Edirnekapı’nın Haliç’e bakan yamacında bulunan mâbed, Bizans döneminin önemli manastırlarından Khora’nın Îsâ’ya adanmış kilisesidir. Tarihçesi ve ilk yapısı hakkında birçok bilgi olmakla beraber bunlardan büyük bir kısmı tarihî gerçeklerle uyuşmamaktadır. Khora kelime olarak bir yerleşim yerinin dışını, taşrayı ifade etmektedir. Türkçe’de “köy” anlamındaki karyeden gelen kariye de bir bakıma bunun tercümesidir. IV. yüzyıl başlarında Konstantinos tarafından yaptırılan surların dışında kaldığından manastıra bu adın verildiği ileri sürülürse de bu görüş pek inandırıcı değildir. Fakat kilisenin içinde Îsâ ve Meryem’i tasvir eden mozaiklerde her ikisinin de adları ile birlikte Khora kelimesinin yazılmış olması bunun mistik bir anlamı olduğunu gösterir. Bazı eski filozofların Tanrı’nın sınırsızlığını ifade eden tarifleri Geç Bizans devrinde Îsâ ile Meryem’e de yakıştırılmıştır. Böylece Khora sıfatı her türlü çerçeveyi aşan bir âlemi belirtmektedir.
Öteden beri Khora Manastırı ve Kilisesi’ni İmparator Iustinianos’un VI. yüzyıl içinde kurduğu ileri sürülürse de IX. yüzyıla doğru yazıldığı bilinen bir kaynakta anlatılan bu kuruluş efsanesi gerçeğe uymaz. Manastır ilk defa, 742 yıllarında isyan edip kendisini imparator ilân eden bir valinin çocukları ile birlikte buraya kapatılması dolayısıyla zikredilir. Bundan sonra XI. yüzyıl sonlarında imparator olan I. Aleksios Komnenos’un kayınvâlidesi Maria Dukaina tarafından, o tarihlerde harabeye dönmüş olan yapıların restorasyonu ile kilisenin eskisine nazaran daha değişik bir mimaride yeniden inşası dolayısıyla ikinci defa anılır. Bugünkü binanın esasını teşkil ettiği sanılan bu kilise “Soteros” yani kurtarıcı Îsâ’ya adanmıştı. Fakat ardından yine tamir gerektiren binayı Aleksios’un küçük oğlu Isaakios Komnenos ihya ederek iç holünde kendisi için bir mezar yeri hazırlatmış ve buranın duvarında mozaik Îsâ tasvirinin bir köşesinde kendi portresini yaptırmıştır. Buna göre kilisenin bu orta kısmının XII. yüzyıla ait olduğu söylenebilir. IV. Haçlı Seferi sırasında (1204-1261) tekrar harap olan mâbedin Bizans İmparatorluğu ihya edildiğinde saray ileri gelenlerinden Theodoros Metokhites tarafından çok büyük ölçüde tamir ettirilip genişletilerek 1321’de tamamlandığı bilinmektedir. Bu sırada binanın güney tarafına bir ek şapelle batı cephesi önüne bir dış hol eklendiği gibi içi mozaikler ve fresko resimlerle bezenmiş, ayrıca Metokhites’in mozaik portresi iç kapının üstündeki Îsâ tasvirinin ayakları dibine yerleştirilmiştir. Theodoros’un manastıra komşu bir sarayı olduğu gibi bu dinî tesisin içinde de dostlarıyla ilmî konuşmalar yaptığı bir dairesi vardı. Palailogos sülâlesinden ve ileri gelenlerden birçok kişinin gömüldüğü manastır İstanbul’un fethine kadar kullanılmıştır. Kuşatma sırasında şehrin koruyucusu olduğu kabul edilen ve öteden beri Sarayburnu’nda bir manastırda muhafaza edilen Meryem ikonası surlara yakın olduğu için buraya getirilmiştir.
Fetihte ilk ele geçirilen yapılardan olan Khora Manastırı bir süre boş kalmış, şehrin içindeki bazı kilise ve harabeler bilhassa II. Bayezid döneminde camiye dönüştürüldüğünde Sadrazam Atik Ali Paşa tarafından camiye çevrilmiştir. Nitekim 953 (1546) tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde “Kenîse (kilise) Camii” adıyla zikredilen mâbedin paşanın Çemberlitaş’taki evkafına bağlı olduğu kayıtlıdır. Türk döneminde Kahriye Camii olarak da adlandırılmıştır. İstanbul’daki sahâbe mezarlarından Ebû Saîd el-Hudrî’nin makam-kabrinin de burada olduğu kabul edilmektedir. Mimar Sinan’ın eserlerinin adlarını bildiren listelerden Tezkiretü’l-bünyân ve Tezkiretü’l-ebniye’den Mimar Sinan’ın Kariye Camii’ne yakın bir medrese inşa etmiş olduğu öğrenilmektedir. İstanbul medreseleri hakkında 20 Ağustos 1330’da (2 Eylül 1914) yazılan bir raporda, dört odalı ahşap bir yapı olan Kariye Medresesi’nin son derece harap bir durumda olduğu belirtilmektedir. Anlaşıldığına göre bu yıllarda medrese küçültülmüş ve daha sonra tamamen ortadan kaldırılmıştır. İstanbul’da tarihî binalara büyük zarar veren şiddetli depremlerden bahseden ve 1059 (1648) yılına ait olduğu kabul edilen bir belgeye göre (TSMA, nr. D. 9567) Kariye Camii XVII. yüzyıl ortasında oldukça hasar görmüştür. Öncekinden daha şiddetli olan ve camide önemli izler bırakan 1180 (1766) yılı depreminin hemen arkasından cami Mimar İsmâil Halîfe tarafından onarılmıştır.
Fetihten sonra Kariye Camii’ni gören yabancı seyyahların başında Fransız Albili Pierre Gilles bulunmaktadır. 1544-1550 yılları arasında Osmanlı topraklarında yaşayan, İstanbul ve çevresiyle ilgili incelemeler yapan Gilles, Konstantinos Sarayı (Tekfur Sarayı) ile Edirnekapı arasında bir yerde gördüğü kiliseden adını vermeksizin bahseder. Yine XVI. yüzyıl içinde Avusturya elçiliği papazı Stephan Gerlach da burayı ziyaret ederek caminin yanında bir medrese ile içinde ip bükenlerin çalıştığı kuru bir sarnıç bulunduğunu kaydetmiştir. Gilles gibi o da üç tarafında revaklar olan binanın içinin mozaik ve freskolarla süslenmiş olduğunu bildirir. Bu seyyahın bahsettiği kuru sarnıç, Karagümrük açıksu haznesinin (Vefa Stadyumu) arka tarafında Kasım Ağa Mescidi’nin yanında XIX. yüzyıl sonlarına kadar içinde ip bükenlerin çalıştığı yapı değilse Kariye Camii yakınında aynı iş için kullanılan ve bugün hiçbir izi kalmayan başka bir sarnıcın olması gerekir. Evliya Çelebi, XVII. yüzyılda Kariye Camii’nden onun “evvelce bir sanatlı kilise” olduğu şeklindeki tek cümle ile bahsederek herhalde içindeki zengin mozaik süslemelere işaret etmiştir. İstanbul’u dolaşan bazı yabancıların, seyahatnâmelerinde caminin içinde mozaikle işlenmiş resimler gördüklerini yazmalarından buradaki duvar resimlerinin bir kısmının üstlerinin açık olduğu anlaşılır. Nitekim tarihçi Joseph von Hammer-Purgstall, 1822’de basılan İstanbul’a dair kitabında bunların varlığından bahseder. İstanbul patriklerinden Konstantinos da Rumca’sı 1824’te, Fransızca’sı 1846’da basılan İstanbul hakkındaki kitabında yapıdaki mozaik süslemelerin varlığına işaret etmiştir. Fransız mimar ve seyyahı Charles Texier 1835’e doğru caminin ilk defa planını çizmek üzere ölçülerini almış, fakat bu kroki ve notları yayımlamamıştır. Aynı yıllara doğru A. Lenoir, Kariye’nin batı cephesinin bir rölövesini çizmiş ve 1840’ta bir kitapta neşretmiştir. Bunun en ilgi çekici tarafı, bu cephedeki kemerlerin üstlerinin dalgalı bir mahya hattına sahip olmasıdır. XIX. yüzyılın ikinci yarısı başlarında çekilen bir fotoğrafta da bu durum açık şekilde görülür.
Kariye Camii, 1875’te İstanbullu Rumlar’dan P. Kuppas tarafından yürütüldüğü söylenen bir onarım geçirmiştir. Nitekim Fransız mimarlık tarihçisi A. Choisy, 28 Eylül 1875’te ziyaret ettiği Kariye Camii’nin o sırada tamir edildiğini yazar. Bu onarımda batı cephesinin dışındaki kemerlerin üstleri düz bir mahya hattıyla kesilmiştir. Onarımdan önce çekilmiş bir fotoğrafla D. Galanakis adında bir ressamın çizdiği resim litografya olarak A. G. Paspatis’in 1877’de yayımlanan eserinde Khora Kilisesi’nin Bizans dönemindeki tarihçesiyle beraber basılmıştır. Aynı yıllarda Avusturyalı mimar D. Pulgher, İstanbul’daki Bizans kiliselerinin rölövelerinin yer aldığı büyük bir albüm halindeki kitabında Kariye Camii’nin pek gerçeğe uymayan planı ve cephe etütleriyle birlikte içindeki mozaik ve freskoların bir kısmının kopyalarını da neşretmiştir. Ayrıca 1886’da duvar resimlerinin bir de katalogu bastırılmıştır. İstanbul’da büyük zararlar veren 1894 depreminde Kariye Camii’nin bazı kısımları yine harap olmuş, hatta minaresi de yıkılmıştır. Ancak az sonra yeniden tamir edilen mâbedi, II. Abdülhamid döneminde İstanbul’a gelen Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm ziyaret etmiştir. Alman mimar A. Rüdell, binanın rölövelerini büyük boyda bir kitap halinde 1908’de yayımlamış, Alexander van Millingen de büyük eserinde görülebilen duvar resimlerinin açıklamalı bir listesine yer vermiştir. Ayrıca İstanbul’daki Rus Arkeoloji Enstitüsü üyelerinden F. I. Schmit, Kariye Camii ve mozaikleri hakkında büyük bir eser neşretmiştir. İstanbul tarihi ve eski eserleri hakkında pek çok araştırması olan İhtifalci Mehmed Ziyâ 1910’da resimli bir kitapta bunları tanıtmıştır.
Ayasofya’da 1932’den beri mozaik araştırmaları yapan Thomas Whittemore başkanlığındaki Amerikan Bizans Enstitüsü 1948’de Kariye Camii’nde de çalışmalara girişti. O yıla kadar namaza açık olan cami vakıflardan alınarak müzeler dairesine bağlandı. Açıkta olan mozaikler temizlendiği gibi üstleri ince bir badana tabakasıyla örtülü olan güney tarafındaki ek kilisenin freskolarının meydana çıkarılmasına da başlandı. 1950’de Whittemore’un ölümü üzerine çalışmalar, merkezi Washington’da bulunan Dumbarton Oaks Bizans Araştırmaları Enstitüsü tarafından Paul Underwood’un başkanlığında bütünüyle yabancılardan oluşan bir ekiple sürdürüldü. Ousterhout’un hazırladığı, Kariye Camii’nin genel mimarisine dair monografya 1987’de yayımlandı. Binanın içindeki duvar resimlerinin tamamı ise dört büyük cilt halinde ayrıca basıldı. Bundan sonra Kariye tekrar cami haline dönüştürülmemiştir. Bu tarihî eserin 450 yıldan beri cami olarak kullanıldığı düşünülmeksizin içindeki bütün teberrükât eşyası kaldırılmış, ahşap minber Zeyrek Kilise Camii’ne taşınıp buranın orta bölümüne konulmuştur. Bizans Enstitüsü, binayı restore ettikten ve mimari bakımdan etraflı bir incelemesini yaptıktan sonra Kariye Camii Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’ne bağlı olarak ziyarete açılmıştır. Semavi Eyice tarafından Kariye Camii’ne dair bol resimli bir monografya 1997 yılında İngilizce, Fransızca ve Almanca olarak yayımlanmıştır.
Bugün mevcut yapıda mimari bakımdan çeşitli dönemlere işaret eden değişik duvar örgülerine rastlanmakla beraber binanın ana mekânı dört ağır pâyeye oturan dört kemerden meydana gelmiş, ortasında kubbe bulunan kiborion biçimindedir. XI. yüzyıla, yani Komnenoslar dönemine ait olduğu anlaşılan bu ana mekânın batı tarafındaki giriş holü de (narteks) Aleksios Komnenos’un oğlu Isaakios tarafından yenilenen kiliseye ait olmalıdır. Bu ana mekânın apsis kısmının iki yanındaki kubbeli ve apsisli küçük mekânların da bu döneme ait olması gerekir. XIV. yüzyıl başlarında bina Metokhites tarafından ihya edilirken ana mekânın sağ (güney) cephesine bitişik olarak yapılan ek ince uzun tek nefli bir şapel karakterindedir. Aynı zamanda batı tarafına bir dış hol eklenmiştir. Binayı iki taraftan saran bu eklerin dış cepheleri kör kemerlerle hareketlendirilmiştir. Yapının güney-batı köşesindeki çıkıntının aslında çan kulesinin kaidesi olduğu ileri sürülür. Kilise camiye dönüştürüldükten sonra içinde merdiven olan bu çıkıntı minarenin kürsüsü olmuştur. Burada dikkati çeken bir özellik, minare gövdesine yakın kısımdaki kemerlerin Türk mimarisindeki kaş kemerler biçiminde oluşudur. Fakat bunların Bizans yapımı olduğu içlerinde tuğladan yapılmış, Metokhites’in adını veren monogramlardan anlaşılmaktadır. Gerek güneydeki ek şapelde gerekse batıdaki dış holde mevcut çok sayıdaki nişin son Bizans döneminin bazı ünlülerinin mezar yerleri olduğu tesbit edilmiştir. Bu ek şapelin altında üzeri beşik tonozlarla örtülü yüksek bir bodrum vardır. Bizans devrinde binanın doğu tarafında arazi meyilli olduğundan apsis çıkıntısı büyük bir kemerle desteklenmiştir. Yapının içinde ayrıca Bizans mermer işçiliğinin güzel bazı örnekleriyle de karşılaşılmaktadır. Kariye Camii’ne Türk devrinde önemli bir mimari ekleme yapılmamıştır ve bir harim avlusu olmadığı gibi bir şadırvanı da yoktur. Bugün görülen minare 1894 zelzelesinden sonra inşa edilmiş olup bir sanat değerine sahip değildir. Binanın bir vakitler cami olduğuna işaret eden tek unsur mihrap da geç bir döneme ait olup sanat değeri yoktur. BİBLİYOGRAFYA
TSMA, nr. D. 9567.
İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546), s. 424.
Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 159; a.e.: Camilerimiz Ansiklopedisi: Hadîkatü’l-cevâmi‘ (haz. İhsan Erzi), İstanbul 1987, I, 218-219.
J. von Hammer-Purgstall, Constantinopolis und der Bosporos, Pesth 1822, I, 383-384.
A. G. Paspatis, Byzantinai Meletai, İstanbul 1877, s. 326-332.
a.mlf., “Recherches sur les églises byzantines transformées en mosquées”, l’Universrevue orientale, sy. 5, İstanbul 1875, s. 288-289.
D. Pulgher, Les anciennes églises byzantines de Constantinople, Vienne 1878, s. 31-40.
J. P. Richter, Quellen der byzantinischen Kunstgeschichte, Wien 1892, s. 162, 195-197, 247.
A. Mordtmann, Esquisse topographique de Constantinople, Lille 1892, s. 76.
Ph. Forchheimer – J. Strzygowski, Die byzantinischen Wasserbehälter von Konstantinopel, Wien 1893, s. 107, nr. 35.
F. I. Schmit, “Kakhriedzami”, Izvestija Russkogo Arkheologiceskogo Instituto v Konstantinopole XI, Sofia-München 1906, I-II.
İhtifalci Mehmed Ziyâ, Kariye Câmi-i Şerîfi, İstanbul 1326.
A. Rüdell, Die Kahrie-Djamissi in Konstantinopel, Ein Kleinod byzantinischer Kunst, Berlin 1908.
A. van Millingen, Byzantine Churches in Constantinople, Their History and Architecture, London 1912, s. 288 vd.
J. Ebersolt, Monuments d’architecture byzantine, Paris 1934, s. 51-161.
A. M. Schneider, Byzanz: Vorarbeiten zur Topographie und Archäologie der Stadt, Berlin 1936, s. 57-58.
Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 394-403.
A. Süheyl Ünver, İstanbulda Sahâbe Kabirleri, İstanbul 1953.
Aziz Ogan – Vl. Mirmiroğlu, Kariye Cami, Eski Hora Manastırı, Ankara 1955.
P. G. İnciciyan, XVIII. Asırda İstanbul (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1956, s. 48.
R. Janin, La gèographie eclèsiastique de l’Empire byzantin, I- Le siège de Constantinople et de patriarcat œcuménique, II. Les églises et les monastères, Paris 1969, s. 531-538.
T. F. Mathews, The Byzantine Churches of Istanbul: A Photographic Survey, Pennsylvania 1976, s. 40-58.
W. Müller-Wiener, Bildlexikon zur Topographie Istanbuls, Tübingen 1977, s. 159-163; a.e.: İstanbul’un Tarihsel Topografyası (trc. Ülker Sayın), İstanbul 2001, s. 159-163.
Çelik Gülersoy, Kariye (Chora), İstanbul 1980.
a.mlf., “Kariye”, Arkeoloji ve Sanat, I/1, İstanbul 1978, s. 13-16; I/2, s. 18-22; III/3, s. 17-22.
Semavi Eyice, Son Devir Bizans Mimârisi, İstanbul 1980, s. 46-51.
a.mlf., Kariye Mosque Church of Chora Manastery, İstanbul 1997.
Aptullah Kuran, Mimar Sinan, İstanbul 1986, s. 342.
R. G. Ousterhout, The Architecture of the Kariye Camii in Istanbul, Washington 1987.
a.mlf., “A Sixteenth-Century Visitor to the Chora”, Dumbarton Oaks Papers, sy. 39, Washington 1985, s. 118-124.
Şevket Gürel, İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri, İstanbul 1988, s. 49-52.
Fâtih Câmileri ve Diğer Târihî Eserler (haz. Fatih Müftülüğü), İstanbul 1991, s. 142-143.
Mübahat S. Kütükoğlu, XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, Ankara 2000, s. 253.
a.mlf., “Dârü’l-hilâfeti’l-‘aliyye Medresesi ve Kuruluşu Arefesinde İstanbul Medreseleri”, İTED, VII/1-2 (1978), s. 136.
Zarif Orgun, “Hassa Mimarları”, Arkitekt, VIII/12, İstanbul 1939, s. 333-342.
Depremler, hiç kuşkusuz tabi afetlerin en tehlikeli ve yıkıcı olanıdır. Şiddetine göre can ve mal kaybına veya hasara sebep olmaktadır. Ülkemizde de tarih içerisinde şiddetli depremler meydana gelmiş mal ve can kaybına yol açmıştır. Günümüzde pir çok teknik gelişme ile deprem bölgelerinde yer alan yerleşim yerlerinde deprem e dayanabilecek yapılar inşa edilerek zararlar azaltılmaya çalışılmaktadır. Ayrıca, bu amaçla teknik ölçümler deprem bölgelerinin grafikleri çıkarılarak bilimsel araştırmalar yapılmaktadır1 Tarihi boyunca İstanbul’un geçirdiği bazı şiddetli depremler burada kısaca anlatıldıktan sonra, yazımızın konusunu oluşturan 1894 depremi ile ilgili rapor açıklanmaya çalışılacaktır. ,” İstanbul, tarih boyunca şiddetli bir çok deprem yaşamıştır. Bunlardan özellikle i509, i690, i894 yıllarında meydana gelenleri en şiddetlileridir. Bu depremler de İstanbul’da bir çok yapı yerle bir olmuş, çok sayıda insan hayatını kaybetmiştir. İstanbul’da yapıların çoğunun ahşap olması, bu kayıpları biraz olsun azaltmıştır kanısındayız. Çünkü kaynakların bildirdiğine göre bu şiddetli’ depremlerden sağlam kalabilen, dayanabilen ahşap binalardır.
İkinci derece-deprem bölgesinde yer alan İstanbul, İzrriit Körfezi’nden Marmara Denizi’ne bağlanan Kuzey Anadolu fay hattının çok yakınındadır ve bu yüzden meydana gelen depremlerden etkilenmiştir. Bizans Dönemi’nde İstanbul’da yaşanan depremlerin büyük bir kısmı’ kaydedilmiştir. Bunlardan bazıları uzun süreli ve şiddetli olmuştur. Örneğin, 554,869 yıllarında olan depremler 40 gün sürmüştür. 1346 yılındaki deprem ise aralıklarla bir yıl devam etmiştir.2
Osmanlı döneminde, büyük tahribata sebep olan ilk deprem 16 Ocak 1489 tarihine rastlamaktadır3 İkinci büyük deprem ise 22 Ağustos 1509’da oldu ve sarsıntılar 45 gün sürdü. Bu deprem, bir çok insanın hayatını yitirmesine ve İstanbul’da büyük yıkıma sebebiyet verdi. 1000’in üzerinde ev yıkılmış 4 ile 5 bin arasında insan hayatını kaybetmiştir. Yaralananlar’ın tahmini sayısı ise 10 bin’dir. Edinilen bilgilere göre Divan-ı Hümayun üyesi 3 kişinin ev halkı da ölenler arasında yer almaktadır. Bunlardan Mustafa Paşa ve ona bağlı 360 sipahi atlarıyla beraber konakta ölmüştür4 . Hasar gören yapılar arasında Fatih, Beyazıt camileri, Topkapı Sarayı, Ayasofya’yı sayabiliriz. Topkapı Sarayı’nda önemli derecede yıkılma olmuş, Ayasofya’nın sıvaları dökülmüş, su bentleri yıkılmıştır. Kaynaklara göre, denizde büyük dalgalar ortaya çıkmış, bu dalgalar Galata ve İstanbul surlarını aşmıştır. Bu korkunç deprem yüzünden halk bir süre bahçelerde kurulan çadır ve barakalarda oturmuştur. Padişah da saray bahçesinde yapılan geçici odalarda sığınmış ve 10 gün sonra da Edirne’ye gitmiştir. ILBayezid, İstanbul’un uğradığı bu. felaketden sonra geniş bir imar faaliyetine girişti. Para toplamak için her evden vergi alındı, Anadolu. ve Rumeli’den ameleler getirtildi. İki aylık bir sürede bir çok yer onarıldı5. Bu deprem tarihe “Küçük Kıyamet” olarak geçti.
İstanbul’un yaşadığı önemli depremlerden 1557 Nisan’ı, 1690 Temmuz’u 1766 Mayıs’ındakileri saymak mümkündür6. 1690’daki deprem Salı akşamı güneş battıktan sonra gerçekleşti. Bu olay, Fatih Camiinin minaresinin yıkılmasına, kubbesinin çatlamasına, Topkapı çevresindeki surların bir bölümünün yıkılmasına neden oldu. Depremde, edinilen bilgilere göre çok sayıda ev yıkılmış, 20 kişi ölmüştür. Sarsıntılar birkaç gün daha devam etmiştir7.
İstanbul, 24 Mayıs 1719’da da büyük bir deprem geçirdi. Pekçok binanın bacaları, Topkapı Sarayı’ında Yalıköşkü civarında kayıkhanelerin bazıları yıkıldı. Surların bir kısmı tahrip oldu. İlk günkü sarsıntıdan sonra iki üç gün sarsıntılar hafif şekilde devam etmiştir. Bu deprem İzmit Körfezi civarında da etkili olmuştur8.
Kaynaklarda yer alan bilgilere göre;İstanbul, 22 Mayıs 1766’da 1509’dan sonraki en şiddetli depremi yaşamıştır. Depremin süresi hakkında değişik bilgiler vardır. Deprem esnasında korkunç gürültüler duyulmuş, sarsıntılar aralıklarla 8 ay veya i yıl kadar hissedilmiştir. 25 Temmuz’da meydana gelen sarsıntı ise birincisi kadar şiddetli ve yıkıcı olmuştur. Halk uzun süre çadırlarda. barınmak zorunluluğuyla karşı karşıya kalmıştır. Padişah’ın sarayı da hasar gördüğünden IILMustafa şehri terketmeye mecbur olmuştur. Birçok cami, han,saray yıkılmış veya hasar görmüştür. Bunlardan Fatih Camii, Çemberlitaş’taki Atik Ali Paşa Camii, Kariye Camii, Eyüp Sultan Camisini hasar gören, yıkılan camiler arasında sayabiliriz. Ayrıca, Şehrin su şebekesi zarara uğramıştır. Fatih Cami bu olayda tamamen zarar gördüğünden depremden sonra adeta yeni bir cami yapılmıştır. Yine Fatih Camii gibi depremde hasar gören diğer binalar, Baruthane, Topkapı Sarayı. Yeniçeri odaları gibi yerler için tamirat işlemleri başlatllmıştır9. 8 Temmuz 1790’daki depreme gelince; o gün gece sabaha kadar yirmişer, otuzar dakika ara ile 5 defa hafifçe ertesi gün sabahtan akşama kadar 4 defa aralıklarla sarsıntılar şeklinde olmuştur 10. 28 Ekim 1802’de ortaya çıkan depremde ise bazı kemerler ve haneler yıkılmıştır 11. Ahmet Cevdet, 1804 Aralığı’nda bir deprem olduğunu kaydetmekte, bu depremden bir gün öncesinde İstanbul ‘un şiddetli bir fırtınaya’ maruz kaldığını ifade etmektedir12. Bunların dışında İstanbul, 1837, 1841 yıllarında da deprem geçirmiştir. Böylece, İstanbul’un tarih boyunca geçirdiği yıkıcı depremleri kısaca özetledikten sonra i894 yılında meydana gelen son büyük depreme geçebiliriz.
İstanbul, son şiddetli depreme 10 Temmuz i894 tarihinde sahne olmuştur. Deprem ,güneyden kuzeye doğru üç şiddetli sarsıntı halinde hissedildi. Beyoğlu ve Boğaziçi’nde daha az zarar verdi.Depremin merkezinin Yeşilköy’den 8 kilometre uzaklıkta ve güneydoğu Marmara Denizi’nde olduğu tespit edilmiştir. Bir çok sivil bina hasara uğramıştır. Bunlar arasında, Kapalı Çarşı, Bitpazarı, Yağlıkçılar, Çadırcılar, Mercan Çarşı tarafları tamamen yıkılmıştır. Mercan sokağında kükürtlü su fışkırmış, Sirkeci’de istasyon zarar görmüştür. Fatih, Beşiktaş, Ortaköy, Sultan Ahmet, Aksaray, Edirnekapı, Topkapı, Balat, Bakırköy, Silivrikapı semtleri zarara uğrayan yerlerdir.
