Etiket arşivi: Ayasofya Camii

Ebu’l-Feth Sultan Mehmed Han Vakfiyesi

Ebu’l-Feth Sultan Mehmed Han Vakfiyesi
(Ayasofya Vakfiyesi)1

Bismillahirrahmanirrahim
Allah’ın en yüce ismiyle başlarım ve onun âli zikriyle başarıya ulaşılır.
Hamd 0 Allah’a olsun ki; insan nev’inden bir kısım fertleri irade-i ilahiyyesiyle adalet ve ihsan yolunda gitmeğe tam olarak
muvaffak eylemiş; cenneti, ilimler ve hayırlı amellerle nefsini tezkiye edip kemale erdirerek ona tevelli eden âbid kullarına
layık bir vaki eylemiştir. Onun nimetleri, tahdit ile ihata etmekten yüce ve saymakla hasr etmekten alidir. “0 öyle bir ilahtır
ki, kullar ümitlerini kesmişken feyzini (yağmuru) indirir ve rahmetini her tarafa neşreder; kullarının velisi (sahibi) ve en
çok hamde layık olan Hamid’dir (Şura, 42/28)”. 0, kendisine sadaka-i cariye ile yaklaşmak isteyenlere ecir ve mükâfatını
tam olarak vermiş ve onlara kapılan kendilerine tamamen açık olarak altlarından nehirler akan Adn Cennetlerini hazırlamıştır (Sad, 38/50)”. O Allah’a nimetlerine karşılık gelebilecek şekilde bir hamd ile hamd etmek ve bize ettiği keremine
denk olabilecek bir şükürle şükretmek istiyoruz. Bunu yaparken de hakkıyla O’na hamd edebilmekten ve şükrünün hakkını
yerine getirebilmekten aciz olduğumuzu itiraf ediyor ve Arap ve Acem’in seyyidi olan Hz. Peygamber’in söylediği şu kelamı
söylemekle yetiniyoruz: Ey Allah’ımız! Seni bütün kusur ve eksiklerden tesbih ve tenzih ediyoruz. Seni şanına layık bir
ma’rifetle tanıyamadık. Ey Allah’ımız! Seni bütün kusur ve eksikliklerden tesbih ve tenzih ediyoruz. Sana ni’metlerine
karşılık gelecek şekilde hakkıyla şükredemedik. Salat ve selam, Allah’ın kendisinin kendi nusreti ve mü’minlerle teyid eylediği; mü’minlere Allah’ın ayetlerini okuyan, daha evvel açık bir dalalette olsalar bile onlara Kitab-ı ilahi olan Kur’an’ı ve
hikmeti öğreten; nebi ve resullerin seyyidi olan; Allah’ın “Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya, 21/107)”
iltifatına mazhar olan ümmi peygambere olsun. O’nun maddi ve manevi kirlerden uzak ve yüce kalan, Allah’ın kendilerinden maddi ve manevi kirleri giderdiği ve onları manen ve maddeten tathir ettiği zeki ve zarif aline de olsun. Ayrıca, O’nun
hayırlı ve büyük olan sahabelerine, iyi ve kerim olan etba’ına da olsun. Besmele, hamdele ve salveleden sonra; her iz’an
ve akıl sahibi olanlar ile edeb ve irfan sahibi bulunan insanlara vazıh ve aşikardır ki, şer’-i sahih (doğru din) ve dürüst akıl
göstermektedir ki, insanın ebedi saadeti ve nefsin sermedi siyadeti, kendisi için doğru ve hayırlı olanı bilmesi ve onunla
amel etmesidir. Aynı şekilde iz’an ve idraki bütün akıllara gerekli olan şer’-i şerifde burhan (şer’i delil) ile sabittir ki, sadaka-i cariye, en güzel hayrattandır ve özellik de şer’i işlerde, hakiki ilimler ile kudsi ma’rifetlerin tahsilinde kendisinden yararlanılan sadakalar, en güzel olanlardır. Ta’atlere ve ibadetlere, hakiki ilim ve kemalatı elde etmeye davet edenlerden;
bununla da kalmayıp ibadet, ilim ve kemal sahiplerine her çeşit nimetleri ve her türlü imkanları hazırlayanlardan; onlar
için temelleri semaları kutrundan daha uzun olan mescidler ve ma’bedler inşa eden; binaları yüksek, harimleri geniş,
kabları bol ve görevlileri kerim olan medreseler ve hangahlar yapandan daha güzel amelli kim olabilir?
Yukarıda işaret olunan bu güzel amelleri ifa etme muvaffakıyeti, aşağıdaki vasıflara sahip olan Fatih Sultan Muhammed’e;
Allah’ın kendisine geniş lütfüyle ni’metler ve büyük saltanat ihsan eylediği; kendisine hikmet-i hükümet bağışlayarak
“Kime hikmet verilir ise, ona hayr-ı kesir verilmiştir” (Bakara, 2/269) Sırrına mazhar eylediği; kendisini katında sağlam
bir ip olan Din-i Mübini’ni te’yidde ve kafirler ile inatçı münafıkların hilelerini darmadağın etmekte muvaffak kıldığı ve de
kılıcı ve oku vasıtasıyla Rum diyarını küfrün zulümatından temizleyerek yerine adalet ve ihsanı ile emniyet, eman, uğur ve
iman dolduran Sultan-ı A’zam, Hakan-ı A’del ve A’lem, bütün milletlerin hakimiyetlerini elinde bulunduran, cömertlik ve
kerem mertebelerinin en yükseğine ulaşmakta eşi olmayan; bütün insanların zimmetlerine ona ita’at ve ittiba’ farz olan;
manasız, boş ve gereksiz işlerden nefret eden, âli himmetleri seven, zamanın biriciği, asrının eşsiz devlet adamı, galibiyet
ve zaferin yularlarını elinde tutan, ay ve güneşin üçüncü arkadaşı, Ömer bin Hattab ve Ömer bin Abdülaziz’in eserlerini
takip ve ihya eden, kudsi bir nefse, manevi ünsiyete vesile olan kemâlata ve meleki melekelere malik olan, daha evvel
kafirlerden başka sakinleri bulunmayan Memalik-i Rumiye’nin en uzak köşelerine kadar i’lâ-yı kelimetullah vazifesini ifa
eden;
Kadir ve kıymet açısından o güneş ise, diğer melikler sadece yıldızlardır.
Cömertlik ve keremde o deniz ise, diğerleri denizin suyunu taşıyan arklardır.
Eğer denilse ki, güneş her tarafı nurlandırıyor; güneşin verdiği ışık onun parlak fikrinin yanında sönük kalır; müşteri yıldızının onun isabetli re’yinden sa’adet satın alması gerekir. Sakın sakın! Güneş batıyor diye, mekarim-i adab ve mehasin-i
ahlakda onun batmakla lekeli bir güneş olduğunu tevehhüm etmeyesin ve onu çevresinde yıldızlar bulunmayan, batmaya
ve sönmeye mahkum müşteri yıldızları zannetmeyesin!
Onu az da olsa sicim gibi dökülen yağmurun sesi anlatıyor. Eğer yağmurun damlaları altın olarak dökülür.
Zaman ona ihanet etmez de güneş dile gelir konuşur. Arslan eğer susar ve deniz de tatlı olursa.
Mescid ve medreselerin temellerini imar eden; heykeller ve kiliselerin binalarını tahrip eden; “Mallarını Allah yolunda harcayanların misali, yedi başak verip her başağında yüz dane bulunan danenin haline benzer. Allah dilediğine kat kat
fazlasını da verir. Allah ihsanı bol olan, hakkıyla bilendir. (Bakara, 2/261)” ayetinde varid olan misalin en güzeli; İskender
zamanından bu vakde değin zamanın benzeri bir saltanat ve mülkü kendisine asla vermediği; adalet, iyilik, fazl, ihsan,
ilim ve irfan meydanlarında yarış çizgilerini en evvel geçen; kendi zamanı içinde olan güzelliklerin en güzeli, emniyet ve
emanı naşiri; Osmanoğulları’nın ikbal bayraklarını yükseklere çıkaran; yani Al-i Osman’ın yedinci ceddi ve bu sebeple de
kendisine dördüncü feleğin izzeti karşısında itaatle eğildiği, öyle şanlı ve şerefli birisi ki, katında başka şeref sahiplerinin
şerefi işe yaramaz, onun ihsanı olmadan başka ihsanlar fayda vermez; ancak onun hizmetinde bulunmak şeref kazandırır;
öyle bir kahraman oğlu kahramandır ki, konuşma sırasında onun ve bahtiyar ceddinin zikri geçtiğinde, karihalar şu doğru
söz ve yepyeni şür gelir:
Dediler ki, Ebü’l-Feth Osman’ın neslindendir. Dedim ki, Hayır hatır, ömrüme yemin ederim ki, ancak Osman onun neslindendir.
Gerçi nice babalar vardır ki, şeref sahibi oğlu ile adı yücelmiştir.
Nasıl ki, Adnan’ın adı Resulüllah ile yükseldiği gibi.
Emir’ül-mü’minin, imam’ül-müslimin, gazi ve mücahidlerin seyyidi, Rabb’ül-alemin olan Allah’ın teyidine mazhar, Samed,
Müheymin ve Mennan olan Allah’a güvenen, saltanat, hilafet, devlet, dünya ve din semasının güneşi Ebu’l-feth ve’n-Nasr
Sultan Muhammed Han- Allah Sübhanehu mülkünü ve saltanatını ebed’ül-abada kadar baki kılsın, fazl u ihsanı ile onun
yardımcılarının ve destekçilerini, Allah yer yüzüne ve üzerinde bulunan her şeye varis oluncaya kadar ki, 0, en hayırlı
varistir, aziz ve galib eylesin, onun din yolunda hakkıyla cihad eden büyük baba ve dedelerine mağfiret eylesin; özellikle
onların arasından onun hüşyar babası büyük ve şevketli sultan, Arap ve Acem’in meliklerinin efendisi; yeşil kılıcı ile sarıoğullarının boyunlarını kıran; kırmızı ve siyah olanlara gönderilen Peygamber’in dinini teyid eden; “Şüphesiz Allah adalet ve
iyilikle emreder” (Nahl, 90) nassının emrine uyan Murad Han babası büyük, bahtiyar, şehid, mağfûr, hayırları kabul edilen,
şerefli ve Allah tarafından teyid edilen Sultan Muhammed’e ziyade rahmet ve mağfiret eylesin.
Bu mücahid ve yüce Sultan Hazretleri -Alemlerden onun yüce gölgeleri kalkmasın, harpler ona eğerini düşürtmesin,
dünya ona firak acısını tattırmasın- Din-i Mübin’i bazen kılıç ve oklarıyla ve bazen de hüccet ve burhan ile teyid etmekte;
Rabbinin yoluna hikmet, güzel mev’ıze, en güzel ve en layık bir metod olan mücahede ile davet etmektedir. Buna en büyük
delillerden biri, onun Allah adalet ve merhametinin gölgesini ebedileştirsin, hilafet ve saltanatının şerefini kat kat artırsın
daha evvel küfür, küfran, zulüm ve udvan ile dolu olan ve Kostantiniyye denilen kale gibi şehri feth etmesidir ki, daha evvel bu şehirde sakin olan kafirler, Allah’ın hak davetine icabet etmeyen, mü’min olmayan, Müslümanlara kendi elleriyle
ve ita’at ederek cizye vermeyen, Müslümanlara savaş ve cidal yoluyla ta’arruz eyleyen, şehirlerde ve kullar arasında anarşi
çıkarmak işin tedhiş estiren ve de daha evvel şok sayıda melikler ve sultanlar fethine teveccüh etmesine rağmen onlara
fethi mümkün olmayıp elleri boş döndükleri beldelerinin kale gibi oluşuna ve kalelerinin ve surlarının sağlamlığına güvenen ve bundan kuvvet alan şımarık kimselerdi. Böyle bir beldeyi fetih gibi büyük bir nimet, çok azametli bir ihsan, yüce
bir zafer, şerefli ve yüksek bir mertebe ve Allah tarafından yerilen böyle değerli bir mevhibe, Allah’ın büyük bir fazlı ve
azametli bir feyzidir. Allah, bu feyzini ve fazlını, mü’minlere karşı şefkatli ve merhametli olan bu Sultan’a tahsis eylemiştir.
“fazl u ihsân Allah’ın elindedir; dilediğine ihsan eder; Allah büyük fazl u ihsân sahibidir. (Al-i imran, 3/73 )”.
Sonra bu beldenin fethi, şeri’atın mahiyetini, sünnetin ruhunu, canların kanlarını, mallarını nemalarını, haremlerin ırzını
ve namusunu koruyacak özelliklere sahip bir fetihdir. Allah, bu fetihle, bütün Müslüman beldelere yeniden yaratılmış gibi
yeni bir ruh ihsan eylemiş; insanlar bu fethin uğurlarıyla yeniden taze bir hayat bulmuşlardır.
Bu feth-i mübin -Allah’a hamd olsun- ilahi bir lütuf olarak bu büyük şanlı Sultan’a nasib olunca, -Allah, devlet çadırının
iplerini devam ve ebediyet kazıklarına bağlasın, onun yükseliş günlerini kemal ve tamamiyet ile beraber kılsın ve de onun
haşmetli günlerini zeval ve çöküşten muhafaza eylesin- ki, bu fetih karşısında sadece bir olan Allah’a hamd ederiz ki,
va’dinde sadık çıkmış, kuluna nusret vermiş, askerini galip ve düşmanlarını tek başına mağlup ve perişan eylemiştir, feth-i
mübinden hemen sonra, küçük cihaddan büyük cihada dönmüştür. Nefsin güzel ahlak ile tehzibi ve nefsin kuvvelerinin
te’dibi demek olan büyük cihad, asıl zor ve acı olandır. Fetihden sonra Sultan-ı A’zam, feth edilen beldede bulunan çok
sayıda kiliseyi, tevabi’i ile birlikte, biraz sonra geleceği üzere, şer’ -i şerife uygun ve sahih bir tarzda vakıf yapmıştır.
Bu hayra tahsis edilen yerlerden biri, Kostantiniyye beldesinin içinde bulunan, saltanat için ibka olunan Kal’a-i Sultaniye-i
Cedide’ye (Yeni Saraya) yakın yerde bulunan ve çok büyük ilahi teyidlerle müeyyed olan Kostantiniyye fatihinin manevi
gölgesinde, yüksek meziyetler ve mevhibelerle çepeçevre sarılan ve Ayasofya diye isimlendirilen nefis kilisedir.
Sınırları: Ayasofya Kilisesi, doğudan, Yeni Kal’a’nın suruna bitişik Sultanın kendisi için ayırdığı boş arazi-i sultaniye ve
Kenise-i Sultani ile sınırlıdır; kıble cihetinden, umumi yol ile (tarik-i am),
Ahmed2
bin İsmail’in binası, Musa bin İlyas’ın binası, azadlı kölelerinden Yusuf bin Abdullah’ın binası ve Hasan bin Ahi
Mahmud’un binasına bakmaktadır; batıdan, adı geçen Ayasofya Camii imamının oturması içün tahsis edilen ve vakf-ı
sultani olan menzile, Terzi Ali bin Hamza’nın binasına, Dellal Mustafa bin İshak’ın binasına ve eskiden Kenise-i Sultani olup da fetihden sonra saatçi Hamza Bali bin Hacı Muhammed’in oturduğu binaya bakmaktadır; kuzeyden, Ayasofya ile
Tetimme-i Ayasofya adı yerilen medrese arasında bulunan üstü örtülü umumi yola ve Sultan Muhammed Han bin Sultan
Bayezid Han’ın – Allah kabirlerini hoş eylesin- kızı Selçuk Hatun 120 mülkü ile sınırlıdır.
Bunlardan biri de, Kostantiniyye’de, Mevlana Zeyrek Mahallesi denilen mahallede bulunan ve Zeyrek Camii adı yerilen
kilisedir ki, doğudan taraf-ı saltanat için tahsis edilen boş arazi; kıble tarafından umumi yol; batıdan Zeyrek Medresesi
Odaları denilen hücrelerin sahnı ve kuzeyden ise, zikredilen odaların bir kısmı ile sınırlıdır. Fatih bu kiliseyi içinde cum’aların ve cemaatle beş vaktin kılındığı bir mescid haline getirmiştir.
Bunlardan biri de, Darü’l-Feth Galata’da, İskele Kapısı’na yakın Hacı Hamza Mahallesi’nde bulunan kilisedir ki, Hristiyanlar
nezdinde Mesadomenko Kilisesi diye bilinmektedir ve kuzeyden ve doğudan umumi yol, kıble tarafından özel yol, doğudan
Cenderecioğlu diye bilinen Hoca Muhyiddin bin Hoca Şemseddin’in mülkü ve Dershane demekle meşhur bahçe ve Nakışlı
Kilise dedikleri kilise ile sınırlıdır.
Bunlardan birisi de Kostantiniyye tevabi’inden Silivri diye bilinen kal’a içinde bulunan kilisedir ki, doğudan Tüccar Nasuh
bin İlyas mülkü, kuzeyden Kadi Kasım oğlu Musa Çelebi mülkü, batıdan ve güneyden umumi yol ile sınırlıdır.
Ebül-Feth Muhammed, zikredilen bu dört kiliseyi, içinde cum’aları ve cemaatle beş vakit namazın kılındığı, ibadet ve ta’ at
ile sa’adet-i ebediyenin elde edildiği mescidler haline getirmiştir.
Bunlardan biri de, Kostantiniyye içinde Eski İmaret diye adlandırılan mahallede bulunan Eski İmaret Kilisesi’dir ki, doğudan taraf-ı saltanat için terk edilen boş arazi, kıble tarafından ve kuzeyden Eski İmaret Odaları diye bilinen hücreler ve
batıdan da zikredilen hücreler arasında bulunan boş sahın ile sınırlıdır. Ebu’l-feth Muhammed, bu kiliseyi de içinde beş
vakit namazın kılınacağı mescid haline getirmiştir.
Bunlardan biri de, yine Kostantiniyye’nin içinde yer alan ve Kalenderhane diye bilinen kilisedir ki, yerinin şöhretinden dolayı, tarif ve tahdidden müstağnidir. Burayı, fakirlere, yoksullara, şehre gelen giden misafirlere vakıf olarak tahsis etmiştir.
Bütün bunlardan sonra, çok sayıda fazilet ve kemalinden çok az bir kısmına yukarıda işaret olunan bu meşhur büyük Emir
Allah saltanatını bütün insanların toplanacağı ve bir araya geleceği kıyamet gününe kadar ebedileştirsin sadece ve sadece
Allah rızasını gözeterek, sevabını dileyerek ve O’nun azabının eleminden kaçabilmek ümidiyle, Kostantiniyye şehrinin ortasında, şu anda Yeni Cami Mahallesi diye bilinen yerde, binası yüksek, temelleri görülmemiş şekilde muazzam, duvarları
sağlam, san’at güzelliğinde ve sağlamlıkta kemal noktasına ulaşmış, camilerde bulunması gerekli her şeyi içinde bulunduran, içinde gönüllerin arzuladığı gözlere zevk veren ve dinleyenleri doyuran her şey bulunan, şehirlerdeki mescidler
arasında bedenlerin temel a’zaları gibi yer tutan, tarif ve tahdidden müstağni bir cami daha inşa eylemiştir.
Bu mescidin çevresinde sekiz medrese (Medaris-i Semaniye) inşa buyurmuşlardır ki, bu medreselerin her bir köşesi,
yüksek bir cennet ve devamlı sünbüllenen bir bahçe gibidir. Kim bu bahçelere fazilet ve ilim kazanmak isti’dadı ile girerse,
0 memnu ve mesrur bir hayata girmiş olacaktır ve kim ki fıtratındaki ve kabiliyetindeki eksiklik sebebiyle bu medreselere
giremezse, onun barınacak yeri yoktur, sonu uçurumdur.
Bu yüksek seviyedeki sekiz medreseden her birinin arkasına da, onlardan daha küçük olan ve Tetimme diye adlandırılan
birer medrese daha inşa eylemiştir ki, bunlar tamamıyla insanlar arasında çok meşhur olduğundan tarif ve tahdidden
müstağnidir. Nasıl meşhur olmasınlar ki, mesele dağın tepesindeki ateşten daha belirgindir.
Zikredilen Yeni Cami’nin batı tarafında, Sahn-ı Seman denilen yüksek medreselerin müderrislerine ve buralarda sakin olan
talebelere vakfedilmiş vakıf kitapların muhafaza edileceği bir mahzen daha bina etmişlerdir.
Bu kal’a gibi olan şehirde – bu şehir, saltanatının ve şahsiyetinin büyüklüğünün hulleleri vakar ve sekinet ile süslenmiş
olan Fatih’in gölgesi altında, bütün güzellikleri ve süsleri ile çevrelenmiş olarak varlığını devam ettirsin- iki geniş ve
yüksek bina daha inşa eylemiştir.
Bunlardan biri, hastalar için teşkil olunan Dârü’ş-Şifâ’dır.
Burası o kadar güzel bir binadır ki, oraya giren sevdiği ve istediği her şeyi içinde bulabilir. Havası güzel, suyu tatlı, binası
narin ve latif, içindeki görevliler sevimlidir. Burada içinde insanlar için her şifanın bulunduğu türlü türlü meşrubat ve
ayaktan başa kadar bütün hastalıklara sıhhat verecek her türlü ilaç bulunmaktadır.
Kalitede, değerde, güzellikte ve sevimlilikte Dârü’ş-Şifâ binasına mümasil bir diğer bina da, Kostantiniyye şehrine gelecek
misafirlerin konaklaması için tahsis edilen Daru’z-Ziyafe’dir.
Bu iki binadan birincisi, Daru’ş-Şifa diye adlandırılmıştır, ikincisi de imaret-i Sultaniye diye isimlendirilmiştir. Bunlar çok
meşhur olduğundan iki kardeş gibidirler ve bu sebeple tarif ve tahdidden müstağnidirler.
Ve daha sonra Kule-i Cedide dedikleri Rumelihisarında, insanları burada Cuma ve beş vakit namazı kılmaları için bir cami
ve mescid inşa buyurmuşlardır.
Daha sonra, bu zikredilen mescidler, hangahlar ve medreselerin imar ve inşası tamamlandıktan sonra, Yüce Sultan Hazretleri, Saltanatı, teyidatı sübhaniyye ile ile’l-ebed devam eylesin- bunlardan her birini, sırf Allah rızasını tahsil ve ‘’Allah’
a kalb-i selim ile gelenler dışında, malın mülkün ve evladın asla fayda vermeyeceği günde” ebedi Cennet nimetlerine
kavuşmak ümidiyle, ehil olanlara, şer’i hükümlere uygun ve sahih bir surette vakıf, kesin, lazım ve vazgeçilemez bir tarzda
tasadduk eylemiştir. Yaptığı bu vakıf ve tasadduk, işlemi geçerli kılacak bütün şartları haiz olduğu gibi, vakıf işlemini
bozacak hallerden ve bozucu şartlardan da uzaktır.
Kadı da, bunun üzerine yapılan vakfın, şer’-i şerif-Şari’ine en faziletli salatlar ve en mükemmel tahiyyatlar olsun- ve din-i
mübin-i İslam’daki hükümlere uygun olarak, geçerliliğine ve bağlayıcılığına (sıhhatine ve lüzumuna) karar vermiştir.
Mescidler, bütün Müslüman kadın ve erkekler ile mü’min kadın ve erkeklere; hangahlar ise, bunlardan Daru’ş-Şifa diye
adlandırılanı Müslüman ve mü’minlerden tedavisi mümkün bir hastalığa mübtela olmakla tedaviye muhtacı olanlara;
imaret-i Sultaniye diye adlandırılan kısım şehre gelip giden Müslüman misafirlere vakfedilmiştir.
Yüksek medreseleri, şer’i ve akli ilimlerden istifade edebilecek ve burada kalacak olan talebeler ile akli ve nakli ilimlere
vakıf olup da tedris ve talim sırasında medreselerde hazır bulunması gereken müderrislere vakf eylemiştir.
Küçük medreseleri ise, yüksek medreselerde sakin olan talebelerden istifade edeceklere vakf eylemiştir. Allah vakfeden
mümaileyhe en güzel şekilde ihsanda bulunsun, hasenatını en güzel tarzda kabul eylesin, gizli ve açık işlediği bütün salih
amellerini en hayırlı şekilde mükâfatlandırsın.
Daha sonra, vakfeden, -Allah mülkünü ve saltanatı bakileştirsin, fazl u ihsan ile onun yardımcılarını ve destekçilerini
aziz kılsın-, bu hüccet-i şer’iyede ve dini vesikada yani vakfiyede zikredilen mescidler, hangahlar ve medreselere, biraz
sonra zikredilecek olan emlaki, akarları, köyleri (kura), değirmenler, tarlalar, otlaklar, menziller ve saire vakıf ve tasadduk
eylemiştir.
Vakfedilen Köyler ve Tarlalar (Kul’a ve Mezari’-i Mevkufe ki, Arazi-i Mevkufe diye de bilinir ve tahsisat kabilinden vakıflardır.)
Bunlardan biri, Silivri adıyla bilinen kal’anın tamamdır ki, bütün tevabi’ ve levahıkı ile ve irtifak hakları ile birlikte vakfedilmiştir,
Biri dahi, Tekfur Dağı’nda bulunan Banatos adlı köydür.
Biri dahi, Tekfurdağı’na bağlı Rados isimli köydür

