlu bir süreçten sonra projeler, Koruma Bölge Kurulu’nca 3 Haziran 2008 tarihinde onaylanmıştır.

Proje onayından sonra Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payına Dair Yönetmelik hükümlerin yararlanmak üzere Üsküdar Belediyesi kanalı ile İstanbul İl Özel İdaresi’ne müracaat edilmiş. 2009 yılında İstanbul İl Özel İdaresi’nce Restorasyon bedelinin %80’i Özel İdare Fonu’ndan karşılanmak ve %20’si ile toplam bedelin KDV’si Üsküdar Belediyesi tarafından ödenmek üzere fon tahsis edilmiştir. 2009 yılı sonlarına doğru Üsküdar Belediyesi tarafından açılan ihaleye iştirak ettik, ihale uhdemizde kaldı ve işe başladık.

Bu süreç ne kadar vaktinizi aldı?

Öncelikle projenin arazi aplikasyonunu yaptığımızda hazire alanındaki 4-5 tane mezarın, mescidin içinde kaldığını fark ettik. Bu mezarlar, esasında dergâh yıkıldıktan sonra defin yapılmış kabirler. Durumu belediyeye bildirdik ve proje tadilatı yapılması ve Koruma Bölge Kurulu’nda onay alınması istenildi ve projeler tekrar revize edilerek Koruma Kurulu’na sunuldu. Ancak bu süreç yaklaşık 4,5 ay işe başlanmasını geciktirdi.

İşe başladığımızda yine birtakım sıkıntılar ve işi geciktiren süreçler yaşandı. Hafriyata başladığımızda 6-7 katlı komşu binaların bodrum katlarının olmadığını tespit ettik, sağlam zemin 3-4 mt. derinde olduğundan mecburen dergâhın temellerinin sağlam zemine oturması gerekiyordu. Hafriyat esnasında komşu binaların kayma tehlikesi ortaya çıktı. İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi’nden uzman hocalardan statik rapor alarak bu rapora göre tedbirler alıyorken, nisan yağmurları aman vermiyor, diğer taraftan İSKİ kayıtlarında yer almayan bir isale hattının arsanın tam ortasından geçtiğini kazı sırasında isale hattının patlamasıyla hem İSKİ hem de biz öğreniyorduk.

Ortaya çıkan statik sorunlar proje tadilatı ihtiyacını doğurdu. Malumunuz projede yapılacak her türlü değişiklik Koruma Kurulu onayını gerektiriyor. Dolayısıyla süreç uzamış oluyor.

Tekke ve caminin mimari üslubundan bahseder misiniz?

Projeler hazırlanırken eski tekke yapılarına dair görsel belge olmadığından restorasyon projesi betonarme temel ve çelik konstrüksiyon üzerine ahşap kaplama olarak zor-bela onaylanmış. Projenin onayı sürecinde bir hayli sıkıntılar yaşanmış, projenin onaylanmaması yönünde ciddi itirazlar yaşanmış.

Statik sebeplerden proje tadilatı gereği ortaya çıkınca hazır kurul süreci yaşanacakken projede de bazı değişiklikler yaptık.

Yapıyı tamamen geleneksel usullere göre, temeller ve zemin kat kâgir, üst katlar ahşap yapalım dedik ancak bu teklifimiz uygun görülmedi.

Ancak temel ve bodrum betonarme, diğer katlar çelik yapı ile ahşap karma sistemde ve bağdadi duvar ve horasan sıva uygun görüldü. Bu arada ilk projede betonarme olan minareyi dönemine uygun kesme taş tekniği ile yaptık. Aynı zamanda yapılardaki kapı pencere ve diğer mimari elemanları dönemine uygun oranlarda revize ettik.

Bunun yanında kapı pencere tasarımlarının yanı sıra tavan planları değişti, diğer taraftan betonarme ihata duvarları küfeki taşıyla usulüne uygun yapıldı. Girişe klasik tarzda bir taç kapı ile taçlandırıldı.

Restorasyonda iç tezyinat unsurları neler?

Yapının orijinal haline ilişkin bilgiler yeterli olmadığından tezyinatına dair bilgiler de maalesef yok. Ancak az önce bahsettiğim proje tadilatı esnasında yapıların sadeliğini muhafaza etmekle beraber binalara güzellik katacak tarzda bazı değişiklikler yapıldı. En basitinden kullanılan mimari öğeler dönem örneklerine ne kadar yakın olursa o derecede güzelliği artıyor. Kapılar, pencereler, tavanlar gibi. Bunun yanında minber, mihrap ve vaaz kürsü projeleri değiştirildi, mescit kapısı oyma tekniğiyle kündekâri yapıldı. Mescidi süsleyen bir diğer unsur da avize… Avize, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nden hediye edildi.

Bu bağlamda soracak olursak Nalçacı Halil Camii takriben kaç yıl İstanbulluların hizmetinde olacaktır?

Yapıların periyodik bakımları yapıldıktan sonra bir sıkıntı olacağını düşünmüyorum. Dergâhın zaten artık bir vakfı var. İlelebet hizmet vermeye devam edecektir.

Süleymaniye, Yeni Cami, Selimiye, Rüstempaşa gibi Osmanlı kadim mimari eserleriyle günümüz Türkiye’sinde inşa edilen dini mimari yapıların ömürlerini karşılaştırıldığımızda Cumhuriyet döneminde yapılan dini ya da sivil mimari eserlerin hayatiyetlerinin daha kısa süreli olmasını neye bağlamamız gerekir? 

