Khora manastırı’ nın İsa’ ya sunulmuş olan kilisesi evvelce büyük bir kompleksin merkezini teşkil ediyordu. Khora kelime manası ile taşra, sur dışı demektir. Bu nedenle 413 yılında yaptırılan kara surlarından önce inşaa edildiği düşünülse de kaynaklarda yapı ile ilgili 8. yy da kesin bilgilere ulaşılmaktadır.
Manastır ile ilgili ikonoklazma akımı sırasında yaklaşık 200 yüzyıl bir bilgi yoktur. Yapının yeniden canlanışı 11. Yüzyıl sonu İmparator I.Aleksios Komneos zamanında olur. İmparatorun kayın validesi Maria Dukaina harap olan kiliseyi yeniden yaptırır. Yapımdan kısa bir süre sonra İmparator Aleksios’ un küçük oğlu İsaakios tarafından kilise tekrar yenilenir. Bu aşamada İsaakios iç nartesin sağ duvarı önüne kendine mezar yeri yaptırır. Ancak öldüğünde buraya değil Trakya’da Meriç kıyısındaki Kosmosoteria manastırına gömülür. Mezar yapımı sırasında sağ duvarda Deisis sahnesi içinde Meryem‘in yanıbaşında kendisi resmedilmiştir. (bkz.foto 1).
Şehrin 1204-1261 yılları arasındaki Latin işgali sırasında da kilise ve manastır hakkında bir bilgi yoktur. Yapının tekrar canlanışı 14. Yüzyılda saray ileri gelenlerinden olan Teodoros Metohites zamanında olur. Metohites kiliseye bugünkü şeklini verir. Mozaik ve frekslerde onun zamanında yapılmıştır.
Osmanlı zamanında yapı mimarisini etkileyecek çok fazla bir müdahalede bulunulmamıştır. En önemli değişiklik batı cephesi sağ köşesindeki çan kulesi yerine minare yapılmış olmasıdır
Yapı ile ilgili çok fazla yenileme ve onarım dönemleri vardır. Bu dönemlemelerle ilgili olarak 1957-1958 yıllarında Amerika Bizans Enstitüsünün yapmış olduğu arkeolojik kazılarda çok ciddi bilgilere ulaşılmıştır. Bu bilgiler ışığında Robert Ousterhout tarafından yapı 5 evreye ayrılmıştır.
Birinci yapım evresi; yalnızca doğu tarafındaki altyapıda görülmektedir ve 5. Yüzyıla tarihlenmektedir. (şemada kırmızı olarak taranmıştır)
İkinci yapım evresi;9.yüzyıla tarihlendirilmektedir. bu evreden günümüze sadece naos altındaki mezar ve yine doğu cephesindeki duvar kalıntıları kalmıştır (şemada koyu kahverengi olarak taranmıştır.)
Üçüncü yapım evresi;bugünkü naos duvarlarının alt kısmında, mermer kaplamaların altında ve diakonion zemini altındadır(şemada açık turuncu renk ile taranmıştır.)
Dördüncü yapım evresi; İsaakios tarafından yenilenen yapı 4. evredir ve naos olarak bugünkü yapının plan şeması bu evrede yapılmıştır.
Beşinci yapım evresi; Metokhites dönemidir ki günümüze ulaşan yapı bu evrede yapılmıştır. Naos kuzey ve güney yönünde genişletilmiş, fresk ve mozaikler yapılmıştır.
Şemada 6. Dönem olarak gösterilen değişiklikler Osmanlı dönemine aittir.
YAPININ YAPIM TARİHÇESİ
5 VE 6. YÜZYIL (YAPI KURULUŞU)
9.YÜZYIL 6. YÜZYILDAKİ YAPI YIKILIYOR YERİNE TEKRAR KİLİSE KURULUYOR
11.YÜZYIL,9.YÜZYIL YAPISI YERİNE KURGULANIYOR
YÜZYILDA YAPI BUGÜNKÜ NAOS,ANA MEKAN KURGUSU İLE YAPILIYOR
14.YÜZYILDA METOKHİTES TARAFINDAN PARAKLESİON,DIŞ VE İÇ NARTEKS İLE KUZEYDEKİ İKİ KATLI KÜTÜPHANE YAPISI EKLENİYOR VE BUGÜNKÜ KİLİSE YAPISI OLUŞUYOR
16.YÜZYIL 1508 ÇAN KULESİ KALDIRILIP MİNARE YAPILIYOR VE CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR.
16.YÜZYIL VE 20.YÜZYIL BAŞINA KADAR, YAPI ALANINA MEDRESE,TÜRBE,ÇEŞME GİBİ YAPILAR YAPILIYOR. DEPREMDE YIKILAN ANA KUBBE AHŞAP STRÜKTÜRLÜ OLARAK ONARILIYOR. BATI VE GÜNEY DE DALGALI OLAN ÜST ÖRTÜ TEK EĞİMLİ HALE GETİRİLİYOR.PARAKLESİONU NARTEKSTEN AYIRAN DUVAR KALDIRILIYOR.DIŞ NARTKES VE PARAKLESİON DÖŞEMELERİ TUĞLA YAPILIYPR.MOZAİK VE FREKSLER SIVANIYOR,NAOSA MİHRAP YAPILIP MİNBER KONUYOR.PARAKLESİONDAN NAOSA BİR GEÇİŞ DAHA AÇILIYOR.NAOS ANA KUBBE PENCERELERİBİR ATLANARAK KAPATILIYOR. BATI VE DOĞU PENCERE SİSTEMLERİ DEĞİŞTİRİLİYOR
1948 YILINDA MÜZEYE ÇEVRİLEN YAPI BU TARİHTEN 1966 YILINA KADAR AMERİKAN BİZANS ENSTİTÜE TARAFINDAN ONARILIYOR.YAPININ STATİK SORUNLARINDAN DAHA ÇOK MOZAİK VE FRESK KONSERVASYONU AĞIRLIKLI OLAN BİR ÇALIŞMA OLUYOR. BU DÖNEMDE AHŞAP GERGİLER YERİNE DEMİR GERGİ SİSTEMİ YAPILIYOR, ÇATLAKLAR ÇİMENTO ENJEKSİYON İLE ONARILIYOR. SIVASI BOŞALAN MOZAİKLERİN SIVASI SABİTLENİYOR.OSMANLI DÖNEMİNDE ÜZERİ KAPATILAN MOZAİK VE FRESKLER SIVADAN ARINDIRILIP AÇIĞA ÇIKARTILIYOR.TEMİZLİK VE RENKLENDİRME ÇALIŞMALARI YAPILIYOR.PARAKLESİONDAN NAOSA GEÇİŞ SAĞLAYAN İKİNCİ KAPI KAPATILIYOR.NAOS ZEMİNİ BETONARME OLARAK YAPILYOR. YOK OLAN MERMER LEVHALAR TAMAMLANIYOR.DIŞ NARTEKS VE PARAKLESİONDAKİ DÖŞEMELER YENİLENİYOR.
MİMAR SİNAN (15 Nisan 1489, Ağırnas/ Kayseri – 17 Temmuz 1588, İstanbul
Mimar Sinan (Koca Mi’mâr Sinân Âğâ, Sinan Abdulmemnan, Sinaneddin Yusuf olarak da bilinir1) modern çağ öncesi İslam dünyasının en iyi belgelenen tartışmasız en ünlü mimarı ve figürüdür. Kariyerinde önemli eser verdiği Osmanlı padişahlarıI. Süleyman, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde baş mimar olarak görev yapan2 Sinan uzun hayatı boyunca İslam mimarları arasında benzersiz yapıtlarıyla etkileyici bir imza atmayı başarmıştır.
Şair nakkaş Sa’i Mustafa Çelebi’nin, kendi ağzından dinleyerek yazdığı Tezkere ül-Ebniye ve Tezkeret ül-bünyan’a, Tuhfet ül-Mimarin, Risalet üt-Mimariye Adsız Risale gibi yazılı kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Sinan 1512’de devşirme olarak alınıp “acemi oğlanlar” mektebine verilerek, 1521 Belgrad seferinden önce yeniçeri olmuştur.3 Yeniçeri ocağında dülger ve mimar olarak yetişmiştir. Tezkiretü’l Bünyan ve Tezkiretü’l Ebniyeadlı eserlerde kendi ifadesi ile…
”Bu değersiz kul, Sultan Selim Han’ın saltanat bahçesinin devşirmesi olup, Kayseri sancağından oğlan devşirilmesine ilk defa o zaman başlanmıştı. Acemi oğlanlar arasından sağlam karakterlilere uygulanan kurallara bağlı olarak kendi isteğimle dülgerliğe seçildim. Ustamın eli altında, tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek, görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi, görgümü artırdım. İstanbul’a dönerek zamanın ileri gelenlerinin hizmetinde çalıştım ve yeniçeri olarak kapıya çıktım ”
1538 yılında Boğdan seferi sırasında Prut nehri üzerinde ordunun karşıya geçmesi için bir köprü kurulması istenince 48 yaşında nehrin üzerinde ahşap mimari inşasında ustalığını gözler önüne sererek on üç günde yaptığı köprü ile hayranlık uyandırmıştır.4 1538’de selefi Baş mimar Acem Ali’nin ölümünden sonra Hassa baş mimarı (Mimar ağa, Hassa mimarbaşı, sermi’- maran-ı Hassa da denilir)5 olarak göreve getirilmiştir.
Mimar Sinan’ın, mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir. Bunlar: Halep’te Hüsreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan Haseki Külliyesi’dir.6
Mimarbaşılık görevini, Sinan mesleğinde kaydettiği aşamaları üç ayrı yapıyla somutlaştırarak tanımlar: “Çıraklık eserim” dediği Şehzade Camii ile (1548) ilk büyük sultan camisini tamamlamıştır. Bu yapının tamamlanmasından birkaç yıl sonra sultanın adıyla yeni bir cami ve külliyenin inşasına başlamış ve yedi yıl içinde İstanbul’un ve bütün imparatorluğun en görkemli yapılarından biri tamamlamıştır (1557).7 Süleymaniye Camii’ni ”kalfalık eserim” diye nitelendiren ustanın II. Selim adına, bu defa Edirne’de inşa ettiği Selimiye camii (1575) Sinan’ın en büyük eseri olarak gösterilir. Bu yapı tamamlandığında seksen üç yaşındaydı ve yaşlılığından dolayı artık “Koca” lakabıyla anılıyordu. 1584 yılında hacca giden Sinan kendi yerine Mehmed Subaşı adıyla tanınan mimarı vekil olarak bırakır. Hac dönüşünde ve 100 yaşı civarında olduğu halde görevini büyük bir coşkuyla sürdürmüştür.8
1588’e ölümüne dek sultan ve imparatorluk için çok çeşitli yapılar tasarlayarak (Yapıtları camiler, saraylar, hamamlar, okullar, hastaneler, türbeler, su kemerleri, hanlar ve köprüler vb.) elli yıl boyunca baş mimarlık görevine devam etti.
Mimar Sinan’ın inşa ettiği eserlerin sayısı ile ilgili farklı listeler verilmektedir. Ancak döneme ait kaynakların karşılaştırılmasıyla ona ait eser listesini 452’ye kadar yükseltmek mümkündür. Ama bu listeyi onun ömrü yanında yayıldığı geniş coğrafyayı, devrin ulaşım ve teknolojik imkanları ile üstlendiği görevleri dikkate alarak değerlendirmek gereklidir.9
“Mimaride yeni çözümler, buluşlar, her şeyin ötesinde oranların ortaya konuşu Sinan’la birlikte klasik denilebilecek yeni boyutlara ulaşmış, mimarlık alanının bu ustası imparatorluğun kıtalar üstü eğilimlerini hızla ve kuvvetle dış dünyaya yansıtmıştır. Bu üslûp, özellikle en güçlü tarzda yerleştiği eyalet ve şehirler üzerinde biçimler anarşisine son vermiş, kendi kimliğini dünya ölçeğinde ortaya koy muştur. Bu kimlik, Osmanlı düzeninin hâkim ve hükümran olduğu bölgelerin sanat kaderi üzerinde günümüze kadar uzanan izler bırakmıştır. (Prof. Dr. Selçuk Mülayim)”
Mimar Sinan, öne çıkan kimliğiyle bir mimar olarak bilinmektedir. Fakat sadece mimarlık onu tanımlamaya yetmez. Aynı zamanda bir mühendis, iyi bir lojistikçi, şehir tasarımcısı, planlamacı, yönetici vb… pek çok hususiyet ile birikime de sahiptir ve bunun en önemli göstergesi eserleridir.10
Sinan’ın mimarlık alanında nasıl yetiştiği ya da kendini nasıl yetiştirdiği konusuna birkaç yönden yaklaşılabilir. O çağın yaratıcı öğeleri sınırlı yalın planlı yapıları, benzerlerinin tekrarı yoluyla oluşuyordu. Biçim ve boyutların tekdüzeliği içinde başarı derecesinin ustaların yetenekleri oranında değiştiği, ancak yenilik aranmadığı sürece pek fazla bilgiye gereksinme olmadığı söylenebilir. Bu arada Sinan’ın katıldığı seferlerle Doğu ve Batı’nın değişik kentlerine gitmesi, görgüsünü arttırma olanağı sağlamıştır. Buralardaki örnekleri incelemiş, gördüklerini deneyleriyle birleştirmiş olmalıdır. Bu koşullar içinde Sinan’ın hızlı bir öğrenme döneminden geçtiği, gözlemleri yoluyla sağlam bir oran duygusu edindiği söylenebilir. Zaten öğrenme ve deneme isteğinin, yaşamının sonuna kadar sönmemiş olduğu açıktır.11
Sinan uzun ömrünün sağladığı derin bilgi ve deneyimle Osmanlı mimarlığının Bursa’dan başlayıp Edirne’de süregiden ve 16.yüzyılda özgün bir biçeme ulaşan çizgisini en yüksek teknik ve estetik düzeye ulaştırmıştır.12
Gelmiş geçmiş en ünlü Osmanlı mimarı olarak tanınan Sinan, İstanbul’un dünyaca meşhur şehir siluetinin yeniden yapılanmasına katkıda bulundu. Rönesans İtalya’sındaki gelişmelerle karşılaştırıla gelen, ışık dolu, merkezî mekânlı kubbeli camileri mimarbaşının önde gelen eserleri olarak nam kazandı.
Sinan yapılarında kubbeler, mekan örtüsünde tek olarak kullanıldıkları gibi mekan genişlemesine bağlı olarak yarım kubbelerin çeşitli kombinasyonlarıyla beraber de kullanılmıştır.
Bununla birlikte, Mimar Sinan, genç yaşta ana kubbe + kemer + pandantif + yarım kubbelerin sentezi olan mükemmel bir taşıyıcı sistem geliştirmiştir.13 Kubbe,kemer ve ayaklar yapıda sadece yükü taşıyan, dağıtan bir mimari öge olarak değil ana kütleye estetik ve plastik bir form verilmesini de sağlarlar.
Sinan’ın eserleri incelendiğinde ilk dönem tasarımları Osmanlı mimarisi içindeki öncüllerinin mirasıyla büyük oranda uyumluydu. İlk dönem en tanınan eseri olan 1543’de İstanbul’da Süleyman tarafından ölen oğlu için yaptırılan İstanbul’daki Şehzade Mehmed Camisi’dir (1548). Planı, köşelerde küçük kubbeler ve dört yarım kubbe ile kuşatılmış, dört ayağa oturan sıkışmış geniş bir merkezi kubbe ile şekillenir. İlk kez ağır dış görünüşlerden soyutlanmış bir denemeye de tanık olunmaktadır. Üst yapının hareketliliğiyle alt kütlenin ağır görünümü arasındaki karşıtlık revaklarla hafifletilmiş, uyumlu bir akış sağlanmıştır.14Sinan daha sonra ki yıllarda eserlerinde topografyaya uyumlu olarak yerleştirme ve yapısal ifadelerde yeni yöntemler denedi.
Mimar Sinan’ın eserleri içinde özellikle birkaçı gerek mimarisi, gerekse inşa tekniğindeki yenilikleri sebebiyle dikkat çekicidir. Bunlar içinde özellikle Süleymaniye Camii ile Selimiye Camii’nin tartışılmaz üstün bir yeri vardır.15
Süleymaniye Camii ve Külliyesi konumlanışı ve anıt kütlesi ile İstanbul silüetinde adeta dönemin mührü gibidir. Sinan yapıyı inşa ederken üç farklı eksen ve zemin düzlemine göre düzenlemiş, potansiyel olarak sorunlu eğimi, yapının tasarımı ile anlamlı bir vurguya ustalıkla dönüştürerek mekansal bir hiyerarşi oluşturmuştur.16
Ayasofya ile şekil ve ölçekte bazı benzerlikler olmasına rağmen, iç mekânda Ayasofya’nın bölünmüş alanından çok daha bütüncül ve güçlü bir iç hacim etkisine sahiptir. Dış cephelerde de zengin bir bütünlük dikkati çeker. Süleymaniye’nin üst örtüsü Ayasofya’yı destekleyen kubbelerin düzenlemesi ile benzerlik gösterir. Merkezi bir kubbe kuzey ve güneydeki iki yarım kubbe tarafından desteklenir ve yapı boyunca bir eksen oluşturur. Etkileyici ana kubbenin kasnağı payandalar arasında bir pencere halkası ile hareketlendirilmiş olup kubbe yirmi yedi metre çapında ve zemin döşemesinden 53 metre kadar yüksektir.17Ayrıca Süleymaniye Külliyesi’nin camisinde Mimar Sinan, Şehzade ve diğer yapılarının ardından tekrar İstanbul Bayezid Camisi şemasına dönmektedir. Ortada bir kubbe, iki yönde yarım kubbeler, yanlarda değişik boyutlarda küçük kubbelerden oluşan caminin, geçmiş özümlemeleri de içerdiği görülmektedir. 18
Sinan’ın Osmanlı mimarisine katkıları birkaç boyutta ilerlemiştir. O güne kadar denenmiş biçimler ve teknikleri yaklaşık aynen uygularken temel olarak mekan kavramını etkili hale getirmiştir. Merkezi ve toplu mekan arayışına bağlı olarak dört, altı ve sekiz desteğe oturan strüktür, daha önce hem de oldukça büyük ölçülerde denenmiş olmasına rağmen bu formüller Sinan tarafından ele alınırken giderek yalınlaşmıştır.19
Edirne’deki Selimiye Camii (1564-1575), Sinan’ın mimarlık şaheserlerinden biridir. Dünya mimarlık anıtları arasında yer alan eser 31.5 m. çapındaki merkezi kubbesi ve sekizgen gövdenin etrafını çevreleyen ince formlu dört minaresi ile dikkat çeker. İç mekanla dış cephenin tamamıyla kaynaşmış olduğu muazzam kubbe bütün dünyada, kubbe mimarisi gelişiminin en ileri noktası olarak görülebilir.20Selimiye’de ana mekanın köşelerine yerleştirilen minareler, bu defa merkezi şemayı vurgulamak üzere ana kubbeyi çeviren
unsurlar olarak dikkati çeker.21Selimiye Camisinin mekansal yapısı, mimari açıdan Sinan’ı temsil eder; dayanıklı kubbelerin zarif planı ve düzeni, merkezi ibadet mekanı ile geniş ve birleşik bir mekan yaratma çabalarının doruk noktasıdır.22 Michel Ancelo’nun Roma’daki St. Piere Kilisesi ile Mimar Sinan’nın Selimiye Camii, mimarlık tarihinde, birbirlerine karşı ayrı ayrı üstünlükleri olan, fakat birbirlerinden üstün olmayan iki eser olarak anılır.
Mimar Sinan uzun yaşamı boyunca kendi alanında tanınmış bir kültür figürüydü. İlk olarak Sinan’ dan övgü ile söz eden yabancı, Avusturyalı büyük tarihçi “Osmanlı imparatorluğu Tarihi” adlı büyük eserin müellifi Joseph von Hammer’dir. Almancası 14, Fransızcası 18 ciltlik büyük eserinin(1836) 6.cildinde Edirne’deki Selimiye Camiinden bahsederken ” …..bu cami hayranlığa lâyıktır ve padişahın isminden ziyade (II. Selim) Sinan’ın ismini geleceğe intikal ettirecektir.” diyerek. Osmanlı imparatorluğunun en parlak devrinin sultanları karşısında Sinan’ın kudretini çok yerinde bir şekille dile getirmektedir. Aslında Kanuni Sultan Süleyman’da, Süleymaniye Cami’sinin tamamlanarak ibadete açılışında, ibadethaneyi açmak üzere anahtarı Sinan’a uzatarak, açılışı onun yapmasını istemekle, büyük mimara en büyük iltifat ve teşekkürünü ifade etmiştir.23
Bir kubbe üstadı, toplu mekân yaratıcısı Sinan, 1588’de İstanbul’da öldü. Süleymaniye Camii’nin yanında Şeyhül İslâm Kapısı(Bab-ı Meşihat), Dökmecilere giden yolun birleştiği yerdeki türbede gömülüdür. Bu türbenin kitabesinde yer alan ”Geçti bu demde cihanda Pir-i Mimaran Sinân” ifadesi şair ve nakkaş Sâi Mustafa tarafından yazılmıştır.24
1.1. Molla Çelebi Camii (Fındıklı Camii) Konumu ve Semtin Tarihçesi
İstanbul’un Beyoğlu İlçesi’nde, Boğaziçi’nin Rumeli yakasında, Tophane ile Kabataş arasında sahil boyunca uzanan Fındıklı semtinin, Ömer Avni Mahallesi’nde, Meclisi Mebusan Caddesi’nin batı tarafında, İstanbul Boğazı kıyısında yer alan camii 85 pafta, 21 ada,1 parselde konumlanmıştır.
Fındıklı semtinin tarihi ile ilgili olarak en önemli kaynakların başında Cengiz Orhonlu’nun kaleme aldığı ”Fındıklı Semti’nin Tarihi Hakkında Bir Araştırma” adlı kitaptır.
Kitaptan;
” Fındıklı ve civarı dediğimiz zaman Taksimden başlayan Fındıklı Dere (ki günümüzde Mebusan Yokuşu adında Taksim’e çıkan bir caddedir) merkez olmak şartıyla sahilde Kabataş’tan Salıpazarı’na ve kara tarafından Cihangir’e, Taksim’e ve Ayaspaşa’ ya kadar olan bölümü kapsamaktadır.
Fındıklı ve Tophane’nin adı antik devirde adı ”Arggropolis” (gümüş şehir) idi. Fetihten sonra ise Fındıklı’nın adının nereden geldiği konusunda birkaç muhtelif izah vardır. Bunlardan ilki bu bölgede geçmişte fındık ağaçlarının bulunduğundan ileri geldiği söylenir. (M. Ziya, İstanbul ve Boğaziçi İstanbul 1928 c.2 s. 239.) Yine bu görüşü destekleyen biride 18. yüzyıl sonunda İstanbul’a gelmiş Fransız seyyahı Lechevalier, 4. Mehmed ricalinden Hasan Ağa’nın bu semtte pek mükellef bir yalısı ile bahçesinin bulunduğunu ve ismin buradan geldiğini söylemiştir. Ancak Lechevalier nin tespit ettiği tarihten çok önce 16, yüzyıldan beri bu semtte Fındıklı denildiği vesikalardan anlaşılmaktadır. Von Hammer’e gelince büsbütün başka bir fikirdedir, bu müellife göre Fındıklı ismi büyük misafirhane veya han manasına gelen İtalyanca ‘fondoco’ kelimesinden neşet edilmiştir. 17. ve 18 yüzyılda semti gören seyyahlar genel olarak fındık ağaçlarının varlığından pek bahsetmemişlerdir. Fakat 15. ve 16. yüzyıla
ait arşiv kayıtlarında (Celal Esad, ”Eski İstanbul”, İstanbul, 1988, s.74; A.Mithad, mufassal, istanbul, 1808, c. 2 s. 299: Evliya Çelebi, ”Seyahatname”, 1814, c.1 s.489; Ali S.Ülgen, ”Fatih Devrinde İstanbul”, Ankara, 1986, ve İstanbul Haritası; Celal Esad, ”Eski Galata”, İstanbul, s.9,10) İstanbul’un fethi sırasında Galata haricinde ki Tophane Salıpazarı, Fındıklı ve Ayaspaşa gibi semtlerin baştan aşağı bağlık bahçelik olduğu tespit edilebilmektedir. Bazı vesikalar da geçen ibarelerden (F.İsfendiyaroğlu, Galatasaray tarihi s.24-23 de başbakanlık arşivinde 7615 nolu tasnifi zikredilmeyen vesika nüshası) Tophane civarında bulunan bağ ve bahçelerden bir kısmının II. Bayezid evkafına ait olduğu anlaşılıyor. 1572 tarihli bir İstanbul haritasında Kasımpaşa, Beyoğlu, Tophane, ve Fındıklı civarının yer yer ağaçlıklı ve tarla olduğu anlaşılıyor. 15. yüzyıldan itibaren bu bölgeyi kaplayan fındık ağaçlarından dolayı semte fındıklı dendiği büyük olasılıkla ihtimal dahilindedir.
Fındıklı ismi vesikalarda ilk defa 1526 tarihli bir vakfiyede görülmektedir. Fındıklı devrinin iskan kayıtlarına ait arşiv kayıtları ise 15. yüzyılda başlar. Fetih esnasında ağaçlık ve koruluk olduğu sahilden başlayarak ve fındıklı deresinin etrafını kaplayarak sırtlara doğru uzandığını kuvvetle muhtemeldir. Fındıklı bölgesinde bilinen ilk bina Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamlarından Ayas Paşa’ya ait olup bu bina ve müştemilatı 1526 tarihli bir vesikada adı geçtiğine göre daha evvel inşa edilmiş olmalıdır. Bu vesikada Ayas paşa’ya ait araziden bahsedilirken Fındıklı Dere tabirinin kullanılmış olması semte o tarihlerde ve daha öncesinde
Fındıklı denildiğini gösteriyor. Dolayısıyla Fındıklı Dere ismi zaman içerisinde değişerek Fındıklı olmuş ve semt artık bu ad ile anılmaya başlamıştır. (Taceddin Topaç, Ayas Paşa, (tez), 1951; Ayas paşa’ya ait Başbakanlık arşivinden ve Vakıflar idaresinden derlenmiş olan vakfiyelerden s.56 da 1526 tarihli vakfiye ….)
15. ve 16. yüzyıl Beyoğlu bölgesi iskan tarihi gelişimi için yapı tarihlerinin karşılaştırılmalı olarak daha geniş bir şekilde araştırılması gerekir. Ancak anlaşıldığı kadarı ile kıyı kesimleri, Kasımpaşa vadisi ve yamaçları ile Tophane vadisi ve Fındıklı sırtları dışında Galatasaray dışında önemli bir yerleşim yoktur. 16. yüzyılın ortalarından itibaren günümüz Beyoğlu sınırları içinde bir dizi anıtsal yapı inşaatına başlanır. 1540’larda Mimar Sinan tarafından başlatılan yoğun anıtsal yapı faaliyet kapsamında Buğday ambarı, Tophane Kılıç Ali Paşa Külliyesi, Süheyl bey (Salıpazarı) Mescidi, Karaköy Hayrettin Paşa ve Yakup Ağa Hamamları, Şehzade Cihangir Camii, Fındıklı Molla Çelebi Camii bu yapıların önde gelenlerinden sayılabilir. (Apdullah Kuran, Mimar Sinan 1986. 254-255)
17.yüzyılda Eremya Çelebi Fındıklı çevresini şöyle ifade eder, ” Tophane beylik toplarla doludur. Çavuşbaşı iskelesinden sonra topçubaşı ve topçuların oturduğu odalar yer almaktadır. Salıpazarı’nı geçtikten sonra Mehmed Ağa mahallesi gelmekte ve onun üzerinde Cihangir Camii ile pek çok ev ve binalar bulunmaktadır. Tepenin kuzeyine doğru altında Fındıklı denilen, çarşı ve pazarı ile büyük bir semt ve ileride bir mahalle ile Çizmeciler Tekkesi yer almaktadır. Eremya Çelebi çarşı ve pazarı ifade ederken Salıpazarı’nda kurulan pazarı kast etmektedir. Kıyı yerleşmesinin üst bölümü Ayaspaşa’ya kadar küçük esnafın gezi ve eğlence yeridir. Burada bulunan Şeyhülislam Ebu Said Efendi’ye ait, sahildeki bostana kadar uzanan ve setler halinde yapılmış bir bahçe vardır. (Geçmişten Günümüze Beyoğlu, 2004, İstanbul, c.1 s.39-40)
Sultan III. Ahmed (1703- 1730) devrinde Lale devri olarak isimlendirilen yenileşme döneminde Fındıklı Salıpazarı’nda bugün ki Mimar Sinan Üniversitesi yerinde Emnabad sahil sarayını yaptırmıştır. 1724 de kamuya ait arazinin, etrafındaki bina ve arsaların eklenmesiyle genişletilmesi ve denize kazık çakılarak doldurulması ile elde edilen alan üzerine yapılan bu saray sultan III. Ahmed’in kızı Fatma Sultan’a tahsis edilmiştir. Bir süre sonra bu sahil saraya bitişik denize yakın bir de küçük kasır yapılmıştır. 18.yüzyılda Beyoğlu açısından en önemli gelişme sultan 1. Mahmud (1730-1754) dönemi başlarında Taksim sularının şehre dağılımı ile birlikte özellikle Tophane, Salıpazarı, Fındıklı, ve Cihangir iskanının hızla artmasıdır. Bu çalışmanın esas gayesi özellikle Fındıklı’nın suya kavuşturulmasıdır. Devrin yazarlarından Şemdani-zade Fındıklılı Süleyman Efendi ”Fındıklı bahanesine Galata, Kasımpaşa, Dolmabahçe ve Beşiktaş ihya olundu.” demektedir. (Geçmişten Günümüze Beyoğlu, 2004, İstanbul, c.1 s.40)
Cengiz Orhonlu ”Fındıklı Semti’nin Tarihi Hakkında Bir Araştırma” adlı makalesinde 16. ve 17 yüzyıl Fındıklı ve çevresini ise şöyle anlatır. ” Fındıklı mevkinin güzelliğinden ve havasının etafetinden dolayı 16. yüzyılın ikinci yarısında rağbet kazanmış ve devlet ricalinden bazıları fındıklı ve çevresinde eserler tesis etmişlerdir” der. Kitapta Fındıklı ve civarında ki yapılardan bahsetmiş bunlar arasında Molla Çelebi Camii, Hatuniye Tekkesi ve Camisi, yanında Arap Ahmet Ağa çeşmesi ve yalısı, Fındıklı deresinde Seyyid Yahya Efendi’nin Emir İmam Mescidi, kendi lakabı ile anılan Pürtelaş Hasan Efendi’nin Alçak Dam Mescidi ve Fındıklı iskelesi o dönemde bölgede mevcut yapılardır. Fındıklı iskelesi ile ilgili olarak da; ” Fındıklı iskelesine ait görebildiğimiz en eski kayıt 1587 tarihini taşısa da 16. yüzyıldan evelde mevcut olduğu muhakkaktır. İskele, Fındıklı (Molla çelebi) caminin yanındadır. Bu iskele 1774-75 yılında onarım görmüştür. 19. yüzyıl sonlarında Şirket-i Hayriye, Boğaziçi’ne vapur işlettiği halde bu sahile uğramıyor ve halk Kabataş ve Salıpazarı iskelelerinden istifade ediyordu.” der.
Fındıklı’da inşa ve imar faaliyetinin 17. yüzyılda, biraz daha arttığı gözlemlenmiş, ve bu inşa faaliyetlerinin semtin nüfusunun artırdığını söyleyebiliriz. 1613 yılında mevcut su ihtiyacının halkın su ihtiyacını karşılayamadığı ve aynı yıl içinde I. Ahmed tarafından Tophane (Salıpazarı, Fındıklı, Kabataş) ve Beyoğlu semtlerine su getirtilmiştir. Daha ileri tarihlerde nüfus arttıkça şehre su dağılımı için daha kapsamlı çalışmalar yapılmıştır. Ayrıca Cengiz Orhon Fındıklı ile ilgili bu kitabında civarda o dönem mevcut yapılardan da bahsetmiş olup bunlar; 1636 tarihli günümüzde mevcut olmayan Silahtar Mustafa Paşa Çeşmesi, yine o dönemde mevcut olan fakat vesika ve arşivlerden tespit edilen 17.yüzyıl başlarında Fındıklı Deresi’nde Emir İmam mescidi civarında inşa edildiği anlaşılan Hacı Recep Mescidi, yine yüzyılın ilk yarısında Kazancı-başı Elhac Ali Ağa’nın Taksim’e çıkarken ismi ile anılan yokuşun başında inşa edilen cami ile şadırvanı, keza yeri tespit edilemeyen İbrahim Efendi’nin inşa ettirdiği Kadı Mescidi, 17.yüzyılın ikinci yarısında Fındıklı Deresi’nde İstanbul kadısı Abdullah Efendi tarafından yaptırılan ve yeri tespit edilemeyen Pişmaniye Mescidi, Fındıklı Deresi’nde günümüzde de mevcut olan Sofu Baba Türbesi-1690 (Mehmed Raif, Mir’at-ı İstanbul,c.II,s.344) sayılabilir.
Evliya Çelebi Seyahatname’sinde 17. yüzyıl Fındıklı semtini ifade ederken ” Fındıklı’da çarşı ve pazarlar azdır. Ekseri evler deryaya nazır, birbiri üzerine kat kat dizilmiştir… Sokaklar İstanbul, Eyüp, Kasımpaşa gibi serapa kaldırımlıdır. Şahrahları vasidir. Tophane’de ve Fındıklı kasabasında sekiz yüz dükkan vardır…. der. Ayrıca sahil kesiminde bahçeli yalıları tarif ederek anlatmıştır. (Evliya Çelebi, Seyahatname, c.1, s. 445- 446)
18. yüzyıla gelindiğinde Fındıklı kasabasında cami ve mescidlerin etrafında olan mahallelerin daha da genişlediği görülür. Bu dönemde yaşanan gelişmelerden biri III.Ahmet’in Dolmabahçe’de sahil yolunu kapattırarak Fındıklı-Beşiktaş yolunun arka taraftan geçirilmesidir. (http://ahmetsimsirgil.com)
Artan nüfusun su ihtiyacını karşılamak için çeşmeler inşa edildiği bilinmektedir. Daha önce bahsettiğimiz üzere Tophane, Fındıklı, Beyoğlu semtlerinde ki su tesisatı bölgede inşa edilen çeşmelerin dolayısıyla halkın ihtiyacını karşılayamaması nedeniyle yeterli gelmemiş ancak I. Mahmud döneminde Taksim sularının şehre dağılımı ile bu semtlerde birçok çeşmeler inşa etmek suretiyle halkın su ihtiyacı karşılanmıştır. Fındıklı civarında dönemin belli başlı yapıları 1732 tarihli Sadullah Efendi çeşmesi, Köprülü-zade Hafız Ahmed Paşa’nın Kazancı-başı Camii karşında inşa ettirdiği çeşmesi, 1756 tarihli Zevki Kadın Mektebi ve çeşmesi, 1761 Mustafa Ağa çeşmesi, 1787’de Sadrazam Koca Yusuf Paşa Fındıklı Molla Çelebi Caminin önünde sebil ve çeşme yaptırmıştır. 18.yüzyıl sonlarında Fındıklı sahili yalı, kayıkhaneler ve köşklerle kaplı idi. 1770′ de Salıpazarı ile Tophane arasında bulunan Çivici Limanı mevkinde çıkan yangın onbeş saat devam ederek Fındıklı’ya kadar olan sahili arsa haline getirmiştir. (Şema’danizade Fındıklılı Süleyman, Müri’ü t-Tevarih, s.185)
Cengiz orhonlu ”Fındıklı Semti’nin Tarihi Hakkında Bir Araştırma” adlı kitabında 19. yüzyıl Fındıklı semti ile ilgili olarak Kabataş, Ayaspaşa, Cihangir ve Taksim semtlerinin birleştiği, halkın yararlanacağı kamu yapılarından çok yalı, konak, konut gibi hususi inşaların arttığı görülmüştür. 19. yüzyıl başlarında yazılmış Bostancı-başı Defterleri’nde Fındıklı sahilinde Salıpazarı’ından itibaren Kabataş’a kadar yalıların sıralandığı görülmektedir. Semt özellikle 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında devrin birçok önemli devlet adamlarının ve tanınmış kişilerin rağbet ettiği bir bölge olmuştur. Yine bu devirde Fındıklı deresindeki derenin çamurları temizlenmiş ve bazı kaldırımlar onarılmıştır. (H. Şehsuvaroğlu, 105 yıl önce Karaköy’den Ortaköy’e Seyahat, Akşam Gazetesi, 22 haziran 1919) 1869 yılında boğazın bu yakasında Fındıklı sahiline de uğrayan hayvan vasıtasıyla işletilen tramvay hattı tahsis edilmiş ve bu tramvay hattı 1911 yılında elektrikle çalışır hale getirilmiştir. (Osman Ergin, Mecelle-i Umur-ı Belediye, c.III, s.141,177)
Şehrin yönetimi ve düzenlenmesi için 1855’te kurulan Şehremaneti 1857’de on dört daireye ayrılmış olup Pera, Galata ve Tophane’yi kapsayan bölge altıncı daireye bağlanmıştır. Fakat 1877’ye gelindiğinde pilot bölge olarak seçilen altıncı daire belediye dairelerinin yirmiye bölünmesi ile önemini yitirir. Bunun sonucunda Fındıklı ve Kabataş semtleri 12. Daire olarak düzenlenmiştir ancak kısa bir süre sonra daire sayısı ona düşürülmüştür.
yüzyıl başlarında Beyoğlu yerleşmesi kıyı boyunca Kağıthane’den Beşiktaş’a, Galata’dan Şişli’ye kadar yayılmıştır.
Cumhuriyet ile beraber imar faaliyetleri hız kazanmış hazırlanan imar planları doğrultusunda şehir düzenlemeye başlanmış ve şehrin tarihsel dokusuna zarar verilmiştir. 1957-58 yıllarına gelindiğinde Fındıklı Molla Çelebi Camii önünde yapılan yol genişletme çalışmaları neticesinde güzergah boyunca birçok anıtsal eser yok olmuştur.
Molla Çelebi Camii Tarihçesi
Fındıklı Molla Çelebi Camii, günümüzde mevcut olmayan, hamamı ve sıbyan mektebi ile birlikte küçük bir külliye oluşturmaktaydı. Ayvansarayi Hüseyin Efendi’ye ait Hadikatu’l Cevami’de cami ve vaktiyle var olan külliyeden şu şekilde bahsedilir: “Banisi Molla Çelebi’dir… Cami’-i mezbur derya kenarında vaki’dir ve mahfil-i humayun ve levazımat-ı sa’iresi mevcud olub, karibinde mekteb ve hammam dahi bunun vakfındandır…” Bu nedenle caminin tarihsel süreci açıklanırken diğer yapılarla birlikte ele alınmıştır.
Vakfiyesine göre; Ayrıca hac yolcularının konaklaması için bir bina ve darülhadis olarak işlev görecek bir medresenin de gelecekte yapılmasının planlandığı belirtilse de bu gerçekleşememişti. Tarihçi Ayvansarayi Hüseyin Efendi, caminin vakfına dahil olduğunu söylediği civardaki mektep ise vakfiyede zikredilmemiştir. (Mimar Sinan’ın İstanbul’u, Turing, S,243)
Fındıklı Camii olarak da anılan bu yapının inşa kitabesi olmaması ile birlikte, Mehmed Vusuli tarafından caminin hemen yanı başında inşa ettirilmiş olan hamamla aşağı yukarı aynı yıllara tarihlendirilmektedir. Dolayısıyla geçmişte mevcut olan hamamın 1561-62 tarihli kitabesine göre caminin de bu yıllarda yapıldığı kabul edilir. Sai Mustafa Çelebi Tezkiretül Ebniye’de camii ve hamamın Mimar Sinan eseri olduğunu ifade eder ki bu yapılar kitabının bir diğer yazması Tezkiretü’l-Bünyan olup Sinan’ın kendi ağzından anıları arkadaşı Sai Mustafa Çelebi tarafından otobiyografik metinler olarak kaleme alınmıştır.