Semih Tezcan, Yalçın Acar, Ahmet Civ tarafından hazırlanmış olan bir araştırmada, bu depremin şiddetini 9, enlemini 40,60 boylamını da 25,60 olarak belirtmektedir 13.
1894’deki bu deprem öğle saati 12.24’te alaturka saat ile 4.45’te meydana geldi. Sarsıntılar İstanbul dışında, Yanya, Bükreş, Girit, Yunanistan, Konya ve Anadolu’nun büyük bir kesiminde hissedilmiştir. İstanbul il sınırları içinde 474 kişinin ölümüne, 482 kişinin yaralanmasına, 387 dayanıklı yapı ve 1087 ev, 299 dükkanın büyük ölçüde hasar görmesine yolaçmıştır. Yalnız bu rakamlar tespit edilebilenlerdir. Ölü ve yaralı sayısının daha fazla olması olasılığı vardır. Çünkü bazı yerlerde, örneğin Yalova’da ölü ve yaralı sayısı bilinmemektedirl4.
Sultan II.Abdülhamit bu deprem yüzünden epey hasar ve can kaybı olduğunu öğrenince, yaralıların hemen tedavisini, ihtiyacı olanlara yardım edilmesini, çadırlar kurulmasını emretmiş ve ayrıca fırınıardan bol miktarda ekmek dağıttırmıştır. Açıkta kalanlara, Şehremini’nin başkanlığında bir komisyon kurularak para, yiyecek ve çadır yardımı yapllmıştır15.
Bu yazımızın asıl konusunu, 1~94 yılı depremiyle ilgili olarak. söz konusu yıl Atina Rasathanesi müdürü tarafından hazırlanmış bir raporun Osmanlıca tercümesi oluşturmaktadır. Belge, Yıldız Esas Evrakı Karton ll, Belge 17. C’de olup depremle ilgili, orijinal ‘bilgileri içermektedir. Rapor, deprem bölgesinde yapılan bilimsel incelemeler, ölçümler sonucunda oluşmuştur. Burada yapılan gözlemlerin ve ölçümlerin ne gösterdiği açıklanmıştır. Bilimsel bir inceleme sonucunda yazılmış bir rapor olması bakımından ve hemen olaydan kısa bir süre sonra hazırlanması açısından önemli bir belge niteliği taşımaktadır16.
Rapordan anlaşılacağı gibi, Sultan II.Abdülhamit depremden sonra bir bilimsel araştırma yapılmasını istemiştir.Bunun üzerine, Atina Rasathanesi MüdUrU Eserinisti (D.Eginitis) ile İstanbul Rasathanesi MüdUrU Kumbari (Coumbary) 17 ve yardımcısı Emil Lakvan (Emi! Lacoine)’nin incelemeleri sonucunda bu rapor hazırlanmıştır. 15 Ağustos 1894 tarihinde Padişah’a sunulmuştur.
Mösyö Eserinisti, Kumbari, Emil Lakvan çalışmalarına öncelikle incelemelerde önemli olabilecek ve zarar gören yerleri ziyaret ederek başlamışlardır.
Raporda anlatrlanlara göre deprem ve sonuçları şöyledir:
Deprem,. 10 Temmuz 1894 tarihinde öğleden sonra saat 12’yi 24 dakika geçe 3 kez şiddetli şekilde olmuştur. Bu sarsıntılar meydana gelen tahribatın tamamını oluşturmuştur. Birinci hareketden bir iki saniye önce arabalar geçiyormuş gibi yer altından şiddetli sesler duyulmuştur. Bu hareket diğerlerinden en hafifi olup eşyalar bile oynamamıştır. Hareket 4,5 saniye sürmüş şiddeti gittikçe artmıştır. Birinciden sonra gelen ikinci sarsıntı çok şiddetli olup uzun sürmüştür. Şiddeti giderek artarak 8,9 saniye devam etmiştir. Bu sarsıntının sonucu’ büyük tahribat olmuştur. Üçüncü sarsıntı ikinci ikincisinden sonra meydana gelmiştir. İkincisinden daha hafif olan üçüncü sarsıntı beş saniye sürmüştür. Raporu hazırlayan kişi zelzele sırasında yerin dalgalı bir deniz gibi olduğunu belirterek hareketin boyutunu göstermeye çalışmaktadır. Arka arkaya bu üç sarsıntı toplam i7, i8 saniye sürmüştür. Üç hareketin merkezleri birkaç derece ile kuzey doğu ve güney batı yönünde oynamaktadır. İncelemeyi yapan Eserinisti ve diğerleri kendi yaptıkları araştırma, valilerden gelen telgraflar ve aldıkları diğer bilgileri dayanarak çeşitli yerlerde depremin şiddetine ve süresine ilişkin açık bir fikir edinerek aynı şiddette olan yerlerden geçen deprem kavislerini tespit edebilmişlerdir. Rapora bu bölgelerle ilgili bir harita da eklenmiştir.
Bu kavisler yeryüzünü biri diğerlerinden daha ‘büyük beş kısma bölmektedir. Haritada belirtilen birinci kısım merkezdir ve en .çok zarar gören yerleri içerir. Bu bölge eğri bir hat şeklini almıştır. Hattın büyük ekseni Çatalca’dan Adapazarı’na kadar ve İzmit Körfezi boyunca 175 km uzunluğunda devam eder. Küçük eğri ise aynı körfezin kıyısında Katırlı (Esenköy) ve Maltepe köyleri arasında olan araziyi içermekte ve 39 kilometredir.
İkinci bölge de yalnız kötü inşa edilmiş bazı binalar yıkılmış diğer bazı binalar çatlamıştır. Bu bölge Çorlu, Tekfur dağı, Mudanya,’ Akhisar, Üsküdar, Ortaköy, Terkos’dan oluşmaktadır. Büyük ekseni 248, küçük ekseni 74 kilometre, uzunluğundadır.
Üçüncü bölgede deprem şiddetli ise de bazı eşyalar kalabilmiş ve evler hasar görmemiştir. Bölge Bandırma’dan ve Bilecik civarındaki Karaköy’den geçen hattan ibarettir. Büyük ekseni 354, küçük ekseni i75 km ‘dir. Dördüncü bölge Yanya, Bükreş, Girit, Yunanistan, Konya ve Anadolu’nun büyük kısmını içine almaktadır. Bu bölgede deprem hafif hissedilmiş ve hasar olmamıştır.
Beşinci bölge büyük olup, bütün Avrupa, Asya ve Afrika’nın bir kısmını kapsamaktadır. Bu bölgelerde hareket çok hafif olmuş ve sadece İngiltere’de Birmingam; Rusya’da Pavlus şehirlerinde ve Paris’teki aletlerde hissedilmiştir.
İstanbul’daki bu deprem çok büyük hasar yapmış, zarar görmeyen bina kalmamıştır. Depremin şiddeti Heybeli ve Kınalı Ada’larda daha fazladır. Burada Ruhban Mektebi yıkılmıştır. İnsanlar günlerce baraka ve çadırlarda yaşamışlardır. Arazinin durumu hasarın büyüklüğünde etkili olmuştur. Örneğin Katırlı köyünün yarısı çamurdan oluşan arazi üzerine kuruldugundan hasar büyük olmuş, diğer yarısı ise dayanıklı arazide olduğundan hasar olmamıştır. Yine Yalova’da kurulan bir çiftiğin binaları kumlu arazide olduğundan yıkılmış diğer taraflar sağlam kalmıştır. Binalarda kullanılan malzemelerin iyi olmaması ve binaların eksikliği ve hepsinin merkezde olması İstanbul’da ve köylerde zararın artmasına nedendir. Yapılan incelemeler sonucu ahşap binaların ve iyi yapılan tuğladan ve demir ile bağlanan binaların depreme dayandıkları saptanmıştır. Anlaşılacağı üzere günümüzde de yerleşim yerlerinde dikkat edilmesi gereken hususlar o zamanlarda da belirlenmiştir. Yani zemi!1in yapısının sağlam olması, yapı malzemelerinin ve inşaatın kaliteli olması gibi hususlara o zaman dikkat çekilmiştir.
Raporda, binalardaki teknik incelemelerin sonuçları da verilmektedir.’ Ayrıca ilginç olaylara değinilmektedir. Bunlar depremden önce ve sonra meydana gelen doğa olaylarıdır. Kıyıda bir çok yerde depremden önce deniz suyunun sıcak olduğuna tanık olunmuştur. Örneğin, Yeniköy’de depremden yarım saat önce denize giren iki kadın denizin ılık olduğunu hissetmişler ve aniden iki büyük dalga görmüşlerdir. Halbuki dalga olmasını gerektiren bir durum yoktur, hava sakindir ve vapur da geçmiyordur. Kuyulardan daha önce soğuk su çekilirken, çekilen suların depremden önce ılık olduğu belirtilmiştir. Büyük Ada’da depremden sonraki gün ve daha sonra iki gün 3 kilometre uzunluğunda denizde dar bulut gibi bir duman görülmüştür. Bütün bunların sebebi, depremden önce ve sonra pek çok gaz veya sıcak buhar çıkarak deniz suyunu ısınmasıdır.
Depremin hızı saniyede 3 kilometre olarak raporda açıklanmaktadır. Deprem öncesi bazı uyarılar olduğu da kesindir. Yapılan gözlemlerde deprem merkezinin birçok bölgelerinde depremden çok önce kırlangıçların korkup yuvalarından uçmaları dikkat çekici bir belirti olarak anlatılmaktadır. Kırlangıçlar bazı yerlerde akşam geri döndükleri halde diğerlerinde sürü ile telgraf hatları üzerine konmuşlar ve depremden sonra dönmüşlerdir. Birkaç dakika önce tavuklarda da böyle bir durum yani kaçma olayları yaşanmıştır. Hayvanların depremi önceden sezebilmeleri, saptanan raporlarda depremi önceden hissedebilecek bir alet icat edebileceği fikri ileri sürülmektedir.
Araştırmalar sonucunda depremin tektonik, yani yeryüzünün oluşumundan dolayı meydana geldiği ortaya çıkmıştır. Özetlemeye çalıştığımız yazımızın konusu raporda, olaylar detaylı şekilde ve ayrıca teknik bilgilerle verilmektedir.
Söz Konusu Rapor Hakipa-yı mükarim pema-yı hazret-i mülükaneye Atina rasathanesi direktörü Mösyö Eserinisti tarafından fi 3 Ağustos Rumi ve 15 Ağustos Efrenci sene1894 tarihiyle takdim olunan raporun tercümesidir Zat-ı şevket semat hazret-i padişahileri, ‘ahiren Dersa’adet’de vuku’u bulunan büyük hareket-i arzın fennen ve mükemmelen tedkik olmasını arzu buyurmakda olduklarından iş bu arzu-yu hümayun ile beraber tedkikat-ı mezkurenin ‘ale’l-umum funun içun’ derkar olan ehemmiyetini nazar-ı dikkate alarak gerek hakipa-yı. şahanelerine ve gerek erbab-ı fununa takdım olunmak üzere işbu ‘alamet-i tab’ iyenin ahvaline dair devr s.2 ve dıraz icra-yı tedkikata mübaşeret eyledim. Zat-ı mükarim semat hazret-i tacidarileri fünun ve ma’arif içun derkar olan himmet-i seniyyeleriyle ‘atıfen kullarına bir vapur tahsisi buyurmuş olduklarından ‘uluvv-ı cenab-ı şahanelerin sayesinde Dersa’adet rasathanesi müdürü Kumbari ve mu’avini Emil Lakvan. Efendilerin refakatiyle tetkikat-ı fenniyece ehemiyetleri olan hareketzede mahallerin kaffesi ziyaret olunmuştur. İş bu tetkikat hitampezir olmağla başlıca netayicinin ‘arzı ile kesb-i mefehheret olunur.
Hareket-i arzın 1894 efrenci Temmuzu’nun 10’unda (Dersa’adet evsat saati üzere) alafranga ba’de’l-zahir saat 12’yi 24 dakika geçerek üç şedid zelzele ile başlamıştır. Bu zelzeleler mevcut olan tahribatın hemen cümlesini icra etmişlerdir. Birinci hareketten bir iki saniye evvel kaldırım üzerinden kemal-i sür’atle birçok arabalar geçiyor imiş s.3 gibi yer altından şedid sedalar duyulmuştur. Tahtü’I-‘arz seda ile zuhıır eden birinci hareket ufki olup diğerleri kadar şedid olmadığından en hafif eşya-yi beytiyye bile yere düşürmemiştir. Bu hareket dört beş saniye sürüp şiddeti tedricen tezayüd etmiştir. Birincinin akabinde zuhur eden ikinci hareket pek şiddetli olup imtidad etmiş ve ufkla müteviizi 18 ve devri olup şiddeti tedricen tezüyüd ve sekiz dokuz saniye sürüp tahribat-ı mühimme icra eylemiştir. Bu hareketde dahi birincisinde olduğu gibi tahtü’l-arz seda var idi. Nihayet üçüncü tezelzül ikincisinin akabinde vuku’ bulub temevvücü ve ufki olmuşdur. Bu zelzelenin kısm-ı küllisinde arz dalgalı bir deniz üzerinde imiş gibi sallanmışdır. Üçüncü tezelzül ikincisinden hafif olub beş saniye sürmüşdür. Bu tezelzül ile dahi tahtü’l-arz s.4 5. seda mevcud idi. Aralarında pek az fasıla olan bu üç tezelzül cem’an 17, 18 saniye sürmüşdür. Üç tezelzül dahi merkezlerinin bi’l-cümle noktalarında bir veya diğer tarafda bir kaç derece cüz’i bir tahallüf ile şimal-ı şarki ve cenub-i garbi istikametinde bulunmuşlardır. Mahallinde icra eylediğimiz tetkikat-ı mahsusamıza ve vilayat-ı şahane valilerinin telgraf namelerine ve aldığımız diğer bir çok ma’Iuımat-ı sahiheye istinaden mahall-i muhtelifede zelzelenin imtidad ve şiddetine dair bir fikr-i sahih hasıl idüb hareketin aynı şiddeti haiz olan mahallerden geçen zelzele kavislerini tayin idebilmişizdir. Bu kavisler sallanan arzın sathını yek diğerinden daha büyük olan beş mıntıkaya taksim ederler.
s.5 Merbut haritada iriie olunan birinci mıntıka merkezi teşkil idüb en çok rahnediir olan mahalleri hiividir. Bu mıntıka dahilinde ebniye-i seniyye münhedim olmuşdur. Bu mıntıka-i merkeziye ber-mu’tad uzun bir hatt-ı münhani şeklini almışdır. Bunun büyük mihveri Çatalca’dan Adapazarı’na kadar ve İzmit Körfezi boyunca yüz yetmiş beş kilometre tulunde imtidad ider. Küçük mihveri mezkur körfezin munsabbında Katırlı ve Maltepe Karyeleri arasında olan araziyi havi olub 39 kilometre tulundadır. Tezelzülün istikameti hatt-ı münhanının küçük mihveri takriben mütevazi ve büyük mihverinde müstevi-i umudidir. ikinci mıntıkada yalnız fena inşa olunmuş bazı ebniye yıkılub ekser haneler hafifce çatlamışdır.
s.6 Bu mıntıka Çorlu ve Tekfur dağı l9 ve Mudanya ve Akhisar ve Üsküdar ve Ortaköy ve Merkos’dan mürur iden zelzele ile mahdud olub bu dahi hatt-ı münhani şeklindedir ve büyük mihveri 248 ve küçük mihveri 74 kilometre tulundedir. Üçüncü mıntıkada zelzele şedid olmuş ise de ba’zı eşyayı yere bırakmış yahud yerinden oynatmış ve hanelere hasar vermemişdir. Bu dahi bir hatt-ı münhani şeklinde olub büyük mihveri 354 ve küçüğü ı75 kilometre tulundedir ve Bandırma’dan ve Bilecik civarında vaki’ Karaköy’den geçen zelzele ile tahdid olunmuşdur. Dördüncü mıntıka Yanya’ya ve Bükreş’e ve Girid’e ve Yunanistan’a ve Konya’ya ve Anadolu’nun büyük bir kısmına mümtedd olub. s.7 Hareket-i arz an çok hafif ve doğrudan doğruya his olunur derecesinde olmağla beraber hasar hasıl etmemiş olan memleketleri havidir. Beşinci mıntıka pek cesim olub umum Avrupa ve Asya’yı ve Afrikanın bir kısmını havidir. Bu mıntıka dahilinde olan memalikde hareket pek hafif olub yalnız alat-ı fenniye ve mıknatisiyyede his olunmuşdur. Malumat-ı acizanemizde nazaran hareket-i arz İngiltere’de Birmingem şehrinde ve Rusya’da Pavlus şehrinde ve Paris’de alat-ı fenniyede his olunmuştur. Ber-vech-i ma’ruz Dersa’adetde ki hareket-i arzın pek büyük bir mesafesi olmuşdur. Mesafe ve müddet nokta-i nazarıyla bu zelzele ma’lum olan zelzelelerin en büyüklerinden biridir. Ale’l-husus merkezi şayan-ı dikkatdir. Bin sekiz yüz seksen dört (1884) kanun-ı evvelinın 25’inde Endillüs’de vuku’u s.8 bulunan hareket-i arzın merkezi 40 kilometre tulunde ve 10 kilometre arzında idi. Fakat zelzelelerin mesafesi behemehal şiddetleri nisbetinde değildır. İşbu tedkik olunan zelzelenin şiddeti sinin-i ahirede vuku’u bulan ba’zı büyük zelzelelerin şiddetinden azdır. Bu zelzele 1893 senesinde Yunanistan’da Zanta Adası’nı tahrib eden hareket-i ‘arzdan daha şedid ise de Yunanistal).’da Lukrid nahiyesinde bu kadar mesafesi olmayan zelzele-i ahireden daha hafifdir. Mesafe-i merkeziye dahilinde olan mahaller pek çok rahnedar olmuşdur. Tahribat-ı maddiye pek mühim olub pek çok kimesneler dahi telef ve mecruh olmuşlardır. Bir çok haneler hemen kamilen münhedim olub diğerleri kabil-i sukunu olmayan bir hale gelmiş ve ekser haneler az çok çatlamış s.9 ve hiç bir hane hasardan kurtulamamışdır. İstanbul’da felaket her cihetle. büyükdür. Ale’l-husus Çarşı-yı Kebir harabezare dönüb enkaz altında pek çok kimesneler telef olmuşlardır. Heybeli ve Kınalı 20 adalarında zelzelenin şiddeti derece-i nihayeye varub Ruhban mektebi harab olmuş ve duvarlarının ekserisi yıkılmışdır. Ayastefanos ve Anbarlı ve Kınalı ve Büyük Ada ve Katırlı’da birçok hanelerin ve cami’ ve kiliselerin harab oldukları veyahud çatladıkları ve minarelerin yıkıldığı görülmüşdür. Her karye ve kasabada zelzele muceb-i te’sir manzaralara sebep olmuşdur. Ahali kemal-İ havf ve haşiyet ile sokaklara firar etmiş ve pek çok kimesneler günlerce meydan ve bağçelerde tente ve baraka altında yatmışlardır. s.10 çarşı-yı Kebir’de bir hayli mecruhlar bir kaç sa’atler enkaz altında kaldıkları halde hükümet-i seniyye tarafından irsal olunan me’murların himmetiyle çıkarılıp kurtarılmışlardır. Küçük bir çocuk sa’atlerce ezilmiş olan valdesinin kucağında kalmış olduğu halde ber-hayat olarak bulunub kurtarılmışdır. Tabakatti’l-arzın teşkilatı ba’zı mahallerde hasar ve mesaibe sebeb olmuşdur. Katırlı karyesinin nısfı çamurdan teşekküI eden fena arazide inşa olunmuş olmağla harab olmuş ise de arazi-i metine üzerine te’sis olunan nısf-ı diğeri hal-i selametde kalmışdır. Yalova’da kumlu arazi. üzerine inşa olunan çiftlik ebniyesi münhedim olduğu halde nefs-i karye pek de rahnedar olmamışdır. Ebniye içün kullanılan edevatın ve binanın s. 11 fenalığı ve eskiliği ale’l- husus merkezde bulunmalarından naşi ziyadesiyle zedelenen İstanbul’da ve karyelerde hasarın tezayüdüne sebep olmuşdur. Diğer tarafdan ekser hanelerin ahşab olması mesaibin az olmasına hidmet etmişdir. Dersa’adet hanelerinin sair mahaller gibi kamilen kargir olmaması şayan-ı memnuniyet ‘ad ‘olunmalıdır. Yoksa daha çok mazarrat hasıl olacak idi. Ahşap haneler zelzeleye hayretbahş derecede dayanmışlardır. Fena yapılmış olan eski ahşap haneler bile selametde kalmış iken yanlarında olan a’la yapılmış güzel ve yeni ve hatta demirler ile bağlanmış olan kargir haneler münhedim olmuşlardır. Ahşap hanelerin zelzeleye en çok dayandıkları tebeyyün etdiği halde kargirler bi ‘I-‘aks nadiren baki kalmışlardır. s.12 Ahşapdan sonra en çok dayanan haneler tuğla ile yapılanlardır. Tuğla ile yapılan duvarlar elastik ve metin olmağla kolay dağılmazlar ise de güzel bağ ve istinadgahları olmadığı halde yıkılmışlar ve fakat duvarların yekdiğerine güzel bağlanmış ve civar hanelere muttasıl bulunan haneler pek hafif suretde çatlamışlardır. Büyük Ada’da tuğla ile yapılan bir hanenin ortası taştan olmağla taştan yapılan kısmının yıkılıp tuğladan olan kısmının selametde olduğu görülmüşdür. Bu dahi tuğla ile güzel inşa olunarak demirler ile bağlanan hanelerin hareket-i ‘arza dayandıklarını isbat eder. Bi’l-cümle ebniyede ve harek.et-i ‘arzda zelzelenin istikametine müstevi-i ‘umudı tesadüf eden duvarlar yıkılmış yahud rahnedar olmuşdur. Halbuki zelzeleye mütevazi tesadüf eden duvarlar sağlam kalmış yahud az zedelenmişdir. s.13 KuturIarı tezelzülün istikametine mütevazi düşen ebniye duvarları yıkılmamış bile olsa 45 derece ufka ma’il “X”şeklinde çatlaklar peyda etmişlerdir. Mesaafe-i merkeziyenin bir çok mahallerinde ve ‘ale’ l-husus Büyük Ada’da istikamet-i temevvücüye ve aşağıdan yukarıya doğru hareket görülmüşdür. Büyük Ada’da değirmenin herem şeklinde olan büyük ocağı ufki olarak üç parçaya ayrılmış ve bu parçalar şimalden şarka doğru dönmüşdür. Üst taraftaki parça dört santimetre ve ortadaki parça andan daha az ve üçüncü parça diğerine nisbetle daha az eğrilmişdir. Bir hanenin küçük bir ocağı yine o istikamet üzere 30 derece kadar eğrilmişdir. Diğer bir hanede avluda bulunan iki çiçeklik yukarıya atılıp silindirik . s.14 ka’idesinden çıkmış ve yere düşmüş ise de ka’idelerin silindirleri baki kalmışdır. Mösyö Mesrubeyanın hanesinde tuğladan olan bir sütun ufkı olarak iki parça olmuş ve üst taraftaki parçası birkaç santimetre irtifa’a kadkalkıp ufkı çemberlerinden çıkmışdır ve 90 derece kadar eğrilip yine o ufkı çemberler arasında diğer parça üzerine düşmüşdür. Mösyö Zarifini hanesinde bir metre 30 santimetre bir sütun Üzerinde duran bir Nemesis heykeli 30 derece eğrilip ka’ idesinden 25 santimetre ötede yere düşmüş ve ayağı üzerinde durmuşdur. Böyle bir çok meşhudat-ı .acizanemiz tezelzülatın istikameti ufkı ve temevvüci olduğunu gösteriyor. Mesafe-i merkeziyenin zemininde pek çok yarık ve çatlak s.15 yokdur. Meşhudumuz olan’ en mühim yarık, arzı çamurdan ibaret olan Anbarlı karyesindedir. Mezkur yarık üç kilometre tulunde ve sekiz santimetre kadar arzında olub denizden 300 metre uzakda ve sahile mütevazı olarak şark-ı garbi istikametindedir. Mahall-i mezkurda birinci yarık mütevazi ve denize 30 metre daha yakın olarak 100 metre tulunde ve altı santimetre arzında diğer bir yarık daha peyda olmuşdur. Bu yarıkların arzı zelzelenin ibtidasından beri hergün tedrica azalmaktadır. Heybeli Ada’sında Ruhban ,mektebi ile Ticaret mektebi arasında 200 metre
s.16 tulunde ve şimal-i garbi ve cenub-ı şarki istikametinde gayetle dar bir yarık hasıl 21 olmuşdur. Kınalı Ada’sında 22 deniz civarında şimal-i şarki ve cenub-i garbi istikametinde ba’zı küçük yarıklar ve bunların civarında arzın bir miktar çökdüğü görülmüşdür. Ortaköy’de deniz civarında iki küçük yarık görülmüşdür. Bunlar denize mütevazı ve şimal-i garbi ve cenub-ı şark i istikametinde olub yarılan yerde arz dahi biraz çökmüşdür. Arzın bu çökmesi ne mebni deniz civarındaki cami’-i şerif iki derece kadar eğilmişdir. Burgaz Ada’sında23 dahi sahile mütevazı olarak şimal-i cenubiye doğru yarıklar görülmüşdür. Bunlarınen mühimmi 200 metre tulunde ve altı santimetre arzındadır. Katırlı’da dahi sahile mütevazı olarak ba’zı yarıklar peyda olmuşdur. s.l7 Sahilde mühim çökmüş yerlere gelince hiç bir yerde görülmemiş ve ma’iyyet-i acizanemizee terfik buyurulan bahriye zabitanından Vasıf Efendi ma’rifetiyle denizin dibi iskandil, edildikde İngiliz haritasına nisbetle his olunur derecede fark görülmemişdir. Esteren kumpanyasının tahtü’l-bahr telgraf hattının yahud kablosunun Kartal’dan kal’a-i Sultaniye’ye kadar olan kısmında ve Kartal’dan üç mil uzakta kablo bir kaç yerde kesilmişdir. Bir kaç gün sonra kablo ihrac olundukda bıçak ile kesilmiş gibi temizce kırılmış olduğu müşahede olunmuşdur. Mahall-i mezkurda Vasıf Efendi tarafından iskandil olundukda İngiliz’ haritasından bir mikdar fark görülmüş ise de iskandil olunan noktaların haritadaki noktalara tamamıyle mutabık olduğu muhakkak değildir. s.18 Efrenci TemmuzUn 10’unda vuku’u bulan zelzele su menba’alarına ve kuyulara dahi te’sir etrnişdir. Hareketden bir kaç sa’at sonra Yalova’daki Koru nam kablıca sularının akşama kadar akmadığı görülmüş ise de 72 santigrad olan derece-i hararetleri ve hassaları tebeddül eylememişdir. Anbarlı’da zelzeleden sonra yarım sa’at kadar çeşme suyu çekilip tekrar akdıkda iki sa’at kadar bulanık imiş. Katırlı’da bütün menba’ suları 10gün bir misli kadar çoğalmış ise de ‘muahharen mu’tad olan miktarda bulunmuşdur. Mezkur karyenin Ayakiryaki nam mahallinde bir ayazmada bir vakitden beri su yok iken tekrar su gelmişdir. Mesafe-i merkeziyenin birçok mahallerinde hayli kuyuların suları bir misli kadar çoğalıp bulanık olmuşdur. s.19 Mesafe-i merkeziye dahilinde sahil boyunda deniz suları pek çok çalkanub ba’zı mahallelerde denizin 50 metre kadar çekilub geri döndüğü görülmüştür. Başka mahallerde deniz ibtida yükselmiş ve ba’dehu çekilmişdir. Fakat ekseriya yükseldiği görülmüştür. Hiç bir mahalde sahil hududunun daimi bir suretde tebeddülü görülmemiştir. Sevahilin birçok mahallerinde denizin kaynamaktada olduğu görülmüştür. Ayastefanos’da hareket-i arz zamanında bir gemici elini denize sokdukda ılık olduğunu görmüşdür. Mahall-i mezkurde hareket-i arz’ dan bir çarık evvel denize giren bir kadın denizin gayetle ılık olduğunu görmüş ve bir az rahatsızlık his eylemiştir. Yeniköy’de hareketden yarım sa’at evvel denize giren iki kadın s.20 denizin ılık olduğunu his etmişler ve bağteten iki büyük talga görmüşlerdir. Halbuki deniz ile hava sakin olub o esnada uzakdan bile vapur geçmiyor idi. Makri köyünde bir kadın zelzeleden biraz evvel kuyudan su çekmiş olmağla ber-mu’tad soğuk olan kuyu suyunun ılık olduğunu görmüştür. Galata’da pek çok kimseler hareketi arz esnasında zeminin sair vakitlerden ziyade sıcak olduğunu his eylemişlerdir. Katırlı karyesinin ahalisi hareket-i arz esnasında sütun şeklinde denizden, buhar çıkub ve tedricen yükselub 10 metre irtifa’ına kadar çıktığını cenub-ı şarki ve şimal-i garbiye doğru sath-ı deryada sekiz kilometre mesafeye kadar gittiğini görmüşlerdir. Büyük Ada’da hareket-i arzın ertesi günü ve diğer s.2l iki gün 3 kilometru tulunde cenub-ı şarki ve şimal-i garbi istikametine toğru ruy-ı deryada dar ve bulut gibi bir duman görülmüşdür. Tahkik etdigimız ve sahih zan eylediğimiz iş bu meşhudatdan istintac olunduğu vechile hareket-i arzdan evvel ve sonra ve esna-yı hareketde pek çok gaz yahud sıcak buha:r çıkub deniz suyunu ısıtmış ve sali-fu’z-zikr alametteri hasıl etmişdir. Mesafe-i merkeziyenin büyük mihverinde bir körfez ve dağ ve sahil ve tahtü’ I-arz kırık yerler gibi tabakat-ü’ arza müteallik bir alamet mevcud olur. Bu ka’ ide bu defa ki hareket-i arzın mesafe-i merkeziyesinin büyük mihverinde dahi mevcuddur. Mihver-i mezkur İzmid körfezi boyunca s.22 mümtedd olub bu körfezin devamı olan sevahile mütevazi gider. İstikametın birliğini ve tezelzillatın mesafe-i merkeziyenin her noktasında mutabık olmasını ve mesafe-i merkeziye hattının dar şekilde bulunmasını hesaba idhal etdiğimiz Mide tezelzülun merkezi olmayub hattı olduğunu yahud ta’ bir-i aher ile hareketin merkezi bir nokta olmayub mesafe-i merkeziye büyük mihverine mütevazi istikametde bulunan bir hatt olduğunu muhakkak ve o mihverin tulunca taht’ül-arz kırık bir malhall bulunmasını muhtemel ad etmemiz lazım gelur. Bu hareket-i arzın büyük bir vüs’atı olmasına nazaran merkezinin pek çok .derin olduğu zan olunur ve doton ve hayden usulüne müraca’at itdiğimiz halde “umk-ı mezkurun 34 kilometre olduğunu keşf etmişizdir.