Biri dahi, Çorlu Nahiyesine bağlı Ereğli isimli köydür.
Biri dahi, Kırkkilise Nahiyesine bağlı İskoplos isimli köyün tamamıdır ki, buna bitişik olan ve herkesçe bilinen dört köy
de vakfa dâhildir. Bunlardan birisi, Kara Hamza Köyü, ikincisi Seviler Köyü, üçüncüsü Hemşehri Köyü ve dördüncüsü ise
Malkoçlu Köyü’dür.
Biri dahi, Kırkkilise Nahiyesine bağlı Pedra Köyü’dür.
Biri dahi, Kırkkilise Nahiyesine bağlı Ereğlice Köyü’nün tamamıdır ki, ona bağlı olan Bektaşlu Köyü ve Kara Kurşunlu Köyü
de vakfa dahildir.
Biri dahi, Kırkkilise Nahiyesi’ne bağlı Koyun Kafiri Köyü’nün tamamıdır,
Biri dahi, Kurtcuğaz Viranı Müsellemliği diye bilinen arazi ile birlikte Vize Nahiyesi’ne bağlı Ahmed Beğ Köyü’dür.
Biri dahi, Vize Nahiyesi’ne bağlı ispatla Köyü’nün tamamıdır ki, ona bağlı olan Kara Yahya Müsellemliği denilen köy de
vakfa dahildir.
Biri dahi, Vize Nahiyesine bağlı ve biri Kurbağa Reis ve diğeri Aşağı Çeltikçi diye iki ismi bulunan köyün tamamıdır.
Biri dahi, Vize Nahiyesi’ne bağlı ve biri Sucuk Dere ve diğeri Kayaklı diye iki ismi bulunan köyün tamamıdır.
Biri dahi, Vize Nahiyesi’ne bağlı, adı geçen Sucuk Dere’ye bitişik Gönç Çiftliği denilen arazidir.
Biri dahi, Vize Nahiyesi’ne bağlı Fekle Köyü’nün tamamıdır.
Biri dahi, Çorlu beldesinin mahallelerinden gayr-i müslimlerin sakin olduğu kefere mahallesidir ki, bu mahalleye tabi
Çeribaşı Çiftliği denilen arazi de vakfa aittir.
Biri dahi, Çorlu Nahiyesi’ne bağlı Cando Köyü’dür.
Biri dahi, Çorlu Nahiyesi’ne bağlı Papaslık Köyü’nün tamamıdır.
Biri dahi, Vize Nahiyesi’ne bağlı Serakine Köyü’nün tamamıdır.
Biri dahi, Vize Nahiyesi’ne bağlı Hasboğa Köyü’nün tamamıdır ki, ona bağlı olan Cepçi Çiftliği de vakfa dahildir.
Biri dahi, Kırkkilise Nahiyesi’ne bağlı, biri Dolya ve diğeri Korucu olmak üzere iki ismi bulunan köydür.

Biri dahi, Kırkkilise Nahiyesi’ne bağlı biri Yond Oğlanı ve diğeri Hıdırcı olmak üzere iki ismi bulunan köydür.
Biri dahi, Sofiler diye bilinen köydür ki, Vize Nahiyesi’ne bağlı olup bir diğer adı da İsa Çiftliği’dir.
Biri dahi, Vize Nahiyesi’ne bağlı Örenlü Köyü’nün tamamıdır.”
Biri dahi, Vize Nahiyesi’ne bağlı Kabanos Köyü’nün tamamıdır’.
Biri dahi, Vize Nahiyesi’ne bağlı Çakanhoru Köyü’nün tamamıdır.
Biri dahi, Hayrabolu Nahiyesi’ne bağlı Brafça Köyü’nün tamamıdır.
Biri dahi, Pınarhisar’ında bulunan Çeltüklük denilen ark ile Burgos’da bulunan arktır.
Biri dahi Vize’ve bağlı Klavrı Köyü’nde bulunan Başağa Çeltükçi denilen çiftliktir.
Bütün bunlar, kırk aded akar eylemektedir; bazıları tahdid ve tarifden müstağnidir; bazılarının sınırları, yukarıda zikredilen
mescid ve hangahlara vakfedilen emlakin bütün ayrıntılarının kaydedildiği Evkaf defterinde zikredilmiştir.
Vakıf Çarşılar (Esvak-ı Mevkufe)
Vakıf akarlardan biri Bezzazistan’dır ki, Bezzaziye Dükkânları denir. Kostantiniyye şehrinin -Her türlü beladan ilel-ebed
mahfuz kalsın- içinde merhum Mahmud Paşa imareti’nin yakınında, Çabr Ağa Mescidi Mahallesi’nde bulunmaktadır. 118
sandığı müştemil olup kendisine bitişik olan dükkânları, içinde bezzazların, takyecilerin ve terziler ile benzeri diğer esnafın
oturduğu çevrede bina edilmiş dükkânları ve de Bit Pazarı denilen dükkânlar bu Bezzazistana tabidir. Dükkânların tamamı
849 adeddir. Sınırları da adı geçen Evkaf Defteri’nde zikredilmiştir.
Bunlardan biri de Sultan Pazarı diye isimlendirilen Suk-ı Kebir yani Büyük Çarşı’dır ki, inşa buyurdukları Yeni Cami’nin
yakınlarında ve Kostantiniyye şehrinin -her türlü rezil ve aşağılık şeylerden korunsun ve her türlü fazilet ve meziyetle
bezzazistanın ortasında bulunmakta; çevresi medreselerle çevrilmiş olup çok sayıda hücreleri ve dükkânları içinde bulundurmaktadır. Bu çarşıdaki dükkânların sayısı, 286 aded ve hücrelerin sayısı ise 33 adeddir.
Bunlardan biri de, yine Kostantiniyye’de Mahmud Paşa Dükkânları denilen Pazardır ki, merhum Mahmud Paşa imaretinin
yakınında bulunmaktadır. Bu çarşı, üç blok halindedir; bir kısmı diğerine mukabildir. Bu dükkanların arkasında ve çevrelerinde bulunan dükkanlar da vakfa tabidir. Tamamı 265 dükkandır ve sınıları Evkaf Defterinde kayıtlıdır

Bunlardan biri de yine, Kostantiniyye’de, Saraçlar Çarşısı dedikleri pazardır ki, Canalıcı Kilisesi Mahallesi’nde bulunmaktadır ve bu çarşı pest bir mahalde bulunmakla bir gayri mahalle düşmüştür. 110 dükkanı muhtevi olup bunlarda saraçlar
oturmaktadır.
Vakıf Hanlar (Hanat-ı Mevkufe) Misafirler için Vakfedilmiştir
Bunlardan biri Han-ı Sultanî’dir ki, alt ve üst katlar şeklinde 98 hücreyi müştemildir. Kostantiniyye’de Bey Kervansarayı diye bilinmekte ve Mahmud Paşa Hamamı yakınında, Daye Hatun Mescidi Mahallesi’nde bulunmaktadır. Etrafında
bulunan 42 aded dükkân da bu hana bağlıdır.
Bunlardan biri de, Bodrum Kervansarayı demekle bilinen handır ve Konstantiniyye’de Eski Saray denilen Saray-ı Amire-i Sultani civarında bulunmaktadır. Üst ve alt kat şeklinde 31 hücreyi müştemildir. Duvarına bitişik olan 14 bab dükkan
ve haricinde kervansaraya bitişik olarak bulunan 9 bab hücre de mezkur vakfa bağlıdır.
Bunlardan biri de, yine Kostantiniyye’de Kalealtı Mahallesi’nde bulunan ve Yemiş Kapanı adıyla bilinen handır. Alt
katta 11 mahzeni ve üstte ise 16 hücreyi müştemildir. Ayrıca hana bitişik olan 16 dükkan da vakfa aittir.
Vakıf Hamamlar Adı geçen imaretlere vakfedilen Hamamat-ı Mevkufe
Bunlardan biri, İskeleye yakın olan Kalealtında bulunan hamamdır.
Biri de, Alaca Hamam demekle marufdur.
Biri de, Yahudiler Hamamı diye bilinmektedir.
Biri de, Sinan Paşa Hamamı diye marufdur.
Biri de, Alaca Hamamı diye marufdur.
Biri de, Sırt Hamamı diye bilinmektedir.
Biri de Ahmed Paşa Hamam diye marufdur.
Biri de, Kazasker Hamamı diye marufdur.
Biri de Merhum Mehmed Paşa Mahallesi’nde bulunan Mehmed Paşa Hamamıdır.
Biri de, Azebler Hamamı diye bilinmektedir

Biri de, Balat Kapısı diye adlandırılan hamamdır.
Biri de, Çavuşbaşı Hamamı diye bilinmektedir.
Biri de, Kulle Hamamı diye marufdur.
Biri de, yukarıda zikri geçen Yeni Cami’nin yanında bulunan hamamdır.
Bütün bu hamamlar, tamamen Kostantiniyye’nin içinde bulunan hamamlardır.
Galata’da bulunan vakıf Hamamlar ise şöyledir:
Bunlardan biri Bakırcı Süleyman Mahallesi’nde bulunan ve Direklice Hamam dedikleri hamamdır.
Biri de, Cami Mahallesi’nde, bulunan hamamdır.
Biri de, Tophane Kapısına yakın Karaköy Mahallesi’nde bulunan hamamdır.
Diğer Vakıf Akarlara Gelince;
Bunlardan bir kısmı Kostantiniyye’de ve bir kısmı da Galata’da bulunmaktadır.
Kostantiniyye’de bulunan vakıf akarlar
Bunlardan biri, Saraçlar çarşısı yakınında, Üstad Ayas Mescidi Mahallesi’nde bulunan ve Beylik Dükkânlar diye bilinen 35
dükkandır.
Biri de, yine Üstad Ayas Mescidi Mahallesi’nde Kazasker Dolabı diye bilinen dolap yanında bulunan 8 dükkândır.
Biri de, acemi yeniçerilerin meskeni olup, Eski Odalar diye bilinen mekâna yakın birbirine bitişik 10 dükkândır.
Biri de, Kazasker Hamamı diye bilinen hamamın yakınında, yer alan 11 dükkândır.
Biri de, Künfoz (Kinigos) Kapısı çarşısında bulunan 22 dükkândır.
Biri de, deniz sahilinde ve kale dışında bulunan ve debbağlar sakin olmakla Debbağhane diye bilinen 27 dükkândır.
Biri de, denize yakın bir mahalde ve Silahhane diye bilinen 32 dükkândır.
Biri de, Ayasofya diye bilinen eski Büyük Cami Çarşında (Suk-ı Cami’-i Kebiri-i Atik) bulunan 39 dükkândır

Biri de, Ayasofya Mahallesi’nde, zikr olunan Ayasofya çarşısına yakın iki zemin kat ev ile çevresi duvarla çevrilmiş bir ön
bahçeyi havi (muhtevî) bir bab menzildir.
Biri dahi, zikredilen Ayasofya Camii’ne bitişik 25 bab menzildir ki, dokuzu kuzey duvara ve geriye kalanı da kıble duvarına
bitişiktir.
Biri dahi, yine Ayasofya Mahallesi’nde, üç aded zemin kat ile üstü odalı bir dükkânı da şamil olan bir bab menzildir.
Biri de, yine Ayasofya Mahallesi’nde, bulunan ve birbirine bitişik vaziyette olan üç dükkândır.
Biri de, yine Ayasofya Mahallesi’nde, kuzey taraftan Tak-ı Sultani diye bilinen kemerin yanında bulunan karşılıklı olarak
inşa edilmiş 17 aded yeni dükkândır.
Biri de, Yeni Kal’a’ya yakın bir yerde, Yeni Kapı civarında, Elvanoğlu Mescidi Mahallesi’nde bulunan 4 dükkandır.
Biri de, Karakadı Mahallesi’nde bulunan iki zemin kat ve iki üst kat evi müştemil menzildir.
Biri de, Orea (Orye) Kapısı Mahallesi’nde bulunan bir dükkândır. Biri de, Edirneli Yahudiler Mahallesi’nde bulunan ve
Boyahane diye bilinen dükkândır.
Biri de, yine adı geçen mahallede ve Fildamı dedikleri mevzi civarında bir fırın ve bir anbarı müştemil menzildir.
Biri de, Balıkpazarı Mahallesi’nde, bulunan ve birbirine bitişik olan 10 dükkândır,
Biri de, adı geçen mahallede, Balıkpazarı Kapısının yakınında bulunan bir dükkândır,
Biri de, Balıkpazarı Kapısında bulunan ve mutasarrıfına aylık kira (müşahere) tayin edilen beş parça arazidir
Biri de, Karaşems Mahallesi’nde bulunan ve bir zemin kat ve bir muhavvata (duvarla çevrili on bahçe) yı müştemil bir bab
menzildir.
Biri de, Mehmed Paşa Mahallesi’nde, Mevla Hoca Hayreddin Mescidi yakınında bulunan menzildir.
Biri de, merhum Hızır Beğ Çelebi Mescidi Mahallesi’nde bulunan birbirine bitişik üç dükkândır.
Biri de, Un Kapısı Çarşısında bulunan birbirine bitişik üç dükkândır.
Biri de, yine aynı çarşıda ve Hacı Sinan Karamani’nin mülkü civarında bulunan birbirine bitişik iki dükkândır.

Biri de, yine aynı çarşıda, Hacı Sinan Karamani ile Hacı Osman mülkü yakınında bulunan birbirine bitişik iki dükkândır.
Biri de, yine aynı çarşıda bulunan bir başka dükkândır.
Biri de, yine aynı çarşı yakınında ve Mercan Ağa’nın mülkü civarında bulunan zemin kat menzildir.
Biri de, 35 aded menzildir ki, deniz sahilinde ve kal’a dışında inşa olunmuştur, Balıklığı diye bilinmekte ve Cebe Ali Kapısı,
Gün Kapısı ve Künfoz kapılarının mukabilinde yer almaktadır,
Biri de, Silivrikapı civarında bulunan zemin kat bir menzildir
Biri de, Mustafa Paşa Hamamı yakınında, Aya Manastırı dedikleri yerde bulunan 12 aded hücredir.
Biri de, Yeni Kal’a yakınında, Nevbethane Mahallesi’nde bulunan bir aded dükkândır.
Biri de, Hoca Üveys Mahallesi’nde, Hoca İbrahim mülküne bitişik bir değirmendir,
Biri de, aynı mahallede, bulunan ve dört sınırı Hoca Üveys mülküne ulaşan bir değirmendir.
Biri de, Hacı Üveys Mahallesi’nde, Pir Mehmed bin Küçük Hacı mülküne bitişik, bir zemin kat ve bir üst katı müştemil bir
menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede ve Mahzenci Sungur mülküne bitişik bir aded evdir.
Biri de, Edirneli Yahudiler Mahallesi’nde, Yahudi Arslan’ın mülküne bitişik bir zemin katı ve üzerinde bir odayı müştemil
bir menzildir
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Musa bin Bayram’ın mülküne bitişik bir zemin katı ve üstünde bir odayı müştemil
menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede ve Orea (Orye) Kapısı yakınında bulunan bir aded dükkândır.
Biri de, yine aynı mahallede ve Yahudiler Hamamı’nın yakınında bulunan, bir zemin kat ve bir üst katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Arslan Ranbo’nun mülkünün yanında bulunan bir değirmendir.

Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Mordohay’ın mülkünün yanında bulunan zemin kat bir evdir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Şamuel’in mülkünün yanında bulunan zemin kat bir evdir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Kayde Hanımefendi’nin mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve üzerinde de bir
odayı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Bor Senyör EI-Efrenci’nin mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve dükkânı müştemil bir
menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Mevlana Âlim Fazıl Molla Gürani Hanı’nın yakınında bulunan umumi yola bitişik bir zemin katı
müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Yakub bin Musa’nın mülkünün yanında bulunan bir dükkândır.
Biri de, yine aynı mahallede, bulunan iki zemin katı ve üzerinde de iki üst katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi İlyas bin Musa’nın mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve üzerinde de bir üst
katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Kostra Hanımefendi’nin mülkünün yanında bulunan iki zemin katı bulunan bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Hablos’un mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve üzerinde de bir odası müştemil
bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Nişastacı Yusuf’un mülkünün yanında bulunan bir değirmendir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Arhondise Hanımefendi’nin mülkünün yanında bulunan bir zemin katı müştemil bir
menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Arslan Kösec’in mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve üzerinde de bir odası
müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Musa bin Bayram’ın mülkünün yanında bulunan bir değirmendir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi İstağdiya Hanımefendi’nin mülkünün yanında bulunan bir zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Fildamı denilen yere yakın bir zemin katı ve üzerinde de bir üst katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Panorya’nın mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Fildamı denilen mevziye yakın Yahudi Arhondisiyye Hanımefendi’nin mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve üzerinde de bir üst katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Musa bin İlyas’ın mülkünün yanında bulunan bir zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Hristiyan Komnati mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Hristiyan Marmara mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Fildamı denilen yerde Yahudi Tabib Musa’nın mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve bir
üst katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Hristiyan Androniko mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Hristiyan Angeline Hanımefendi’nin mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve bir üst katı
müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Kazal mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Hristiyan Androniko mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve bir üst katı müştemil bir
menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Esbadiye Hanımefendi’nin mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir. Biri de, yine aynı mahallede, Selahi İlyas mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Balıkpazarının yakınında, Hristiyan Makromali mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Balıkpazarının yakınında, Yahudi Konorti mülkünün yanında bulunan bir zemin katı müştemil
bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Öküz Damı Kilisesinin yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.

Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi İlyas Zebano mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, Burgos’lu Halil Paşa Mahallesi’nde Yahudi Havrası yanında bulunan bir zemin katı ve bir üst katı müştemil bir
menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Kostra Hanımefendi’nin mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve bir üst katı
müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Mesasiye mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Yusuf mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Davud mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve bir üst katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, İbrahim mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Efrayim mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Doktor İlyas’ın mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede bulunan birbirine bitişik iki dükkândır.
Biri de, yine Bozahane Mahallesi’nde, Zindan’a yakın bir yerde bulunan ve Bozahane diye bilinen bir dükkândır.
Biri de, yine aynı mahallede, adı geçen Bozahane dükkânına bitişik zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Umumi Yolun yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi İlya’nın mülk binasının yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Yuhanna mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi İsmail mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Elkana Erni mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi İlyas mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, bulunan bir zemin katı ve bir üst katı müştemil bir menzildir.

Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Bonoporto mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Muezzin Hasan Fakih mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Arap Abdurrahman mülk binasının yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, İmam Musa Fakih’in mülk binasının yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir. Biri
de, yine aynı mahallede, Hacı Halil Mescidi’nin yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Şerbetçi Kenan mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve bir muhavvatayı müştemil bir
menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Hacı Seydi mülkünün yanında bulunan bir zemin katı, bir üst katı ve bir muhavvatayı müştemil
bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Silahi İshak mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve bir üst katı müştemil bir menzildir.
Biri de, Acemoğlu Mahallesi’nde Yemiş Kapanı diye bilinen hanın yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Şamuel’in mülkünün yanında bulunan birbirine birbirine bitişik üç evdir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Yakub mülkünün yanında bulunan birbirine bitişik 4 evdir.
Biri de, yine aynı mahallede, zemin katları ve üst katları müştemil birbirine bitişik 7 menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Ya’ko mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Tabib Avrahim mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve bir üst katı müştemil bir
menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Ron mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Davud mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Saltil mülkünün yanında bulunan zemin katları ve üst katları müştemil, birbirine
bitişik 5 menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Hayim mülkünün yanında bulunan her biri zemin katı ve üst katı müştemil olan birbirine bitişik 4 menzildir.