Fakat bu tarihlendirme sırasında da farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Hamamın kitabesi, Ayvansarayi’ye göre 1571, (Ayvansarayi, Hadikatü’l Cevami, s.484) Tahsin Öz’e göre 1589, (Tahsin Öz, İstanbul Camileri, C. II, s.24.) Aptullah Kuran’a göre 1565-66 (Aptullah Kuran, Mimar Sinan, s.113.) İ.Hakkı Konyalı’ya göre 1561 ve ebced hesabına göre 1581 tarihini vermektedir. (İ. Hakkı Konyalı, Mimar Koca Sinan’ın Eserleri, s.180.) Ankara’da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde bulunan (nr. 624) 992 (1584) tarihli vakfiyesiyle eserleri hakkında bilgi veren tezkirelerdeki kayıtlardan anlaşıldığına göre cami ve hamam Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. (Arzu İyanlar, “Molla Çelebi Külliyesi”, İslam Ansiklopedisi, C. 30, s.243.)
Hamam kitabesinin kaynaklardaki metninde yer alan bir kelimenin farklı imlasından (hamamın-hamamını) dolayı ebced hesabı ile ayrı tarihler çıkarılsa da, “Görenler ol makam-ı dil- küşanın dedi tarihin 1 Leb-i deryada seyran eyle hammamını monlanın” beyti 969 (1561-62) yılını vermektedir. Cami de bu tarihte veya hemen sonra tamamlanmış olmalıdır. (Arzu İyanlar, “Molla Çelebi Külliyesi”, İslam Ansiklopedisi, C. 30, s.243.)
Cengiz Orhonlu’nun belirttiğine göre, “Fındıklı Camii’ne, Hubbe Ayşe Kadın ile Elhac Süleyman Efendi adlı bir zat tarafından bazı vakıflarda bulunulmuştur. Bazı vesikalardan anlaşıldığına göre, bu camide Sadreddinzade Ruhullah Efendi’nin, Güğümbaşı Mehmed Efendi’nin, Sadrıesbak Kemankeş Kara Mustafa Paşa ve Saluha Hatun gibi zevatın evkafı bulunmaktadır. Cami evkafının çoğaltılmasına hizmet eden kimseler arasında, 1161 (1748) yılında camiye müstakil vakıf tayin edilmiş olan Çelebizade Asım Efendi de vardı. (Cengiz Orhonlu, Fındıklı Semtinin Tarihi, s.62.) Külliyeye gelir getirmesi için baniye ait yazlık-kışlık iki saray ve hamama bitişik dükkanlar inşa edilmişti. (Mimar Sinan’ın İstanbul’u, Turing, S,243)
Evliya Çelebi de Seyahatname’sinde Molla Çelebi Camii’nden ”Deniz kenarında, Fındıklı Kasabası’nda tek minareli, büyük kubbeli ve geniş avlulu bir camidir” diye bahseder. (Evliya Çelebi, Seyahatname, c.1, s.412)
Caminin Banisinin asıl adı Mehmed olup, şiirde kullandığı “Vusuli” mahlasından dolayı Mehmed Vusuli, çoğu zamanda II.Selim’in musahibesi ve devrinin ünlü hanım şairlerinden Hubba Ayşe Hatun’un damadı olduğundan “Hubba Mollası” veya ” Molla Çelebi” olarak bilinir. III. Murad’ın kapıcıbaşılarından Abdullah Ağa’nın oğlu olup 1524 yılında doğmuştur. İlmiyeden yetişen, çeşitli medreselerde müderrislik, bazı yerlerde kadılık, özellikle dört defa İstanbul kadılığı yapan Molla Çelebi 1568’de Anadolu kazaskeri olmuş ve 1590 yılında ölmüştür. Mehmed Vusuli Efendi’nin kabri caminin batısında bulunan küçük hazirede değil de, kayınvalidesi Hubbi Hatun’un Eyüp’teki türbesinin yanında, Debbağhaneler (Tabakhaneler) mevkiinde kendi yaptırdığı tekkenin haziresinde, yanlışlıkla şair Fitnat Hanım’a atfedilen türbede olduğu anlaşılmaktadır. Fitnat Hanım’ın kabri Eyüp Sultan Türbesi haziresinde yer almaktadır.
Sekiz yüzlü olan türbe kesme taştan inşa edilmiştir. tek kubbelidir. kitabesi yoktur. içinde birisi büyük, ikisi vasat ve diğeri daha küçük olan dört ahşap sanduka yer almaktadır. bu sandukalardan biri Mehmet Vusuli Efendi’ye diğerleri ise, oğlu Şemsettin Efendi (1615), Şemsettin Efendi’nin oğlu Mehmet Efendi (haz. 1650), Mehmet Efendi’nin oğlu Mustafa Efendi’ye (1694) aittir. Türbe’nin sağ tarafında Vusuli Efendi’nin Hubbi Hatun’un türbesi yer almaktadır. Ayrıca türbe haziresinde bulunan bazı kabirler şöyledir: (1583) Pir Mehmet Emin Efendi , (1719) Şeyh Selim Efendi , (1719) Şeyh İbrahim Efendi, (1730) Eş-Şeyh Mahmut Efendi, (1730) Eş-Şeyh Mehmet Efendi El-Kadiri” (Mehmet Nermi Haskan, Eyüp Sultan Tarihi, s187, Eyüp Sultan Vakfı Yayınları, istanbul, 1996)
1879 tarihli Devlet Salnamesi’nden ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde Molla Çelebi Kütüphanesi fihristindeki bilgilerden anlaşıldığına göre çeşitli kişiler tarafından vakfedilen kitaplarla cami içerisinde geçmişte bir kütüphane kurulmuştur. 144 adet kitabın bulunduğu kütüphaneye ait fihristte yer alan bir notta Fındıklı Camii içinde Reisülküttab Abdullahzade’nin, Molla Mehmed Çelebi Efendi’nin ve Şeyhülislam Hamid Efendi gibi zevatın vakfettiği kitapların Kılıç Ali Paşa Medresesi içindeki kütüphaneden Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledildiği belirtilmektedir (Cengiz Orhonlu. Fındıklı Semtinin Tarihi s. 68). Molla Çelebi Camii’nde mevcut kitapların ne zaman Kılıç Ali Paşa Medresesi’ne taşındığı ise bilinmemektedir.
Caminin günümüzde mevcut olmayan hamamına gelince eskiden İstanbul’un en işlek çifte hamamlarından biri olan yapının soyunmalık bölümleri kagir duvarlı ve sakıflı, sıcaklık bölümleri ise üç eyvan şemasına sahipti. Planı itibariyle Ayasofya’nın karşısındaki Haseki Hamamı’na benzeyen yapının yıkımından kısa bir süre önce sıcaklıkları birleştirilmiş, erkekler kısmının helaları ile kadınlar kısmının soyunmalığı ortadan kaldırılmış ve tek hamama dönüştürülerek klasik hüviyetini yitirmişti. (İstanbul Mimarisi İçin Kaynak, s. 391; İstanbul Hamamları, s. 142)
1957’deki yıkımdan günümüze kadar gelebilen iki parça kitabenin sağ bölümü, Çarşıkapı da İstanbul Fetih Cemiyeti tarafından kullanılan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Külliyesi’nin medresesi avlusundadır.
Yüksel Yoldaş Demircanlı ve Mehmet Nermi Haskan sol parçasının Topkapı Sarayı Müzesi’nde olduğunu bildirmişlerse de (İstanbul Mimarisi İçin Kaynak, s. 391; İstanbul Hamamları, s. 142) bu parça müzede bulunamamıştır. Hamamın üç mermer kurnası halen İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin şeref salonunda yer almaktadır. Hüseyin Ayvansarayi ve Davutpaşalı Mehmed Raif külliyede bir de sıbyan rnektebinin varlığından bahsetmişlerdi. Bu hamamın cadde üzerindeki soyunma yeri, XVIII. yüzyıl sonları ve XIX. yüzyıl başlarının sivil mimarisine uygun bir konak cephesi karakterine sahipti. (Arzu İyanlar, “Molla Çelebi Külliyesi”,Tdv, C. 30, s.243.)
Caminin batı cephesine bitişik küçük dikdörtgen haziresi, İskele sokağına bakan duvarla deniz tarafındaki kitabelerinden anlaşıldığına göre batı ve güney yönlerinden 1132’de (1720) ruznamçe-i evvel Hüseyin Paşazade Hacı Mehmed Bey tarafından inşa ettirilen parmaklıklı bir duvarla sınırlandırılmıştır. (Cengiz Orhonlu. Fındıklı Semtinin Tarihi s. 68). Batı yönünde altı küçük dikdörtgen ve bir sivri kemerli açıklık mevcuttur. Burası iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm, sivri kemerli pencereden yapının dış duvarına atılan, yarıya kadar demir şebeke ile kapatılmış diğer sivri bir kemerle son bulmaktadır. Kare planlı ikinci bölüm kuzeyde bir kemer, batıda iki pencere ve doğuda bir pencere ile toplam dört açıklığa sahiptir.
Hazirede günümüze ulaşabilen on dokuz mezar vardır. Halen mevcut en eski mezar 1121 (1709) tarihli olup Şeyhülislam Sadreddinzade Sadık Mehmed Efendi’ye aittir. Bazı kayıtlara göre XVI. yüzyıldan itibaren haziredeki en eski defin, 958’de (1551) vefat ederek buraya gömülen Emir Hüseyin Çelebi’yle ilgili ise de mezar taşı kaybolmuştur. (Arzu İyanlar, “Molla Çelebi Külliyesi”,Tdv, C. 30, s.244.)
Hazirenin batı cephesinde, sokağa bakan duvarında şu kitabe yazılmıştır:
Muhammed bey efendi ibn-il-haç Hüseyin paşa
Göçüp bu dehri dundan kıldı azmi alemi bala
Hemişe bişe evrad ile ezkar idi ol zate
Şeb-ü ruz eyledi tahsili zadi alemi ukba
Kiraren haç ile tamiri Beyte itdi çok hizmet
Şefi ola ana ruzi cezada Kabeyi ülya
Eğerçi canibi devletten olmuşdu ana memur
Bicay averdei hizmet olub sa’y eyledi Hakka,
Tehidestane in’am etmeği murad edinmişdi,
Tasadduk itmede ihmal-ü imsak itmedi asla
Nice def’a olub ruznamçei evvel yine ahir,
Kapandı defteri amali itti zimmetin ibra
Ser amed olmuş iken hacegani devlet içinde
Kodu balin haşt-i lahde ser-i kabri idüb me’va
Olub tay gerdei desti ecel ruznamçe-i ömrü
Salah üzre murur etmişdi evkati bu alemde
İde ukbade bari cayigahin cenneti ala
Gelüb bir daiyi İhlas-bişe didi tarihin
Muhammed Beyefendi eyleye rahmet sana Mevla.1132
(İ. Hakkı Konyalı, Mimar Koca Sinan’ın Eserleri, s.182.)
Yegâne hâce-i rûz-name-i evvel ol Muhammed Bey
Bekaya intikal etdi aleyhürrahmetü’l- Bâri
Adimü’l- mesel idi kendüye mahsus idi merhûmun
Gerek evzâ’ u etvârı gerek reftâr u güftârı
Olup kırk elli yıl pirâye-bahş-i mesned-i ikbâl
Sudûr-ı devlete hemvâre sevk-i hayr idi kârı
Haridar-ı -ı metâ’-ı devlet-i dehr idi zâhirde
…. itibar etmezdi amma zerre mikdârı
Ubeydullah-ı ahrâra müdâni idi iclâli
Sülûk ehlinden efzun idi evrâd ile ezkârı
Hulûs-ı kalb ü hüsn-i hâline besdür bu şâhid kim
Olub me’mur bâ- hükm-i Hümayun-ı cihândârî
Mücavir oldu beş yıl Mekke’de bu eyledi ma’mur
Harab olmuş iken mecra-yı âb-ı rahmet-âsârı
Ale’t- tahsis ahâli-harem yâd eyleyüb hayrın
İderler dergeh-i Hakk’a duâ yalvarı yalvarı
Hüdâ sa’yin ide unvân menşur-i müberrâtı
Bu hayr-ı bi-bedel oldukça rûz-ı haşre dek cârî
Didiler Tâibâ tarih-i fevtin gûş idüb herkes
İde cennet Muhammed Bey Efendi menzilin Bâri
Fi Sene 1132 (1719-1720)
RUZ-NAMÇE-İ EVVEL MERHUM EL-HAC MUHAMMED BEY RUHUNA EL- FATİHA
Sene 1132
Molla Çelebi Camii Onarım Tarihçesi
Caminin inşa tarihi ile ilgili olarak birbirine yakın farklı tarihler farklı kaynaklarda verilse de Hamam kitabesinin 1561-1562 yazılı tarihi ile caminin aynı tarihte inşa edilmiş olduğu en fazla kabul gören görüştür. Molla Çelebi Camii ilk olarak bir külliyenin parçası olarak inşa edilmiştir. Ancak bu külliyeden günümüze sadece cami ulaşabilmiştir.
Molla Çelebi Camisi günümüze dek gelen tarihsel süreç içerisinde pek çok yangın ve deprem atlatmış. Zaman içinde cami, depremlerden ve yangınlardan hasar görmüş, olmasına rağmen günümüze ilk planına uygun olarak gelebilmiştir.
Osmanlı Dönemi Onarımları
1723 ve 1724 tarihlerinde (Lale Devri) çıkan yangınlar sonucunda cami harap olmuş. Mustafa Cezar, 10 Ekim 1723 gecesi Fındıklı’da caminin civarında çıkan bir yangın sonucunda epeyce ev ve dükkânın yandığını aktarıyor. 6 Kasım 1724 gecesi caminin yakınında çıkan yangında ise bir miktar ev ve dükkân kömür haline gelirken Fındıklı Hamamı’nın da camekânının yandığını belirtiyor.
1770 yılına gelindiğinde ise, Salıpazarı ve Tophane arasında bulunan Çivici Limanı mevkinde çıkan yangın 15 saat devam ederek Fındıklı’ya kadar olan sahili arsa haline getirmiştir. (Cengiz Orhonlu, Fındıklı tarihi, Tarih Dergisi, s.60)
Camii önünde ki Koca Yusuf Paşa Çeşme ve Sebili (1786 -87)
Koca Yusuf Paşa(1730 – 1800), Osmanlı Devletihizmetinde I. Abdülhamidve III. Selimsaltanatları sırasında 25 Ocak 1786 – 28 Mayıs 1789 ve 12 Şubat 1791 – 4 Mayıs 1792 dönemlerinde ikikez sadrazamlıkyapmış Gürcüasıllı bir devlet adamıdır.
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Koca_Yusuf Paşa) Dönemin sadrazamı Koca Yusuf Paşa tarafından 1787 yılında caminin hemen önüne çeşme ve sebil inşa ettirilmiştir. Taksim Maksemi’ nden Fındıklı’ da ki sebil ve çeşme için 3 masura su tahsis edilmiştir.(Cengiz Orhonlu, Fındıklı Tarihi, Tarih Dergisi, s.56)
Evvelce Fındıklı Molla Çelebi Camii önünde iken 1956’da Kabataş’a taşınan Koca Yusuf Paşa sebil ve çeşmeleriyle (1201/1786-87) barok üsluplu çeşmelerin zengin bir örneğidir. (Çeşme, Tdv, s.284) Pembe mermer oymaları ve kurşun kubbeli çatısı ile güzel bir eser olan bu çeşme, klasik caminin alnına, revakların tam önüne kondurulmuştur.( Çelik Gülersoy, “Fındıklı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.3, s.310.)
Halid Eraktan İstanbul Ansiklopedisi’ndeki Fındıklı Cami başlıklı yazısında; 1822 yılında çıkan büyük yangın sonrasında harim bölümünün aslına uygun olarak onarıldığını ancak son cemaat yerinin ahşap direkli bir sundurmaya dönüştürüldüğünü, hünkar mahfilinin genişletildiğini belirtmektedir. Cengiz Orhonlu ise Fındıklı başlıklı yazısında 1822 yılındaki Tophane yangınından sonra tamir edilirken hünkar mahfili ilave edildiğinden bahsetmektedir.
1913-1914 yılına ait Alman Mavileri adlı kitabın haritasında bahsedilen hünkâr mahfili gösterilmiştir. Ayrıca hünkâr mahfili ayaklar üstünde taşınan çıkmasıyla 19. yüzyıl fotoğraflarında görülmektedir. Ancak 1926 yılına ait Jacques Pervititch Sigorta Haritalarında hünkâr mahfili bulunmamaktadır.
Mustafa Cezar, da 1 Mart 1823 günü Cihangir’deki Firuzağa Camisi yakınında bir evden çıkan yangının, bir koldan Fındıklı Hamamı’na kadar uzandığını yazıyor. Hem bu yangında, hem de 1834 yılında çıkan yangında cami ve hamam tahrip oluyor ve yeniden onarıldığını ifade ediyor.
Başbakanlık’a bağlı Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı’ndan edinilen belgelere göre cami 1822, 1862, 1870, 1884, 1894, 1901 yıllarında onarılmıştır.
1913-1914 yılına ait Alman Mavileri ve 1926 yılına ait Jacques Pervititch Sigorta Haritalarında cami avlusunun batısında hazirenin devamında mekânlar sıralanmaktadır. Hazire ile müştemilat olduğu tahmin edilen bu yapı dizisinin arasından bir kapı ile günümüzde parka dahil edilmiş Fındıklı Sokak’tan camii bahçesine bir giriş daha verilmiştir.
Cumhuriyet Dönemi Onarımları
24 Eylül 1956 tarihinde başlayan imar çalışmaları şehrin kimliğinde ve dokusunda büyük ölçüde değişikliğe yol açmıştır. Molla Çelebi Camii’nin hemen önünde yer alan parsel istimlak edilerek yol genişletilmiştir. Yapının Fındıklı Kebir Hamamı olarak anılan vakfiyesi de bu dönemde yıkılarak istimlak edilmiştir.
Fındıklı’daki depo ve dükkânların caddeye uzanan kısımları temizlenerek, Tekel Genel Müdürlüğü’nün alt katı geçit şekline getirilmiş; çay atölyelerinin bahçeleri yola katılmış; böylece Dolmabahçe’ye kadar sahil tarafı açılmıştır. (http://www.mimarlikdergisi.com)
Molla Çelebi Camisi son cemaat mahalinin revaklarının hemen önünde yer alan (1787) Koca Yusuf Paşa, barok tarzı sebil ve çeşmesi. 1957-58 yol genişletilmesinde buradan sökülerek, Kabataş Setüstü’ne taşınmıştır.
Son olarak 1822 yılındaki onarımda yenilenen son cemaat sundurması 1958’deki Vakıflar İdaresi’nin yaptırdığı esaslı onarımda iptal edilmiş, caminin inşa edildiği dönemin klasik üslubuna uygun, kubbeli bir son cemaat yeri revağı yapılmış, aynı şey özgün olmayan süsleme öğeleri ve birtakım ekler içinde gerçekleştirilmiştir.
Caminin önüne 1787’de ünlü Sadrazam Koca Yusuf Paşa, Türk baroğunun en güzel eserlerinden olan bir çeşme yaptırmıştır. Pembe mermer oymaları ve kurşun kubbeli çatısı ile güzel bir eser olan bu çeşme, klasik caminin alnına, revakların tam önüne kondurulmuştur. Bu sebilin aslında Camiin son cemaat yeri bitişiğinde değil daha başka bir yerde iken Sultan Abdülaziz Dönemi’ndeki ana cadde düzenlemesi sırasında buraya taşındığı ileri sürülebilir.
1957-1958 yol genişletilmesinde buradan sökülmüş ve bugünkü yerine, Kabataş set üstüne monte edilmiştir.
1997 yılında caminin son cemaat yerinde çıkan yangında ana giriş kapısı kısmen yanmak, kavrulmak etrafı islenmek ve ıslanmak suretiyle zarar görmüştür. 2001 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından minare külahını taşıyan seren direğinin yola doğru sapmış olduğu tespit edilmiştir. Bunun sonucunda petek taşlarında yarılmalar meydana geldiği, şerefe korkuluğunu oluşturan taşların malzeme karakteristiğini kaybettiği, şerefe döşemesi altında 1.50 m mesafedeki gövde taşlarında yarılma ve çatlamalar olduğu; 1999 Marmara depreminde çatlak ve yarılmaların daha da arttığı belirtilmiştir. Bu nedenle minarenin şerefe döşemesi 1.5 m altına kadar sökülmüş, sökülen kısım mevcut malzeme ve özgün yapım tekniğinde yeniden yapılmıştır. (İstanbul II Numaralı KTVKK Arşivi) 2006 yılında son cemaat yerinde döşeme kaplamalarının yerine granit levha döşenmiştir, girişe mermer eşik konularak yükseltilmiştir.
Yer aldığı Fındıklı semtinin adıyla da anılan söz konusu cami, 16. yüzyıl ulemasından, “Molla Çelebi'” lakaplı İstanbul Kadısı Mehmed Vusulî Efendi tarafından inşa ettirilmiştir. Tasarımı Mimar Sinan’a ait olan caminin inşa tarihi tam olarak bilinmemekte, ancak farklı araştırmacılar tarafından 1561’den 1589’a kadar uzanan zaman diliminde değişik tarihler önerilmektedir. İstanbul’daki hemen her tarihi yapı gibi, zaman içinde çevresindeki yangınlarda ve depremlerde hasar gören cami birçok onarım geçirmiş, bu arada içerdiği kalem işleri de yenilenmiştir. Yapıdaki en son kapsamlı restorasyon 1958-1959 tarihlidir.
Bu onarım sırasında gerçekleştirilen, üst örtü ve taşıyıcı mimari ögelerin yüzeylerinde klasik üsluba öykünen, oldukça yoğun bir kalemişi bezeme mevcut idi. 1958- 1959 tarihleri arasında uygulanan bezeme kompozisyonunu kısaca ifade edecek olursak;
Ana kubbe ve eteklerinde kalem işi bitkisel karakterli motifler tüm kubbe eteğini dolaşmakta, kubbeye doğru yükselmektedir. Ana kubbenin merkezinde ise koyu yeşil zemin üzerine yuvarlak formlu bir çerceve içerisinde zerendud teknik ile sülüs yazı Kur’an-ı Kerim’den ayet yazılan hüsn-ü hat yer alır. Yazıyı çevreleyen ince sarmal ve etrafında ortabağ rumiden çıkan simetrik dallar ve stilize çiçek motifli geçmelerden oluşan bir bordür çevresinde yine rumi dal ve hatai bezemeler yer alır ve ana göbek on altılı simetrik bölmeli kompozisyon şemse, salbek ve tığlarla kubbe eteğine doğru uzanır. Kubbe eteklerinde kanatlı, sarılma, ayrılma ve tepelik rumilerle oluşturulan kompozisyon, hemen altında rumi geçme bordürler, ve stilize çiçek ve dal rumilerden oluşan bordürle çevrelenmiştir. Kubbe kasnaklarında; pencere aralarında şemseler ile duvar yüzeyleri bezenmiştir. Pencere kenarları ve kubbe kasnağını dolaşan yekpare kıvrık hançeri yapraklar, stilize bitki ve tomurcuklarından sarma bir kompozisyondan oluşan bordürle kuşatılmıştır. Yine bu bordürü çevreleyen ve kasnağı sonlandıran iki yaprak ortada stilize lale motifinden oluşan bezeme kuşağı yer alır. Kubbede kullanılan kalemişi kompozisyonlarda kullanılan hakim renkler ; oksit sarı zemin üzerinde gelişen bezemelerde çivit mavi, kırmızı, ve beyaz renklerdir.
Kubbeye geçiş elemanlarında ise pandantiflerde madalyon formlu panolar içerisinde siyah zemin üzerinde altın varaklı ‘’Allah ve Muhammed’’ lafızları, Cihar-ı yar-i güzin’’ adları celi sülüs yazı ile yazılmıştır. Madalyon panoların çevresini mavi ve beyaz rengin ağırlıklı olduğu geçmeli rumi motiflerinden oluşan bir bordür kuşatmaktaydı. Pandandif yüzeyinde merkezden üçgen köşelere açılan ortabağ rumiden çıkan dallar simetrik kullanılmış; ayrılma rumi kullanılıp tepelikli rumi ile kompozisyon sonlandırılmıştır. Yine aslan göğsü yüzey hatlarını çevreleyen geçme bordür ise stilize çiçek ve rumi motiflerle oluşturulmuştur.
Beş yarım kubbeyi destekleyen sivri kemerler yan yana sıralanmış içi rumilerle bezeli iri palmet motiflerinin dış kenar oluşturduğu bir kenar bordürü ile süslenmiştir. Kemer kavsaraları üç rumi şemse ve kemer bitimleri ise yarım şemse motifli kompozisyonla bezenmiştir. Rumi şemse, uzun, ucu sivri ve kıvrık yapraklardan meydana gelmiş biçimdedir. şemse; ortabağ rumilerin ucunda açılan dendanlı rumi ve uçlarda tepelik rumi ile sonlanır. Rumi formu zemin rengi ile motifin içi renklendirilmiştir. Şemselerin arasında kalan eğik yüzeyde nefti zemin üzerinde rumi dalları yer alır.
Yarım kubbelerde bezeme kompozisyonları mihrap kubbesi dışında aynıdır. Mihrap kubbe merkezi motifi; ara bağlar, tepelikli rumi ve sarılma rumiler kıvrılıp dallanıp birbirinin içinden geçerek göbek etrafında dairesel bir kompozisyon oluşturup klasik özelliğini korumuştur. Bu bezemenin etrafını çift zencirek kuşatır. Çift zencireğin etrafında ise klasik hatai motifi ve simetrik bitkisel formlardan oluşan bezeme mevcut olup bu bezemenin etrafını yine çift zencirek kuşatır. Çift zencireğin etrafında tekrarlanan bitkisel bezeme ile dairesel form sonlanıp ortabağ rumiden çıkan simetrik dallar ve bitkisel motiflerle tasarlanan kompozisyon, tepelikli rumi ile sonlandırılıp mavi, kırmızı şerit şeklinde bordür oluşturur.
Yarım kubbenin eteklerinde basık kemerli pencerelerin aralarında rumi ve hatai bezemeli şemseler yer alır. Hemen altında basık kemerli yarım kubbe pencerelerinin etrafını ve kubbe eteğini dolaşan mavi zemin üzerinde beyaz kırmızı renkte bitkisel üsluplu bordür yer alır.
Diğer yarım kubbelerde; kubbe merkezinde; ara bağlar, sarılma rumiler kıvrılıp dallanıp birbirinin içinden geçerek göbek etrafında dairesel bir kompozisyon oluşturmuştur.Bu bezemenin etrafını zencirek kuşatır. Zencireğin etrafını bitkisel formlu bordür, etrafını yine simetrik bitkisel motifli bordür kuşatıp son olarak zencirek bordürün tekrarlanması ile dairesel kompozisyon sonlanır. Dairesel kompozisyonun etrafını yan yana sıralanmış içi rumilerle bezeli iri palmet motiflerinin dış kenar oluşturduğu bir kenar bordürü ile süslenmiştir. Kubbe etekleri yine simetrik dış kenarlı tepelikli rumilerle oluşturulan bezeme ile sonlanır. Basık kemerli kubbe pencerelerinin etrafında mihrap kubbesindekiler gibi pencere etrafını ve kubbe eteğini dolaşan mavi zemin üzerinde beyaz-kırmızı renkte bitkisel üsluplu bordür yer alıp bu bordür tromp kemerlerini de dolaşır. Tromp kemerlerinin birleştiği yerlerdeki üçgenlerde merkezden üçgen köşelerine açılan ortabağ rumiden çıkan dendanlı,kanatlı,sarılma rumi, dallar simetrik kullanılmış, yine ayrılma rumi kullanılıp tepelikli rumi ile de kompozisyon sonlandırılmıştır.
Yapının kuzeyinde yer alan mahfilde ise, kuzey duvarı ve serbest olarak duran iki paye arasında bulunan açıklık iki yanda birer yarım tonoz, ortada ise payeleri birleştiren sivri kemerin diğer kemerlere göre daha geniş alınmasıyla kapatılmıştır. Kemer içini dolduran duvar yüzeyi revzenlidir. Diğer kemerlerden daha geniş alınan kemerin kavsarası kenarları penç, hançer gibi bitkisel motifli bordür ile çevrelenip ortasında yine simetrik çiçek ve dal motifli bordürle bezenmiştir. Bezemelerdeki hakim renkler, mavi, kırmızı, beyaz olup tamamlayıcı renk neftidir.
2013- 2016 Restorasyon kapsamında gerçekleştirilmiş olan raspalarda, camide iki kalemişi tabakası tespit edilmiştir: 1958-1959 restorasyonu öncesinde, horasan sıva üzerine uygulanmış olan ve “1. Dönem” olarak adlandırılan tabaka; 1958- 1959 restorasyonunda çimento sıva üzerine uygulanan ve “2. Dönem” olarak adlandırılan tabaka. Yapının taşıyıcılarında (duvarlarında) ve üstyapıyı oluşturan mimari ögelerde (merkezi/ana kubbe, kemerler, yarım kubbeler, pandantifler ve kasnaklar) yapılan tespitlere dayanarak, kalemişi tezyinatına ilişkin restorasyonu konusunda dikkate alınan kriterleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Molla Çelebi Camii’ nin 1958- 59 onarımında yapılan klasik dönem üslubunu yansıtan kalem işi bezemelerinin nasıl bir düzen ve motif tercihiyle yapıldığı bilinmemektedir. Çalışmalar sırasında alt katmanda ortaya çıkan ve 1. dönem muhtelif kalem işi tezyinatı bu konudaki fikrimizi pekiştirmiştir. Kubbe göbeği çevresi ile kasnak ve diğer bazı noktalarda raspa sonucu açığa çıkan bu bezemeler uygulamanın da seyrinin değişmesine yol açmıştır. Dolayısıyla doğru müdahale kararlarının verilebilmesi için uygulama öncesinde analiz-tespit ve rölöve – restitüsyon çalışmaları yapılmıştır.
Yapıda ki kalem işi restorasyon programı içerisinde ki uygulamaları genel olarak ifade edecek olursak;
Yapının restorasyon öncesi mevcut kalemişi bezemeleri klasik dönem üslubunu yansıtarak, caminin üst kot iç yüzeylerinde boşluk bırakmayacak bir yoğunlukta uygulanmış olup, nasıl bir düzen ve motif tercihiyle yapıldığı bilinmemektedir.Eserin onarımında tezyini imalatlara başlanmadan önce yapının her noktasına kolaylıkla ulaşılabilmesi için metal iskeleler ve çalışma platformları kuruldu. Ana kubbede yapılan ön tespit çalışmalarının sonucunda öncelikli olarak çatlakların ve çevresindeki bezemelerin rölöve çalışmaları yapıldı. Bu alanlarda ikinci dönem mevcut bezemenin altında daha önceki dönemlere ait herhangi bir veri olma olasılığı nedeni ile kalemişi araştırma badana ve sıva raspası yapıldı. Bu çalışmalarda kubbe iç yüzeyinde sıva raspasında lokal olarak iki ayrı sıva (horasan ve yoğunluklu niteliksiz çimento olmak üzere) ile bu sıvalar üzerine yapılmış farklı malzeme ve işçilik gösteren bezemelerin bulunduğu anlaşıldı. Türk üçgenlerinde, yarım kubbelerde, pencere kenarlarında ve kemer yüzeylerinde yapılan raspa çalışmalarında klasik dönem kopyası kalem işlerinin yakın dönemde çimento sıva üzerine yapıldığı tespit edilmiş ve bunlar mevcut yüzeylerden alınarak,yapıdan uzaklaştırılmıştır. Çalışmalar sırasında genel olarak kubbe göbeği çevresi ile kasnak ve diğer bazı noktalarda karşılaştığımız bezemeler uygulama seyrinin de değişmesine yol açmıştır.
Eserde, daha önceki dönemlerde yapılan onarım çalışmalarının oldukça tahripkar olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla çimento sıva üzerine yapılan son dönem kalemişi onarımlardan çıkarılan bulgular değerlendirilerek, uygulama felsefesindeki yanlışlıklar ortaya konulmuştur. Molla Çelebi Camii’nde kubbe iç yüzeyinde yapılan araştırma raspaları sonucunda, dönemine paralel olarak orijinal kalabilmiş kalemişi tezyinin, niteliksiz onarım sonucunda oldukça az yer kapladığı tespit edilmiştir.
Raspa sonrası ana kubbede 16.yy örneklerine benzeyen celi sülüs göbek hat yazısının ve çevresindeki klasik rumi bordür kompozisyonun korunmasına karar verildi. Yine kubbenin kasnak yüzeyinin pencere aralarında yapılan raspa çalışmalarında klasik üslubun son dönemlerini yansıtan şemse motifi tespit edilirken, kubbe eteğinde ise, yine aynı döneme tarihlenen ve kubbe eteğini çevreleyen rumi bordür kuşağı açığa çıkarılmış ve bu bezemelerin motif ve renk uyumu analiz edilip, kompozisyonun konsolidasyonu aslına uygun olarak gerçekleştirildi.
İlk olarak çimento sıvanın alındığı yüzeyler, özgün harç analizine göre terkibi hazırlanan numuneye uygun olarak horasan sıva ve ince sıva ile sıvanmıştır. Daha önce harim bölümünde ifade ettiğimiz üzere özgün sıvalara konsolidasyon, mikroenjeksiyon yöntemi ile yapılmıştır.
Ayrıca Danışma Kurulu ve Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü kontrolleri ile şantiyede yapılan toplantılar sonucunda kalemişi bezeme kompozisyonunun dönem restitüsyonları, renk analizi ve karakterizasyonu, malzeme ve yapım tekniği, konservasyon önerileri, müdahale yöntemleri projelendirilip, ilgili kurula sunularak, onay alınmıştır.
Son cemaat mahalinin nakışsız kubbelerine ise, alınan kararlar doğrultusunda kubbe etekleri ve göbeğine iç mekanın kalemişi üslubunu devam ettiren bezemeler nakş edilmiştir.
2013-2017 restorasyonu kapsamında yapının tüm kalemişi bezemelerinde kullanılan malzeme, teknik, renk ve tonların hakimiyeti raspa sonucu alt katmanda çıkan dönemin özgün desenleri göz önüne alınarak şekillenmiş ve kalemişi bezeme kompozisyonu Mimar Sinan dönemine uygun olarak sade ve yalın bir düzenleme ile tatbik edilmiştir. Bezemelerde genel olarak kullanılan renkler beyaz zemin üzerine lacivert ve aşı kırmızısıdır
Ana Kubbe: Ana kubbenin merkezindeki yuvarlak göbekte yer alan, 2. Döneme ait, koyu yeşil zemin üzerine zerendud tekniğiyle yazılmış sülüs hatlı ayet kompozisyonu, aynen korunmuştur. Ancak yapılan raspa sonucunda ortaya çıkan, I. Döneme ait, kubbenin göbeğini kuşatan rumi dolgulu palmet kuşağı, kubbe eteğinde buna benzer diğer kuşak, bunların arasında da, ışınsal düzende yerleştirilmiş rumi dolgulu şemseler, özgün desen ve renkleri dikkate alınarak restore edilmiştir.
Ana Kubbeyi Taşıyan Kemerler:Ana kubbeyi taşıyan yedi adet büyük kemerde 2. Döneme ait, klasik üsluba öykünen kalem işlerinin altında, özgün kesme taş örgü ortaya çıkarılmış ve restorasyonda bu kesme taş dokunun korunması uygun görülmüştür.
Yarım Kubbeler:Yarım kubbelerde 2. Dönemden geriye giden tabakaya ulaşılamamıştır. Bu yüzeylerde, yarım kubbelerin merkezine, yarım daire biçiminde, palmet dizisiyle kuşatılmış, rumi dolgulu bezeme grupları uygulanmıştır.
Pandantifler:Pandantiflerde 2. Döneme ait çimento sıvanın gerisinde özgün tabakaya ulaşılamamıştır. 2. Dönemde uygulanmış olan ve klasik üsluba uygun, rumilerden oluşan kalem işi tezyinat, ayrıca pandantifleri kuşatan rumi, bordür, bazı ayrıntılar düzeltilmek koşuluyla tekrar edilmiştir.Ayrıca pandantiflerin merkezinde, yuvarlak çerçeveler içinde, siyah zemin üzerine zerendûd tekniğiyle işlenmiş, sülüs hatlı “Allah, Muhammed ve Dört Halife” yazıları da korunmuştur.
Ana Kubbe Kasnağı: Ana kubbenin kasnağında, çimento sıvanın altında, 1. Döneme ait, rumilerden oluşan bir şemse örneği tespit edilmiştir. 2. Dönemde, çimento sıva üzerine bu şemse esas alınarak, boyutlar, oranlar ve ayrıntılar deforme edilerek, benzer şemseler yapılmıştır. Raspa sonucunda bulunan 1. Döneme ait şemse, pencere aralarında yer alacak şekilde uygulanmıştır.
Söz konusu kasnağın alt sınırında bir adet bordür bulunmaktadır. Burada uygulanan raspa sonucunda 1. Döneme ulaşılamamıştır. Bu bordürün iptal edilmesi ve fıletolarla yetinilmesi uygun görülmüştür.
Ana Kubbe ve Yarım Kubbelerdeki Pencerelerin Çevresi: Ana kubbe ve yarım kubbelerdeki pencerelerin çevresindeki kalem işi bordürlerde 2. Döneme ait çimento sıvanın gerisinde özgün tabakaya ulaşılamamıştır. Pencerelerin çevresine iki fileto yapılması kararlaştırılmıştır. Bunlardan dıştaki dikdörtgen, içteki ise pencerenin hattını izlemiştir.
Harim/Beden Duvarları:Harim/beden duvarlarındaki pencerelerin çevresinde 2. Döneme ait kalemişi bordürler bulunmaktadır. Duvarların sıvası raspa edildiğinde, özgün kesme taş örgüye ulaşılmıştır. Klasik döneme ait pek çok başka yapıda olduğu gibi, söz konusu örgünün korunması sağlanmıştır.
Son Cemaat Yeri Revakının Kubbeleri:
1958-1959 restorasyonunda, mimari izlerden hareketle ihya edilmiş olan son cemaat yeri revakının kubbelerinde doğal olarak özgün kalemişi tabakasına (1. Döneme) ulaşmak söz konusu olamamıştır. Bu kubbelerde ve bunlara geçişi sağlayan pandantiflerde, harimin ana kubbesinde uygulanan bezeme programının, sadeleştirilerek ve bezemeyi oluşturan öğeler küçültülerek uygulanmasına karar verilmiştir.
Mihrap:Mihrap nişinde yapılan raspalar sonucunda uygulamalarının yapılması tavsiye edilen çalışmaları sıralarsak: Mihrap nişinin mevcut planı ve sıvalı yüzeyi, mukarnaslı kavsara kısmının korunması sağlanmıştır.Duvardaki sıvalar kaldırıldığında mihrap nişinin üzerinde, duvar dokusu içinde yer alan taş örgülü hafifletme kemerinin ve içindeki dolgunun kısmen mihrabın üzerinden göründüğü fark edilmiştir. Diğer taraftan, Osmanlı dönemine ait bütün mescit ve camilerin mihraplarında yer alan ayet kitabesinin olmaması da dikkati çekmiştir. Bunlardan hareketle mihrabın üzerine, mermerden mamul, sülüs hatlı bir ayet kitabesinin yerleştirilmesinin uygun olacağı;levhada, Osmanlı coğrafyasında en çok kullanılan, Bakara Suresi 149. âyetinin (fe velli vecheke şatral mescidil harâm) yer almasının uygun olacağı düşünülmüştür.
İçlik Pencereler:2. Döneme ait mevcut içlik pencerelerle duvar dokusu arasında, sıva tabakası kaldırıldığı için 4-5 cm eninde bir boşluk ortaya çıkmaktadır. Ayrıca bu elemanlarda yıpranma gözlenmiştir. Elde, 1. Döneme ait veri bulunmadığı için, yeni yapılacak pencerelerde mevcut pencerelerdeki kompozisyonun korunmasının yerinde olacağı kanaatine varılmıştır. Bu arada, mihrabın üzerinde yer alan ve diğerlerinden daha özenli bir işçilik sergileyen üç adet içlik pencerenin korunması ve etraflarına pervaz çekilerek, duvarla aralarındaki boşluğun kapatılması doğru bulunmuştur.