s.23 Emil Lakvan Efendi ‘Umk-ı mezkuru diğer bir usul üzere hesab etdikde aynı ‘umuki keşf etmiş olduğundan keşf etdiğimiz neticenin muhtemel olması tasdik kılınmışdır. 150seneden beru vuku’u bulunan hareket-i arz merkezlerinin şimdiye kadar keşf ve tahmin olunan ‘umuki 250 metreden 60 kilometre kadardır. Bu merkezlerin yalnız dokuzu 29 kilometre olan çarlezton merkezinden daha derin olub ekserisinin o kadar derin olmadığı keşf olunmuşdur. Benaberin Dersa’adet hareket-i ‘arzın merkez tezelzülü’ 150 seneden beri vuku’u bulan zelzele merkezlerinin en derini ‘ad olunmak lazım gelir ise de bu merkez daima kışr-ı ‘arzda ve küre-i ‘arzın nısf-ı kutruna nisbetle küçük bir derinlikde yani mezkur nısfkutrun I\200’i raddesindedir. s:24 Fransa ve Rusya ve Romanya’da icra olunan tedkikat-ı fenniye mu’aveneti ile tezelzülatın sür’at-ı intişarını hesab edebilmişizdir. Zelzele saniyede üç kilometre sür’atle Paris’e ve 3,5 kilometre sür’atle Pavluska ve üç kilometre ve altı ‘aşr sür’atle Bükreş’e muvasalat etmişdir. Yunanistan’da ahiren Lukrid nahiyesinde. vuku’u bulan hareket-i ‘arzda Birmingamlı Mösyö Daviso’nun tedkikat-ı sahihesine ve Atina Rasathanesi’nde tedkikat-ı ‘aciziinemize istinaden mezkur hareket-i ‘arzın Birmingam şehrine kadar sür’at-i intişarı saniyede üç kilometre olduğunu keşf eylemiş olduğumuz cihetle işbu iki hareket-i ‘arzın Paris ve Pavlusk ve Bükreş ‘ve Birmingam’a kadar sür’at-ı intişarı takriben sedanın sulb-i cisimlerden geçmesinin sür’ati kadar olduğu tebeyyün eylenmişdir. , s.25 Hareket-i ‘arzdan biraz evvel ba’zı .’alaim-i mütekaddime zuhur etdiği muhakkak ‘ad olunmalıdır. Mesafe-i merkeziyenin bir çok mahallerinde hareket-i, ‘arzdan hayli evvel kırlangıçların korkup yuvalarından uçmuş oldukları ciileb-i inzar dikkat olmuşdur. Ba’zı mahallerde, kırlangıçlar akşam yuvalarına dönmüşler ise de diğer mahallerde sürü ile telgraf hatları üzerine konub şedid tezelzülatdan biraz sonra ‘avdet etmişlerdir. Mesafe-i merkeziyenin birçok mahallerinde hareketden birkaç dakika evvel tavukların ve hayvanat-ı sairenin korkub kaçmak ve ihtifa etmek istedikleri görülmüşdür. Bu ‘alamet-i şedid tezelzülatdan evvel arzın hafifce sallanmasından naşi olmağla insan hareket-i ‘arzı evvelden keşf edemediği halde kendisinden daha mütehassis olan hayvanlar anı his ederler. s.:26 ‘Bu izahatdan istifade olunarak en küçük sedayı ve en hafif tezelzülü gayetle his edebilecek alat-ı fenniye i’mali için İcra-yı tedkikat olunabilir. Bu aletler hafif hareket-i arzı dahi haber vereceğinden şedid’ tezelzülat vuku’u bulması üzerine celb dikkat eder. Mezkur imarat-ı mütekaddimeden başka bir mühendis hareket-i ‘arzdan biraz evvel aletin mıknatıs iğnesinin etrafına bir demir parçası dönderilmekte imiş gibi sallandığını görmüşdür. Efrenci Temmuz’un 10’unda vakt-i zahirde vuku’a gelen tezelzülat-ı şedideden sonra o günü ve ertesi günler az şiddetli tezelzülat dahi vuku’u bulub bunlar Ağustos’un 8’ine kadar kesb-i hıffet etmiş ve efrenci Ağustos’un S’inde dahi hayli hafif bir hareket duyulmuşdur. s.27 İşbu tezelzülatın en şedidi Temmuz’un 12’sinde alafranga saatle akşam saat 4’ü 10 geçerek zuhur etmiş ve iki saniye sürmüşdür. Temmuz’un 18’inde kable’z-zeval saat 1I’i 5S dakika geçerek şedid bir tezelzül duyulmuşdur. Bunlar ile beraber ilk defalar gibi tahtü’l-arz bir seda dahi işitilmişdir. Heybeli Ada’sında Temmuz’un 10’unda vakt-i zuhrdan sonra olan tezelzülata hatt-ı ufki üzere olub birçok toprak yıkılmasına müşabe tahtü’l-arz bir seda dahi duyulmuşdur. Birinei tezelzülatdan sonra mesafe-i merkeziyenin ba’zı mahallerinde tezelzül ile beraber olmaksızın seda duyulmuşdur. Tedkik etdiğimiz kaffe-i ‘alaime nazaran işbu hareket-i arzın tektonik yani arzın teşekkülatına müte’allik olduğu tahakkuk etmişdir. Mesafe-i merkeziye mihverinin tulunce merkez-:i tezelzülün vüs’ati ve teşekkülat-ı arziyeye müte’allik tabakatü’l-arz
s.29 (2S.s.olması gerekirken 29 yazılmış) hadisesi teşkil eden İzmit Körfezi’nde mihver-i mezkurun istikameti ve ‘ale’l-‘umum isoseiste(latince yazılmış bir kelime) kavislerin gayetle uzun olan şekilleri ve iş bu ‘alamet-i tab’iyenin şiddet ve vüs’at-i fevka’l.’adesi mezkur hereket-i arzın tektonik yani teşkilat-ı arziyeye müte’allik olduğuna bizi ikna etmişdir. Yanardağ feveranları işbu hareket-i arzda görülen vüs’at ve şiddeti ve ahval-i saireyi haiz değildirler. Tektonik hareket-i arzlar arzın tedricen ve aheste teşkilinden hasbe’l-icab zuhur eden bir ‘alamet-i tab’iyedir. İşbu teşekkülün netayicinden biri dahi kışr-ı arzın hareketi ve sahil hatlarının tebdil-i mekanı ise de bu tebdil-i mekan ol-kadar aheste vuku’u bulur ki his olunması için binlerce seneler lazımdır. Binaenaleyh Marmara Denizi’nin şehr ve ada ve karyelerinin batması için asla ve kat’a s.30 bir muhatara bulunmadığından ahalinin yanardağ zuhuruna ve adalar ile sevahilin çökmesine dair olan evhamı ma’a-i-memnuniyye hiç bir mutala’a ve esbab-ı fenniye üzerine mübtehi değildir. Bi’l-‘aks Temmuz’un 10’unda üç şedid tezelzül ile başlamış olan hareket-i arzın devr-i istidadı şimdi hayli geçip hitama varmakda olması melhuzdur.
Mütercimi Tarih-i tercüme Bogos kulları fi 8 Ağustos sene 1310
* A.Ü. D.T.C.F. Tarih Bölümü, Yakınça~ Tarihi Anabilim Dalı, Araştırma Görevlisi 1. Türkiye’nin deprem bölgeleri ve tektonik durumu için, Öcal,Türkiye’nin Sismitesi ve Zelzele Coğrafyası, İstanbul 1968,N.Pınar-E,Lahn,Türkiye Deprem Bölgeleri İzahlı Kataloğu, ‘Ankara,1952’ye bakılabilir, 2. Nevra Necipoğlu, “Depremler, Bizans Dönemi” Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.3,s.33-34
3. Mustafa Cezar, “Osmanlı Devrinde İstanbul Yapılarında Tahribat Yapan Yangınlar ve Tabii Afetler” Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri I, İstanbul, 1963,5.380
4. N.N.Ambraseys, C.F.Finkel, The Seismieity of Turkeyand Adjacent Areas A Histarical Review 1500- 1800. Istanbul, i995,s.38. Bu eserlerde Türkiye’ de meydana gelen depremler hakkında kronojik olarak geniş bilgi bulunabilir. 5. Mustafa Cezar, a.g.m.s. 382-383, Şehabettin Tekindağ “İstanbul, Türk Devri 1453-1520” İslam Ansiklopedisi c.5-ıı,s. 1203 6. Kevork Pamukciyan, “Depremler, Osmanlı Dönemi” Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.3, s.34-35, N.N.Ambraseys, C.F.Finkel, a.g.e, s.54,94,136 vd. 7. N.N.Ambraseys,C.F.Finkel,a.g.e.,s.94. 8. K Mustafa Cezar,a.g.m.s.388-389.
9. Mustafa Cezar,a,g.m,s.389,390,Kevork Pamukçiyan,”Sarkis Sarraf-Hovannesyan’a Göre istanbul’un 1766 Büyük Depremi”,Tarih ve Toplum,c.8,sayl 47,s.270-271, 10. Ahmet Cevdet, Tarih-i Cevdet,c,5,İstanbul 1303,s.22. . 11. Ahmet Cevdet,a.g.e,c.7,s.144, 12. Ahmet Cevdet,a.g.e.c.8,s.27. 13. Semih Tezcan,Yalçın Acar, Ahmet Civ, İstanbul için Deprem Riski Analizi, İstanbul,1979,s.5.Ancak,S,Sipahioğlu,D.Kolçak,Y.Altınok’un hazırladığı Türkiye ve Çevresinin Tarihsel Deprem Kataloğu (M,Ö.2100-M.S.1900),İstanbul,1981,s,63,adlı eserde depremin enlem ve boylamının belli olmadığı, şiddetinin saptanamadığı Yazılıdır, Ayrıca, aynı eserde depremin etkili olduğu yerlerin istanbul, Prens Adaları, Marmara Denizi, ‘Karamürsel, Adapazarı olarak belirtilmektedir. 1894’te hazırlanmış ve sunduğumuz raporda da belirtildiği gibi deprem, Adalar’ da ve yakın çevresinde büyük hasara yol açtığı görülmektedir. 14. Feriha Öztin,1O Temmuz 1894 İstanbul Depremi Raporu, Ankara,1994,s.9.Bu eser, 189’4 Istanbul depremi üzerinde yapılan kapsamlı bir çalışmadır. Yerli ve yabancı orijinal kaynaklarla birlikte bir çok eserden yararlanılmıştır.
15. Erdem YOcel,Tarih Boyunca İstanbul Depremleri”,Hayat Tarih Mecmuası, sayı 6(Temmuz 1971),s.63. 16. Feriha Öztin,a.g.e.Söz konusu raporu eserinde kullanarak verilerinden yararlanmıştır Ayrıca, raporu kaynaklar kısmında günümüz diline çevirerek ve teknik terimler kullanarak vermiştir Ancak yer adlarında ve bazı kelimelerde hatalar bulunmaktadır. Biz burada metnin eski Türkçe ve günümüz diline çevrilmiş halini vermeyi uygun bulduk. ; 17. Coumbary, Osıııanlı Devleti’nde demiryolu yapmıı için bulunan bir mühendistir. Osmanlı Devleti’nde ilk meteoroloji rasathanesi Fransa’nın da etkisiyle ve Coumbary’nin girişimiyle H.1284(1867-68)’te. açıldı. Rasathane-i Amire’nin müdürlüğüne Coumbary getirildi. Emre Dölen,”Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Bilim”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c.l,s.167.
18. Paralel ve eşit anlamında kullanılmıştır.
19. Feriha Öztin a.g.e.’de Tekfur dağı olarak geçen bölgeyi Rodosto (Tekfurdağı, Tekirdag)” şeklinde vermiştir.s.33.0smanlıca belgede ise yukarıda belirtildiği gibi geçmektedir.
20. Feriha Öztin a.g.e.s.34’te Osmanlıca kaynakta Kınalı Ada olarak geçen yeri “Antigoni Adası, Burgaz Adası” şeklinde göstermektedir.
21 Feriha Öztin a,g,e,s.35’te bu kelimeyi sahile ulaşmıştır şeklinde vermiştir, Aslı ise yukarıdaki gibidir, . , 22. Yine aynı yerde Kınalı Ada olarak geçen yer Burgaz Adası olarak verilmektedir. 23.Feriha Öztin,a.g,es.36’da Burgaz Ada’yı Kınalı Ada olarak yazmaktadır.
İstanbul’da Sultanahmet Camii, Süleymaniye Külliyesi ve Ayasofya’dan sonra en fazla ziyaretçi çeken tarihi yapılarından biri olan Kariye Müzesi/Camii üzerine, kadim mabedin restorasyon projesini yönetmekte olan ülkemizin önde gelen restorasyon uzmanlarından Yüksek Mimar Sevilay Uludağ ile konuştuk.
Kariye, Yunanca kırsal kesim anlamına gelen Khora kelimesinin dilimize Kariye şeklinde uyarlamasıyla ortaya çıkmış bir mekân ismi. Mezkûr isim, ilginç bir şekilde Arapçada köy anlamına gelen karye ile de benzerlik gösteriyor. Her neyse…
Konumuz Kariye Müzesi. Kariye Camii demeyi tabii ki daha fazla arzu ederdik. Bu mesele bahs-i ahar. İstanbul’un fethedilmeyi beklediği 5. yüzyılda şehrin yöneticileri, kentlerinin kapılarını sıklıkla yoklamakta olanlardan korunmak için mütemadiyen surlar inşa etmekle meşgul olmuş. Kadim şehrin Doğu Roma hâkimiyeti altında bulunduğu dönemde Khora Kilisesi İmparator Justinianos tarafından 527 ila 565 yılları arasında inşa edilmiş.
Khora Kilisesi, 11’inci yüzyılda İmparatorluğu yönetmiş bulunan Komnenoslar Hanedanı döneminde Blakhernai Sarayı’nın yakınlarında kalması sebebiyle saray şapeli olarak da kullanılmış. Kilise, ilgili yüzyılın sonlarına doğru İmparator I. Aleksios’un kayınvalidesi Maria Daukaina marifetiyle yeniden inşa edilirken Latin istilası sırasında tahribata uğramış, II. Andronikos döneminde tamir edilerek bir hayli genişletilmiş ve güney kısmına şapel eklenmiş. ‘Yeniden inşa’ denilebilecek bu geniş çaplı restorasyon sürecinde mozaik ve fresklerle donatılmış.
Bugünün Kariye Müzesi’nde ziyaretçilerini karşılamakta olan mozaik ve freskler 14’üncü yüzyıl Doğu Roma resim sanatının estetik kavrayış, düşünce ve hayal/kurgu gücüne işaret etmektedir.
Nihayet Feth-i Mübîn…
Ve nihayet Feth-i Mübîn; İslâm’ın beklediği şerefli gün… Pek çokları Nazım Hikmet’in “Sekiz yüz elli yedi” serlevhalı şiirinden bîhaberdir: “İslam’ın beklediği en şerefli gündür bu.
Rum Konstantiniyye’si oldu Türk İstanbul’u!”
Kariye Kilisesi, camiye dönüşmek için İstanbul’un fethinden sonra 58 yıl beklemiş. Miladi takvimin yaprakları 1511 yılını gösterirken Vezir Hadım Ali Paşa kiliseyi camiye çevirmiş. Malum olduğu üzere Osmanlı şehirlerinde hayat camilerin etrafında şekillenirdi. Bu bağlamda Kariye Camii’nin çevresi de kısa süre içerisinde medrese, tekke, türbe, çeşme, imarethaneler ile şenlendirilmiştir.
Kariye’de 434 yıllık huzur…
Kariye Camii İstanbul’daki Türk Cihan Hâkimiyeti yıllarında tam 434 yıl cami/mescit olarak kullanıldıktan sonra Tek Parti döneminde ‘gördürülen lüzum’ üzerine 1945 yılında tekrar müzeye dönüştürülmüştür.
1948-1951 yılları arasında ABD’nin Marshall Planı kapmasında nesillerimiz süt tozu ile zehirlenirken 1948-1958 yıllarında Amerikan Bizans Enstitüsü mal bulmuş mağribi gibi Kariye Camii’ni tahrif etmiş. Enstitü’nün ellerinden her iş gelen uzmanları marifetiyle üzerleri örtülen mozaik ve freskolar keşfedilmiş. Mezkûr tarihten sonra Kariye Müzesi, Ayasofya Müzesi’ne bağlanarak anıt müze olarak varlığını günümüze kadar sürdürmüştür.
Böyle bir girişten sonra 2013’ten günümüze restorasyonu devam etmekte olan Kariye Müzesi’ne dair yazımızı günümüzün en önemli restorasyon uzmanlarından yüksek mimar Sevilay Uludağ ile yaptığımız mülakata dönüştürelim.
Sevilay Hanım. Kariye Camii’nin kısa tarihçesini bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Tabii ki. Günümüzde Kariye Camii veya Kariye Müzesi adları ile tanınan yapı, Ayasofya’dan sonra en fazla tanınan anıt eserlerimizdendir. Yapı geçmişte İstanbul’un altıncı tepesinde Haliç’in güneyinde inşa edilen Khora Manastırı’nın İsa’ya ithaf edilmiş ana kilisesiydi. Altıncı yüzyıla giden tarihsel geçmişi ile çok katmanlı bir yapıya sahip olan Kariye Müzesi, Bizans’ın geç döneminde (Paleologos Hanedanı Dönemi) 1316-21 yılları arasında Theodoros Metokhites tarafından büyük ölçüde yenilenerek ve bezenerek bugünkü şeklini almıştır. Mozaik ve freskleri ile Bizans sanatının ve dünya sanatının gelişiminde çok önemli bir yere sahip olan yapı Erken İtalyan Rönesansı anıtlarıyla özellikle de Giotto’nun Arena Şapeli’ndeki freskolarıyla kıyaslanır.
Atik Ali Paşa tarafından camiye çevrildi
Bizans döneminin bu önemli kilisesi İstanbul’un 1453 yılında fetih edilmesi ile bir süre boş kaldıktan sonra II. Beyazıd döneminde 1511 yılında Sadrazam Hadım Ali (Atik Ali) Paşa tarafından camiye çevrilmiştir.
Kariye, naos, kuzey taraftaki iki katlı ek yapı (anneks), iç narteks, dış narteks ve güney taraftaki mezar şapeli (parekklesion) ile beş ana mimari mekandan oluşan haç planlı bir yapıdır. Osmanlı döneminde etrafında zamanla oluşan medrese, tekke, türbe, çeşme, imaret ile birlikte bir manzumenin merkezi olmuştur. Cumhuriyetin ilanından bir süre sonra şehirdeki Bizans anıtlarının restorasyonu ile ilgili çalışmalar kapsamında Amerikan Bizans Araştırmaları Enstitüsü ile Dumbarton Oaks’ın çalışmaları ile restore edilmiştir ve Ayasofya Müzesi’ne bağlı bir anıt müze olarak da varlığına devam etmektedir.
Kariye Müzesi’nin içinde yer aldığı Edirnekapı için de bir paragraf açalım dilerseniz. Osmanlı hâkimiyetinin öncesinde burası dini bir merkez hüviyetinde gözüküyor.
Doğrudur İbrahim Ethem Bey. Kariye Müzesi’nin konumlandığı Edirnekapı semti; Tarihi Yarımada içerisinde yer alıp Ayvansaray semtini de içine alan ve aynı zamanda kentin batı surları ile çevrelenen İstanbul’un en yüksek tepesi olan Edirnekapı tepesinde yer alır.
Sur dışında kalan tarihi Edirnekapı Şehitliği ve Edirnekapı Mezarlığı da semtin bütünü içinde düşünülür. Semt, Edirnekapı’ya dek uzanan Fevzipaşa Caddesi ile güney ve kuzey olarak kesilmektedir. Batıda Bizans surları ve Edirnekapı’sını da içine alan Sulukule Caddesi ile doğusunda ve güneydoğusunda Fevzipaşa caddesinin her iki tarafında da devam eden Karagümrük mahallesi, kuzey batısında Dervişali Mahallesi, sur dışında batıda Eğrikapı semti yer alır. Edirnekapı Tepesi İstanbul’un tarihi yarımadasın da bulunan yedi tepesinden altıncı tepedir. Söz konusu bu tepe üzerinde Mihrimah Sultan Cami, Kariye Müzesi, Ayios Yeoryios Rum Kilisesi, Ayios Dimitrios Kilisesi, Atik Ali Paşa Camii ve Tekfur Sarayı gibi anıt yapılar bulunmaktadır.
Tarihsel Süreçte Kariye Müzesi ve Edirnekapı semtinin topoğrafyasında ne türden değişiklikler meydana gelmiştir?
Bizans döneminde Edirnekapı semti, adını buradaki sur kapısından almıştır. Kapının Bizans dönemindeki adı ‘’porta harisius veya ‘’Mezarlık Kapısı’’ anlamında kullanılan ‘’Miriadron’’dır. Ayrıca Bizans döneminde kapının, merasim kapısı olarak kullanıldığı da bilinmektedir. Bizans imparatorlarının sefere çıkarken veya seferden dönerken bu kapıdan geçtikleri ve kapının Mese Caddesi üstünde yer aldığı bilinir. Ayrıca Bu kapının İstanbul’un fethi sırasında ilk açılan sur kapısı olduğu söylenir.
Edirnekapı semti geç roma döneminden itibaren önem kazanmaya başlamış İstanbul’un eski semtlerinden biridir. 4. Yüzyılda Konstantin surlarının dışında kalan bu bölge; 5. yüzyılda II. Theodosios tarafından inşa ettirilen ve batıya doğru genişletilen surların içinde kalarak son sınırı teşkil eder. Yine 5. yüzyılda yazılan Natitia Urbis Costantinopolinae’ ye göre şehir 12’si sur içinde olmak üzere 14 bölge ve 322 alt birime ayrılmıştır. Edirnekapı’nın da içinde olduğu bölge 14. Bölgedir.
Şehre, Porta Harisius veya diğer bir adıyla Andrinopolis kapısından (Edirnekapısı) girilmekte idi. Kapı Edirne yolu üzerinde bulunduğu için bu ismi almıştır. Söz konusu bu yol Doğu ve batı arasındaki en büyük uluslararası ticaret yolundan biri Egnatia Yolu veya özgün adıyla Via Egnetia’dır. Porta Harisius (Edirnekapısı) kapısına uzanan bu Antik Roma ticaret yolu Bizans dönemi ile birlikte eski önemini yeniden kazanmıştır. Dolayısıyla Trakya’dan gelen yolcu ve mal getiren esnaflar bu kapıdan girer ve şehir merkezine uzanan çeşitli dükkânlar, nalbantlar, aşevlerinin yer aldığı yol boyunca (Bizans Döneminde ki adı ile Mese Caddesi) ticaret yapılırdı.