Biri de, yine aynı mahallede, Acemoğlu Kızı Hacı İslam Hatun diye bilinen hanımefendinin mülkünün yanında bulunan
birbirine bitişik iki zemin katı müştemil menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Aziz mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve bir üst katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Nesan mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Musa mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve bir üst katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Ya’ko mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, mukata’at arazisi diye bilinen, Ka’lanın haricinde Orea (Orye) Kapısının hizasında Ağaç Pazarı diye adlandırılan
mevzide bulunan yedi parça boş arazidir.
Biri de, Küçük Hacı Mescidi Mahallesi’nde Sinan-ı Saydelani mülküne bitişik ve Han-ı Sultani’nin yanında bulunan zemin
katı ve üstünde bir odayı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Oğlan Sevici demekle ma’ruf Nasuh’un mülkünün yanında bulunan zemin katı ve üstünde bir
odayı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Muhammed Mıkrazi mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Karı Bula mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, Kostantiniyye’de Çelebioğlu Mescidi Mahallesi’nde Hacı Safiye Hatun mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, Daye Hatun Mahallesi’nde bulunan bir aded değirmendir.
Biri de, Kostantiniyye’de Çelebioğlu Mescidi Mahallesi’nde Çelebi Oğlu Vakfının yanında bulunan bir aded dükkandır.
Biri de, yine aynı mahallede, Musa Çelebi mülkünün yanında bulunan zemin katı ve üstünde bir odayı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede Yahudi Musa mülkünün yanında bulunan zemin katı bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, İznik’li Ramazan mülkünün yanında bulunan bir aded değirmendir.
Biri de, yine aynı mahallede, Ankaralı Hamza mülkünün yanında bulunan zemin katı ve üstünde bir odayı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Yusuf mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi İlyas mülkünün yanında bulunan zemin katı ve üstünde bir odayı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı beldede ve Kara Şems Mahallesi’nde Yahudi Yahya mülkünün yanında bulunan zemin katı ve üstünde bir
odayı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Perto mülkünün yanında bulunan birbirine bitişik üç menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Sarana Hanım’ın mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve bir üst katı müştemil
bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Bozahane’ye bitişik bulunan bir kilisedir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Sameriya mülkünün yanında ve Kale altının yakınında bulunan, birbirine bitişik iki
zemin katı müştemil menzillerdir.
Biri de, yine aynı beldede, Hacı Timurtaş Mescidi Mahallesi’nde Kale altının yakınında, Kasap Hacı Ali bin Timurhan mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Bakkal Hacı Ahmed mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Topçuoğlu mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Paşa Bali mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Kimya Hatun mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve bir üst katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Kürkçü İsmail mülkünün yanında bulunan birbirine bitişik her biri bir zemin katı ve bir üst
katı müştemil 5 menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Bazarbaşı diye bilinen Yunusun mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve bir üst katı
müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Üstad Harrat Kemal’in mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve bir üst katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, merhum Murad Paşa Vakfının yanında bulunan birbirine bitişik 9 hücredir.
Biri de, yine aynı beldede, Hoca Hamza Mescidi Mahallesi’nde Kasap Yusuf bin Çağatay mülkünün yanında bulunan bir
aded değirmendir.
Biri de, yine aynı beldede, Hacı Timurtaş Mescidi Mahallesi’nde, Kalealtının yakınında, Umumi Yol ve Kasap Hacı Ali bin
Timurhan mülkünün yanında bulunan birbirine bitişik 13 babı müştemil hücrelerdir.
Biri de, yine aynı beldede, Bakırlar çarşısında Yahudiler Havrasının yanında bulunan birbirine bitişik 6 dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda Vakf-ı Sultani’nin yanında bulunan bir dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda merhum Murad Paşa Vakfının yanında bulunan bir aded dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda Hacı Timurtaş mülkünün yanında bulunan üç hücreye müştemil bir menzil ve 4 dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda, Durmuş Anası mülkünün yanında bulunan üç hücre ve 11 dükkanı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı çarşıda, merhum Murad Paşa Hanın yanında bulunan birbirine bitişik 9 dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda, Ali el-Kırdi. (Maymun Ali) mülkünün yanında bulunan birbirine bitişik 7 dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda, Yavaşça Şahin Mescidinin yanında bulunan bir dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda, Boyahane diye bilinen Malkarah Hoca Hayreddin mülkünün yanında bulunan birbirine bitişik iki
dükkandır.
Biri de, yine aynı beldede, merhum Yavaşça Şahin Mescidi Mahallesi’nde Uveys Fakih mülkünün yanında bulunan birbirine
bitişik üç dükkandır.
Biri de, yine aynı beldede, Yeni Bezzaz Mescidi Mahallesi’nde Deştiyye Taci Hatun mülkünün yanında bulunan bir zemin katı
ve dükkanları müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Kasap İlyas mülkünün yanında bulunan birbirine bitişik beş dükkan ve hücredir.
Biri de, yine aynı mahallede, Ayna Hoca mülkünün yanında bulunan birbirine bitişik üç dükkandır.

Biri de, yine aynı mahallede, Kovacı Mahmud mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Şüca’ bin Abdullah mülkünün yanında bulunan zemin katı, bir dükkan ve bir muhavvatayı
müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı beldede, Saman Viranı diye bilinen Hoca Sinan Mescidi Mahallesi’nde Dürtgür oğlu mülkünün yanında
bulunan zemin katı ve bir dükkan müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Osman Mermeri mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Sırt Hamamı yakınında, Yahudi Arslan bin Marol mülkünün yanında bulunan bir değirmendir.
Biri de, yine aynı mahallede, Hoca Hamza mülkünün yanında bulunan bir dükkandır.
Biri de, yine aynı beldede, Mercan Ağal Mescidi Mahallesi’nde Umumi Yolun yanında bulunan zemin katı ve bir dükkanı
müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Bergamalı Hoca Sinan mülkünün yanında bulunan birbirine bitişik üç dükkandır.
Biri de, yine aynı mahallede, Ekmekçi Hıdır’ın mülkünün yanında bulunan zemin katı ve üstünde bir odayı müştemil bir
menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Bit Pazarına yakın bir yerde Umumi Yolun yanında bulunan her biri bir zemin katı ve bir üst
katı müştemil birbirine bitişik beş menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Subaşı Zaganos mülkünün yanında bulunan ve her biri bir zemin katı ve bir üst katı müştemil
birbirine bitişik iki menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Çadırcı Hacı Ahmed mülkünün yanında bulunan bir dükkândır.
Biri de, yine aynı beldede, Hızır Beğ Çelebi Mescidi Mahallesi’nde merhum Hızır Ağa Vakfının yanında bulunan ve eskiden
kilise olan birbirine bitişik dört dükkandır.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Süleyman mülkünün yanında bulunan ve Bezirhane diye bilinen zemin katı müştemil
bir menzildir.
Biri de, yine aynı beldede, Azebler Hamamı Mahallesi’nde Yahudi İsmail mülkünün yanında bulunan bir aded değirmendir

Biri de, yine aynı mahallede, merhum Hacı Süleyman Vakfının yanında bulunan zemin kat bir evi ve dükkânları müştemil
bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Azebler Hamamı yakınında, merhum Elvanoğlu Mescidi’nin yanında bulunan bir dükkandır.
Biri de, yine aynı beldede, Harki Hoca Kara Muhyiddin Mescidi Mahallesi’nde Simitçi Mustafa mülkünün yanında bulunan
ve Bezirhane diye bilinen bir dükkandır.
Biri de, yine aynı mahallede, Harad Hoca Muhammed bin elMeddas mülkünün yanında bulunan bir değirmendir.
Biri de yine aynı beldede Boz Arıoğlu Mescidi Mahallesi’nde Balatlı Muhammed Reis mülkünün yanında bulunan bir değirmendir.
Biri de, yine aynı beldede, Haraci Hoca Muhyiddin Mescidi Mahallesi’nde, Muhammed bin Kulağuz mülkünün yanında
bulunan birbirine bitişik iki dükkândır.
Biri de, yine aynı mahallede, Kara Ali bin Şibli mülkünün yanında bulunan ve bir zemin katı ve bir üst katı müştemil bir
menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yeniçeriler Zaimi Şirmerd bin Abdullah mülkünün yanında bulunan birbirine bitişik dört
dükkandır.
Biri de, yine aynı mahallede, Şeftalü denilen bir adamın mülkünün yanında bulunan ve bir zemin katı ve üzerinde bir odayı
müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Ilıca’lı Hoca Muhyiddin mülkünün yanında bulunan bir zemin katı ve birbirine bitişik üç dükkanı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Simitçi Mustafa ve Arabacı Kasım mülklerinin yanında bulunan birbirine bitişik iki dükkandır.
Biri de, yine aynı mahallede, Arabacı Kasım mülkünün yanında bulunan bir değirmendir.
Biri de, yine aynı mahallede, Hayreddin Fakih mülkünün yanında bulunan ve bir zemin katı ve üstünde bir odayı müştemil
bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Hacı Ahmed bin Aşık Paşa mülkünün yanında bulunan ve beş dükkan ile üzerlerinde iki üst
kat evi müştemil bir menzildir.

Biri de, Unkapısında Manyaslı Nasuh mülkünün yanında bulunan ve sabunhane diye bilinen bir dükkandır.
Biri de, Unkapısı çarşısında, Karamanlı Hacı Sinan mülkünün yanında bulunan ve bir birine bitişik iki dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda, Hacı Hamza mülkünün yanında bulunan bir dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda, Helvacı Ali mülkünün yanında bulunan birbirine bitişik iki dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda, Debbağ Hasan mülkünün yanında bulunan bir dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda, Karamanlı Hacı Sinan mülkünün yanında bulunan ve bir zemin kat ile ona bitişik bir dükkanı
müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı çarşıda, Başhane diye bilinen bir dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda, Helva Dükkanı diye bilinen ve Vakf-ı Sultani’ye bitişik olan bir dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda, Yahudi Yahya mülkünün yanında bulunan ve bir birine bitişik olan dört dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda, Hoca-zade diye bilinen Meyla’nın mülkünün yanında bulunan ve bir birine bitişik dört dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda, Debbağ Seydi’nin yetimlerinin mülkünün yanında bulunan ve bir birine bitişik 6 dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıda, Hacı Yunus mülkünün yanında bulunan ve üçü zemin katta ve dördü üst katta olmak üzere toplam
7 hücreyi müştemil bir akardır.
Biri de, yine aynı çarşıda, Abayi Hacı Yusuf mülkünün yanında bulunan bir dükkandır.
Biri de, yine aynı çarşıya yakın Hacı Ahmed bin Aşık Paşa mülkünün yanında bulunan birbirine bitişik iki dükkandır.
Biri de, yine Azablar Hamamı Mahallesi’nde, Murad Halife mülkünün yanında bulunan bir değirmendir.
Biri de, yine aynı mahallede, Sofyalı İlyas mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Tursun mülkünün yanında bulunan ve bir zemin katı bir üst katı ve bir muhavvatayı
müştemil bir menzildir.
Biri de, Kırkçeşme Mahallesi’nde, Başcı Abdünnebi mülkünün yanında bulunan bir değirmendir.
Biri de, merhum Sarı Demirci Mahallesi’nde, Hacı Timurtaş mülkünün yanında bulunan ve bir birine bitişik dört dükkandır.

Biri de, yine aynı mahallede, Yiğitoğlu zevcesi mülkünün yanında bulunan bir birine bitişik beş dükkândır.
Biri de, yine aynı mahallede, Çerçi Hacı mülkünün yanında bulunan üst katta bir çardağı müştemil bir dükkandır.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Leriz mülkünün yanında bulunan ve üst katta bir çardağı müştemil bir dükkandır.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi İsmail mülkünün yanında bulunan birbirine muttasıl iki menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Kapıcı Hacı mülkünün yanında bulunan ve bir zemin katı ve bir üst katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Hacı Muhammed mülkünün yanında bulunan birbirine muttasıl iki dükkandır.
Biri de, yine aynı mahallede, Lütfi bin Hacı Abdi mülkünün yanında bulunan birbirine muttasıl iki zemin katı müştemil bir
menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Lütfi bin Abdi mülkünün yanında bulunan ve altta dükkanları üstte bir odayı müştemil bir
menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi İbrahim mülkünün yanında bulunan ve altta bir dükkanı ve bir üstte bir odayı müştemil
bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Tura Hatun mülkünün yanında bulunan ve altta bir dükkanı ve bir üstte bir odayı
müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Terzi ishak mülkünün yanında bulunan birbirine muttasıl altı menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Sait mülkünün yanında bulunan birbirine muttasıl üç menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Yahya mülkünün yanında bulunan ve üstte bir çardağı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Umumi Yolun yanında bulunan ve çömlekçi dükkanı diye bilinen uzun bir dükkandır.
Biri de, Mehmed Paşa Mahallesi’nde, Karamanlı Muhammed Fakih mülkünün yanında bulunan birbirine bitişik iki zemin
kat menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Üstad Haffaf Şems mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Cansız Hacı mülkünün yanında bulunan birbirine muttasıl üç menzildir.

Biri de, yine aynı mahallede, Tavukçu Yakup mülkünün yanında bulunan birisinin üzerinde üst katı da bulunan birbirine
bitişik dört menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Mehmed Paşa mülkünün yanında bulunan birbirine muttasıl üç menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Mehmed Paşa mülkü ve eski duvarın yanında bulunan birbirine muttasıl üç menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Umumi Yolun yanında bulunan birbirine muttasıl dört menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Kadı Oğlu mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Kumru Hatun mülkünün yanında bulunan üzerinde bir odayı müştemil bir dükkandır.
Biri de, yine aynı mahallede, Tutmaççı Hacı mülkü yanında da bulunan zemin katı ve üstte bir odayı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Silahi Şirmerd mülkünün yanında bulunan üzerinde evleri müştemil birbirine muttasıl yedi
dükkandır.
Biri de, yine aynı mahallede, Hacı Süleyman mülkünün yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Umumi Yolun yanında bulunan üstte bir odayı müştemil bir dükkandır.
Biri de, Hızır Beğ Çelebi Mahallesi’nde, Kasım Beğ bin Abdullah mülkünün yanında bulunan birbirine muttasıl üç dükkandır.
Biri de, yine aynı mahallede, Pehlivan Bayezid mülkünün yanında bulunan zemin katı ve bir üst katı ve bir muhavvatayı
müştemil menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Pehlivan Bayezid mülkünün yanında bulunan iki zemin katı ve iki üst katı müştemil bir
menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Hızır Ağa mülkünün yanında bulunan bir dükkandır.
Biri de, yine aynı mahallede, Ahmed Çelebi bin Hızır Beğ Çelebi mülkünün yanında bulunan birbirine muttasıl iki dükkandır.
Biri de, yine aynı mahallede, Katib Ali mülkünün yanında bulunan bir kilise ile birbirine muttasıl üç dükkandır.
Biri de, yine aynı mahallede, Safi Ahmed mülkünün yanında bulunan bir değirmendir.
Biri de, yine aynı mahallede, merhum Hacı Süleyman Vakfının yanında bulunan zemin katı müştemil bir menzildir.

Biri de, yine aynı mahallede, sonradan Mescid haline getirilen bir kilisenin yanında bulunan üst katta iki odaları bulunan
iki zemin katı, bir ahırı ve ayrıca iki zemin katı ev ile bir muhavvatayı müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Yahudi Yes’ıya mülkünün yanında bulunan birbirine muttasıl hücrelerdir.
Biri de, Haraci Hoca Muhyiddin Mahallesi’nde Peremeci Ahmed mülkünün yanında bulunan zemin katı üst katı ve bir odayı
müştemil bir menzildir.
Biri de, yine aynı mahallede, Beytülmalcı Muhammed bin Abdullah mülkünün yanında bulunan zemin katı, üst katı ve bir
muhavvatayı müştemil bir menzildir.

Bütün bu zikredilen akarlar, yani karyeler, mezra’alar, evler, değirmenler ve diğer akarlar, zikredilen bütün sınırları, hakları,
bağlı olan yerler ve mütemmim cüzleri, sonradan bunlara katılacak hukuki ve medeni semereleri, yolları, irtifak hakları,
dereleri ve tepeleri, vadileri, dağları, kuyuları ve nehirleri, ağaçları ve bunlara izafe olunan, nisbet edilen, bunlardan sayıları ve bu gayr-i menkullerle birlikte olduğu bilinen, akarın ismi zikredildiğinde ifadenin şamil olduğu her şey, eski-yeni,
uzak-yakın, ayrı-bitişik, zikredilen ve edilmeyen bütün hakları ile birlikte, dinen ve hukuken açık, sahih ve şer’i bir vakıftır,
kesindir, lazım yani bağlayıcıdır; akdi geçerli kılacak bütün şartları havidir; noksanlardan ve akdi iptal edecek bütün meşru
şartlardan uzaktır; bu vakıf yapılırken müctehid imamların itibar ettiği bütün meşru şartlara riayet edilmiştir -Allah’ın
rızası hepsinin üzerine olsun- devamlı ve muhalleddir,
Allah’ın yeryüzüne ve üzerindeki her şeye ve herkese hakiki varis olacağı kıyamet gününe kadar geçerlidir -Allah varislerin
en hayırlısıdır-; satılamaz, bağışlanamaz; rehin verilemez; hiç bir şekilde ve hiçbir sebeple itlaf edilemez; değiştirilemez; vakfın gayesine aykırı tebdil ve tağyir manasında tasarrufta bulunulamaz; mevkufun yahut onunla alakalı her şeyin
varlığını tehlikeye sokacak veya bunlarda noksan iras edecek tasarruflara teşebbüs edilemez; ancak vakfa yönelik açık
bir maslahatı gerektiren tağyir ve tebdiller bunun istisnasını teşkil eder. Mesela, zikredilen vakıf ev ve değirmenlerde
meydana gelen ve vakfın maslahatının gereği olan tağyir ve tebdiller gibi.
Ayrıca zikredilen akarlar için kira akdi ve üzerlerinde bulunan ağaçlar için mûsakat akdi, bir yıldan uzun bir sure için
yapılamaz. Eğer zaruret mecbur kılarsa ancak üç seneye kadar yapılsın; fakat kiracı güvenilir ve dindar olsun; başkasının
malına tamahkar, devlet nezdinde şevket ve salahiyet sahibi olmasın; kiracılığı sebebiyle vakfa ve maslahatlarına tehlike
ve noksan gelme ihtimali bulunan birisi olmasın.