Günümüzde inşa edilen mimari yapıların ömürlerinin kısa olmasının asıl sebebi betonarmenin ömrünün yığma yapı ve horasan harçla kıyaslanmayacak kadar kısa olmasıdır. Bahsettiğiniz bu yapılar taş yapılardır ve ömürleri tabii ki daha uzundur. Günümüz çağındaki çevre etkileri de yapıların daha hızlı yıpranmasını artırmaktadır.

Osmanlı’dan günümüze intikal eden tarihi eserler ne hikmetse muhafaza edilemiyor? Tarihi yapılar yıkılıp gidiyor… Medreseler, çeşmeler, sibyan mektepleri, meşrutalar kederine terk ediliyor… Nerede hata yapılıyor? Bu sürecin önüne nasıl geçilebilir?

Bu konu derin olmakla birlikte, bahsettiğiniz yapılar Osmanlı vakıf geleneğinin ürünü eserlerdi. Bu eserlerin bir banisi olduğu gibi, eserlerin ilelebet yaşayabilmesi ve gereğinde tamir ve bakımlarının yapılabilmesi için akarlar da vakfedilirdi.

Son yıllarda bu eserlerin restorasyonları ve ihyaları yapılmaya başlandı ve ciddi çalışmalar yapılıyor. Ancak bu sorun ancak vakıf bilinciyle ve kültürel mirasa sahip çıkmakla çözülebilir.

Ülkemizdeki restorasyon çalışmalarına geçmezden önce sizin bu alandaki çalışmalarınıza değinelim… Sadece restorasyon yapıyorsunuz. Bu alana nasıl girdiniz ve şu ana kadar belli başlı hangi tarihi eserleri restore ettiniz? 

Sadece restorasyon değil, aynı zamanda günümüz inşaat sektöründe de uygulamalar yapmaktayız.

Eski eser restorasyonu işine, bu alandaki eksiklikleri görülerek, tarih ve kültür bilincini proje ile hayata geçirmek amacıyla başladık. Bugüne kadar ülkenin büyük bölümünde eski eser restorasyon projeleri hazırladık. Başta cami, mescit, medrese, tekke, çeşme, türbe, gibi vakıf kökenli eserlerin yayında havagazı fabrikası, un fabrikası, konut gibi sivil mimari olmak üzere 90’a yakın eserin rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlanmış, aralarında Mimar Sinan’ın da birçok eserinin olduğu bu yapıların da bir kısmının uygulamaları yapılmıştır.

Tarihi eser restorasyonunda nelere dikkat edilmelidir? Sık yapılan hatalar nelerdir?

Tarihi eser restorasyonu bir ekip işidir. Araştırma safhasından, çizim safhasına kadar teknik desteğe ihtiyaç duyar. Konusunun uzmanı kişilerin özveri ve aşk ile yapması gereken bir faaliyettir.

Kesinlikle ticari faaliyet olarak görülmemesi gereken eski eser restorasyonunda, kullanılan malzemeden işçi ve usta seçimine kadar dikkatli davranmak lazımdır.

Kullanılan malzemenin mevcut yapı ile uyumu, işçilik kalitesi, keyfi uygulamalar ve daha fazla kâr elde etmek amacıyla özensiz iş yapma ve imitasyon uygulamalar sıkça rastlanılan hatalardır.

Restorasyon projelerinin denetimi ne durumda? Denetim kuruluşları ve elemanları yeterli mi?

Restorasyonda uygulama içim gerekli denetim yetkisi Belediyeler, İl Özel İdareleri ve Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesindeki teknik elemanlardadır. Bu teknik elemanlar çoğunluklu yeterli denetimi sağlamaktadırlar.

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyorum…

Ben de ekibim adına gösterdiğiniz nazik alakadan dolayı sizlere müteşekkirim…

Dipnotlar

[1]    Sokağın adının tekkenin adından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ancak ne hikmetse Hüseyin’in Hasan’a dönüştüğü görülmektedir. Aslında sokağın adı eskiden Nalçacı Halil imiş, 1976’larda ise Hunnabî (!) adını taşımaktaymış, daha sonra gûyâ aslına döndürülerek bu hale gelmiş (İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitabeleriyle Üsküdar Tarihi, I, İstanbul 1976, s. 237).

[2]    BOA, C.EV., 522/26356 (29 B 1268).

[3]    Ayvansarayî, Hadîkatü’l-Cevâmi’, II, Matbaa-i Âmire 1281, s. 215.

[4]    Üsküdar Selim Ağa Ktp., Tomar nr.122’den nakleden Mehmet Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, I, İstanbul 2001, s. 285.

[5]   Ayvansarayî, a.g.e., II, s. 215.

[6]  Zâkir Şükrî Efendi, Die Istanbuler Derwisch-Konvente und Ihre Scheiche (Mecmû’a-i Tekâyâ), nşr. M. Sehan Tayşi – K. Kreiser, Freiburg 1980, s. 26.

[7]http://marmara.academia.edu/SadiSKucur/Papers/497776/Uskudar_Nalcaci_Seyh_Halil_Efendi_Tekkesi_Haziresi_Mezartaslari

[8] Prof. Dr. Mim. M. Baha TANMAN-Nalçacı Dergâhı’na İlişkin Rapor

Kaynak: Dünya Bülteni