Edirnekapı; altıncı tepe…
İstanbul (Kostantinopolis) kentinin kurulu olduğu yedi tepenin en yükseği olan altıncı tepenin (Edirnekapı) sırtını ve eteğini kapsayan bu bölge; tepenin en yüksek noktasından itibaren güney yönünde Lykos Deresine (Bayrampaşa) doğru vadiden aşağıya hafif eğimli, kuzey yönünde ise Haliç’e doğru inen dik bir yamaçtan müteşekkildir. Lykos Deresi’nin (Bayrampaşa) bir yarık meydana getirdiği hat, doğal bir sınır meydana getirmekteydi. 1959 yılında Lykos Deresi (Bayrampaşa Deresi) kapatılarak yerine kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan bugünkü Vatan Caddesi yapılmıştır.
Kapının hemen karşı tarafında yolun sağında 9. Yüzyılda inşa edilen Ayios Georgios Kilisesi bulunmaktaydı. Kilise 1562-1565 yıllarında Mihrimah Sultan Camisi’nin inşası üzerine yıkıldı ve bugünkü yerinde yeniden inşa edildi. 1726’da restore edilen kilise, kayıtlara göre 1836’da Mimar Hacı Nikolaos tarafından yeniden inşa edildi. Aya Yorgi Kilisesi kayıtlara o dönem Aziz Nikolas diye geçmişti. 1974’te Vakıflar idaresine geçen kilise, 2017’de restorasyonu yapılarak ve ibadete açık durumdadır.
Mese caddesinin solunda, (günümüzde ise Fevzipaşa Caddesi’nin solunda ve Salma Tomruk olarak adlandırılan caddenin kavşak oluşturduğu köşe noktada) Bizans’ın dört büyük açık sarnıcından biri olan Aetios Sarnıcı bulunmaktaydı. Sarnıç dönemin valisi Aetius tarafından 421 yılında yaptırılmıştır. Anıtsal bir yapısı olan Aetius Sarnıcı, 244×84 metre ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Derinliği yaklaşık 13-15 metre, duvar kalınlığı 5-20 metredir. P.Gylles, 1540 yılında burasının bütünüyle kurumuş bir halde olduğunu ifade eder. Osmanlı dönemine suları boşalıp bütünüyle kurumuş halde ulaşan sarnıç, toprakla doldurulup bostan haline getirilmiştir. Çukurda bulunmasından ötürü “Çukurbostan” adıyla da anılmıştır.1926 sarnıç kalıntılarının üzerine eski adı ile Vefa yeni adıyla Karagümrük Stadı kuruldu.
Mese Caddesi Konstantinopolis’in ilk ve önemli arteri idi. Bu yolun Havariyun Kilisesi’nden (Günümüzde yerinde Fatih Cami’si bulunmaktadır) geçerek Harisius Kapısı’na (Edirnekapısı) ulaşan kısmı Mese’nin kuzeybatı aksını teşkil ederdi. Bu yol bugünkü Fevzipaşa Caddesi ile örtüşmektedir. Bizans döneminde şehrin yerleşim dokusu, esas olarak Marmara Denizi’ne paralel şekillendiğinden Edirnekapısı’na yönelen yol, şehrin daha az meskûn bölgeleriydi. Fevzipaşa Caddesi sınırının bir ucunu oluşturan Edirnekapı, Osmanlı dönemi boyunca da önemini korumuştur. Fatih Sultan Mehmed döneminden Cumhuriyet’in ilanına kadar Osmanlı padişahlarının tahta çıkışlarında kılıç kuşanma merasimi için Topkapı Sarayı ile Eyüp Sultan arasında yapılan kılıç alayının güzergâhında devam eden Fatih Külliyesi ile Edirnekapı aksı günümüzdeki Fevzipaşa Caddesi’dir. Bizans döneminde olduğu gibi, kentin yönetim merkezi ile kutsaliyet merkezini birbirine bağlayan bu aks, Osmanlı Divanyolu’nun (Bizans Döneminde Mese) da bir parçası niteliğindedir. Ayrıca Avrupa’daki seferlere çıkılırken ordunun Edirnekapı’dan gönderilmesi ve Tanzimat’a kadar İstanbul’a gelen elçilerin kente Edirnekapı’dan girmesi, bu önemi destekler nitelikteki geleneklerdir.
Cumhuriyet Döneminde ise 1929 yılında Fatih-Edirnekapı Tramvay hattının açılışı yapılmış olup cadde 1959 yılında da genişletilmiştir. Cadde bir süre sonra, 1960 yılların sonunda surlara açılan yeni bir geçitle son halini aldı. Ayrıca Fevzipaşa Caddesi aksı üzerinde Osmanlı Döneminde Fatih Külliyesi’nin inşası, Yavuz Sultan Külliyesi ve Mihrimah Sultan Külliyesi’nin de inşası ile kentin üç tepesi üzerinde siluetin önemli parçaları tamamlanmış oldu.
Ülkemizdeki ve Balkanlarda gönül coğrafyamızdaki pek çok tarihi mimari yapıyı aslî hüviyetine uygun bir keyfiyette restore eden Yüksek Mimar Sevilay Uludağ ile gerçekleştirdiğimiz mülakatın ikinci bölümünün öznesinde İstanbul’un fethinin öncesinde ve sonrasında kadim şehirde meydana gelen düzenlemeler ile Kariye Camii’nin Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki vaziyeti var.
Sevilay Hanım, Feth-i Mübîn’in hemen sonrasındaki İstanbul’un durumuna ilişkin büyükçe bir paragraf açacak olursak neler söylemek istersiniz?
Tarihi Yarımada bölgesi, Roma İmparatorluğu’nun en önemli merkezlerinden biri olma özelliğine sahip bir yer olmasının yanında 1058 yıl Bizans’a, 469 yıl Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmıştır.
Bizans döneminde şehir hangi isimle anılmaktaydı?
Bizans Döneminde başkentin adı Konstantinopolis iken Osmanlı döneminde ise şehrin adı değişmemiş sadece Arapça söylenişi ile Kostantiniyye denmiştir.
Osmanlı’da İstanbul’un silueti mimari yapılarla şekillenmiştir
Osmanlı İmparatorluğu döneminde yedi tepenin kurgulanış biçiminde Roma ve Bizans dönemlerine benzer yaklaşımlar sergilenmiştir. Yükseltiler üzerine inanç yapıları ya da anıtsal nitelik taşıyan yapılar inşa edilmiştir ve böylece İstanbul’un silueti ve topografyası mimari değer taşıyan eserlerle şekillenmeye devam etmiştir.
1453 İstanbul için yeni bir milat…
1453 yılında Osmanlı kuşatması sonucunda Konstantinopolis’in fetih edilmesi ile birlikte kent tarihinde yeni bir dönem başladı. Kentin Osmanlı başkentine dönüşmesi yolunda büyük bir dönüşüm sürecine girildi.
Feth-i Mübîn’den önce şehir bakımlı mıydı?
Fethin hemen öncesinde ve sonrasında kent oldukça bakımsız ve harap durumdaydı.
Sur içinden bahsediyorsunuz. Okuyucularımız bu bahiste ne kadarlık bir alanı tahayyül etmeli?
İstanbul sur içi 13 km²’dir.
Bizans nüfusu nerelerde mukimdi?
Şehrin fethedildiği dönemde nüfus Haliç ile Marmara sahili arasında yoğunlaşmıştı.
Bir soru daha? Bizanslılar kaç kişiydi?
Şehrin fetih öncesindeki nüfusu için 30 bin ila 50 bin arasında tahminler yürütülür. Türk İstanbul’un nüfusu 1477 tahririne göre 60 bin ila 70 bin arasında tahmin edilmektedir.
Fetih tarihi şehirde neleri değiştirdi?
Öncelikle çehresi değişti İbrahim Ethem Bey. Fetih ile beraber kentin imarı ve inşası için faaliyetlere başlandı. Kenti nüfuslandırmak için Trakya’dan, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden ve Bursa’dan Türkler, Rumeli’den Yahudiler ile farklı bölgelerden Hıristiyan birçok aile İstanbul’a nakledildi.
Fethin hemen sonrasında Osmanlı Cihan Devleti’nin yeni başkentin ihtiyaç duyduğu pek çok işlev için mevcut yapıların kullanıldığını görüyoruz.
Konutlar benzer işlevleriyle şehrin yeni gelen sakinleri ve nüfusu arttırmak amacıyla geri davet edilen eski sakinler tarafından aynı işlevle kullanılmıştı. Zaman içerisinde şehre yoğun bir Müslüman nüfusun iskânı ile birlikte bir takım yapıların Müslümanların ibadetlerine açılması zorunluluk haline gelmişti.
Mahallelerin merkezine camiler inşa edildi
İstanbul’da bir Türk-İslâm kenti kuruluyor olması sebebiyle de her birinin çekirdeğinde bir cami veya mescit yer alan mahalleler kurulmaya başlandı. Dolayısıyla kentte yeni oluşturulmakta olan Müslüman mahalleleri bir mescid veya cami etrafında konumlanmış konutlardan oluşmaktaydı.
Konstantinopolis’in fethine katılan komutanların Bizans dini yapılarını cami ve mescide dönüştürmedeki rolleri büyüktür. İstanbul’a gerekli nüfusu getirip yerleştirmekle görevlendirilen komutanlar öncelikle oluşturdukları mahallelerde, mahallenin çekirdeği kabul edilen mescit ve camileri kurdular. Bununla birlikte mevcut olduğu hallerde bölgedeki Bizans kilise veya şapellerini kullanmaktan da geri durmadılar.
İstanbul’un Fatihi Sultan II. Mehmed Han döneminde gözlemleyen bu türden uygulamalar II. Bayezid döneminde bu defa vezirler gibi yüksek rütbeli memurların katkılarıyla devam etti.
1463-1470 yılları arasında inşa edilen Fatih Külliyesi bölgenin karakteristik görünümünde önemli bir yere sahiptir. Bu dönemde İstanbul’un Trakya çıkışı Edirnekapı’ya gelince dini ve sosyal işlevli yapılar ve nüfus da Edirnekapı, Sultan Selim ve Fatih bölgelerinde yoğunlaşmıştı. Şehrin önemli trafik kavşağını ve bölgenin yeşil alanlarını oluşturan bu boş bölgeler üzerinde, imari yapılaşmanın mevcut olduğu görülür. Yeni mahallelerin kurulması azaldıkça dönüştürme işlemi de azalarak 17. yüzyılla birlikte tamamen sona ermiştir.
Fatih-Edirnekapı arasında kara gümrüğü kurulması ve Karagümrük semtinin oluşmasıyla Edirnekapı’ ya kadar sürekliliği olan alışveriş ve sosyal aks oluşmuştur.
Çok önemli bildiler verdiniz. Buradan, Cumhuriyet Dönemi’ne ve bahusus Kariye’nin bulunduğu Edirnekapı semtine geçelim dilerseniz…
Hay hay İbrahim Ethem Bey. 19. yüzyıl sonundan Cumhuriyet’in 1960’lı yıllarına kadar kamulaştırma, meydan ve yol açma faaliyetleri şehrin yapısını yok ettiği gibi Edirnekapı semti de bundan nasibini almıştır.
Ne türden tahribatlar yaşandı?
Neler yaşanmadı ki! Ahşap evler yakıldı, yıkıldı, yerlerine betonarme sevimsiz evler- apartmanlar inşa edildi. Apartmanlaşma etkisi ile kent sakinleri adeta yok oldu! Böylece semtin devamlılığı kısmen kopmuş oldu.
Edirnekapı’ya uzanan Fevzipaşa Caddesi’nin açılması bölgenin sokak dokusunu farklılaştırdı. Söz konusu tarihe kadar yangın zararları dışında sokak dokusu korunmuş olan bölge, apartmanlaşma ve yol çalışmaları ile özgün dokusundan iyice uzaklaştırıldı. 1954-1960 yılları arasında yapı yoğunluğu arttı.
Günümüzde Fatih, ana akslarda daha çok ticaret ve konaklama fonksiyonunun yer aldığı bir bölge konumuna geldi.
İstanbul’un tarihsel topoğrafyasının gelişiminin son evresi olan Cumhuriyet dönemi, İstanbul’un tarihi ile kıyaslanınca oldukça kısa bir dönem olsa da bu dönem tarihî topoğrafyanın şekillenmesinde önemli bir yer işgal etmektedir. Cumhuriyet döneminden günümüze kadar olan süreç, İstanbul’un metropolleşme süreci olarak değerlendirilmektedir.
4 asrı aşkın bir süre cami olarak kullanılan ibadethanenin müzeye çevrilme sürecine de kısaca değinir misiniz?
Tabii ki.. Kariye Camii, Bakanlar Kurulunun 29.08.1945 tarihli kararı ile müzeye dönüştürülmüş, bu tarihten sonra birçok kez lokal onarımlar görmüştür. 6.12.1985 tarihinde ‘’İstanbul Tarihi Yarımda’’ genelinde Dünya Miras Listesi’ne giren Kariye Müzesi yapı özelinde de 16.09.1987 Korunması Gerekli Kültür Varlığı olarak tescil edilmiş ve anıt eser statüsünde koruma grubu I olarak belirlenmiştir.
Mabedin Dünya Miras Listesi’ne dâhil edilmesine dair neler söylemek istersiniz?
UNESCO tarafından 1972 yılında kabul edilen “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması Hakkında Sözleşme”yi 1983 yılında imzaladık.
“İstanbul’un Tarihi Alanları” adıyla 6 Aralık 1985 tarihinde 356 nolu kod ile Dünya Miras Listesi’ne alınan dört koruma alanı, söz konusu ‘liste’ye alınmadan çok daha önce ulusal mevzuat kapsamında ilk koruma planları hazırlanmış ve onaylanmıştı. Topkapı Sarayı ve Sultanahmet Bölgesi 1953 yılında ‘’Arkeolojik Park’’ olarak ilan edilmiş; Zeyrek Camii ve çevresi 1979 yılında, Süleymaniye Camii ve çevresi 1977 yılında ve Kariye Müzesi’nin de içinde bulunduğu alan olan Kara Surları ise 1981 yılında koruma altına alınmıştı.
Dünya Miras Komitesi tarafından üstün evrensel değer taşıyan varlıkların tanımlanmasında kullanılan ölçütler kapsamında (1-2-3 ve 4 nolu) kültürel kriterleri karşılayan İstanbul Kara Surları, UNESCO’nun 1985 yılında ‘’İstanbul’un Tarihi Alanları’’ adıyla ilan ettiği dört Dünya Miras Alanı’ndan (DMA) biridir. Üstün Evrensel Değer (ÜED) beyanında bu alan, Theodosius döneminde yapılan Kara Surları’nın iki tarafındaki alan ” olarak betimlenmiştir. Kara Surları Tarihi Yarımada’yı batıda, kara yönünde sınırlayan ve güneyde Marmara Denizi’nden başlayıp kuzeyde Haliç’e kadar uzanan surları ve yakın çevresini içerir ve yaklaşık olarak 6 km uzunluğunda 16,5 hektarlık bir alana yayılır.
İstanbul Dünya Miras Alanlarının Dört Bileşeninden biri olan Kara Surları’nın kültürel hinterlandında Chora (Kariye Müzesi), Tekfur Sarayı- Blakhernia Sarayı da dâhil olmak üzere küçüklü büyüklü birçok anıt eser yer almaktadır.
Restorasyon uzmanı yüksek mimar Sevilay Uludağ ile gerçekleştirdiğimiz Kariye Restorasyonu mülakatımızın üçüncü bölümünde tarihi eserin vakıf medeniyeti bağlamında restorasyon süreçlerini ele alıyoruz. Bu çerçevede muhatabımız Sevilay Uludağ tarihi İstanbul depreminin bölgedeki etkilerinden ecdadımızın vakıf tesis etme şuuruna kadar pek çok sorumuzu büyük bir yetkinlikle cevapladı.
Sevilay Hanım, Kariye’nin dünden bugüne restorasyon süreçlerine değinir misiniz?
Altıncı yüzyıla giden tarihsel geçmişi ile çok katmanlı bir yapıya sahip olan Kariye Müzesi, Bizans’ın geç döneminde (Paleologos Hanedanı Dönemi) 1316-21 yılları arasında Theodoros Metokhites tarafından büyük ölçüde yenilenip bezenerek bugünkü şeklini almıştır.
14.yüzyıldan günümüze ulaştığı düşünülen Kariye Müzesi’nin mozaikleri ve freskleri “Başkent Üslubu” dediğimiz Bizans Rönesansı’nın en muhteşem eserleridir.
Bizans döneminin bu önemli manastır kilisesi İstanbul’un 1453 yılında fetih edilmesi ile bir süre boş kaldıktan sonra II. Beyazıd döneminde 1511 yılında Sadrazam Hadım Ali (Atik Ali) Paşa tarafından camiye çevrilmiştir. Türk devrinde, kilise dışındaki manastır yapıları zamanla yıkılarak kaybolmuştur.
Anıt eser, Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girdiği 1985 tarihinde ne durumdaydı?
Kariye Müzesi’yle ilgili iki rapor hazırlanmıştı. 1981 Mora raporunda Kariye Camii’nin çatı örtüsündeki kurşun levhaların ve su borularının kötü durumda olduğundan, dış cephelerde derz boşluklarının yakın dönemde doldurulmuş olduğundan, tuğla kırıklı çimento bağlayıcılı harçlı sıvaların kullanıldığından ve yüzey çatlaklarına dolan yağmur sularının buharlaşamamasından söz edilmekteydi. Ayrıca boyalı yüzeylerde tuzlanma sorununun mevcudiyetine temas edilmişti.
Bir de 1983 Massari raporu söz konusu… Raporda son yıllarda restorasyonla yapının büyük ölçüde koruma altına alındığı fakat yıllar içerisinde oluşmuş tahribatın etkilerinin de görüldüğü belirtiliyor. Ayrıca raporda yapıdaki nemin ölçülerek yapının eğimli yoldan ve çatıdan gelen yağmur sularına maruz kaldığına vurgulanmıştır.
Massari raporunda kubbe ve kemer içlerindeki mozaik ve duvar resimlerine ilişkin kayıplarının çatıdan gelen sudan kaynaklı olduğu belirtilerek genel olarak sıva kayıplarına yol açan nedenlerden birinin de nem çekici tuzlanmanın varlığı olarak adreslenmişti.
Raporun sonunda genel olarak nem, tuzlanma, yoğunlaşma nedeni ile nemlilik ve lokal olarak çatıdan sızan sulardan bahsedilmekteydi.
Her iki raporda Kariye Camii’nin ve Müzesi’nin 1985 yılındaki mevcut durumu belirtilmiştir.
Kariye’de tarih boyunca gerçekleştirilen restorasyonlar hakkında neler söylemek istersiniz?
Günümüzde Kariye Camii veya Kariye Müzesi adları ile tanınan yapı, Ayasofya’dan sonra en fazla tanınan anıt eserlerimizdendir. Yapı geçmişte İstanbul’un altıncı tepesinde Haliç’in güneyinde inşa edilen Khora Manastırı’nın İsa’ya ithaf edilmiş ana kilisesiydi.
Çok katmanlı yapı…
Altıncı yüzyıla giden tarihsel geçmişi ile çok katmanlı bir yapıya sahip olan Kariye Müzesi, evvelce büyük bir kompleksin merkezini teşkil ediyordu.
11. Yüzyılda İmparator I.Aleksios Komneos’un kayınvalidesi Maria Dukaina zamanında harap olan kilise yeniden ihya edilmiş olup bu inşa döneminden sonra tekrar harap olan yapı bir süre sonra İmparator Aleksios’un küçük oğlu İsaakios tarafından 12. yüzyılda tekrar ihya edilir.
O dönemden günümüze tarihi mabedin hangi yapı birimleri ulaşmıştır?
Bu dönemden günümüze sadece ana mekan (naos) kalmıştır. Fakat yapılan son araştırmalarda iç narteksin de bu dönemden kalmış olabileceği ön görülmektedir.
Eser, Bizans’ın geç döneminde (Paleologos Hanedanı Dönemi) 1316-21 yılları arasında Theodoros Metokhites tarafından büyük ölçüde yenilenip bezenerek bugünkü mimari kurgusunu ve şeklini almıştır. Bu inşa döneminde yapıya parekklesion, anneks, pastoforium gibi mimari hacimlerin yanı sıra bir depremde yıkılan ana mekân kubbesinin de bu dönemde tuğla örgülü olarak yeniden ihyâ edildiği bilinmektedir. İç narteksin ise bazı kaynaklarda 14. yüzyılda inşa edildiği belirtilmiş olsa da 12. yüzyıl inşa dönemine ait olabileceğini ifade eden kaynaklar da mevcuttur.
Yapıda mozaik ve freksler öne çıkıyor…
Kariye, mozaik ve freskleri ile Bizans sanatının ve dünya sanatının gelişiminde çok önemli bir yere sahip olan yapı Erken İtalyan Rönesansı anıtlarıyla özellikle de Giotto’nun Arena Şapeli’ndeki freskolarıyla kıyaslanır.
Kariye’de Osmanlı döneminde neler yapıldı?
Bilindiği üzere Osmanlı Cihan Devleti İstanbul’u fethettikten sonra şehri maddi ve manevi anlamda ihya ve inşa süreçlerine girmiştir. Dünkü sohbetimizde bahsettiğimiz üzere Cami ve mescitler Osmanlı şehir kurgusunun merkezinde yer almaktadır. Padişah ve valide sultanlar kadar devlet ricali ve varlıklı aileler de Osmanlı İstanbul’una pek çok ibadethane kazandırmıştır.
Osmanlı için bizatihi ‘vakıf medeniyeti’ diyebiliriz. Sevilay Hanım bu hususta siz neler söylemek istersiniz?
Güzel bir konuya temas ettiniz. Türk milletinin en çok bilinen özelliklerinden biri de insanların, hatta bütün canlıların faydalanması için yaptıkları fedakârlıklardır. İstanbul, asırlar boyunca binlerce vakıfla, vakıf eserleriyle, hayratla abâd olmuş; hayatın hemen her alanında vakfiyeler tesis edilmiştir.
İstanbul’da kurulan vakıflar eliyle bir yandan sağlık, yoksullarla dayanışma ve şehirleri imar alanlarında tabir yerindeyse hamle çapında hizmetler görülürken, diğer yandan da göçmen kuşlara sahip çıkılmış, yolda kalanlar doyurulmuş, yetim çocuklar evlendirilmiş, ahalinin su ihtiyacı karşılanmış, talebeler okutulmuş, ilme ve âlime sahip çıkmış; böylelikle İstanbul’da adalet ve merhamet yüzlerce yıl hüküm sürmüştür.
İstanbullu hayırseverler nice bedesten, çeşme, yol, köprü, kale, mesire yerleri, deniz fenerleri, sebiller, dul ve yetim evleri, çocuk emzirme ve büyütme yuvaları kurup vakfetmiş; cami ve mescitler başta olmak üzere sivil ve dini mimari vakıf eserleri birbiri ardına sıralanmıştır. Böylelikle eğitimden sağlığa; çevreden sosyal hizmetlere kadar pek çok alanda devletin yükünün büyük bölümünü vakıflar, vakıf insanlar üstlenmiştir.
Osmanlı döneminde Kariye büsbütün şenlendirilmiştir. 1511 yılında yapı camiye tevdi edilirken güneybatı köşeye minare ve naosa mermer bir mihrap eklenmiştir. Böylelikle Kariye Camii’nin çevresi medrese, tekke, türbe, çeşme ve imarethane ile tabir caizse âbad olmuştur. Osmanlı insanı tarihi ibadethanenin çevresine yapıyla uyumlu müştemilatlar kazandırırken çevreye ve geçmişe özeni göz ardı etmemiş, manzumenin merkezi olan yapının mimarisini etkileyecek çok fazla bir müdahalede bulunulmamıştır. Ben bu hususu önemsiyorum. Katıldığım program ve seminerlerde de dile getiriyorum.
Bildiğim kadarıyla İstanbul’u tabir yerindeyse yerle bir eden 1766 tarihli büyük depremde Kariye Camii’nin kubbesi de yıkılıyor. Sonrasında nasıl bir yenilenme çalışması yapılmış? Bu konudaki malumatınıza müracaat etmek isteriz?
1766 depremi sonuçları itibarıyla İstanbul’daki sivil ve dini mimari yapılara oldukça büyük hasar veriyor. O dönemde Yedikule ve Edirnekapı İstansul’un önemli nüfus alanları. Mezkûr iki bölgede yapılaşma fazla olduğundan yıkım da fazla oluyor, medreseler, camiler, imarethaneler, hâneler büyük zarar görürken Kariye Camii’nin merkezi kubbesi de çöküyor. Deprem mdödösşld yıkılan merkezi kubbe kısa süre içerisinde mimar İsmail Halife tarafından ahşap bağdadi olarak yenileniyor.
Sultan Abdülaziz Han döneminde 1875-1876 yılında yapının bakım ve onarım çalışmalarına girişiliyor, İstanbullu Mimar Peloppida Kouppas tarafından mozaikler kısmen temizlenip ahşap kepenklerle kapatılıyor. Biz buradan ecdadın tarihi eserleri ele alış tarzına yönelik önemli dersler çıkartıyoruz. Aynı tarihlerde kubbelerin ve üst örtü sisteminin dalgalı hattı doldurularak düz satıhlı olarak düzenleniyor.
II. Abdülhamid Han döneminde 1894 depreminde minarenin petek kısmı çökünce bir süre sonra 1898’de klasik üslupta tamamlanıyor. 1903-1906 yıllarında ise yapı Rus Arkeoloji Enstitüsü tarafından kısmen onarılıyor.
Onarım bâbından Cumhuriyet döneminde neler yapılıyor?
Osmanlı sonrası Cumhuriyet döneminde de onarımların sürdüğünü gözlemliyoruz. Evkâf İdaresi 1929- 1930 yılları arasında kısmî bir onarım gerçekleştiriyor. 1945-1946 yıllarında ise yapı ile ilgili iki onarım keşfi hazırlanıyor. Mimar Cahide Tamer’in yaptığı ilk bilimsel restorasyon çalışmalarında ise yapının özellikle kurşun örtüleri yenilenip rölövesi çıkarılıyor.
1948-1959 yılları arasında Amerikan Bizans Enstitüsü (Byzantine Institute of America) ve Dumbarton Oaks Fieldwork Committee işbirliği ile merkezî ibadet alanı (naos) ve giriş hollerindeki (narteks) mozaiklerin ve fresklerin korunmasına yönelik konservasyon ağırlıklı kapsamlı bir restorasyon yapılıyor.
Yapının 2013 yılından bugüne hali hazırda devam eden tarihinin en geniş ve kapsamlı restorasyonu devam etmektedir.
Bu müdahalelerin kararları neye göre verildi?
Bilimsel ve teknik raporlara göre. Birkaç rapor söz konusu. Müsaadelerinizde raporlara tek tek değinmek isterim.