I-A. HARİTA, ÖLÇME,ARAZİ VE KENTSEL KULLANIM BİLGİLERİ ÇALIŞMALARI
Yapı zemin altında olup rölöve ölçme tekniğinde laser tarama yöntemi kullanılmıştır. Bu şekilde manuel veya laser ölçmedeki eksik ölçü verileri olmayacağı gibi gelecek kuşaklara yapının birebir ölçüm verisi digital ortamda bir veri olarak aktarılacaktır. Laser taramada 1 mm2’ ye 1 adet nokta gelecek şekilde renkli bir okuma gerçekleştirilmiştir.
Sarnıç içerisinde 10.000 yakın balık medusaların olduğu bölüme havuz yapılmak sureti ile alınmış ve zemin ölçümü de bu işlemden sonra tamamlanmıştır.
Her bir tonozun altına 360 derece okuma yapan laser tarama kurulmuş ve yapı içinde toplam 360 adet oturum yapılmıştır. Yapının bu şekilde tüm alanı taranmış ve elde edilen nokta bulutundan istenirse yapının aynısının uygulamasının yapılabilmesi için gerekli tüm veri elde edilmiştir. Bunun dışında yapıya ait tüm sütun ve tonozların orthophotoları ve Sanat Tarihi danışmanımız Feridun Özgümüş ile yerinde tespit edilen birbirinden farklı tipteki sütun başlık ve kaidelerine ait katı modelleme çalışmaları yapılmıştır.
Laser tarayıcıdan alınan veriler çizim programı autocad çizim programı ile ekibimizce digital olarak çizilmiştir.
I-B.2. 1. TARİHSEL ARAŞTIRMA
Sarnıç yapısı Fatih ilçesinde ,Sultanahmet’tedir. Yerebatan denilen bu eski Bizans su haznesi, Bazilika Sarnıcı olarak da adlandırılmıştı.
Ayasofya’nın yakınında olan ticaret bazilikasından alan sarnıç, kayalık olan arazinin oyulması suretiyle imparator I.Justinianos (527-565) tarafından yaptırılmıştı. Bu hükümdarın inşa ettiği binalara dair bir eser yazan Prokopios, bazalika Stoa denilen etrafı revaklı meydanın bir kenarında şehrin su ihtiyacını büyük ölçüde karşılayan bu su hazinesini onun yaptırdığını bildirir. Tahmine göre sarnıcın yapımı 542’den az sonra gerçekleşmiştir.
Üstündeki taş döşeli meydan zamanla bozulmuş ve Bizans dönemi içinde burada evler yapılmaya başlanmıştır. Fatihten sonra ise Yerebatan Sarayı’nın üstünde evler hatta konaklar inşa edildikten başka, daha II. Mehmet (Fatih) döneminde (1451-1481) Satırbaşı Mehmet Ağa tarafından Üskübiye Mescidi olarak adlandırılan bir de mescid yapılmıştır. Böylece sarnıcın üstünün yoğun yerleşmeye sahne olduğu anlaşılır. Üstündeki evlerden, tonozlarda delikler açılarak buradan su çekiliyordu. 18.yy’nın ilk yarısında sarnıcın kuzeydoğu tarafında sekiz sütun, etrafları etrafları taştan duvarla çevrilerek takviye edilmişti. Fakat en büyük değişiklik güneybatı tarafta yapılarak sarnıcın geniş bir bölümü doldurulmuştur. Mamboury ‘ ye göre bu dolgu II. Abdülhamit döneminde (1876-1909) yapılmıştır.
İstanbul’a gelen yabancı seyyahların meraklarını çeken Yerebatan Sarayı ile ilgili hurafelerde çıkmıştır. Üstünde konakların birinde yaşayan bir cariyenin burada intihar ettiği söylenir. Diğer taraftan bu su haznesinin dip taraflarında cinlerin bulunduğu ve hatta ufak bir kayıkla sarnıcın batı ucuna gitmeye kalkışan bir meraklının kaybolduğu ve duyulan kahkahalardan, bu kişinin cinler tarafından götürüldüğüne inanıldığı söylenmiştir. 19. yy içinde İstanbul’ a dair resimli kitaplarda sarnıcın gravürüne de yer verilmiştir. Yine aynı yüzyılda, Yerebatan Sarayı’nın üstünde Vakanüvis Mehmet Esad
Efendi’ nin (1789-1848) konağı bulunuyordu. Esad Efendi konağının yanında kagir bir kütüphane binası yaptırarak, sayısı 4000 ‘i aşan kitaplarını buraya vakfetmiş, ölümünde de bu kütüphanenin yanında defnolunmuştu. İçindeki kitaplar Süleymaniye Kütüphanesi’ne taşındıktan sonra boşalan bina önce basımevi olmuş, sonra turistik eşya dükkânına dönüşmüş, vakıf sahibi ile ailesine ait mezarlar da önlerine duvar çekilerek, dışarıdan görülemez hale sokulmuştur. İstanbul’un Bizans sarnıçlarına dair etraflı bir çalışma yapan Ph. Forchheimer ile J. Strzygowski, 19. yy’in sonlarındaki imkanlarıyla Yerebatan’ın an batısındaki ucunu tam olarak tespit edemedikleri için buradaki sütun sayısını tahmini olarak vermişlerdir. Fakat sonraki inceleme ve ölçümler, tahminlerinde yanlışlar olmadığını göstermiştir.
Yerebatan Sarayı denilen sarnıcın tam ölçüleri, I. Dünya Savaşı yıllarında alınabilmiştir. İstanbul’a kadar gelebilen bir Alman denizaltısının katlanabilir botu, buraya getirilerek arkeolog E.Unger tarafından etraflı bir inceleme yapılmıştır. Sonraları sarnıcın içine bir sandal indirilmiş ve üstteki evin sahibi tarafından ücret karşılığında sarnıç içinde dolaşma imkânı sağlanmıştır. 1940’larda belediye tarafından giriş kısmındaki evler istimlak edilmiş, giriş için muntazam bir bina edilmiştir. Çok geniş ölçüde bir temizlik ve onarım, büyük şehir belediyesi tarafından 1985-1988’ de yapılmıştır. İçerideki su ve dipteki çamur birikintisi boşaltılmış, temizlenmiş, batıdaki ucuna kadar uzanan bir iskele yapılmış, ayrıca kuzeydoğu köşeye de kafeterya olarak kullanılması tasarlana bir platform inşa edilmiştir.
Yerebatan Sarayı olarak adlandırılan sarnıç içten 62.28 m. X 139.93 m. ölçüsündedir. Her bir dizede 28 tane olmak üzere 12 sıra sütun tuğla kemerleri ve bunların desteklediği tonozları taşır. Toplam sayıları 336 olan sütunlardan 8’i kuzey bölümde örme kılıf içine alınmış, güneybatıda 33 kadar sütun, etrafları çeviren bir dolgu duvarı içinde kalmıştır. Sütunların başlıkları kaba Korent üslubunda olup üstlerinde ayrıca impost başlıklar vardır. Kemer başlangıcında evvelce var olan ağaç gergi kirişlerinin yuvaları görülür. Tonozlar ise ‘Manastır tonozu’ denilen tipte olup kalıp kullanılmaksızın örülmüştür. Ortalara doğru bir sütunun gövdesi, dalları budanmış bir ağaç gövdesi gibi işlendiğine göre, bunun daha eski, herhalde 4-5 yy’lara ait bir yapıdan getirilerek devşirme malzeme olarak kullanıldığına ihtimal verilir. Sarnıcın duvarları 3-5 cm kalınlığında, su geçirmez bir harçla sıvanmıştır. Son onarımda, içerisi tamamen temizlendiğinde, sarnıcın tabanının muntazam tuğla döşeli olduğu görülmüştür ki
çalışma sürecinde de su tahliye edilmiş yazılı kaynaklardaki bu bilginin doğru olduğu tespit edilmiştir. Duvarlar kemer başlangıçlarına kadar sıvalı olduğuna göre, su bu seviyeye kadar doluyordu. Zaten sütun gövdelerinde de suyun yükseldiği seviyelerin bıraktığı izler görülür.
Son yıllardaki onarımda şimdiye kadar bilinmeyen bir keşifte bulunulmuş ve sarnıcın güneybatı köşesinde, geç dönemde yapılan dolgu duvarının arkasındaki sütunların, kısa gelen gövdelerini yükseltmek için, bunların altlarına kaide olarak, ilkçağa ait mermer bir anıtın parçalarının konuldukları görülmüştür. Bunlar Medusa (veya Gorgon) başları olup geç antik çağda bir İstanbul anıtını süslüyordu. Yerebatan Sarayı olan sarnıç yapıldığında bu dev ölçülü kafalar, sütunların kaidesi olarak kullanılmıştır. Bu son yıllarda Yerebatan’da ortaya çıkarılan en önemli buluştur.
I-B.2.6.RÖLÖVE RAPORU
YAPININ KONUMU
Fatih ilçesi, Sultanahmet, Alemdar Mahallesi, Yerebatan Caddesi, numara 1-13 adresinde yer almaktadır. 12 x 28 sütun sırası ile toplam 9800 m2 lik bir alana sahiptir (şekil 1). Yapının giriş yapısı 37 ada 14 parsel üzerindeki dikdörtgen planlı, kagir yapıdan yapılmaktadır. Çıkışı ise 54 ada 1Parselde olup 1987-1988 yıllarında yapılmış bodrum kat ve zemin kattan oluşan betonarme bir yapıdır.
Sarnıcın giriş yapısının bulunduğu 54 adanın üzerinde 1940’ lı yıllarda iskan ile mevcut yapıların yıkılması sonucu oluşturulan bir meydan ve bu meydanda bu yıkımlar sırasında açığa çıkarılan minyon taşı, su taşı ve bir çeşme bulunmaktadır.
Yapı İstanbul Büyükşehir Belediyesince Kültür A.Ş firmasına verilmek sureti ile işletilmektedir. Yapı kendi mimarisi ile bir müzedir ve müze olarak ziyarete 1986-1988 yıllarındaki onarımından sonra açılmıştır.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ
Yerebatan sarnıcının planı düzgün dikdörtgendir (şekil 2). Sarnıç iç ölçüleri 62.28 m. X 139.93 m. dir (şekil 2). Kısa kenarda 12, uzun kenarda 28 adet sütun sırası vardır. Sütunlar Binbirdirek sarnıcı, şerefiye sarnıçları gibi tek tipte değildir. Yapılan sanat tarihi araştırmalarında 98 adet sütunun Yerebatan sarnıcı için özel yapıldığı ancak diğer sütunların devşirme olduğu tespit edilmiştir.
Sarnıca 54 ada tescilli 14 parsel üzerindeki kagir yapıdan girilmektedir. Sarnıcın girişinin olduğu 54 adada 1940’ lı yıllarda istimlak çalışmaları ile yapıların yıkılıp sarnıç için düz ve sade bir giriş yapısı yapıldığı bilgisi yazılı kaynaklarda yer aldığı gibi kurul arşivindeki eski raporlarda da açıklanmaktadır. Ancak yapı 1933 yılındaki hava fotoğrafında (bkz. Fotoğraf 1) tespit edilmektedir. Bu nedenle yapının 1940’ lı yıllarda yapılmış olduğu bilgisi neye göre kaynaklarda verilmektedir bilinmemektedir.
Giriş binasına doğu cephesinden çift kanatlı ahşap kapıdan girilir. Giriş holünün sağında bilet gişesi bulunmaktadır. Gişe bölümünün arka bölümünde 2 oda vardır. Doğuya bakan oda idari olarak kullanılırken yanındaki batıya bakan oda da personel yemek bölümüdür. Giriş holünün solundaki yapı ise müdür odası olarak kullanılmaktadır. Bu oda 2010-2011 yılında yapıya eklenmiştir. Sarnıca iniş merdivenleri giriş kapısının karşı aksındadır. Sahanlıklı merdivenler ‘U’ formundadır. Merdivenden inildikten sonra merdiven hattına dik konumlanan bir ara holden sarnıcın üst kotundan girilir. Sarnıcın üst kotta kalan sahanlığından yürüme platformunun olduğu zemine ise 32 rıhtlı basamak ile ulaşılır. Giriş holü, iniş merdivenleri, sahanlıklar ve ara hol mermer kaplıdır. Giriş merdivenleri 142 cm. eminde basışlar 30 cm genişliğindedir. Çıkış merdiveni 30 basamaklıdır. 30 rıhtlı olan merdiven 276 cm. genişliğinde basışlar ise 30-31 cm enindedir.
Merdivenin alt kısmında 2 adet niş vardır. Bunlar mevcutta sergi alanı ve depo olarak kullanılmaktadır. Giriş merdivenlerinin karşısında ziyaretçilere hizmet eden rehber hizmeti sağlayan kapalı bir kabin vardır. Ahşap konstrüksiyondan yapılan kulübenin karşısında merdivenin yanında yan yana 2 adet maket sergilenmektedir. Sarnıcın batı duvarına yaslanmış, bu maketlerin sağ kısmında Osmanlı kıyafetlerinin giydirilerek fotoğraflarının çekildiği bir stant kurulmuştur.
Sarnıc betonarme olarak inşaa edilmiş yürüme yolu güzergahı ile dolaşılmaktadır. 1986-1988 yıllarındaki onarım sırasında 1,5- 2 m. lik balçığın sarnıç tabanından kaldırılması ile kuzeybatı ucundaki son sıra sütun aksında sütun alt kaide olarak 2 adet sütunda medusa başlarının kullanıldığı tespit edilmiştir. Tarihi bir önemi ve güzelliği olması olan bu başlıkların sergilenmesi sarnıcın başından sonuna kadar giden mevcut yürüme yolu hattı ve betonarme olarak yapılması Anıtlar kurulunca kabul edilmiş ve onaylanarak uygulanmıştır.
Çıkış yapısı yine 1986-1988 yıllarındaki onarım sırasında projelendirilmiş ve Anıtlar kurulunca onaylanarak inşaa edilmiştir. Çıkış binası ve giriş binası güney duvarı üzerindedir. 2 merdivende güney duvarına paralele olarak konumlanır ve tek kolludur.
Yürüme yolu bu merdiven akslarına dik olarak konumlandırılmış olup tüm sarnıcın algılanmasını sağlayacak biçimde ziyaretçileri sarnıç içini dolaştırmaktadır.
Sarnıç duvar kalınlığı tespit edilememiştir. Giriş binasından sarnıca geçiş sağlayan ara holün uzunluğu 280 cm. iken çıkış binasındaki sarnıç ile yapı arasındaki bağlantı holü uzunluğu 409 cm. dir.
Yapı günümüze gelinceye kadar bilinen 18. Yüzyıl itibari ile çeşitli onarımlar geçirdiğidir. 18. Yüzyılda sarnıcın projede L8,K8,J8, L9,K9,J9,K10,L10,J10 olarak tanımlanan toplam 8 adet sütun etrafı kesme taşlar ile örülmek sureti ile güçlendirilmiştir. Daha sonra üst yapılaşma nedeni ile II.Abdülhamit döneminde batı duvarındaki ortalama 114 m2 lik alan bir duvar ile çevrelenerek sarnıcın diğer alanından ayrılmıştır. Kapatılan alanda mevcut sütun aksları devam ettirildiğinde 33 adet sütunun 38 adet tonozun tamamen kapatılan bölümde kaldığı görülmektedir. Kapatılan bölümün arkasında projede D28 ve E28 olarak tanımlanan sütunları medusa başlarının olduğu sütunlardır. Yakın dönemde il özel idare binası yapım aşamasında sarnıcı güçlendirme çalışmaları yapılmış bu süreçte projede L12,L13,L14,K12,K13,H9,H10 VE I9 olarak tanımlanan 8 adet sütunda da betonarme güçlendirme yapılmıştır. Kurul arşivindeki taşıyıcı sistem raporları incelendiğinde o dönemde bazı tonozlarında onarıldığı anlaşılmaktadır. Yine aynı dönemde çatlak olan sütunlarda çemberlemede yapılmıştır. Son olarak 1986-1988 yıllarında yapılan esaslı onarımlarda sarnıçtaki yürüme yolları yapılmış, sarnıç içindeki balçık temizlenmiş, tonozlarda derz onarımları yapılmıştır.
Yapıda mevcutta 336 adet sütun vardır. Bunlardan 33 adedi II. Abdülhamit döneminde kapatılan duvarın arkasında kalır. Toplamda 377 adet tonozu vardır. Bunlardan 38 adet tonozu tamamen kapatılan duvarlar arkasında kalmıştır. 333 adet sütunu 339 adet tonozu ile Yerebatan sarnıcı 5. Y.y. Bizans döneminden günümüze ulaşan önemli bir arkeolojik eserdir.
Sarnıç taşıyıcı sistemi modüler bir sistemin birbirini takip etmesinden oluşur. 4 ayak üzerine oturtulan tonozlar yan yana getirilmek üzere sarnıç yapısını oluşturmuştur.
5. Yüzyıl sarnıcının sütunlarının bir çoğu devşirmedir. Yukarıda da değinildiği üzere 336 adet sütundan sadece 98 adet sütunun Yerebatan sarnıcı için özel yapıldığı tespit edilmiştir.
Sütun gövdesi aşağıdan yukarıya doğru daralır. Daire planlı olan sütunların kaideye oturan s gövde çapı ortalama 0.80-0.90 m., başlığın oturduğu üst çapı ise ortalama 0.70-0.80 m. dir. Yerebatan sarnıcında sadece 1 adet devşirme kare planlı sütun gövdesi bulunur. Bu sütun projede G 23 olarak tanımlanmıştır (bkz. Fotoğraf 2,3,4,5).
Sütun başlıkları korent üslup (6.yüzyıl) (B13,D13,E13,F13…vb. numaralı sütun başları) veimpostlu başlık (A 13,C13,K5,J5,I5..vb. sütun başları) olarak yapılmıştır (bkz. Fotoğraf 6,7,8,9). Bazı korent başlıkları işlenmeden de kullanılmıştır (F 17, F 18..vb. numaralı sütun başları, bkz. Fotoğraf 10,11). Korent sütun başlıkları üst kısmında da impost bulunur bunlara impostlu sütun başlıklarda denilir. İmpostlu sütun başlıkları (korent üslubunda olanlar ) 1.16 m-1.30 m olarak yükseklikleri değişkenlik göstermektedir. Sadece impost başlık olanların yüksekliği 0.50 m- 0.90 m. arasında değişkenlik gösterir. Bunun dışında impost başlığında arşitrav olarak devşirme kullanılan sütun başlığı gibi örneklerde vardır(bkz. Fotoğraf 12). Yine 5.-6. yy sütun başlığı F28 numaralı sütunda devşirme olarak kullanılmıştır(bkz. Fotoğraf 13). Sütun başlığı ile sütun gövdesi arasında bazı sütunlarda bilezik kısmı yoktur. Bileziği olan sütunlarda bileziğinyüksekliği ortalama 0.10-0.20 m. dir.
Alt kaideler ise bazı sütunlarda bir bölüm bazı sütunlarda 2 bölüm olarak yapılmıştır. Örneğin projede E 12, E 11, F 12, F 11, F 9 , F10 numaralı ile tanımlanan sütun gövdeleri direk olarak dikdörtgen planlı alt kaide taşına oturtulmuştur (bkz. Fotoğraf 14,15). Ancak I13, I14, J13, J14, K 4, K 5 gibi sütunlarda ise gövde ile an alttaki düz kısım arasında ‘C’ ve ‘S’ kıvrımlı profilli bir bölüm daha geçiş olarak eklenmiştir (bkz. Fotoğraf 16,17) . Sütun alt kaide ölçüleri sarnıç içinde değişkenlik göstermektedir. Örneğin E26 nolu sütun alt kaidesi devşirme malzemeye örnektir (bkz. Fotoğraf 24)
Sarnıcın üst örtüsünü aynalı tonozlar oluşturmaktadır. Tonozlar tuğla ile örülmüştür. Tonozlarda, kemerlerde kullanılan tuğlalar 4-5 cm. yüksekliğinde 36-38 cm. genişliğindedir. Derzleri ise 4-5 cm. genişliğindedir. Tonozlar günümüze iyi durumdadır. T 294 ve T 28 olarak projede tanımlanan tonozlarda ortalama 1.5 m x 1.5 m olarak havalandırma delikleri açılmıştır (bkz. Fotoğraf 18,19).Tonozlar kemerlere kemerlerde sütunlara taşıtılmaktadır. Sütun üst başlıkları üst kotunda, kemerin sütuna oturduğu bölümlerde her bir sütun açıklığını yatayda bağlayan demir gergi sistemi vardır (bkz. Fotoğraf 20-21).
Sarnıcın zemin döşemesi pişmiş tuğla olup 40 cm. x 40 cm. ebadındadır (bkz. Fotoğraf 22-23-24-25). Döşeme F ve G aksları arasında bulunan kanala doğru dar kenarlardan orta aksa eğimli olduğu gibi kuzey duvarından güney duvarına doğruda eğimlidir. Kuzey duvarındaki kot– 2.51 iken güneydeki kot -2.66 dır. Ayrıca uzun duvara paralel olan orta akstaki kanalda kot ortalama -2.67 iken doğu ve batı duvarında – 2.48 ‘ dir. Çalışma sürecinde sarnıç suyu boşaltılmış ve sarnıç içerisindeki balıklar medusa başlarının (bkz. Fotoğraf 26-27) olduğu kısımda oluşturulan havuza alınmıştır. Şu an sarnıca su dolmaya devam etmektedir. Sarnıçtaki su seviyesi ortalama 50-60 cm. olmaktadır.
Yapı zeminden tonoz içine kadarortalama 9.60 m. yüksekliğindedir. Sütunların impost üst kısmına kadar zeminden olan yüksekliği ortalama 7.60 m.dir. Zeminden kemer altına kadar olan yükseklik ortalama 8.80 m.dir. Sarnıç çevre duvarları ortalama 8.90 m. yüksekliğindedir vehorasan sıva ile sıvalıdır (bkz. Fotoğraf 28-29). Yapı çevre duvarları köşe bölümleri 90 derece örülmemiştir. Su yapısı olduğundan köşeler pahlı olarak örülmüştür.
Yapıya ait kesitler raporumuzda şekil,3,4,5 ,6 ve 7 numaralı ile eklenmiştir. Yapı sütun özellikleri, zemin kot farklılıkları, sarnıç yapım sistemi bu çizimlerde ayrıntılı olarak gösterilmiştir.
YAPIDAKİ BOZULMALAR
Yapı 5. Yüzyıldan günümüze ulaşmayı başaran 1500 yıllık bir geçmişe sahip çok önemli bir kültür mirasımızdır. 336 adet sütun ve sütunların üzerine kemerler yardımı ile oturan toplam 377 adet aynalı tonozdan oluşan dikdörtgen planlı bir sarnıçtır. Yapı Osmanlı döneminden itibaren korunma altına almaya çalışılmıştır. Bu geçen süreçte özellikle yakın tarihte sarnıcın bakımsız bırakıldığı, üstteki yapılaşmalar nedeni ile zarar gördüğü kesindir. Ancak yine halkımızın ve idari yönetimdeki kişilerin hassasiyeti ile günümüzde müze işlevi ile günde ortalama 5000 ziyaretçiye kapılarını açan önemli bir kültür mirasımız olmaya devam etmektedir ve devamda edecektir. Sarnıç alan olarak çok büyük bir bölüme yayılır. Buda üstteki yapılaşmaları etkilemektedir. Anıtlar kurulunda alınan koruma kararları ile sarnıç üzerinde artık inşai faaliyete izin verilmemektedir. Son olarak ta il özel idarenin yapısı yıkılarak sarnıç üzerindeki yük azaltılmıştır. Sarnıç üzerindeki yapılaşma yakın dönemde olduğu gibi Osmanlı döneminde de yapılmış tescilli eserlerdir. Ancak yukarıda da değinildiği üzere önce koruma kurulu tarafından alınan karar ile sarnıç üzerinde yapılaşmaya izin verilmemektedir.
Sarnıç ta mevcutta tonoz, sütun, kemer ve duvar elemanlarında ciddi bir hasar tespit edilmemiştir. Danışmanlarımızdan Prof.Dr. Ahmet Ersen’ inde belirttiği gibi sarnıç arkeolojik bir alandır. Bu alanda en az müdahele en doğru müdahale olacaktır.
Sütunlarda çok ciddi çatlak oluşumları çalışma sürecinde tespit edilmemiştir. Aynı şekilde tonozlarda da tespit edilen çatlaklar ince çatlak diyebileceğimiz gruplandırmaya girer. Ancak gözle yapılan bu incelemedeki bozulma tespiti uygulama sırasında yapılmalıdır. Sütun başlıklarında malzeme kaybı G27, E 27, J28 ,I 28,K 27, E 14, F10 ve 11,C10 ve 11,G 9 ve 12,13 numaralı başlıklarda tespit edilmiştir. B4, G21, C6, K15, G13,D 5, I14, F21, F18, F16, G20 ve G22 numaralı sütunlarda çatlak tespit edilmiştir.
Yakın dönemde yapılmış onarımlarda çatlağı olan veya malzeme kaybı bulunan sütunlarda çemberlemeler yapılmıştır. Bu sütunlar; L4, K4, J4, I4, L28, D4, L5, K5, J5, I5, D27, K27, J27, L27, I28, B28, K3, K5, K7, K27, K26, K25, K24, K23, K22, K20, K21, K19, K28, F3, F6, F26, J28, J27, J 26, J25, J24, J23, J21, J20, J19, J18, J15, J7, J6, J5, J4, J3, B28 ve B10 olarak tanımlanmıştır. Sütunlarda tespit edilen malzeme kayıpları da vardır. Ancak bu malzeme kayıplarının ilk özgün durumundan mı bu şeklide idi yoksa bir dönemi malzeme kaybı oluştuğunu uygulama sırasında sütunlar temizlendikten sonra kırılma yüzeyinin konunun uzmanlarınca incelenerek karar verilmesi doğru olacaktır.
Yerinde yapılan incelemelerde B5,C27,K28,I28,C28,A28,K19,K18,K15,J17,J16,J15,C2,B11,B5 nolu sütunlarda malzeme kaybı tespit edilmiştir.
Sütunlarda yılların getirdiği yüzey aşınmaları, yosunlanma, kirlenme, tuzlanma gibi bozulmalar da tespit edilmiş rölöve paftalarına işlenmiştir (bzk. Rölöve kesit paftaları).
Çevre duvarlarında da kirlenmeler, tuzlanmalar tespit edilmiştir. Sıvalarda kabarma, dökülme gibi bozulmalar yoktur.
Tonozlarda da kirlenmeler, yosunlanma ve tuzlanmalar vardır. Yakın dönem onarımlarında yenilenen kısımları da mevcuttur. Bu bozulmalar rölövede tavan planında ayrıntılı olarak incelenmiştir (bkz. Rölöve tavan planı). T 294 ve T 28 olarak projede tanımlanan tonozlarda ortalama 1.5 m x 1.5 m olarak havalandırma delikleri açılmıştır (bkz. Fotoğraf 18,19).
Demir gergi demirleri siyah boyalı olduğundan paslanıp paslanmadıkları tespit edilememektedir. Uygulama sırasında boya raspası sonucuna göre hasarları tespit edilerek konunun uzmanlarınca değerlendirildikten sonra onarımları yapılmalıdır
RESTİTÜSYON RAPORU
5.Yüzyıl Theodosius dönemine ait olan sarnıç 21. Yüzyıla ulaşan tarihe tanıklık yapmış kültür miraslarımızdandır. Yapının ilk dönemine ait elimizde bilgi olmadığından sarnıcın Bizans dönemi restitüe edilememiştir. Sarnıcın 19. Yüzyıl dönemi restitüe edilmiştir.
Buna göre restitüsyonda alınan kararlar şunlardır;
Giriş yapısı restitüsyonda da korunmuştur. Yapıya 2011 yılında eklenen müdür odası kaldırılarak giriş ve arka odalar mevcut durumuna göre korunarak restitüe edilmiştir. Cepheleri mevcuttaki gibi almaşık duvar örgüsü ile çizilirken, doğramaları ahşap olarak önerilmiş, lokmalı demir parmaklıkları korunmuştur.
Bizans sarnıçlarında sanat tarihi raporunda da belirtildiği gibi sarnıca merdivenli bir girişin olması gereklidir. Osmanlı sarnıca giriş merdiven yerlerini değiştirmeyerek mevcut merdivenleri korumuştur. Yapıya yakın dönemde çıkış merdiveni ve çıkış yapısı eklenmiştir ancak giriş merdivenleri ile ilgili elimizde net bir bilgi olmadığından giriş yapısı ve sarnıca giriş bölümü, merdivenleri mevcut durumu ile korunmuştur
Sarnıç içindeki betonarme yürüme yolları kaldırılmıştır.
Alman arkeolojiden alınan fotoğraflarda bazı gergi demirlerinin 1940’ lı yıllarda olmadığı görülür. Günümüzde eksik olan gergi demiri sadece giriş merdivenin bulunduğu tonozdur. Gergi demirleri mevcuttaki gibi demir olarak önerilmiştir. Ahşap gergi olduğuna dair bir bilgi olmadığından mevcut durum korunmuştur.
Sarnıç planı mevcut durumu ile korunmuştur. 18. Yüzyılda yapılan 8 adet sütundaki güçlendirme ile II.Abdülhamit dönemi kapatılan kısım restitüsyonda aynen korunmuştur.
Yakın dönem (1967-1986) yapılan onarımlarda betonarme olarak güçlendirilen sütunlar elimizde belge olmadığından impost başlıklı olarak restitüe edilmiştir.
Tüm sütun, üst başlık ve alt kaideleri, tonozlar mevcut durumları ile restitüe edilmiştir.
Çevre duvarları mevcut durumuna göre horasan sıva olarak restitüe edilmiştir.
Kubbemsi tonozların orta kısmındaki hava delikleri mevcuttaki özgün olan havalandırma deliklerine göre restitüe edilmiştir.
Çıkış binası ve çıkış merdiveni restitüsyonda kaldırılmıştır.
RESTORASYON RAPORU
1500 yıllık yapı restorasyonu en az müdahale ile yapılmalıdır. Yapının tamamen temizlenmesi yada yenilenmesi söz konusu değildir. Günümüze ulaşan yapının gelecek nesillere aktarılmasını sağlayacak yapı taşıyıcı sistemine ilişkin ve malzemenin korunumuna ilişkin kararlar alınmıştır. Yapıya yapılacak müdahelerle ilgili KUDEP laboratuvarından alınan raporda da uygulama yöntemleri belirlenmiş ancak uygulama sırasında yapıya ilişkin ek bir müdahale raporunun hazırlanması gerektiği vurgulanmıştır (bkz. Malzeme raporu).
Yapı restorasyonun da alınan kararlar şunlardır;
Öncelikle sarnıç giriş ve çıkış yapıları mevcut durumları ile korunmuştur. Sadece 2011 yılında giriş yapısına eklenen oda kaldırılmış özgün yapı konturu korunmuştur. Giriş yapısı dikdörtgen formlu olup giriş holü, gişe bölümü ve arkada 2 odadan oluşur. Mevcutta giriş bölümüne doğu cephesinden giriş sağlanmaktadır. Günümüzde müze işlevi ile günde 5000 ziyaretçiye açık olan yapının giriş önündeki alan yeterli olmadığından alanda sıralar oluşmaktadır. Bu nedenle restorasyonda giriş kapısı güney cephesinden önerilmiştir. Ayrıca mevcutta yapı saçağı kısa olduğundan özellikle kış aylarında yağmur ve karlı havalarda ziyaretçilerin sırada beklerken korunacakları bir alan yoktur. Restorasyonda giriş kapısı güney duvarından yapılmakta ve ön kısmında ufak ir bekleme meydanı önerilmektedir. Meydanın üst örtüsüde cam bir saçak ile kapatılmaktadır. Cam örtü çelik konstrüksiyonlara taşıtılmaktadır.
Giriş yapısının cephesinde yapılmış boyaların raspası önerilir. Taş ve tuğla örgünün açığa çıkarılması sağlanmalıdır.
Pencereler ve kapı ahşap doğrama olarak yenilenecektir.
Bina iç boyasının yenilenmesi önerilmiştir.
Yapı içine mevcut merdivenlerden girilecektir. Mevcut betonarme döşemenin kötü görüntüsü ve kullanım zamanı da göz önüne alınarak modern malzemeler ile yenilenmesi önerilmiştir. Yenilenecek olan yürüme yolu güzergahı mevcut güzergah ile aynı olacaktır. Çünkü sarnıç döşemesi özgün olup arkeolojik bir belgedir. Bu belgeyi tekrar zedelemek koruma anlayışına ters olacağından yeni yapılacak yürüme yolu strüktür olarak yenilenecek ancak güzergah olarak mevcut hali ile korunacaktır.
Betonarme ayaklara oturtulan mevcut taşıyıcı betonarme kesim aletleri ile özgün döşeme kotundan kesilecektir. 3 m.x 3m. ebadında önerilen tamamı çelik sistemdeki modül yan yana getirilmek sureti ile yürüyüş yolu kurulacaktır. Çelik ayaklar sökülen betonarme ayakların olduğu yere plakalar üzerine oturtulup ankraj edilecektir.
Yapı içindeki bazı sütunlarda çemberleme yapılmıştır. Uygulama sırasında çemberlemeler tek tek kontrol edilmeli, montaj olan bölgelerde mesafe olmayan çemberler sökülerek yenilenmelidir. Mevcutta çemberler paslanmaz malzemeden değildir. Uygulamada sökülmeyen çemberlemelerin mekanik yöntemle temizlenmesi ve paslanmayı engelleyecek boyalar ile boyanması önerilmektedir
Mevcutta tespit edilen çatlak olan sütunlara da taşıyıcı sistem raporunda verilen detaya uygun olarak çemberleme yapılması önerilir (bkz. Taşıyıcı sistem raporu).
SÜTUNLARDAKİ YOSUNlANMA, TUZLANMA VE KİRLENMELERE KARŞI UYGULANACAK TEMİZLEME YÖNTEMİ: Atomize su kullanılarak plastik fırçalarla temizlik yapılması önerilir. Bir başka şekilde eğer uygulama sırasında balıklar başka bir yere alınır ise amonyum bikarbonat çözeltisinin yüzeylere kağıt hamuru yardımıyla kompresi şeklinde temizlik çalışması da önerilen yöntemlerden bir diğeridir (bkz. Malzeme raporu)
SIVALI DUVAR YÜZEYLERDE YOSUNLANMA, TUZLANMAVE KİRLENMELERE KARŞI UYGULANACAK TEMİZLEME YÖNTEMİ: Küçük el aletleri ile hassas mekanik temizlik yapılması
SÜTUNLARDAKİ ÇATLAKLAR: Mevcut çemberleme var ise çemberlerme sisteminin kontrol edilmesi ve gerekli ise taşıyıcı sistem raporuna göre değiştirilmesi önerilir. Çatlak olan yerlere özgün harç ile enjeksiyon yapılması önerilir.
TONOZLARDAKİ MALZEME KAYIPLARI: Özgün örüm tekniğine göre tamamlanması önerilir.
BETONARME OLARAK GÜÇLENDİRİLEN SÜTUNLAR: Yapının bu bölümleri askıya alınmak sureti ile betonarme kısım dikkatlice sökülmelidir. Alttan çıkan sütun var ise malzeme raporunda açıklandığı şekli ile restore edilmelidir. Eğer yok ise mermerden yeniden yapılmalıdır (bkz. Malzeme raporu)
Çıkış binası mevcut durumu ile korunacak ancak plan tadilatı yapılacaktır. Sarnıçtan çıkış merdiveni mevcut durumu ile korunurken yapının çıkış bina kapısı sarnıç çıkış aksının karşısına alınmıştır. Oluşturulan bu aksın solunda kitap evi olabilecek bir dükkan önerilmiştir. Çıkışın olduğu kapıdan hem dükkana hemde yeni önerilecek terastaki kafeye giriş ve çıkışlarda olacağından ana çıkış binasından büyük bir bekleme alanına girilir ve sonra ayrı bir kapıdan sarnıca geçilir. Mevcut asma kata çıkan merdivenden asma kata ve oradan da terasa ulaşım sağlanmıştır. Merdiven evi üst kısımda cam ve çelik konstüksiyon olarak yükselecektir. Terasa hizmet eden soğuk yiyecek bölümü ve içecek hazırlanması için küçük bir mekan ile bu mekanın yanında idari personel için küçük bir yemek yeme bölümü tasarlanmıştır. Asma katta 1 dükkan ve idari oda bulunur. Kitap evinin üst kısmında da alt kattan merdiven ile ulaşılan asma kat önerilmiştir. Tescilli ese olmadığından şu anki kullanımı ile atıl kalan asma kat ve teras katları
bu proje ile değerlendirilmiştir. Aya Sofya Caminin karşısında kalan çıkış bina cephesi de mevcuttakinden daha modern bir biçimde tasarlanmıştır. Kitap evi vitrini tamamen geniş bir cam alanla geçilirken sarnıç çıkış kapısı da bir o kadar geniş ve saydam çizilmiştir. Kapı yanlarından çıkan yalancı payandalar ile sağ ve solundaki cephelerden kopartılarak vurgulanmıştır.
Yeniden tasarlanan yapının döşemeleri mermer, duvarlar ve tavanlar sıvalı olarak önerilmiştir. Cephe brüt beton kaplama olarak önerilmiştir. Merdivenlerde mermer kaplanmıştır.
Mevcutta depo olarak kullanılan ve eşyalardan dolayı tam ölçü alınamayan mekanda depo ve sistem odası mekanları çözümlenmiştir. Ancak uygulama sırasında mekanın boşaltılması gerekirse tekrardan projelendirilmesi önerilir.
1.1. Bitinya (Bıthynia) Krallığı Dönemi (Kurucu Dönem): M.Ö. 377 – 64
Roma Dönemi : M.Ö. 30 – M.S. 303
2.1.Roma’dan Bizans’a Geçiş Dönemi (M.S. 303 – 5. Yüzyıl) / Geç Roma Dönemi
Doğu Roma İmparatorluğu( Bizans) Dönemi (5.yüzyıl – 1331)
3.1. Erken Dönem Bizans Dönemi (5 – 7. yüzyıl)
3.2. İkonaklazma Dönemi (726 – 842)
3.3. Orta Bizans Dönemi (842 – 1204)
3.3.1 Türk Dönemi / Anadolu Selçuklu Dönemi (1080 – 1097)
3.4 Latin İstilası Dönemi (1204 – 1261)
3.4.1. İznik İmparatorluğu’nu (1204 – 1261)
3.5. Geç Bizans Dönemi / II.Bizans Dönemi (1261 – 1331)
Türk Dönemi (1331 – ∞ )
4.1. Osmanlı Dönemi (1331 – 1922)
4.2. Cumhuriyet Dönemi (1923 – ∞)
İznik ( Nikaea) Şehri Tarihsel Gelişim süreci
Helenistik Dönem: M.Ö. 334 – M.Ö. 30
1.1.Bitinya (Bıthynia) Bölgesi ve Bitinya Krallığı (Kurucu Dönem): M.Ö. 377 – 64
Bitinya Bölgesi; günümüz İzmit Körfezi,İstanbul’un Anadolu yakası, Kocaeli, Adapazarı,Bolu Zonguldak’ın batısı ve Bursa illerinin bulunduğu coğrafi alanın, antik çağ ve sonrasındaki adıdır.
(Bitinya Krallığı veya Bitinya, M.Ö.377 ve M.Ö.64 yılları arasında Nıcaea (İznik) başkentli,İzmit Körfezi,İstanbul,Sakarya ve Bursa arasında kalan bölgede hüküm sürmüş Trak kökenli Bitinler tarafından kurulmuş bir devlettir.)
Bitinya dönemine kısaca değinecek olursak; MÖ 10 ve 8. yüzyıllarda İskit akınlarından kaçan Trakya kökenli Bitinler1, bölgeye yerleşmiş ve bölgeye Bi- on adını vererek Bithyn “Thin yurdu” veya “Thyn ülkesi” anlamına çevirerek ”Bithynia” adını vermişlerdir.2Herodot, Xenophon gibi antik çağ yazarlarına göre Bitinyalılar göçebe bir Trak kavmidir. Herodot Trakların Asya’ya geçtikten sonra Bitinyalılar adını aldığını kendi dediklerine göre eskiden Strymon kıyılarında oturdukları için Strymonoialılar olarak bilindiklerini vatanlarından kovulunca başlarında Artabanos’un oğlu Bassakes önderliğinde Küçük Asya’ya yerleştiklerini anlatmaktadır. Antik Çağ’ın ünlü coğrafyacısı Strabon göre (M.Ö.65-23)Anadolu coğrafyasını anlattığı Geographika adlı eserinde Mithridates Eupator’u yenen Romalı komutan Pompeius’un yıktığıPont KralığınınKaradeniz veKalkedonağzına kadar olan bölümlerini Bitinya krallığının idaresi altına verdiğini,bu bölgedeBitinadlı bir halkın yaşadığını bildirmiştir.