Vakıfın Şartları ve Vakfın Görevlileri (Vezaif-i Vakıf)
Fatih Cami’i İle Alakalı Vakıfın Şartları ve Vakfın Vazifeleri
Vakıf -Allah mülkünü ebedi kılsın- Kostantiniyye şehrinde yeni inşa ettiği ve yukarıda zikri geçen Yeni Cami’-i Kebir için
şöyle şartlar koştu ki;
Bir hatib tayin olunsun, salih ve ilimden pay sahibi bir alim olsun, özellikle de şer’-i şerif ve din-i hanifin hükümlerine
uygun olarak her Cuma hitabet ve imamet görevini ifa edebilmesi için bir imam ve hatibe gerekli olan şer’i ilimleri bilen bir
alim olsun. Vakıf, bu şartları taşıyan hatib için vakıfın -Allah mülkünü daim etsin- sikkesi ile damgalı rayiç olan dirhemden
her gün için 30 akçe vazife (maaş) tayin eylemiştir.
İki aded salih kişi imam olarak tayin edile. Bunlar her gün beş vakit namazın imamlığını, Teravih ve Regaib namazı gibi
cemaatle kılınan diğer namazların imamlığını ifa edeler. Bu iki imam adı geçen Yeni Cami’de nöbetleşe imamlık yapalar;
birisi gecesi ile birlikte bir gün ve diğeri de bir başka gün imamlık vazifesini ifa edeler. Bunlardan her biri için zikredilen
Sultani dirhemden günde on dirhem akçe tayin edilmiştir.
Zikredilen caminin iki minaresinde beş vakit namazda ezan okumak ve müezzinlik yapmakla meşgul olmak üzere 12 kişi
istihdam edile. Bunlar her gün beş vakit namazda, üçü minarelerden birinde ve üçü de diğer minarede olmak üzere ezan
okuyalar. Bu kişiler, müezzinlerin sahib olması gereken, takva, güzel ses, vakit ilmine vukuf gibi bütün vasıflarla muttasıf
olmalılar. Bunların her biri için de günde beş akçe tahsis edilmiştir.
Vakıf -Allah gölgesini daim kılsın- on aded Kur’an hafızının zikredilen camiye mülâzemetle meşgul olmalarını ve bunlardan birinin reisleri olup reisin hem sesi daha güzel, kıra’at ilmine vakıf, Kitabullahı ezberleme konusunda son noktaya
ulaşmış ve yüksek derecede tecvid ilminde alim birisi olması gerektiğini şart koşmuştur. Bunlardan reis için günde 7 akçe
ve geriye kalan dokuz hafızın her biri için de günlük beş akçe tahsis eylemiştir.
Salih kimselerden 20 kişi daha tayin etmiştir ki, bunlardan her biri Kur’an’ın 30 kısmından bir kısmı demek olan ve cüz diye
isimlendirilen bir bölümü okusun. Bunların her biri için de günlük iki akçe tahsis eylemiştir.
Yirmi kişi daha tayin etmiştir ki, bunların her biri her gün camide 3500 defa “La ilahe illellah” kelime-i tevhidini söylesin.
Reisleri dışında bunları her birisi için de günde iki akçe ve reis için ise her gün üç akçe tahsis eylemiştir.
On kişi daha tayin eylemiştir ki, bunların her biri her gün Seyyidimiz Hz. Muhammed (sav)’e Allahumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed diyerek salavat-ı şerife getirsin.
İçlerinden birisi reisleri olsun ve reis için günde üç akçe ve diğerleri için ise günde iki akçe verilsin.
Beş kişi daha tayin eylemiştir ki, bunların her birisi zikredilen camide beş vakit namazı cemaatle kılsın ve sevabını da
vakıfa bağışlayıp dua etsinler. Bunların her birine günde yedi akçe tayin eylemiştir.
Salih bir kişiyi de mu’arrif olarak tayin eylemiştir ki, Cuma günleri mu’arriflerin adeti üzerine hamd etsin, salavat getirsin, ulü’l emre dua ve sena eylesin, mü’min erkek ve kadınlara istiğfarda bulunsun. Bunun için de günde altı akçe tayin
eylemiştir.
Salih ve namaz vakitlerine arif bir kişiyi de muvakkit olarak tayin eylemiştir ki, namaz vakitlerini tayin ve takip eylesin.
Bunun için de her gün on akçe tahsis eylemiştir.
Altı neferi de zikri geçen Yeni Cami’ye kayyım olarak tayin eylemiştir ki, bütün sorumluluğu mescide hizmet etmek, ihtiyaç
vaktinde kapılarını açmak, gece vakti kapıları kilitlemek, sergilerini açmak ve korumak, mescidi temizlemek ve kısaca
kayyımları ifa ettikleri bütün hizmetleri ifa etmek olsun. Bunların her biri için günlük beş akçe tahsis edilmiştir.
Dört kişiyi de caminin lamba ve kandilleri hizmeti için tayin eylemiş ve bunların her birine de günde beş akçe tahsis
kılmıştır. İki kişiyi de zikredilen caminin önünde inşa olunan iki tuvaletin bakımını yapmak, cami ile medreseler arasında
bulunan geniş alanı temizlemek, mescid’in içinde bulunduğu harimin kapıları gece kapatıp gündüzleri açmak üzere tayin
eylemiştir. Bunların her biri için günde üç akçe tahsis kılmıştır.
Bir kişiyi de Mürtezika Noktacısı olarak tayin eylemiştir ki, zikredilen vazifelilerin hallerini takip edip, hizmetini terk edenlerin terk ettikleri zamanlar için tahsisatlarını kessin. Noktabaşı için de gündelik üç akçe tahsis kılmıştır.
Vakıf, caminin hasırları için günlük dört akçe; lambaların yağı için günlük beş akçe; kandillerin süpürgeleri ve temizlenmeleri için günlük bir akçe tahsis olmuştur.
Medreseler İle Alakalı Vakfın Şartları ve Vakfın Vazifeleri Vakıf -Allah mülkünü ve saltanatını daim kılsınşöyle şart koştu ki;
Cami’-i şerifin her iki tarafında bulunan sekiz medreseden her biri için şer’i ve akli ilimlerde alim ve bunların usulüne vakıf
bir müderris tayin olunsun. Ta ki, şer’i ve akli ilimleri öğretmek ve tedris eylemekle meşgul olsunlar; ta’til olması mu’tad
olan günler dışında her gün eğitim ve talime devam eylesinler; talebenin kamil manada yetişmesi için tam gayret göstersinler; talebeye talim, tefhim ve terbiyede gerekli kurallara riayet eylesinler; talebenin idaresinde akıllı davransınlar.
Vakıf, müderrislerden her biri için, zikredilen sultani dirhemlerden gündelik 50 akçe tahsis eylemiştir.
Ayrıca vakıf, her bir medrese için, Muhtasarat tabir edilen kısa ve metin tarzındaki temel eserleri talim edecek kadar ve
Mutavvelat tabir edilen ilimlerle alakalı uzun ve ayrıntılı kitapları anlayacak kadar alim olan mu’idler (asistanlar) tayin
edilmesini şart koşmuş ve bunlardan her birine de gündelik beş akçe tahsis kılmıştır.
Ayrıca her medresede ilim talebelerinden 15 kişi bulunmasını şart koşmuş ve bunlardan her birine günlük iki akçe tahsis
kılmıştır. Ancak talebeler, bu çeşit yüksek medreselerde okunması adet haline gelen ilim kitaplarının maksatlarını anlamak için yeterli zeka ve kabiliyete sahip olmalıdırlar.
Ayrıca her medreseye, kapısını açıp kapamak üzere bir kapıcı, haremini temiz tutmak üzere bir ferraş, tuvaletini temizlemek üzere de bir hizmetçi olmasını şart koşmuş ve her birine günlük iki akçe tahsis kılmıştır.
Ayrıca her medrese için hasır bedellerine, aydınlatmada kullanılan yağ ile kandillerin bakım ve temizliğine harcanmak
üzere günlük iki akçe tahsis kılmıştır.
Yüksek medreseler gibi sayıları sekiz olan ve Tetimme-i Medrese diye maruf olan küçük medreselerden her biri için de altı
akçe tahsis kılmıştır; bu meblağdan iki akçesi bevvab tabir edilen kapıcıya, dört akçesi de hasır ve kandil yağına aittir.
Tetimme hücrelerinde her birine her ay için 15 akçe tahsis kılmıştır.
Bevvab yani kapıcı, salih ve ehl-i ilim bir zat olmalıdır. Kapıcı, ferraş (süpürgeci) ve tuvalet görevlisi, kendilerine tefviz
edilen işleri, meşru bir engel veya şer’an makbul bir özürleri olmadıkça, mutlaka bizzat kendileri ifa etmelidirler, hizmetlerini başkalarına devretmemelidirler.
Medreseler için tahsis olunan kütüphanede, vasıfları belirtilen vakıf kitaplar için de, kitapların isimlerini çok iyi bilen,
zikredilen medreselerde bulunan müderris, mu’id ve talebelerden kitaplara ihtiyaç duyanlara nazır veya kaim-makam-ı
nazır sıfatıyla kitapları verebilecek olan bir hafız’ul-kütüb tayin eylemiştir. Kitapları başkalarına vermesin. Bunun için de
gündelik altı akçe tahsis kılmıştır. Ayrıca bu kütüphanede bir dindar katib olsun ki, bütün kitapların isimlerini, kitapların
adetlerini, medrese ehline verilen kitapların adetlerini ve kısaca ihtiva eden kütüphane rehberi manasında bir defter
yazsın. Kısaca kütüphane katibi, emin marifeti ile hafız’ul-kütüb, talibine lazım oldukça kitapları tefrik ve tekrar geri iade
edildiğinde derleme ve toplama hizmetlerini, vakıf kitaplardan bir kitap yahut bir varak kaybolmayacak şekilde tedbir
eyleyip bütün tasarruflarını kayd eylesinler. Bunun için de günlük dört akçe tahsis eylemiştir. Nazır, her üç ayda bir kitapların durumunu kontrol eylesin, muhafazasında ihmalde bulunmasın ve zayi olmaması için azami derecede ihtiyatlı olsun.
Dârü’ş-Şifâ İle Alakalı Vakfın Şartları ve Vakfın Vazifeleri
Vakıf -saltanatının gölgesi daim olsun- Dârü’ş-Şifâ için de iki tabib tayinini şart koşmuştur. Bunlar hangi taifeden olurlarsa olsunlar, tıbbi meselelerde hazık; tatbiki ve nazari konularda mahir olsunlar. Her ikisi de her gün iki defa Dârü’ş-Şifâ’ya
gelerek hastalara baksınlar ve Tıp Kitaplarında ayrıntılı olarak açıklanan ilaçlarla tedavilerini yürütsünler.
Hastaların ve hastalıktan yeni kurtulup da bakıma muhtaç olanların bakım ve tedbirinde hiç bir şekilde ihmal eylemesinler. Hastalıkların iyileştirilmesi için ellerinden gelen gayreti gösterip muhtaç oldukları ilaçlar ile tedavilerini yapsınlar. Bu
tabiplerin her birisi için günlük 20 akçe tahsis eylemiştir.
Bir kişi de Daru’ş-şifa’da bulunan hastaların gıda maddeleri, içecekler ve benzeri ihtiyaçları için lazım olan her şeyi alıp
tayin edilen masrafları yapmak ve muhasebesini yürütmek üzere emin ve dindar bir emin-i sarf olacaktır. Bunun için de
günlük dört akçe tahsis edilmiştir.
Yine emin ve dindar bir kişi de vekilharç unvanıyla tayin olunsun, ta ki, Daru’ş-şifa’da ihtiyaç duyulan gıda ve ilaç gibi
şeyleri satın alsın. Ancak bu kişinin alım ve satımda hem tecrübesi ve hem de basireti olsun. Bunun için de günlük dört
akçe tahsis eylemiştir.
Muvafık ilacın ne olduğuna dair kanunları bilen bir kişi de kehhal yani göz tabibi olsun, göz muayenesinde olmazsa olmaz
olan ilimleri ve amelleri bilsin ve göz tabiplerinin muhtaç oldukları bütün nazarı ve ameli bilgilere vakıf bulunsun. Bunun
için de günlük sekiz akçe tahsis kılmıştır.
Bir de san’atında mahir ve hazık bir cerrah olsun ve buna da günlük sekiz akçe verilsin. Ancak vakıf şart koşmuştur ki,
cerrah ve göz tabibi, vakıftan temin olunan müfred ve mürekkeb ma’mul ilaçları, sadece ve sadece Dârü’ş-Şifâ’ya gelen
hastaların tedavisinde kullansın, hariçte olan yaralı ve hastalara sarf etmesin.
Eczacılık konusunda uzman bir kişi de tayin edilsin ki, şurupların hazırlanmasını, ma’cunların, nebati ilaçların (akras) ve
musehhil ilaçları (eyaric) yapılmasını bilen arif biri olsun. Ta ki hastalar için ihtiyaç duyulan şurup ve diğer ilaçları hazırlasın. Bunun için günlük altı akçe tayin etmiştir.
Bir güvenilir kişi de ecza depocusu olsun, Darü’ş-şifâ’da ihtiyaç duyulan şurup, ilaç ve diğer malzemeleri depolasın, her
gün Dârü’ş-Şifâ’ya gelsin, nazır, tabib veya bunların naibleri huzurunda Mahzenin kapısını açsın, tabibin bilgisi ve emri altında hastalara şurup ve ilaçları dağıtsın; mahzenin kapısını kapattıktan sonra hepsinin ittifakıyla kapıya mühür vurulsun.
Bunun için de günlük dört akçe tayin eylemiştir.
Aşçılık sanatını bilen iki tane de tabbah=aşçı olsun ki, tabibin emri ve marifeti ile her gün gerekli gıdaları pişirsinler.
Bunların her biri için de günlük üç akçe tayin eylemiştir.
Güvenilir bir kişi de Darü’ş-şifâ’ya kapıcı olsun. Her gün vaktinde gelerek kapının açılışını ve kapanışını yapsın.
Yabancılardan hiç kimsenin Daru’ş-şifa’da gece kalmalarına ve hastaların yanlarına varmalarına asla müsaade etmesin.
Bunun için de günlük üç dirhem tahsis kılmıştır.
İki kişi de hasta hizmetleriyle meşgul olsunlar; gıdaların ve şurupların onlara ulaştırılması, yataklarının hazırlanması,
elbiselerinin yıkanması, ellerine su dökülmesi, kaldıkları menzillerinin temizlenmesi ve benzeri hizmetleri ifa etsinler. Kısaca kayyım ve ferraşın ifa ettikleri hizmetleri yerine getirsinler. Bunların her biri için de günlük üç akçe tahsis kılınmıştır.
Güvenilir salih bir kişi de, bu külliyeye ait binaların duvarlarını duvarlara yazı yazanlardan ve üzerine rastgele nakış ve
resim çizenlerden korusun. Bunun için de günlük iki akçe tahsis kılmıştır.
Vakıf şart koşmuştur ki, Darü’ş-şifâ tabir edilen bu binanın bütün vazifelilerinin maaşları ve masrafları, her gün için 100
akçeyi geçmesin ve eksik de olmasın.
Vakıf -Allah onun hayırlarını kabul eylesin.
Dârü’ş-Şifâ’da ihtiyaç duyulacak gıdalar, şuruplar ve ilaçlar ile vefat edenlerin teçhiz ve tekfini için günlük 200 akçe tahsis
olmuştur.
Vakıf, haftada bir defa, tam bir ihtiyatla hareket etmek şartıyla, nazır, tabib ve kâtibin bilgisi altında Dârü’ş-Şifâ’da bulunmayan ihtiyaç sahiplerine de ihtiyaç duydukları ilaç ve şurupları Dârü’ş-Şifâ’nın deposundan verilebilir.
Nazır, depodaki ilaç ve şurupları devamlı teftiş etmelidir; ta ki, şeker gibi her zaman bulunmayan baz maddelerde sıkıntı olmasın. Dârü’ş-Şifâ’daki hastalardan birisi mirasçı bırakmadan vefat ederse, terekesi nazır ve tabib marifetiyle
Dârü’ş-Şifâ’nın maslahatlarına harcanır.
Vakıf, Dârü’ş-Şifâ’da vefat edecek hastaların, hiçbir darlık ve sıkıntıya girmeden techiz ve tekfin edilebilmeleri için günlük
beş akçe tahsis eylemiştir.

İmaret-i Amire İle Alakalı Vakıfın Şartları Ve Vakfın Vazifeleri
Vakıf -Allah mülkünü daim kılsın- yukarıda zikri geçen İmaret-i Amire için diyanet, emanet, takva, hidayet ve ilim ile
mevsuf bir şeyh tayin kılmıştır ki, fakirler, alimler ve misafirler için tahsis kılınan gıda ve benzeri şeylerin zamanında ve
ehline ulaştırılması vazifesini tam olarak ifa etsin. Bu görevli için günde 20 akçe tayin olmuştur.
Vakıf, yine imaret için muhasebe ve vakıf ve emin bir katib olmasını şart koşmuştur ki, imarete giren ve çıkanları ayrıntılı
olarak yazılması gibi ihtiyaç duyulan maddeleri yazsın. Katib için günlük altı akçe tahsis olmuştur.
Yine imaret için bir vekilharç tayin eylemiştir ki, emanet ve diyanet ile mevsuf olup alım-satımda tecrübe sahibi olması
şarttır. Bunun için de günlük beş akçe tahsis olunmuştur.
Yine imaret için kilerdar diye bilinen güvenilir bir depocu (hazin) tayin etmiştir ki, imaretin depolarında bulunan her şeyi
muhafaza eylesin ve mukkayyed olsun. Bunun işin de günlük beş akçe tayin olmuştur.
Yine imaret için güvenilir ve imaretin içini, dışını ve harimini temizleme, yataklarını serme ve zamanında bunları kaldırma
ve düzenleme hizmetlerini hakkıyla ifaya muktedir iki fen’aş tayin eylemiş ve bunların her birine günlük üç akçe tahsis
olmuştur.
Yine imaret için güvenilir ve imarete gelecek misafirlere hizmete yani, yataklarını serme ve zamanında bunları kaldırma
ve düzenleme ve benzeri hizmetleri hakkıyla ifaya muktedir iki kayyım tayin eylemiş ve bunların her birine günlük üç akçe
tahsis olmuştur.
Yine imaret için kandilleri yakmak ve buna tekaddüm eden hizmetleri ifa edecek iki serrac (kandilci) tayin eylemiştir ki,
her gece nöbetleşe bu gereği ifa edeceklerdir. Son yatsı vaktinden sonra imaretin kapılarını kilitlemek ve fecrin doğuşundan evvel de açmak görevleri de bunlara tefviz edilmiştir. Bunların her birine günlük üç akçe tahsis kılmıştır.
Yine imaret için nakib diye bilinen dört nefer tayin eylemiştir ki, diyanet ve hizmeti kuvvetle ifa vasıflarına sahip olmaları
şarttır. Kendilerine tefviz edilen talebelere, fakirlere ve misafirlere sabah ve akşam yemeklerinde olması gereken şekilde
ekmeğin tevzii ve yemeğin taksimi görevlerini dikkatle yürütmeleri,
İmaret-i Amire’ de konaklayan herkese hizmet edip konakladıktan günden son gün olan üçüncü güne kadar onlar için tayin
edilen yemekleri hazırlamaları vazifeleridir. Güzel adetlere ve hoş olan adab-ı mu’aşeret kaidelerine uyma mecburiyetleri
vardır. Bunların her birine günlük üç akçe tahsis kılmıştır.

Yine imaret için verilecek hizmetleri hakkıyla ifaya muktedir iki bevvab tayin eylemiştir ki, bunlardan her biri yemek geldiğinde ve taksimi sırasında kapıda duracaklardır; İmarete gelenlerden kim ki yemek elde etmek için su-i edebde bulunursa,
onu engellemek, icabederse nasihat etmek ve gerektiğinde dövmek gibi hizmetlerle meşgul olacaktır ve bunların her
birine günlük üç akçe tahsis kılmıştır.
Yine imaret için güvenilir ve çeşitli yemekleri pişirmede mahir ve muktedir altı aşçı tayin eylemiş ve bunların her birine
günlük dört akçe tahsis kılmıştır.
Yine imaret için dindar, güvenilir ve ekmek pişirmede tecrübe sahibi altı ekmekçi tayin eylemiştir, bunlar nöbetleşe çalışacaklardır. Bunların her birine günlük dört akçe tahsis kılmıştır.
Bir kişi de etin imaret mutfağına taşınması için hamal olarak tayin edilmiştir, güvenilir birisi olması şarttır ve bu kişi için
günlük üç akçe tahsis olmuştur.
İki kişi de buğdayın ayıklanması için tayin edilmiştir, güvenilir olmaları şarttır ve bu kişi için günlük üç akçe tahsis kılmıştır. İki kişi de bulaşıkların yıkanması için tayin edilmiştir, güvenilir olmaları şarttır ve her biri için günlük üç akçe tahsis
kılmıştır. Kas’a-baha olarak da beş akçe tahsis kılmıştır.
İki dindar kişi de imaretin ahırını korumak, buraya konulan hayvanları gözetlemek, yatsı namazından sonra ahırın kapısını
kilitlemek ve sabah namazından evvel açmak için tayin olunacaktır. Bunların her birisi için günlük iki akçe tahsis kılmıştır. Bir kişi de arpa emini olarak misafirlerin hayvanlarına verilecek arpayı depolamak için tayin oluna ki, güvenilir birisi
olması ve misafirlerin hayvanlarına aleflerini gereği gibi taksim eylemesi icabeder. Bunun için de günlük iki akçe tahsis
kılmıştır.
Bir kişi de odunun mahzenden mutfağa kadar taşınması için hamal olarak tayin oluna ve bunun için de günlük iki akçe
tahsis olmuştur.
Bir kişi de imaretin duvarları üzerine yazılar yazılmasını ve resimler çizilmesini engellemek ve kısaca imaretin duvarlarını
korumak için tayin oluna. Bunun için de günde iki akçe tahsis kılmıştır.
İmaret-i Amire’nin tahsis kılınan vazifelerinin tamamı günlük 200 akçe olmaktadır.

  1. İmaret-i Amire Mutfağı ile Alakalı Vakıfın Şartları ve Vakfın Vazifeleri
    Sonra vakıf -Allah mülkünü daim kılsın- imaret-i Amire mutfağı için şöyle şart koştular ki;
    Günlük olarak imaret mutfağına İstanbul müddü ile bir buçuk müddi buğday unu tahsis kılınsın. Un iyi kalite ve temiz
    olmalıdır; bunun için günlük 200 akçe tahsis olmuştur. Vakıf günlük 240 okka iyi kalite ve besli koyun eti tahsis kılmıştır.
    Çorba için günlük İstanbul kilesiyle altı kile pirinç tahsis eylemiştir.
    Ramazan gecelerinden her gece, Cuma geceleri ve Bayram gecelerinde her gece için pişirilen pirinç pilavı, zerde ve zirbaca
    sarf olmak üzere bir İstanbul müddü ve beş İstanbul kilesi tahsis kılmıştır.
    Diğer günlerde pirinç çorbası için altı İstanbul kilesi pirinç buğday çorbası için de temiz ve kaliteli buğdaydan dövülmüş
    şekilde altı kile bulgur tahsis eylemiştir.
    Her gün yarım kile nohut tahsis eylemiştir. Her ay için bir müdd üç kile tuz tahsis eylemiştir.
    Ramazan gecelerinin her biri, Cuma günleri ve her bayramlarda her Cuma ve bayram günlerinde her gün ve gece için 42
    dirhem zağferan tahsis olmuştur.
    Yine zirbaç pişirilmesi için ihtiyaç duyulacak olan badem, kuru üzüm ve kayısı ve benzeri maddeleri tahsis edilmiştir. Ayrıca
    her gün sekiz akçe de sebzelere tahsis eylemiştir.
    Bütün bu meselelerde mütevellinin görüşü alınacak, o da israf ve cimriliğe kaçılmadan tespitlerini yapacaktır.
    Bu vakfiyede zikredilen müdd, kile ve okkalar, İstanbul müddü, İstanbul kilesi ve İstanbul okkasıdır.
    Vakıf, her sene kocaları olmayan hanımefendiler ve imare ve gelecek misafirlere verilecek ziyafetler için 15.000 akçe
    tahsis eylemiştir.
    Vakıf, yukarıda zikredilen ölçü ve miktarlardan fazla harcama yapılmamasını, zikredilen miktar ve ölçülerde harcama
    yapıldıktan sonra arta kalan şeylerin dikkatle muhafaza edilmesini şart koşmuştur.
    Vakıf -Allah mülkünü ve saltanatını daim kılsın- yeni Cami, imaret-i Amire, Dârü’ş-Şifâ, Kütüphane ve bunlara müteallik
    olan ve bunlara nisbet edilen bütün vakıflar için bir mütevelli (nazır) tayin eylemiş ve bu mütevellinin iffet ve emanetle
    muttasıf olmasını şart koşmuştur. Mütevellinin görevleri şunlardır: Zikredilen vakıflara nezaret etmek; bunların icab eden tamirlerini yapmak; gelir ve galleleri tahsil eylemek ve mahsullerini zabt edip toplamak; vakıf tarafından tayin edilen tahsisleri yerli yerine ulaştırmak; vakfın gelir ve giderlerini kontrol etmek, bütçeyi hazırlamak; vakfı ve ile alakalı bütün vesika ve hüccetleri zamanı gelince yenilemek; vakıf mallarını mevcut şartlar içerisinde korunması için elinden gelen gayreti göstermek. Mütevelli için günlük elli akçe tahsis eylemiştir. Ayrıca güvenilir, dindar ve muhasebe işlerinden anlayan birisinin de katib olarak tayin edilmesini şart koşmuştur ki, yukarıda zikredilen vakıflara ait vakıf akarların muhasebelerini ihtiva eden muhasebe defterlerini yazsın; ayrıntılı olarak günlük olayları ihtiva eden Rûznamçe Defterleri’ni tedvin eylesin; bu defterler sebebiyle senenin her gününde vakıf bütçesine giren ve çıkanı yani gelir ve gideri her an takip edebilsin. Her senenin defterleri katibin mührüyle mühürlenerek bir kese içine kona ve vakıf mütevellisine arz edilerek bir sandukçada muhafaza edile. Katip için günlük on akçe tahsis kılmıştır. Mütevellinin tasarrufunda bulunan vakıf akarlardan elde edilen hasılat, yukarıda zikir ve tayin edilen vezaif ve ihracata yeterli gelmezse, adı geçen mütevelli ihtiyacı karşılayacak meblağı Ayasofya mütevellisinden alacak ve deftere alınan meblağı, nasıl ve nereye sarfedildiğini aynen yazacaktır. Ayasofya Camii ile Alakalı Vakıfın şartları ve Vakfın Vazifeleri Sonra vakıf, -Allah mülkünü daim kılsın- Ayasofya Camii için şöyle şart koştular ki; Ayasofya Camii’ne, yukarıda zikri geçen vasıflarla muttasıf bir hatib tayin edilsin ki, Cuma günleri hatibliği yapsın ve Cuma namazı imamlığı ifa etsin. Bu hatibe günlük 15 akçe tahsis kılmıştır. Salih bir kişi imam olsun, her gün beş vakit namazda insanlara imamlık yapsın. Bunun için de günlük 15 akçe tahsis eylemiştir. İmamın Şer’an imamlar için aranan şart ve vasıflara sahip olması ve adı geçen camide Kur’an okuyan hafızların reisliği görevini de üstlensin (reis’ül-huffaz) ve bu tasarrufu sebebiyle kendisine günlük altı akçe daha tahsis edilmiştir. Ancak bu tasarrufta bulunabilmesi için, ilm-i kıraatı bilmesi ve Kur’an hıfzında yüksek bir derecede bulunması şarttır. Reisü’l-huffaz dışında Mushaf’a müracaat etmeden Kur’an kıraatını rahatlıkla yapabilen ve tecvid ilmine vakıf olan dokuz aded hafız olsun. Bunların her birisi için de günlük beş akçe tahsis kılmıştır. Salahat ve dürüstlükle mevsuf yirmi nefer kurra da olsun ki, bunlar her öğle namazından sonra Ayasofya Camii’nde hazır bulunup, camide bulunan mushaflardan Allah’ın Kitabı’nda bulunan 30 cüz’den her biri bir cüz okusunlar. Bunların her birisi için de günlük ikişer dirhem tahsis kılmıştır.