Tabii ki, lütfen buyurunuz…
Yapı ile ilgili olarak Kültür Bakanlığı’nın 27.06.1986 tarih 6377 sayılı yazısı gereği hazırlanan rapor. Kültür Bakanlığı’nın 12.07.1990 tarih 232 sayılı yazısı gereği hazırlanan rapor. Kültür Bakanlığı’nın 26.03.1991 tarih 452 sayılı yazısı gereği hazırlanan rapor. Kültür Bakanlığı’nın 27.11.1998 tarih 559 sayılı yazısı gereği hazırlanan rapor.
Kültür Bakanlığı’nın 20.02.2001 tarih 118 sayılı yazısı gereği hazırlanan tüm teknik raporlarda genel olarak sorunlar ve çözüm önerileri benzer olup nem ve tuzlanma, çatı üst örtüsünde yağmur suyunun kılcal çatlaklardan sızması, zeminden yükselen nem, taş ve tuğla yüzeylerde yapısal bozulmalar, cephelerde çimento bağlayıcılı sıvanın tahribatı, vb. sorunlar tespit edilmiş ve çözüm önerileri sunuldu.
Bu veriler ile beraber Kültür Bakanlığı’nın talimatı doğrultusunda Kariye Müzesi Rölöve, Restitüsyon ve Restorasyon projeleri 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası kapsamında hazırlandı. 2009 yılında başlayan proje çalışmaları 2011 yılında Koruma Bölge Kurulunun proje onayı ile tamamlandı. Bu doğrultuda Kültür Bakanlığı oluru ile Kariye Müzesi’nin 2012 yılı onarım ve restorasyon işi geçici yer teslimi 16.01.2013 tarihinde, fiili yer teslimi ise 12.09.2013 tarihinde yapılmış olup Kültür Bakanlığı ve İl Özel İdaresi arasında kurumsal yazışmalar sonucunda müzenin ziyaretçilere kapatılmaması ve restorasyonun etaplar halinde yapılacağı Kültür Bakanlığı tarafından karara bağlandı.
2013 yılından beri devam eden restorasyon çalışmalarını ise Ayasofya Bilim Kurulu, İstanbul Rölöve ve Anıtlar Kurulu Kontrol Heyeti, İstanbul Anıtlar Kurulu kararları doğrultusunda gerçekleştiriyoruz.
Kariye Müzesi/Camii restorasyonu mülakatımızın son bölümünde 16 yıldır tarihi eser restorasyonu üzerine çalışmalar yapmakta olan yüksek mimar Sevilay Uludağ ile tarihi eser restorasyonu ve Kariye Müzesi’ndeki restorasyon çalışmaları üzerine hasbıhal ettik.
Sevilay Uludağ uzmanlık alanı tarihi eser restorasyonu olan işinin ehli bir mimar. Uludağ 16 yıllık süreçte Edirne’den Samsun’a, Afyon’dan İzmir’e ve oradan da Balkanlar’daki Osmanlı eserlerine varıncaya kadar yüzlerce tarihi eserin restorasyonuna imza atmış.
Ağa Camii, Selimiye Dar’ul Kurra Medresesi, Manisa Zeynelzade Kütüphanesi, Kasımpaşa Mevlevihanesi, Afyon Arapmescit Camii, Fatih Aşık Paşa Camii, Makedonya Radanya Camii, Manastır İshak Paşa Camii’nin, Arnavutluk Preze Kale Camii yurt içinde ve dışında elinin değdiği asırlık geçmişi bulunan sivil ve dini mimari eserlerden bazıları.
Şu sıralar Kariye Müzesi restorasyonuyla meşgul olan Sevilay Uludağ ekibiyle birlikte medrese, cami, mescit, türbe, hazire, imarethane, sebil, sıbyan mektebi, Mevlevihane ve kütüphane gibi Osmanlı medeniyetinden günümüz Türkiye’sine miras kalan tarihi eserleri, abide binaları aslına uygun bir keyfiyette restore ediyor…
Hizmete restorasyon alandaki eksiklikleri müşahede ederek, medeniyet, tarih ve kültür bilincini proje ile hayata geçirmek amacıyla başlayan tecrübeli mimar, cami, mescit, medrese, tekke, çeşme, türbe, gibi vakıf medeniyeti mahreçli eserlerin yayında havagazı fabrikası, un fabrikası, konut gibi sivil mimari olmak üzere 150’ye yakın eserin rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerini hazırlamış. Aralarında pîri Mimar Sinan’ın eserlerinin de bulunduğu da birçok tarihi yapının restorasyon uygulama projelerini hayata geçirmiş.
Muhtelif çeşme ve sebil restorasyonları da gerçekleştiren mimar Uludağ işlerinin ve dahi hizmetlerinin taşınmaz kültür varlıklarının konservasyonu ve restorasyonunu aslına uygun bir keyfiyette yapmak olduğuna vurgu yapıyor.
Tarihi eser restorasyonu deyince medeniyetin, tarihin, kültürün yaşatılmasını ve nesillere aktarılmasını sağlamayı anladığını belirten Sevilay Hanım “eserler, ancak gerektiğinde, özellikleri muhafaza edilerek tamir ve bakımdan geçerse nesilden nesle aktarılabilir” diyor ve ekliyor: “İşin uzmanlarıyla çalışmak önemli. Çok kapsamlı araştırma yapmak daha da mühim. Uygulama yapılacak yapının benzerlerini incelemek, dönem ve üslubunu çok iyi anlamak projenin olmazsa olmazları arasında. Ekibe tekrar vurgu yapmak isterim müsaadelerinizle. En önemli hususlardan biri kanaatimce çalışma ekibi. Tarihi eser restorasyonu bizatihi ekip işidir. Araştırma safhasından, çizim safhasına kadar teknik desteğe ihtiyaç duyarız. Konusunun uzmanı kişiler bu alanda çalışırken uzmanlıklarına özveriyi ve dahi aşkı da eklemelidir.
Restorasyon bizatihi ticari kazan alanı olarak görülmemeli.
Medeniyetimize ait kadim eserlerin aslına uygun olarak yenilenmesi kesinlikle bizatihi ticari faaliyet olarak görülmemesi gereken bir hizmettir. Para bahis mevzuu olmayacak mı? Tabii ki olacak ama her zaman ikinci planda kalacak. Restorasyon işinde kullanılan malzemeden işçi ve usta seçimine kadar dikkatli davranmak lazım.
Kullanılan malzemenin mevcut yapı ile uyumu, işçilik kalitesi, keyfî uygulamalar ve daha fazla kâr elde etmek amacıyla özensiz iş yapma ve imitasyon uygulamalar sıkça rastlanılan hatalardır.
Proje süreci önemli…
Tarihi eserlerde tespit ve belgeleme, tüm koruma sürecinin esas aldığı ilk ve en önemli aşamadır. Bir eserin doğru anlaşılması, belgelenmesi ve tespiti bu bilgilerin ışığında yapıda gerçekleştirilecek koruma uygulama çalışmaları için daha bilimsel ve geniş bir bakış açısına sahip olunmasını sağlar.”
Muhatabım, bu meyanda Kariye Müzesi’nde neler yaptıklarına dair şu cümlelerle okuyucularımızı bilgilendiriyor: “Bu aşamada yapılan tarihi araştırmalar Kariye Müzesi’nin farklı dönemlerdeki durumunu, süreç içerisinde geçirdiği onarım ve tamiratları gösteren verileri oluşturdu. Elde edilen ve tespit edilen tüm bu veriler ışığında yapının geçirmiş olduğu tarihsel inşâ ve onarım dönemleri kronolojik olarak ortaya koyarak yapının nitelikleri belirlendi.
Ayrıca yapının tarihsel süreci dışında günümüzde şehir hayatının yoğunluğu içerisinde kalması, bulunduğu arazi konumu, çevre ve iklim koşullarının da dikkatle incelenmesini gerekli kıldı. Bu bağlamda nasıl bir ortamda koruma tedbirlerinin alınacağını ve hangi sorunlarla mücadele etmek gerektiğini görmüş olduk. Böylece yapının mevcut durumunun doğru ve detaylı olarak tanımlanmasına önem vererek yapacağımız imalatları uygun olarak tespit ettik. Bu inceleme ve değerlendirme süreci, sonrasında hazırlanan rölöve, restitüsyon, restorasyon çizimleri, hasar tespit projeleri, bezemeler, dönem analizleri, rölöve detayları, malzeme analiz raporları yapılan tüm uygulamalara bilimsel bir kimlik kazandı.
Böylelikle, Kültür Bakanlığı’nın talimatı doğrultusunda Kariye Müzesi Rölöve, Restitüsyon ve Restorasyon projeleri 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası kapsamında hazırlandı. 2009 yılında başlayan proje çalışmaları 2011 yılında Koruma Bölge Kurulunun proje onayı ile tamamlandı.”
Titiz ve bilimsel bir restorasyon süreci
Kariye Müzesi restorasyonu sürecinde Sevilay Hanım’dan yapının kâgir elemanların video-endeskopi ile araştırıldığını, kimyasal ve fiziksel laboratuar testleri ve gergi elemanlarının dinamik testlerinin yapıldığını, temel araştırması için en az iki temel çukuru açıldığını, zemin araştırma için de statik ve dinamik penetrasyon testlerinin yapıldığını, çatlaklar için analojik görüntüleme yöntemine başvurulduğunu, temel yapısının radarla görüntülendiğini ve yapının matematik ortamda modellenerek güçlendirme projelerinin hazırlandığını öğrendik.
Gönlümüz, ülkemizde Tek Parti’nin hüküm sürdüğü 1945 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye çevrilen tarihi mabedin -müze hususiyetinin devam ettirmekle birlikte- kubbesinin muvahhit cemaatiyle; minarelerinin ezan sesiyle buluşmasını ümit ve temenni ediyor. Vakıa şudur ki bu şehrin Müslümanları 434 yıllık hasretin bitmesini; en kısa zamanda Kariye Camii’nin ibadete açılmasını arzu ediyor.
Kariye Müzesi’nde bilimsel yöntemlerle sürdürülmekte olan restorasyon süreci tamamlanmak üzere. Tarihi mabedin Naos, Ahşap Bağdadi Kubbe Konservasyonu ve Restorasyonuna, Konservasyonuna ve Mozaik Konservasyonuna değinerek yazı dizimizi nihayete erdiriyoruz.
Naos, Ahşap Bağdadi Kubbe Konservasyonu ve Restorasyonu
Ana kubbe iç kısmında çimento esaslı sıvaların sökülüp bağdadi çıtaların durum tespitini, kubbe üst örtüsünde kurşun ve çamur sıva sökümü ahşap kaplama ve karkasların tespit süreci takip etmiş., Belgeleme çalışmasının ardından, niteliksiz ve çürümüş olan ahşap kaplamalar itinalı olarak sökülmüş. Bu aşamadan sonra özgün ahşap dokular konservasyon uygulamaları ile güçlendirilerek alınan ahşap kaplamalar özgün dokuya uygun bir şekilde meşe ağacından ahşap kaplamalarla yenilenmiş.
Konservasyon
Konservasyon çalışmalarında ilk olarak tespit ve belgelendirme çalışmaları yapılarak onarım projesi kapsamında bütün alanlar karolajlara bölünmüş, fotoğraf ile belgelenip hasar tespit ve desen paftaları hazırlanmış. Mevcut müdahale paftaları ile paralel doğrultuda sonradan yapılmasına karar verilen bütün müdahaleler belgelendirilmiş.
Naosta bulunan zemin döşeme mermerleri ile iç cephe mermer kaplama panolarının envanter numaraları taşın yapısına zarar vermeyen tıbbi kağıt plaster bantların üzerine yazılarak taşlarda bulunan bütün çatlaklar ve boşluklar projeye işlenmiş. Aynı zamanda taşların cinslerini gösteren ayrı paftalar hazırlanmış.
Kariye Müzesi’nin içinde birden çok taş cinsi görülmekte. Duvarları kaplayan mermerlerin içinde çoğunlukla Marmara Adası’ndan beyaz renkli ve gri damarlı olan mermerler kullanılmış. Ayrıca Marmara mermerinin yanı sıra Kuzey Afrika, Eğriboz Adası ve Afyon gibi değişik yerlerden getirilen Porfir, antik yeşil, oniks, kırmızı, sarı ve pembe renkli damarlı mermerlerle zengin bir görünüm oluşturulmuş. Aynı seri mermer bloklar kesilerek yan yana monte edilmesiyle mermerlerin üzerinde oluşan desenler, zengin simetrik şekiller ve kesilmiş ağaç desenini andıran motifleri oluşturmuş.
Naos’da bulunan mermer kaplama levhalarının yüzey temizlikleri yapılmış. İlk olarak saf su ve mikro gözenekli süngerler ile taş yüzeyleri silinmiş, saf su ve kâğıt havlu kompres uygulaması sonrasında yumuşak uçlu plastik kıl fırçalar ile taş yüzeyleri fırçalanıp temizlenmiş.
Naos duvar yüzeylerinde yapılan temizlik uygulamaları sonrasında taşların derz aralarında bulunan ve bağlayıcı özelliği kaybolmuş derz dolgu harçları alınarak yerlerine kireç bağlayıcılı yeni dolgu harçları yapılmış. Derz dolguları sonrasında naos cephelerinde renkli mermerlerin olduğu alanlarda derz dolguları renklendirilerek duvarlarda renk bütünlüğünü sağlanmış.
Naos cephelerdeki yapılan çalışmalardan sonra taban döşeme mermerlerinde saf su, kâğıt havlu kompres uygulaması ile yüzey temizliği, derz açma ve derz kapama uygulamaları icra edilmiş,
Mozaik Konservasyonu
Yüzey bezemeleri içerisinde özgün tessera tipi olan sarı ve gümüş varaklı mozaiklerin yapım tekniğinde bir cam küp üzerine altın veya gümüş varak üstünde yapıştırılmış ince bir cam tabakası bulunuyor. Zamanla dış etkenlerden kaynaklı olarak düşmüş üst cam tabakasının sağlamlaştırma çalışması için öncelikli olarak camların altında kalan varakların yapıştırması %3’lük paraloid B72 ile yapılmış. Varaklar sağlamlaştırıldıktan sonra kuru, yumuşak fırça yardımıyla uygulayıcının diğer bir elinde destek olacak şekilde müdahale edilen mozaiklerin üzerinden çıkan üst cam kapaklar %10’luk paraloid B72 pens ve enjektör yardımıyla düştüğü mozaik üzerine yapıştırılmış.
Nem ve tuz hareketleri nedeniyle bağlayıcılık özelliğini yitirmiş olan harç tabakasından ayrılmış olanlar ve düşmüş olanların tekrar yatak harcına bağlanması için önce tesseranın düştüğü yüzey temizlenip hazırlanan harç ile tesseranın bulunduğu orijinal yatak hazırlanmış. Sonra tessera harç içine yerleştirilip preslenmiş. Harcın prizi kontrol edilip istenilen sonuç elde edildikten sonra pres yüzeyden alınmış. Grup halinde oynayan ve düşmek üzere olan tesseralar için derz aralarına hazır harç enjekte edilerek preslenmiş ve böylelikle oynamanın önüne geçilmiş.
Duvar yüzeylerinden ayrılmış olan sıvalı veya mozaikli bölgelerde duvara aderansın sağlanması amacıyla enjeksiyon deliklerinin sıva kalınlığına kadar açılması, kompresör yardımıyla açılan deliklerin temizlenmesi, açılan delikten küçük agregalı harç tabanca yardımı ile yüzey arkasına enjekte edilip daha sonra destek konularak yüzeyin tuğla dokuya tespiti için preslenmiş. Harcın prizi kontrol edilip istenilen sonuç elde edildikten sonra yüzeyden pres alınmış.
Naosta; kasnak altında bulunan batı ve güney cephesi pencere kemer içlerindeki ve duvar panolarında kenar bantları özgün dokuya uygun olarak yenilenmiş. Mozaikli yüzeyler krom ankrajlarla güçlendirilmiş.
Aynı şekilde fresklerde mikro enjeksiyon yöntemi ile sağlamlaştırılarak çimento harçlı kenar bantları özgün harç terkibinde yenilenmiş.
Naos iç yüzeylerinde özgün olmayan çimento katkılı derzler ile sağlam olmayan derz yüzeyleri itina ile raspa edilerek alınmış. Özgün ve sağlam olan derzler korunarak sadece yüzey temizliği yapılmış.
4.3.Kariye Müzesi Bahçe Duvarlarının Dönem
Analizi
5. Kaynakça
1.Kariye
Müzesi Tarihçesi
Günümüzde
Kariye Camii veya Kariye Müzesi adları ile tanınan yapı, Ayasofya’dan sonra en
fazla tanınan anıt eserlerimizdendir. Yapı geçmişte İstanbul’un altıncı
tepesinde Haliç’in güneyinde inşa edilen Khora Manastırı’nın İsa’ya ithaf
edilmiş ana kilisesiydi. Altıncı yüzyıla giden tarihsel geçmişi ile çok
katmanlı bir yapıya sahip olan Kariye Müzesi, Bizans’ın geç döneminde
(Paleologos Hanedanı Dönemi) 1316-21 yılları arasında Theodoros Metokhites
tarafından büyük ölçüde yenilenerek ve bezenerek bugünkü şeklini almıştır.
Mozaik ve freskleri ile Bizans sanatının ve dünya sanatının gelişiminde çok
önemli bir yere sahip olan yapı Erken İtalyan Rönesansı anıtlarıyla özellikle
de Giotto’nun Arena Şapeli’ndeki freskolarıyla kıyaslanır.
Bizans
döneminin bu önemli kilisesi İstanbul’un 1453 yılında fetih edilmesi ile bir
süre boş kaldıktan sonra II. Beyazıd döneminde 1511 yılında Sadrazam Hadım Ali
(Atik Ali) Paşa tarafından camiye çevrilmiştir.
Kariye,
naos, kuzey taraftaki iki katlı ek yapı (anneks), iç narteks, dış narteks ve
güney taraftaki mezar şapeli (parekklesion) ile beş ana mimari mekandan oluşan
haç planlı bir yapıdır. Osmanlı döneminde etrafında zamanla oluşan medrese,
tekke, türbe, çeşme, imaret ile birlikte bir manzumenin merkezi olmuştur.
Cumhuriyetin ilanından bir süre sonra şehirdeki Bizans anıtlarının restorasyonu
ile ilgili çalışmalar kapsamında Amerikan Bizans Araştırmaları Enstitüsü ile
Dumbarton Oaks’ın çalışmaları ile restore edilmiştir ve Ayasofya Müzesi’ne
bağlı bir anıt müze olarak da varlığına devam etmektedir.
2.Kariye Müzesi ve Mevcut
Bahçe Duvarlarının Konumu
Kariye Müzesi ve bahçesi İstanbul İli, Fatih İlçesi, Dervişali Mahallesi, Kariye Cami sokak, no: 8’ te bulunan müze ve mevcut bahçe duvarları 473 pafta, 2607 ada, 1 parselde kayıtlı olup sit alanı içerisinde yer almaktadır. Bahçe duvarları, eğimli bir arazide yer alan yapıyı ve içinde bulunduğu araziyi, doğu, güney- güneybatı ve kuzey ve kuzeydoğu yönlerinden çevrelemektedir (Şekil-1).
Anıt eser ve bahçesi kuzeyde Kariye Türbesi Sokak, batıda Kariye Camii Sokak, güneyde Kariye Camii sokak ile kesişen Kariye Bostanı Sokak ve Neşter Sokak doğuda Kariye Parkı ve Salman Tomruk Caddesi ile çevrelenmiştir.
Kariye müzesinin konumlandığı Edirnekapı semti; Tarihi yarımada içerisinde yer alıp Ayvansaray semtini de içine alan ve aynı zamanda kentin batı surları ile çevrelenen İstanbul’un en yüksek tepesi olan Edirnekapı tepesinde yer alır. Sur dışında kalan tarihi Edirnekapı Şehitliği ve Edirnekapı Mezarlığı’da semtin bütünü içinde düşünülür. Semt Edirnekapı’ya dek uzanan Fevzipaşa Caddesi ile güney ve kuzey olarak kesilmektedir. Batıda Bizans surları ve Edirnekapı’sını da içine alan Sulukule Caddesi ile doğusunda ve güneydoğusunda Fevzipaşa caddesinin her iki tarafında da devam eden Karagümrük mahallesi, kuzey batısında Dervişali Mahallesi, sur dışında batıda Eğrikapı semti yer almaktadır. Edirnekapı Tepesi İstanbul’un tarihi yarımadasın da bulunan yedi tepesinden altıncı tepedir. Söz konusu bu tepe üzerinde Mihrimah Sultan Cami, Kariye Müzesi, Ayios Yeoryios Rum Kilisesi, Ayios Dimitrios Kilisesi, Atik Ali Paşa Camii ve Tekfur Sarayı gibi anıt yapılar bulunmaktadır.
3. Kısaca; Tarihsel Süreçte Kariye
Müzesi ve Edirnekapı Semtinin Topografyasında ve Çevresindeki değişim
3.1Bizans Dönemi Edirnekapı semti, adını buradaki sur kapısından almaktadır. Kapının Bizans dönemindeki adı ‘’porta harisius veya ‘’Mezarlık Kapısı’’ anlamında kullanılan ‘’Miriadron’’dır. Ayrıca Bizans döneminde kapının, merasim kapısı olarak kullanıldığı da bilinmektedir. Bizans imparatorlarının sefere çıkarken veya seferden dönerken bu kapıdan geçtikleri ve kapının Mese Caddesi üstünde yer aldığı bilinir. Ayrıca Bu kapının İstanbul’un fethi sırasında ilk açılan sur kapısı olduğu söylenir.
Edirnekapı semti geç roma döneminden itibaren önem kazanmaya başlamış İstanbul’un eski semtlerinden biridir. 4. Yüzyılda Konstantin surlarının dışında kalan bu bölge; 5. yüzyılda II. Theodosios tarafından inşa ettirilen ve batıya doğru genişletilen surların içinde kalarak son sınırı teşkil eder. Yine 5. yüzyılda yazılan Natitia Urbis Costantinopolinae’ ye göre şehir 12’si sur içinde olmak üzere 14 bölge ve 322 alt birime ayrılmıştır. Edirnekapı’nın da içinde olduğu bölge 14. bölgedir.
İstanbul (Kostantinopolis) kentinin kurulu olduğu yedi tepenin en yükseği olan Altıncı tepenin (Edirnekapı) sırtını ve eteğini kapsayan bu bölge; tepenin en yüksek noktasından itibaren güney yönünde Lykos Deresine (Bayrampaşa) doğru vadiden aşağıya hafif eğimli, kuzey yönünde ise Haliç’e doğru inen dik bir yamaçtan müteşekkildir. Lykos Deresi’nin (Bayrampaşa) bir yarık meydana getirdiği hat, doğal bir sınır meydana getirmekteydi. 1959 yılında Lykos Deresi (Bayrampaşa Deresi) kapatılarak yerine kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan bugünkü Vatan Caddesi yapılmıştır.
Şehre Porta Harisius veya diğer bir adıyla Andrinopolis kapısından (Edirnekapısı) girilmekte idi. Kapı Edirne yolu üzerinde bulunduğu için bu ismi almıştır. Söz konusu bu yol Doğu ve batı arasındaki en büyük uluslararası ticaret yolundan biri Egnatia Yolu veya özgün adıyla Via Egnetia’dır. Porta Harisius (Edirnekapısı) kapısına uzanan bu Antik Roma ticaret yolu Bizans dönemi ile birlikte eski önemini yeniden kazanmıştır. Dolayısıyla Trakya’dan gelen yolcu ve mal getiren esnaflar bu kapıdan girer ve şehir merkezine uzanan çeşitli dükkanlar, nalbantlar, aşevlerinin yer aldığı yol boyunca (Bizans Döneminde ki adı ile Mese Caddesi) ticaret yapılırdı.
Kapının hemen karşı tarafında yolun sağında 9. Yüzyılda inşa edilen Ayios Georgios Kilisesi bulunmaktaydı. Kilise 1562-1565 yıllarında Mihrimah Sultan Camisi’nin inşası üzerine yıkıldı ve bugünkü yerinde yeniden inşa edildi. 1726’da restore edilen kilise, kayıtlara göre 1836’da Mimar Hacı Nikolaos tarafından yeniden inşa edildi. Aya Yorgi Kilisesi kayıtlara o dönem Aziz Nikolas diye geçmişti. 1974’te Vakıflar idaresine geçen kilise, 2017’de restorasyonu yapılarak ve ibadete açık durumdadır.
Mese caddesinin solunda, (günümüzde ise Fevzipaşa Caddesi’nin solunda ve Salma Tomruk olarak adlandırılan caddenin kavşak oluşturduğu köşe noktada) Bizans’ın dört büyük açık sarnıcından biri olan Aetios Sarnıcı bulunmaktaydı. Sarnıç dönemin valisi Aetius tarafından 421 yılında yaptırılmıştır. Anıtsal bir yapısı olan Aetius Sarnıcı, 244×84 metre ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Derinliği yaklaşık 13-15 metre, duvar kalınlığı 5-20 metredir. P.Gylles, 1540 yılında burasının bütünüyle kurumuş bir halde olduğunu ifade eder. Osmanlı dönemine suları boşalıp bütünüyle kurumuş halde ulaşan sarnıç, toprakla doldurulup bostan haline getirilmiştir. Çukurda bulunmasından ötürü “Çukurbostan” adıyla da anılmıştır.1926 sarnıç kalıntılarının üzerine eski adı ile Vefa yeni adıyla Karagümrük Stadı kuruldu.
Mese Caddesi Konstantinopolis’in ilk ve önemli arteri idi. Bu yolun Havariyun Kilisesi’nden (Günümüzde yerinde Fatih Cami’si bulunmaktadır) geçerek Harisius Kapısı’na (Edirnekapısı) ulaşan kısmı Mese’nin kuzeybatı aksını teşkil ederdi. Bu yol bugünkü Fevzipaşa Caddesi ile örtüşmektedir. Bizans döneminde şehrin yerleşim dokusu, esas olarak Marmara Denizi’ne paralel şekillendiğinden Edirnekapısı’na yönelen yol, şehrin daha az meskûn bölgeleriydi.
Konstantinopolis’in kentsel alanı XI. yüzyıldan itibaren kuzeybatıda, Blakhernai bölgesinde yoğunlaşmaya başlamıştır. Latin istilasına kadar eski kent çekirdeği ile beraber gelişen bu yeni kentsel alandaki Blakhernai Sarayı, 1204’ten itibaren yönetim merkezi olarak kullanılmıştır. (Bu dönemde (1204) Latin istilası sırasında, kentin paha biçilmez anıtları ve binaları yağmaya ve büyük bir tahribata uğramıştı. 1260 yılında Latin İmparatorluğunun sona ermesi ile kent yeniden Bizans egemenliğine girmişti. ) Bu durumda, Mese’nin kuzeybatı aksında Havariyun Kilisesi – Blakhernai Sarayı güzergâhı önem kazanmıştır. Bu aks günümüzde kentin ihtiyacına göre işlevlendirilerek Fevzipaşa Caddesi olarak kentin ulaşım hattında halen varlığını korumaktadır.