1.GÜÇLÜ,D; ‘Antik Bithynia Bölgesinin Tarihsel İçerikli Yazıtlar Kataloğu ve Tarihçesi’, Akdeniz ÜniversitesiEskiçağ Dilleri ve
Kültürleri Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi,Antalya 2007,s.3.
2.UMAR B., ‘İlkçağda Türkiye Halkı’, İnkılap Kitapevi, İstanbul 1999, s.167
Bursa’nın kuzeydoğusunda İznik gölünün(Askaria Limne) doğusundaki verimli ovada yer alan İznik; M.Ö. IV. yy. da Helikore adı ile ilk kez tarih sahnesinde görülmüştür, kent daha sonra hile ile Mysia’lıların eline geçmiştir.3 Kentte basılan sikkeler Khryseapolis (Altın Şehir) adına basılarak tarihte “Altın Şehir” ünvanı ile de anıldı.
Makedonya Kralı Büyük İskender’in (III. Aleksandros )ölümünün ardından, genarellerinden Antigonius Monophtalmos (Tek Göz) tarafından Antigoneia adı ile M.Ö 316 yılında yeniden kurulmuştur.4
Antigonius M.Ö. 310 yılındaIpsos savaşında yenilmesi üzerine Antigoneia kenti Lysimachos’un egemenliğine geçti. Lysimachos buraya gereken ilgiyi göstererek kenti yeniden imar etmiş ve kentin adını karısının ismi olan Nıcaea ile değiştirmiştir. 7
Nicaea; MÖ.281’de Kurupedion savaşında Lysimachos’un ölmesi ile Bitinya Kralı Zipoites tarafından ele geçirilerek kent bir süre Bitinya Krallığı’na başkentlik yapmıştır. Zipoites Bitinya Krallığının kurucusu ve Basileus ünvanını kullanan bilinen ilk kralıdır. Onun oğlu I. Nikomedes zamanında ise ülke sınırları genişletilmiştir.
3 iznik ve çevresinde belirlenen eski eser tahribatları ve öneri koruma tedbirleri. Dr. A. Bedri Yalman
4 iznik ve çevresinde belirlenen eski eser tahribatları ve öneri koruma tedbirleri. Dr. A. Bedri Yalman
5.David H. French, Prehistoric sites in northwest Anatolia I. The İznik area, “Anatolian Studies”. XVII (1967) p. 50-55.
6 www.nıcaea.com
7. Sencer Şahin, Katalog der Antiken Inschriften des Museums von İznik (Nikaia)- İznik Müzesi antik yazıtlar kataloğu- Bonn 1987 teil (kısım) II, 3 S- 1-5.
Ancak bölgede yapılan arkeolojik kazılarda yerleşimin ilk tunç çağı dönemine(M.Ö. 2500) dek uzandığı sanılmaktadır. İznik’in çevresinde ilk tunç çağına ait kalıntıların tespit edildiği Çakırca, Çiçekli, Üyecik ve Karadin gibi höyükler yer alır.5 Homerosun İlyada’sına göre İznikveya İznik çevresindeki arazi üzerinde Ionian antik kenti vardı. Dolayısla daha sonra Nikaea olarak isimlendirilen Antigoneia kentinin antik Ionian yerleşiminin kalıntıları üzerine kurulmuş olduğu söylenebilir. Bu nedenle bugün İznik antik Ionian tarzı karakteristik özelliklerini yansıtan yerlerden biridir. 6 Şehrin planı bir artı işareti (+) gibi kesişen iki ana yol etrafında oluşturulmuş olup M.Ö 5 y.y. da Hippodamos tarafından geliştirilen ızgara planı biçimindedir.
Roma Dönemi : M.Ö. 30 – M.S. 303
M.Ö. 74 yılında ölen IV. Nikomedes Bitinya Krallığını bir vasiyet ile Roma İmparatorluğunun ( M.Ö 30 – M.S 476) hakimiyeti altına giren Bitinya, M.Ö 64 yılında oluşturulan Roma İmparatorluğu’nun Bitinya – Pontus Eyaleti’ne bağlanmıştır.
MÖ 27 – 30 da Augustus ile Roma’nın İmparatorluk dönemi başladı ve bölünmeye dek devam etti. Bu dönemde Anadolu’da önemli ilerlemeler oldu, şehirler gelişti, nüfus arttı, ticaret gelişti. Nikaea’da Roma İmparatorluğunun şehir eyaletinin başkenti olarak siyasi, dini, kültürel, sosyal, sanat ve mimari olarak zenginleşti.
Roma İmparatoru Traianus’un M.S. 111 yılında Bitinya’ya vali atadığı ve aynı zamanda yargıç olan Genç Plinius’un, imparatora yazdığı mektuplardan, yaptığı imar faaliyetleri hakkında bazı bilgiler ediniyoruz. Bu mektuplarda daha çok Bitinya’nın Nikomedia/Kocaeli ve Nikaea/İznik şehirlerindeki bayındırlık hizmetleri anlatılmaktaydı.8
Nikaea hem hıristiyanlık öncesinde paganlar (putperestlik) çağında hem de tektanrıcılık (Hıristiyanlık) döneminde Roma İmparatorluğu’nun pagan inancının son direniş kalesiydi.
Üçüncü Yüzyıl Krizi (235-284) olarak bilinen döneme imparator Diokletianus son vererek Roma imparatorluğu 286 yılında, İmparator Diokletianus tarafından idari olarak ikiye ayrılmıştır. Devletin hem Doğudakinin hem de Batıdakinin yöneticisine Augustus ünvanı verildi. M.S. 305 yılında kendi isteği ile görevinden ayrılan ilk imparator olan Diokletianus böylece 395 yılındaki resmi bölünmeye örnek oluşturmuştu.
2.1 Roma’dan Bizans’a Geçiş Dönemi (M.S. 303 – 5. Yüzyıl) / Geç Roma Dönemi
Diocletianus M.S. 303’de Hıristiyanlara karşı sert yaptırımlar içeren ilk fermanı yayınladı. Bu zulüm dalgası özellikle doğu eyaletlerinde uygulanıyordu ve 313 yılına kadar sürdü.9 Bu tarihte Konstantin ve Licinius tarafından Milano emirnamesi yayımlandı. Emirname’de hiç kimsenin tapınma hakkından mahrum edilemeyeceği yasal bir nitelik kazandı.
Batının Augustus’u Konstantin, Doğu’daki Augustus Licinius’u yenip 324’te imparatorluğun tek hükümdarı oldu.10 324 Emirnamesi ile de I.Konstantin, Hıristiyanlara karşı olan bütün uygulama ve yasaklara son verdi.11 Hıristiyanlığın resmileşmesini sağladı,merkezi otoriteyi güçlendirerek başkenti 324 yılında Byzantium’a taşıdı. Yeni Roma fikri ile şehir yeniden inşa edildi. M.S. 325 yılı yaz başında Hıristiyanlık için çok önemli olan Birinci Konsil Nikaea’da toplandı. İmparator Konstantin’in de katıldığı toplantıda Hıristiyanlıkla ilgili yortu günleri ve Nikaea Kanunları adı ile bilinen 20 maddelik metin bu konsilden sonra kabul edildi.
Roma İmparatorluğu, 375 yılında Kavimler göçü nedeniyle 395 tarihinde Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldı. Batı Roma İmparatorluğu 476 yılında yıkılmış olup Doğu Roma İmparatorluğu varlığını 1453’e kadar sürdürmüştür. Bu olay İlk Çağın bitişi Ortaçağın başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
Doğu Roma İmparatorluğu / Bizans Dönemi : (5.yüzyıl – 1331)
Doğu Roma veya Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu’nun yani Imperıum Romanum’un devamı olup Roma tarihinin yeni bir dönemini teşkil eder. Sonraki dönemlerde
araştırmacılar tarafından bu devleti ifade etmek için kullanılan “Bizans” tabiri ne imparatorluk tarafından ne de dönemindeki diğer devletlerce hiçbir zaman kullanılmamış,
imparatorluk son gününe kadar kendisini Roma İmparatorluğu’nun devamı olarak görmüş ve
bu sebeple Imperium Romanum adını kullanmıştır.
3.1. Erken Bizans Dönemi (5. yüzyıl – 7 yüzyıl ) Bizans İmparatorluğu tarih sahnesine büyük bir imparatorluğun mirasçısı olarak çıkmıştır. Doğu – Batı arasında yer alan Bizans, batı ve doğu kültürünü harmanlamış sonrasında doğu uygarlığı olarak gelişmiştir. Bizans İmparatorluğu’nun en önemli imparatoru I. Justiniaous ( M.S. 527 – 565) olup hem doğuda hem de batıda en geniş sınırlara ulaşılmıştır.
Doğu Roma, ilk olarak I. Justinianos döneminde Bizanslaşmaya başlasa da gerçekte VII. yüzyıla kadar Roma İmparatorluğunun geleneklerini sürdürmek durumunda kalmıştır.12
I.Justiniaonus’da Konstantinius gibi bayındırlık işlerine büyük önem vermiş, 532 isyanında kısmen yıkılan İstanbul’u devasa bir ihtişamla yeniden kurdurmuştu.İznik’te ise su kemerleri, obsikion vb. imar faliyetlerinde bulunmuştur.
3.2. İkonaklazma Dönemi: (Dini Tasvir Karşıtlığı 726 – 842 ) İkonalara tapınma nedeni ile çıkan iç savaşta ikona kırıcılığın / Put kırıcılık başlaması ve olayların-Tasvir yasağının kilise lehine sonuçlanmasından sonra 842/43’e kadar süren ara dönemdir.Sanat ve özellikle tasvir bakımından bir kesinti dönemidir.
787’de (Nikaea) İznik’te toplanan konsilde, İmparatoriçe İrene’nin isteğiyle ikonkırıcılık kaldırılmıştır.13 Fakat V. Leon, kendisinden önceki 25 yıl içerisinde yaşanılan askeri başarısızlıkları ikonkırıcılığın terk edilmesine bağlayarak; 815’te Ayasofya’da toplanan konsille ikonkırıcılığı geri getirmiştir.14 Daha sonra Theophilos’un karısı Theodora, imparatorun ölümünden sonra, Theophilos’un ölüm döşeğinde ikonkırıcılığın kaldırılmasını vasiyet ettiğini beyan ederek; 843’teki resmi bir toplantıda, (787 yılı İznik Konsili kararlarının aynen kabulü ile), ikonkırıcılığı kaldırmıştır.15 Bu dönemde bölgeye Arap akınları (717 – 741/82) devam etmiştir. 782’de son kez Arap komutan Harun Reşit tarafından Konstantinopolis kuşatıldı.
3.3. Orta Bizans Dönemi (842 – 1204) Orta Bizans dönemi ikonoklazma döneminin 842/843 deki bitişini takiben başlayarak, 1204’deki Latin İstilası’na kadar devam eden Bizans Sanatı’nın gerçek kimliğini ve sanatsal karakteristiğini ortaya koyduğu dönemdir.
İkona kırıcılıktan sonra bu dönem Bizans’ın kültürel, sosyal, ekonomik hayatında köklü değişikliklere sahne olmuştur. Kentsel – mimari yenilikler ve değişimler yaşanmıştır.
Bu dönemde 1096 Haçlı Seferleri başlamış, 1071’de de Malazgirt Savaşı ile Türkler Anadolu’ya girmiş ve Selçuklu Devleti’ni kurmuştu. 1080 yılında Nikaea’nın adı İznik olarak değiştirilmiştir.
Judith Herrin, Bizans, s.23 .
Leslie Brubaker ve John Haldon, Byzantium in the Iconoclast Era 2001, s.30
Timothy E.Gregory Bizans Tarihi,2005,s.205
Karlin-Hayter Patricia, 2002,The Oxford History of Byzantium:Iconoclasm., s.153
3.3.1 Türk Dönemi / Anadolu Selçuklu Dönemi (1075 – 1097)
Müslümanlar ilk kez, Arap akınları ile beraber Abbasiler (Harun Reşid) döneminde Bursa ve çevresine kadar gelmişlerdi. 955 yılında ise Halep’teki Hamedanlılar, Bursa’yı ele geçirip 23 yıl boyunca Bursa bölgesine egemen olmuşlardır.
Anadolu Selçuklu Devleti Türklerin İslamiyet döneminde kurdukları devletlerden biridir. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın Anadolu’da Bizans sınırlarında çalışmalarda bulunan Türkmen beylerinden Artuk Bey’i geri çağırması üzerine Selçuklu ailesinden Kutalmış oğlu Süleyman Şah, Urfa ve Birecik yöresinden hareket ederek Konya’ya kadar ilerledi ve Anadolu’da ki Türkmen kitlelerini de çevresinde toplayarak Bizans yönetimindeki birtakım kale ve kentleri ele geçirdi.
Türklerin bu bölgeye ilk gelişleri ise; Kutalmışoğlu Süleyman Şah Dönemindedir. Süleyman Şah Anadolu’da ilerleyerek Bizans’ın başkenti Konstantinopolis‘in hemen yakınlarındaki Nicaea şehrini fethetmiş ve Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurmuştur. (1075) Kentin adını da Nicaea’nın izi anlamında “İznik” olarak değiştirmiştir. 1080 – 1097 yıllarında da Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yapan İznik, Anadolu’nun ilk Türk başkenti olmuştur.
Süleyman Şah Halep’e egemen olma sorunu yüzünden Büyük Selçuklu Devleti ile çatışmaya girdi ve Suriye Selçuklu Meliki Tutuş ile yaptığı savaşta yaşamını yitirdi (1086). Süleyman Şah’ın ölümü Anadolu Selçuklu Devleti’ni büyük bir bunalıma sürükledi. Süleyman Şah’ın oğullarını da savaş sırasında tutsak edilerek Sultan Melikşah’ın yanına İsfahan’a gönderilmeleri üzerine İznik’teki Selçuklu tahtı 6 yıl boş kaldı. Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra Büyük Selçuklu Devleti’nin başına geçen Berkyaruk, Süleyman Şah’ın oğlu Kılıç Arslan’ı Anadolu’ya gönderdi. I. Kılıç Arslan İznik’e gelerek devletin başına geçti (1092-1093).
I.Kılıçarslan döneminde 1097 (Birinci Haçlı Seferi 1096-1099) yılında Haçlılarla girdiği mücadelede kentin Bizanslıların eline geçmesine engel olamadı. Ayrıca İznik’in Bizans ve Haçlılar tarafından zaptedilmesiyle beraber Kılıç Arslan’ın zevcesi, Çaka Bey’in kızı da Bizanslılar’ın eline esir düşmüştür. Böylece 325 yılında toplanan konsil ile meşhur olan bu şehir tekrar Bizanslılar’ın eline geçmiş ve Orhan Gazi’nin 1331 yılındaki fethine kadar onların elinde kalmıştır.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin ilk başkenti İznik olmasına rağmen I.Haçlı Seferleri dolayısıyla İznik’te mimari eser bırakamayacak kadar az bir süre kalmıştır.
3.4 Latin İstilası Dönemi (1204 – 1261 ) 1204 yılında latin haçlılar ( Haçlı Seferleri /1081 – 1204 ) tarafından Konstantinopolis’in işgal edilmesi ile Bizans Latin Haçlılar tarafından bölüşülüp 57 yıl süren bir devlet kurmuşlardı. 1261 yılında İznik İmparatoru VIII. Mikhail Palaiologos tarafından Konstantinopolis Haçlılardan geri alınarak ortadan kaldırılmıştır. Bu dönemde haçlılar tarafından kent yağmalanmış; yağmaladıkları sanat eserleri ve rölik vb. dini eşyaların büyük bir kısmını da Venedik’e götürmüşlerdir. Bu dönem sonrasında Bizans zenginliğinin büyük bir kısmını kaybetmiş ve küçülmüş bir durumda idi.
İznik, 57 yıl boyunca başkenti Latin işgali altında olan Bizans İmparatorluğu’nun yönetim merkezi oldu.
3.4.1. İznik İmparatorluğu (1204 – 1261)
Latin egemenliğini kabul etmeyen Bizans halkı daha sonra isyan etmiş Haçlıların el koymadığı Bizans topraklarında bağımsız küçük bizans devletleri kurdular. Bir kısım Bizans ordusu ve halkı Dukas Hanedanı’ndan Bizanslı aristokrat Theodoros Dukas Laskaris’in çevresinde toplanıp İznik’e kaçarlar. I.Teodoros Laskaris İznik’te yeni devleti oluşturmaya başlar. İlk zamanlar devlet imparatorluktan ziyade bir prenslik veya despotluktur. Bizans’ın yeniden doğuşunu; İznik İmparatorluğu’nu (1204 – 1261) kurarak sağlamışlardır.
Bir kısmı da Karadeniz kıyılarına kaçarak Komnenos Hanedanı’ndan Aleksios ve David liderliğinde Gürcistan kraliçesi Tamara’nın da desteği ile 1204’te Trabzon Rum Devleti’ni (pontus devleti) kurmuş, 1461’de Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılıncaya değin varlığını sürdürmüştür. Angelos soyundan olanlar ise Epir’de Bizans imparatorları II.İsakios Angelos ile III.Aleksios Angelos’un yeğenleri olan I.Mikael Dukas Angelos’un başında olduğu Epeiros Despotluğu‘nu (1205) kurmuşlardır.
İznik İmparatorluğu Vatatzes döneminde batıdaki Epeiros despotluğunu ele geçirerek sınırlarını genişletmiştir. 1261 yılında ise İznik İmparatorluğu ordusu Konstantinopolis’e girip Latin İmparatorluğu’na son vermiştir. VIII. Mikhael Palaiologos Ayasofya’da törenle taç giyerek Bizans’ta Palaiologoslar dönemi böylece başlamıştır. İstanbul, Cenova şehir devleti donanmasının yardımı ile yeniden ele geçirildi.
3.5.Geç Bizans Dönemi / II.Bizans Dönemi (1261 – 1331) Bu dönemde Vatatzes’in oğlunu tahttan indirerek başa geçenMikhail Palailogosve ardılları Palailogoslar ise halkta aynı birleştirici etkiyi yaratamadılar. İstanbul’un yeniden restorasyonu için ihtiyaç duyulan para vergilerle halkın sırtına yüklendi ve Mikhail hükümdarlığı kaptırmamak için kendi kişisel güvenliğine ve keşişlerle, kiliseye çok para harcadı. Daha sonra tahta kavgaları başladı. Ve 1299’daOsmanlı Beyliğinin kurulmasıve Bizanslılarla savaşı bu dönemi sonun başlangıcı yapmıştır.Bizans İmparatorluğu, Anadolu’da Çanakkale Boğazındaki kıyı toprakları hariç bütün topraklarını Türklere kaptırdı. Aynı yıllarda başkentte başlayan taht mücadelesi ile Bursa ve İzmit de elden çıktı. 1331 yılına gelindiğinde İznik Osmanlı devletinin beyi Orhan gazi tarafından feth edilerek türk yurdu olmuştur.
Türk Dönemi: (1331 – ∞ )
4.1. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi (1299- 1922) Beylikten İmparatorluğa
Osmanlı İmparatorluğu’nu Oğuzlar’ın Kayı boyuna mensup Osman Gazi; Söğüt ve Domaniç civarında,Anadolu Selçuklu Devleti’nin obası ve kendisine uçbeyliği olarak tahsis ettiği bölgede, Selçuklu Sultanı III. Alaeddin Keykubad’ın İlhanlılar tarafından İran’a götürülmesi sonucu oluşan otorite boşluğundan dolayı bağımsızlık ilan ederek 1299 yılında kurmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinden itibaren İznik, ilgi çekici bir merkez olarak hep fethedilmek İstendi. Osman Bey zamanında bu önemli kenti ele geçirmek amacıyla seferler düzenlenmiş ve kuşatılmış ancak ancak kaim surları aşılmaz olan bu kadim Bizans şehri fethedilememişti. Fetih için evvela Bizans ile bağlantısının kopartılması ve İznik’e destek göndermesi muhtemel tekfurlukların bertaraf edilmesi gerekiyordu
Osman Gazinin ölümünde sonra yerine geçen oğlu Orhan Gazi (1326-1362) ise fetihleri aralıksız sürdürüyordu; bir yandan Kocaeli Yarımadası’ndaki kaleleri alarak boğaza inmişler öte yandan da İznik’i kuşatmışlardı.İznik’in kuşatılması aslında Karatigin kalesinin fethedilmesi ile başlamıştır. Bu kalenin fethi ile çevre köylere yerleştirilen Türk göçerleri İznik tekfurunun ve tabii köylülerinin hisardan dışarı başlarını çıkartamaması anlamına geliyordu. Bu yüzden III.Andronikos’un başında bulunduğu Bizanslılar, Osmanlıları hem Kocaeli Yarımadası’ndan çıkarmak hem de kuşatma altındaki İznik’i kurtarmak için harekete geçtiler. İki ordu Eskihisar’da karşılaştı ve Orhan Gazi, büyük bir zafer kazanarak 1331’de İznik’i feth etmiştir. Böylece 234 yıllık bir aradan sonra kent yeniden Türk idaresine girmiş oluyordu. Bu dönemde İznik beyliğin geçici olarak merkezi haline gelmiştir.
Orhan Gazi 1337’de de İzmit’i feth ederek Bizans’ın Anadolu’daki varlığına son vermiştir.
Orhan Gazi, İznik’i feth ettikten sonra orada pek çok eser meydana getirdi. Osmanlı devleti devrinde ilk medrese; Orhan Bey zamanında 1331 yılında İznik Medresesi, ya da İznik Orhaniyesi olarak İznik’te kurulmuştur. Bu medresede, zamanının tanınmış müderrislerinden Davud el Kayser’i, Taceddin-i Kürdi, Alaeddin Ali Esved eğitim vermiştir. Müderrisler Selçuklu medreselerinin bulunduğu Konya, Kayseri ve Aksaray’dan İznik’e gelerek dersler vermiştir. Mısır, Suriye, İran ve Türkistan gibi ülkelerden ünlü hocalar da getirtilmiştir.
1331 yılından sonra Ayasofya Kilisesi’ni cuma mescidi haline getirdi.Yine İznik’in Yenişehir
Kapısına ilk imaretini yaptıran Orhan Gazi, umuma ait binalari kitâbe ve güzel sözlerle bezeyip süsleyen, böylece Doğu’nun eski bir geleneğine uyan ilk Osmanlı padişahıdır. Onun, sultanlık günlerinden başlayarak bütün camiler, medreseler, hastahaneler, çesmeler, mezarlar ve köprüler Osmanlı ülkesinin hemen her tarafında yaptıranların (bânilerinin) adlarını ve yapılış tarihlerini seyyahlara göstermektedirler. Bu âbideler üzerinde çoğu zaman Kur’an’dan alınmış tasvir, tesbih ve benzetme bulunan âyetler okunur.
Ayrıca Orhan Gazi’nin eşi Nilüfer Hatun tarafından bir imâret, oğlu Süleyman Paşa tarafından da bir medrese inşa edildi. Bundan başka diğer hayır sahiplerinin yaptırdıkları tesislerle kısa bir müddet sonra İznik, istenilen Müslüman-Türk şehri hüviyetini kazandı.
İznik’in fethinden sonra Osmanlı Devletinin uç beylikleri ve demografik haritasında değişiklikler meydana geldi. Bu sebeple büyük oğlu Süleyman Paşa’yı İznik’e çağırdı ve kendisine bu bölgeyi teslim ederek güvence altına aldı. Murat Han Gazi’ye ise diğer bir önemli kent olan Bursa’yı emanet etti. Amcasının oğlu Gündüz Bey’i ise Karacahisar’a tayin ederek sancakların görev taksimini tamamladı.
Özellikle II. Murat ve Çandarlılar döneminde şehir tepeden tırnağa imar edildi ve birçok cami, medrese, han, hamam vs. bu dönemde yapıldı. İznik, İstanbul’dan Anadolu’ya uzanan sefer ve kervan yolunun üzerinde önemli bir durak ve konaklama merkezi oldu. Keza XIV-XVl. yüzyıllarda İznik, Türk kültür hayatında önemli bir yere sahipti. Birçok ulema ve şairin yetiştiği bir kültür merkezine dönüşmüştü. Çağın en ünlü alimleri İznik’teki medreselerde ders vermeye başlamışlardı. Bu yüzden de İznik’e “Ulema Yuvası” yada “Alimler Diyarı” da denmiştir.
İstanbul’un fethi ve Anadolu’daki Osmanlı egemenliğinin pekişmesinden sonra, İznik’in önemi azaldı. Diğer taraftan Kara Halil Paşa’nın idamı, Çandarlı ailesinin nüfuzunun sarsılmasına sebep oldu. Şehrin köklü ve zengin aileleri de İstanbul’a göç etmeye başlayınca İznik gerileme sürecine girerek XVI. yüzyıl sonlarından itibaren boşalmaya ve eski zenginliğini kaybetmeye başladı. Sonuç olarak çeşitli dönemlerin askeri, siyasi, dini, sosyal ve kültürel yaşam biçimlerini bize yansıtan birçok uygarlığın kalıntılarını günümüze taşıyan ve buram buram tarih kokan İznik, yoğun imar faaliyetlerine sahne oldu ve kentte çok sayıda abidevi yapılar inşa edildi. İznik her dönemden devraldığı mimari mirası ile bir açık hava müzesi niteliğini hala korumaktadır. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarının arkeolojik ve etnografik kalıntılarıyla bütünleşmiş durumdadır.
İznik Çiniçiliği
İznik çinisi ilk olarak 15.yüzyılda ortaya çıkmıştır. O dönemde yapılan Bursa Yeşil Camii ve Türbesinde (1421), Bursa Muradiye Camii’nde (1426) ilk örneklerine rastlanır.
İznik, OsmanlıDevleti’nin Mimari eserleri ile dünyaya nam saldığı ve güçlendiği 16. yüzyılda çiniciliği ile ayrı bir yer edinmiş olup, bu gün bile hala sırı çözülemeyen İznik çinilerindeki mercan veya domates kırmızısı rengin sırrını tam anlamı ile anlaşılamamıştır. 16.yüzyıl İznikÇinileri,renk,kompozisyon,motif,teknik ve kalite yönünden tüm dünyanın beğenisini kazanmıştır. İznik çinileri, müthiş bir ritme ve çeşitliliğe sahiptir. İnanılmaz derecede bol çeşit ve kompozisyonların uygulandığı İznik çinilerinin tam bir desen repertuarının çıkarılması imkansızdır.17.yüzyılda ise İznik Çinisi kaybolmaya başlamış ve 18.yüzyıl başlarında tamamen yok olmuştur.
Osmanlı Devleti yaptığı fetihler ile doğal sınırlarını genişletrek bir imparatorluk haline gelmişti. 1391 Konstantinopolis’i Yıldırım Bayezid 7 ay süreyle kuşatmış,1397’de Anadolu Hisarı’nı yaptırıp, Bizans’ı vergiye bağlamıştır. İki kez daha kuşattığı şehrin kuşatmasını Haçlı ve Timur ordularının tehlikesi yüzünden kaldırmıştır.
Yine 1422’de Konstantinopolis Sultan II. Murat tarafından kuşatılmış, Şehzade Mehmet İsyanının başlaması sebebi kuşatmayı kaldırmak sorunda kalmıştır.
1448’de Bizans tahtına XI. Konstantin Palailogos çıktı. Osmanlı tahtına ise 1451’de II.Mehmet çıktı. İlk iş Rumeli Hisarı’nı yaptırdı.1453’te Konstantinopolis’i kuşattı.yaklaşık iki ay direnen kent 29 mayıs 1453’te Osmanlılar tarafından feth edilerek Bizans İmpratorluğu tarihe karıştı.Bizans’tan geriye kalan Epeiros despotluğu ve Trabzon Rum İmparatorluğu 1461’de Fatih Sultan Mehmet Han tarafından feth edilerek Osmanlıların eline geçti. Böylece Ortaçağ Dönemi kapandı,Yeni Çağ Dönemi başladı.
4.2. Cumhuriyet Dönemi (1923 – ∞) Cumhuriyet Döneminde İznik 1930 yılında ilçe yapıldı ve Bursa’ya bağlandı.Günümüzde kent açık hava müzesi konumundadır.İnanç turizmi açısından dikkat çeken bir kent olma özelliği taşır.Yeterli yatırım ve iyi bir planlama ile kültür ve turizm alanında gelişmesi hızlanan bir potansiyele sahiptir.Tarım alanında çeşitlilik şehrin ekonomisine oldukça katkı sağlamaktadır.
İznik Çiniciliği Osmanlı seramik sanatının doruk noktası idi. Bu üretim merkezleri zaman içinde gerilemiş ve ışıltısını kaybetmiştir. Ancak Cumhuriyet ile Türk Seramik Sanatı yepyeni bir döneme girmiş ve gerek eski Anadolu Medeniyetleri, gerek ise Türk-İslam geleneğinden gelen birikimi harmanlayarak gelişimini sürdürmüştür.
Bu dönemde XV. ve XVI. yüzyıllarda Osmanlı Türk Medeniyet Sanatı’nın zirvelerinden biri olan İznik çinisinin camilerde, saraylarda, Türk ve dünya müzelerinde mevcut örnekleri hala hayranlıkla izlenen çinicilik sanatının yeniden yaşatmak için çeşitli çalışmalar başlamış olup 1963-64 yıllarında İznik’te Oktay Aslanapa başkanlığında yapılan kazılardan çıkarılan buluntular İznik Çinileri konusunda pek çok noktaya ışık tutmuştur. 1981 yılında bu kez Prof. Dr. Ara Altun başkanlığında II. dönem kazıları başlamış olup halen sürmektedir.
Özellikle son dönemde kültürel farkındalığın artması ile beraber çiniçilik sanatına önem verilmiştir.yaklaşık 300 yıl aradan sonra 1985′de Faik Kırımlı usta, İstanbul’dan İznik’e gelerek Eşref Eroğlu ve eşi Seyhan Eroğlu ile birlikte bir atölye kurmuştur. İznik çinileri tekrar üretilmeye başlanmıştır.
İznik Vakfı bilim vakıflarını ve Türkiye’deki TÜBİTAK (Marmara Araştırma Merkezi) gibi sivil örgütlerini, İ.T.Ü (İstanbul Teknik Üniversitesi) ve İ.Ü(İstanbul Üniversitesi) konuya ilişkin araştırma yapmak üzere desteklemektedir. Ayrıca Amerika’da Massachusetts Araştırma Enstitüsünüve Princeton’da yer alan araştırma enstitüleri de desteklemektedir.
Konuyla ilgili kazılar ve sergiler ve çalışmalar günümüzde halen devam etmektedir. Bu zamana kadar İznik Çinileri üzerine yapılan kurslardan birçok genç yetiştirilmiştir. Söz konusu bu kurslar ücretsiz olarak gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Türkiye ve yurtdışında yaz okulları da açılmıştır. İznik Vakıf’ı İznik’te arkeoloji, sanat tarihi ve seramik üzerine bir üniversite açmayı da planlamaktadır. İznik Vakfının üniversiteyi kurmak istemesindeki en önemli sebeplerinden biri bu tarihi mekanları korumaktır.
Osmanlı devletinin ilk kültürel kurumları İznik ve Bursa’da temellenip, buna bağlı olarak da ilk ürünlerini bu şehirlerde vermiştir. Cumhuriyet Döneminde bölgenin gerek tarihi dokusu, gerekse, ticaret ve sanayi merkezi oluşu nedeni ile hem ülke içinden başka illerden, hem de kırsal yöreden gelen nüfusla birlikte hızlı bir şehirleşme sürecine girmiş, yurtdışından Türkiye’ye göç eden nüfusun da yerleşmesi beraberinde Bölgenin nüfusu hızla artmıştır. Hızlı nüfus artışı ekonomik, sosyal ve kültürel problemlerin oluşmasına da yol açmış olsa da bölge günümüzde toplumsal,kültürel ve ekonomik olarak ülkenin en gelişmiş bölgelerinden biri konumuna yükselmiştir.
Tarihi ve kültürel dokusunu korumaya çalışan İznik’te Nilüfer Hatun İmareti Cumhuriyet döneminde 1960’lı yıllara kadar depo olarak kullanılmış olup 1960 yılında restore edilerek aynı yıl müze olarak hizmete açılmıştır.
Yine İznik’te 16. yüzyılda inşa edilen Eşrefi Rumi (Eşrefzade) Cami ve Türbesi Kurtuluş Savaşı sırasında yunanlılar tarafından yıkılmış olup 1950 yılında aslına uygun olarak restore edilmiştir.
İznik’te inşa edilen ilk Osmanlı camisi olan Hacı Özbek Camii Cumhuriyet döneminde 1959 yılında restore edilmiştir. Camii ibadete açıktır.
14.yüzyılda inşa edilen Yakup Çelebi Camii 1919 yılına kadar imaret olarak kullanılmış Cumhuriyet döneminde 1934’ten sonra müze deposu olarak kullanılmış ve 1963 yılında restore edilerek özgün kullanımına uygun camii olarak ibadete açılmıştır.
14.yüzyıl beylikler döneminden kalan İsmail Bey Hamamı 1989-1990 yılları arasında çelik konstrüksiyon bir çatı altında korumaya alınmıştır. Anıt eser günümüzde açık hava müzesi niteliğinde sergilenmektedir.
Ayasofya camii 2007 yılında restore edilerek günümüzde hem müze hem de camii olarak kullanılmaktadır.
İznik (Nikaea) Surları mimari gelişim süreci
Antik şehir İznik, günümüzde Bursa sınırları içinde olup Bizans, Helenistik, Roma ve Osmanlı dönemlerinde çağının siyasi,coğrafi ,jeopolitik,ticari,sosyal,kültürel ve dinsel özelliklerini yansıtarak tarihsel süreçte önemli roller oynamıştır. Bu kenti savunmak ve korumak için etrafını dönemin savaş ve savunma stratejilerinin inceliklerini yansıtan kuleli sur duvarları ile çevirmişlerdir.
İznik surları şehrin genetik yapı kodunu taşıyan ana arterdir. Merkezde kesişen kuzey- güney ve doğu- batı doğrultulu iki ana yolu, bu yollarla bağlantılı dört ana kapısı ve on iki tali geçitleri,yüz ondört kulesi bulunan sur duvarları günümüzde çeşitli katmanların adeta iç içe geçtiği tarihsel bir dokuya sahiptir. Kentin çevresini beş kenarlı çokgen şeklinde kuşatan 4970 m. uzunluğundaki surlar, Roma, Bizans ve kısmen Türk dönemindeki ilavelerle güçlendirilerek savunma görevini üstlendi.
Helenistik Dönem: M.Ö. 334 – M.S. 30
İznik’te iskan ve yerleşimin izleri son dönem de yapılan kazılarla ve ilk çağın Prehistorik dönemini işaret eden buluntularla ortaya çıkmıştır.Çevresinde erken tunç çağına (M.Ö 2500) ait kalıntıların tespit edildiği Çakırca, Çiçekli, Üyecik ve Karadin gibi höyükler yer alır.
Homeros’un İlyada’sına göre İznik ve çevresindeki arazi üzerinde Ionian antik kenti vardı. Dolayısıyla İznik’in antik Ionian yerleşiminin kalıntıları üzerine kurulmuş olduğu söylenebilir. Şehir ızgara planlı biçimi ile Antik Ionian’ın özelliklerini yansıtan yerlerden biridir. Makedonya Kralı Büyük İskender’in genarallerinden Antigonius Monophtalmos tarafından Antigoneia adı ile M.Ö 316 yılında, antik Ionian yerleşiminin kalıntıları üzerine yeniden kurulmuştur. Coğrafyacı Strabon kenti Antigonius döneminde betimlerken 16 stadia (2.893 m) uzunluğunda çokgen planlı surlarla çevrelenmiş olduğuna değinmiş ve bunların tasarımının son derece düzgün olduğunu, kentin surlara açılmış dört kapıdan başlayan iki ana caddenin dik açıyla kesişen orta noktası, gymnasium’dan surların dört kapısının göründüğünü belirtmiştir.16 (Clive Foss,İznik’in Bizans Surları)
Şehri düzenleyen dik açılardan bahsedilmesi helenistik dönemin yaygın plan tipi ızgara planına işaret eder.) Ancak günümüze, kent planının Hellenistik özellikler taşımasının ötesinde pek fazla iz kalmamış olup, Hellenistik kenti çevrelemekte olan surlardan da günümüze eser kalmamıştır. Yörede yapılan kazılarda da eski surlarla ilgili herhangi bir kalıntıya rastlanamamıştır.
Büyük İskender’in mirasçıları general Lysimakhos, kenti egemenliği altına almak için Antigonius ile savaşarak MÖ 301’de mağlup edip şehri yönetimi altına almış ve şehire karısının adı olan Nikaea adını vermiştir. Bu dönemde şehir imar faliyetleri ile beraber yenilenmiş ve gelişmiştir.
1.1.Bitinya (Bıthynia) Krallığı Dönemi : M.Ö. 377 – 64
Bölgede egemen olan Bitinya Kralı Zipoites M.Ö 279’da Nikaea’yı ele geçirdi. Bitinya krallığına bağlanan kent, önemli mimari yapılarla süslenmiştir. Adına altın sikkelerin basıldığı kent en güzel günlerine bu dönemde ulaşıyor. Altınlarla zenginleşmiş kentin surlarına ait ilk yapılanmaların bugünlerde başladığı tahmin ediliyor. İznik bu altın dönemlerinde Bitinya krallığına başkentlikte yapmaktaydı.
Bitinya Krallığı ve Roma İmparatorluğu arasında uzun yıllar süren savaş ve deprem mevcut surlara büyük ölçüde zarar vermiştir. M.S 64 yılında Bitinya Roma imparatorluğuna bağlandıktan sonra surları daha güçlü olarak yeniden inşa ettiler.
2.Roma Dönemi: M.Ö. 30 – M.S. 476 (5.yy)
Bitinya Roma İmparatorluğunun Pontus Eyaletine bağlandıktan sonra bayındırlık faaliyetlerine başlanmış, bu dönemde genel olarak şehri çevreleyen surların tarihsel süreci şu şekilde gelişmiştir.
Flavius Hanedanlığı (69 / 96 )
1-Vespasianus (69-79) , 2- Titus (79 -81), 3- Domitianus (81 -96) üç imparatorlu bir dönemdir. Kısa süreli bir hanedan olmakla birlikte merkezi yönetimlerinden dolayı imparatorluğa yeniden istikrar getirmişlerdir. Bayındırlık faaliyetlerine önem vermişlerdir. Nikaea ‘da (İznik) kente giriş çıkışları simgeleyen doğu (Lefke), kuzey (İstanbul) kapıları bu dönemde sınırları belirleyen sembolik yapılar olarak İmparator Vespasianus tarafından inşa ettirilmişlerdir. Bu iki kapının surlardan daha erken bir döneme tarihlendiğini üstlerindeki yazıtlardan öğreniyoruz. Bu dönemin 69 yılında bölgede deprem meydana geldiği bilinmektedir.
Antoninler Dönemi (96 -180)
Sonraki yüzyıl ” Beş İyi İmparator” dönemi olarak bilinir. Bu dönemde imparatorluk makamı barışçıl bir şekilde el değiştirmiştir. Bu imparatorlardan biride Hadrianus’dur.
≈İmparator Hadrianus Dönemi (117 -138) : Lefke kapı ve İstanbul kapı M.S 120 ya da 123 depremlerinde büyük ölçüde hasar görmüştür. Kapıların depremden hemen sonra İmp. Hadrianus tarafından onarıldığı yazıtlarda mevcuttur.
Severuslar Hanedanı (193 – 235)
Birinci evre surlarının M.S. 258/ 259 yıllarında Bitinya’ya saldıran Gotlara karşı inşa edildiği yazılı kaynaklarda belirtildiği gibi kesindir. Yapımına Gallienus zamanında (253 -260) başlandığı, Macrianus ve Quietus zamanında (260 -261) devam edildiği, bu imparatorlara ait Nikaea sikkelerinin arka yüz betimlemelerinden anlaşılır. (Haluk Abbasoğlu-İnci Delemen / Antik Nikeae’dan günümüze kalanlar) Surların tamamlanması ise II Claudius dönemindedir.