Ayasofya Camii’nde yirmi salih kişi her öğle namazından sonra hazır bulunsun, tehlil ve tesbihde bulunarak sevabını vakıfa
Allah, mülkünü daim etsin- ve onun büyük ecdadı ve kıymetli seleflerine -Allah Dar’üs-Selam olan Cennette derecelerini
yükseltsin bağışlasın. İçlerinden birisi reisleri olsun. Reisleri için günlük üç akçe ve onun haricindekiler için ise günlük
iki akçe tahsis kılmıştır.
Salih altı kişi de, her gün beş vakit namazda nöbetleşe olarak ezan okumak üzere mü’ezzin olarak bulunsun. Namaz vakitlerini bilen insanlardan olsunlar. Bunların her biri için günlük beş akçe tahsis kılınmıştır.
Bir kişi de mu’arrif olsun ki, emsali mu’arriflerin ifa ede geldikleri örf ve adetleri yerine getirsin; namazın akabinde vakıfa
-Allah mülkünü daim kılsın-, mü’min erkek ve kadınlara dua etsin. Bunun için de günlük altı akçe tahsis kılmıştır.
Namaz vakitlerini iyi bilen bir kişi de muvakkit olsun. Bunun için de günlük on akçe tahsis eylemiştir.
Dört kişi de Ayasofya Camii’nin kayyımları olsunlar, mescidin temizliği, kapıların zamanında ve vaktinde açılıp kilitlenmesi
gibi hizmetleri aksatmadan devam ettirsinler. Bunların her biri için günlük dört akçe tahsis olmuştur.
Üç kişi de kandillerin bakımı, vaktinde ve zamanında bunların yakılması ve söndürülmesi gibi hizmetleri ifa etmek üzere
görevli olsun. Bunlardan her biri için günlük beş akçe tahsis kılmıştır. Bir kişi de noktacı olarak görevlilerin hallerini takip
ve teftiş için görevli olsun. Kim hizmet günlerinde vazifesini terk ederse, görevi terk ettiği günün tahsisatını kesmesi için
durumu mütevelliye haber versin. Noktacı olarak isimlendirilen bu kişi ve günlük iki akçe tahsis eylemiştir.
Vakıf, Ayasofya Camii’nin hasırları için günlük dört akçe; kandil yağları için günlük beş akçe; kandillerin bakımı ve temizliği için günlük iki akçe tahsis eylemiştir.
Mekteb (Dârü’t-Ta’lîm) İle Alakalı Vakıfın Şartları ve Vakfın Vazifeleri:
Sonra Vakıf, -Allah mülkünü daim kılsın- Ayasofya Camii’ne bitişik ve batıya meyilli olan kapının yanında bulunan bir
menzili mekteb (Darü’t- Talim) olarak tahsis eylemiş ve bu mektebe Müslüman ve tüm ve yoksulların çocuklarına Kur’an
öğretmek ile meşgul olacak bir mu’allim tayin eylemiştir.
Vakıf şöyle şart koşmuştur ki, eğer ve tüm çocuklar yeterince bulunursa bunların talimi ile meşgul ola; eğer yeteri kadar
ve tüm çocuklar bulunmazsa Müslüman fakirlerin çocuklarına da Kur’an talim eyleye.
Mu’allim için günlük altı akçe; mektebin halifesi için günlük iki akçe; mektebin temizliği ve koruması ile meşgul olacak
olan kayyımı için ise günlük bir akçe tahsis olmuştur.

Zeyrek Camii İle Alakalı Vakıfın Şartları ve Vakfın Vazifeleri:
Sonra Vakıf, -Allah, mülkünün gölgesini daim kılsın- Zeyrek Camii için bütün Müslümanların üzerine şöyle şart koştular
ki; Zeyrek Medresesi diye maruf olan camide yukarıda zikredilen vasıflara sahip maaşlı bir hatib bulunsun. Hatib, aynı
zamanda imam olsun ve kendisine vakfın gelirinden günlük sekiz akçe verilsin.
Tecvid ve tertil ile Kur’an’ı ezbere okuyan beş hafız olsun, içlerinden biri reisleri olsun. Reise günlük üç akçe ve geriye
kalan diğer hafızların her birine günlük iki akçe tahsis kılınsın.
Sesleri güzel ve müezzinlik görevini ifa edecek iki kişi de müezzin olsun ve bunlardan birisi aynı zamanda mu’arrif olarak
görev yapsın. Mu’ arrif olana günlük üç akçe ve diğerine ise, günlük iki akçe tahsis edilsin.
Salih bir kişi de kayyım olarak mescidlere dair hizmetlerden adet ne ise, onları ifa etsin ve aynı zamanda siraci yani kandilci olsun. Buna da günlük iki akçe tahsis edilsin. Kandillerin yağları ve hasır için her gün bir akçe tahsis edilsin.
Eski imaret Camii İle Alakalı Vakıfın Şartları Ve Vakfın Vazifeleri:
Sonra vakıf, Eski imaret diye bilinen cami için şöyle şart koştular ki;
Eski imaret diye ma’ruf olan camide beş vakit namazda imamlık yapacak bir imam olsun ve kendisine günlük beş akçe
verilsin. Yukarıda zikredilen tarzda iki kişi de mü’ezzin olsun ve bunların her birine günlük dört akçe verilsin.
Günlük bir akçe vazife ile görevli bir de kayyım bulunsun. Kandil yağı ve hasır için günlük bir akçe ayrılmıştır.
Darü’l-Feth Galata Camii ile Alakalı Vakıfın Şartları ve Vakfın Vazifeleri:
Sonra vakıf, Galata kasabasında bulunan cami için şöyle şart koştular ki;
Galata Camii’nde salih, takva sahibi, ahlaken tertemiz, akıllı ve şerefli alimlerin ve büyük salihlerin sıfatlarını taşıyan bir
kişi maaşlı hatib olsun ve kendisine günlük beş akçe verilsin.
Bir de beş vakit namazda camide imamlık yapacak, farzları, sünnetleri, müstahabları ve şartları bilen bir alim imam olsun.
Beş vakit namazda camide hazır olsun. Kendisine günlük beş akçe verilsin.
Beş aded hafız tayin olunsun; bunlar her gün Kur’an-ı Kerim’den birer cüz okusunlar ve hatim duasını Cuma günü yapıp
tamamlasınlar. Reislerine günlük üç akçe ve geriye kalan dört kişiden her birine de ikişer akçe verilsin.

Mevcut iki salih müezzinden her birine günlük bir akçe verilsin. İki salih kayyımdan her birine de günlük iki akçe verilsin.
Mu’arrife günlük iki akçe verilsin.
Kandillerin ve lambaların yakılması ve bakımı ile görevli kandilciye günlük bir akçe verilsin.
Kandil yağı ve hasır için günlük bir akçe ayrılmıştır.
Şeyh Vefa-zade Camii İle Alakalı Vakıfın Şartları Ve Vakfın Vazifeleri:
Sonra vakıf, şeyh Vefa-zade diye bilinen cami için şöyle şart koştular ki;
Hazret-i vakıf – Allah Sübhanehu mülkünü ve saltanatını daim kılsın- Konstantınıyye’de inşa ettiği yeni Cami’ye gelince,
bu cami mezkur şehirde Şeyh Vefa-zade diye alabildiğine ma’ruf ve meşhurdur ve caminin içinde bulunduğu Mahalle Şeyh
Vefa-zade Mahallesi diye şöhret kazanmıştır.
Vakıf, bu camiye, caminin harimine yakın bir yerde inşa eylediği bir hamamı da vakf eylemiştir.
Hazret-i vakıf, -Allah mülkünü daim kılsın- bu caminin tevliyet ve tedbirini ma’rifetullah yoluna salik, dinin emirlerine mütemessik, fazıl, kamil, takva sahibi, temiz ahlaklı, celalet ve heybet sahibi, hasbi ve abid, muhakkik ve müddakkik, Allah’a
yönelen, müte’abbid, zahid, mütevekkil, Şeyhül-İslam, insanların bereket vesilesi, geçip giden günlerin geride bıraktığı
en güzel şeyi, celal ve ikram Sahibi olan Allah’ın tecellilerine mazhar Şeyh Vefa-zade’ye -Allah Te’ala onun ahiret zadını
arttırsın ve ta’at ile abdetinin bereketi Müslümanları faydalandırsın- tefviz eylemiştir. Hayatta olduğu ve vakıf üzerinde
tasarruf ve tedbire ehil kaldığı müddetçe bu tevliyat hakkı devam edecektir.
Vakıf – Allah Saltanatının gölgesini daim kılsın- adı geçen Şeyh’den sonra -Allah devam ve bekasını uzatsın- Zeyrek
Camii’nin şartlarının, hiçbir tağyir ve tebdile maruz kalmadan biraz evvel zikri geçen Galata Camii’nin şartlarıyla aynı
olmasını şart koşmuştur.
Kule-i Cedîde’de (Rumelihisarı’nda) bulunan Cami ile Alakalı Vakıfın Şartları Ve Vakfın Vazifeleri
Sonra vakıf, Kule-i Cedîde’de bulunan cami için şöyle şart koştular ki;
Camide, bir hatib ve aynı zamanda beş vakit namazda imamlık yapacak bir imam olsun ve kendisine günlük altı akçe
verilsin. Beş vakit namazda ezan okuyacak bir müezzin olsun ve aynı zamanda kayyımlığı da yürütsün ve müezzinlik için
günlük üç akçe verilsin ve kayyımlık için de bir akçe tayin edilmiştir.

Kandil yağı ve hasır için günlük bir akçe ayrılmıştır.
Kalenderhane ile Alakalı Vakıfın Şartları ve Vakfın Vazifeleri
Sonra vakıf, Kalenderhane diye bilinen şerefli müessese için şöyle şart koştu ki; Kalenderhane için, takva sahibi salih ve
mütedeyyin bir şey tayin olunsun.
Ehl-i sülûkün hallerine vakıf olsun; manevi mücahede ve riyazet ehlinin manevi terbiyesine arif olsun; zenginlerin kapısından uzak; devlet ricalinin kapısında bir şeyler talep etmekten ve yağcılıktan kaçan; sadece ve sadece zaviye ve seccadeye
devam eden bir mürşid olsun. Bunun için günlük on akçe tahsis kılınmıştır.
Bir kişi de vakfın nazırı olsun ki, vakfı ahvalini ve hizmetlerini yani zaviyedeki mücavirlere tahsis edilen yemekleri ve
misafirler için verilecek ziyafetleri takip etsin. Nazıra da günlük beş akçe verilsin.
Umumi Şartlar
Vakıf, şart buyurdular ki; fakirlere verilecek yiyecekler için günlük 40 akçe tahsis kılınmıştır.
Gelen ve giden misafirlere yapılacak masraflar için, günlük 15 akçe tahsis kılınmıştır.
Bu vakıfların gelirlerinden mahruse-i Kostantiniyye’de bulunan yetimler için günlük 100 akçe tahsis olunmuştur. Aylık
3.000 akçe olur.
Vakıf, erkek veya kız, hem annesi ve hem de babası bulunmamak şartıyla, her yetim çocuğa günlük yarım akçe tahsis
edilmesini ve hidane velayetinden kurtuluncaya kadar bu yetim maaşının ödenmesini şart koşmuştur. Bu yaşa ulaşınca,
maaş kesilir. Yetim maaşını verilmesi de kesilmesi de zikredilen beldenin kadısının kararıyla olur. Kadı sicillerinde, bu
durum ayrıca kayıt altına alınmıştır.
Vakıf, Bezzazlar çarşısı (Bezzazistan-ı Sultani) için salih, koruma ve güvenlikten anlayan dört aded bekçi (haris) tayin
edilmesini şart koşmuştur. Taa ki, bu bekçiler, geceyi çarşıda geçirsinler ve çarşıda bulunan ticari emtia ve kumaşları
korusunlar. Bu bekçilerin her birine günlük iki akçe tahsis edilmiştir.
Yine vakıf, – dünyada melikler ona kul olmaya devam etsin, semada meleklerden bir ordu daima onun emrine müheyya
olsun şart koştu ki, bütün bu zikredilen camiler ve yukarıda yazılan masraflar işin güvenilir ve müstakil bir mütevellî
(nazır) tayin edilsin. Tayin edilecek bu mütevelli dindar, bu göreve ehil, istikamet ve dirayet sahibi olsun; Mahruse-i Kostantiniyye’nin içinde bulunan dükkan ve ev gibi vakıf akarları, şer’i işletme yolları ile işleterek gelir sağlamaya muktedir
olsun; kiraya verilecek müsakkafatı en güzel şekilde ve gereği gibi değerlendirsin; aylık veya yıllık olarak vakıftan istihkak
sahibi olan ehl-i mürtezikaya aylıklarını (camekiyye) zamanında versin; istikametli bir şekilde vakıf tahsildarları (cabi) ve
müste’cirlerin’in muhasebe ve kontrolünü yapsın; gelir ve gider cetvelini yani vakıf bütçesini tam ihata etsin; vakıf malları,
harap olmaktan korumak için, ancak ve ancak borcuna sadık, zengin ve vakıf malını tamir ve termimde elinden gelen
gayreti gösteren kiracılara kiralasın; vakıf mallarla alakalı taksirli fiillerden kaçınsın; vakıf dükkanları boş tutmasın; kim
en çok kira bedeli verirse, vakıf malı ona teslim etsin; bir veya iki senelik kira akitleri yapsın; vakıf malları kiralamaya
rağbet fazla ise kiracılardan güvenilir kefilleri alsın; güvenilir kefilleri bir an dahi tehir etmesin ki, sonradan münazaaya
sebep olmasın; bütün bu zikredilenleri ayrıntılı olarak vakıf defterine kaydetsin. Yine vakıf, bütün bu zikredilen vakıflar için
maaşlı bir katib tayin edilmesini şart koşmuştur. Taa ki, bu zikredilen vakıf binalara ve vakıf mallarına ait her şeyi, mesela
gelir ve giderleri, muhasebe san’atının ehli katında malum olan örf ve adet kuralları gereği mazbut bir şekilde kaydetsin.
Defterine kaydedilmeyen vakıflara ait gelir ve gider, az çok hiçbir şey bulunmasın. Her ayın ve her senenin defteri, katibin
mührüyle, Divan-ı Sultani’de yapılacak muhasebe vaktine kadar mütevellinin katında mahfuz kalsın.
Vakıf, yine şart koşmuştur ki, on sekiz aded kişi vakıf gelirlerini tahsil etmek üzere tahsildar (cabi) olarak tayin olunsun.
Bunlardan beşi vakıf mezra’a ve karyelere görevlendirilsin; birincisi Silivri kasabası ve tabilerine; ikincisi Ereğli kasabası
ve tabilerine; üçüncüsü Rados ve Benatos isimli karyeler ve mülhakatına; dördüncüsü Vize Nahiyesi’ndeki karyelere;
beşincisi yukarıda zikredilen Kırkkilise Nahiyesi’nde bulunan İskoplos, Badra ve Ereğlice isimli üç karye ile Vize Sancağı
a’malinden olan Vakfiyye-i Sultaniyye diye meşhur olan muhtelif harklara cabi tayin edilmiştir.

Bunlardan her birinin dindar ve güvenilir kişiler olup kendilerine tefviz edilen işleri, tehir, tembellik, ihmal ve gaflet
göstermeden ifa edeler; her gün kendilerine verilen görevi dikkatle takip edeler. Vakfın bir yerinde herhangi bir halel ve
eksiklik görülür ise, vakıf malın harabına vesile olmaması için hemen bu gediği kapata ve eksikliğini tamamlaya. Eğer
vakıf maldaki bu tamiri yapmak (rakabe) bir günde tamamlanabiliyorsa, bu görevlilerin söz konusu tamiri hemen yapmaları ve kendilerine tahsis edilen maaş dışında mütevelliden fazla bir şey talep etmemeleri gerekir. Eğer vakıf mallardaki
eksiklikler iki veya daha fazla günde tamir edilebilecek kadar fazla ise, bu durumda bahsedilen günlerde çalışmaları
halinde diğer işçilere verilecek ücret vakıf hizmetlilerine de verile.
Dört emin kişi de vakfın mu’temedleri olup nerde olursa olsun bir iş çıktığında bunun yapılması için ellerinden geleni yapalar. Bunlardan her biri dindar ve güvenilir kişilerden olup hem tamir işlerine vakıf ve hem de işçileri çalışmaya müşevvik
olsunlar. İşçiler tembellik ve ihmal gösterirlerse, onlara evvela nasihat eyleyeler; eğer nasihat ile yola gelmezler ise,
işlerini dikkat ve sür’atle yapmaları için onları tedip ve hatta tehdid edeler. Bunlardan her birine günlük dört akçe verile.
Daha sonra vakıf, -avarif ona ma’tuf ve avatıf ona masruf olmaya devam etsin- aziz ruhu bedende kaldığı müddetçe.
Tevliyet hakkını kendine tahsis eylemiştir -Allah onu hayatı müddetince ferahlandırsın ve afetlerden muhafaza eylesin-.
Vakıfta dilediği ve istediği şekilde tasarruf edebilir; vakfa ait vazifelerden (tahsisler) istediğini tenkis ve istediğini tezyid
eder. Beğendiği her fiili işler ve gereken her şeyi yapar.
Sonra eceli gelip de Hakka emaneti teslim eylediğinde -Doğu ve Batı sultanlarının başlarının üzerinde gölgesi daim olsun;
iyilik ve ihsanını bütün halkın üzerine yağmur gibi yağdırsın-, şart koşmuştur ki, mütevellilik erkek evladına, evladının
evladına nesil be nesil batın be batın ila maşaAllah ait bulunsun. Erkek evladından kimse kalmadığında ki, Baki olan
sadece Samed olan Allah’tır -Allah evlatlarının şerefli varlıklarını yevm-i din olan kıyamet gününe kadar asrın insanları
arasından ayırmasın, amin Ya Rabbe’l-Alemin-, mütevellilik saltanat tahtına oturan ve memleketin idaresini eline alan
sultanın üzerine gerektir ki, bütün vasıflarıyla tevliyet ve nezaret görevine ehil, güvenilir, Allah’ın rızasına uygun bir şekilde
dinini yaşayan bir şahsı mütevelli olarak tayin eylesin.
Vakıf-ı müşarünileyh, her mütevelliye görevi sırasında riayet etmesi için şart koşmuştur ki, vakıf mallarını ve akarlarını,
şer’an ve hukuken mümkün olan bütün yollarla işletsin; helal yol ile olmak şartıyla vakıf mallarını hukuki ve medeni semerelerini elde etmek için elinden gelen gayreti göstersin; vakıf malların istirbahı yani bunlardan gelir ve kar elde etmek
için işletme yollarının en güzellerine başvursun ve vakıf akarların imkanlarını en güzel şekilde kullansın; vakıf akarların
bütün galle ve gelirlerini tahsil eyleyip en yüksek seviyede zabt u rabt eylesin.
Allah’ın vakıf akarlar için ihsan edeceği, kira bedeli, galle, gelir ve ürünleri, evvela asıl vakıf malların noksanlarını tamamlamak için tamir masraflarına (rakabe) ve vakıf eserlerin asıl yapılarını termim etmeye (müessesât-ı vakfiye ve meberrat-ı
hayriyeye); sonra vakfa gelir getiren vakıf akarlar (müsekkafat) ve müstegillata; sonra vakıfın kendi mütevelliliği ve
evladının mütevelliliği zamanında -Allah u Te’ala onların şerefli varlıklarıyla yılların ve ayların nizamını süslendirsin ve
seneler ve asırlar tamamen sona erinceye kadar onların müddetlerini uzatıversin bunlardan geriye kalan ve artan gelirlerin
yirmide 5/10’u tevliyet halda olarak ayrılıp Hazine-i Amire’ye teslim kılınsın. Eğer tevliyet vakıfın evladından münkariz
olursa, tevliyet hakkı sultanın tayin edeceği nazırların tahsisatı (vazifesi) olarak devam eder. Müessesât-ı Hayriye’de
gerekli olan tamir masrafları (rakabe), vakıf akarlardaki termim giderleri ve tevliyet hakkından sonra geriye kalan vakıf gelirleri, vakfiyede zikredildiği üzere ve vakıfın şartları esas alınarak, her hayır müessesesindeki görevlilerin maaşları ve
tahsisatlarına sarf olunur.
Sonra vakıf -celalini daim ve gölgesini geniş ve kaim eylesin- her mütevelli ve nazır olan şart koştu ki, vakıfla alakalı olarak kendisine gelen ve giden her meselede Allah’tan korka; müste’cirler ile ehl-i diyanet ve takvanın razı olacağı şekilde
emanetle mu’amele eyleye; müste’cirler ile sözleşme yaparken asla ihmal etmeden mutlaka yazılı hale getire ve şahitli
muamelede buluna; ihmal ve gaflet eylemeden zamanı ve va’desi gelince hemen kira bedellerini tahsil eyleye.
Sonra vakıf -Allah, devlet-i ebediyye ve sermedi nimetlerle ömrünü uzun eylesin-, Meclis-i Sultani ve Divan-ı Hümayun’da
her sene her iki nazırın da muhasebesinin mutlaka alınması gerektiğini şarta bağlamıştır; eğer muhasebe neticesinde
emanetleri ortaya çıkarsa, görevlerinde ikame edilsinler; ancak hain oldukları ortaya çıkarsa, azledilerek yerlerine başka
bir nazır tayin edilsin. Yine vakıf şart koşmuştur ki, her altı ayda bir vakıftan tahsisat alan müderrisler, mu’idler, şeyh,
hatib, imamlar ve kısaca zikredilen müessesat-ı hayriye ile alakası bulunan bütün eşraf, Cami’ -i Kebir’de toplansınlar; şahitler huzurunda vakfiyeyi okusunlar; eğer şartlardan biri eksik kalmışsa hemen tamamlansın ve eski haline iade edilsin.
Yine vakıf şart koşmuştur ki, mansub mütevelli ve nazır, vakıf görevlilerinden (ehl-i vezaif) herhangi birini, hizmetlerini
eksiksiz yerine getirdikleri ve kendilerine tevdi edilen maslahatlara tam olarak riayet ettikleri müddetçe, görevlerinden
azl etmesinler. Eğer görevlerinde bir inhiraf görülür ise, evvela mütevelli ve nazır onlara nasihatte bulunsunlar, azl eylemesinler; ancak aynı hatayı ikinci defa işlerlerse, onlara nasihat edip bu inhiraftan men’ eylesinler, yine azl etmesinler;
eğer hatalarına ve yamukluklarına devam ederlerse, onları azletsinler.
Yine vakıf şart koşmuştur ki, vakfın gelirleri ve ürünleri yeterli olduğu müddetçe, vakıftan hak sahibi olan her hak sahibinin hakkı eksiksiz ve noksansız olarak sahibine verilsin; eğer vakfın gelir ve ürünlerinde noksanlık arız olursa, bu eksiklik
doğru orantılı olarak ve adil nisbette her hak sahibinin payına aksettirilsin.
Bu şartlar ile vasıflandırılan ve zikredilen kaideler altında yürütülen mezkur vakıflar, bu mezkur hayır müesseseleri ma’mur
olduğu ve varlığını sürdürdüğü müddetçe, bütün bölümleri ve başlıklarıyla yürürlükte ola; bütün delilleri ve neticeleri ile
kıyamete kadar devam eyleye; şartlarının tamamı olduğu gibi muhafaza oluna; gelirleri vakıfça belirlenen gider fasıllarına
harcana.
Eğer bu hayır müesseseleri, -Allah bunları inşa eden banisinin bekasıyla ma’mur eylesin- yıkılacak olursa, ikinci defa,
üçüncü defa ilâ-âhir yeniden inşa oluna.