Fevzipaşa Caddesi sınırının bir ucunu oluşturan Edirnekapı, Osmanlı dönemi boyunca da önemini korumuştur. Fatih Sultan Mehmed döneminden Cumhuriyet’in ilanına kadar Osmanlı padişahlarının tahta çıkışlarında kılıç kuşanma merasimi için Topkapı Sarayı ile Eyüp Sultan arasında yapılan kılıç alayının güzergâhında devam eden Fatih Külliyesi ile Edirnekapı aksı günümüzdeki Fevzipaşa Caddesi’dir. Bizans döneminde olduğu gibi, kentin yönetim merkezi ile kutsaliyet merkezini birbirine bağlayan bu aks, Osmanlı Divanyolu’nun (Bizans Döneminde Mese) da bir parçası niteliğindedir. Ayrıca Avrupa’daki seferlere çıkılırken ordunun Edirnekapı’dan gönderilmesi ve Tanzimat’a kadar İstanbul’a gelen elçilerin kente Edirnekapı’dan girmesi, bu önemi destekler nitelikteki geleneklerdir.
Cumhuriyet Döneminde ise 1929 yılında Fatih-Edirnekapı Tramvay hattının açılışı yapılmış olup cadde 1959 yılında da genişletilmiştir. Cadde bir süre sonra, 1960 yılların sonunda surlara açılan yeni bir geçitle son halini aldı. Ayrıca Fevzipaşa Caddesi aksı üzerinde Osmanlı Döneminde Fatih Külliyesi’nin inşası, Yavuz Sultan Külliyesi ve Mihrimah Sultan Külliyesi’nin de inşası ile kentin üç tepesi üzerinde silüetin önemli parçaları tamamlanmış oldu
Harısıus Kapısı’nın
(Edirnekapısı) kuzeydoğuya doğru inen yamaçında ise Khora Manastır Kilisesi (Kariye Müzesi)
yer alır. Osmanlı Devleti’nin Bizans’tan devir aldığı önemli anıt yapıtlarından
biri olan Kariye Müzesi Bizans Dönemi İstanbul’unun en önemli dini yapılarından
biri olan Khora Manastırı’nın ana kilisesiydi.
4. Yüzyılda manastırın yerinde evvelce var olan küçük bir kilise
İmparator Konstantin tarafından inşa ettirilen surların dışında kalmakta
idi. Buna istinaden yapıya muhtemelen ‘’şehir
surlarının dışındaki topraklar’’ anlamına gelen Chora (()ρα)adı verilmiştir.
II. Theodosius ‘un 5. yüzyıl başlarında yeni şehir surlarını inşa etmesi ile
manastır ve bulunduğu semt günümüzdeki adı ile Edirnekapı şehrin yeni sınırları
içerisinde kalmıştır. Daha sonraki
dönemlerde birçok kez ihya edilen yapının son hali 14. yüzyıldan günümüze
ulaşmıştır.
Chora çevresinde birçok önemli yapılar yer alır. Bizans döneminde kilisenin manastıra ait oluşu ve Ayvansaray’da kalıntıları tespit edilebilen Blakhernai Sarayı’na yakınlığı yapıyı önemli bir konumuna getirmiştir. Yine bunlardan biri Harısıus Kapısı’ndan (Edirnekapısı) kuzeye devam eden surların en kuzey noktasında, Eğrikapı ile Edirnekapı arasında Chora Manastırının kuzeydoğusunda surlara bitişik Tekfur Sarayı olarak adlandırılan Blakhernai Sarayı’nın müştemilatı veya bir birimi olduğu düşünülen Bizans yapısıdır. Bizans’ın ilk sivil mimari tarzını yansıtması açısından dünya sanat tarihi açısından da büyük önem taşıyan Tekfur Sarayı, Osmanlı Döneminde halk dilinde Tekir Sarayı olarak adlandırmalarına karşılık, yabancılar genellikle, 16. yüzyılda da Konstantin Sarayı (Palatium Constantini), sonraları Porfirogennetos Sarayı derler. Bizans kaynaklarının 14. ve 15. yüzyıllarda ‘’Porfirogennetos Evi’’ olarak adlandırdıkları yerin burası olduğu sanılmaktadır.
Bizans imparatorlarının 12. yüzyıldan içinde yaşadıkları Blakhernai Sarayı kompleksinin en güneyde ve yüksekteki bir parçası, bir pavyonu olarak yapılan Tekfur Sarayı‘nın hangi tarihlerde ve kim tarafından inşa ettirildiği net olarak bilinmez. Tekfur Sarayı, fetihten sonra çeşitli maksatlarla kullanılmıştır. 16. yüzyılda Pirî Reis’in İstanbul resminde burası, üstünü örten çifte meyilli çatısı ve bitişiğinde burç üzerindeki balkonu ve bunu koruyan sundurmasıyla gösterilmiştir. Yine 16. yüzyılda İstanbul’a gelen Melchior Lorichs’in İstanbul panoramasında da bina sağlam bir halde ve üstü çift meyilli beşik çatıyla örtülü olarak gösterilmiştir. 18. yüzyılda seramik ve çini atölyesi olarak kullanılan Tekfur Sarayı daha sonra camhane, ardından 19. yüzyılda Yahudiler‘in ikamet ettiği barınak olarak kullanılmış ve 1865 yılında çıkan yangınla beraber ara katları çökerek kullanılmaz hale gelmişti. Ayrıca; ünlü Kaşıkçı Elması buradaki çöplükte bulunmuştur.
1891 yılında Fernand de Mély tarafından yayınlanan Ortaçağ’da Konstantinopolis adlı haritada o tarihte hali hazırda mevcut binaların topografik incelemesi yapılmış, Bizans ve Osmanlı dönemlerinin eserleri ve bulundukları bölge üst üste getirilerek çakıştırılmış ve böylece Osmanlı ve Bizans dönemini kıyaslama imkanı verilmiştir.
Kariye Müzesi’nin en kuzeyinde yer alan Bizans döneminde, II. Theodosios dönemine ait İstanbul’un mahallelerini anlatan Notitia Urbis Constantinopolitanae’ye göre şehrin kuzeybatısında, şehir surlarından ayrı bir surla çevrili, şehrin 14. Bölgesi içinde olan Blakhernai mahallesiydi. Blakharnıa Saray Kompleksi, Haliç’e dik inen yamaçta teraslara kurulmuş olup 1204’ten itibaren yönetim merkezi olarak kullanılmıştır. Blakhernai Sarayı’nın olduğu bölgenin duvarları Haliç kıyısına uzak kaldığından kıyıyı korumak için 5. yy. duvar uzatılmış, bu bölüme de “Pteron” (siper) adı verilmiştir. 11. yy’da Komnenoslar döneminde imparator sarayı Blakhernai’ye taşınınca Blakhernai duvarı önüne, şehir dışına doğru yay çizerek uzanan 13 burçlu güçlü bir duvar olan “Manuel suru” yapılarak saray bölgesi tahkim edilmiştir. Eğrikapı bu surun içinde yer alır. Bölgenin üç ana mahallesi vardı: Blakherna Sarayı ve çevresi dışında, Eğrikapı bölgesini içeren Kaligaria Mahallesi ve Lonca ile çevresini, Haliç’e bakan düzlüğü kapsayan Kynegion Mahallesi. Kaligaria Mahallesi XII. yüzyıla, yani İmparator Manuel Komnenos (1143-1170) dönemine kadar sur dışında kalmıştır. Blakhernai’dan günümüze dehlizler, bu kompleksi içinde yer alan Tekfur Sarayıve Anemas Zindanıdenilen yapılar ile pencereli cepheler geriye kalmıştır.
Yapının bulunduğu bölge fethin hemen
öncesinde 1344 civarında genel olarak bostanlar, bağlar ve aralarda yer alan etrafı çevrili
küçük küçük yerleşim birimlerinden oluşmaktaydı. Bu yerleşim birimlerinde ve
bahçelerde arazinin eğimine uygun olarak teraslamalar yapılırdı. 14. yüzyılda
şehir tekrar küçülüyor; koca mahalleler terk ediliyor; bunların yerine,
bahçeleri ve bağları ile büyük manastır kurumları oluşuyordu.
Söz konusu manastır bölgelerinin yanında, bir
de onlar kadar geniş, yüksek memurlara ait konaklar ve bunların müştemilatı
vardı. Ayrıca Bizans
imparatorlarının Büyük Saray ve Blakherrnia Sarayı dışında, kendi mülkleri olan
ya da ailelerinden kişilerin sahip oldukları konakları (domus – oikia) ya da
sarayları da vardı. Palaiologoslar döneminin ünlü isimlerinden Theodore
Metokhites’in sarayı ise Blakherna yakınlarındaki, Khora Manastırı yakınlarında
yer alıyordu. 1328’de bir isyan sebebiyle tahrip olunan Khora Manastır
Kilisesinin banisi Theodore Metokhites’in sarayı yalnız bir kiliseyi, vezirin
çocuklarına mahsus evleri ve birtakım iş ve idare dairelerini ihtiva etmiyor,
aynı zamanda bağlı, havuzlu, çimenli bir parkı da içeriyordu; hatta burada, o
zaman nadir olan develer dahi görülüyordu.
Yine Clavijo
‘nun 1403’te geldiği İstanbul’a dair verdiği bilgilere göre surlar arasında
kalan kısımlar tarla ve meyve bahçeleriyle birbirinden ayrılmış bir dizi küçük
mahalle barındırmaktaydı. Saray ve kiliselerin yıkıntıları her yerde
görülebiliyordu. Aynı şekilde su kemerlerinde de, buna göre yoğun olarak meskûn
olan yerler yalnız Marmara Denizi ile Haliç boyunca sahil kordonudur. Yalnızca
kıyı bölgeleri, özellikle de Haliç’e bakan ticari alanlar oldukça yoğun bir
nüfusa sahipti.
Özetle,
şehrin ortası (Likos Vadisi ile su kemerleri civarı) bir de, surlar boyunca
olan saha, tarlalar ve bahçelerle işgal edilmişti. Bütün şehir sahası üzerinde
ve ada hâlinde birtakım geniş manastır ve saray yapıları ve bunların bahçeleri,
bağları ve zeytinlikleri dağınık olarak serpilmişti. Fakat Haliç sahili yoğun
olarak meskûndur, küçük limanların [Kadırga (Sophia) Limanı, Kumkapı
(Kontoskalion)] bulunduğu Marmara sahili herhalde daha az yoğundu.
Dolayısıyla Kariye Müzesi’nin (Chora Manastır Kilisesi) bulunduğu bölge Bizans döneminde ekseriyetle nüfusun ve yerleşimin az olduğu bağlık, bahçelik alanlardı. Bizans İmparatorluğu döneminde yedi tepenin şekillenişi, Roma döneminde benzer şekilde olmuştur. Tepeler üzerine büyük çoğunlukla anıtsal nitelik taşıyan dinî yapılar yerleştirilmiş, topoğrafya ve yapılaşma uyumlu bir biçimde genişleyen kenti beslemişti.
Tarihi yarımadayı gösteren
yukarıda ki planda Geç Bizans Dönemine kalıntıları ulaşan Konstantin Surları
ile II. Theodosios Surları
arasında kalan bölgenin nüfusun ve yerleşiminin az olduğu bağlık ve bahçelik
alanlar olduğu görülmektedir.
3.2. Osmanlı
Dönemi
Tarihi Yarımada bölgesi, Roma İmparatorluğu’nun da en önemli
merkezlerinden biri olma özelliğine sahip bir yer olmasının yanında 1058 yıl
Bizans’a, 469 yıl Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmıştır. Bizans Döneminde başkentin adı Konstantinopolis iken
Osmanlı döneminde ise kentin adı değişmemiş sadece
Arapça söylenişi ile Kostantiniyye denmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde yedi tepenin kurgulanış biçiminde
Roma ve Bizans dönemlerine benzer yaklaşımlar sergilenmiştir. Yükseltiler
üzerine inanç yapıları ya da anıtsal nitelik taşıyan yapılar inşa edilmiştir ve
böylece İstanbul’un silüeti ve topografyası mimari değer taşıyan eserlerle
şekillenmeye devam etmiştir.
1453 yılında Osmanlı kuşatması sonucunda Konstantinopolis’in fetih
edilmesi ile birlikte
kent tarihinde yeni bir dönem başladı. Kentin Osmanlı başkentine dönüşmesi yolunda büyük bir dönüşüm
süreci başlamıştır. Fethin hemen öncesinde ve sonrasında kent oldukça bakımsız
ve harap durumda idi. İstanbul sur
içi 13 km²’dir. Şehrin fethedildiği dönemde nüfus Haliç ile Marmara sahili
arasında yoğunlaşmıştır. Fetih öncesindeki nüfusu için 30.000-50.000 arasında
tahminler bulunan kentin nüfusu 1477 tahririne göre 60.000-70.000 arasında
tahmin edilmiştir.
Fetih ile beraber kentin imarı ve inşası için faaliyetlere
başlanmış, kenti nüfuslandırmak için Trakya’dan, Anadolu’nun çeşitli
bölgelerinden ve Bursa’dan Türkler, Rumeli’den Yahudiler ile farklı bölgelerden
Hıristiyan birçok aile İstanbul’a nakledilmiştir
Fethin hemen sonrasında
yeni başkentin ihtiyaç duyduğu pek çok işlev için mevcut yapıların kullanıldığı
görülmektedir. Konutlar benzer işlevleriyle şehrin yeni gelen sakinleri ve
nüfusu arttırmak amacıyla geri davet edilen eski sakinler tarafından aynı işlevle
kullanılmaktadır. Zaman içerisinde şehre yoğun bir Müslüman nüfusun iskanı ile
birlikte bir takım yapıların Müslüman ibadetine açılması zorunluluk haline
gelmiştir.
Bir Türk İslam kenti
kuruluyor olması sebebiyle de her birinin çekirdeğinde bir cami veya mescit yer
alan mahalleler kurulmaya başlanmıştır. Dolayısıyla kentte yeni oluşturulmakta
olan Müslüman mahalleleri bir mescid veya cami etrafında konumlanmış
konutlardan oluşmaktadır.
Konstantinopolis’in fethine katılan komutanların Bizans dini yapılarını cami ve mescide dönüştürmedeki rolleri büyüktür. İstanbul’a gerekli nüfusu getirip yerleştirmekle görevlendirilen bu komutanlar oluşturdukları mahallelerde, mahallenin çekirdeği kabul edilen mescit ve camileri kurmuşlar ve mevcut olduğu hallerde bölgedeki Bizans kilise veya şapellerini kullanmışlardır. II. Mehmed döneminde başlayan bu değişim II. Bayezid döneminde bu defa vezirler gibi yüksek rütbeli memurların katkılarıyla devam etmiştir. 1463-70 yılları arasında inşa edilen Fatih Külliyesi bölgenin karakteristik görünümünde önemli bir yere sahiptir. Bu dönemde İstanbul’un Trakya çıkışı Edirnekapı’ya gelince dini ve sosyal işlevli yapılar ve nüfus da Edirnekapı, Sultanselim ve Fatih bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Şehrin önemli trafik kavşağı ve bölgenin yeşil alanını oluşturan bu boş alanlar üzerinde, imari yapılaşmanın mevcut olduğunu görülmektedir. Yeni mahallelerin kurulması azaldıkça dönüştürme işlemi de azalmış 17. yüzyılla birlikte tamamen sona ermiştir. Fatih Edirnekapı arasında kara gümrüğü kurulması ve Karagümrük semtinin oluşmasıyla Edirnekapı’ ya kadar sürekliliği olan alışveriş ve sosyal aks oluşmuştur.
Edirnekapı semtinin içinde olduğu Fatih İlçesi’nde cami çevrelerinde devlet büyüklerinin ve özellikle ulemanın yerleşimleri görülmektedir. Bu dönemde öğretim yapıları da bölgeye eklenmiş ve 18. yüzyıla kadar başkentin sosyal, kültürel ve dinsel yaşamında önemli bir etki oluşturmuştur. Fatih bölgesi dolayısıyla Edirnekapı semti de 18. yüzyıldan sonra fazla bir gelişim göstermez. Eski kent bırakılarak kıyılar boyunca, surlar dışında büyüme görülür. 18.yüzyılda bölge deprem ve yangın gibi doğal afetlerden büyük tahribat görür. Yangınlar bölgedeki eski ahşap mahalle dokusunu yok eder.
3.3 Cumhuriyet Dönemi
19.yüzyıl sonunda cumhuriyetin
1960 lı yıllarına kadar kamulaştırma, meydan ve yol açma faaliyetleri şehrin
yapısını yok ettiği gibi Edirnekapı semti de bundan nasibini almıştır. Ahşap evler yanmış, yıkılmış yerlerine
betonarme sevimsiz evler- apartmanlar
inşa edilmiştir. Apartmanlaşma etkisi ile kent sakinleri yok
olmuştur. Böylece semtin devamlılığı kısmen kopmuş
oldu.
Edirnekapı’ya
uzanan Fevzipaşa Caddesi’nin açılması bölgenin sokak dokusunu
farklılaştırmıştır. Bu zamana kadar yangın zararları dışında sokak dokusu
korunmuş olan bölge apartmanlaşma ve yol çalışmaları ile özgün dokusundan
uzaklaşmıştır. 1954-60 arası yapı yoğunluğu artmıştır.
Günümüzde Fatih, ana akslarda daha çok ticaret
ve konaklama fonksiyonunun yer aldığı bir bölge konumuna gelmiştir.
İstanbul’un tarihsel topoğrafyasının gelişiminin son evresi olan Cumhuriyet dönemi, İstanbul’un tarihi ile kıyaslanınca oldukça kısa bir dönem olsa da bu dönem tarihî topoğrafyanın şekillenmesinde önemli bir yer işgal etmektedir. Cumhuriyet döneminden günümüze kadar olan süreç, İstanbul’un metropolleşme süreci olarak değerlendirilmektedir.
Üç önemli devre başkentlik
yapan İstanbul’un, eşsiz
topografyası, fiziksel, sosyo-ekonomik ve kültürel değişimler bu tarihsel süreç
boyunca farklı biçim ve ölçeklerle kentin şehirleşme kurgusuna
da yansımıştır.
Fatih
ilçesi, Dervişali Mahallesi, Edirnekapı semtinde sit alanı içerisinde yer alan
Kariye Müzesi; Bizans Döneminde bir manastırın kilisesi olarak inşasından sonra
manastırın diğer birimleri zamanla ortadan kalkmıştır. Osmanlı Döneminde ise
bulunduğu mahallenin ihtiyaçlarını karşılayan bir camiye çevrilmiştir. Bu
döneminde Kariye Camii olarak anılan yapı inşa edilen imaret, türbe, çeşme
sıbyan mektebi ile birlikte yapılar manzumesine dönüşmüştür. Yapı
1948’den bu yana da “Kariye Müzesi”
olarak hizmet vermektedir.
Eski belge ve haritalardan günümüze, yapının
bulunduğu konumun tarihsel süreç içerisinde değişim ve dönüşümü genel hatları ile
kısmen belirlenebilmektedir. Yapının
bulunduğu semt, gerek Bizans gerekse Osmanlı
dönemi izlerini taşıyan kentin tarihsel belleğini yansıtan simgesel bir öge
olma özelliği taşımaktadır.
Bizans döneminde yapının bulunduğu bölgede
yoğun bir yerleşme görülmemektedir. Osmanlı döneminde ise; Fetihten sonra bu
tenha bölgeye çeşitli bölgelerden getirilen insanlar yerleştirilerek yeni
mahalleler oluşturulmuştur. Böylece semtte dükkanların yanı sıra geleneksel
bahçeli ahşap konutların olduğu Türk mahalleri ve önemli yapılar artmıştır. Semt
İstanbul’un büyük yangınlarında birkaç defa yanmıştır. (1861, 1871, 1900) 19.
yüzyılda burada bahçeli tek katlı ahşap yapılar, konutlar bulunmakta, sokakları
köy yollarını andırmakta idi.
Haliç’e bakan bir tepe de yer alan Kariye Müzesinin etrafı ve
tepenin yamaçları Osmanlı döneminde bağ-bostan, bahçeli ahşap konutlar,
konaklar ve ‘planlanmamış’ kendiliğinden
gelişen sokaklar ile yapının manzumesini oluşturan çeşme, sıbyan mektebi,
imarethane ve türbeden oluşuyor idi.
4.2 Günümüzde Kariye Müzesi Bahçe Düzenlemesi
Kariye
müzesinin batı cephesinin hemen önü semt veya mahalle ölçeğinde küçük bir
meydan idi. Ki günümüzde büyük bir kısmı bir kafe-işletme tarafından
kullanılmakta olup küçük bir kısmı da yapının cephesine paralel dar bir
sokaktan oluşmaktadır. Kuzeybatı köşede ise surların yönünden müzeye doğru inen
yokuşun kenarında 1668 tarihinde inşa edilen Mustafa Ağa çeşmesi yer
almaktadır.
Yapının kuzey yönünde ise yamaç boyunca kıvrılan dar bir sokak ve
ahşap evler, güney yönünde avlunun bir bölümü ve ahşap bir konuttan müteşekkil
bahçeli turistik bir otel yer alırken doğu cephesinde avlusu ve yamaçta daha
alt kotta 2002 yılında açılan Kariye Parkı mevcuttur. Yapının avlu duvarlarının
dışında kalan ve parkın doğu cephesinde tarihi bir yapıya ait kalıntılar
bulunmaktadır.
Yapının avlu duvarları, eğimli bir arazide yer alan yapıyı ve içinde bulunduğu
araziyi, doğu, güney- güneybatı ve kuzey ve kuzeydoğu yönlerinden
çevrelemektedir.
Yapının bulunduğu çevre ve etrafının düzenlemesi ilk olarak 1975- 1976 yılında Turing desteği ile Çelik Gülersoy tarafından yapılmıştır. Bu düzenleme sırasında yapının parselizyonuna göre bahçe duvarları inşa edilmiş, ardından yapılan çevre düzenlemeleri ile Kariye Müzesi ve Kariye Parkı bugünkü şeklini almıştır.
Kariye Müzesi’nin bahçesine kuzeydoğu yönünden, Osmanlı döneminde vaktiyle imaret kapısı olan kesme taş örgülü, sivri kemerli, kitabesi günümüze ulaşamayan bir kapıdan girilir. Kapının sol tarafında 1733 yılında barok üslupta inşa edilen sahabeden Ebu Said el- Hudri’nin üstü açık türbesi yer alır. Geçmişte bu avlunun içinde kalan açık türbe yapının ön tarafında yer alan ahşap medrese ile imaretin zamanla ortadan kalkması ile müstakil olarak günümüze ulaşmıştır. Sağ tarafta kesme taş örgülü ve şebekeli dikdörtgen bir pencerenin olduğu özgün duvar devam ederek Kariye müzesinin kuzeydoğu cephesinin köşe noktası ile birleşmektedir.
Türbe duvarları kuzeydoğu yönünde arazi eğimine paralel olarak Kariye’nin bahçe duvarları ile birleşmektedir. Kuzeydoğu yönünde ki bu duvar, müzenin bahçesine bitişik nizam olan ahşap konutun kenarından doğu yönüne doğru devam ederek doğu cephesindeki bahçe duvarı ile birleşir.
Bahçenin güneybatı cephesindeki duvarı, yapının güneybatı cephesi ile bitişik nizam olup, parselizasyon hattına göre şekil almıştır. Bu duvarın sol aksında ziyaretçilerin müzeden çıkışını sağlayan mızrak uçlu demir, çift kanatlı bir bahçe kapısı mevcuttur. 2013-2019 restorasyonu kapsamında güneybatı bahçe duvarı şantiyeye malzeme giriş çıkışını sağlayabilmek için yıkılmıştır.
Yapının bahçesini güneyden sınırlayan muhdes duvarlar arazinin doğuya doğru azalan eğimine göre kademeli olarak inşa edilmiştir. Duvarın Kariye Oteli’ne bakan kısmı sıvalı ve boyalıdır.
Bahçenin doğu cephesi Kariye Parkı’na bakmaktadır. Bahçe duvarları eğimli araziyi; güneydoğu ucunda dirsek yaparak doğu yönünde düz bir hat boyunca sınırlarken Kuzeydoğu yönünde duvarın bir bölümünün kodu düşürülerek üzeri mızrak uçlu demir şebekeli olarak bir nevi seyir terası olarak düzenlenmiştir. Yine bu yönde duvarın sınırladığı eğimin alt kotunda büyük olasılıkla Bizans dönemine ait yapı kalıntıları mevcuttur.
4.3. Kariye Müzesi Bahçe Duvarlarının Dönem Analizi
1928 öncesi – 1. dönem
Yapının kuzeydoğu köşesinde 1733 tarihli üzeri açık türbeyi çevreleyen kesme taş örgü duvar ile müzenin kuzeydoğu köşesine saplanan duvar görülmektedir. Haritada yapının hemen kuzeydoğu cephesinde ahşap tek katlı bir yapının varlığı tespit edilmektedir. Bu yapı, ihtimalle Mimar Sinan’ın eserlerinin listesinin yer aldığı Tezkiretü ‘l- bünyfın ve Tezkiretü’l-ebniye’de adı geçen ve İstanbul medreseleri hakkında 2 Eylül 1914 yazılan bir raporda, dört odalı ahşap bir yapı olan Kariye Medresesi’nin son derece harap bir durumda olduğu belirtilen olabilir. Ve raporun devamında ‘’Anlaşıldığına göre bu yıllarda medrese küçültülmüştür.’’ denmiş. Bu ahşap yapı ile Kariye Müzesi’nin doğu cephesindeki uçan payandasının arası kagir bir duvar ile kapatılmıştır.
Alman Mavilerinde yapının güneydoğu köşesinde, parekklesionun dış cephesine bitişik kagir kısa bir duvar görülmektedir.
Fotoğrafta, sağ aksta günümüzde açık olan ve bahçeye bakan pencerenin kapatıldığını görüyoruz. Çatısı görülen bina muhtemel ki sonradan yapılan ve sıbyan mektebi olarak kullanılan ahşap yapı olmalıdır.
Yapının doğal bir
eğilimin olduğu Doğu yamacında genel olarak her hangi bir yapılaşmanın olmadığı
ve geniş bir bahçelik bir alan olduğu görülmektedir. Ayrıca eğimin azaldığı yönde büyük olasılıkla
Bizans dönemine ait yapı kalıntılarının varlığı tespit edilmekte olup bu
kalıntılar komşu parselin içinde kalmaktadır. Söz konusu bu parselin çevresinin
kagir bir duvarla çevrelendiği haritada tespit edilmektedir. 1906 yılına ait
bir fotoğrafta bu komşu parselin moloz örgü bahçe duvarları ile
çevrelendiği görülmektedir.
Bu parsel günümüzde kısmen park ve otopark olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla 1914 tarihinde yapının etrafında her hangi bir bahçe duvarı veya çevre düzenlemesinin olmadığı bilinmektedir.