Üçüncü Yıl Krizi (235 – 284)
Üçüncü Yüzyıl Krizi 235 ile 284 yılları arasında Roma İmparatorluğu’nun parçalandığı ve yıkılmanın eşiğine geldiği dönem için kullanılan bir isimlendirmedir. Bu döneme “askerî anarşi” dönemi de denir.
≈ II. Claudius Gothicus Dönemi (268 – 270) :
İki yıldan az bir zaman ülkeyi yönetmiş olmasına rağmen tahta çıktığı sırada Roma İmparatorluğu, Got akınları nedeniyle ciddi tehlike altındaydı. Claudius, 268 yılının eylül ayında Gotları,Naissus Savaşı’nda kesin bir biçimde bozguna uğratan Roma ordusunun komutanı olup kazandığı bu büyük zafer, Roma ordularının tarihindeki en büyük zaferlerden birisiydi. Zaferin ardından Claudius, “Gothicus” (Gotların fatihi) soyadını aldı. Bu dönemde şehrin surları yaklaşık 5 km lik bir genişleme ile günümüze kadar gelen son halini alıp tamamlanmış ve daha sonraki dönemlerde de genişletilmesine gerek duyulmamıştır. Yenişehir (güney kapı) ve günümüzde büyük ölçüde mevcut olmayan Göl Kapı’nın (Batı Kapı) inşası da,bulunan yazıtlardan anlaşıldığına göre, II.Claudius’un dönemine rastlar. Böylece kenti çevreleyen sur duvarlarının birbiriyle entegrasyonunu sağlayan kapılara güneyde ve batıda olmak üzere iki adet ana giriş kapısı inşa edilerek doğu-batı/kuzey-güney olmak üzere cephe yönlü dört adet ana kapının yapımı tamamlanmış olur.(M.S.269/70) Kapılar Roma tarzı mimari ve askeri yaklaşımın güzel bir örneğidir.
Bu dönemde surların yüksekliği 9 m. olup 80 adet kulenin yüksekliği de 13 metredir. (Clive Foss/ İznik’in Bizans surları) Daha sonraki dönemlerde yapılan güçlendirme ve genişletme müdahaleleri ile birlikte 10-15m. aralıklarla yapılmış 114 kulesi ve 12 tali kapı daha inşa edilmiştir.
2.1.Roma’dan Bizans’a Geçiş Dönemi (M.S. 303 – 5. Yüzyıl) / Geç Roma Dönemi
Batı Anadolu’da 358 ve 362 yıllarında olan güçlü depremlerin; stratejik konumu nedeni ile askeri bir karargah özelliği taşıyan kentte ve surlarında ciddi zarara neden olmadığı yazılı kaynaklarda geçmektedir . Fakat 368 depreminde surların zarar görmüş olabileceği düşünülmekte olup ayrıntılı belgeler mevcut değildir. 5 yüzyıl da ise ayaklanmalara ve çarpışmalara maruz kalan Nicaea’nın bu kargaşalı dönemden nasıl etkilendiği ile ilgili yazılı kaynaklarda herhangi bir somut veri yoktur.
Doğu Roma İmparatorluğunun Bizans’a geçiş süreci bazı tarihçiler için 6. yüzyılı da kapsamaktadır.
Doğu Roma İmparatorluğu( Bizans) Dönemi (5.yüzyıl – 1331)
3.1 Erken Bizans Dönemi (5. yüzyıl – 842 )
Bu dönemde 447 -715 yıllarında bu bölgeyi de etkileyen depremler meydana gelmiştir.
≈ I. Justinianus ( M.S. 527 – 565) I. Justinianus döneminde imparatorlukta ihtişamlı ve devasa imar- bayındırlık faaliyetlerine girişilmiştir. Nikaea’da (İznik) su kemerleri ve obsikion vb. inşa edilmiş, fakat döneme dair yazılı kaynaklarda surlardan pek bahsetmese bile; Erken Bizans’ta kullanılan almaşık örgü tekniği için genellikle beş sıra tuğlanın tercih edildiği taş ile tuğla arasındaki harç kalınlığının fazla tutulduğu görülmektedir.Günümüzde surların bazı noktalarında lokal olarak görebildiğimiz beş sıra tuğla hatıllı sur duvar örgüsünün bu döneme tarihlenmesi mümkündür. I. Justinianus’un kentte imar faaliyetlerinde bulunduğu bilinmektedir. I.Konsilin toplandığı sarayın bu dönemde de kullanıldığı düşünülmektedir.
3.2. İkonoklazma Dönemi (Dini Tasvir Karşıtlığı 726 – 842)
Bu dönemde 715-717 yıllarında Konstantinopolis’e güçlü Arap akınları başlamıştır. stratejik yol üstü bir konumda bulunan Nikaea’dan da geçmişlerdi.Fakat 727 yılında Arap ordusunun kente şiddetli bir saldırı gerçekleştirmesi ve kuşatması sonucunda surlar önemli ölçüde tahribata uğramıştır.Böylece surlar ilk kez geniş çaplı bir onarım geçirmişlerdir.740 yılında ise bölgeyi etkileyen bir deprem daha meydana gelmiştir.
İsauria (İsoriya) Hanedanlığı Dönemi (717- 802)
≈ III.Leo (717-741) / V.Konstantin (741-775):
İkinci evre surları teknik olarak çok farklılıklar olmasa da bu dönemde şekillenmeye başlamış olup 857/ 858 – 1065/1097 yıllarını da kapsamaktadır.Bu sur duvarları diğerlerine kıyasla daha yüksek bir kotta bulunur.
III.Leo ve oğlu V. Konstantin 720 yılından itibaren İmparator Leo’nun vefatına kadar ortak imparator olarak ülkeyi yönetmişlerdir. III. Leo döneminde Arap akınları sonucunda tahrip edilen surlar; özellikle İstanbul kapının olduğu kuzey kanatta yıkıcı hasarlar bırakmış olup güneyde de Göl Kapı ve bitişik surlara da büyük ölçüde zarar vermiştir. Tahrip olan surlar yıkılan binalar ve tiyatrodan birçok parça sökülerek devşirme malzemelerle onarılmış ve yükseltilmiştir. Surların seğirdim yoluna antik tiyatronun cavea taşları kullanılarak siperlik yapılmıştır.Yuvarlak kuleler köşeli olarak yenilenerek böylece surların görünüşü ilk kez değişmiş oluyordu. göl kapı ve bitişik surlarda yapılan onarımlarda kuzey ve güneye ek duvar örülerek gölden ve karadan gelebilecek zarar karşısında güçlendirilmiştir.Yapılan onarımlarda pempe renkli tuğla kırıklı harç kullanılmıştır. Bu onarımlarla ilgili yazıt 71. kulenin duvarında mevcuttur.
Şehir 740 yılında güçlü bir deprem ile sarsıldı. Araştırmacılar geriye sadece bir kilisenin ayakta kaldığını söyleseler de surların durumu ile ilgili herhangi bir kayıt mevcut değildir. Muhtemeldir ki surlar bu dönemde hasar almış olmalıdır.838 yılına gelindiğinde surların bakımlı ve sağlam olduğu yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır.
3.3. Orta Bizans Dönemi (842 – 1204)
Frigya Hanedanlığı Dönemi (820 -867)
≈ III.Mıkhael (842-867)
Bu dönemde İmparator kentin savunma hattını güçlendirmek için güney ve güneydoğu yönünde ki geniş aralıklı burçların arasına ilave burçlar eklemiştir. Görünüşte eski burçlardan bir fakı yoktu, yarım daire planlı,yüzeyi tuğla kaplı ve aynı yükseklikteydi. Bu burçları diğerlerinden ayıran temel özellik sur duvarı ile yekpare olmaması dolayısıyla da yan kapıları olmaması ve temel seviyesinin devşirme malzeme ile örülmesidir. Temel kotları özgün seviyeden daha yüksek ve devşirme taşlı masif örgüydü.Burçların üst kotu önceki dönemlere göre daha ince tuğlalarla örülmüştür. Bu yeni burçlara mazgallar açılmış, üst kat odaların pencereleri kısmen genişletilmiştir. Sur duvarlarında geniş tuğla kuşaklar kullanılmıştır.Yapılan bu onarımları yazıtlardan öğreniyoruz,yazılı kaynaklarda 858 yılında yapılan bu onarımla ilgili bir veriye rastlanmamıştır.
Dükas hanedanlığı Dönemi (1059 – 1081) ”1065 depremi”
≈ X. Konstantin Dukas (1059 -1067):
Bu dönemde 1065 yılında meydana gelen deprem surların büyük bir bölümünü yıktı. Sonrasında yapılan özellikle doğu kanadında olan büyük yıkım farklı tekniklerin kullanıldığı yenileme ve onarım ile yapılmıştır. Bu onarımlar büyük ölçüde ayırt edilebilmektedir.Bunlar gizli tuğla tekniğinin (Gömme tuğla) ve ahşap bağlayıcıların kullanılmasıdır. sur duvarının onarım yapılan dış çedarı moloz ve harçtan oluşan iç yapıya ahşap hatıllarla bağlanmıştır. Yine bu dönemde surlarda derzleri yatay ve dikey olarak belirginleştiren çizgiler dönemi vurgulayan mimari bir unsurdur.
3.3.1 Türk Dönemi / Anadolu Selçuklu Dönemi (1080 – 1097)
Selçuklular Kutalmışoğlu Süleyman Bey döneminde 1075 yılında kenti alarak adını İznik olarak değiştirmişler ve 1080 yılında da İznik Anadolu da ilk Türk başkenti olmuştur. Selçukluların surlara müdahalesi ile ilgili herhangi bir veri mevcut olmamasına rağmen Selçuklu mezar taşlarının surların güney kısmında bir burçta devşirme örgü malzemesi olarak kullanıldığı görülmektedir.İznik Selçuklu Devletine başkentlik yapmasına rağmen I. haçlı seferleri nedeni ile kısa süreli bir hakimiyet sürdürmüş olup bayındırlık faaliyetlerinde bulunmamıştır.
Komnenos Hanedanı (1081-1185) ”I. Haçlı Seferi”
≈ I.Aleksios Komnenos (1081 – 1118):
I.Aleksios başkenti ele geçirerek imparator olduğunda İznik Selçuklu Beyliğinin başkentiydi. 1097’de I. Haçlı Seferi ile birlikte İznik kuşatılmış şehir surları hasar görmüştür. I. Aleksios Türkler ile anlaşarak şehri yeniden ele geçirmiştir. Savaştan hemen sonra surların en zayıf olduğu güneybatı kanadının diz çöken kulenin olduğu yerden onarımına başlanmıştır.1.Aleksios bu köşeye Selçuklu mezar taşlarının da devşirme malzeme olarak kullanıldığı daha küçük bir beşgen bir kule inşa ettirdi.
≈ I.Manuel Komnenos (1143- 1180):
Surların göl kıyısı tarafını tamir ettirmiş olup yazılı kaynaklarda geçmeyen kesikli olarak sık tuğla ve taş kuşakların oluşturduğu duvar örgüsünü Sanat tarihçisi ve Bizans uzmanı Clive Foss bu döneme atfeder.
3.4 Latin İstilası Dönemi (1204 – 1261) İznik, 57 yıl boyunca başkenti Latin işgali altında olan Bizans İmparatorluğu’nun yönetim merkezi oldu
3.4.1İznik İmparatorluğu 1204-1261 (Laskaris Hanedanı)
≈ I. Teodor Laskaris (1204 – 1222)
Surların üçüncü evresi Laskarisler dönemine atfedilir. İmparatorluğun kurucusu Teodor Laskaris döneminde 1204-1222 tarihleri arasında surları sağlamlaştırdı. Surların güney kanadına iki kare kule yapılarak savunma hattı güçlendirildi. Kulelerin cephelerinde tuğla plastik süslemeler,frizler, haç ve yazıtlar bulunuyordu.Kulelerin üst odacıkları pahlı mazgallı idi. Ağır silahların kullanılabilmesi için şevli mazgallar yapıldı. Eski kulelerin tuğla kaplamaları yenilenirken bu tuğla kaplamaları iç yapıya kare kesitli hatıllarla bağladılar. Sıva pembe renkli tuğla kırıklı ve derzler şevli idi. Kullanılan harç kireçtaşı,küçük kırıklı çakıl taşı ve tuğla kırıklı idi. Yine bu dönemde surlar tek kat beyaz kireç ile sıvanmıştır.
≈III. Yannis Vatatsez (1222 – 1254)
Teodor Laskaris’in kızı İrene Laskaris ile evlenmiştir. Vatatsez döneminde surlar yaklaşık 2.5 metre yükseltilmiş böylece yükseltme yapılan yerlerde burçlar iki kat odacıklı ve savunma için dam düzlüğü haline dönüştürülmüştü. ve 13-16 metre önüne ön surlar inşa edilerek savunma sistemi güçlendirilmiştir.Bir Bizans savunma mimari tekniği olarak da ön surların etrafına hendek açmışlardır. Bu üçlü savunma hattının bir benzeri Konstantinopolis’te idi. Bizans savunma mimarisinde duvar örgüsü, taş temeller üzerine kullanılarak inşa edilmiştir.
Bu dönemde onarımlar kireçli sıvalarla ile yapılmıştır. Kullanılan sur duvarlarında cephelerde tuğla süslemelerden güneş kursları,damla motifleri ile beraber kasetleme (çerçeve) tekniği görülür.Bu teknik Bizans mimarisinde 12. yüzyıldan itibaren görülmeye başlar.
3.5. Geç Bizans Dönemi / II.Bizans Dönemi (1261 – 1331)
Bu dönem Bizans’ta Palaiologoslar (Paleologlar) dönemidir. Bu dönemin genel olarak mimari anlayışında tuğla cephe süslemelerinde motif çeşitliliği dikkat çeker.
İmparator II.Andronikos surların göl tarafına özenli tuğla örgü işçiliğin görüldüğü bir onarım yaptırmıştır. Surların alt bölümünde devşirme malzeme kullanılmış üst kotta ise moloz taş -tuğla alternatif atlamalı bir şekilde örgü tekniği uygulanmıştır. Yine bu dönemde şehri kuşatan Osmanlı tehlikesine karşı surlar güçlendirilmiş ve bazı değişiklikler yapılmıştır. Birçok açıklıklar örülmüş burçlara odacıklar eklenmiş, bazı mazgallar kapatılmış bazıları da yeniden açılmıştır.
Türk Dönemi (1331 – ∞ )
4.1. Osmanlı Dönemi (1331 – 1922)
Bu dönemde 1331 yılında İznik Orhan Gazi tarafından feth edilmiştir. Yazılı kaynaklarda bu savaş sırasında surların tahribata büyük ölçüde zarar görmediği yazılı kaynaklarda mevcuttur. Fakat surlara açılan bazı top gediklerinin izleri günümüzde de görülür.
1402 yılında kent Timur’un ordusu tarafından yağma edilmiştir.Kültürel hayat etkilenmemiş fakat surlarla ilgili herhangi bir veri mevcut değildir.
Osmanlı döneminde bölge 1509 – 1754 – 1855 ve 1895 yıllarında depremden etkilenmiş fakat bu durumla ilgili elimizde herhangi bir veri yoktur. Fakat olasılıkla lokal müdahaleler ile sağlamlaştırma yoluna gidildiği düşünülmektedir.
Bu dönemde İmparator I. Justinianus’un kente yaptırdığı su yollarının kullanıldığı Lefke Kapının sur içinde ki köşede yer alan sivri kemerli Osmalı duvar çeşmesi ve bağlantısı ile görülmektedir.Surların Osmanlılar döneminde geçirdiği değişim çeşitli seyyahların yayınladığı kitaplarda anlatılmış olup birebir müdahaleden bahsedilmemiştir.
Bu dönemde ki imar faaliyetleri kentin ızgara planlı tasarımına uygun olarak yapılmıştır.
4.2. Cumhuriyet Dönemi (1923 – ∞)
1930’lu yıllarda surlarda ilk olarak Alman arkeoloji enstitüsü tarafından kapsamlı bir araştırma yapılmıştır. Bu araştırma Karnapp ve Schneider tarafından yayınlanmıştır. Daha sonra Bizans Tarihçisi Clive Foss tarafından kitabında İznik’e geniş bir bölüm ayrılmıştır.
2002 yılında surlarda lokal müdahaleler ve temizlik yapılmıştır. 2008 yılında Lefke kapıda araştırma kazısı sonucunda dolgu toprak kaldırarak özgün zemin ortaya çıkarılmıştır. Kapının kent tarafında solda da bir kilise kalıntısı ortaya çıkarılmıştır.
2014 yılında Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü Bursa Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü denetiminde başlayan İznik Surları Lefke Kapı 1.kısım restorasyon çalışmaları başlamıştır. Bu çalışmalar kapsamında Osmanlı döneminden kalan duvarlar kaldırılmış,sur uzantıları ve antik su kemeri üzerinde bulunan bitkilenme için özel çalışmalar yapılmış olup su yolu altındaki kemerler ve surlar üzerinde restorasyon çalışmaları devam etmiştir. Surlara bitişik evler etap etap kamulaştırılmaktadır.
2015 yılında “UNESCO Dünya Mirası Olma Yolunda İznik” sempozyumu yapıldı. Türkiye ve yurtdışından bilim insanlarının katılımı ile İznik’in tarihi, arkeolojisi, sanat ve mimarisi ile doğal değerleri ulusal ve uluslararası bilim insanları tarafından tartışılmıştır.
2015 yılında güncelenen şekli ile İznik kenti Unesco Dünya Doğal ve Kültürel Mirası geçici listesine alınmıştır.
2016 yılında İznik’in UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmesi için alan başkanlığının oluşturulmuştur.
İzmir Alsancak ilçesinde bulunan Havagazı Fabrikası yaklaşık 23 dönüm üzerine kurulmuş Endüstri Yapı miraslarımızdan biridir. Bu çalışma ile kamu ve özel sektörün ortak çalışmaları paylaşımları ile eski eser büyük bir kompleksin tekrar Yaşatılmış, canlandırılmış ve topluma büyük bir değer olarak kazandırılmıştır.
2005 yıllında İzmir Büyükşehir Belediyesinin açmış olduğu Rölöve, Restitüsyon Proje Hazırlama İşi ihalesi Firmamız tarafından alınmıştır. 2006 Yılında da Restorasyon Projesi Hazırlanmış, İlgili Koruma kurulu Onayından sonra 2008-2009 yıllarında restorasyon uygulaması yine firmamız proje müellifliğinde İzmir Büyükşehir Belediye’ since yaptırılmıştır.
Zengin bir tarım potansiyeline sahip Batı Anadolu’nun en önemli çıkış limanı özelliğini taşıyan İzmir’de, 16. yüzyıldan 19. yüzyıl ortalarına kadar uzanan süreçte, genellikle tarım ürünleri ihracatının gerektirdiği sanayi faaliyetleri göze çarpar.
yüzyılın ikinci yarısında ticaret hacmindeki hızlı büyümeyle birlikte, İzmir’in sanayi yaşantısında da önemli gelişmeler oldu. İplik fabrikası, havagazı fabrikası, su fabrikası gibi büyük sanayi işletmeleri açıldı.
1838 yılında Osmanlı, İngiltere ve onu örnek gösteren Fransa ile yapmış olduğu ticaret anlaşması ile kendi topraklarında, yabancılara ticaret yapma hakkını verince, başta sakız adasında oturan yabancı tabiyetteki tüccarlar, İzmir’e gelerek yerleşmeye başladılar.
Osmanlı’ nın yabancı yatırımcıyı İzmir’ e sokması ve bunun sonucunda göç alınması ile İzmir sanayi bölgesi olarak hızlı bir gelişim gösterir. Bu gelişimler sonucunda bölgede her türden kuruluşu görmemiz mümkündü. Athanassoulu Kardeşler sigara, okul, ticari defter kağıdı fabrikası (1860), Hacı Andoni buharlı değirmeni, Cousiney fabrikası ve İzmir’i aydınlatan Havagazı fabrikası bunlar arasındadır.
1857 yılında Andre Morchais adındaki bir müteşebbis Paris Gaz Şirketi adına İzmir’de bir havagazı fabrikası kurmak için Osmanlı Devleti’ne başvurur. Devletten fabrika arazisi ve yurt dışından getireceği makinelere gümrük muafiyeti istemekteydi. Fabrikayı kuracak ve 75 yıl işletecekti. Yap işlet devret modeliyle bir yatırım öneriyordu. Ancak, Andre Morchais’in ölümü nedeniyle başvuru geçerliliğini kaybeder.
İlk girişimden sonra bu kez, 1859 yılında İstanbul’lu gazeteci A.Edwards İzmir’de havagazı fabrikası kurmak için Osmanlı Devleti’ne başvurur. Devlet 40 yıllığına bir imtiyaz vererek başvuruyu onaylar. Çünkü medeni bir kentsel hizmet olacağı kanaati yaygındır. İzin konusunda problem kalmamasına rağmen, inşaata 1862 yılında başlanabilmiştir. Fabrika, Demiryolunun gelmesinden sonra, İzmir’in sanayi bölgesi olan Darağacı’nda inşaa edilmiştir. Havagazı üretim tesisi, merkezi Glasgow’da bulunan “Lanloux and Sons” fabrikası tarafından kurulmuştur. İzmir Havagazı Fabrikası’nın sermayesi 80 bin sterlin olup, merkezi Londra’daydı.
Fakat 1900’lü yıllara yeni girilmişken aydınlatma için elektrik kullanımı daha ucuz bir alternatif olarak öne çıkmaya başlamıştır. 1904 yılından itibaren İzmir’in aydınlatmasının elektrikle yapılması ve havagazının sadece mutfakta kullanılması gündeme gelmiştir. Elindeki pazarı kaybetmek istemeyen şirket uzun süre elektrik işini engelleyici olmuş olsa da, I. dünya savaşı yılları başlarken İzmir’de elektrikle aydınlanmanın devreye girmesine mani olamamıştır. Bir süre aydınlatma hem gaz hem de elektrik yoluyla ikili devam etmiş ama sonunda havagazı ile aydınlanma terkedilmiştir. Havagazı fabrikası, Cumhuriyet döneminde yabancı şirketlerin imtiyazları uzatılmadığından belediyeye devredilmiş ve mutfaklarda kullanılmaya uzun süre devam etmiştir.
1995 ‘yılında kapatılan fabrika binalarından büyük bir bölümü günümüze ulaşamamıştır. Özellikle ocaklar ve gazometre binalarını sadece eski fotoğraflarından tespit etmekteyiz.
Endüstri mirasımızdan kalan tek ölçekli yapı veya yapılar grubundan oluşan kompleks fabrika, üretim veya atölyeler maalesef ki ülkemizde olması gereken değer ve öneme sahip değillerdir. Teknolojinin gelişmesi ile yapılar terk edilerek yalnızlığa, bakımsızlığa ve yok olmaya yani kendi kaderlerine bırakılmışlardır. İzmir Havagazı fabrikası da bu kaderi yaşamış olan kültürel miraslarımızdan biriydi. 1862 yılında inşasına başlanan İzmir Havagazı fabrikası, İzmir’i 1864 yılında aydınlatmaya başlamıştır. Elimizdeki kaynaklara göre yapıldığı dönemden günümüze kadar geçirdiği süreç içerisinde fabrikanın çalışmasına göre tesise ek yapılar yapılmış veya mevcut yapılar yıkılmıştır. Böylesine büyük bir üretim kompleksinde ek yapıların yapılması veya yıkılması doğal bir süreçtir ancak üzücü olan bu yapılardan günümüze çok az bir kısmının ulaşıyor olmasıdır.
İzmir havagazı fabrikasına gelindiğinde 2006-2007 yıllarında komplekste 8 adet tescilli yapı bulunmaktaydı. Gazometreler ki havagazı fabrikası için önemli bir birimdir ki günümüze ulaşamamıştır. Bina içlerindeki birçok makine alınmış, sergilemek amacı ile alınanlar olduğu gibi izinsiz alınanlarda olmuştur.
Düzensiz moloz taş duvar örgüsü ile yapılmış yapı, yığma sistemlidir. Duvar kalınlığı 60 ila 70 cm arasında değişmektedir. 37,82 m. X 15,31m. ebatlarında dikdörtgen plana sahip olan binanın çatısı çelik makaralarla geçirilmiştir. 2006 yılında yapılan rölöve çalışmaları sırasında bina içine daha sonradan galeri oluşturacak şekilde betonarme kat yapıldığı tespit edilmiştir. Doğu cephesinde ise yine bu dönemde geç dönem ek yapıları vardır.
Dökümhane binasının restitüsyonu, yapıdaki izler ve araştırmalar sonucunda bulunan eski fotoğraflar doğrultusunda hazırlanmıştır. Yapıdaki geç dönem eklentileri restitüsyon da kaldırılmış, cephe düzeni belgelere göre düzenlenmiştir.
Duvar kalınlığı 19 cm olan yapının taşıyıcı ana iskeletini belli aralıklarla atılan “I” profilleri oluşturmaktadır. Mekan içindeki iki adet çelik profil, beton kaidelerin üzerine oturtulmuştur ve etrafları ahşap ile kaplanmıştır. Mekan açıklığı 1 numaralı binada olduğu gibi çelik makaslarla , 3 bölümde geçilmiştir. Cepheleri taş taklidi sıvadır. Cephe köşeleri ve doğrama söveleri tuğladır.
Yapı günümüze cephe, plan sistemi ile özgünlüğünü koruyarak ulaşabildiğinden restitüsyon çalışması rölöve projesine uygun olarak yapılmıştır. Arşiv araştırmaları sırasında bulunan eski görsel belge ile yapıda tespit edilen izlerinde örtüşüyor olması doğru bir çalışma yapıldığını göstermektedir.
Geç dönemde en fazla muhdes ek alarak plan şemasını kaybeden yapı idari binadır.Arka cephesine yapılan eklentilerle özgün cephe sistemi bozulan yapının kırma çatı şeklide değiştirilerek teras çatı yapılmıştır. Havagazı fabrika bina cephelerinin karakteristik özelliği diyebileceğimiz köşe noktalardaki tuğla hat ile doğu ve batı cephelerindeki özgün Duvar genişlikleri, yapı konturu tespit edilebilmiştir. Diğer yapılarda olduğu gibi yapıdaki izler ve eski fotoğraf belgelerine göre restitüsyon çalışmaları yapılmıştır.
2 nolu yapıda olduğu gibi çelik karkas sistemde yapılmış yapının doğu ve batı cepheleri geç dönemde eklenen niteliksiz eklere çevrilmiştir. Kendi özgün yapı konturu içerisinde özgün plan ve cephe özelliğini korumuştur bu nedenle restitüsyon rölöve doğrultusunda hazırlanmıştır.
1950’ den sonra yapılan betonarme olan yapı dönem eki olması nedeni ile korunmuştur. 2 katlı olan yapı Kompleksteki diğer yapılar gibi bakımsız ve kötü durumdadır. Zemin ve birinci katı depo olarak kullanılmıştır.
3 ayrı binadan oluşan yapının ilk döneminde orta aksta bulunan tek hacimli yapının olmadığı, 1935 sonrasında yapılar arasına eklenerek bir blok olarak tamamlandığı binalar arasındaki cephe sistemlerinin farklı çözülmesinden dolayı tespit edilmektedir. Çelik karkas sistemde yapılan binalarda 1935 sonrası eklenen yapı dışındaki diğer 2 binada doğrama söveleri ve köşelerde tuğla kaplama cephe özelliğinin devam ettirildiği görülür.
Alanın orta aksında yer alan 3.71 m.x 5,91 m. ebatlarında kagir sistemde yapılmıştır. 2 mekandan oluşan su deposuna çıkan yuvarlak planlı demir merdiveni yapıya ayrı bir güzellik katmıştır. 2,3,4 ve 6 numaralı yapılarda olduğu üzere doğrama etrafı ve bina köşelerinde tuğla kaplama yapılmıştır. Kagir duvarları tuğla hatıllı moloz taş örgüsüdür.
Havagazı fabrikasının 1935 yılında belediyeye geçmesi ile yapılan baca tuğla örgülüdür. Yuvarlak planlı olan baca aşağıdan yukarıya doğru daralır. İzmir’ in bir çok yerinden görünebilen 46 metre uzunluğundaki baca Havagazı fabrikası ile özdeşleşen simgesidir.
Havagazı Fabrikasının restorasyonunda 2 ana başlık halinde yaklaşılmıştır. Buna göre;
A-Kentsel ölçekte
Havagazı Fabrikası Endüstri kompleksin bütüncül yapısını, şemasını kaybetmeden , kentin dışında kalmış dışlanmış olan bu alanın kent ve kentlinin yaşamına girmesini sağlamak çalışmalarımızın ana çıkış noktası olmuştur. Restorasyonu yapılan ancak kullanılmayan, doğru işlev verilmeyen yapıların kaderi zamanla terk edilmek olur. Bu nedenlerle sosyal yaşamı kompleksin tarihi dokusunu bozmadan alana dahil etmek gereklidir. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve bizin yapmış olduğumuz toplantılar sonucunda alanın gençliğe hitap eden bir kültür merkezi olması konusunda ortak bir karar alınmıştır. Bu fikirle yola çıkılan çalışma İzmir Halkı tarafından da benimsenmiş, Havagazı Fabrikası kentin içinden olmuştur. Bir çok sergi, konser, sempozyumun düzenlendiği kompleks tarihi değerini kaybetmeden Yaşam içine alınmıştır.
B-Yapısal Ölçekte:
Kültür Merkezi işlev programı; yapı işlevleri tarihsel alan dağılım aksı dikkate alınarak oluşturulmuştur. Giriş aksında dökümhane olan yapı bir toplanma alanı olarak düşünülmüştür. Toplantıların, sunumların olduğu aynı zamanda kafe olarak işlevlendirilen dökümhane binası karşısında bulunan makine dairesi binası okuma salonu, onun arkasındaki yapı tarihsel işlevide idari bina olup restorasyonda da idari bina olarak işlevlendirilerek korunmuştur. 4 nolu yapı laboratuardan plan şeması bozulmayarak satış birimlerinin olduğu bir yer olmuştur. Malzeme ambarı geç dönem yapısı olmakla birlikte alanla özdeşleşmiştir. Mekanlarının büyük ve bölüntüsüz olmasından dolayı restoran t olarak işlevlendirilmiştir. Tarihsel süreçtede atölye olarak kullanılan 6 nolu yapı yine atölye ve sergi salonu olarak restore edilmiştir. Alanın ortasında yer alan su deposu satış birimi olarak projelendirilmiştir.
İşlevler seçilirken işlev programları hazırlanırken en önemli kriterlerden bir tanesi de yapıların Özgün mimarisine en az müdahale edilmesini sağlamak olmuştur. Restorasyon projesinde geniş tek mekana sahip yapılar mekanlara ayrılmadan özgün plan şemasına göre korunmuştur. Alan ve yapılar muhdes eklerden arındırılmıştır. Muhdes ekler nedeni ile kaybolmuş yapılar kendi özgün kimliklerine kavuşmuşlardır. Yapıların restitüsyon doğrultusunda cepheleri projelendirilmiş, farklı ekler veya değişikliklere gidilmemiştir.
Şarköy, il merkezine sahil yolu ile 65 km, D-110 Karayolu ile 81 km`dir. Kuzeyinde Malkara, kuzeydoğusunda Tekirdağ, güney ve güneydoğusunda Marmara Denizi ve batısında Gelibolu bulunmaktadır. Yüzölçümü 555 km² ‘dir.
Şarköy ve Mürefte’ye Ganoz Dağları hakim olup 945 m yüksekliği olmasına rağmen deniz kıyısından itibaren ani yükselme gösterdiğinden ulu bir dağ görünümü arzetmektedir. Marmara Çukurları ile Ganoz Körfezi arasında Muratlı ve Çorlu’dan başlayarak güneybatıya uzanan üç fay bulunmaktadır. Bundan dolayı ŞARKÖY-Mürefte-Tekirdağ Türkiye’nin depreme hassas bölgelerindendir. MTA Enstitüsü tarafından bölge birinci derecede deprem bölgesi ilan edilmiştir. Şarköy’ün kuzey, doğu ve batı yöreleri oldukça engebelidir. Şarköy ilçe sınırları içinde kalan kıyılarda denize ulaşan derelerin yataklarında oluşan ova Şarköy kıyı ovasıdır. Şarköy ovası Tekir Dağlarının güney eteklerinde Hoşköy’den Kızılcaterzi’ye kadar uzanan bir alüvyon ovasıdır. Şarköy ovasının gerisinde kıyı taraçaları yer alır. Özellikle Mürefte ve Şarköy kıyılarında bu taraçalar diğer kıyılara oranla daha belirgindir.
İlçe hudutları içinde kalan topraklarda akan en önemli akarsular şunlardır; Gaziköy, Hoşköy, Gölcük ve Tepeköy dereleri. Dereler yaz mevsiminde ya tamamen ya da kısmen kururlar. Gölcük Deresi ilçenin kuzeyini takip ederek Saroz Körfezine dökülür.
Marmara Denizi’ne bakan yamaçlarda iklim tipine uygun olarak gelişme gösteren makiler ve fundalıklardır. İç kesimlerde ise kışın yapraklarını döken meşe türleri, gürgen, dış budak, ıhlamur, çınar ve karaağaç görülmektedir.
İlçenin sahip olduğu toprakların büyük bir kısmı tarıma elverişli değildir. Orman bölgesi bakımından oldukça zengindir. (203.090 dekar)
Şarköy, yarı nemli iklim tipine girmektedir. Akdeniz iklim tipi ile Karadeniz iklim tipi arasında geçiş özelliği gösteren bir iklime sahiptir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlıdır. İçerilerde daha ziyade karasal iklimin etkisi görülür. Yıllık yağış ortalaması 550.6 mm´dir.
2-Şarköy Tarihsel Gelişim
Şarköy ilçesinin batısında Kızılcaterzi köyü Buruneren çiftliği ve Fener Karadutlar mevkii ile Sofuköy’de İ.Ö. 6000-3000 yıllarına ait yerleşmeler tespit edilmiştir. Bu yerleşmelerde savaş ve günlük kullanım aracı olarak kullanılan taş baltaların üretildiği ortaya çıkarılmıştır.
Şarköy İğdebağları (Araplı) köyü Kozmanderesi mevkiinde erken devir çağına ait (İ.Ö.1200) bronz eserler bulunmuştur. Bu eserler o dönemin maden kültürünü ne derece önemli olduğunu göstermekle birlikte aralarında Miken kılıçlarının da bulunması Ege dünyasıyla Trakya arasındaki ilişkileri göstermektedir.
M.Ö. 750-550 yılları arasında Yunanlılar Traklarla karşılıklı anlaşarak il kıyılarında koloniler kurmuşlardır. Kipert’in antik haritasına göre, il sınırları içinde ve Marmara Denizi kıyısında kurulan koloniler batıdan doğuya doğru şunlardır: Heraklea (Eriklice), Hora (Hoşköy), Ganos (Ganoz), Bizatnhe-Panion (Barbaros). M.Ö. 168-M.S. 395 yılları arasında bölgeye Romalılar hakim olurlar. Bu dönemde yöre, yarı bağımsız yaşamış fakat Trak kavimleri Romalılar’ın hakimiyetine uzun zaman direnmişlerdir.
Şarköy’ün bugünkü yerinde Antik ve Bizans devri haritalarında Tristatis, Agora gibi oturma yerlerine rastlanmaktadır. Rumeli’yi fetheden Orhan Bey’in en büyük oğlu Süleyman Paşa zamanında ”Şehirköy” diye anılan adı, buraya Anadolu’dan göç eden Yörük Türklerin ağzında, şehirden Şar’a dönüştürülmüş ve Şarköy diye söylenmiştir.
Süleyman Paşa 1354 tarihinde Gelibolu’yu aldıktan sonra Şarköy ve Mürefte’yi alamadan fütühatını Tekirdağ’a uzatmıştır. 1356 tarihinde ani ölümünden önce Şarköy’ü de fethetmiştir. Süleyman Paşa’nın ölümünden sonra Şarköy’ü Bizanslılar tekrar geri almışlar ise de, I. Sultan Murat tahta geçer geçmez, 1362 yılında Şarköy’ü yeniden almıştır. Osmanlı Türkleri’nin Rumeli’yi almalarını sağlayan kuvvetlerin başında Yörükler, onlardan kurulmuş Yayalar ve Müsellemler gelir. Sultan Orhan zamanında başlayıp Fatih’e kadar, gittikçe hızı azalarak süregelen ve büyük Yörük akını, çok kısa zamanda il topraklarını kolayca doldurdu ve Türkleştirdi. Örneğin; Araplı (İğdebağları) Köyü Suriye Yörükleri tarafından kurulmuştur.
Balkan Savaşı’nda ordularımız 15-21 Ekim 1912 tarihli Lüleburgaz Savaşı’nda yenilince Çatalca’ya kadar çekildi. 4-20 Kasım tarihinde Çatalca’ya saldıran Bulgarlar bir netice alamayınca iki aylık bir mütareke imzalandı. Bu arada Şarköy ve Gelibolu cephesini 2. Tümen takviyeli olarak savunmakta idi. Mütareke bitince Bulgarlar 22 Aralık 1912 tarihinde 10. Kolordu taburlarını Marmara kıyılarından taşıyarak Şarköy’e çıktılar. 10 Haziran’da ordumuz taarruza geçerek Şarköy, Mürefte başta olmak üzere tüm Trakya topraklarını Bulgarlar’dan kurtardılar.
Dünya Savaşı sonrası gelişen olaylar neticesinde 20 Temmuz 1920 günü Yunanlılar Tekirdağ kıyılarına çıkartma yaptılar.Rum ve Ermeniler’in içerden savaşa katılmaları ve Yunan işgal kuvvetlerine yardımcı olmaları sonunda birliklerimiz gerilediler. Şarköy 2,5 yıl kadar Yunan işgali altında kaldı. Şarköy 17 Kasım 1922 günü Yunan işgalinden kurtuldu.
Şarköy’ün hangi tarihte ilçe olduğu bilinmemekte ise de; 30 Mayıs 1926 tarih ve 877 Sayılı Mülki Teşkilat Kanunu ile bağlı bulunduğu Gelibolu ilinin ilçe olması üzerine Gelibolu’dan bağlantısı kesilerek Tekirdağ iline bağlanmış, bu tarihte ilçe olan Mürefte ise bucak merkezine dönüştürülerek köyleriyle birlikte Şarköy ilçesine bağlanmıştır.
2-1 Tepeköy
Eski bir yerleşim yeri olan Tepeköy’ ün kesin kuruluş tarihi tam olarak bilinmiyor ama kuruluşu ile ilgili bir kaç rivayet dilden dile dolaşıyor. Kimisine göre; bir Rum çobanı kızını iyileştirmek için havası ve suyu temiz olan bu köye gelip yerleşmesi ile kurulduğu, kimisine göre de; civar köylerdeki insanların, konum itibari ile uygun olduğu için, korsanlardan saklanmak için buraya yerleştikleri söylenmekte İlk zamanlar “İSTERNE” olarak anılan bu köy geçmişte 2000 hane kadar kalabalık bir köymüş. Hatta öyle ki haftada 2-3 sefer pazar kurulduğu söyleniyor.2013 yılı nüfusu 387 kişidir.
Yörede şarabın anavatanı olarak gösterilen Tepeköy’de Rumlar şarap ve ipek böceği işinde çok büyük bir yer edinmiş. O zamanlar her evin altında büyük şarap mahzenleri ve içleri şarapla dolu koca fıçılar bulunmaktaymış. Eskiden Uçmakdere Köyü ile beraber yörenin en önemli ipek böceği yetiştiriciliği ünvanına sahipti. Ancak 90’lı yıllarda bu iş sona erdi.
Hayvancılıkla uğraşan köy halkı uygulanan projelerle son yıllarda bağcılık alanında önemli bir gelişme gösteriyor. Bağcılığın gelişmesi ile birlikte köyde göç de durmuş.
Tepeköy, Tekirdağ ilinin Şarköy ilçesine bağlı bir köydür. Tekirdağ iline 98 km, Şarköy ilçesine 11 km uzaklıktadır. Köyün iklimi, Marmara iklimi etki alanı içerisindedir. Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.