Eğer zaman içinde ortaya çıkacak engellerden bir engel veya olayların sevkiyle aniden ortaya çıkacak bir mani sebebiyle
yeniden inşası mümkün olmaz ve iş zorluğa düşerse, vakfın bütün gelirleri, faydaları, ürünleri ve vakfın bütçesine dönen
medeni ve hukuki semereleri, vakıfın evlatlarından -Allah, vakıfın usulünü teyid ve kıyamete kadar neslini tebid eylesinmevcut olan erkek veya kız çocuklarına teslim olunsun.
Eğer vakfın evlatlarından kimse mevcut değilse, o zaman vakfın gelirleri, İstanbul’da yerleşmiş bulunan Müslüman fakir
ve miskinlere sarf olunsun; gökler ve yer, Rabbinin meşieti dışında devam ettiği müddetçe bu böyle olsun. “Hiç şüphesiz
ki, senin Rabb’in dilediğini yapar.” (Al-i İmran, 3/40)
Eğer sonradan yeni bir imkan ortaya çıkarsa, vakf eski şartlar üzerine, noksansız ve ziyadesiz olarak, aynen eskiden olduğu
gibi iade olunur.
Bütün bu şerh ve ta’yin eylediğim şeyler, tesbit edilen şekilde ve vakfiyede yazılı haliyle vakıf olunmuştur; şartları değiştirilemez; kanunları tağyir edilemez; asılları maksatları dışında bir başka hale çevrilemez; tesbit edilen kuralları ve
kaideleri eksiltilemez; vakfa herhangi bir şekilde müdahale Allah’ın diğer haramları gibi haramdır; Levhi, Kalemi, Arşı,
Kürsi’yi, gökleri ve yeri koruyan Allah’ın hıfzı ve inayetiyle mahfuzdur; üzerinden süre geçtikte bu vakfı tekid edecektir;
zaman yenilendikçe vakfı daha da yerleştirecektir.
Allah’ın yarattıklarından Allah’a ve O’nun rü’yetine iman eden, Ahirete ve onun heybetine inanan hiçbir kimse için, sultan
olsun, melik olsun, vezir olsun bey olsun, şevket ve kudret sahibi biri olsun, hakim veya mütegallib (zalim ve diktatör)
olsun, özellikle zalim ve diktatör idareciler tarafından tayin olunan, fasid bir tahakküm ve batıl bir nezaret ile vakıflara
nazır ve mütevelli olanlar olsun ve kısaca insanlardan hiçbir kimse için, bu vakıfları eksiltmek, bozmak, değiştirmek,
tağyir ve tebdil eylemek, vakfı ihmal edip kendi haline bırakmak ve fonksiyonlarını ortadan kaldırmak,’ asla helal değildir.
Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen batıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse
veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse; vakfın ortadan kalkmasına
veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin
yerine başka bir kurum ikame eylemek (temel müesseselerden birinden taviz vermek) ve vakfı bölümlerinden birine itiraz
etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse veya şer’i şerife aykırı
olarak vakıfta tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeri’ata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa
veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey taleb ederse, kısaca batıl tasarruflardan birini işler
yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haram işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikab eylemiş
olur. Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların la’neti üzerlerine olsun. “Ebeddiyyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları
asla hafifletilmesin ve onlara ebeddiyyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten soma değiştirirse vebali ve
günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.”
Haksız bir şekilde bu vakıflara tağyir, ibdal, tahrif ve ibtal şeklinde müdahale ve tecavüz eyleyen insan, ölümle karşılaştığı
anı, sekerat-ı mevti, kabri müşahede ettiğini ve onun karanlığını, tabutu ve onun işindeki yalnızlık ve vahşeti, Münker
meleğini ve heybetini, Nekir meleğini ve onun dehşetli darbelerini, Münker ile Nekir’in sorgulamalarındaki dehşeti, bütün
insanların Alemlerin Rabbi’nin huzuruna çıktıkları günde Allah’ın huzuruna çıkacağını, o gün hiçbir nefsin bir diğer nefis
için hiçbir şeye malik olamayacağını ve o gün her şeyin dizgininin Allah’a ait bulunacağını hatırlasın.
Kim, Allah’ın Kitabı’na ve Resulüllah’ın Sünneti’ne muhalefet ederse, Allah ve Resulü’nün haram kıldığını helalleştirmeye
çalışırsa, Müslüman kardeşinin vakıflarını bozmaya, hayırlarını tahrib etmeye ve hasenatını iptal eylemeye gayret gösterirse ve mü’minin hayır müesseselerini fonksiyonsuz hale getirmeye taarruz ederse, artık Allah’ın gadabı ile dönmüş
olur; son durağı ve oturağı Cehennem’dir; Cehennem ne kötü bir varılacak yerdir; Allah onun hesaba çekicisi, azabın en
azgın olanlarıyla azaplandırıcısı ve ikabın kanunlarıyla cezasını vericisidir. “0 gün zalimlere ileri sürecekleri mazeretleri
fayda vermeyecektir; onlar için sadece la’net vardır; onların varacakları cehennem ne kötü bir menzildir.” “0 gün her nefis
kazandığı günahlar sebebiyle rezil ü rüsvay olacaktır; o gün zulüm yoktur; Şüphesiz Allah hesabı çok hızlı yapandır.”
Bütün bunlardan sonra, vakıfın ecr ü mükafatı Hayy ve Kerim olan Allah’a, O’nun rahmetine, herkesi kucaklayan ihsanına,
nimetine ve büyük fazlına aittir. Hiç şüphe yoktur ki, Allah güzel amel işleyenlerin ücretlerini zayi kılmaz.
Bu vakfiyenin üst kısmında imzası bulunan Hakim verdiği kararların geçerli olduğu ve verdiği tasdik ve bozma kararlarının
meşru kabul edildiği bir durumda, kendi yargı yetkisi sınırları içinde, bu vakfın belirlenen şekilde sahih ve geçerli olduğuna; vakfiyede zikredilen şartların açıklanan kanunlar mucibince geçerli ve meşru kabul edildiğine; vakfiyedeki sıfat ve
vasıfların dinen gerekliliğine; vakıfın isbat ve nefy ettiklerinin bağlayıcı olduğuna, kesin bir karar ile karar verdi; herkesi
bağlayacağına ve vakfın lazım hale geldiğine hükmetti; verilen karar üzerine mesuliyetlerini müdrik olarak adil şahitleri
şahit gösterdi.

Kaynak: ayasofya_vakfiyesi_defter-35339641-a0db-42de-a761-8fa0a28d5c32.pdf (mk.gov.tr)

Danıştay’ın Ayasofya kararının tam metni

DAVACI                                        : Sürekli Vakıflar, Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği

VEKİLİ                                          : Av. Selami Karaman

DAVALI                                        : Cumhurbaşkanlığı (Başbakanlık) / ANKARA

VEKİLİ                                          : Hukuk Müşaviri Zeynep Gökçe Zengin / aynı yerde

DAVANIN KONUSU                     : Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması amacıyla Başbakanlığa yapılan 31/08/2016 tarihli başvurunun Başbakanlığın bağlı kuruluşu olan Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 1. Bölge Müdürlüğünce reddine yönelik 19/10/2016 tarih ve 27882 sayılı işlemin dayanağı olan Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesine ilişkin 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali istenilmektedir.

DAVACININ İDDİALARI               : Davacı tarafından, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararındaki imzaların gerçekliğinin grafolojik yönden incelenmesi gerektiği, 1924 Anayasası’nın 52. maddesi gereğince kararnamelerin Resmî Gazete’de yayımlanması ve Danıştay’ın incelemesinden geçirilmesi gerekirken bu şartlara uyulmadığı, Kararda imzaları bulunan bazı bakanların karar tarihinde Ankara dışında olduklarının Meclis tutanakları ile sabit olduğu, Ayasofya’nın tapu kaydında “müze” değil, “cami” ifadesinin yer aldığı ve UNESCO’nun resmi internet sitesinde müze olarak tanımlanmadığı, vakıf malı olan Ayasofya’nın vakfiyesine uygun bir şekilde cami olarak kullanılması gerektiği, vakfedenin iradesine aykırı hareket edildiği, Ayasofya’nın Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisine yönelik alınmış bir karar bulunmadığı ileri sürülerek, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının iptali istenilmektedir.

DAVALI İDARENİN SAVUNMASI: Davalı (Kapatılan) Başbakanlık tarafından, 1934 yılında yürürlüğe konulan Bakanlar Kurulu Kararına karşı yıllar sonra dava açılamayacağı, davanın süresinde olmadığı; davacının Başbakanlığa ve diğer kurumlara Ayasofya ile ilgili olarak zaman zaman başvurularda bulunduğu, davaya esas başvuru içeriğinin bir öncekinden farksız olduğu, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının iptali hususunda muhtelif davalar açıldığı, yine aynı işleme karşı davacı tarafından daha önce açılan davanın reddedildiği ve bu kararın kesinleştiği, işlem hakkında kesin hüküm bulunduğu; Ayasofya Camii’nin 1470 tarihli Mehmed Han-ı Sanî Bin Murad Han-ı Sanî Vakfı vakfiyesinden olup tapunun 57 pafta, 57 ada, 7 parselinde “türbe, akaret, muvakkithane ve medreseyi müştemil Ayasofya’yı Kebir Camii Şerifi” olarak kayıtlı olduğu, söz konusu Vakfın tüzel kişiliğe sahip bir mazbut vakıf olduğu ve Vakıflar Genel Müdürlüğünce temsil ve idare edildiği; Devlet idaresinin en yüksek karar organı olan Bakanlar Kurulunun idare alanında genel karar organı olduğu, Anayasa ve kanunlarla kendisine ayrıca ve açıkça yetki verilmemiş olsa bile, idare alanında “kanuna dayanmak” ve “Anayasaya ve kanunlara aykırı olmamak” şartıyla istediği her işlemi yapmak konusunda yetkili olduğu; Ayasofya’nın tahsis ve kullanım şeklinin değiştirilmesinin yürütmenin takdirinde olduğu, ulusal ve uluslararası koşullar ile iç

hukukumuz çerçevesinde Bakanlar Kurulunca bu konuda her zaman karar alınabileceği, Bakanlar Kurulu Kararında yer alan imzaların sahte olduğu iddiasının gerçeği yansıtmadığı öne sürülerek, davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ : Uğur Yasin Yolal

DÜŞÜNCESİ                                : Dava konusu işlemin iptal edilmesi gerektiği düşünülmektedir.

DANIŞTAY SAVCISI                    : Aytaç Kurt

DÜŞÜNCESİ                                : Davacı tarafından, Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesine ilişkin 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının üzerindeki Atatürk imzasının kriminoloji laboratuvarında incelettirilmesi ve iptali istenilmektedir.

Bakılan davanın açılmasından önce, aynı istemle açılan davanın Danıştay Onuncu Dairesinin 31/03/2008 tarih ve E:2005/127, K:2008/1858 sayılı kararıyla esas yönünden incelenerek reddedildiği, anılan kararın Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 10/12/2012 tarih ve E:2008/1775, K:2012/2639 sayılı kararıyla değişik gerekçeyle onandığı, davacının karar düzeltme isteminin de 06/04/2015 tarih ve E:2013/3803, K:2015/1193 sayılı kararla reddedildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, davacının 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararından en geç yukarıda anılan davanın açıldığı tarihte haberdar olduğunun kabulü gerektiği, sonradan dava hakkı doğuracak nitelikte yeni bir hukuki durumun da ortaya çıkmadığı dikkate alındığında bakılan davanın süre aşımı nedeniyle incelenmesine olanak bulunmamaktadır.

İşin esasına gelince;

Dosyanın incelenmesinden, türbe, akaret, muvakkıthane ve medreseyi de kapsayan Ayasofya Camiinin bulunduğu İstanbul İli, Eminönü İlçesi, Cankurtaran Mahallesi Bab-ı Hümayun Sokağı, 57 pafta, 57 ada, 7 sayılı parselde bulunan 2 hektar 6644 m²’ den ibaret taşınmazın 19.11.1936 tarihinde Fatih Sultan Mehmet Vakfı adına tapuya tescil edildiği, eşsiz bir mimarlık ve sanat abidesi olan Ayasofya Camiinin, müzeye çevrilmesi konusunda o dönemde vakıflardan sorumlu olan Maarif Vekaletinin (Milli Eğitim Bakanlığı) 4.11.1934 tarih ve 94041 sayılı yazısıyla, Ayasofya Camiinin çevresindeki evkafa ait dükkanların yıktırılması, diğerlerinin de evkafça istimlak edilmesi suretiyle güzelleştirilmesi ve tamiri ve daimi muhafazası masraflarına karşılık da evkafça bu sene ve gelecek sene bütçelerinden muayyen bir para ayrılması hakkında bir karar alınması suretiyle Ayasofya Camiinin müzeye çevrilmesinin istenildiği, Evkaf Umum Müdürlüğü’nün (Vakıflar Genel Müdürlüğü) 7.11.1934 tarih ve 153197/107 sayılı yazısıyla da, vakfın durumunun parasal olarak değerlendirilmesi üzerine, 24.11.1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla; Ayasofya Camiinin çevresindeki evkafa ait binaların Evkaf Umum Müdürlüğü’nce yıktırılarak temizlettirilmesi ve diğer binaların istimlak, yıkma ve binanın tamir ve muhafaza masrafları da Maarif Vekilliğince verilmek suretiyle Ayasofya Camiinin müzeye çevrilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Bütün insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal sitleri dünyaya tanıtmak, toplumda sözkonusu evrensel mirasa sahip çıkacak bilinci oluşturmak ve çeşitli sebeplerle bozulan, yok olan kültürel ve doğal değerlerin yaşatılması için gerekli işbirliğini sağlamak  amacıyla  Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Genel Konferansınca 16 Kasım 1972 tarihinde Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme kabul edilmiştir. 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla katılmamız uygun bulunan bu Sözleşme, 23.05.1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanarak, 14.02.1983 tarih ve 17959 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanmıştır.

Bu Sözleşmenin başlangıç bölümünde; kültürel mirasın ve doğal mirasın sadece geleneksel bozulma nedenleriyle değil, fakat sosyal ve ekonomik şartların değişmesiyle bu durumu vahimleştiren daha da tehlikeli çürüme ve tahrip olgusuyla gittikçe artan bir şekilde yok olma tehdidi altında olduğu, kültürel ve doğal mirasın herhangi bir parçasının bozulmasının veya yok olmasının, bütün dünya milletlerinin mirası için zararlı bir yoksullaşma teşkil ettiği, bu mirasın ulusal düzeyde korunmasının, korumanın gerekli kıldığı kaynakların genişliği ve kültürel varlığın toprakları üstünde bulunduğu ülkenin ekonomik, bilimsel ve teknik kaynaklarının yetersizliği nedeniyle çoğu kez tamamlanmamış olarak kaldığı, örgüt yasasının, dünya mirasının muhafaza ve korunmasını sağlamak ve ilgili milletlere gerekli uluslararası sözleşmeleri tavsiye etmek suretiyle bilgi muhafazasını arttırmayı ve yaymayı öngördüğü, kültürel ve doğal varlıklara ilişkin mevcut uluslararası sözleşme, tavsiye ve kararların hangi halka ait olursa olsun bu eşsiz ve yeri doldurulmaz kültür varlıklarının korunmasının dünyanın bütün halkları için önemini gösterdiği, kültürel ve doğal mirasın parçalarının istisnaî bir öneme sahip olduğu ve bu nedenle tüm insanlığın dünya mirasının bir parçası olarak muhafazasının gerektiği, kültürel ve doğal varlıkları tehdit eden yeni tehlikelerin vüsat ve ciddiyeti karşısında, ilgili devletin faaliyetinin yerini almamakla beraber bunu müessir bir şekilde tamamlayacak kolektif yardımda bulunarak, istisnaî evrensel değerdeki kültürel ve doğal mirasın korunmasına iştirakin, bütün milletlerarası camianın ödevi olduğu, bu amaçla, daimi bir temel üzerine ve modern bilimsel yöntemlere uygun olarak, istisnaî değerdeki kültürel ve doğal mirasın kolektif korunmasına matuf etkin bir sistemi kuran yeni hükümleri, bir sözleşme biçiminde kabulünün zorunlu olduğu hususlarına yer verilerek bu sözleşmenin kabul edildiği vurgulanmaktadır.

Söz konusu Sözleşme hükümlerinin bir gereği olarak oluşturulan Dünya Miras Listesi, UNESCO’ya bağlı Dünya Miras Komitesi tarafından belirlenerek bulundukları ülkenin devleti tarafından korunması garanti edilmiş doğal ve kültürel varlıkları göstermektedir. Böyle bir liste oluşturmadaki amaç, tüm insanlığın malı olan değerlerin korunmasında uluslar arası işbirliğini mümkün kılmaktır. Düzenli olarak yenilenen listede 2008 yılı itibariyle 141 ülkeye ait 851 varlık bulunmaktadır. Bunların 660’ı kültürel, 166’sı doğal, 25’i ise kültürel ve doğal varlıktır. Kültürel bir miras niteliği taşıyan İstanbul’un tarihi alanları 6.12.1985 tarihinde Dünya Miras Listesine dahil edilmiştir.

İstanbul’un tarihi alanlarının en önemli parçalarından biri olan ve ortak miras olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip Ayasofya’nın, müze olarak kullanılması idarenin takdir yetkisi kapsamındadır ve dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Davacı tarafından, Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesine ilişkin 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının üzerindeki Atatürk imzasının kriminoloji laboratuvarında incelettirilmesi istenilmektedir. Dosyanın incelenmesinden, T.C. Başvekalet Kararlar Müdürlüğünce 14/11/1934 tarih ve 94041 sayılı Tezkere uyarınca İcra Vekilleri Heyetince kararnamenin hazırlandığı ve onaya sunulduğu, Cumhurbaşkanınca Kararnamenin imzalandığı, Müzenin 01/02/1935 tarihinde faaliyete geçtiği göz önüne alındığında Cumhurbaşkanının iradesinin oluşmadığından söz edilemeyeceğinden iddianın incelenmesi istemi yerinde görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davanın reddi gerektiği düşünülmektedir.TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, duruşma için önceden taraflara bildirilen 02/07/2020 tarihinde davacı Derneği temsilen İsmail Kandemir ile davacı Dernek vekili Av. Selami Karaman’ın, Cumhurbaşkanlığını temsilen Hukuk Müşaviri Zeynep Gökçe Zengin’in geldikleri, Danıştay Savcısının hazır olduğu görülmekle açık duruşmaya başlandı, taraflara iddia ve savunmalarını açıklamaları için usûlüne uygun söz verilip, Danıştay Savcısının düşüncesi alındıktan ve tarafların Savcı düşüncesine yönelik beyanları dinlendikten sonra duruşmaya son verildi.

Davacının, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararında yer alan imzaların gerçeği yansıtmadığıKararda imzaları bulunan bazı bakanların karar tarihinde Ankara dışında olduklarının Meclis tutanakları ile sabit olması nedeniyle imzalarının geçersiz olduğu ve grafolojik yönden incelenmesi gerektiği iddiaları yönünden, dosyada konu ile ilgili inceleme yapılmasını gerektirecek yeterli emare bulunmadığı kanaatine ulaşıldığından söz konusu imzaların gerçekliğiyle ilgili inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.Davalı idarenin davada süre aşımı olduğu iddiası yönünden;

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrasında; dava açma süresinin, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hâllerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gün olduğu, dördüncü fıkrasında ise, ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresinin, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı, ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililerin, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilecekleri hükme bağlanmış, aynı Kanun’un 10. maddesinde de; ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri hüküm altına alınmıştır.

Dava konusu olayda, davacı Dernek tarafından 31/08/2016 tarihinde Başbakanlık genel evrak kaydına giren dilekçe ile “Ayasofya Camii’nin müze olmasının hukuken ve vakfen mümkün olmadığı, 7044 sayılı Aslında Vakıf Olan Tarihi ve Mimari Kıymeti Haiz Eski Eserlerin Vakıflar Umum Müdürlüğüne Devrine Dair Kanun’un, Bakanlar Kurulu Kararından önce uyulması gereken bir hukuk normu olduğu, Türkiye Cumhuriyetinde hukukun Anayasa’nın teminatı altında olduğu” ileri sürülerek hak, hukuk ve vakıf senedine göre Ayasofya Camii’nin ibadete açılması talep edilmiştir. Anılan başvuruya, Başbakanlık bağlı kuruluşu Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 1. Bölge Müdürlüğünün 19/10/2016 tarih ve 27882 sayılı yazısıyla “Ayasofya Camii mülkiyetinin Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olmakla birlikte, dava konusu 24.11.1934 tarih ve 2/1589 sayılı İcra Vekilleri Heyetince müzeye çevrilmiş olup, halen Kültür ve Turizm Bakanlığının sorumluluğunda müze olarak devam ettiği” belirtilerek cevap verilmiş ve bu suretle söz konusu talep reddedilmiş bulunmaktadır.

Davacı Derneğin Başbakanlığa yapmış olduğu başvuru 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesi kapsamında yapılan bir başvuru niteliğinde olup, Ayasofya’nın müze statüsünde kullanımının hukuk ve vakıf senedine aykırı olduğu iddiasıyla cami olarak kullanıma açılması talebini içermektedir. Bu talebin reddine dair işlem, dava dilekçesi ekinde ibraz edilen taahhütlü tebliğ alındısı suretine göre davacı Derneğe 24/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve altmış günlük yasal dava açma süresi içinde kalan 20/12/2016 tarihinde de bu dava açılmıştır. Esasen Dairemizin E:2018/3786 sayılı dosyasında doğrudan dava konusu Bakanlar Kurulu Kararına karşı açılan dava, davalı idareye yeni bir başvuru yapılmadan ve konu ile ilgili tesis edilmiş bireysel bir işlem olmadan açılmış bulunduğundan 13/09/2018 tarihinde verilen K:2018/2588 sayılı süre ret kararıyla sonuçlanmış iken, bu dava bahis konusu başvuru üzerine tesis edilen yeni bir bireysel işlem akabinde açılmış olduğundan, dosya esas yönünden görüşülmek üzere tekemmül ettirilmiştir.

Davacı Derneğin başvurusunun reddedilmesine dair işlem, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı dayanak alınmak suretiyle tesis edilmiştir. Dolayısıyla davacı, hakkında idari davaya konu olabilecek bireysel işlemin tesis edilmesi üzerine hem bu işlem, hem de dayanak işleme veya bunlardan herhangi birine karşı dava açabilecek olup, uyuşmazlıkta da, bireysel ret işleminin dayanağını oluşturan Bakanlar Kurulu Kararına karşı söz konusu işlemin tebliği üzerine yasal süresi içinde dava açılmıştır. Bu nedenle, davalı idarenin süre aşımı itirazı yerinde görülmemiştir.Davalı idarenin, tarafları ve konusu aynı olan önceki bir davada Dairemizce verilen kesin bir hüküm bulunduğu iddiasına gelince;

Söz konusu kesin hüküm iddiasına ilişkin karar; Dairemizin 31/03/2008 tarih ve E:2005/127, K:2008/1858 sayılı davanın reddine ilişkin kararının değişik gerekçe ile onanmasına dair İdari Dava Daireleri Kurulunun 10/12/2012 tarih ve E:2008/1775, K:2012/2639 sayılı kararıdır.