Yapının kuzey cephesi dar kıvrımlı bir sokak ile sınırlanmış olup batı cephesi önünde yine geniş bir mahalle meydanı mevcuttur.
1928 sonrası 1960 arası- 2. Dönem
Bu dönemde; 1906 yılına ait fotoğrafta da görülen
yapının kuzeydoğu cephesine bitişik nizam ahşap yapının bu tarihlerde halen mevcut
olduğu görülmekte olup türbenin doğu yönünde tek katlı bir başka ahşap yapının
inşa edildiği tespit edilmektedir. Ayrıca bahçe duvarının kuzeydoğu yönünde
eğime doğru devam ettiği ve yapının yanından bir giriş açıklığı olduğu
görülmektedir. Haritada uçan payanda ve yapıya bitişik ahşap yapı arasındaki
bahçe duvarı yine 1906 yılına ait fotoğrafta ve 1914 Alman Mavileri haritasında
da tespit edildiği üzere, bu yıllarda da var olmakla beraber payandaya dikey
olarak komşu parselin bahçe duvarı ile birleşen kagir bir başka bahçe duvarının
eklendiği tespit edilebilmektedir. Böylece yapının doğu cephesinde ki bahçenin
bir bölümünün bir duvarla sınırlandığı ve bahçenin genişletildiği
görülmektedir. Ayrıca bahçeye giriş yönü burada belirtilmiştir. Batı cephesi
önünde yer alan mahalle meydanının ve kuzey cephede var olan dar mahalle
sokağının 1906 yılına ait fotoğraftaki gibi mevcut olduğu görülmektedir.
1935-36 yılları arasındaki fotoğraflarda doğu yönünde arazinin doğal eğimi ile payanda ve komşu parsel arasında lıneer olarak uzanan moloz örgü bahçe duvarı görülmektedir. Yine güneybatı cephesinde günümüzde müzenin bahçesine dahil olan parselde, ahşap yapıların varlığı tespit edilebilmektedir. Batı cephesinde ise yapının önünde ki mahalle meydanı görülmektedir.
1945
yılında müzeye çevrilen yapı Bizans anıtlarının restorasyonu ile ilgi
çalışmalar çerçevesinde 1948-1959 yılları arasında Amerikan Bizans Enstitüsü ve Dumbarton
Oaks’ın çalışmaları neticesinde onarılmıştır. Fakat bu restorasyonda yapının
çevresi ile ilgili her hangi bir çalışma yapılmamıştır. 1959 yılında onarımın
tamamlanmasından sonra yapının özellikle doğu tarafı açık bir arsaya
dönüşmüştü.
1919`da doğan Josephine Powell, Türkiye`ye ilk olarak 1955`te, Bizans mozaiklerini fotoğraflamak için geldi. Ve bu sırada müze olarak kullanılan Kariye Müzesi’ni de fotoğrafladı.
3. dönem 1960-1976 1966 yılına ait bir hava fotoğrafında yapının; Doğu cephesinde eğim yönündeki taraçalı bahçe duvarlarının artık yerinde olmadığı ve arazide dikili alanların söküldüğü ve kamusal bir alan görüntüsü sergilediği görülmektedir. Bu yıllarda da yapının çevresinde bir düzenlemeden ve bugünkü mevcut bahçe duvarlarından söz edilemez. Güneybatı tarafında birkaç evin istimlak edildiği tespit edilebilmekte olup kuzeydoğu cephesine bitişik ahşap medresenin artık yerinde olmadığı da görülmektedir. Fakat yine de etraf sık ahşap evler ve yeşillikler içindedir.
4. Dönem 1976- 2019…
Kariye Müzesi’nin etrafı 1970 yılların başında oldukça bakımsız ve harap durumda iken Turing vakfı genel başkanı Çelik Gülersoy tarafından hazırlanan bir proje ile yapının bahçesini ve yakın çevresini rehabilite çalışmalarına başlandı. Bu dönemde 1975-1976 yılları arasında müzenin parselizasyonuna göre bahçe duvarları yapılmış ve pervitich haritasında tespit ettiğimiz türbenin arkasında tek katlı ahşap yapının yerine zemin kodunun aşağısında dönemin modern tuvaletleri inşa edilmiştir. Bahçesi ağaçlandırılmış ve güller ile donatılmıştır. Yapının batı ve kuzey yönündeki dar sokaklar altı beton üstü parke taşları ile yeniden yapılmıştır. Meydanda geçmişte var olduğu düşünülen bir su kuyusu açığa çıkartıldı ve müzeye ziyaretçileri taşıyan otobüslerin park etmemesi için iki katlı, altı birkaç dükkan üstü salon bir bina inşa edildi. Yine müzenin kuzeybatı cephesine bakan tarihi Mustafa Ağa meydan çeşmesi (1668-69) restore edildi. Yapının yakın çevresindeki ahşap ve kagir yapılar rehabilite edildi. Tüm bu çalışmalar 1979 yılında sonlanarak Kariye Müzesi’nin çevresi bakımsız ve harap görünümden kurtulmuş oldu.
Bahçenin duvarları çimento bağlayıcılı harçlı kayrak taş ile moloz örgü sistemde inşa edilmiş olup belli aralıklarda dikey aksta tuğla kaplama bantlarla hareketlendirilmiştir.
2010 yılına Müzenin doğu cephesinde yer alan
bahçesinin, alt kotunda otopark ve kısmen çocuk parkı olarak kullanılan 5520 m2lik
alan Kariye Müzesinin ortaya çıkartılması, farklı panoramalarının sağlanması ve
sadece çevre halkı değil yerli ve yabancı turistlere de kullanım ve aktivite
imkanı sağlayan bir park olarak düzenlenmiştir.
Park içinde yeni inşa edilen 100 m2 lik işletme binası, çocuk oyun alanları, kültür& fizik ve basketbol alanları hali hazırda kullanılmaktadır. Yeni proje kapsamında park ile sınırı olan otopark arazisi kamulaştırılarak park arazisi genişleştirilmiştir. Yeni yapılan proje ile Kariye Müzesi önündeki peyzaj değeri olmayan ağaç ve ağaççıklar temizlenerek hem yapı hem de ağaçların ve yabani otların köklerini saldığı tarihi duvar ortaya çıkartılmıştır. Mevcut işletme binasının yanlarındaki ve arkasındaki şevli araziye işlevsellik kazandırmak amacı ile 30 mt lik doğal bir şelale ile parkta hareketlilik sağlanarak kullanıcıların su ile bütünleşik estetik ve fonksiyonel alan kullanımlarından yararlanması sağlanmıştır. Yeni yapılan düzenleme ile 10 araçlık bir otopark, andezit yürüme yolları, oturma ve dinlenme cepleri, fotoğraf panorama noktaları, seyir terasları ve rekreatif fonksiyon alanları oluşturulmuştur. 2010 da inşasına başlanmış olup ve 2011 başlarında yapımı sona ermiştir.
-MÜLLER-WIENER, Wolfgang, İstanbul´ un
Tarihsel Topografyası,17.yüzyıl Başlarına Kadar Byzantion-Konstantinopolis-İstanbul,İstanbul2001,sayfa
162
– Haluk Çetinkaya, İstanbul´ da Orta
Bizans Dini Mimarisi[843-1204], İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, yayınlanmamış doktora tezi, sayfa 132, İstanbul
2003
-Semavi Eyice,´Kariye Cami´,Dünden Bugüne İstanbul
Ansiklopedisi,cilt4, İstanbul 1994,
Sayfa 466
-Alexander Van
Millingen,ByzantıneChurches in Constantinople ,1912 nin aynı basımı,London
1974,sayfa 288
-Mehmet Ziya, Kariye Camii Şerifi,
İstanbul 1326
-Türkiye Diyanet Vakfı, İslam
Ansiklopedisi,24 sayfa 495
-Ömer Lütfi Barkan, Ekrem Hakkı
Ayverdi, İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953[ 1546] Tarihli, İstanbul
1970,sayfa 67-71
-Yıldız Ötüken´,İstanbul kiliselerinin
Fetihten Sonra Yeni Görevleri, Banileri
Ve Adları´
-Hacettepe Beşeri Bilimler
Dergisi,cilt10,sayı2,Haziran 1979,sayfa 106
-Ahmed Nezih Galitekin,Ayvansarayi
Hüseyin Efendi-Ali Satı Efendi-Süleyman Besim Efendi,Hadikatü l Cevami
[İstanbul camileri ve diğer dini-sivil mimari yapılar],İstanbul 2001,sayfa 218
-Havva Koç, Ali Paşa [Atik, Hadım],
Yaşamları Ve Yapıtları İle Osmanlılar Ansiklopedisi ,cilt, İstanbul 1999,sayfa
222-223
-Kariye,
Bir Anıt, İki Anıtsal Kişilik Theodoros Metokhites’ten Thomas Whittemore’a.
İstanbul: Pera Müzesi. Anonim (2012).
–
Kariye Müzesi Sanat Tarihi Raporu. Restorasyon Konservasyon Çalışmaları
Dergisi.
s.
14(Temmuz Ağustos Eylül), İstanbul, s. 17-34
-Süleyman Faruk Göncüoğlu, Makale, İstanbul’un Fethi Sonrası
Kurulan İlk Semt: “Saraçhane”
– Bilge Ar, İ.T.Ü, Mimarlık Anabilim, Doktara Tezi,
Osmanlı Döneminde Aya İrini ve Yakın Çevresi, Haziran 2013
– Ayşegül Aykut, İ.T.Ü- Fen
Fak. Mimarlık Anabilim,Yüksek Lisans Tezi, Fatih İlçesi,
3034 Ada, 43 Parsel’de Yer Alan Ahşap Konağın (Erturan Ailesi Konutu)
Restorasyon Projesi, Ocak 2013
– Yunus
Koç, Büyük
İstanbul Tarihi, Demografi s.458-460
Ekrem
Hakkı Ayverdi, 19.Asırda İstanbul Haritası,
İstanbul, 1958
Ekrem
Hakkı Ayverdi , Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri 855-886
(1451-1481), III.
C.İstanbul-IV.C., İstanbul 1974.
C.C.
Carbognano, 18. Yüzyılın Sonunda İstanbul, çev.
E. Özbayoğlu, İstanbul: Eren Yayınları, 1993
Feridun
Dirimtekin, 14.Mıntıka (Blachernae) Surlar, Saraylar ve Kiliseler, Fatih ve İstanbul, 1.Cilt,
İstanbul, s.193-222, 1953
A.
Cutler, Alice Mary Talbot, , Chora Monastery, Bizans
Ansiklopedisi,
Vol.1, New-York/Oxford, pp.428-430, 1991
-Eremya
Çelebi Kömürcüyan, İstanbul Tarihi: 17. Asırda İstanbul, İst.
Ünv. Edb.Fak.Yayını,1952
-Semavi
Eyice, Makale, Aetios Sarnıcı, İstanbul Ansiklopedisi, C.1,
İstanbul, s.86. 1994
-Semavi
Eyice, İstanbul’da XVII. Yüzyılda Mescide Dönüştürülen Son Bizans Kiliseleri,17.Yüzyıl Osmanlı Kültür ve Sanatı Sempozyumu,19-20 Mart 1998 Sempozyum
Bildirileri,
S.Tarihi Derneği Yayınları, 1998
-Gurlitt,
İstanbul’un Mimari Sanatı,(çev.Prof.Dr.Rezan Kızıltan), Ankara:
Enformasyon ve Dokümantasyon, 1999
-Gyllius,
İstanbul’un Tarihi Eserleri, çev. E.Ozbayoğlu, İstanbul: Eren
Yayıncılık, 1997
-Millingen,
A.Van, Byzantine Constantinople. The Walls of the City and adjoining
historical sites,
London, 1899
–
Doğan Kuban, İstanbul Bir Kent Tarihi, Bizantion,
Konstantinopolis, İstanbul,
İstanbul: Tarih Vakfı Yayını, 1996
-J.Pervititich Sigorta Haritalarında İstanbul, Axa
Oyak Yayını.
-Janin,
R. Constantinople Byzantine. Developpement urbain et repertoire topographique,
Paris, 1964
-Millingen,
A.Van, Byzantine Churches in Constantinople: Their History and Architecture,
London: Macmillan and Co. 1912
-Feridun
Dirimtekin, Fetihten Önce Marmara Surları, haliç Surları,1953
-Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi., Surlar, c.7
-Anonim, “Edirnekapı”, Dünden Bugüne İstanbul
Ansiklopedisi, c.3,1994, 131.
-İlber Ortaylı, “İstanbul’dan Sayfalar”, s.133, İstanbul 2002,
-İlber Ortaylı, “Karagümrük”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.4, s.452,
1994
-Semavi Eyice, “Karagümrük Sarnıcı”, Dünden
Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.4, s.453, 1994
-Cem Atabeyoğlu, “Kariye Cami”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.4, s.466,
1994
-Doğan Kuban, “Mihrimah Sultan Külliyesi”,
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.5 s.454, 1994
-Doğan Kuban, “Mese”, Dünden Bugüne İstanbul
Ansiklopedisi, c.5, s.404 1994, 1994,
-Zafer Karaca, “Yeoryios Kilisesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.7, s.488,1994
-Nejdet Sakaoğlu, “Mihrimah Sultan”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.5,
s.452, 1994
1-Eserin Dünya Miras
Listesi’ne girdiği zamanki durumu neydi?
Türkiye,
UNESCO tarafından 1972 yılında kabul edilen “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının
Korunması Hakkında Sözleşme”yi 1983 yılında imzalamıştır.
“İstanbul’un
Tarihi Alanları” adıyla 6 Aralık 1985 tarihinde 356 nolu kod ile Dünya Miras
Listesi’ne alınan dört koruma alanı, söz konusu liste’ye alınmadan çok daha
önce ulusal mevzuat kapsamında ilk koruma planları hazırlanmış ve onaylanmıştır.
Topkapı Sarayı ve Sultanahmet Bölgesi 1953 yılında ‘’Arkeolojik Park’’ olarak
ilan edilmiş; Zeyrek Camii ve çevresi 1979 yılında, Süleymaniye Camii ve
çevresi 1977 yılında ve Kariye Müzesi’nin de içinde bulunduğu alan olan Kara
Surları ise 1981 yılında koruma altına alınmıştır.
Dünya Miras Komitesi tarafından üstün evrensel değer taşıyan varlıkların tanımlanmasında kullanılan ölçütler kapsamında (1-2-3 ve 4 nolu) kültürel kriterleri karşılayan İstanbul Kara Surları, UNESCO’nun 1985 yılında ‘’İstanbul’un Tarihi Alanları’’ adıyla ilan ettiği dört Dünya Miras Alanı’ndan (DMA) biridir. Üstün Evrensel Değer (ÜED) beyanında bu alan, Theodosius döneminde yapılan Kara Surları’nın iki tarafındaki alan ” olarak betimlenmiştir. Kara Surları Tarihi Yarımada’yı batıda, kara yönünde sınırlayan ve güneyde Marmara Denizi’nden başlayıp kuzeyde Haliç’e kadar uzanan surları ve yakın çevresini içerir ve yaklaşık olarak 6 km uzunluğunda 16,5 hektarlık bir alana yayılır.
İstanbul
Dünya Miras Alanlarının Dört Bileşeninden biri olan Kara Surları’nın kültürel
hinterlandında Chora (Kariye Müzesi), Tekfur Sarayı- Blakhernia
Sarayı da dahil olmak üzere küçüklü büyüklü birçok anıt eser yer almaktadır.
Kariye Müzesi’nin konumlandığı
Edirnekapı semti; Tarihi Yarımada içerisinde yer alıp Ayvansaray semtini de
içine alan ve aynı zamanda kentin batı surları ile çevrelenen İstanbul’un en yüksek tepesi olan Edirnekapı da yer alır.
Altıncı
yüzyıla giden tarihsel geçmişi ile çok katmanlı bir yapıya sahip olan Kariye
Müzesi, Bizans’ın geç döneminde (Paleologos Hanedanı Dönemi) 1316-21 yılları
arasında Theodoros Metokhites tarafından büyük ölçüde yenilenerek ve bezenerek
bugünkü şeklini almıştır. 14.yüzyıldan günümüze ulaştığı düşünülen
Kariye Müzesi’nin mozaikleri ve freskleri “Başkent Üslubu” dediğimiz Bizans
Rönesansının en muhteşem eserleridir.
Bizans
döneminin bu önemli manastır kilisesi İstanbul’un 1453 yılında fetih edilmesi
ile bir süre boş kaldıktan sonra II. Beyazıd döneminde 1511 yılında Sadrazam
Hadım Ali (Atik Ali) Paşa tarafından camiye çevrilmiştir. Türk devrinde, kilise
dışındaki manastır yapıları zamanla yıkılarak kaybolmuştur.
Kariye Cami’si, Bakanlar Kurulunun 29.08.1945 tarihli kararı
ile Müzeye dönüştürülmüştür. Yapı bu tarihten sonrada birçok
kez lokal onarımlar görmüştür. 6.12.1985 tarihinde ‘’İstanbul Tarihi Yarımda’’
genelinde Dünya Miras Listesi’ ne giren Kariye Müzesi yapı
özelinde de 16.09.1987 Korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmiş ve anıt eser statüsünde koruma
grubu I olarak belirlenmiştir.
Anıt eser, Dünya Miras Listesi’ne
girdiği 1985 tarihinden hemen önce hazırlanan iki raporda;
1981
Mora, Kariye Camii Raporu’nda çatı örtüsünde ki kurşun levhaların ve su
borularının kötü durumda olduğundan, dış cephelerde derz boşluklarının yakın
dönemde doldurulmuş olduğu, tuğla kırıklı çimento bağlayıcılı harçlı sıvaların
kullanıldığı ve yüzey çatlaklarına dolan yağmur suyunun buharlaşmasına engel
olduğu ifade edilmekte olup, boyalı yüzeylerde tuzlanma sorunun mevcut olduğu
belirtilmiştir.
1983
Massari raporunda son yıllarda restorasyonla yapının büyük ölçüde koruma altına
alındığı fakat yıllar içerisinde oluşmuş tahribatın etkilerininde görüldüğü belirtilmektedir.
Raporda mevcut olan nemin ölçüldüğü, yapının eğimli yoldan ve çatıdan gelen
yağmur sularına maruz kaldığı belirtilmiştir. Kubbe ve kemer içlerindeki mozaik
ve duvar resimleri kayıplarının çatıdan gelen sudan kaynaklı olduğu
belirtilmiştir. Genel olarak sıvanın kayıplarına yol açan nedenlerden birininde
nem çekici tuzlanmanın varlığından kaynaklı olduğu ifade edilmiştir. Raporun
sonunda genel olarak nem, tuzlanma, yoğunlaşma nedeni ile nemlilik ve lokal
olarak çatıdan sızan sulardan bahsedilmiştir. Ve sorunlarla ilgili çözüm
önerileri sunulmuştur.
Her iki raporda Kariye
Müzesi’nin 1985 yılındaki mevcut durumu belirtilmiştir. Anıt eser Ayasofya
Müzesi’ne bağlı ulusal bir müze olarak varlığına devam etmekte olup günümüzde
tarihinin en geniş kapsamlı restorasyonunu geçirmektedir.
2-Tarih
boyunca kaç defa restorasyon ya da onarım gördü?
Günümüzde
Kariye Camii veya Kariye Müzesi adları ile tanınan yapı, Ayasofya’dan sonra en
fazla tanınan anıt eserlerimizdendir. Yapı geçmişte İstanbul’un altıncı
tepesinde Haliç’in güneyinde inşa edilen Khora Manastırı’nın İsa’ya ithaf
edilmiş ana kilisesiydi. Altıncı yüzyıla giden tarihsel geçmişi ile çok
katmanlı bir yapıya sahip olan Kariye Müzesi, evvelce büyük bir kompleksin merkezini teşkil
ediyordu. Khora kelime manası ile taşra, sur dışı demektir. Bu nedenle 413
yılında yaptırılan kara surlarından önce inşaa edildiği düşünülse de
kaynaklarda yapı ile ilgili 9. yy da kesin bilgilere ulaşılmaktadır.
11. Yüzyılda
İmparator I.Aleksios Komneos’un kayınvalidesi Maria Dukaina zamanında harap
olan kilise yeniden ihya edilmiş olup bu inşa döneminden sonra tekrar harap
olan yapı bir süre sonra İmparator Aleksios’ un küçük oğlu İsaakios tarafından
12.yüzyılda tekrar ihya edilir. Bu dönemden günümüze ana mekan (naos) kalmıştır.
Fakat yapılan son araştırmalarda iç narteksin de bu dönemden kalmış olabileceği
ön görülmektedir. Bizans’ın geç döneminde (Paleologos Hanedanı
Dönemi) 1316-21 yılları arasında Theodoros Metokhites tarafından büyük ölçüde
yenilenerek ve bezenerek bugün ki mimari kurgusu ve şeklini almıştır. Bu inşa döneminde
yapıya parekklesion, anneks, pastoforium gibi mimari hacimlerin yanı sıra bir
depremde yıkılan ana mekan kubbesinin bu dönemde tuğla örgülü olarak yeniden
ihya edildiği bilinmektedir. İç narteks ise bazı kaynaklarda 14. Yüzyılda inşa
edildiği belirtilmiş olsa da 12.yüzyıl inşa dönemine ait olabileceğini ifade
eden bazı kaynaklarda mevcuttur. Mozaik ve freskleri ile Bizans sanatının ve
dünya sanatının gelişiminde çok önemli bir yere sahip olan yapı Erken İtalyan
Rönesansı anıtlarıyla özellikle de Giotto’nun Arena Şapeli’ndeki freskolarıyla
kıyaslanır.
Osmanlı
döneminde; etrafında zamanla oluşan medrese, tekke, türbe, çeşme, imaret ile
birlikte bir manzumenin merkezi olan yapının
mimarisini etkileyecek çok fazla bir müdahalede bulunulmamıştır. 1511 yılında
yapı camiye tevdi edilirken güneybatı köşeye minare ve naosa mermer bir mihrap
eklenmiştir. Önemli değişikliklerden biri de 1766 depreminde yıkılan merkezi
kubbenin mimar İsmail Halife tarafından ahşap bağdadi olarak yenilenmesidir. Sultan
Abdülaziz Han döneminde
1875-1876 yılında
yapının bakım ve onarım çalışmalarına girişilmiş; İstanbullu Mimar
Peloppida Kouppas tarafından mozaikler kısmen temizlenmiş ve ahşap kepenklerle
kapatılmıştır. Aynı tarihlerde kubbelerin ve üst örtü sisteminin dalgalı hattı
doldurularak düz satıhlı olarak düzenlenmiştir.
II. Abdülhamit
Döneminde 1894 depreminde minarenin petek
kısmı çökünce bir süre sonra 1898’de klasik üslupta tamamlanmıştır. 1903-1906 yıllarında
ise yapı Rus Arkeoloji Enstitüsü tarafından kısmen onarılmıştır.
Osmanlı sonrası Cumhuriyet Döneminde ise belli
başlı onarımlar, 1929/ 1930 arasında Evkaf İdaresinin yaptığı kısmi onarım, 06.09.1945/
27.03.1946 yıllarında yapı ile ilgili iki onarım keşfinin hazırlandığı
bilinmektedir. Mimar Cahide Tamer’in yaptığı ilk bilimsel restorasyon
çalışmaları ki bu restorasyonda yapının özellikle kurşun örtüleri yenilenmiş ve
bir rölövesi çıkarılmıştır.
1948-1959
yılları arasında Amerikan Bizans Enstitüsü (Byzantine Institute of
America) ve Dumbarton Oaks Fieldwork Committee işbirliği ile,
merkezî ibadet alanı (naos)
ve giriş hollerindeki (narteks) mozaiklerin ve fresklerin korunmasına yönelik konservasyon
ağırlıklı kapsamlı bir restorasyon yapılmıştır.
Yapının
2013 yılından bugüne hali hazırda devam eden tarihinin en geniş ve kapsamlı
restorasyonu devam etmektedir.
3-Bu müdahalelerin
kararları neye göre verildi?
Yapı ile ilgili olarak Kültür bakanlığı’nın 27.06.1986 tarih
6377 sayılı yazısı gereği hazırlanan rapor
Kültür bakanlığı’nın 12.07.1990 tarih 232 sayılı yazısı
gereği hazırlanan rapor
Kültür bakanlığı’nın 26.03.1991 tarih 452 sayılı yazısı gereği hazırlanan rapor
Kültür bakanlığı’nın 27.11.1998 tarih 559 sayılı yazısı gereği hazırlanan rapor
Kültür bakanlığı’nın 20.02.2001 tarih 118 sayılı yazısı
gereği hazırlanan tüm teknik raporlarda genel olarak sorunlar ve çözüm
önerileri benzer olup nem ve tuzlanma, çatı üst örtüsünde yağmur suyunun kılcal
çatlaklardan sızması, zeminden yükselen nem, ztaş ve tuğla yüzeylerde yapısal
bozulmalar, cephelerde çimento bağlayıcılı sıvanın tahribatı, vb. sorunlar
tespit edilmiş ve çözüm önerileri sunulmuştur.
Bu veriler ile beraber Kültür Bakanlığı’nın talimatı doğrultusunda Kariye Müzesi Rölöve, Restitüsyon ve Restorasyon projeleri 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası kapsamında hazırlanmıştır. 2009 yılında başlayan proje çalışmaları 2011 yılında Koruma Bölge Kurulunun proje onayı ile tamamlanmıştır. Bu doğrultuda Kültür bakanlığı oluru ile Kariye Müzesi’nin 2012 yılı onarım ve restorasyon işi geçici yer teslimi 16.01.2013 tarihinde fiili yer teslimi ise 12.09.2013 tarihinde yapılmış olup Kültür Bakanlığı ve İl Özel İdaresi arasında kurumsal yazışmalar sonucunda müzenin ziyaretçilere kapatılmaması ve restorasyonun etaplar halinde yapılacağı Kültür Bakanlığı tarafından karara bağlanmıştır. 2013 yılından beri devam eden restorasyon çalışmaları Ayasofya Bilim Kurulu, İstanbul Rölöve ve Anıtlar Kurulu Kontrol Heyeti, İstanbul Anıtlar Kurulu kararları doğrultusunda gerçekleştirilmektedir.
*Bu metin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü tarafından 20-21 Kasım 2018 tarihinde düzenlenmiş olan X. Kârgir Yapılarda Koruma ve Onarım Semineri’de Y. Mimar Sonay Şakar ve Sanat Tarihçisi Neslihan Ecem Oksal tarafından hazırlanan 2013-2018 Kariye Müzesi restorasyonları temalı ‘Kariye Müzesi Onarımları’ adlı sunumdan üretilmiştir.