3-Rölöve raporu
Tekirdağ ili Şarköy ilçesi Tepeköy’de 2246 parsel nolu taşınmaz Korunması gerekli Kültür Varlıkları kapsamında 29.08.2013/1196 tescillenen (1 grup) bu tarihi kilise yapısı kitabesinden öğrenildiğine göre Aziz Georgios’un anısına Sterna Köyü (Tepeköy) halkı tarafından 1889 yılında yaptırılmıştır. Günümüze harap bir konumda gelen güneydoğu – kuzeybatı doğrultusunda uzanan bazilikal planlı, bu kır kilisesi eğimli bir arazi üzerinde köşe parselde yer almaktadır. Köyün geçmişi ile ilgili yapılan araştırmalarda daha önce yapılmış herhangi bir bilimsel bir çalışma ve detaylı bir yazılı kaynak bulunamamıştır. Tepeköy’ün eski adının Sterna olmasının dışında bu yörede kilise yapısının varlığı geçmişte yörede Rum vatandaşların da ikame ettiğini gösteren bir başka veridir.
Yapının ne zaman kullanılamaz hale geldiği konusunda kesin bilgiler olmamakla birlikte, Rum nüfusun yöreyi terk etmeye başladığı 1922 mübadelesinden sonra önemini yitirdiği düşünülebilir. Mübadeleden sonra değişen demografik yapı ile beraber kilisenin önemi azalıp ibadet fonksiyonunu yitirdikten sonra işlevi değişmiştir. Kilise ahır, şarap mahzeni, konut olarak özgün işlevi ile bağdaşmayan bir şekilde kullanılarak büyük ölçüde zarar görmüştür.
Söz konusu Aziz Georgios Kilisesi, Rum Ortodoks kiliselerinin Tekirdağ bölgesinde ki son örneklerinden biridir. Yapı günümüzde büyük ölçüde harap ve atıl durumdadır.
Genel olarak bölgede ki Rum Kiliseleri plan, kitle tasarımı, strüktür ve örtü sistemleri ile aynı dönemlerde İstanbul ve Anadolu da inşa edilen pek çok Rum kilisesi ile benzerlik gösterir. Yöresel taşla inşa edilen kiliseler, diğer yapılara göre daha anıtsal boyutları ve özenli giriş cepheleri ile dikkat çekerler.
Kiliselerde plan, strüktür ve örtü sistemleri bakımından birbirine benzeyen tek düzelik görülür hepsi bazilikal planlı olan kiliseler, genelde üç nefli ve narteksli bir mekan düzenlemesine sahiptirler. Batıda yer alan narteks genel olarak yapının içinde çözümlenmiştir. Narteksin yapının dışında olanlarına ve atrıumlu örneklere de az da olsa rastlanır. Rum kiliselerinde apsisler doğu ekseninde yarım daire şeklinde dışa çıkıntılıdır. Geleneksel yapım sisteminde yığma taş duvarlar inşa edilen kiliseler ahşap kırma çatıyla veya beşik çatıyla örtülüdür. Doğu – Batı yönünde dikdörtgen planda uzanan ana mekanı şekillendiren naoslar genellikle üç neflidir. Tek nefli örnekleri de mevcuttur. Yan neflerden daha geniş tutulan orta nefin doğu aksında apsis yer alır. Üst örtü genellikle iç mekanda, orta nefte basık tonoz, yan nefler de ise eğimli çatı düz ahşap kaplama ile kapatılır.
Yapıların dış cephe özellikleri genel olarak mimari kurguyu dışa yansıtıp sade bir özellik gösterir. İç mekanda süsleme programı apsis, duvar ve tavanlarında Hz. İsa ve azizlere ait tasvirler bulunur. Bazı Rum kiliselerinde doğuda ana nefi kutsal bölümden ayıran ikonalarla bezeli bölme duvarı ikonostasisler yer alır. Mekânı tamamıyla bölmez.
3.1 Dış cepheler
Tepeköy kilisesi özelinde ise; yukarıda değinilen Rum kiliselerinin genel özellikleri bu yapıya da geleneksel hatları ile yansıtılmıştır.
Yapı meyilli bir arazi üzerinde konumlanmıştır. Bu yüzden eğim, kısmen zeminin yükseltilmesi ile giderilmiştir.Kilise doğu-batı yönünde dikdörtgen, bazilikal bir plan şemasına sahiptir. Kilisenin üç nefli naos (ana mekan) planı batı kısa kenarı yönünde narteks ile sınırlandırılmıştır. Yapı geleneksel yapım sistemiyle kaba yonu taş yığma sistemde üç sıra tuğla hatıllı almaşık olarak inşa edilmiş olup iç çedarda yatay ahşap hatıllar da kullanılmıştır. Kilisenin yapımında kullanılan taşlar bölgeye özgü kum taşları olup duvarlarda az da olsa antik devşirme taşların kullanıldığı görülmektedir.
Yapının kuzeyinden köy yolu mevcut olup güney cephede beden duvarına bitişik muhdes bir dükkan yer alır. Doğu ekseninde cepheye çok yakın bahçeli konutlar mevcuttur. Batı cephesine paralel bir köy yolu ve hemen kenarında bir çeşme yer alır.
Tepeköy kır kilisesi dıştan yalın bir cephe düzenlemesine sahiptir. Günümüzde mevcut hali; Yol seviyesi, kilisenin kuzey ve doğu cephesinde yaklaşık yarı yüksekliği kadardır.
Yapının kuzey ve güneyinde yer alan uzun kenar cepheleri birbirini tekrarlar niteliktedir. Ana giriş batı cephesinden verilmiş ve özgün mimari kurguda kuzeybatı ve güneybatı cephede simetrik olarak tuğla örgü, düze yakın basık kemerli birer kapı mevcut olup günümüzde sonradan kapatıldığı görülmektedir. Nartekste yer alan bu yan kapılardan Kuzeybatı cephede bulunan kapı simetri aksında ki yan kapıya göre, eğimden dolayı zemin kotu daha yüksektedir. Başka bir deyişle kilisenin güney cephesini sınırlayan bahçe ile kuzey yan cephesini sınırlayan sokak farklı kottadır.
Kuzey ve güney uzun kenar cephelerde alt kotta bulunan pencerelerden sonra dört adet, tuğla örgü, düze yakın basık kemerli ve üzerinde tuğla hafifletme kemerleri olan dikdörtgen formlu uzun naos pencereleri yer alır.Bu pencereler kuzey cephede taş ve tuğla malzeme ile kapatılmış olup güney cephede açık durumdadır.
Naos pencerelerinden sonra iç mekanda k.doğu-g.doğu da simetrik nişler yer alır ve nişlerin üst kotunda ve aynı akslar içerisinde kutsal bölüm bemayı aydınlatan dikdörtgen formlu aydınlatma pencereleri mevcuttur. Bu bölümdeki pencerelerin mevcut hali farklı kullanım amaçları için büyük ölçüde tahrip edilmiştir. Kuzeydoğuda yer alan aydınlanma penceresinin üst kot sövesi yıkılmış durumda olup pencere açıklığı kısmen taş örgü ile kapatılmıştır. İç mekanda alt kotta yer alan nişin içine kare kesitli küçük bir pencere açılmıştır. Günümüzde bu noktada iç mekana baktığımızda kilisenin bu köşesinde hali hazırda mevcut harabe kalıntılarından ve izlerinden yakın bir zamanda burada barınma amaçlı muhdes bir yapının inşa edildiğini görebiliyoruz.
Yine Güneydoğu cephede büyük ölçüde tahribat söz konusudur. Kilisenin iç mahallinde bu köşede apsis kısmını da kapsayacak şekilde zemin+ 1normal kattan oluşan bir konut inşa edilmiş olup cephede bu konuta ait üst kat pencere, zeminde taşlık ve ahır olarak kullanılan alt mekana açılan çift kanatlı ahşap bir kapı ve hemen yanında tek kanatlı ahşap ikinci bir kapı açılarak özgün yapıyazarar verilmiştir.
Ayrıca cephelerde ki pencere farklılıkları ve konumları apsis, narteks, naos gibi mekanların içerdeki mahallini dış cepheye yansıtmıştır.
Kuzey cephede doğu yönüne doğru belli noktalara metal kılıçlamalar yapılarak cephe güçlendirilmiştir. Yine cephenin bu kısmında düşeyde derin bir yapısal çatlak mevcuttur. Ayrıca bu güçlendirmenin bir benzeri metal kenetler ile pencerelerin üst söveleri boyunca alt kısımdan çevrelenmiş olup büyük ölçüde günümüze ulaşmıştır.
Güney cephede pencere açıklıkları büyük ölçüde kapatılmamıştır.
Doğu cephesinde dışa taşkın yarım yuvarlak apsisin orta aksında yuvarlak kemerli bir pencere yer alır. Mevcut durumda niteliksiz malzeme ile kapatılmıştır. Ayrıca güneydoğu köşe cephe boyunca pahlanmıştır. Dışa taşkın apsisin üst örtüsü alaturka kiremit kaplıdır.
Batı cephesinin cephe düzeni orta aksta ana giriş kapısı sağ ve sol aksta simetrik olarak tuğla örgü düze yakın hafif kavisli bir kemer sahip ikişer pencere yer alır. Pencerelerin etrafı taş söve görünümünü veren sıva ile şekillendirilmiştir.
Batı cephesinde orta aksta derin bir niş içerisinde yer alan ana giriş kapısı bulunur. Kapının niş içerisinde düzenlenmesi ile ön cephede derinlik oluşturularak cepheye hareket kazandırılmış, aynı zamanda giriş kapısı yağmur, kar ve güneş etkilerine karşı korunmuştur. Tuğla örgü yuvarlak kemerin içerisinde güneşi sembolize eden metal şebekeli aydınlık penceresi yer alır. Hemen altında taş düz lentolu kapı açıklığı ahşap çift kanatlı bir kapı ile örtülmektedir.
Ana giriş baş kemer kavsarası dışa doğru büyüyen bir kavisle açılır. Nişin iki yan cephesi iç yüzeyde ”c” kavisle dışa açılan düzenlenmiş olup iki yüzeyi birleştiren üst kemer ile beraber cepheye zenginlik kazandırılmıştır. Kemer üzengi seviyesinde, cephe yüzeyinde nişin her iki yanında günümüzde büyük ölçüde tahrip edilmiş olsa da sıva dolgu ile yapılan impost başlıklı pilastırlar zemin kotuna dek devam eder. Kilisenin ahşap çift kanatlı kapısı çakma tekniğinde yapılmıştır. Kapı düz,düşey tahtalarla yalın bir görünümdedir. İri başlı kalpaklı çiviler hem kapıyı süsler hem de arka kuşaklara tahtaları bağlar. Ahşap kapı kasasızdır. Menteşe olarak kullanılan dövme demirden yapılmış olan güllaplar kanatların taş sövelerle bağlantısını sövelerin yüzeyinde yer alan metal düşey kayıtlar üzerinden gerçekleştirmektedir. Kapı kapazlama yani bindirme kilitlidir.
Ahşap kapının üzerinde günümüzde mevcut olmayan dökme demirden bir ortodoks haç bezemesi ile 1887 tarihinin izlerini görebiliriz.Ana girişin düzenlemesi üst kotta kemerin hemen üzerinde yer alan tuğla örgü profilli silme ile sonlanır. Silmenin sıva dolguları büyük ölçüde zarar görmüştür. Silmenin hemen üzerinde ise kilisenin dikdörtgen formlu mermer kitabesi yer alır.Cephe günümüzde mimari öğeleri ile birlikte oldukça tahrip edilmiştir. Özgün kurgusunda sıvalı olan cephe mevcutta büyük oranda sıva kaybına uğramış ve çimento harçlı sıva ile lokal onarımlar görmüştür. Pencereler taş örgü ile kapatılmış olup ahşap kapı ve metal elemanları tahrip edilmiştir. Cephenin hemen kuzeydoğu köşesinde duvar örgüsü içinde devşirme (spoli) dikdörtgen formlu bir mermer yazıt mevcuttur.
Kilisenin özgün üst örtüsü tamamen yıkılmıştır. Güneybatı köşede küçük bir alanda mevcut olan ahşap konstrüksiyonlu alaturka kiremit ile aktarılan kırma çatı kalıntısı yapının özgün üst örtüsü değildir.
3.2 İç Mekan
İç mekanda doğu cephesinde harabe halde bir konut, kuzey cephe iç mekanda duvara bitişik yıkık halde bir konut ve çeşitli işler için kullanılan depolar yer alırken doğu ve güney duvarında da farklı muhdes yapılar mevcuttur. Batı cephesinde ise iç mekan nartekste niteliksiz şarap depoları yer alır. Tüm muhdes yapılarda yer yer kilisenin mimari öğeleri devşirme olarak kullanılmıştır.
Aynı döneme ait diğer kiliselerde olduğu gibi Aziz Georgios Kilisesi de dikdörtgen plan şemasına sahiptir. Yapının günümüze gelen dış duvarları ile ana mekandaki araştırma kazılarına ve mimari kurgunun geriye kalan izlerine dayanarak üç nefli ve tek apsisli olduğu tespit edilebilmektedir. İç mekân kurgusu; ibadet mekânına girişi hazırlayan narteks, ve üzerinde günümüzde mevcut olmayan ahşap galeri, ana mekân naos, kutsal bölüm bema,apsis ve doğu cephede yer alan ve dairesel formlu dışa taşkın apsisten meydana gelir.
Kilisenin iç mekânına; batı cephesinin orta aksı üzerinde tasarlanan yuvarlak kemerli ana kapı ve narteksin kuzeybatı ve güneybatı cephelerinde simetrik olarak yer alan iki giriş kapısı ile ulaşılır.
Yapının batı kısmında yer alan narteks kuzey- güney doğrultuda uzanan bir kurguya sahiptir. Narteksin kuzeybatı ve güneybatı cephelerinde yer alan yan girişler tuğla örgü düze yakın hafif basık kemerli olup dikdörtgen formlu kapı açıklıklarıdır. Kapı açıklıklarının düze yakın kemerlerinin hafifletme kemerleri de tuğla örgüdür. Kapı açıklığının hemen üzerinde yer alan ve kapı genişliğinde devam eden, dikdörtgen formlu aydınlık pencereleri ile dikkat çekicidir. Fakat günümüzde oldukça tahrip edilmiş durumdadır. Kuzey cephede yer alan kapı, çimento harçlı sıva ile tuğla örülerek kapatılmış olup üst pencere ise büyük ölçüde hasarlıdır. Pencere taş örgü ile kapatılmış dolayısı ile doğramaları günümüze ulaşmamış ve üst kot söveleri yıkılıp formu bozulmuştur.
Güneybatı cephede yer alan kapı ve üst pencereden oluşan bu ikili sistem, dış cepheye dayanan muhdes bir yapı (dükkan) ile kapatılmıştır.
Batı cephesinde ana giriş kapısının sağ ve sol aksında yer alan iki adet pencere, tuğla ve taş örgülerle kapatılmıştır. Nartekste bu cepheye bitişik niteliksiz tuğla ve çimento sıvalı şarap depoları olarak kullanılan yapılar mevcuttur.
Kiliselerde yaygın olarak gözlemlenen galeri katının varlığına dair yapıda narteksin üst kotlarında batı cephe ve kuzey-güney cephelerde de devam eden ahşap konstrüksiyonlu bir galerinin geçmişte var olduğuna dair mimari izler mevcuttur. Bu izler narteks yan kapılarının hemen başlangıç aksında simetrik olarak sonlanır. Yan kapılardan sonra günümüze ulaşabilmiş tek ahşap taşıyıcı sütunun olduğu noktada narteksten naos bölümüne geçilir.
Ana mekân naos bölümünde kuzey ve güney cephede yapının işlevselliğine ve morfolojik yapısına zarar veren niteliksiz muhdes (konut,ahır,depo…) yapılar mevcut olup genel olarak taban döşemesi de işlevine uygun olmayan kullanımlarla tahrip edilmiştir. Özgün döşeme molozlarla ve atıklarla kaybolmuş durumdadır.
Naosta günümüze ulaşan özgün kalıntıların en önemlisi ahşap taşıyıcı bir sütundur. Yapılan araştırma kazılarında bu sütunun mıhlarla temele sabitlendiği belirlenmiş olup sol aks ve sağ aksta da kutsal bölüme kadar simetrik olarak devam eden bir düzenlemeye sahip olduğu düşünülmektedir. Dolayısıyla ana mekândan günümüze özgün olarak gelen ve sol aksta yer alan bu taşıyıcı sütun ve mimari kalıntılardan elde edilen veriler ışığında kilisenin üç nefli olduğu sonucuna ulaşabiliyoruz.
Narteksin bir kısmını ve naosun hemen başlangıcını kapsayan harap durumda bir muhdes yapı mevcuttur. Bu yapıda özgün ahşap sütun mimari bir öge olarak kullanmıştır. Kuzey cephede muhdes yapı ile aynı eksende niteliksiz, çimento harçlı tuğla örgü sıralı depolar mevcuttur.
Naosun pencereleri uzun dikdörtgen formlu, tuğla örgü düze yakın basık kemerli ve dört adet olup yay kemerli hafifletme kemerlerine sahiptir.Bu mimari kurgu güney cephede de simetrik olarak tekrarlanmıştır. Kuzey cephede pencereler büyük oranda taş ve tuğla örgü ile kapatılmıştır. Özgün doğramalar günümüze ulaşmamıştır. Kuzey ve güney cephe pencerelerinde daha önce belirttiğimiz üzere büyük bir bölümde pencere üst sövelerinin alt kısmı yüzey boyunca metal kenetlerle çevrelenerek güçlendirme yapıldığı görülmektedir. Güney yönde naosun pencere açıklıklarında herhangi bir kapama yapılmamış olup doğrama aksamları mevcut değildir.
Güney cephede ise narteks yan kapısının olduğu eksende yapı kalıntısı yer alır. Özgün döşeme toprak, moloz, çalı vb. ile kapanmıştır. Güney cephenin doğu kısmında yakın dönemde kullanılan depo kalıntısı ve harabe halde geleneksel yöntemle inşa edilen bir köy evi mevcut olup yapıya büyük ölçüde zarar verilmiştir.
Cephede nişlerin hemen üzerinde yer alan özgün pencere açıklığı ahşap doğramalı, demir şebekeli bir konut penceresine dönüştürülerek özgün formu bozulmuştur. Ahır ve taşlık olarak kullanılan alt kata girişi sağlamak için cephede yer alan niş ahşap çift kanatlı bir kapıya hemen yanında kuzey cephenin simetrik düzenlemesine sahip nişlerden bir diğeri de ahşap tek kanatlı bir kapıya dönüştürülmüştür.
G.doğu cephede kutsal bölümün beden duvarlarının üst kotunda ses yankısının sağlanması için küpler konularak ses dizaynı sağlanmaya çalışılmıştır. Ayrıca özgün kurguda bu küplerden karşılıklı olarak k.doğu cephede de olması gerekmektedir. Fakat kuzey cephede küpler günümüzde mevcut değildir.
Doğu cephesinde giriş ekseninde yarım yuvarlak ana apsis; ve ana apsisin duvarında sağ ve sol aksta dikdörtgen ve yarım yuvarlak formlu ikişerden dört adet liturji (ayin) ile ilgili nişler mevcuttur. Kutsal bölümün kuzeydoğu ve güneydoğu cephesinde ise birbirleri ile simetrik olarak düzenlenmiş bir yarım yuvarlak kemerli bir niş hemen yanında düze yakın tuğla örgü kemerli bir niş ve bu nişin üstünde dikdörtgen şeklinde yine tuğla örgü düze yakın kemerli, daha küçük bir niş mevcut olup bu nişlerin üzerinde kutsal bölümü aydınlatan dikdörtgen formlu aydınlık cephe penceresi olan bir düzenleme yer alır.
Doğu cephesinin en belirgin öğesi, dışarı taşan dairesel planlı apsistir. Özgün kurguda apsisin tam ortasında yarım yuvarlak kemerli bir pencere yer alır. Fakat pencere tuğla örgü ile kapatılmıştır. daha önce belirttiğimiz gibi g.doğu ve k. doğucephesinde geleneksel sistemde yapılan muhdes konutlar doğu cephesini de kapsayarak özgün mimari dokuya ve tasarıma büyük oranda zarar vermiştir.Apsisin mimari hacmi muhdes konutun içine dahil edilerek işlevine uygun olmayan bir şekilde kullanılmış olup apsisin mimari öğeleri bu muhdes yapıda yer yer kullanılmıştır. Günümüzde bu yapıların kalıntıları görülebilmektedir.
Kilisenin plan şeması doğu cephesinde de dıştan yansıtılmıştır. Ana apsis dışa taşkın yarım daire olup apsisin yarım kubbesi ve kemer alınlığıdolgu ateş tuğla örgüdür. Kemerin simetri noktasında ki tahribat burada geçmişte bir ortodoks haçı olabileceğini akla getirir. Apsiste atıl durumda bulunan mermer mimari elemanlar olasılıkla bu mimari hacime ait olabilir. Ayrıca kilisenin harabe olan iç mekanında muhtelif yerlerde eski rumca yazılı ateş tuğlalara rastlanmıştır.
Narteksin batı cephesinde apsis ekseninde yer alan ana giriş kapısının hemen önünde yapılan araştırma kazılarında kilisenin taban döşemesinin, giriş eşik kotundan bir iki basamak aşağıda olduğu görülmüştür. Bu kazı sonucunda narteks özgün döşeme kaplamasının kilise zemin döşemelerinde sıklıkla görülen dikdörtgen formlu sal taşı olduğu tespit edilmiştir.
Diğer bir araştırma kazısı kuzey cephe yan nefte temel araştırma kazısı olarak yapılmıştır. Bu kazı sırasında narteksin hemen kuzey ekseninde yan nefin ahşap sütun kalıntısının temeline de ulaşılmıştır. Ahşap sütunun mıh denilen büyük çivi üzerine sabitlenmiş olduğunu gördük.Bu veriler ışığında ahşap sütunun varlığı ve konumu kilisenin tipolojisi ile ilgili veri oluşturmuştur.
4-Restitüsyon Raporu
Kilisenin özgün mimari karakterinin belirlenebilmesi ve dönemini yansıtan teknik bilgi ve yazılı – görsel belgeler elde etmek amacı ile yapılan detaylı araştırmalar rölöve çalışmaları ile eş zamanlı olarak gerçekleştirilmiştir. Şarköy Aziz Georgios (Tepeköy) Kilisesi ile ilgili olarak öncelikle üniversitelerin kütüphaneleri, Başbakanlık Osmanlı arşivleri, İstanbul Üniversitesi Fotoğraf Arşivi, IRCICA kütüphanesi, Atatürk Kitaplığı ve fotoğraf arşivleri,İstanbul Enstitüsü, Rum kilise mimarisi ile ilgili kaynak kitaplar taranmış ancak yeterli veriye ulaşılamamıştır. Ayrıca kilise yapıları ile ilgili sanat tarihçisi,mimar vb. uzmanlardan görüş alınmış, Aziz Georgios Kilisesi ile benzer tip yapılar incelenmiş tipoloji, plan ve mimari öğeler üzerinden tanımlanarak Rum kiliseleri ile karşılaştırılarak benzer uygulamalar tespit edilip gözlemlenmiştir. Bu bağlamda Aziz Georgios Kilisesi ile mimari kurgu olarak bazı benzerlikler gösteren Şirinçe Saınt John Kilisesini örnek verebiliriz.
Yapılan araştırma kazılarından elde edilen veriler ve mimari izlerden faydalanarak yapılan tespitler sonucunda elde edilen restitüsyon bilgileri çalışmamıza büyük oranda katkı sağlamıştır.
Rumların yazılı ve görsel kaynakları, gazete arşivleri taranmış dönemin sanat-mimari, kültürel, çevresel, tarihi, sosyal, toplumsal, gelişimleri, değişimleri ve olayları incelenmiş noktasal bazı verilere ulaşılmıştır.
Sözlü tarih araştırmaları kapsamında yörenin insanlarından edinilen bilgiler ışığında; dini inanç farklı bile olsa yapının ilçenin kültürel hafızası içinde önemli bir yere sahip olduğu gözlemlenmiş olmakla beraber koruma bağlamında büyük ölçüde aynı önem verilmemiştir.
Yapılan araştırmalarda kiliseye özel akademik herhangi bir yazılı belgeye ya da çalışmaya ulaşılamamıştır.
Söz konusu Aziz Georgios Kilisesi, Rum Ortodoks kiliselerinin Tekirdağ bölgesinde ki son örneklerinden biridir. Yapı günümüzde büyük ölçüde harap ve atıl durumdadır.
Genel olarak bölgede ki Rum Kiliseleri plan, kitle tasarımı, strüktür ve örtü sistemleri ile aynı dönemlerde İstanbul ve Anadolu da inşa edilen pek çok Rum kilisesi ile benzerlik gösterir. Yöresel taşla inşa edilen kiliseler, diğer yapılara göre daha anıtsal boyutları ve özenli giriş cepheleri ile dikkat çekerler.
Kiliselerde plan, strüktür ve örtü sistemleri bakımından birbirine benzeyen tek düzelik görülür hepsi bazilikal planlı olan kiliseler, genelde üç nefli ve narteksli bir mekan düzenlemesine sahiptirler. Batıda yer alan narteks genel olarak yapının içinde çözümlenmiştir. Narteksin yapının dışında olanlarına ve atrıumlu örneklere de az da olsa rastlanır. Rum kiliselerinde apsisler doğu ekseninde yarım daire şeklinde dışa çıkıntılıdır. Geleneksel yapım sisteminde yığma taş duvarlar inşa edilen kiliseler ahşap kırma çatıyla veya beşik çatıyla örtülüdür. Doğu – Batı yönünde dikdörtgen planda uzanan ana mekanı şekillendiren naoslar genellikle üç neflidir. Tek nefli örnekleri de mevcuttur. Yan neflerden daha geniş tutulan orta nefin doğu aksında apsis yer alır. Üst örtü iç mekanda genelikle, orta nefte basık tonoz, yan nefler de ise eğimli çatı düz ahşap kaplama ile kapatılır.
Aynı döneme ait diğer kiliselerde olduğu gibi Aziz Georgios Kilisesi de dikdörtgen plan şemasına sahiptir. Yapının günümüze gelen dış duvarları ile ana mekandaki araştırma kazılarına ve mimari kurgunun geriye kalan izlerine dayanarak üç nefli ve tek apsisli olduğu tespit edilebilmektedir. İç mekân kurgusu; ibadet mekânına girişi hazırlayan narteks, ve üzerinde günümüzde mevcut olmayan ahşap galeri, ana mekân naos, kutsal bölüm bema,apsis ve doğu cephede yer alan ve dairesel formlu dışa taşkın apsisten meydana gelir.
Kilisenin iç mekânına; batı cephesinin orta aksı üzerinde tasarlanan yuvarlak kemerli ana kapı ve narteksin kuzeybatı ve güneybatı cephelerinde simetrik olarak yer alan iki giriş kapısı ile ulaşılır.
Yapı geleneksel yapım sistemiyle kaba yonu taş yığma sistemde üç sıra tuğla hatıllı almaşık olarak inşa edilmiş olup iç çedarda yatay ahşap hatıllar da kullanılmıştır.
Kilisenin ahşap ana giriş kapısının üzerinde geçmişte metal plakalar çakılarak oluşturulan 1887 tarihi ve ortodoks haçının izleri okunabilmektedir.
4.1 Narteks
Kilisenin batı duvarı giriş cephesinde yer alan narteks kuzeybatı-güneybatı cephede devam edip dikdörtgen planlı ve harap durumdadır. Uzmanlarca yerinde yapılan incelemeler ve yapılan araştırma kazılarından elde edilen veriler değerlendirilerek kiliselerin mimari kurgusunda yaygın olarak kullanılan galeri katının varlığı, mimari izler ve kalıntılardan kolaylıkla tespit edilebilmektedir.
Galeri katı narteksin k.batı ve güneybatı cephede yer alan yan kapıların üzerinde yer alan aydınlatma pencerelerinin başlangıç aksında sona erer. Üst kat ahşap galerinin planı; narteksten naosa geçiş ekseninde yer alan ahşap sütunun varlığı ve uzman sanat tarihçi / mimarlardan ve benzer tipolojide olan yapılardan elde edilen bilgiler ışığında üst kat galeri katının ”s” kıvrımla orta nefe uzandığı ve narteksin k.batı ve g.batı cephelerinde ahşap galeriye çıkış sağlayan merdivenlerin ise üst kat mimari kurgusunu izleyen bir düzenleme içerisinde ahşap, üç kollu çeyrek ters döner olması gerektiği konusunda fikir birliğine varılmıştır.
Yapının ana giriş kapısı batı cephesinin orta aksında yer alır. Sağ ve sol aksta simetrik olarak tuğla örgü düze yakın hafif kavisli bir kemere sahip ikişer pencere yer alır. Ana giriş kapısı tahrip olmasına karşın büyük ölçüde özgündür. Tuğla örgü yuvarlak kemerli, demir şebekeli aydınlık pencereli, düz taş lentolu, ahşap çift kanatlıdır. Narteksin kuzey ve güney aksında simetrik olarak düzenlenen aynı eksende kapı ve üst pencereden oluşan ikili sistem yer alır. Yan girişler tuğla örgü düze yakın hafif basık kemerli olup dikdörtgen formlu kapı açıklıklarıdır. Yine hemen üzerinde dikdörtgen formlu aydınlatma pencereleri yer alır. Günümüzde harap ve üst kısmı yıkık durumda olan bu pencerelerin özgün kemer formunu sadece güneydoğu cephesinde konut penceresine dönüştürülen pencerenin tuğla örgü düze yakın hafif basık kemerinden tespit edebiliyoruz. Dolayısıyla tüm pencereler gibi üst kot pencereler de aynı mimari düzenlemeye sahiptir.
Nartekste yer alan yan kapılardan Kuzeybatı cephede bulunan kapı simetri aksında ki yan kapıya göre, eğimden dolayı zemin kotu daha yüksektedir. Başka bir deyişle kilisenin güney cephesini sınırlayan bahçe ile kuzey yan cephesini sınırlayan sokak farklı kottadır.
Kuzeybatı cephede yer alan yan kapı doğrudan sokağa ulaşımı sağlamaktadır. Kilisenin işlevini sürdürdüğü dönemde kuzeybatıda narteksin sokağa ulaşımını sağlayan kapının önünde günümüzde mevcut olmayan büyük olasılıkla ahşap tek kollu bir merdiven olmalıdır.
4.2 Naos
Ana mekân naos bölümünde kuzey ve güney cephede yapının işlevselliğine ve morfolojik yapısına zarar veren niteliksiz muhdes (konut,ahır,depo…) yapılar mevcut olup genel olarak taban döşemesi de işlevine uygun olmayan kullanımlarla tahrip edilmiştir. Özgün döşeme molozlarla ve atıklarla kaybolmuş durumdadır. Fakat yapılan yazılı ve görsel araştırmalarda konuya dair her hangi bir veriye rastlanmamış olup bir uzman görüşü olarak zemin kaplamalarının kiliselerde sıklıkla kullanılan ve nartekste yapılan araştırma kazılarında da ortaya çıkan aşınmaya ve suya dayanıklı dikdörtgen sal taşının narteks ve naosta kullanılmış olabileceği belirtilmiştir.
Naosta günümüze ulaşan özgün kalıntıların en önemlisi ahşap taşıyıcı bir sütundur. Yapılan araştırma kazılarında bu sütunun mıhlarla temele sabitlendiği görülmüştür. Ana mekândan günümüze özgün olarak gelen ve sol aksta yer alan bu taşıyıcı sütunun varlığı ve mekân konumunun mimari hacimde bir karşılığı büyük ölçüde olmalıdır. Sonuç olarak uzman mimar/sanat tarihçilerden alınan görüşler ile elde edilen veriler ışığında kilisenin üç nefli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Naosta pencereleri kuzey ve güney cephelerde simetrik olarak düzenlenmiş olup her cephede dört adet pencere vardır. Bu pencereler uzun dikdörtgen formlu, tuğla örgü düze yakın basık kemerli ve dört adet olup yay kemerli hafifletme kemerlerine sahiptir. Pencere doğramaları mevcut değildir.
4.3 Apsis
Doğu cephesinde giriş ekseninde yarım yuvarlak ana apsis; ve ana apsisin duvarında sağ ve sol aksta dikdörtgen ve yarım yuvarlak formlu ikişerden dört adet liturji (ayin) ile ilgili nişler mevcuttur. Kutsal bölümün kuzeydoğu ve güneydoğu cephesinde ise birbirleri ile simetrik olarak düzenlenmiş bir yarım yuvarlak kemerli bir niş hemen yanında düze yakın tuğla örgü kemerli bir niş ve bu nişin üstünde dikdörtgen şeklinde yine tuğla örgü düze yakın kemerli, daha küçük bir niş mevcut olup bu nişlerin üzerinde kutsal bölümü aydınlatan dikdörtgen formlu aydınlık cephe penceresi olan bir düzenleme yer alır.
Doğu cephesinin en belirgin öğesi, dışarı taşan dairesel planlı apsistir. Özgün kurguda apsisin tam ortasında yarım yuvarlak kemerli bir pencere yer alır. Kilisenin plan şeması doğu cephesinde de dıştan yansıtılmıştır. Ana apsis dışa taşkın yarım daire olup apsisin yarım kubbesi ve kemer alınlığı dolgu ateş tuğla örgüdür. Dış cephede apsisin dışa taşın kısmında özgün üst örtüsü alaturka kiremit ile aktarılmıştır. Apsiste atıl durumda bulunan mermer mimari elemanlar büyük olasılıkla bu mimari hacime ait olmalıdır. Ayrıca kilisenin harabe olan iç mekanında muhtelif yerlerde eski Rumca yazılı ateş tuğlalara rastlanmıştır. Apsis ve kutsal bölümün zemin döşemesi belirlenememiş fakat bu bölümde atıl durumda bulunan mermer parçaları üzerine uzman görüşü alınarak ve benzer tipolojide ki yapılar incelenerek bu mimari hacmin zemin döşemesinin mermer kaplama olması konusunda fikir birliğine varılmıştır.
Buna göre restitüsyonda alınan kararlar şunlardır;
Yapı üzerinde izi bulunmayan, kaynaklarda özgününe dair her hangi bir veriye rastlanmayan bazı konularda, yörede yapılan sözel görüşmeler ve uzman mimar ve sanat tarihçilerden görüş alınarak fikir birliğine ulaşılmış ve benzer tipolojide ki yapılar incelenmiştir. Bu bağlamda;
İç mekân döşemesi narteks ve ana mekanda sal taşı, kutsal bölümde mermer olarak belirlenmiştir.
Özgün mimari kurguda yapının tüm iç ve dış cephe yüzeylerinin sıvalı olduğu cephe yüzeylerinde ki sıva kalıntılarından izlenmektedir. Sıva kireç esaslı kıtıklı harçtır. Ayrıca sıva üzerinde her hangi bir duvar resmine veya izine rastlanmamıştır.
Yapının üst örtüsü için mimari izler ve uzmanlardan alınan görüş doğrultusunda ahşap konstrüksiyonlu beşik çatı olup alaturka kiremit ile aktarılmalıdır. yapıyı çevreleyecek olan saçak silmesi, ana giriş kapısının hemen üzerinde yer alan tuğla örgü profilli silmenin devamı niteliğinde cephe düzenlemesinde estetik olarak bütünlük sağlamalıdır. Böylece profilli saçak silmesi taş veya tuğla örgüden ve sıvalı olmalıdır. Dışa taşkın apsisin saçak silmesi de profilli taş veya tuğla örgü ve sıvalı olarak uygulanmalıdır.
– Yapıda iç mekanda ki ve dış cepheye bitişik nizamda yapılan niteliksiz eklerden ve kalıntılardan arındırılmalıdır.
Kilise tipolojisi üç nefli bazilikal planlıdır. Nartekste yer alan ahşap konstrüksiyonlu kadınlar mahfili (galeri) ve narteksin sağ ve sol aksında simetrik olarak yer alan üç kollu çeyrek ters döner ahşap merdivenler restitüsyon projesi esas alınmalıdır.
-Yapıda ki tüm pencere ve kapı doğramaları günümüze ulaşmamış olup beden duvarları ve tüm kapı -pencere açıklıkları restitüsyonda aynen korunmuş ve ahşap çift kanatlı doğramalar – ahşap çift kanatlı kepenkli olarak restitüe edilmiş ve sıvalı olarak önerilmiştir.
Dış cephe özgün sıvasına uygun olarak hazırlanan harç ile sıvanıp ve sıva üzeri boya önerilmiştir.
İç mekanda ki yapı kalıntıları ve molozlar temizlenmeli ve yapının kuzey – güney neflerinde ve bema-apsis gibi mimari hacimlerin zemininde araştırma kazıları yapılmalıdır. Buna göre bu mekânların döşemesi restitüsyon projesine uygun olarak revize edilebilir.
5-Restorasyon Raporu
Kilise restorasyonu restitüsyon doğrultusunda yapılacaktır. Buna göre;
*Öncelikle yapı içerisindeki ve dış cephesine bitişik durumdaki tüm muhdes ekler tamamen kaldırılmalıdır.
*Yapılar kaldırıldıktan sonra alanda tespit edilen döşeme kotuna kadar yapı içinde kotlama çalışması, hafriyat çalışması yapılmalı; özgün döşeme seviyesine inilmelidir. Kazı itina ile yapılmalıdır ki alt katmanda bulunabilecek özgün döşeme var ise zarar verilmemesi gerekmektedir.
*Yapı beden duvarlarında muhdes olan pencere kapamaları alınmalı, üst kotta harç özelliğini yitirmiş örgüler yerinden alınmalı, restitüsyon projesine uygun olarak özgün harç ve duvar örgü sistemine göre örülmelidir.
*Derz açımdan sonra duvarlarda çatlak tespiti yapılması durumunda;
*1 cm’ e kadar çatlaklarda özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması
*1-4 cm arasında olan çatlaklara paslanmaz kenetlerle dikiş atıldıktan sonra özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması
*4 cm den büyük olan çatlakların 15-20 cm kadar çevresinin çürütülerek özgün malzeme ve sistemine uygun olarak yeniden örülmesi ve özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması; önerilmektedir.
*Uygulama sırasında temel durum tespiti için kısmi sondajlar açılmalıdır. Temel sistemi uzmanlar tarafından incelenmelidir. Temellerde eğer çatlak tespit ediliyorsa duvarlarda önerilen çatlak müdahale yöntemleri temel duvarlarında da uygulanmalıdır.
*Ayakta kalan ve iyi durumda olan duvarların özgün taş ve tuğla örgüsü ile korunacaktır. Malzeme kaybı olan bölümlerde çürütme tümleme yapılacaktır. Tümleme malzemesi özgün taş özelliğine uygun taş ile yapılmalıdır. Derzlerin tamamı sökülerek özgün derz karışımlı harç ile yeniden derzleme yapılmalıdır. Derzleme yapıldıktan sonra horasan sıva ile iç ve dış cepheler sıvanmalıdır.
*Çatı sistemi restitüsyona uygun olarak yapılmalıdır. Ahşap makas sistemine göre çözümlenecek çatı da kaplama tahtası üzerine rufoline ve alaturka kiremit örtüsü yapılacaktır.
*Yapı günümüze büyük ölçüde yıkılmış durumda gelmiştir. Duvarlarının üst kot bölümleri de büyük ölçüde yıkılmıştır. Bu nedenle öncelikle duvarlardaki güçlendirmeler yukarıda sıralanan maddelere göre tamamlanmalıdır. Çatı sistemi kurgulanmadan önce restorasyon projesine uygun olarak naostaki ahşap sütunlar imal edilmelidir. Projede ahşap sütunlar taş kaide üzerine oturtulmuştur. Ahşap sütunlar paslanmaz tijler ile taş kaideye ankre edilmelidir. Daha sonrasında çatı karkas sistemi yapılmalıdır.
*Duvarlardaki çimento harçlar ve sıvalar raspalanacaktır.
*Paslanmış olan demir kılıç ve lentoların üzeri mekanik temizlik ile pastan arındırılacak üzerine antipas ve siyah yağlı boya uygulanacaktır.
*Zemindeki toprak alımı sırasında alt katmanlardan çıkacak izlere farklı bulgulara göre proje tadilatı yapılarak ilgili koruma kurulu onayından sonra uygulamaya devam edilmelidir.