Anılan Kararda, “… Dünya Miras Listesine dahil edilerek tüm insanlığın ortak değeri kabul edilen Ayasofya’nın da, anılan sözleşme hükümleri gereğince, bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından korunacağı ve yaşatılacağı açıktır. Koruma ve yaşatma ilkesine uygun olmak şartıyla, Ayasofya’nın kullanım şeklinin ise iç hukukumuza göre belirlenmesi önünde anılan Sözleşmede engel bir kural bulunmamaktadır.

Davalı idare tarafından, Ayasofya’nın tarihi, mimari ve kültürel nitelikleri nedeniyle ve korunması amacıyla diğer camilerden farklı değerlendirilmesinin zorunlu olduğu, bu zorunluluklar nedeniyle ve 1934 yılındaki ulusal ve uluslararası koşullar dahilinde, dava konusu işlemle kullanım şeklinin müze olarak belirlendiği belirtilmektedir.

Ulusal ve uluslararası koşullardaki değişiklikler gözetilerek ve Ayasofya’nın tarihi, mimari ve kültürel niteliklerini koruma ve yaşatma amacına bağlı kalınarak Ayasofya’nın kullanım şeklinin müze olmaktan çıkartılması ve başka bir amaca tahsis edilmesi de idarenin takdirinde bulunmaktadır. …” gerekçesine yer verilmiş ve bu gerekçe ile davanın reddine ilişkin karar onanmıştır.

Bahse konu kararda, Ayasofya’nın kullanım şeklinin iç hukukumuza göre belirlenmesi önünde Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme’de engel bir hükmün bulunmadığı belirtildikten sonra, Ayasofya’nın müze vasfından başka bir amaca tahsisinin idarenin takdirinde olduğuna hükmedilmiştir. Ancak, söz konusu dava içeriğinde; Ayasofya’nın mülkiyeti, vakıf niteliği ve tapusunda yer alan vasfı itibarıyla vakıf senedinde tahsis edildiği amaç dışında kullanımının hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddialar yönünden esasa ilişkin herhangi bir inceleme ve değerlendirme bulunmadığı gibi, buna dair herhangi bir gerekçe ve hüküm de yer almamıştır.

Bu itibarla, davacı Derneğin daha önceki davalar kapsamında yargılama konusu yapılmayan, hakkında herhangi bir gerekçe ve hüküm bulunmayan dava sebepleri yönünden 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince yaptığı yeni ve farklı bir başvuru sonucu tesis edilen işlem üzerine ortaya çıkan uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmekte olup, belirtilen konular hakkında kesinleşen bir hükümden söz edilemeyeceğinden, davalı idarenin usûle ilişkin iddiaları yerinde görülmeyerek, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin esasına geçilerek gereği görüşüldü:

MADDİ OLAY VE HUKUKİ SÜREÇ:

1470 tarihli Mehmed Han-ı Sanî Bin Murad Han-ı Sanî Vakfı’nın vakfiyesinde “cami” olarak gösterilen ve 19/11/1936 tarihli tapu senedi uyarınca İstanbul İli, Eminönü İlçesi (hâlen Fatih İlçesi), Cankurtaran Mahallesi, Babı Hümayun Sokak, 57. Pafta, 57. Ada, 7 numaralı Parselde “türbe, akaret, muvakkithane ve medreseyi müştemil Ayasofyayı Kebir Camii Şerifi” vasfı ile “Ebulfetih Sultan Mehmet Vakfı” adına kayıtlı Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması talebiyle davacı Dernek yetkilisi tarafından 31/08/2016 tarihli dilekçe ile (kapatılan) Başbakanlığa başvurulmuştur.

Anılan dilekçeye Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 1. Bölge Müdürlüğünün 19/10/2016 tarih ve 27882 sayılı yazısı ile Ayasofya Camii’nin müze olarak kullanımının devam ettiği yönünde cevap verilmiş olup, davacıya bu yazı 24/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve bunun üzerine 20/12/2016 tarihinde kayda giren dilekçe ile bakılmakta olan dava açılmıştır.

İNCELEME VE GEREKÇE :

a)  İlgili Mevzuat:

Mülga 864 sayılı Kanunu Medeninin Sureti Meriyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun’un 1. maddesinde “Kanunu medeninin meri olmağa başladığı tarihten evvelki hâdiselerin hukukî hükümleri, mezkûr hâdiselerin hangi kanun meri iken vaki olmuş ise yine o kanuna tâbi kalır.

Binaenaleyh 4 teşrinievvel 1926 tarihinden evvel vukubulmuş olan muamelelerin hukukan lâzimülifa olup olmamaları ve neticeleri, mezkûr tarihten sonra dahi, vukuları zamanında meri olan kanunlara tevfikan tayin olunur. …” hükmüne, 8. maddesinde ise “Kanunu medeninin meriyete vazından mukaddem vücuda getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur.” 

hükmüne yer verilmiştir.

Benzer şekilde, 864 sayılı Kanun’u yürürlükten kaldıran 03/12/2001 tarih ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 1. maddesinde “Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukukî sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır.

Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan işlemlerin hukuken bağlayıcı olup olmadıkları ve sonuçları, bu tarihten sonra dahi, yapıldıkları sırada yürürlükte bulunan kanunlara göre belirlenir. …” hükmüne, 8. maddesinde ise “Türk Kanunu Medenîsinin yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş bulunan vakıflar hakkında yürürlükte olan özel hükümler saklı kalmaya devam eder. ” hükmüne yer verilmiştir.

05/06/1935 tarih ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesinde “Tahsis edildikleri maksada göre kullanılmaları kanuna veya amme intizamına uygun olmayan veyahud işe yaramaz bir hale gelen hayrat vakıflar, idare meclisinin teklifi ve Bakanlar Heyetinin kararı ile mümkün mertebe gayece ayni olan diğer hayrata tahsis edilebileceği gibi bu kabîl hayrat ayın veya para ile değiştirilerek elde edilecek ayın veya para dahi ayni suretle diğer hayrata tahsis olunabilir.

Mimarî veya tarihî değeri olan eserler satılamaz.” hükmü yer almaktadır.

Hâlen yürürlükte bulunan 20/02/2008 tarih ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 15.

maddesinde “Vakıfların hayrat taşınmazları haczedilemez, rehnedilemez, bu taşınmazlarda mülkiyet ve irtifak hakkı için kazandırıcı zamanaşımı işlemez.

Genel Müdürlüğe, mazbut ve mülhak vakıflara ait olup, tahsis edildikleri amaca göre kullanılmaları kanunlara veya kamu düzenine aykırı yahut tahsis amacına uygunluğunu kaybetmiş, kısmen veya tamamen hayrat olarak kullanılması mümkün olmayan taşınmazlar; mazbut vakıflarda Meclis kararı ile mülhak vakıflarda vakıf yöneticisinin talebi üzerine Meclis kararı ile gayece aynı veya en yakın başka bir hayrata dönüştürülebilir, akara devredilebilir veya paraya çevrilebilir. Bu paralar aynı surette diğer bir hayrata tahsis olunur. Aynı vakıf içerisindeki dönüştürme veya devirlerde bedel ödenmez.” hükmüne, 16. maddesinde de, “Mazbut vakıflara ait hayrat taşınmazlara, Genel Müdürlük tarafından öncelikle vakfiyeleri doğrultusunda işlev verilir. Genel Müdürlükçe değerlendirilemeyen veya işlev verilemeyen hayrat taşınmazlar; fiilen asli niteliğine uygun olarak kullanılıncaya kadar kiraya verilebilir.

Bu hayrat taşınmazlar; Genel Müdürlükçe işlev verilmek amacıyla, vakfiyesinde yazılı hizmetlerde kullanılmak üzere Genel Müdürlüğün denetiminde onarım ve restorasyon karşılığı kamu kurum ve kuruluşlarına, benzer amaçlı vakıflara veya kamu yararına çalışan derneklere tahsis edilebilir. ” hükmüne yer verilmiştir.b)  Vakıf Müessesesi

Anayasa Mahkemesinin 04/12/1969 tarih ve E:1969/35, K:1969/70, 26/12/2013 tarih ve E:2013/70, K:2013/166 sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere, kökü İslâm hukukuna dayanan, temelinde vakfedenlerin iradesi bulunan ve bir sosyal yardım kurumu olan vakıflar, bir mülkün menfaatlerinin sosyal ve kültürel hizmetlere tahsis edilmek üzere özel mülkiyetten çıkarılarak temlik ve temellükten yasaklanmak suretiyle kamu yararına özgülenmesini ifade etmektedir.

22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 101. maddesinde vakıflar, “gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal toplulukları” olarak tanımlanmıştır.

Günümüzde vakıf kurulabilmesi, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre mümkün olmakla birlikte, anılan Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce kurulmuş olan vakıfların, tarihten gelen özellikleri, kuruluş irade ve amaçları ile vakıf senetlerindeki şartlar gereği korunmaları ve sürekliliklerinin sağlanması hususları gözetilerek, “mazbut vakıflar”, “mülhak vakıflar”, “yeni vakıflar”, “cemaat vakıfları” ve “esnaf vakıfları”nın yönetimi, faaliyetleri ve denetimi, yurt içi ve yurt dışındaki taşınır ve taşınmaz vakıf kültür varlıklarının tescili, muhafazası, onarımı ve yaşatılması, vakıf varlıklarının ekonomik şekilde işletilmesi ve değerlendirilmesinin sağlanmasına ilişkin usûl ve esaslar 20/02/2008 tarih ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nda düzenlenmiştir.

Vakıf amaç ve faaliyetlerinin yerine getirilmesi için gelir getirici şekilde değerlendirilmesi zorunlu olan taşınır ve taşınmazlara “akar”, vakıfların doğrudan toplumun istifadesine bedelsiz olarak sundukları mal ve hizmetlere “hayrat” adı verilmektedir.c)  Eski Vakıflar Hakkında Uygulanacak Hukuk Kuralları

17/02/1926 tarih ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi 04/04/1926 tarih ve 339 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmış ve yürürlük tarihinin düzenlendiği 936. maddesi hükmü gereği yayımı tarihinden altı ay sonra 04/10/1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

19/06/1926 tarih ve 864 sayılı Kanunu Medeninin Sureti Meriyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun’un “Umumî hükümler, Kanunun makabline şümulü” başlıklı 1. maddesinde “Kanunu medeninin meri olmağa başladığı tarihten evvelki hâdiselerin hukukî hükümleri, mezkûr hadiselerin  hangi  kanun  meri  iken  vaki  olmuş  ise  yine  o  kanuna  tâbi  kalır.  Binaenaleyh 4

teşrinievvel 1926 tarihinden evvel vukubulmuş olan muamelelerin hukukan lâzimülifa olup olmamaları ve neticeleri, mezkûr tarihten sonra dahi, vukuları zamanında meri olan kanunlara tevfikan tayin olunur. …” kuralına, “Kanunu medeniden evvel müesses evkaf, tesisler” başlıklı 8. maddesinde ise “Kanunu medeninin meriyete vazından mukaddem vücuda getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur. Kanunu medeninin meriyete vazından sonra vücuda getirilecek tesisler, kanunu medenî ahkâmına tâbidir.” kuralına yer verilerek, 743 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden önce kurulan eski vakıfların yeni Kanun hükümlerine tabi olması uygun görülmediğinden, 864 sayılı Kanun’un 8. maddesinde, Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflara dair ayrı bir kanuni düzenleme yapılacağı belirtilmiş ve bu kapsamda 05/06/1935 tarih ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu yürürlüğe konulmuştur.

Benzer şekilde, 1 Ocak 2002 tarihinde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte, 864 sayılı Kanun’u yürürlükten kaldıran 03/12/2001 tarih ve 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 8. maddesinde de, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar için yürürlükte olan özel kurallar saklı tutularak 4 Ekim 1926 tarihinden önce kurulmuş olan vakıfların hukuki statülerinin muhafazasına karar verilmiştir.

Buna göre, kanun koyucu, eski vakıfları kuranların iradelerine ve sözleşme hürriyetine olabildiğince saygı göstererek, 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nda eski vakıfları düzenlerken vakıf kurumunun ve ondan doğan ilişkilerin hukuki niteliğinde ve bu arada vakıf mallarının özel mülkiyet konusu mallar olmasında, herhangi bir değişiklik yapmamış, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girdiği 04/10/1926 tarihinden önce kurulan vakıfların hukuki statüleri 2762 sayılı Vakıflar Kanunu (hâlen 5737 sayılı Vakıflar Kanunu) hükümleri çerçevesinde korunmaya devam edilmiştir.ç) Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Eski Vakıflarla İlgili Değerlendirmeleri

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30/05/2007 tarih ve E:2007/18-293, K:2007/310 sayılı Kararında vakıflarla ilgili olarak yapılan genel değerlendirme şu şekildedir:

… Dava konusu vakıf, Osmanlı dönemine ait bir vakıftır. Bu nedenle davayı Osmanlı Vakıf Hukuku düzenlemelerine göre incelemek gerekir. Osmanlı tatbikatında vakıf; bir malı mülkiyetten çıkarıp menfaatlerini belli şartlarla, ebedi olarak bir hayır cihetine tahsis etmek demektir. Vakıf, kamu veya özel nitelikte kurulsa dahi hukuki bir tasarruf olduğunda şüphe yoktur. Ancak, hukuki tasarruflar, tek taraflı ve iki taraflı irade beyanı çeşitlerine ayrılmaktadır. O halde vakıf, hangi tür irade beyanına göre kurulmaktadır. Osmanlı hukukçularına göre; ister kamuya, isterse özel cihetlere tahsis edilsin veya birinci derecede vakıftan yararlanacak belli şahıslar bulunsun veya bulunmasın vakıf tek taraflı bir hukuki muameledir. Vakfedenin (vâkıf) icabıyla (irade beyanıyla) kurulur. Vakıf muamelesinin bağlayıcılık kazanması için hakimin yargılama sonucunda vakfın lüzumuna karar vermesi gerekir. Osmanlı tatbikatında buna tescil denilmektedir. Bir vakıf muamelesinin hem sahih hem de lâzım olabilmesi için tescili şart koşulmuştur. Tescil ile, vakfiyet ile verilen hükümler tarafları ve bütün hükmi şahısları bağlar. Artık hiçbir kimse vakıf mal aleyhinde mülkiyet ve istihkak iddiasıyla dava açamaz. … Vâkıfa ait mülk, vakfedildikten sonra kimin olacaktır. Osmanlı hukukçuları vakıf malların mülkiyetinin ‘…. Allahın mülkü hükmünde …’ diyerek hükmi bir şahsiyete intikal ettiğini açıkça söylemektedirler. Vakfın hukuki sonucu vakfedilen malın aslının hapsi ve menfaatinin Allahın kullarına ait olmasıdır. (Ebu-Üla Mardin, Ahkam-ı Evkaf, Ömer Hilmi Karinabadizade Ahkamül Evkaf) Vakıf muamelesiyle vakfedilen mal, bir çeşit manevi dokunulmazlık kazanır. Artık vakıf mal üzerinde, mülkiyet konusu bir malmış gibitasarruf olunamaz. … Yukarıda yapılan açıklamalardan hareketle Osmanlı tatbikatında vakıf; tek taraflı irade beyanıyla kurulan, yargılama sonucunda lüzumuna karar verilen, tescille hüküm ifade eden; konusu malum, muayyen ve dayanıklı bir malın, vakfedenin mülkiyetinden çıkarılıp özel ve tüzel kişilerin yararına, gayesine uygun bir biçimde mütevellilerince idare edilen hukuki müesseselerdir.

Osmanlı döneminde kurulan bir vakfın yukarıdaki esaslar dairesinde kurulup kurulmadığının tespiti ancak vakfın tüzüğü (vakfiye) ile belirlenebilir. d)  Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun Kariye Camii’ne Dair Kararı

743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girdiği 04/10/1926 tarihinden önce kurulmuş, mazbut vakıf hayratı statüsünde bulunan, İstanbul İli, Fatih İlçesindeki Kariye Camii’nin müze ve müze deposu olarak kullanılmak üzere Milli Eğitim Bakanlığına tahsisine ilişkin 29/08/1945 tarih ve 3/3054 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemiyle Dairemizde açılan davada, 12/03/2014 tarih ve E:2010/14612, K:2014/1474 sayılı kararımızla, “… Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Genel Konferansınca 16 Kasım 1972 tarihinde ‘Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme’nin kabul edildiği, 14/04/1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla katılmamız uygun bulunan bu Sözleşme’nin, 23/05/1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanarak, 14/02/1983 tarih ve 17959 sayılı Resmî Gazete’de yayımlandığı, … Söz konusu Sözleşme hükümlerinin bir gereği olarak oluşturulan Dünya Miras Listesi, UNESCO’ya bağlı Dünya Miras Komitesi tarafından belirlenerek bulundukları ülkenin devleti tarafından korunması garanti edilmiş doğal ve kültürel varlıkları gösterdiği, böyle bir liste oluşturmadaki amacın tüm insanlığın malı olan değerlerin korunmasında uluslar arası işbirliğini mümkün kıldığı düzenli olarak yenilenen listede 2008 yılı itibariyle 141 ülkeye ait 851 varlık bulunduğu bunların 660’ı kültürel, 166’sı doğal, 25’i ise kültürel ve doğal varlık olduğu, kültürel bir miras niteliği taşıyan İstanbul’un tarihi alanlarının 06/12/1985 tarihinde Dünya Miras Listesine dahil edildiği, İstanbul’un tarihi alanlarının önemli parçalarından biri olan ve ortak miras olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip Kariye Müzesinin, inşa edildiği yüz yıllar öncesinden günümüze kadar uzanan süreçte tarihe tanıklık etmesi, belli bir zaman diliminde veya kültürel mekanda, mimarinin veya teknolojinin, anıtsal sanatların gelişiminde, şehirlerin planlanmasında veya peyzajların yaratılmasında, insani değerler arasındaki önemli etkileşimi göstermesi, insanlık tarihinin bir veya birden fazla anlamlı dönemini temsil eden yapı tipinin ya da mimari veya teknolojik veya peyzaj topluluğunun değerli bir örneğini sunması ve bir veya birden fazla kültürü temsil eden önemli bir örnek olması nedeniyle tüm dünyaya tanıtılma işlevinin gereği gibi yerine getirilebilmesi amacıyla müze olarak kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı 

gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dairemizin anılan kararının temyiz edilmesi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/04/2017 tarih ve E:2014/4645, K:2017/1860 sayılı kararıyla temyize konu karar hukuka ve usûle uygun bulunmuş ve kararın onanmasına karar verilmiş ise de davacı tarafından, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca verilen 26/04/2017 tarihli onama kararının düzeltilmesinin istenilmesi üzerine, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, karar düzeltme dilekçesinde ileri sürülen nedenler, 2577 sayılı Kanun’un 54. maddesi hükmüne uygun bulunarak, karar düzeltme isteminin kabulü ile Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/04/2017 tarih ve E:2014/4645, K:2017/1860 sayılı kararı kaldırılarak temyiz istemi yeniden görüşülmüş olup, 19/06/2019 tarih ve E:2018/142, K:2019/3130 sayılı karar ile;

Kariye Camii Şerifi, Osmanlı Devleti döneminde özel hukuk hükümlerine göre vakfedilmiş, mazbut Fatih Sultan Mehmet Vakfına ait hayrat taşınmazlardandır. Hayrat taşınmazlar; ibadethane, hastahane ve aşhane gibi doğrudan doğruya hayır hizmetlerinin ifası için kurulmuş olan vakıfların taşınmazlarıdır ki; bu taşınmazlar gerek mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu, gerekse halen yürürlükte olan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu hükümleri uyarınca kamu malı niteliğindedirler. Dolayısıyla, bunlar hakkında, esas itibariyle, özel mülkiyet hükümleri tatbik olunamaz. Hayrat malları satılamaz, rehin edilemez, haciz olunamazlar, bunlar için ne mülkiyete, ne de irtifak haklarına ilişkin kazandırıcı zamanaşımı hükümleri uygulanamaz. Zira, bu mallar hiç bir kişinin özel mülkiyetinde olmayıp, kamunun kullanımına ve istifadesine tahsis edilmişlerdir. Hayrat taşınmazlar, mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesi ile halen yürürlükte olan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 15 ve 16. maddelerinde öngörülen hükümler hariç olmak üzere vakfın belirlediği kullanım şekli dışında bir kullanım amacına tahsis edilemez.

Bu itibarla, mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesinde öngörülen durum ortaya çıkmamış olmasına karşın vakfedenin, taşınmazın ilelebet cami olarak kullanılması yönündeki iradesini ve tahsisini ortadan kaldıracak şekilde alınan dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı, metni yukarıya alınan ve vakıf senedi hangi tarihte düzenlenmişse o tarihteki mevzuatın uygulanacağını hükme bağlayan 864 sayılı Kanunun 1 inci maddesine aykırıdır. Bu hukuka aykırılıktan olsa gerektir ki, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı alınmadan önce Maliye Bakanı tarafından Başbakanlığa gönderilen görüş yazısında; ‘Bu itibarla, Milli Eğitim Bakanlığınca hazırlanmakta olan kanun tasarısının işlemleri biterek yürürlüğe gireceği zamana intizaren …’ ifadesine yer verilmiş, daha yürürlüğe girmemiş bir kanuna atıfla Bakanlar Kurulu Kararı ihdas edilmiştir. Dava dosyası Danıştay Altıncı Dairesinde iken Dairece 21/04/2010 tarihli ara kararla idareye ‘dava konusunu oluşturan mevzuat hükümleri’ sorulmuş olmasına karşın, idarece hiçbir yasal dayanak gösterilmemiştir.

Hayrat vakıflarının temel özelliği bunların amaç dışı kullanımlara karşı üçüncü kişiler yanında, bizzat Devlet’e karşı da korunmuş olmasıdır. Bu vakıfların Devlet’in koruması altında olması, Devlet’in istediği zaman ve istediği şekilde vakıf malları üzerinde tasarrufta bulunması anlamına gelmez. Devlet, sadece vakıf malların amacı doğrultusunda kullanılmasını teminen, kendisine emanet edildiği varlık konumundadır. Bir düzenleme ile olsa bile hayrat vakıfların, başka bir amaca özgülenmesi, hukuka aykırı olacaktır.