Özet: Günümüzde Kariye Camii veya Kariye Müzesi adları ile
tanınan yapı, Ayasofya’dan sonra en fazla tanınan anıt eserlerimizdendir. Yapı
geçmişte İstanbul’un altıncı tepesinde Haliç’in güneyinde inşa edilen Khora
Manastırı’nın İsa’ya ithaf edilmiş ana kilisesiydi. Altıncı yüzyıla giden tarihsel
geçmişi ile çok katmanlı bir yapıya sahip olan Kariye Müzesi, Bizans’ın geç
döneminde (Paleologos Hanedanı Dönemi) 1316-21 yılları arasında Theodoros
Metokhites tarafından büyük ölçüde yenilenerek ve bezenerek bugün ki şeklini
almıştır. Mozaik ve freskleri ile Bizans sanatının ve dünya sanatının
gelişiminde çok önemli bir yere sahip olan yapı Erken İtalyan Rönesansı anıtlarıyla
özellikle de Giotto’nun Arena Şapeli’ndeki freskolarıyla kıyaslanır.
Bizans döneminin bu önemli kilisesi İstanbul’un 1453 yılında
fetih edilmesi ile bir süre boş kaldıktan sonra II. Beyazıd döneminde 1511
yılında Sadrazam Hadım Ali (Atik Ali) Paşa tarafından camiye çevrilmiştir.
Kariye, naos, kuzey taraftaki iki katlı ek yapı (anneks),
iç narteks, dış narteks ve güney taraftaki mezar şapeli (parekklesion) ile beş
ana mimari mekandan oluşan haç planlı bir yapıdır. Osmanlı döneminde etrafında
zamanla oluşan medrese, tekke, türbe, çeşme, imaret ile birlikte bir manzumenin
merkezi olmuştur. Cumhuriyetin ilanından bir süre sonra şehirdeki Bizans
anıtlarının restorasyonu ile ilgili çalışmalar kapsamında Amerikan Bizans
Araştırmaları Enstitüsü ile Dumbarton Oaks’ın çalışmaları ile restore edilmiştir
ve Ayasofya Müzesi’ne bağlı bir anıt müze olarak da varlığına devam etmektedir.
Kariye Müzesi restorasyonu odaklı yaptığımız bu çalışmada uzmanların analizleri sonucu anıt eserin dönem tipolojisi, mekânsal ve yapısal, gramer özellikleri ışığında; tarihsel süreçte yapılan müdahaleler ve 2013-2018 devam eden restorasyon sürecinde yapılan imalatlar tanımlanmıştır. Yapıdaki mevcut süsleme yoğunluğu ise restorasyon sürecinde artı bir gayret ve dikkati beraberinde getirmiştir.
Anahtar Sözcükler:
Bizans Mimarisi, Kariye Müzesi, Restorasyon, Mozaik ve Fresk
Giriş Kariye Müzesi, ulusal ve evrensel kültürel miras alanında en önemli yapılardan biridir. Yapı, mozaik ve freskleri ile Geç dönem Bizans sanatını ve kültürünü belgeleyen günümüze kadar gelmiş korunması gereken simge yapılardan biridir. İstanbul’daki müzeler arasında günlük ortalama ziyaretçi sayısı bakımından Ayasofya Müzesi ve Topkapı Müzesi’nin ardından üçüncü müze konumundadır. Dolayısıyla bu çalışmanın amacı; gerek İstanbul kent tarihi gerekse kültür turizmi açısından bu denli büyük öneme sahip Kariye Müzesinin, ziyaretçilerine sahip olduğu değerleri yeterli düzeyde gösterebilmesi için onarım ve malzeme kullanımındaki hatalar, yapısal problemler gibi mevcut sorunlara çözüm üretmek ve fiziksel şartların olgunlaştırılması amacıyla yapılan 2013-2018 restorasyon çalışmalarını ve ilkelerini tanımlamaktır.
Günümüzde Kariye Camii veya Kariye Müzesi adları ile tanınan yapı, Ayasofya’dan sonra en fazla tanınan anıt eserlerimizdendir. Yapı İstanbul İli, Fatih İlçesi, 2692 ada, 152 pafta, 1 parselde yer almaktadır.
Bizans döneminde bir manastır kilisesi olarak inşa edilen
yapı İstanbul’un fethinden kısa bir süre sonra cami haline getirilmiştir.
Cumhuriyetin ilanından bir süre sonra şehirdeki Bizans anıtlarının
restorasyonları çerçevesinde 1948-1958 yılları arasında Amerikan Bizans
Araştırmaları Enstitüsünün çalışmaları ile restore edilen yapı Ayasofya
Müzesi’ne bağlı ulusal bir müze olarak varlığına devam etmektedir.
Khora’dan Kariye’ye
Khora, (Hora) eski Yunancada kent dışı ve kırsal alan
anlamına kullanılmaktadır. Kariye ise Arapçada kent dışı demektir. Bu adın
yapının ilk inşa döneminde Büyük Konstantin’in bugünkü 5.yy. Theodosius
surlarından daha geride inşa ettirdiği 4.y.y. Konstantin surlarının dışında
kaldığından Hora (taşra – şehir dışı) adı verildiği sanılmaktadır. Bu görüş
doğru ise; bazı kaynaklarda manastırın
kuruluşunun çok erken bir dönemde 413 yılından evvel olması gerektiği
belirtilmiştir. Günümüzde yapının içindeki
bazı Meryem ve İsa mozaik figürlerinin yanında isimleri ile birlikte Hora
sıfatı da yazmaktadır. Bizans devrinde “Hora” kelime anlamı dışında mistik bir
imgeleme anlamı da taşıyordu.
Manastırın kuruluşu ile ilgili bir çok hikaye
anlatılmaktadır. Ancak bunların çoğu geç dönemlerde ortaya çıkmış ve bazıları
birbirleri ile çelişen hikâyelerdir. Amerikan Bizans Enstitüsünün 1948-1958
yılları arasında yaptığı restorasyon sırasında açığa çıkarılan 6. ve 9. yüzyıla
tarihlenen yapı kalıntıları günümüzdeki
yapının doğu cephesinde görülmektedir.
Kilise daha sonra 11.yy.da temellerinden itibaren yeniden inşa ettirilmiştir. Fakat kısa bir süre sonra depremde harap olan yapı 12.yy da yenilenmiştir. Bu dönemden günümüze yapının naos bölümü ulaşmıştır. 13. yüzyılda Konstantinopolis’in Latinler tarafından istilası sırasında manastır neredeyse terk edilmiştir. 14. yüzyılın başında, kubbesi çökmüş olan kilise çok kapsamlı bir biçimde restore ve renove edilerek yenilenmiştir. 14. yüzyıl yapının bugünkü şekline ulaştığı bir dönem olarak önemlidir. Metokhites metruk manastır kilisenin tamiriyle birlikte onun kuzeyine iki katlı bir mekan, batıya bir dış narteks, güneyde ise tek nefli, mezar şapeli olarak kullanılacak bir parakklesion inşa ettirmiştir. Yapının tamamını ele alan yeni bir bezeme programı da bu çerçevede belirlenip mozaik ve fresko tekniğinde resimler hazırlanmıştır. Yapının zemin ve mermer kaplamaları, taş bezemeleri, vitrayları ile en ince ayrıntısına kadar süslendiği bilinmektedir. Resim programında İsa ve Meryem’in hayatlarından sahneler, tek aziz ve azizeler resmedilmiştir. Mozaik ve freskleri ile Bizans sanatının ve dünya sanatının gelişiminde çok önemli bir yere sahip olan yapı Erken İtalyan Rönesansı anıtlarıyla özellikle de Giotto’nun Arena Şapeli’ndeki freskolarıyla kıyaslanır. Ayrıca Bizans sanatının Batı’daki doruk noktası olarak adlandırılan, Roma sanat ve mimarlık eserlerinin başında gelen Ravenna San Vitale Kilisesi ile de Kariye müzesinin mozaik ve fresklerinin yapım teknikleri, görsel etkileri birbirlerine çok benzemektedir.
Proje Süreci
Tarihi eserlerde tespit ve belgeleme, tüm koruma sürecinin esas aldığı ilk ve en önemli aşamadır. Bir eserin doğru anlaşılması, belgelenmesi ve tespiti bu bilgilerin ışığında yapıda gerçekleştirilecek koruma uygulama çalışmaları için daha bilimsel ve geniş bir bakış açısına sahip olunmasını sağlar. Bu aşamada yapılan tarihi araştırmalar Kariye Müzesi’nin farklı dönemlerdeki durumunu, süreç içerisinde geçirdiği onarım ve tamiratları gösteren veriler oluşturmuştur. Elde edilen ve tespit edilen tüm bu veriler ışığında yapının geçirmiş olduğu tarihsel inşâ ve onarım dönemleri kronolojik olarak ortaya konarak, yapının nitelikleri belirlenmiştir. Ayrıca yapının tarihsel süreci dışında günümüzde şehir hayatının yoğunluğu içerisinde kalması, bulunduğu arazi konumu, çevre ve iklim koşullarının da dikkatle incelenmesini gerekli kılmış, nasıl bir ortamda koruma tedbirlerinin alınacağını ve hangi sorunlarla mücadele etmek gerektiğini göstermiştir. Böylece yapının mevcut durumunun doğru ve detaylı olarak tanımlanmasına önem verilmiş, yapılacak imalatlar uygun olarak tespit edilebilmiştir. Bu inceleme ve değerlendirme süreci, sonrasında hazırlanan rölöve, restitüsyon, restorasyon çizimleri, hasar tespit projeleri, bezemeler, dönem analizleri, rölöve detayları, malzeme analiz raporları yapılan tüm uygulamalara bilimsel bir kimlik kazandırmıştır.
Şekil 5. Kariye Müzesi Kronolojik Dönem Analizi
Bu doğrultuda; Kültür Bakanlığı’nın talimatı doğrultusunda Kariye Müzesi Rölöve, Restitüsyon ve Restorasyon projeleri 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası kapsamında hazırlanmıştır. 2009 yılında başlayan proje çalışmaları 2011 yılında Koruma Bölge Kurulunun proje onayı ile tamamlanmıştır.
Tablo 1. Kariye Müzesi, Restitüsyon proje çalışmaları
Tarihsel Süreçte Yapının Geçirdiği Onarımlar
Şekil 6. Kariye Müzesi’nin Bizans dönemi inşa evreleri ve onarımlarıŞekil 7. Kariye Müzesi’nin Osmanlı dönemi onarımlarıŞekil 8. Kariye Müzesi’nin onarım kronolojisiŞekil 9. Kariye Müzesi’nin onarımlarıŞekil 10. Kariye Müzesi Osmanlı dönemi eklentileriŞekil 11. Kariye Müzesi üst örtü onarım dönemleriŞekil 12. Kariye Müzesi Cumhuriyet Dönemi onarımlarıŞekil 13. Kariye Müzesi onarımlarıŞekil 14. Kariye Müzesi batı cephesi onarımlarıŞekil 15. Kariye Müzesi güney cephe onarımları
Restorasyon Etapları
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve İstanbul
Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nün ‘’Kariye Müzesi Restorasyonu’’ kapsamında
kurumsal yazışmalar sonucunda müzenin ziyaretçilere kapatılmaması ve gerekli
önlemlerin alınarak uygulamaların etap etap yapılması gerektiği konusunda karar
verilerek bu doğrultuda restorasyon uygulamalarının;
I. Etap: Naos ve Aneks bölümlerinin onarıma alınması,
diğer bölümlerin ziyarete açık tutulması, müze girişi ve turnikelerin ise
güney-batı yönüne alınması
II. Etap: İç narteks bölümünün ziyarete kapatılarak onarıma alınması III. Etap: Dış narteks ve parekklasion bölümünün kapatılarak onarıma alınması olarak düzenlenmiştir.
Şekil 16. Restorasyonu yapılan ve yapılacak etaplar
Restorasyon Süreci
Bu
süreçte, kagir elemanların video-endeskopi ile araştırılması, kimyasal ve
fiziksel laboratuar testleri ve gergi elemanlarının dinamik testleri yapılmış
olup temel araştırması için en az iki temel çukuru açılması, zemin araştırma
için de statik ve dinamik penetrasyon testi yapılması, analojik görüntüleme
yapılması (ana çatlaklarda), temel yapısının radarla görüntülenmesi ve
yapısının tespiti kararlaştırılmıştır. Ayrıca yapının matematik ortamda
modellenmesi, güçlendirme projelerinin hazırlanması da bu çalışma kapsamı
içindedir.
Jeoradar Çalışması
Yapılan ölçümlerde mozaik ve fresklerin zarar görmemesine dikkat edilmiş, ölçüm yapılırken pvc esaslı bez mozaik ve fresklerin üzerine kağıt bantlar ile tutturulmuş, bu bezin üstünden taranmıştır.
Şekil.17
Bina içerisinde tüm duvarlarda ve üst örtüde yapılan yüksek hassasiyetli GPR (2.3 GHz) ve ultrases (PUNDİT) ölçümleri sonucunda tespit edilen ana çatlağın bir eksen üzerinde olduğu tespit edilmiştir. Bu eksendeki çatlak hatlarının bir önceki tamirat esnasında doldurulmuş olduğu GPR taramalarında belirlenmiştir. Ancak dolgu malzemesinin bina duvarlarını oluşturan yapı malzemelerinden (tuğla, derz, sıva v.b.) farklı olduğu ve aynı zamanda yer yer boşluk yapılarının olduğu belirlenmiştir
Şekil.18
Yine müze çevresinde yapılan GPR ölçümleri ile yeraltı suyu tespit edilmiştir. Bu çalışmalar ışığında yeraltı suyunun müze temeline oldukça yakın olduğu ve bu suların yaklaşık 3 m derinliğe kadar etkili olduğu tespit edilmiştir. Birbirine paralel olarak uygulanan GPR profilleri ile bu suya doygun alan takip edilmiş elde edilen 2 boyutlu kesitler interpolasyon yardımı ile 3 boyutlu görüntülere dönüştürülmüştür.
Şekil 19
GPR kesitlerinin birleştirilmesi ile oluşturulan yeraltı
3 boyutlu modeli (koyu renkli alanlar yüksek su içeriği barındıran seviyeleri
temsil etmektedir.
SİSMİK ÇALIŞMA
Kariye Müzesi arazi sınırları içinde, 20-m derinliğe kadar zeminin sismik modelinin tayinine münhasır bir sismik etüt yapılmıştır.
Şekil 20Şekil 21
Atılan üç sismik hat (KS01,KS02, ve KS03) ana yapıyı üç taraftan çevrelemektedir. KS01 hattıyla KS02 hattı, gösterilen A noktasında kesişmektedir. Bu nokta, KS01 hattının batı uç noktasından 33 ve KS02 hattının güney uç noktasından da 5m mesafededir. Dolayısıyla yapılacak olan sondaj noktasını vermektedir.
Şekil 22Şekil 23
Yapı Sağlığı İzleme Sistemi
Şekil 25Şekil 24Şekil 26Şekil 27
Zemin Araştırma Sistemi (Aletsel Gözlem)
Şekil 29Şekil 28Şekil 28Şekil 31Şekil 32Şekil 33
Yapı Çatlak Hattı
Bina içerisinde tüm duvarlarda ve üst örtüde yapılan yüksek hassasiyetli GPR (2.3 GHz) ve ultrases (PUNDİT) ölçümleri sonucunda tespit edilen ana çatlağın bir eksen üzerinde olduğu tespit edilmiştir.
Şekil 34Şekil 34
Kubbelerdeki çamur sıvanın alınmasından sonraki durum;
Şekil 36Şekil 37Şekil 38Şekil 39
Parekklesion apsis kubbe tonozunun çatlağının etrafı açılmadan önce genişliği: 7-10 cm arası derinliği: 20-30 cm arasıydı.
Drenaj Kazı Hattı Plan şemasında görüldüğü üzere binanın başlıca sorunlarından biri olan zemin suyu sorunu çözümü için yapılacak olan drenaj kazı sistemi Güney cephesinde kodlamaları yapılarak başlanılmıştır. Kazılan alanlarda duvar kalıntıları ve mezar buluntularına rastlanılmıştır.
Şekil 51.Tüm kazı alanı, planGüney cephesi kazı alanıGüney cephesi kazı alanıDoğu cephesi kazı alanıKuzey cephesi kazı alanıKuzey cephesi kazı alanıKuzey cephesi kazı alanıBatı cephesi kazı alanıBatı cephesi kazı alanıBatı cephesi kazı alanı
Kuzey doğu duvarı temelinde duvar boşluğu tespit edilmiş
olup temel duvarında tümleme ve enjeksiyon yapılmıştır.
Karışım Oranı ;
-1 kısım hidrolik kireç
-1.5 kısım 25o mk elekaltı tuğla tozu
-1.5 kısım 250 mk elekaltı taş tozu
+Akrilik Emülsiyon (Primal AC 33 %3
-3.0-3.5 kısım su
Şekil 60Şekil 60Şekil 60
Hasarlı ve malzeme kaybı görülen taş ve tuğla yüzeylerinde, plastik onarım harcı ile tümleme yapılmıştır.
Şekil 63Şekil 64Şekil 65Şekil 66Şekil 67
Naos, Ahşap Bağdadi Kubbe Konservasyonu ve Restorasyonu
Ana kubbe iç kısmında Çimento esaslı sıvaların sökümü ve bağdadi çıtaların durum tespitinin yapılması;
Şekil 68Şekil 68
Kubbe üst örtüsünde kurşun ve çamur sıva sökümü ahşap kaplama ve karkasların tespitinin yapılarak, Belgeleme çalışmasının ardından, niteliksiz ve çürümüş olan ahşap kaplamalar itinalı olarak sökülmüştür. Bu aşamadan sonra özgün ahşap dokular konservasyon uygulamaları ile güçlendirilmiş olup alınan ahşap kaplamaların yerine özgün dokuya uygun olarak meşe ağacından ahşap kaplamalarla yenilenmiştir.
Naos kubbe kasnaklarının dış cephelerinde 1950’li yıllarda yapılan çimento katkılı sıvalar alınarak örgü sistemi arasında kalan çimento kalıntıları mekanik yöntem ile temizlenerek horosan sıva ile yeniden sıvanmıştır. Ayrıca kubbe saçak altında kalan pencere kemerlerinde ki kirpi saçaklar üzerinde bulunan kir tabakaları ilk aşamada yumuşak kıl fırça ve saf su ile temizlenmiş olup daha sonra lokal olarak bistrü ile ince mekanik temizlik yapılmıştır.
Şekil 92Şekil 93Şekil 94Şekil 95Şekil 96Şekil 97
Naos kasnak dış cephelerinde, niteliksiz onarımda yakın dönemde yapılan çimento katkılı sıvalar alınarak horasan sıva ile yeniden sıvanmıştır.
Şekil 98Şekil 99Şekil 100
Naos mermer pencere imalatı
Naosta bulunan betonarme pencereler yerine 6 cm kalınlığında marmara mermerinden kasetli pencereler yapıldı. Ayrıca mermer tozu ve kaymak kireç karışımı ile yerine takılan mermer çıtalara 8 mm camları monte edildi.
Konservasyon çalışmalarında ilk olarak tespit ve belgelendirme çalışmaları yapılarak onarım projesi kapsamında bütün alanlar karolajlara bölünmüş, fotoğraf ile belgelenip Hasar tespit ve desen paftaları hazırlanmıştır. Mevcut müdahale paftaları ile paralel doğrultuda sonradan yapılmasına karar verilen bütün müdahaleler belgelendirilmiştir.
Şekil 107Şekil 108Şekil 109
Naosta bulunan zemin döşeme mermerleri ile iç cephe mermer kaplama panolarının envanter numaraları taşın yapısına zarar vermeyen tıbbi kağıt plaster bantların üzerine yazılarak taşlarda bulunan bütün çatlaklar ve boşluklar projeye işlenmiştir. Aynı zamanda taşların cinslerini gösteren ayrı paftalar hazırlanmıştır.
Şekil 110Şekil 111Şekil 112Hasar Tespit ve Müdahale PaftasıHasar Tespit ve Müdahale Paftası
Kariye Müzesi’nin içinde birden çok taş cinsi görülmektedir. Duvarları kaplayan mermerlerin içinde çoğunlukla Marmara Adasından beyaz renkli ve gri damarlı olan mermerler kullanılmıştır. Ayrıca Marmara mermerinin yanı sıra Kuzey Afrika, Eğriboz Adası ve Afyon gibi değişik yerlerden getirilen Porfir, antik yeşil, oniks, kırmızı, sarı, ve pembe renkli damarlı mermerlerle zengin bir görünüm oluşturulmuştur. Aynı seri mermer blokların kesilerek, yan yana monte edilmesiyle mermerlerin üzerinde oluşan desenler, zengin simetrik şekiller ve kesilmiş ağaç desenini andıran motifleri oluşturmaktadır.
Şekil 113
Naos’da bulunan mermer kaplama levhalarının yüzey temizlikleri yapılmıştır. İlk olarak saf su ve mikro gözenekli süngerler ile taş yüzeyleri silinmiş, saf su ve kağıt havlu kompres uygulaması sonrasında yumuşak uçlu plastik kıl fırçalar ile taş yüzeyleri fırçalanıp temizlenmiştir.
Şekil 115Şekil 116Şekil 114
Naos duvar yüzeylerinde yapılan temizlik uygulamaları sonrasında taşların derz aralarında bulunan ve bağlayıcı özelliği kaybolmuş derz dolgu harçları alınarak yerlerine kireç bağlayıcılı yeni dolgu harçları yapılmıştır. Derz dolguları sonrasında naos cephelerinde renkli mermerlerin olduğu alanlarda derz dolguları renklendirilerek duvarlarda renk bütünlüğünü sağlanmıştır.
Şekil 115Şekil 116Şekil 117
Naos cephelerdeki yapılan çalışmalardan sonra taban döşeme mermerlerinde saf su, kağıt havlu kompres uygulaması ile yüzey temizliği, derz açma ve derz kapama uygulamaları yapılmıştır.
Şekil 119Şekil 118Şekil 120
Hodegetrıa meryemi mozaiği desen paftası
Meryem’in Ölümü (Koımesis) Mozaiği Desen Paftası
Mozaik Konservasyonu
Yüzey bezemeleri içerisinde özgün tessera tipi olan sarı ve gümüş varaklı mozaiklerin yapım tekniğinde bir cam küp üzerine altın veya gümüş varak üstünde yapıştırılmış ince bir cam tabakası bulunmaktadır. Zamanla dış etkenlerden kaynaklı olarak düşmüş üst cam tabakasının sağlamlaştırma çalışması için öncelikli olarak camların altında kalan varakların yapıştırması %3’lük paraloid B72 ile yapılmaktadır. Varaklar sağlamlaştırıldıktan sonra kuru yumuşak fırça yardımıyla uygulayıcının diğer bir elinde destek olacak şekilde müdahale edilen mozaiklerin üzerinden çıkan üst cam kapaklar % 10’luk paraloid B72 pens ve enjektör yardımıyla düştüğü mozaik üzerine yapıştırılır
Nem ve tuz hareketleri nedeniyle bağlayıcılık özelliğini yitirmiş olan harç tabakasından ayrılmış olanlar ve düşmüş olanların tekrar yatak harcına bağlanması için önce teseranın düştüğü yüzey temizlenip hazırlanan harç ile tesseranın bulunduğu orijinal yatak hazırlanır. Sonra tesera harç içine yerleştirilip preslenir. Harcın prizi kontrol edilip istenilen sonuç elde edilmiş ise pres yüzeyden alınır. Grup halinde oynayan ve düşmek üzere olan tesseralar için derz aralarına hazır harç enjekte edilerek preslenir ve oynamanın önüne geçilir.
Duvar yüzeylerinden ayrılmış olan sıvalı veya mozaikli bölgelerde duvara aderansın sağlanması amacıyla enjeksiyon deliklerinin sıva kalınlığına kadar açılması, kompresör yardımıyla açılan deliklerin temizlenmesi, açılan delikten küçük agregalı harç tabanca yardımı ile yüzey arkasına enjekte edilip daha sonra destek konularak yüzeyin tuğla dokuya tespiti için preslenir. Harcın prizi kontrol edilip istenilen sonuç elde edilmiş ise pres yüzeyden alınır.
Naosta; kasnak altında bulunan batı ve güney cephesi pencere kemer içlerindeki ve duvar panolarında kenar bantları özgün dokuya uygun olarak yenilenmiştir. Mozaikli yüzeyler krom ankrajlarla güçlendirilmiştir.
Aynı şekilde fresklerde mikro enjeksiyon yöntemi ile sağlamlaştırılmış olup çimento harçlı kenar bantları özgün harç terkibinde yenilenmiştir.
Naos taş -tuğla yüzeylerde kağıt hamuru ile temizlik yapılması
Naos Taş-Tuğla, İç Cephe Yüzeylerinde Derz Açma ve Derzleme
Naos iç yüzeylerinde özgün olmayan çimento katkılı derzler ile sağlam olmayan derz yüzeyleri itina ile raspa edilerek alınmıştır. Özgün ve sağlam olan derzler korunmuş sadece yüzey temizliği yapılmıştır.
Kaynaklar
Paul A.Underwood,The
Kariye djami,New York-London 1996,C.1,S.15
Semavi Eyice,Son
Devir Bizans Mimarisi,İstanbul´dapalailogoslar Devri Anıtları,İstanbul
1980,sayfa 46-51
MÜLLER-WIENER,Wolfgang,İstanbul´
un Tarihsel Topografyası,17.yüzyıl Başlarına Kadar Byzantion-Konstantinopolis-İstanbul,İstanbul2001,sayfa
162
Çetinkaya,Haluk,İstanbul´
da Orta Bizans Dini Mimarisi[843-1204],İstanbul 2003,İstanbul üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü,Sanat Tarihi Anabilim Dalı,yayınlanmamış doktora
tezi,sayfa 132
Semavi Eyice,´Kariye
Cami´,Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,cilt4,İstanbul 1994,
Sayfa 466
Alexander Van
Millingen,ByzantıneChurches in Constantinople ,1912 nin aynı basımı,London
1974,sayfa 288
Mehmet
Ziya,Kariye Camii Şerifi,İstanbul 1326
Türkiye Diyanet Vakfı,İslam
Ansiklopedisi,24 sayfa 495
Ömer Lütfi
Barkan,Ekrem Hakkı Ayverdi,İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953[ 1546]
Tarihli,İstanbul 1970,sayfa 67-71
Yıldız
Ötüken´,İstanbul kiliselerinin Fetihten Sonra Yeni Görevleri,Banileri Ve
Adları´
Hacettepe Beşeri
Bilimler Dergisi,cilt10,sayı2,Haziran 1979,sayfa 106
Ahmed Nezih
Galitekin,Ayvansarayi Hüseyin Efendi-Ali Satı Efendi-Süleyman Besim
Efendi,Hadikatü l Cevami [İstanbul camileri ve diğer dini-sivil mimari
yapılar],İstanbul 2001,sayfa 218
Havva Koç,´Ali
Paşa [Atik,Hadım]´,´Yaşamları Ve Yapıtları İle Osmanlılar Ansiklopedisi´,cilt1
,İstanbul 1999,sayfa 222-223,T.Okic,Hadım [Atik] Ali Paşa Kimdir ,Necati
LugalArmağanı,Ankara 1968,sayfa 501-515