*Duvarların rijitliği için duvar üst kotunda paslanmaz L profillerle hatıl sistemi oluşturulmalıdır. Bu şekilde yapının yanal kuvvetler etkisinde açması önlenmiş olur.
*Kullanılacak tüm ahşap elemanların fırınlanmış, emprenye edilmiş ve yangına karşı koruyucu boya ile boyanmış olması gerekmektedir.
*Kapı ve pencere doğramları projesine uygun olarak yeniden yapılmalıdır. Giriş kapısı özgün olup çürüyen bölümleri dışında korunması önerilir.
*Duvarlar sıvalı olarak önerilmiştir.
*Zemin kaplaması kazıda çıkan veriler doğrultusunda taş kaplamadır.
*Eğimli bir arazi üzerine oturan yapının üst kotta kalan bahçesi betonarme perde duvar üzeri taş kaplama olarak önerilmiştir. Eğimli arazi olması nedeni ile ana taşıyıcısı betonarme önerilmiştir.
*Bahçe içine zemin altına tuvalet birimleri önerilmiştir.
Kaynakça
”19. yüzyıl Kayseri kiliseleri için koruma önerileri” itüdergisi/ a mimarlık, planlama, tasarım Cilt:7, Sayı:2, 26-37, Eylül 2008
Tekfurdağı Sancağı’nın Sosyal ve Ekonomik Yapısı (1890-1902),makâle, Ümit Ekin/ Hümmet Kanal
İstanbul’da Ermeni-Rum Kiliseleri Krizi ve Ermenilere Tanınan Yeni İmtiyâzlar (1890-1891), Ramazan Erhan Güllü
10.‘Badgerazart Pınaşkharhig Pararan’ (Resimli Dünya Sözlüğü), H.S. Eprigyan, Venedig, 1902
http://www.agos.com.tr , Çanakkale, Gelibolu, Tekirdağ Ermenilerine ne oldu?,makale, Zekeriya Mildanoğlu
Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin Din-İbadet, Egitim-Ögretim Hürriyetleri ve Bu Bakımdan “Kilise Defterleri”nin Kaynak Olarak Önemi (4 numaralı kilise defteri’nden örnek fermanlar), Ali Güler
Kumkapı Surp Vortvots Vorodman Kilisesinin Yapım Sistemi Ve Onarım Sürecinin Değerlendirilmesi, tez,Rahmi Hızır
“Kuzey Marmara sahilleri ve ard alanında şehirleşmenin tarihi süreci: XVI.-XVII. yüzyıllarda Tekirdağ ve yöresi”, Doktora Tezi, Hacer Ateş, İstanbul Üniversitesi SBE, 2009.
Tekirdağ ilinin batısında yer alan Malkara ilçesinin Gazibey Mahallesinde 210 ada 46 parselde yer alan tarihi yapı Edirne Anıtlar Kurulu tarafından tescillenmiş olup mülkiyeti Tekirdağ Belediyesi’ne aittir. Mevcut yapı günümüzde harabe, atıl ve harap durumdadır.
Korunması gereken bir kültür varlığı olarak yapının mevcut durumundan kısaca bahsedersek; bakımsızlık, atmosferik koşullar, çevresel etkiler ve özgün fonksiyonuna uygun olmayan kullanımlar nedeni ile yapı kısmen fiziksel ve mekanik tahribata uğramıştır.
Zaman içerisinde kesme taş duvar içerisinde harç boşalması ve yer yer taş düşmeleri, duvarlardaki çatlamalar ve açılmalar, yapı malzemeleri üzerinde gözlenen yüzey kayıpları, derz boşalması, nemlenme, tuzlanma,parça kopmaları, mantar oluşumları gibi malzeme bozulmaları, metal elemanlardaki korozyon, kapatılmış özgün açıklıklar yapının genel hasarlarıdır.
Yapıda betonarme/ çimento sıva uygulamaları ve arka kısa cephede-iç mekânda muhdes ekler hem görsel hem de fiziksel açıdan uyumsuz olup yapıya zarar vermiştir.
Zemin kat+1 normal kattan oluşan yapı dikdörtgen planlı, ayrık nizamlıdır.
Kireç esaslı bağlayıcı harç ile keşan taşından yığma kagir sistemde inşa edilen yapıdan günümüze sadece beden duvarları ve özgün kurguya ait mimari izler ve öğeler ulaşmıştır. Yapının köşelerini ve çatı hizasında üçgen alınlık duvar hattını vurgulayan bosajlı kesme taşlar kullanılmıştır. Yine yapının dış cephe pencereleri ve kapı sövelerinde de kesme bosajlı taşlar kullanılmıştır.
3.1 Dış cephe
Dış cephe mimari gelişimi ön ve arka kısa cephe simetrik bir düzenlemeye sahiptir. Pencereler üçlü grup halinde zemin ve 1. katta simetri ekseninde yer alır. Sol uzun cephede zemin kat orta aksta yer alan bir ana giriş kapısı her iki yanında ikişer pencere ve kapının hemen üzerinde 1. kat simetri aksında dışa taşkın metal profillere oturan harap bir balkon yer alır. Balkonun döşemesi niteliksiz, donatılı betondur. Balkonun özgün kurguda mevcut olan demir korkuluğu günümüze ulaşmamıştır. Balkonun her iki yanında ikişer cephe penceresi yer alır.
Sağ uzun cephede ise özgün mimari kurguda zemin katta beş, üst katta da beş adet olmak üzere pencere açıklığı mevcuttur.
Kat yükseklikleri tüm cephede bosajlı dikdörtgen uzun kesme taş silmelerle vurgulanmıştır. Silmelerin olduğu hizada belli aralıklarla cephede güçlendirme için tüm cepheyi çevreleyen metal kılıçlamalar yapılmıştır. Dış cephe sıvasız taş örgüdür.
Yapının çatıya geçiş kenarı tüm cepheyi çevreleyen taştan içbükey profilli saçak olup furuşlarla hareketlendirilmiştir. Ön cephe ve arka cephe kısa kenarlar çatının üçgen alınlık duvarı ile biter. Bu üçgen alınlık duvarlarının orta aksında birer pencere yer alır.
Hali hazırda pencere ve kapı doğramaları mevcut olmayıp açıklıklar büyük oranda tuğla ve taş örgülerle kapatılmıştır. Ön kısa cephede zemin kattın sağ aksında ve sağ uzun cephenin de orta aksında olmak üzere yer alan pencereler niteliksiz bir müdahale kapıya dönüştürülerek özgün mimari kurguya zarar verilmiştir.
Yapının üst örtüsü günümüze ulaşmamış olup özgün kurguda ahşap konstrüksiyonlu beşik çatı ve alaturka kiremit ile aktarılmış idi. Ön cephede büyük ölçüde günümüze ulaşan çatı üçgen alınlık duvarı arka cephede yıkılmıştır.
3.2 İç mekân
Yapının iç mekânında yoğun olarak ağaçlanma ve bitkilenme ile oluşan kökler yapısal hasarlara sebep olmuştur. Binanın sorunlarını ve özgün detaylarını tespit edebilmek için iç mekânda moloz ve atıkların temizlenmesi, bitkilenmenin sonlandırılması gerekmektedir. Dikdörtgen planlı yapının ön cephe sağ aksında betonarme yapı kalıntısı mevcuttur. Ayrıca binanın elektrik santrali olarak kullanıldığı dönemde zeminde kullanım işlevine uygun olarak muhdes betonarme teknik donatı öğeleri görülmektedir.
Günümüze ulaşmayan normal katın iç mekânda duvar içinde gizlenen ahşap kirişler ile özgün kat yükseklikleri tespit edilebilmektedir. Ahşap kirişler bindirme sistemde olup metal kenetler kullanılarak güçlendirilmiştir. Üst kotta beden duvarlarında saçak altından başlayan yer yer taş düşmeleri ve kısmi yıkılma söz konusudur.
Giriş cephesinde zemin kat orta aksta ana giriş kapısı yer alır. Kapının dıştan bosajlı taş kemeri iç cidarda tuğla örgü basık yuvarlak kemerli olup metal profil lentosu mevcuttur. Aydınlık penceresi tuğla örgü ile kapatılmıştır. Kapı doğramaları günümüze ulaşmamıştır. Kapının her iki yanında iç mekânda tuğla örgü yuvarlak kemerli dar, uzun ikişer pencere yer alıp pencere doğramaları mevcut değildir. Üst kat cephe de ise orta aksta balkona açılan kapı ve balkonu taşıyan ve ahşap kirişlere bindirilen metal profil çıkmalar mevcut olup kapı ve cephe düzenlemesi zemin kat ile simetriktir.
Sağ cephede zemin katta orta aksta yer alan pencere kapıya dönüştürülmüş olup metal çift kanatlı muhdes bir kapı mevcuttur. Kapının sağ ve sol yanında yer alan ikişer pencere ise tuğla örgü ile kapatılmış olup sağ ve ön cepheye bitişik betonarme yapı kalıntıları yer alır. Üst katta ise beş adet pencere yer alır pencere boşlukları kısmen tuğla örgü duvar ile kapatılmıştır.
Özgün kurguda ön ve arka kısa cephelerde zemin ve üst katta üçer adet pencere yer alıp her iki cephede simetrik özellik gösterir. Ön kısa cephenin zemin katında sağ penceresi kapıya dönüştürülerek özgün kurguya zarar verilmiştir.
Yapının pencereleri dış cephede bosajlı taş basık yuvarlak kemerli, iç çedarda tuğla örgü basık yuvarlak kemerlidir. kemerlerin karnında kilit taşının simetriğinde metal kenetler ile güçlendirme yapılmıştır. Uzun,dar ve dikdörtgen formlu olan pencerelerin doğramalarına dair mimari bir iz olmamasına rağmen eski fotoğraflarında ahşap çift kanatlı olduğu görülmekte olup zemin katta dökme demir, mızrak uçlu metal şebekelidir. Bu metal şebekelerin bir kısmı günümüze ulaşabilmiştir.
İç mekânda pencere ve kapı sövelerinde ve kemer karınlarında kireç esaslı özgün sıva üzeri boya izleri takip edilebilmektedir. Özgün kurguda iç cephe duvarların sıvalı olduğu tespit edilebilmektedir.
Yapının üst örtüsü mevcut değildir. Fakat mimari izlerden ve eski bir fotoğrafına dayalı olarak ahşap konstrüksiyonlu, üçgen alınlık duvarına sahip, beşik çatılıdır. Üçgen alınlık ve ortasındaki aydınlatma penceresi bir çatı katı görüntüsü verse de yapının beden duvarlarında izlenen tavan döşeme izi ve alaturka kiremitli saçak örtüsü kalıntıları çatı konstrüksiyonun ve tavan döşemesinin kotunu göstermektedir.
4-Restitüsyon raporu
Yapının özgün mimari karakterinin belirlenebilmesi ve dönemini yansıtan teknik bilgi ve yazılı – görsel belgeler elde etmek amacı ile yapılan detaylı araştırmalar rölöve çalışmaları ile eş zamanlı olarak gerçekleştirilmiştir. Yapı ile ilgili olarak öncelikle üniversitelerin kütüphaneleri, Başbakanlık Osmanlı arşivleri, İstanbul Üniversitesi Fotoğraf Arşivi, IRCICA kütüphanesi, Atatürk Kitaplığı ve fotoğraf arşivleri, İstanbul Enstitüsü, Rum- Ermeni mimarisi ile ilgili kaynak kitaplar taranmış ancak yeterli veriye ulaşılamamıştır.
Malkara ile ilgili belgeler incelendiğinde yapının değirmen yapısı ya da okul yapısı olma ihtimalleri üzerinde durulmuştur.
Bölgede ki gayrimüslimlerin yazılı ve görsel kaynakları, gazete arşivleri taranmış dönemin sanat-mimari, kültürel, çevresel, tarihi, sosyal, toplumsal, gelişimleri, değişimleri ve olayları incelenmiş noktasal bazı verilere ulaşılmıştır.
Sözlü tarih araştırmaları kapsamında yörenin insanlarından edinilen bilgiler ışığında; dini inanç farklı bile olsa yapının ilçenin kültürel hafızası içinde önemli bir yere sahip olduğu gözlemlenmiş olmakla beraber koruma bağlamında büyük ölçüde aynı önem verilmemiştir.
Cumhuriyet Döneminde elektrik santrali olarak kullanılan yapının özgün işlevinin ne olduğu konusunda farklı fikirler vardır. Bu fikirlerden biri yapının metropolit evi olduğu yönündedir. Fakat bu yapının metropolit evi olması kilise yönetim hiyerarşisi, ilçenin o dönemde ki konumu ve ilçeyi yöneten idari yapı göz önüne alındığında söz konusu değildir. Metropolit Hristiyanlıkta bir bölgenin tüm kiliselerinden sorumlu piskopos veya başpiskoposu olup kilise hiyerarşisinde bulunduğu görev tanımı ve konumu itibari ile bölgenin merkez ilçesinde görevli olması gerekir. Malkara o dönem sancağın bir kazası konumunda idi. dolayısı ile Malkara’nın dönemin idari yönetiminde metropolit görev almaz.
Diğer farklı bir görüş ise bu yapının bir Ermeni kilisesi yönünde olduğu bununla ilgili olarak bazı birkaç resmi kurumun sayfasında ve Ermenice bir iki internet sitesinde bahsedildiği üzere burası bir kilise yapısı da değildir. Kiliselerin plan, kitle tasarımı, mimari ögeleri, doğu-batı yönlü konumlanışı gibi birçok ortak özellikleri vardır. Fakat mevcut yapı tipoloji, konumlanma ve bu mimari kurgudan uzaktır.
Bir diğer görüşü de belirtmeden geçemeyeceğiz. Yapının bir un fabrikası ve değirmeni yani sanayi yapısı olduğu fikridir. Yazılı ve görsel araştırmalarda ilçede iki adet un fabrikasından söz edilmesine rağmen, yapıda konu ile ilgili olarak ne bir mimari düzenleme ne de teknik bir düzenleme ve donatı izine rastlanamamıştır.
Üçgen alınlıklı beşik çatı formu ile değirmen binasını andırsa da incelenen İstanbul Kasımpaşa Değirmeni, Paşalimanı Değirmesi, Unkapanı Değirmen yapılarının son katlarına üçgen alınlıklı bölümünde dahil edildiği yani son katta makas sistemlerinin görüldüğü bir planlama anlayışı tespit edilmiştir. Bizim yapımızda ise bulunan belgelerde alınlık olmasına karşı çatının kata dahil edilmediği belge 2 nolu fotoğraftan gözüken ters tavan çıtasından anlaşılmaktadır. Bunun dışında çatı arasına bakan pencere formu değirmenlerde elips yada yuvarlak iken burada yuvarlak kemerli dikdörtgen formludur. Bu pencerenin çatı havalandırılması için kullanıldığı düşünülmektedir.
İncelenen un değirmenleri yapılarının tek yapı olmadığı lojman, fırın, depo gibi ek birimlerinin sahip olduğu ve çok katlı olduğu tespit edilmiştir. Bunun dışında oturum alanının da çok daha büyük olduğu görülmüştür. 46 parseldeki yapı böyle bi komplekse sahip olmamakla birlikte bu yapı toplulukları ile ilgili elimizde bulunan tarihi bilinmeyen eski fotoğrafta (bkz.belge 1) yapı etrafında başka bir yapı görülmemektedir. veri yoktur. Değirmen yapılarına göre ise küçük ve az katlıdır. Bunun dışında pencere ebatlarını bakılacak olursa un değirmeni yapılarında pencere yüksekliklerinin az olduğu görülmüştür. Ancak 46 nolu parseldeki yapı pencere yükseklikleri değirmen yapılarındaki pencere yüksekliklerinden çok daha fazladır.
Diğer bir görüş ise gayrimüslim cemaatlere ait bir okul olabileceği yönündedir. Ki ermeni yazılı kaynaklarda yapının bulunduğu mahallede ve civarında ve Mamigonyan ile Hıristiyan adlı beş yıllık 173 erkek ve 129 kız öğrenci ile 7 öğretmenin bulunduğu iki okula sahiptiler. Bir diğer yazılı kaynak ise 1901 Edirne Vilayeti Salnamelerinde yörede iki ermeni okulun varlığı tespit edilebilmektedir. Yapılan araştırmalar sonucunda yapının bir okul olduğu kabul edilmiştir.
Gayrimüslim okulları incelendiğinde bulunduğu yerdeki öğrenci sayısına göre tek katlı yada çok katlı okul yapıları tespit edilmiştir. Yapı oturum alanıda yine öğrenci sayısına göre büyük yada küçük dönem örneklerinin olduğuda araştırmalar sürecinde yapılan tespitlerdir. Araştırma sürecinde 46 parsel ile benzerlik gösteren okul yapıları raporlanmıştır. Buna göre;
AYA KİRYAKİ OKULU
PAPAZ KÖPRÜSÜ RUM OKULU
ZAGOR-PATİKO OKULU
KUMKAPI IOAKİMİON RUM KIZ LİSESİ
YANYA POGON OKULU
Yapıdan günümüze sadece beden duvarları kalmış olup cephe düzenlemesinde yapının günümüze ulaşan en eski fotoğrafı ve mimari izler esas alınarak restitüe edilmiştir.
Yapının tek giriş kapısı sol cephede orta aksta yer alıp dıştan taş, içten tuğla örgü basık yuvarlak kemerli olup aydınlık pencereli, ahşap çift kanatlıdır. Ayrıca kapının aydınlık penceresinin doğramaları ahşap olup sabit kasetleme çıtalıdır. Tüm pencere doğramaları gibi bu cephede de ahşap ve üst kotta sabit kasetleme çıtalı, alt kotta çift kanatlı olup zemin katta dökme demir mızrak uçlu şebekeler yer alır. Giriş kapısının sağ ve sol ekseninde ikişer pencere yer alırken bu düzenleme simetrik olarak üst katta da tekrarlanmıştır. ayrıca yapıda ki tüm pencereler de içten tuğla örgü basık kemerli, dıştan taş örgü basık kemerli olup içte kemerlerin üzerinde tuğla örgü hafifletme kemerleri yer alır.
Yine sol cephenin giriş aksının üzerinde yer alan çıkma balkon demir korkulukludur. Büyük olasılıkla yapının arka cephesinde günümüzde de mevcut olan betonarme niteliksiz muhdes ek yapılırken balkonda bu dönemde betonarme olarak yenilenmiştir.
Ön ve arka kısa cephelerde alt ve üst katta üçer pencere mevcut olup çatı alınlık duvarında da birer aydınlatma penceresi yer alır. Ön cephenin zemin katında sağ eksende yer alan pencere kapıya dönüştürülerek özgün mimariye zarar verilmiştir. aslına uygun olarak onarılmalıdır. Çatının üçgen alınlık duvarının aydınlanma penceresi de bosajlı taş basık kemerli olup tuğla örgü ile kapatılmıştır. Pencere özgün mimari kurguda diğer cephe pencerelerinde olduğu gibi ahşap kasetleme çıtalı ve tek kanatlıdır.
Sağ uzun kenar cephede de zemin katta beş, üst katta beş cephe penceresi yer almaktadır. Yapıda ki diğer tüm pencere açıklıkları gibi büyük ölçüde niteliksiz malzemeler ile kapatılmıştır. Ayrıca yine sağ cephenin zemin katının orta aksında kapıya dönüştürülen pencere açıklığı aslına uygun olarak restore edilmelidir.
Yapının ana kütlesinin köşelerini ve çatı hizasında üçgen alınlık duvar hattını vurgulayan bosajlı kesme taşlar kullanılmıştır. Aynı şekilde yapının dış cephe pencereleri ve kapı sövelerinde de kesme bosajlı taşlar kullanılmış olup kat silmeleri de dikdörtgen bosajlı taşlar ile vurgulanmıştır. Cephede saçak altı içbükey profilli silmesi taş furuşlarla hareketlendirilmiştir.
Yapıya bitişik arka cephede yer alan betonarme muhdes ek yapı binanın silüetini bozmakta olup bina bu ve benzeri tüm muhdes eklerden restitüsyon projesinde kaldırılmıştır.
Zemin ve bir normal kattan oluşan yapının iç mekânda kat izleri takip edilebilmektedir. Beden duvarlarının içine yerleştirilen ahşap kirişler bindirme tekniğinde olup metal kenetlerle sabitleme ve güçlendirme yapılmıştır. Dolayısıyla kirişleri ahşap olan yapının bu ahşap bağlayıcı ve konstrüksiyon düzenlemesini tamamlaması için taşıyıcılar da ahşap olmalıdır. Yakın döneme ait bir fotoğrafta ise ahşap çatı ve ahşap döşeme sistemi kısmen de olsa görülmektedir. Ayrıca üst katın ahşap tavan döşeme izi sağ cephenin üst kotunda tespit edilebilmektedir. Buna göre üst katın tavan döşemesi Ters tavan sistemde ve yalındır. Bu tür tavanlar kirişler üzerine, ince lama şeklinde merteklerin yan yana sıralanmasıyla ya da hasır ve buna benzer malzemelerin kirişlerin üzerine serilmesiyle oluşturulur. Ters tavanlarda kirişler, odanın içerisinden kaplanmadığı içinaçıkta kalır. Yapının günümüze ulaşmayan üst örtüsü geçmişte ahşap beşik çatı olup alaturka kiremit ile aktarılmıştır. bugün yapının beden duvarlarının üst kotlarında çatı sisteminin mimari izlerini görebilmekteyiz. Dolayısıyla ahşap döşemeler, kirişler ve çatı sistemi; yığma duvarları yatay düzlemde bağlayarak taşıyıcı çerçeveyi tamamlarlar.
Bu bağlamda yapı üzerinde izi bulunmayan, kaynaklarda özgününe dair herhangi bir veriye rastlanmayan bazı konularda, uzman inşaat mühendisi, mimar ve sanat tarihçilerden görüş alınarak fikir birliğine ulaşılmış ve benzer tipolojide ki yapılar incelenerek elde edilen bilgiler diğer mevcut mimari izler doğrultusunda şekillenmiştir. Takiben yapının iç mekan düzenlemesi ve mimari kurgusunda restitüsyon projesi esas alınmalıdır.
Buna göre ana giriş kapısının olduğu eksende geçiş holü ve sol cephe duvarına bitişik ahşap iki kollu yarım döner merdiven ahşap dikmeler ve ahşap bağdadi bölme duvarlar ile düzenlenen dikdörtgen planlı bir mimari hacim içerisinde yer alır. Sol cephenin orta aksında ki pencere merdiven kovasının içerisinde düzenlenmiştir.
Bu holden aynı simetri aksında yer alan iki ahşap kapı dersliklere açılır. Üst katta balkona ve dersliklere açılan merdiven holü yer alır.
Binada yapılan araştırma kazısında taş zemin döşemesi ile karşılaşılmış olup zemin kat bu bulguya göre restitüe edilmiştir. Üst kat ise yakın dönem bir fotoğrafa dayanarak ve mimari izlerden elde edilen bulgulardan ahşap kaplama olarak düzenlenmiştir.
Yapının dış cephesi sıvasız iç cepheleri sıvalı olarak önerilmiştir. İç mekanda sıva izleri pencere nişlerinde ve yer yer duvar yüzeylerinde takip edilebilmektedir.
Buna göre;
– Yapıda iç mekanda ki ve dış cepheye bitişik nizamda yapılan niteliksiz eklerden ve kalıntılardan restitüsyon projesinde arındırılmıştır.
Yapıda ki tüm pencere ve kapı doğramaları günümüze ulaşmamış olup tüm kapı -pencere açıklıkları restitüsyon da aynen korunmuş ve doğramalar açıklığın üst kotunda sabit kasetleme çıtalı olup ahşap çift kanatlı olarak restitüe edilmiş ve sıvalı olarak önerilmiştir.
– Zemin katta döşeme taş, üst katta ise ahşap kaplama olarak önerilmiştir.
Üst örtü ahşap konstrüksiyonlu beşik çatı sistemde ve alaturka kiremit ile örtülmüştür.
5-Restorasyon Raporu
46 parselde bulunan taşınmaz kültür varlığının mimari restorasyonu restitüsyona uygun olarak yapılacaktır. Ancak yapının kullanımı kent müzesi olarak işlevlendirilecektir. Buna göre restorasyonda alınan kararlar şunlardır;
*Öncelikle yapı içerisindeki ve dış cephesine bitişik durumdaki tüm muhdes ekler tamamen kaldırılmalıdır.
*Yapılar kaldırıldıktan sonra alanda tespit edilen döşeme kotuna kadar yapı içinde kotlama çalışması, hafriyat çalışması yapılmalı; özgün döşeme seviyesine inilmelidir. Kazı itina ile yapılmalıdır ki alt katmanda bulunabilecek özgün döşeme var ise zarar verilmemesi gerekmektedir.
*Yapı beden duvarlarında muhdes olan pencere kapamaları alınmalı, üst kotta harç özelliğini yitirmiş örgüler yerinden alınmalı, restitüsyon projesine uygun olarak özgün harç ve duvar örgü sistemine göre örülmelidir.
*Derz açımdan sonra duvarlarda çatlak tespiti yapılması durumunda;
*1 cm’ e kadar çatlaklarda özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması
*1-4 cm arasında olan çatlaklara paslanmaz kenetlerle dikiş atıldıktan sonra özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması
*4 cm den büyük olan çatlakların 15-20 cm kadar çevresinin çürütülerek özgün malzeme ve sistemine uygun olarak yeniden örülmesi ve özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması; önerilmektedir.
*Uygulama sırasında temel durum tespiti için kısmi sondajlar açılmalıdır. Temel sistemi uzmanlar tarafından incelenmelidir. Temellerde eğer çatlak tespit ediliyorsa duvarlarda önerilen çatlak müdahale yöntemleri temel duvarlarında da uygulanmalıdır.
*Cephedeki çimento harçlı sıvalar itina ile raspalanacaktır.
*Ayakta kalan ve iyi durumda olan duvarların özgün taş örgüsü ile korunacaktır. Yapı taşları büyük ölçüde erimiş, yüzey aşınması olmuştur. Bu nedenle taşlarda çürütme tümleme yapılacaktır. Tümleme malzemesi özgün taş özelliğine uygun taş ile yapılmalıdır. Derzlerin tamamı sökülerek özgün derz karışımlı harç ile yeniden derzleme yapılmalıdır.
Cephede alınlık ve üst kot saçak silme taşlarında ciddi malzeme kayıpları vardır. İyi durumda olanlar korunmalı ancak kötü durumda olanlar çürütülerek özgün malzemesi ile tümlenmelidir.
*Cephede taş yüzeylere atmosferik koşullardan korunması için paroloid sürülmesi sonrasında su itici uygulanması önerilir.
*İç duvarlarda çimento sıva raspaları yapılacaktır. Uygulamada iç duvarlar sıvanacaktır.
*Çatı sistemi restitüsyona uygun olarak yapılmalıdır. Ahşap makas sistemine göre çözümlenecek çatı da kaplama tahtası üzerine rufoline ve alaturka kiremit örtüsü yapılacaktır.
*Yapı günümüze büyük ölçüde yıkılmış durumda gelmiştir. Duvarlarının üst kot bölümleri de büyük ölçüde yıkılmıştır. Bu nedenle öncelikle duvarlardaki güçlendirmeler yukarıda sıralanan maddelere göre tamamlanmalıdır. Çatı sistemi kurgulanmadan önce duvar üst kotunda tüm duvarları çerçevelenecek paslanmaz L ile hatıl sistemi dönülmesi önerilir.
*Duvarlardaki çimento harçlar ve sıvalar raspalanacaktır.
*Paslanmış olan demir kılıç üzeri mekanik temizlik ile pastan arındırılacak üzerine antipas ve siyah yağlı boya uygulanacaktır.
*Zemindeki toprak alımı sırasında alt katmanlardan çıkacak izlere farklı bulgulara göre proje tadilatı yapılarak ilgili koruma kurulu onayından sonra uygulamaya devam edilmelidir.
*kat döşemeleri ahşap kiriş sistemde özgününe uygun olarak yapılacaktır. Zemin döşemesi taş kaplama önerilmiş, 1. Kat döşeme kaplaması ahşaptır.
*Kent müzesi olarak işlevlendirilen yapıda restitüsyon plan şeması büyük ölçüde korunmuştur. Sadece zemin katta girişin sağ bölümüne tuvalet birimleri yerleştirilmiştir. Tuvalet yanına idari ofis konulmuştur. Diğer mekânlar sergileme salonu olarak önerilmiştir. 2 katı birbirine bağlayan merdiven limon kiriş sistemli ahşap merdivendir.
*Kullanılacak tüm ahşap elemanların fırınlanmış, emprenye edilmiş ve yangına karşı koruyucu boya ile boyanmış olması gerekmektedir.
*Kapı ve pencere doğramları projesine uygun olarak yeni yapılmalıdır.
*Komşu parseller ile kotu farkı olan yapı çevresine betonarme perde duvar üzeri taş kaplama olarak önerilmiştir. Taş harpuşta üzerine demir korkuluk önerilmiştir.
Kaynakça
”19. yüzyıl Kayseri kiliseleri için koruma önerileri” itüdergisi/ a mimarlık, planlama, tasarım Cilt:7, Sayı:2, 26-37, Eylül 2008
Tekfurdağı Sancağı’nın Sosyal ve Ekonomik Yapısı (1890-1902),makâle, Ümit Ekin/ Hümmet Kanal
İstanbul’da Ermeni-Rum Kiliseleri Krizi ve Ermenilere Tanınan Yeni İmtiyâzlar (1890-1891), Ramazan Erhan Güllü
10.‘Badgerazart Pınaşkharhig Pararan’ (Resimli Dünya Sözlüğü), H.S. Eprigyan, Venedig, 1902
http://www.agos.com.tr , Çanakkale, Gelibolu, Tekirdağ Ermenilerine ne oldu?,makale, Zekeriya Mildanoğlu
Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin Din-İbadet, Egitim-Ögretim Hürriyetleri ve Bu Bakımdan “Kilise Defterleri”nin Kaynak Olarak Önemi (4 numaralı kilise defteri’nden örnek fermanlar), Ali Güler
Kumkapı Surp Vortvots Vorodman Kilisesinin Yapım Sistemi Ve Onarım Sürecinin Değerlendirilmesi, tez,Rahmi Hızır
“Kuzey Marmara sahilleri ve ard alanında şehirleşmenin tarihi süreci: XVI.-XVII. yüzyıllarda Tekirdağ ve yöresi”, Doktora Tezi, Hacer Ateş, İstanbul Üniversitesi SBE, 2009.
Tekirdağ Türkiye´nin Kuzeybatısında, Marmara Denizinin kuzeyinde tamamı Trakya topraklarında yer alan üç ilden biri, ayrıca Türkiye’de iki denize kıyısı olan altı ilden biridir. Tekirdağ 41º 34´ 52″ – 40º 52´ 53″ – 41º 35´ 28″ – 40º 32´ 23″ kuzey enlemleri ile 28º 09´ 14″ – 26º 42´ 42″ – 28º 08´ 34″ – 26º 54´ 24″ doğu boylamları arasındadır. 6.313 km² yüzölçümüne sahip ilin denizden yüksekliği 0–200 m arasındadır.
Marmara denizi ve Karadeniz’e kıyısı bulunur. Tekirdağ, doğudan Silivri ve Çatalca ilçeleriyle, kuzeyden Kırklareli iline bağlı Vize, Lüleburgaz, Babaeski, ve Pehlivanköy ilçeleriyle çevrili olup, kuzeydoğudan Karadenize 1.5 km lik bir kıyısı bulunmaktadır.
Ergene Havzasının güney kesimindeki en büyük kent olan Tekirdağ, Güney Ergene yöresinden ve kuzeyden gelen yolların Marmara denizine ulaştıkları yerde, geniş bir körfezin kıyısına kurulmuştur. İl merkezi kısmen vadi yamaçlarında, kısmen yalıyarlar üzerinde birbirini izleyen üç basamak üzerine yayılır. Vilayet konağının bulunduğu İlk basamakta yükselti 12 m, çarsının bulunduğu basamakta 25 m. ve kuzeyde Tuğlacılar Lisesinin bulunduğu basamakta 45 m. dir.
Malkara, Tekirdağ ilinin bir ilçesidir. İl merkezinin yaklaşık 56 km batısında yer alır. Malkara’nın kuzeybatısında Uzunköprü, kuzeydoğusunda Hayrabolu, güneydoğusunda Şarköy, güneyinde Gelibolu, batısında Keşan bulunmaktadır. 1.149 km2’lik yüzölçümü ile Tekirdağ ilinin toprak alanı en geniş ilçesidir. İlçede yüksek dağlar ve vadiler yoktur. Genelde plato özelliği gösteren yan ovalar üzerindedir. Tekirdağ’ın en önemli dağları Tekir sıra dağları Malkara’ya 25 km mesafededir. Bu dağlar, ilçenin güney bölümünde, Tekirdağ-Gelibolu istikametinde uzanırlar, ilçe Çimendere Köyü yakınında son bulur. Ganos dağı tekir sıra dağlarının en önemli yükseltisidir (845m.).
İlçe sınırları içerisindeki en önemli yükseltiler ise; Elmalı – karacahalil arasındaki Kuş Tüneyi (647m.), Çimendere– Elmalı arasında Kartaltepe, Yenidibek – Keşan arası İstikamlar tepesidir. Malkara’nın yüzey şekilleri nedeni ile büyük akarsuları yoktur. Barajları ve göletleri besleyen dereler vardır.
İlçede belli başlı ovalar ise; Evrenbey, Kırıkali, Hacısungur, Gözsüz, Karacahalil, Kalaycı, Sağlamtaş, İbribey ovalarıdır. Bunlar fazla geniş olmamakla birlikte bu ovalar ilçenin önemli düzlükleridir.
İlçede, Karaiğdemir ve Kadıköy barajları en önemli yapay göllerdir. Bunun yanında sulama amaçlı: Yaylagöne, Vakıfidemir, Yenidibek (Pişman), Doluköy, Küçükhıdır, Karacagür ve Sırtbey göletleri yapılmıştır. Yapılan bu baraj ve göletlerle ilçenin sulanabilir arazi miktarı 28.360 dekara yükselmiştir.
İlçenin sahip olduğu toprakların büyük bir kısmı tarıma elverişli alanlardır. İlçenin orman örtüsü daha çok güney ve güney batısında yer alan Sağlamtaş Kasabası ile Gelibolu, Keşan sınırları arasında yer almaktadır. Bu alan 232.380 dekar civarındadır.İlçe; kara iklimine sahip olup, kış ayları soğuk ve yağışlı geçmektedir. Yazlar da, genellikle sıcak ve kuraktır. Yıllık yağış ortalaması 500 milimetredir.
2- Tarihsel Gelişim
2.1 Tekirdağ
Tekirdağ ili coğrafi konumu dolayısıyla stratejik önem taşıyan, Anadolu ile Balkanlar arasında geçit bölgesi, İstanbul’a yakınlığı sebebiyle Boğazlar üzerinden geçen Asya ve Avrupa kavimlerinin ilişkileri Tekirdağ’ı İstanbul tarihine sıkı sıkıya bağlamıştır. İstanbul’un zaman zaman saldırıya uğramasının etkileri Tekirdağ’da da görülmüş, topraklarının da verimli olması birçok kavimlerin hâkimiyetinde kalmasına sebep olmuştur. Tekirdağ ili M.Ö. 4000 yıllarına kadar uzanan tarihi boyunca çeşitli uygarlıkların etkisi altında kalmıştır. Bu dönemler içersinde Bisanthe, Rodosto, Tekfurdağı gibi isimler alan Tekirdağ’ın il sınırları içinde tarih öncesi ve tarih çağlarında tam bir kronoloji vermemekle birlikte iskan edilmiş yerler tespit edilmiştir. Paleolitik ve Neolitik çağlara ait bir yerleşme yeri bulunmayan Tekirdağ’da Şarköy ilçesindeki Güngörmez ve Güneşkaya Mağaraları ile Marmara Ereğlisi’ndeki Toptepe höyük’te Kalkolitik Çağ buluntularına rastlanmıştır. Tekirdağ sahil şeridinde yüzeyde yapılan araştırmalara göre İlk Tunç Çağı’nda yoğun olarak yerleşmelerin izine rastlanmıştır. Trakya’da Son Tunç Çağı ile Erken Demir Çağında büyük bir göç dalgası olmuştur. Antik kaynaklar ve arkeolojik bulgular yetersiz kaldığından bu dönem tam olarak aydınlanamamıştır.
Trakya M.Ö. 7. yüzyılda Grek kolonilerinin kurulmasıyla ticarete açılmıştır. Bu dönemde Trakya’nın Marmara kıyılarında kentler kurulmuştur. M.Ö. 514-513 yıllarında Pers Kralı Dereus’un İskit Seferi sonrasında Trakya Pers egemenliğine girmiştir. Bu egemenlik M.Ö. 478-477′ de Atina’nın Pers tehlikesine karşı kurduğu Attik-Delos Deniz Birliği’nin Persleri Trakya’dan temizlemesine kadar devam etmiştir. M.Ö. 342 yılında Makedonya Kralı 2. Philip Trakya’yı topraklarına katarak Odrys Krallığı’nı kendine bağlamış, İskender’in ölümünden sonra Trakya Lysimachos’un egemenliğine girmiştir. M.S. 19. Yüzyılda Roma İmparatoru Tiberius’un Trakya’ya bir vali göndermesi ile başlayan gelişmeler, M.S. 46 yılında İmparator Cladius’un Trakya’da Roma Eyaletini kurması ile sonuçlanmıştır.
Trakya uzun yıllar Roma hakimiyetinde kalmıştır. M.S. 395 yılında imparatorluğun ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma İmparatorluğu içinde kalan Trakya 1354 yılında Süleyman Paşa komutasındaki kuvvetlerin Gelibolu’ya çıkmasıyla Türklerin hakimiyetine girmeye başlamıştır. 1356 yılında Şarköy ve Malkara ele geçirilmiş, 1357’de I. Murat Tekirdağ ve Çorlu’yu Türk hakimiyetine almıştır. Bu arada Bizanslılar kısa bir süre Tekirdağ topraklarını geri almışlarsa da, I. Murat 1363’de buraları yeniden Osmanlı topraklarına katmıştır. Balkan Savaşlarında (1912) Bulgar işgaline uğrayan ilimiz toprakları, 1913 yılında düşman işgalinden kurtarılmıştır. I. Dünya savaşından sonra Mondros Mütarekesi’nin verdiği imkanlardan faydalanan Yunan kuvvetleri 20 Temmuz 1920’de Tekirdağ’ı işgal etmiş ise de 13 Kasım 1922’de Yunan işgali de sona erdirilerek Türk yönetimine geçmiştir. Marmara Ereğlisi 29 Ekim’de, Çerkezköy ve Saray İlçeleri 30 Ekim’de, Çorlu 1 Kasım’da, Muratlı 2 Kasım’da, Malkara ve Hayrabolu 14 Kasım’da, Şarköy de 17 Kasım’da düşman işgalinden kurtarılarak Türk yönetimine geçmişlerdir. 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince girişilen yeni örgütlenme sırasında Tekirdağ il olmuş, ancak; Kurtuluş Savaşının güçleri içinde örgüt hemen kurulamamış, Cumhuriyetin ilanından önce 15 Ekim 1923 tarihinde İl merkezi olmuştur. Tekirdağ’ın unutamadığı mutlu günleri arasında 24 Aralık 1840’da Büyük Vatan Şairi Namık Kemal’in bu il’de doğması, Çanakkale Destanı’nı yaratan 19. Tümen’in Mustafa Kemal’in de önderliğinde Tekirdağ’da hazırlanması, 23 Ağustos 1928’de Atatürk’ün Harf İnkılabı vesilesiyle Tekirdağ’a gelip Başöğretmen olarak ilk dersi vermesi gibi olaylar bulunmaktadır.
2.2 Malkara
Pers kralı I. Serhas zamanında Yunan şehirleri ile yapılan savaşlar (Pers savaşları) sırasında, Malkara’ya çok yakın olan Gürgen Bayırı denilen yerde bir kalenin yapıldığı söylenmektedir. Bu kale civarında birçok yılan bulunduğundan, bu kaleye Farsça Margar veya Margaar adı verilmiştir. Farsça’da mar yılan, gar veya gaar da in – mağara anlamına geldiğine göre Malkara sözü, yılanlı mağara veya yılanlı kale anlamına gelmektedir.