Öte yandan, Bakanlar Kurulu Kararı alınırken işlem tarihinde yürürlükte olan 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun öngördüğü şartlara uyulmamıştır. Yukarıda sözü edilen mülga 864 sayılı Kanun hükümleri bulunmasa bile, işlem tarihinde yürürlükte bulunan mevzuatın öngördüğü şartlar, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı alınırken; 05/06/1935 tarihinde çıkarılan 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesinde yer alan; ‘Tahsis edildikleri maksada göre kullanılmaları kanuna veya amme intizamına uygun olmayan veyahut işe yaramaz bir hale gelen hayrat vakıflar, idare meclisinin teklifi ve Bakanlar Heyetinin kararı ile mümkün mertebe gayece aynı olan diğer hayrata tahsis edilebileceği gibi bu kabil hayrat ayın veya para ile değiştirilerek elde edilecek ayın veya para dahi aynı suretle diğer hayrata tahsis olunabilir.’ hükmüne, uygun hareket edilmemiştir. Aynı hüküm halen yürürlükte olan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 15. ve 16. maddelerinde yinelenmiştir.

Dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı ise; Kanunda öngörülen şartlardan hiç birisi gerçekleşmeden alınmış, gerekli şekil şartlarına da uyulmamıştır. Zira; Kariye Camiinin, cami olarak kullanılmasında kanuna ve kamu düzenine aykırılıktan söz edilemeyeceği gibi, Bakanlar Kurulu kararına altlık oluşturmak üzere, Vakıflar Genel Müdürlüğü İdare Meclisinin herhangi bir teklifi bulunmamaktadır. Öte yandan yapılan tahsis; bir ibadethanenin depo ve müze olarak kullanılması amacına matuf olup, yukarıdaki şartlar var olsa bile, dava konusu işlemi maksat yönünden açıkça sakatlamaktadır.

Belirtilen nedenlerle, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı, yetki, şekil, sebep, maksat yönlerinden hukuka aykırıdır.” gerekçelerine yer verilerek, Dairemizin 12/03/2014 tarih ve E:2010/14612, K:2014/1474 sayılı kararı bozulmuş olup, anılan bozma kararı uyarınca verilen Dairemizin 11/11/2019 tarih ve E:2019/11776, K:2019/7680 sayılı kararı ile de ilgili Bakanlar Kurulu Kararının Kariye Camii’ne ilişkin kısmı iptal edilmiştir.e)  Vakıf Mallarının Statüsü

Anayasa Mahkemesinin 30/01/1969 tarih ve E:1967/47, K:1969/9 sayılı Kararına göre vakıf mallarının maliki hiçbir zaman Devlet değil, vakıfların kendileridir: “İslâm hukukuna göre kurulmuş olan ve varlıkları 2762 sayılı, 5/6/1935 günlü Vakıflar Kanunu ile tanınan vakıfların taşınmaz mallarının bu vakıfların mülkiyeti altında olduğu, gerek islâm hukukunun, gerekse o hukukun bu konudaki hükümlerini saklı tutan Vakıflar Kanununun hükümleri gereğidir. Demek ki vakıf mallarının maliki, hiçbir zaman Devlet değil, vakıfların kendileridir.”

Yargıtay içtihatlarına göre de vakıf mallarının sahibi Devlet değildir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 26/05/1935 tarih ve E:1935/78, K:1935/6 sayılı Kararında da 864 sayılı Kanunu Medeninin Sureti Meriyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun’un 8. maddesi gereğince “Kanunu Medeninin meriyete vaz’ından evvel vücuda getirilen bu gibi evkaf hakkında esasatı sabıkanın tatbiki lazım gelmesine”, “mal-ı vakfın emval-i Devletten olmadığının kabuliyle” ifadeleri kullanılarak, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girdiği tarihten önce kurulmuş olan vakıflar hakkında anılan Kanun’dan önceki hukuk kurallarının uygulanacağı ve vakıf mallarının Devlet malı hükmünde olmadığı karara bağlanmıştır.f)  04/10/1926 Tarihinden Önce Kurulan Vakıflarla İlgili Genel Değerlendirme

Yukarıda alıntılanan kanun hükümleri, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay kararlarının birlikte değerlendirilmesinden 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girdiği 04/10/1926 tarihinden önce kurulmuş olan vakıflarla ilgili olarak;

(i)    Vakfiye ya da vakıf senedinin, vakfın kurucu belgesi olduğu, bu belgelerin, vakfın konusuna, amacına ve organlarına dair vakfedenin iradesini yansıtan düzenlemeler içerdiği,

(ii)   Vakfiye ya da vakıf senedi hükümlerinin, hukuk kuralı etki, değer ve gücünde olduğu; vakıf kurma işlemi tamamlandıktan sonra bu kuralların, “vakfedeni”, “vakfı idare edenleri”, “vakıftan faydalanacakları” ve “üçüncü kişileri” bağladığı gibi “Devleti” de bağladığı, bu nedenle, kurucu iradeyi yansıtan vakfiye ya da vakıf senetlerini hiç kimsenin değiştiremeyeceği,

(iii)  Vakıf varlıklarının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasının zorunlu olduğu, sonucuna varılmaktadır.

Bir özel hukuk işlemi olan vakıf kurma iradesinin kanunla belirlenen yönteme uygun olarak açıklanması sonrasında, özel hukuk tüzel kişiliği kazanan mal topluluğunun, mülkiyetine geçen mal ve haklar üzerindeki tasarruf yetkisi, kuşkusuz Anayasa’nın mülkiyet hakkına, tüzel kişiliğin varlığını sürdürmesi de örgütlenme hürriyetine ilişkin kurallarının güvencesi altındadır. Dolayısıyla, vakıf özel hukuk tüzel kişiliğine yönelik düzenlemelerin, vakıf kurumunun bu aslî niteliğine uygun olması ve vakıflara yönelik olarak tesis edilecek işlemlerde, vakfı kuranın iradesine, Anayasa’nın mülkiyet hakkı ve örgütlenme hürriyetine ilişkin kurallarında öngörülenler dışında karışılmaması gerekir.

Aksi hâlde, vakfedenin vakfı oluştururken ortaya koyduğu kurucu iradeye bağlı kalmaksızın, vakfedenin amacı dışına çıkılması ve vakfın amacının ya da mallarının değiştirilmesi hâlinde, vakfın özel hukuk tüzel kişiliği olarak nitelendirilmesine imkân kalmayacak ve bu durum, Anayasa’nın 2. maddesinde yer verilen hukuk devleti niteliğinin gereği olan hukuk güvenliği ilkesiyle, Anayasa’nın örgütlenme hürriyeti ve mülkiyet hakkına ilişkin 33. ve 35. maddelerindeki kurallarla bağdaşmayacaktır.

Nitekim, kanun koyucu da 04/10/1926 tarihinden önce kurulan vakıflarla ilgili yukarıda özetlediğimiz ilkelerden hareketle, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun geçici 7. maddesi ile cemaat vakıflarının; 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar ile 1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde müracaat edilmesi hâlinde, Vakıflar Meclisinin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescillerinin yapılmasını öngörmüştür.

Benzer şekilde 22/08/2011 tarih ve 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 17. maddesiyle 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’na eklenen geçici 11. madde ile, cemaat vakıflarının, 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup; malik hanesi açık olan taşınmazları, kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları, kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte anılan maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren oniki ay içinde müracaat edilmesi hâlinde, Vakıflar Meclisinin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilmesi; cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların ise Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değerinin Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ödenmesi kurala bağlanmıştır.

Son olarak 21/03/2017 tarih ve 7103 sayılı Kanun’un 78. maddesiyle 5737 sayılı Kanun’a eklenen geçici 13. madde ile Vakıflar Genel Müdürlüğünün mülkiyetindeki Mardin İli, Nusaybin İlçesinde bulunan ve maddede sayılan taşınmazların, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte, taşınmazların bulunduğu bölgede yer alan Süryani cemaatine ait vakıflar arasından Vakıflar Meclisinin kararı ile belirlenecek vakıflar adına, ilgili tapu sicil müdürlüklerince tescil edilmesi hükme bağlanmıştır.g)  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin Vakıf Müessesesine Bakışı

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde güvence altına alınan haklar arasında “vakıf kurma hakkı” açıkça yer almamakla birlikte AİHM, Sözleşme’nin 11. maddesinde sadece “birlik kurma hakkı”ndan bahsedilmesine rağmen, bu maddeyi “vakıf kurma hakkını” da kapsayacak şekilde geniş yorumlamakta (Sidiropoulos ve diğerleri/Yunanistan, no. 26695/95, 10/07/1998, § 40; Mihr Vakfı/Türkiye, no. 10815/07, 07/05/2019, § 40), vakıf kurma hakkını Sözleşme’nin 9. maddesindeki din ve vicdan hürriyeti ile 10. maddesindeki ifade hürriyetiyle yakın ilişkili olarak görmektedir (Young, James and Webster/Birleşik Krallık, no. 7601/76; 7806/77, § 57, 13/08/1981).

AİHM, kimi vakıfların yaptığı bireysel başvurularda, Sözleşme’nin eki 1 Nolu Ek Protokolün

  1. maddesi anlamında mülkiyetin korunması hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiaları incelemekte ve bu vakıflara ait mal ve hakların tescil ve iadesi ya da maddi tazminat ödenmesi yönünde kararlar vermektedir. Bu vakıflardan biri olan 1832 yılında Osmanlı döneminde Padişah fermanıyla kurulan ve vakıf statüsü korunan Samatya Surp Kevork Ermeni Kilisesi, Mektebi ve Mezarlığı Vakfının yaptığı başvuru üzerine AİHM, korunan vakıf statüsü ve söz konusu taşınmazların uzun süre vakfa tescilli olduğunu gözeterek taşınmazların vakıf adına yeniden tesciline, tescil yapılmaması hâlinde maddi tazminat ödenmesine karar vermiştir (Samatya Surp Kevork Ermeni Kilisesi, Mektebi ve Mezarlığı Vakfı Yönetim Kurulu/Türkiye, no. 1480/03, 16/12/2008).

Dolayısıyla AİHM’nin de Osmanlı döneminde kurulanlar dâhil olmak üzere, vakıfların korunan statülerinin bir sonucu olarak sahip oldukları taşınmaz ve haklarının mülkiyet hakkı kapsamında korunmasını garanti altına aldığı görülmektedir.

Mülkiyet hakkının maliki olunan varlığı kullanma, değerlendirme ve yararlanma yetkilerini içerdiği açık olduğundan, vakfedenin vakfettiği mal ve haklarla ilgili iradesinin korunması, vakıf varlığının kullanılmasında bu iradeye uygun davranılması gerekmektedir. Bu gereğin zorunlu bir sonucu olarak da vakfedenin iradesine aykırı olarak vakıf taşınmazının vasfının değiştirilmesi ya da vakfedenin iradesi hilafına başka bir amaca hizmet edecek şekilde kullanılmasının AİHM içtihatlarıyla da bağdaşmadığı anlaşılmaktadır.ğ) Dava Konusu İşlemin İncelenmesi:

1)  Kararname İçeriği

Millî Eğitim Bakanlığının (Maarif Vekaleti) 04/11/1934 tarih ve 94041 sayılı yazısı ile Vakıflar Genel Müdürlüğünün (Evkaf Umum Müdürlüğü) 07/11/1934 tarih ve 153197/107 sayılı yazısına istinaden yürürlüğe konulan dava konusu 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında, Millî Eğitim Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün anılan yazılarına özetle yer verildikten sonra, “Bu iş İcra Vekilleri Heyetince 24/11/934 te görüşülerek, caminin çevresindeki evkafa ait binaların Evkaf Umum müdürlüğünce yıktırılarak temizlettirilmesi ve diger binaların istimlak, yıkma ve binanın tamir ve muhafazası masrafları da Maarif Vekilliğince verilmek suretile Ayasofya camiinin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur.” ifadelerine yer verilerek Ayasofya Camii müzeye çevrilmiştir.2)  Vakıf Senedi

1470 tarihli Mehmed Han-ı Sanî Bin Murad Han-ı Sanî Vakfı’na ait vakfiyede, vakfedilen hayrattan birinin de daha önce kilise iken camiye çevrilen Ayasofya Camii olduğu, “vakıf mallarının hiçbir surette temlik ya da temellük edilemeyeceği” şartının iptal edilemeyeceği kesin bir şekilde ifade edilmiştir.3)  Tapu Senedi

Ayasofya, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı yürürlüğe konulduktan sonra, 19/11/1936 tarihli tapu senedi uyarınca, İstanbul İli, Eminönü İlçesi (hâlen Fatih İlçesi), Cankurtaran Mahallesi, Babı Hümayun Sokak, 57. Pafta, 57. Ada, 7 numaralı Parselde “türbe, akaret, muvakkithane ve medreseyi müştemil Ayasofyayı Kebir Camii Şerifi” vasfı ile “Ebulfetih Sultan Mehmet Vakfı” (günümüzde Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı) adına kaydedilmiştir. Ayasofya Camii, Osmanlı Devleti döneminde özel hukuk hükümlerine göre vakfedilmiş, mazbut Mehmed Han-ı Sanî Bin Murad Han-ı Sanî Vakfı’na ait hayrat taşınmazlardandır.4)  Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme

Ayasofya, 14/04/1982 tarih ve 2658 sayılı Kanun’la katılmamız uygun bulunan ve 23/05/1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanarak, 14/02/1983 tarih ve 17959 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” kuralları çerçevesinde, 06/12/1985 tarihinde kullanım durumuna ilişkin herhangi bir niteleme yapılmaksızın “İstanbul’un Tarihi Alanları” başlığı altında Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camii, Sultan Ahmet Camii, Şehzade Mehmet Camii, Zeyrek Camii, Tarihi Surlar gibi eserlerin bulunduğu tarihi yarımada içerisinde Dünya Mirası Listesine dâhil edilmiştir. Anılan Sözleşme hükümlerinin bir gereği olarak oluşturulan Dünya Mirası Listesi, UNESCO’ya bağlı Dünya Mirası Komitesi tarafından belirlenerek, bulundukları ülkenin devleti tarafından korunması garanti edilmiş doğal ve kültürel varlıkları göstermektedir.

Anılan Sözleşme’nin 6. maddesinde “Bu Sözleşmeye taraf olan Devletler, 1. ve 2. maddelerde sözü edilen kültürel ve doğal mirasın toprakları üzerinde bulunduğu devletlerin egemenliğine tam olarak saygı göstererek ve ulusal yasaların sağladığı mülkiyet haklarına zarar vermeden, bu tür mirasın, bütün uluslararası toplum tarafından işbirliği ile korunması gereken evrensel bir miras olduğunu kabul ederler.” hükmü yer almaktadır.5)  Değerlendirme

(i)  Uluslararası Hukuk Yönünden

Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme’nin 6. maddesi hükmü bağlamında, Sözleşmeye taraf devletlerin, Ayasofya kültürel ve doğal mirasının, toprakları üzerinde bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin egemenliğine tam olarak saygı göstererek ve ulusal yasalarının sağladığı mülkiyet haklarına zarar vermeden, uluslararası toplum tarafından işbirliği ile korunması gereken evrensel bir miras olduğunu kabul ettikleri açıktır.

Buna göre, kullanım durumuna ilişkin herhangi bir niteleme yapılmaksızın “İstanbul’un Tarihi Alanları” başlığı altında Dünya Mirası Listesine dâhil edilen Ayasofya’nın kullanım şeklinin iç hukukumuza göre belirlenmesinin önünde engel teşkil eden herhangi bir kural Sözleşme’de yer almamaktadır. Aksine, Ayasofya’nın kullanım şeklinin iç hukukumuzda yer alan “vakıf mülkiyet hukuku” çerçevesinde belirlenmesi, Sözleşmenin 6. maddesinde ifade edilen “egemenliğe tam olarak saygı gösterme” ve “ulusal yasaların sağladığı mülkiyet haklarına zarar vermeme” ilkeleri kapsamında Sözleşme’den kaynaklanan bir zorunluluktur.

Sözleşme’nin asıl amacı Dünya Mirası Listesine alınan doğal veya kültürel mirasın korunması olup, kültürel mirasın kullanım alanı, kültürel mirasın bulunduğu ülkenin iç hukukuna göre tayin edilecektir. Nitekim, Dünya Mirası Listesinde yer verilen ve ülkemizde bulunan miras alanlarından, Ayasofya’nın da içinde yer aldığı “İstanbul’un Tarihi Alanları” ile diğer miras alanlarında, Selimiye Camii, Divriği Ulu Camii, Süleymaniye Camii, Sultan Ahmet Camii, Şehzade Mehmet Camii ve Zeyrek Camii gibi hâlen cami olarak kullanılan çok sayıda tarihi eser de bulunmaktadır.(ii)  Ulusal Hukuk Yönünden

Hayrat taşınmazlar; ibadethane, hastahane ve aşhane gibi doğrudan doğruya hayır hizmetlerinin ifası için kurulmuş olan vakıfların taşınmazlarıdır. Bu taşınmazlar, gerek mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gerekse hâlen yürürlükte olan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu hükümleri uyarınca “ammenin istifadesine” terk edilmiştir.

Dolayısıyla, bu taşınmazlar hakkında, esas itibarıyla özel mülkiyet hükümleri tatbik olunamaz; hayrat taşınmazlar satılamaz, rehnedilemez, haczolunamaz; bunlar için ne mülkiyete, ne de irtifak haklarına ilişkin kazandırıcı zamanaşımı hükümleri uygulanamaz.

Zira bu mallar hiçbir kişinin özel mülkiyetinde olmayıp, kamunun kullanımına ve istifadesine tahsis edilmiştir. Hayrat taşınmazlar, mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesi ile 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 15. ve 16. maddelerinde öngörülen hükümler hariç olmak üzere, vakfın belirlediği kullanım şekli dışında bir kullanım amacına tahsis edilemez. Belirtilen istisna hükümlere göre de, hayrat taşınmazlar mümkün mertebe gayece aynı diğer hayrata tahsis edilmek zorundadır.

Vakıf hayrat taşınmazların temel özelliği bunların amaç dışı kullanımlara karşı üçüncü kişiler yanında, bizzat Devlete karşı da korunmuş olmasıdır. Bu vakıfların Devletin koruması altında olması, Devletin istediği zaman ve istediği şekilde vakıf malları üzerinde tasarrufta bulunması anlamına gelmez. Devlet, sadece amacı doğrultusunda kullanılmasını teminen, vakıf mallarının kendisine emanet edildiği varlık konumundadır.

Düzenleyici işlemlerle vakıf hayrat taşınmazların, başka bir amaca özgülenmesi mevzuata ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı olacaktır.

Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar hakkında uygulanacak mevzuatı belirleyen, 864 sayılı Kanun’un 1. maddesinde “Kanunu medeninin meri olmağa başladığı tarihten evvelki hâdiselerin hukukî hükümleri, mezkûr hadiselerin hangi kanun meri iken vaki olmuş ise yine o kanuna tâbi kalır.” ve 8. maddesinde ise “Kanunu medeninin meriyete vazından mukaddem vücuda getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur.” şeklinde son derece sarih hükümlerle;

(i)      vakfın kurucu belgesi olan vakfiyede yer alan kayıtların, vakıf kurma işlemi tamamlandıktan sonra, vakfedeni, vakfı idare edenleri, vakıftan faydalanacakları, üçüncü kişileri ve Devleti bağladığı,

(ii)     vakfiye ile düzenlenen hususların hiçbir şekilde değiştirilemeyeceği,

(iii)    vakıf varlıklarının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasının zorunlu olduğu, şeklinde formüle edilebilecek “eski vakıf statüsü” açıkça korunmuş olmasına rağmen, dava

konusu Bakanlar Kurulu Kararı incelendiğinde, tapu kaydına göre mazbut bir vakıf olan Ebulfetih Sultan Mehmet Vakfına (günümüzde Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı) ait ve vakfiyesi gereğince cami olarak kullanılması gereken hayrat taşınmaz niteliğindeki Ayasofya Camii’nin müzeye dönüştürüldüğü görülmektedir.

Ayasofya Camii ve Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden önce kurulan diğer vakıfların 864 sayılı Kanun’un 1. ve 8. maddeleri ile açıkça koruma altına alınmış olan eski vakıf statüsü, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının yürürlüğe konulduğu tarihten sonra yürürlüğe giren 05/06/1935 tarih ve 2762 sayılı (mülga) Vakıflar Kanunu, 03/12/2001 tarih ve 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun ve 20/02/2008 tarih ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nda aynı esaslar çerçevesinde korunmaya devam edilmiştir. Buna göre, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı, yukarıda alıntılanan ve vakıf senedi hangi tarihte düzenlenmişse o tarihteki mevzuatın uygulanacağını hükme bağlayan 864 sayılı Kanun’un 1. maddesine açıkça aykırıdır.

Dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı, yukarıda yer verilen mevzuat, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve AİHM kararları kapsamında değerlendirildiğinde;

Ayasofya’nın, statüsü muhafaza edilerek hukuk düzenimizle güvence altına alınan, özel hukuk tüzel kişiliğini haiz mazbut vakıf niteliğindeki Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı’nın mülkiyetinde olduğu,

Ayasofya’nın, vakfedenin iradesi gereği sürekli şekilde cami olarak kullanılması için toplumun hizmetine sunulduğu, bedelsiz olarak kamunun istifadesine terk edilmesi yönüyle hayrat taşınmaz niteliği taşıdığı, tapu belgesinde de cami vasfı ile tescilli bulunduğu,

Vakıf senedinin, hukuk kuralı etki, değer ve gücünde olduğu, vakfedilen taşınmazın vakıf senedindeki niteliğinin ve kullanım amacının değiştirilemeyeceği, bu hususun tüm gerçek ve tüzel kişilerle birlikte davalı idare için de bağlayıcı olduğu,

Devletin, vakıf varlığının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasını sağlama yönünde pozitif yükümlülüğü, vakıf mal ve hakları ile ilgili olarak vakfedenin iradesini ortadan kaldıracak şekilde müdahalede bulunmama yönünde de negatif yükümlülüğünün bulunduğu, kuşkusuzdur.

Bu durumda, Türk hukuk sisteminde kadimden beri korunarak yaşatılan Vakfa ait taşınmaz ve hakların vakfiyesi doğrultusunda istifadesine bırakıldığı toplum tarafından kullanılmasına engel olunamayacağı, vakıf senedinde sürekli olarak tahsis edildiği cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığı sonucuna varıldığından, bu hususlar dikkate alınmaksızın Ayasofya’nın cami olarak kullanımının sonlandırılarak müzeye çevrilmesi yönünde tesis edilen dava konusu Bakanlar Kurulu Kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.

KARAR SONUCU              :

Açıklanan nedenlerle;

  1. Dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının İPTALİNE,
  2. Ayrıntısı aşağıda gösterilen toplam 788,00 TL yargılama giderinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine,
  3. Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 4.950,00 TL vekâlet ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine,
  4. Posta giderleri avansından artan tutarın kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine,

Bu kararın tebliğ tarihini izleyen otuz gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere, 02/07/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.Başkan: Yılmaz AKÇİL
Üye: Ali ÜRKERÜye: Ömer CİVRİ
Üye: Abdullah AYGÜN
Üye: Lütfiye AKBULUT(EKN)

Kaynak:http://bianet.org/bianet/diger/227263-danistay-in-ayasofya-kararinin-tam-metni