Bir söylentiye göre, Makedonya Kralı Büyükİskender Trakya’da otuz yıldan fazla kalan Persleri (İranlılar) Trakya’dan uzaklaştırınca, Malkara’da (Malgar’da) Sazan, Malgar ve Kumardar İsimli üç komutanı, edek güçlerin başına bırakmıştır. Bunlardan Malgar Gürgen Bayırındaki kalenin benzerini, bugünkü Malkara’nın batısında yeniden kurmuştur. Kumardaç isimli komutan da bir kale yaptırmıştır (Halen oraya Kumardaş Tepe denilmektedir). Sazan adlı Komutan da yine bir kale yaptırmıştır (Bugün Sazan çiftliği denilen yerde). Bu kaleler daha sonra Romalıların eline geçmiştir. Bizanslılar dönemine kadar savunma amacıyla kullanılmışlardır.
Malkara’nın kesin olarak Osmanlılara geçmesinden sonra, Osmanlının iskan (yerleştirme) politikasına uygun olarak Anadolu’dan getirtilen Yörükler, Malkara ve civarına yerleştirilmişlerdir. Bu arada, Ankara ve Çankırıdolaylarından getirtilen bazı ahi gruplar da Malkara’ya yerleştirilmişlerdir. (Ahievren köyünün adı bu olaydan gelmektedir.) I. Murad‘ın ahiliğe karşı büyük bir sevgisi olduğundan (kendisi de bir Ahi’dir.), Malkara’ya getirtilen Yörükler arasında ahilik oldukça yaygındır. Malkara ve civarına yerleştirilen Yörüklerin büyük bölümünün I. Mehmed döneminde “1402-1421” Saruhanlı Beyliğinin Yörükleri olduğu bilinmektedir. Bunlar; Konya, Aydın ve Muğla çevrelerinden getirtilerek yerleştirilmişlerdir. Başlarında da ünlü Paşayiğit (Keşan’ın Paşayiğit kasabası onun adını taşır) bulunmaktaydı.
İstanbul‘un Türkler tarafindan alınmasından sonra, Malkara’nın Balkanlara yapılacak seferler sırasında önem kazandığı görülür
II. Mehmed döneminde Malkara, daha sonraları Evlad-ı Fatihan adıyla anılan akıncıların merkezi olacaktır.
Paşayiğit’in soyundan Turhan Bey (Malkara’nın Hacıevhat Mahallesinin ondan fazla sokağı onun adını taşır), yaşadığı dönem içinde Malkara’nin gelişmesini sağlamış, bu dönem de Malkara oldukça gelişmiştir. Zira, akıncı birliklerinin tüm ihtiyaçları buralarda karşılanmaktadır. “Bugün Malkara civarında Boyacılar, Ensericiler, Ekmekçiler, Yaylagöne gibi isimler bu dönemin izlerini taşır.
Akıncı birlikleri için lazım olan her şey buralarda hazırlanıyordu. Turhan Bey’in oğulları Atina fatihi Ahmet (ki burada ölmüştür) ve kardeşi Ömer Bey (Türbesi, Malkara’da adıyla anılan caminin avlusundadır. Klasik Osmanlı üslubunu taşıyan yapı, sağlam olarak günümüze kadar gelebilmiştir.) Fatih döneminde önemli bir akıncı Beyidir. Kaynaklarda rastlandığı kadarı ile gözü pek bir komutan olan Ömer Bey, Fatih’in emriyle 1465’lerde Venedik’e 70 km kadar yakın olan İzanco ırmağına kadar, 1470’lerde Romanya’ya Pleoşti (Bükreş yakınları)’ye kadar uzanan maceralı akınlar yapmıştır. Fatih’in isteği ile 1473 Otlukbeli savaşına katılmış, uzun Hasan’ı İran içlerine kadar kovalamış ve orada esir düşmüştür. Fatih, bu değerli adamını, birçok İranlı esiri vererek geri almıştır. Bundan sonra Ömer Bey’in gözden düştüğü ve Malkara’da öldüğü bilinmektedir (l488).
Malkara, III. Selim zamanında Nizam-ı Cedid‘in kuruluşu günlerinde bu yenilik hareketini çekemeyen Yeniçeriler, Malkara’nın Ballı köyünde ayaklanmışlardır. Nizam-ı Cedid kuvvetlerince bastırılmıştır.
Malkara, 1828 Osmanlı – Rus savaşı sırasında, Türklerin elinde ilk defa işgale uğramıştır. 1878 Osmanlı – Rus savaşında da (93 harbi) Tekirdağ işgal edilince, Malkara’da önemli göçlere sahne olmuştur. Malkara, tarihinin en kötü günlerini Balkan savaşı sırasında yaşamıştır. 9 Kasım 1912’de Bulgarlar tarafından işgal edilmiştir. Yerli Bulgar ve Rumlarında işbirliği ile 500’den fazla kadın, erkek ve çocuk şehit edilmiştir. Katledilen insanlar, toplu olarak gömülmüşlerdir. Şehitlik denilen bu yerde, bu şehitlerin anısına bir anıt dikilmiştir. İşgal 8,5 ay sürmüş, bu arada şehir yağma edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır. 14 Temmuz 1913’te Mustafa ve Enver Paşa’nın birlikleri tarafından şehir harabe halinde kurtarılmıştır.
Malkara son kez, I. Dünya Savaşı sonunda 20 Temmuz 1920’de Yunanlar tarafından işgal edilmiştir. İşgal yıllarında çok kötü günler yaşayan Malkara, 11 Ekim 1922’de sağlanan ateşkes uyarınca 14 Kasım 1922 tarihinde Yunanların şehri boşaltmasıyla kurtulmuş ve özgürlüğüne kavuşmuştur.
Dünya Savaşıyıllarında da (1940-1941), Trakya’daki diğer kasabalar halkı gibi, buradakiler de işini, gücünü, yerini terk ederek Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmış, türlü maddî, manevî sıkıntılara ve acılara uğramışlardır.
Dünya Savaşı sırasında Türkiye’ye sığınan Yunanları da savaş süresince beslemiştir.
2.3 Tekirdağ ve İlçesi Malkara’da Rum ve Ermeni tarihi
Murad 1367 yılında şehri 2.kez fethetmek zorunda kalır. Tekirdağ fethi sırasında 9 mahalleye sahip iken, kent Osmanlı dönemi boyunca gelişerek 17. yüzyılda 22’si Müslüman, 2’si Ermeni ve 6’sı Rum mahallesi olmak üzere 30 mahalleli bir hale gelmiştir. Şehirdeki Ermeni mahalleleri özellikle Celali isyanları sebebiyle Anadolu’dan göç ettirilen Ermenilerce kurulmuştur.
Tekirdağ ve Malkara da ermeni tarihi ile ilgili edinilen bilgiler Agos gazetesinde çıkan bir makalede derlenmiştir. Bu yazıda bu makalenin bazı bölümleri aşağıda özet olarak belirtilmiştir
”Tekirdağ, Edirne Vilayeti’nin en önemli sancaklarından biriydi. Balkan Savaşı sırasında bir dönem Bulgar, ateşkesten sonra ise bir süre Yunan işgalinde kaldı.
Tekirdağ Ermenileri, Batı Ermenistan’ın Agn (Eğin / Kemaliye), Kemah ve Erzincan tarafından gelmişlerdi. Daha sonraki yıllarda ise aralarına İstanbul’dan gelenler de katıldı. İlk gelen Kemahlı Ermeni ustaların inşa ettiği Paşa Camisi, Türkler için önemli bir dinî mekân oldu. Bir ticaret şehri olan Tekirdağ ve çevresinde, 1915 öncesinde, 15 bini Ermeni olmak üzere, Türk, Musevi ve Rumlardan oluşan 30 bin kişilik bir nüfusa sahipti. Tekirdağ, aynı zamanda bölge Ermenilerinin ruhanî merkeziydi.
Osmanlı arşivinde yer alan kayıtlar ve kiliselerin ferman belgeleri, Tekirdağ Ermeni kiliselerinin tarihine ışık tutacak niteliktedir. Tekirdağ’ın en eski kilisesi olan Surp Hıreşdagabed Kilisesi, 1607’de inşa edildi. 1629’da Takavor Mahallesi’ne yapılan saldırı sonucu tahrip edilen kilise, 1630-1632’de yeniden inşa edilerek Surp Pırgiç adını aldı. 1882’de yanan kilise, 1907’de yeniden yapıldı.
yüzyılın sonunda cemaat nüfusunun artmasıyla, Surp Haç adında ikinci bir mahalle kuruldu ve 1804’te ahşap olarak inşa edilen kilise, 1847’de taş bir yapıya dönüştürüldü. Ermeniler, son olarak 1841’de, Surp Takavor Kilisesi’nin temelini attılar; fakat bu kilise 1912 Depremi’nde yıkıldı.
Öte yandan, limanda yaşayan 50 kadar Protestan Ermeni de 19. yy’ın sonlarında kendi ibadethanelerini kurdular.
Surp Takavor, aynı zamanda İstanbul ve farklı yerleşimlerden gelenlerin sıkça ziyaret ettiği bir hac merkeziydi. Ermenilerin Surp Hovhannes adında, anlaşmazlıklar nedeniyle Rumlar tarafından yakılan bir kiliseleri de vardı.
Ermenilerin Surp Takavor Mahallesi’nde (8.600 nüfus) Hovnanyan adlı 6 yıllık, 274 erkek ve 286 kız öğrenci ile 13 öğretmenin bulunduğu; Surp Haç Mahallesi’nde ise (6.400 nüfus) Hisusyan adlı yedi yıllık 181 erkek ve 112 kız öğrenci ile 7 öğretmenin bulunduğu iki ilkokul ve ortaokulları vardı.
Tekirdağ toplumsal yaşamında Ermeniler, doktor, dişçi, öğretmen, avukat, mimar ve resmî kurumlarda görev yapan yöneticiler yetiştirerek, önemli roller üstlenmişlerdi. Kunduracılık, demircilik, tenekecilik, kuyumculuk ve marangozluk gibi geleneksel mesleklerde çalışan Ermeniler, tarımla da uğraşıyorlardı. Ayrıca, sivil ve askerî gemilerde kaptanlık yapanlara, hatta armatörlere ve bankacılara rastlamak da mümkündü. 1903 yılında kurulan Ermeni Ayakkabıcılar Birliği vasıtasıyla, ürettikleri ayakkabıları Türkiye’nin değişik bölgelerine gönderiyorlardı. 1908’de kısa süreli de olsa ‘Gayzer’ (Kıvılcımlar) adlı bir gazete de yayımladılar.
1915 ‘te siyasi olaylara katılan ve destek veren Tekirdağ’daki Ermeni nüfusun bir bölümü ülkenin farklı bölgelerine gönderilmiştir.
Rölöve Raporu
Surp Toros Kilisesi ya da yörede ki adı ile Bulgar Kilisesi sade kütlesi ve 19. yüzyıl dönemini vurgulayan iç mekan bezemeleri ile dikkat çekmektedir. Kilisenin kesin tarihi ile ilgili olarak net bir bilgi olmamasına rağmen 19.yüzyılla tarihlenebilir. Kilisede yöreye özgü Keşan taşı denilen kum taşları kullanılmıştır. Kaba yonu yığma taş sistemde tuğla ve ahşap çatkı -hatıl tekniği kullanılarak karma sistemde inşa edilmiştir. İnşada bağlayıcı olarak horasan harç kullanılmıştır. Beşik tonoz, düz tavan ve kemerler bağdadi tekniği ile yapılmıştır
İç mekân duvarların cidarların da; giriş cephesinde taş dolgu ahşap çatkı, yan nef duvarlarında ise düşey ahşap hatıllar yükü dağıtan taşıyıcı eleman olarak kullanılmıştır. Dış cephe duvarlarında doğu cephesi dışında üç yönde orta aksta iki sıra tuğla örgü hatıl yer alır. Ayrıca cephe köşelerinde, saçak altı silmesinde ve apsis cephesinde kısmen düzgün kesme taş kullanılmıştır.
Kilise doğu-batı yönünde dikdörtgen, bazilikal bir plan şemasına sahiptir. Kilisenin üç nefli naos (ana mekan) planı batı yönünde narteks ile sınırlandırılmıştır.
Yapının zemin katı; batı cephesinde yer alan narteks (gavit/ jamatun), doğu ucunda apsisle (horan) sona eren orta nef ve kendi apsidolleri olan yan neflerden oluşan bir naos (adyan) ve apsisin yan taraflarında basık kemerli dar kapılarla girilen kare planlı, ayin için hazırlık yapılan ve liturjik eşyaların muhafaza edildiğipastoforiumhücrelerinde oluşur. Batı cephesinde narteksin üzerinde ahşap galeri/gynakion (vernadun) yer alır. Galeriye çıkış narteksin kuzey ve güney yönlerinde yer alan tek kollu çeyrek döner ahşap merdivenler ile sağlanır.
Dış cephe düzeni ise; doğu cephesinde ana apsisin dışa taşkın hali, yan hücrelerin düz duvarları ile cepheye taşınmamıştır. Apsis cephesi orta aksta uçan payanda da denilen payanda ile desteklenmiştir. Orta aksta payanda bitiminin hemen üstünde mazgal penceresi mevcuttur. Yan hücrelerin ve yan nef tepe aydınlık pencerelerinin özgün kurguları kesme taş söveli ve yuvarlak kemerli olup demir parmaklıklıdır.
İki kata göre tasarlanan kuzey ve güney cepheleri büyük ölçüde simetriktir. Cephe pencere düzenlemeleri güneydoğu ve kuzeydoğu uçta yer alan kapı – pencere düzenlemesi dışında kuzey ve güney tüm cephede simetrik bir mimari tasarım gösterir.
Pencereler üst katta yedi, alt katta altı sıralı dizi halinde taş söveli genel olarak yuvarlak kemerli olup güneydoğu ve kuzeydoğu üst kotta yer alan sekizinci ve son pencerenin ölçüleri kısmen farklıdır. Yine cephelerin alt kotunda altı pencere ve kuzeydoğu ve güneydoğu ucunda yuvarlak kemerli,taş söveli, yan neflere açılan dar, yan nef kapılardan oluşan mimari simetrik düzenleme yer alır. Kuzey cephe yan nef kapısı zemin ve toprak dolgusunun altında kalmıştır. Kapının hemen yanında düşey duvar kalıntısı ve kalıntıda ki tuğla örgü kemer izi dikkat çeker. Geçmişten günümüze gelen bu mimari izler yan neflere bitişik farklı bir mimari hacmin varlığına işaret eder. Bu tip mimari hacimlerin bazilikal kilise tipolojisinde örnekleri mevcuttur.
Batı cephesinin özgün mimari kurgusu orta aksta nartekse girişi sağlayan tuğla örgü basık kemerli, çift kanatlı ana kapı, sağ ve sol aksta yine basık kemerli olasılıkla pencere açıklıkları mevcuttur.Üst kotta ise kapının üzerinde orta ve yan akslarda yuvarlak kemerli,taş sövelipencereleryer alır.
Günümüzde cephede orta aksta yer alan ana giriş kapısı ve üstünde ki pencerenin form ve ölçüleri değişikliğe uğramış olup özgün durumda kapı ahşap çift kanatlıolmalı , Sağ akstaki muhdes yapı cephenin özgün mimari kurgusuna zarar vermiştir.
Sonuç olarak cephede ki tüm pencereler geçmişten günümüze kalanların izleri doğrultusunda taş söveli, yuvarlak kemerli, demir parmaklıklı olup doğramalar ile ilgili bir veriye rastlanmamıştır. Demir parmaklıklar geçme sistemdir. Yatay yöndeki demir çubukların kesişim yerleri oyularak düşey demirler bu yarıklardan geçirilmiş ve birleştirme geçmeli şekilde sağlanmıştır.
Yapının güney cephesinde boyunca yer alan muhdes depo mimari kurguya oldukça zarar verilmiştir.
Kilisenin özgün duvarının mimari tasarımını sonradan yapılan deponun betonarme kolon ve kirişleri yatay ve düşeyde özgün cepheyi kesmiştir.
Yapının dış cephesi günümüzde tuğla hatıllı taş örgüdür. Dış cephede taşların geometrileri çok düzenli değildir. Derz boşlukları ve kalınlıkları genel olarak birbirine yakındır. Harç olarak horasan bağlayıcı kullanılmıştır. Fakat günümüzde derzlerde boşalma mevcuttur.
Yapının özgün üst örtüsü ana mekân ve nartekste alaturka kiremitli beşik çatı sistem olup apsiste yarım konik ve yan odalar ise düz damdır. Günümüzde apsis ve yan odaların üst örtüleri beton ile kapatılmış olsa da özgün sıvası çamur sıva olmalıdır. Saçaklar kesme taştan ve dardır. Saçak altı içbükey kavisli profilli taş bir silmeye sahip olup dış cepheyi çevrelemektedir.
İç mekanda; Özgün mimari kurguya göre kiliseye batı cephesinde yer alan zemin katın orta aksında tuğla örgü basık kemerli ana kapıdan girilip ilk olarak nartekse (kavit) geçilir. Yapının batısındaki geçiş alanı olan narteks kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlı, bölme panel duvar ve ahşap geçiş açıklığı ile naostan ayrılır. Nartekste batı cephede ana giriş kapısının sağ ve sol yanında tuğla örgü basık kemerli üst kota göre daha geniş içten dışa daralan nişli pencereler yer alır. Bu pencerelerin hemen yanında alt kotta dikdörtgen formlu nişler mevcuttur. Zemin katta sağ ve sol aksta yer alan bu özgün pencerelerin kemer formlarının sürekliliği günümüzde formu ve oranları değişen ve orta aksta yer alan ana giriş kapısında da devam eder ki günümüzde tuğla örgü kemerin izleri görülebilmektedir.
Giriş cephesinde yer alan narteksin üzerinde geçmişte ahşap kirişlere oturan kadınlar mahfili -galeri (gynakion /vernadun) yer alırdı. Galeriye çıkış narteksin kuzeybatı ve güneybatı yönünden iç duvara bitişik konumdaki tek kollu ahşap merdivenler ile sağlanırdı. Günümüze ne ahşap galeri ne de ahşap merdivenler ulaşmıştır. Tüm bu ahşap mimari kurgu günümüze ulaşamasa da merdiven çıkış hattının izinden merdivenleri ve geriye kalan ahşap elemanların varlığından da galerileri rahatlıkla tespit edebilmekteyiz.
Yine geçmişte zemin katın giriş cephesinde narteks boyunca uzanan galeri döşemesinin hemen altında narteksi naostan ayıran bölme duvar mevcut idi. Bölme duvar aynı zamanda strüktürel olarak taşıyıcı eleman görevi de görmekteydi Bu tespit kuzey güney doğrultusunda üst katta narteks boyunca uzanan galerinin hemen altında zemin katta hali hazırda mevcut ahşap yastıklı 2020 dikmenin strüktürel olarak üzerinde ki mevcut galeriyi taşıyamayacağı ve galerinin bu köşede stabilize edilebilmesi için üst kotta ahşap sütun görünümlü dikmenin alt kotta da devam etmesi gerekirken galeri kirişlerinin altında 2020 dikme olarak devam eder ki 20*20 dikmenin ahşap yüzeyinin sıva tutması için keser yarması da denilen çentikler açılması da burada statik olarak taşıyıcı görevi üstlenen mimari öğenin bir bölme duvar olduğunu göstermektedir. Diğer bir veride sol nefte duvar yüzeyinde zemin katta galerinin kirişlerine dek uzanan bölme duvar izinin varlığıdır.
Üst katta galeriler yan neflerde sağ ve sol akslarda narteks bölme duvarı hizasından birinci sütuna dek ”u” planda devam edip düz olarak bitmekte idi.
Yapıda ki taşıyıcı sütunlar ahşap konstrüksiyonlu galeride farklılık gösterir. Ahşap galeriyi destekleyen sütunlardan ilki alt kotta 20*20 dikme iken üst kotta ahşap sütun olarak biçimlendirilmiştir. Sağ ve sol aksta devam eden galerinin karşılıklı ikinci sıra sütunları ise alt kotta kum taşından ve tamburlu sütun olup üst kotta ahşap sütun şeklinde devam etmiştir. Kumtaşı sütun gövdesinin üzerine oturan ahşap dikme ile arasında metal çember kenetler yer alır. Taşıyıcı olarak görev yapan ve zeminden çatı kirişine dek uzanan her iki aksta galeri bölümünde ki bu sütunlar aslında üst kotta da ahşap bir dikme olup bu dikmenin üstünde daire biçimini oluşturabilmek amacıyla farklı ebatlarda boyuna çalışan ahşap kaplamlar mıhlarla çakılmış ve bunların dışa gelen yüzeyleri sıva tutabilmesi için keser yarması ile pürüzlendirilmiş, kalın bir kireç harcıyla sıvanarak boyanmıştır.
Yan nefler ve narteksin üstünde yer alan galeri katının ahşap döşeme kirişleri yan neflerde bölme duvar ve ilk taşıyıcı sütunun hizasında üst kotta iki noktadayaklaşık 20 cm kadar kagir duvar içine girmekte olup döşemenin iç mekana bakan taşıyıcı kirişini de daha önce belirtildiği üzere yan nef başlangıç noktasında bölme duvar içine yerleştirilmiş ahşap bir dikme ve taşıyıcı sütun desteklemektedir. Yine nartekste de giriş cephesinde ana kapının sağ ve sol üst kotta taşıyıcı ahşap döşeme kirişleri kagir duvar içine girmektedir. Bu iki taşıyıcı kirişler narteksin yan cephe duvarlarına paraleldir. Özgün kurguda bu iki kirişi destekleyen bölme duvarın arasına yerleştirilen dikmeler olabilir. Narteks üstündeki ve yan neflerdeki galerilerin kot farkı yoktur. Galeriler ahşap kirişlerin üç tarafını çevreleyen beden duvarları ve karşı akslarda iki taşıyıcı sütun ve iki dikmeye taşıtılması ile oluşmaktadır.
Üst kotta giriş cephesinde üç aksta da yuvarlak kemerli dıştan içe genişleyen derin bir niş içinde yer alan pencereler mevcuttur. Orta aksta yer alan pencerenin formu ve ölçüleri değişmiş olmasına rağmen yuvarlak kemerli taş söveli, özgün durumunu geriye kalan mimari izlerden tespit edebiliyoruz. Sağ ve sol aks pencerelerin hemen yanında, üst galeri katına çıkan tek kollu ahşap merdivenin sahanlığına bakan daha küçük ve basık kemerli ahşap doğramalı nişler yer alır. Yine nartekste ahşap merdivenlerin altında yan nef sağ ve sol aks duvar yüzeylerinde yuvarlak kemerli küçük nişler mevcuttur.
Narteksten üç nefli naosa geçiş zemin katta orta nefte ahşap galerinin hemen altından ana giriş kapısına simetrik ahşap çift kanatlı bir kapı ile olmalıdır. Günümüzde mevcut olmayan bölme duvar ve naosa giriş kapısının geçmişte mimari tasarımı bu kurgu bütünlüğünde olmalıdır ki bazilikal planlı bu tip kiliselerde pek çok örneği mevcuttur. Bu tespiti olasılıkla destekleyebilecek bir başka veri de apsiste atıl durumda bulunan ahşap bir kapı kanadının mimari kurguda bir narteks naosa geçiş kapısı olabileceğidir.
Narteksin döşemesi yapılan araştırma kazısı sonucunda tespit edilmiştir. Kazıda çimento harçlı beton zemin ile karşılaşılıp altındaki kotu da görmek için küçük bir alan açılmış ve beton altı blokaj tespit edilmiş olup özgün döşemenin bu bölümde çimento harçlı beton ile onarıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca yapılan araştırma kazılarında narteksin özgün zemin kotu naosun özgün zemin kotundan daha aşağıda kalmaktadır.
Narteksten ana mekana geçilir. Günümüzde mevcut olmasa da geçmişte zemin kattan ana mekana geçiş kilisenin batı duvarına paralel olarak konumlanan orta nefe geçişi sağlayan ahşap çift kanatlı bir kapıdan olmalıdır.Muhtemel ki yan neflere geçişi sağlayan daha küçük tek kanatlı ahşap kapılar da mevcuttu.
Ana mekan(naos) giriş kapısı-apsis ekseninin kuzey ve güney akslarında yer alan birer sütun dizisiyle uzunlamasına üç sahna(nef) ayrılmış olup naosta sütun sırasının her birinde üç adet taşıyıcı sütun yer alır. Galeri katını da taşıyan ikinci sıra altı kumtaşı üstü ahşap olan karşılıklı sütunlar dışında sonra gelen sütunlardan ikisi tamamen kumtaşından ve tamburlu olup bu tamburlar metal kenetler ile güçlendirilmiştir. Sütunlar üst kotta taşıyıcı özelliği olmayan ahşap bağdadi sepet kulpu kemerlerle bağlanmıştır. Sütun gövdeleri kireç harcı ile sıvalı ve boyanmış olup taklit, alçı impost başlıklıdır. Yapıda mevcut taşıyıcı tüm sütunlar ve başlıkları kireç harcı ile sıvanıp mermer taklidi bir düzenleme yapılmış olup başlıklarda dekoratif plastik bezeme ile mekanda gösterişli bir hava yaratılmak istenmiştir.
Sütun başlıkları metal iskelet üzerine alçı karışımı ile uygulanmıştır. Dört cephede sütun başlarında koçboynuzlarına benzeyen, volüt dolgusu bulunur. Sütun başının iki yanında yer alan volütler önden arkaya doğru uzanır ve ikisi arasındaki cephelerde açık palmet bezeği mevcuttur. Palmeti altta birbirine bitişik taç yaprak dizisi çevrelemiştir. Taç yapraklar dışarıya doğru uçlardan açılır. Başlık abaküsü ise kare formlu olup cephelerde içbükey bir hat izler.
Yan neflerde üst kotlarda dıştan içe genişleyen derin niş içerisinde yuvarlak kemerli altı adet pencere alt kotta ise beş adet pencere olup kuzey ve güney doğu köşelerinde altıncı pencerenin alt kotunda günümüzde mevcut olmayan mimari hacimlere giriş sağlayan kilit taşlı mermer söveli küçük dar kapılar mevcuttur. Yan nefler bir aks olup orta nef ise iki akstır. Tavanlar orta nefte ahşap beşik tonoz, yan nefte düz ahşap kaplamadır. Beşik ve düz ahşap kaplama tavanlar ahşap profilli silme ile sonlanır.
Naosta sağ nefte ikinci sütunun hemen yanında yapılan araştırma kazısında horosan harç bağlayıcı üzerine kare kesitli pişmiş toprak esaslı yer döşemesi ile karşılaşılmıştır. Bu döşeme kilisenin özgün zemin döşemesidir. Döşeme üzerinde yer yer çimento harçlı onarımlar mevcuttur. Yine sağ nefin doğu ucunda yer alan tuğla örgü ile kapatılan yan kapının önünde yapılan kazıda çimento harçlı beton zemin ile karşılaşılmıştır. Büyük olasılıkla özgün döşeme tahrip edildikten sonra beton ile onarılmıştır.
Ana mekandan, yapının doğusunda mermer kaplı taş bir platformla yükseltilmiş sadece din adamlarına ayrılan kutsal bölüme (bema) geçilir. Platformun her iki ucunda mermer basamaklı merdivenler yer almalıdır fakat defineciler merdiven basamaklarını sökerek büyük ölçüde tahrip etmiş olup özgün basamaklar kilisenin içinde molozlarla beraber atıl durumdadır. Ana mekânda her nef birer apsisle sonlanmaktadır. Giriş ekseninde orta nefin doğu ucunda yarım yuvarlak ana apsis; yan neflerin doğu ucunda ise birbirleri ile simetrik olarak düzenlenmiş eş boyutlarda yarım yuvarlak apsisler (apsidiyol) bulunmaktadır. Bu yan küçük apsislerin üst kotlarında yuvarlak kemerli, taş söveli, derin nişli, yan neflere gün ışığı sağlayan, demir şebekeli pencereler yer alır. Sağ apsidiyolun merkezine niteliksiz bir kapı açılarak özgünlüğe zarar verilmiştir.
Kilisenin plan şeması doğu cephesinde dıştan yansıtılmıştır. Ana apsis içten yarım daire ve dıştan düz bir duvar içine yerleştirilmiştir. Apsis yayının kuzey ve güneyinde iki oda şapeli yer alır. Bu mimari hacimler pastaforyum odaları olarak adlandırılıp kuzeyde şükran ayininin hazırlandığı prothesis, güneyde giyinme odası olarak kullanılan ve liturjik eşyaların muhafaza edildiği diakonikondur. Bu küçük şapellere giriş apsis yayının sağ ve sol cephesinden taş söveli, yuvarlak kemerli, kilit taşlı, küçük kapılardan sağlanır. Sağ odanın (diakonikion) kapı kemerinin kilit taşında ortodoks haçı yer alırken kapı metal malzemeden olup çift kanatlıdır.
Bu kapıların bulunduğu cephelerin hemen yanında apsis cephelerinde yuvarlak kemerli, profilli düz kenar silmeli nişler yer alır. Nişlerin alt kenar yüzeyin simetri aksında haç işareti mevcuttur. Yan odalar kare planlı içten tuğla örgü çapraz tonozlu olup doğu cephesinde yuvarlak kemerli bir niş ve üzerinde yuvarlak taş kemerli pencere yer alır. Duvarlar tonozlara dek kaba yonu taş örgüdür.
Odaların içerisinde yerlerde kısmen hasarlı kitabeler bulunmuştur. Bu kitabeleri köşe noktalardan taşıyan kare kesitli mermer ayaklar ise harap durumdadır. Apsisin orta aksında defineciler tarafından tahrip edilen rölik muhafazasının olduğu noktada bu hasarlı mermer kitabe ve parçalar büyük olasılıkla sunağın düzenlemesine ait olmalıdır.
Apsisin tuğla örgü yarım kubbesi kesme taş örgü bir kasnağa oturur. Apsisin kesme taş örgü kavisli yarım kubbe kasnağında iki ağırlık kemeri ve ortasında mazgal pencere yer alır. Bu kemerlerin ve pencerenin hemen altından profilli kasnak silmesi apsisin yay kavisli cephesi boyunca devam eder. Silme; apsisin yarım kubbesinin geniş kemer alınlığının üzengi hizası köşe noktalarında dor başlık olarak şekillenip altta iç bükey pahlı bir köşe noktasına yerleştirilen ahşap yivli gövdeli, kaideli sütunceler ile desteklenir. Tuğla örgü kemer alınlığını kademeli silmeler çevreler. Kemerin simetri aksı tepe noktasında dikdörtgen formlu bir mermer bir çerçeveli oval kesit içerisinde bir istavroz yer almakta idi. Fakat günümüzde tahrip edilmiş olup çerçevenin bir kısmı apsiste kırılmış bir vaziyette atılmış durumdadır.
4- Restitüsyon Raporu
Kilisenin özgün mimari karakterinin belirlenebilmesi ve dönemini yansıtan teknik bilgi ve yazılı – görsel belgeler elde etmek amacı ile yapılan detaylı araştırmalar rölöve çalışmaları ile eş zamanlı olarak gerçekleştirilmiştir. Malkara Surp Toros (Teodoros) Kilisesi ile ilgili olarak öncelikle üniversitelerin kütüphaneleri, Başbakanlık Osmanlı arşivleri, İstanbul Üniversitesi Fotoğraf Arşivi, IRCICA kütüphanesi, Atatürk Kitaplığı ve fotoğraf arşivleri,İstanbul Enstitüsü, Rum ve Ermeni kilise mimarisi ile ilgili kaynak kitaplar taranmış ancak yeterli veriye ulaşılamamıştır. Ayrıca Kilise yapıları ile ilgili sanat tarihçisi,mimar vb. uzmanlardan görüş alınmış, Surp Toros Kilisesi ile benzer tip yapılar incelenmiş tipoloji, plan ve mimari ögeler üzerinden tanımlanarak Ermeni kiliseleri ile karşılaştırılarak benzer uygulamalar tespit edilip gözlemlenmiştir. Bu bağlamda Surp Toros Kilisesi ile tipoloji olarak büyük ölçüde benzerlik gösteren İstanbul Kumkapı Surp Vortvots Vorodman Kilisesini örnek verebiliriz.
Yapılan araştırma kazılarından elde edilen veriler ve mimari izlerden faydalanarak yapılan tespitler sonucunda elde edilen restitüsyon bilgileri çalışmamıza büyük oranda katkı sağlamıştır.
Söz konusu yapı bir Rum kilisesi olup genel olarak bölgede ki Rum Kiliselerinin plan, kitle tasarımı, strüktür ve örtü sistemleri ile aynı dönemlerde İstanbul ve Anadolu da inşa edilen pek çok Rum kilisesi ile benzerlik gösterir. İstanbul’un fethinden ve celali isyanlarından sonra ülkenin farklı vilayetlerinden bu bölgeye yerleştirilen Ermeniler sonra ibadetlerini gerçekleştirebilmek için kendilerine tahsis edilen Rum kiliselerini kullanmışlardır.
Ayrıca kilisenin ana giriş kapısının üzerinde kitabe ile ilgili bir veri bulunmamaktadır. Fakat apsiste bulunan, tahrip edilen ve kutsal bölüme ait olduğu düşünülen bir yazıt mevcuttur. Yapılan araştırmalarda kiliseye özel akademik herhangi bir yazılı belgeye ya da çalışmaya ulaşılamamıştır.
Kilise doğu-batı yönünde dikdörtgen, bazilikal bir plan şemasına sahiptir. Kilisenin üç nefli (ana mekan) planı batı yönünde narteks ile sınırlandırılmıştır.
Yapının zemin katı; batı cephesinde yer alan narteks, doğu ucunda apsisle sona eren orta nef ve kendi apsidolleri olan yan neflerden oluşan bir naos ve apsisin yan taraflarında basık kemerli dar kapılarla girilen kare planlı, ayin için hazırlık yapılan ve liturjik eşyaların muhafaza edildiği pastoforium hücrelerinde oluşur.
Kilisede uzmanlarca yerinde yapılan incelemeler, yapılan araştırma kazıları, sözlü ve yazılı kaynak araştırmaları sonucunda yapının kesin inşa edildiği tarih net olmamakla birlikte 18.yüzyıl sonu- 19.yüzyıl başı olmalıdır. Çünkü Osmanlı döneminde 19.yüzyılda kiliselerde mermer kullanımının yasaklandığını biliyoruz. Yapıda mevcut taşıyıcılar mermer taklidi ahşap ve kumtaşından olup özgün zemin döşemesi de apsis hariç kare kesitli pişmiş toprak esaslı kiremit kaplamadır. Fakat kilisenin bu tarihten önce var olup olmadığı veya yerinde daha eski bir kilisenin varlığı ile ilgili her hangi bir bilgiye ulaşılmamıştır. Ayrıca Kilisenin önünde bulunduğu söylenen ve günümüze ulaşmayıp herhangi bir yazılı / görsel belgesi bulunmayan, yöre insanı tarafından ifade edilen bir çan kulesinden söz edilmektedir.
Narteks
Kilisenin batı duvarı giriş cephesinde yer alan narteks kuzeybatı-güneybatı cephede devam edip dikdörtgen planlı ve harap durumdadır. Uzmanlarca yerinde yapılan incelemeler, yapılan araştırma kazıları ve sözlü-yazılı kaynaklar değerlendirilerek kiliselerin mimari kurgusunda yaygın olarak kullanılan galeri katının varlığı, mimari izler ve kalıntılardan kolaylıkla tespit edilebilmektedir.
Galeriye çıkış narteksin kuzeybatı ve güneybatı yönünden iç duvara bitişik konumdaki tek kollu ahşap merdivenler ile sağlanırdı. Tüm bu ahşap mimari kurgu günümüze ulaşamasa da merdiven çıkış hattının izinden merdivenleri ve geriye kalan ahşap elemanların varlığından da galeriyi rahatlıkla tespit edebilmekteyiz. Üst katta galeriler yan neflerde sağ ve sol akslarda narteks bölme duvarı hizasından birinci sütuna dek ”u” planda devam edip düz olarak bitmekte idi. Geçmişte zemin katın giriş cephesinde narteks boyunca uzanan galeri döşemesinin hemen altında narteksi naostan ayıran bölme duvar mevcut idi. Bölme duvar aynı zamanda strüktürel olarak taşıyıcı eleman görevi de görmekteydi.Bu tespit kuzeybatı- güneybatı aksında narteks boyunca uzanan üst kat galerinin hemen altında zemin katta hali hazırda mevcut ahşap yastıklı dikmenin strüktürel olarak üzerinde ki mevcut galeriyi taşıyamayacağı ve galerinin bu köşede stabilize edilebilmesi için üst kotta ahşap, sütun görünümlü dikmenin alt kotta da devam etmesi gerekir idi. Ayrıca galeri kirişinin altında ki dikmenin yüzeyine sıva tutması için keser yarması da denilen çentikler açılmıştır. Yine diğer bir veride sol nefte güneybatı duvar yüzeyinde zemin katta galerinin yan nefe açıldığı noktada galeri kirişlerine dek uzanan bölme duvar izinin varlığıdır.
Nartekste özgün döşemenin tespiti için araştırma kazısı yapılmış fakat blokaj üzeri çimento harçlı beton döşeme ile karşılaşılmıştır. Ayrıca narteksin döşeme kotunun naos döşeme kotundan daha aşağı kotta olduğu tespit edilmiştir. Narteksin özgün döşemesi için uzmanların görüşleri alınarak; naos zemin döşeme araştırmasında
karşılaştığımız horasan harç bağlayıcı üzerine kare formlu pişmiş toprak esaslı kiremit renkli döşeme kaplamasının bu mimari hacimde de devam ettiği yönündedir.
Batı cephesinin orta aksında yer alan ana giriş kapısının ve üst kotta yer alan pencerenin özgün kotu ve formu değiştirilmiştir. Özgün kapının ve pencerenin izleri ve oranları tespit edilmiş olup kapının giriş cephesinin mermer kemer atkılığı ve dikdörtgen kesitli ayakları günümüzde giriş kapısının hemen yanında üst üste istiflenmiş haldedir. Özgün kapı yuvarlak kemerli mermer kaplamalı olup ahşap çift kanatlıdır. Bu tespit mimari izler ve kalıntılardan ışığında belgelenmiştir. Özgün ana giriş kapısının ahşap tek kanadı apsis kısmında atıl ve harap durumda bulunmuştur. Üst kotta orta akstaki pencere tüm cephe düzeninde ki sürekliliği devam ettirerek tuğla örgü yuvarlak kemerli, taş sövelidir.
İç mekanda giriş cephesinde özgün mimari kurguda ana kapının her iki yanında zemin kat pencereleri ile arasında kalan kotta dikdörtgen formlu küçük nişler yer alır. Bu küçük nişler günümüzde tuğla örgü ile kapatılarak çimento harçlı sıva ile kapatılmıştır. Kilisede yapılan araştırmalar sırasında yakın dönemde kapatılan küçük nişlerden sol aksta ki açılarak özgün durumu tespit edilmiştir.
Özgün kurguda narteksin sağ ve sol aksında yer alan ahşap tek kollu çeyrek döner merdivenlerin üst kotunda galeri sahanlığının hemen duvar yüzeyinde her iki aksta yuvarlak kemerli nişler mevcuttur. Bu nişler ahşap pervazlar ile çevrelenmiştir.
Yine nartekste zemin katta her iki karşılıklı cephe ekseninde ahşap merdivenlerin hemen altında duvar yüzeyinde yuvarlak kemerli nişler mevcuttur. Güneybatıda yer alan niş tamamen kapatılmış diğer cephede yer alan niş ise derinliği kısmen küçültülmüştür.
Özgün mimaride narteksten naosa geçiş orta aksta ahşap çift kanatlı kapı ile sağlanır.
Narteksin üst örtüsü; zemin katta ahşap düz çıtalı olmalıdır. Galeri katında ise yan neflerde düz çıtalı, orta nefte ise ahşap beşik tonoz olarak devam eder.
Narteks özgün iç cepheleri horasan sıva üzeri boyalıdır. Tüm cephede pencere, niş ve kapı gibi mimari öğeleri ve cephe köşe noktaları yatay ve dikey kesen sıva üzeri boya bir silme vurgular. Bu bezeme tezyinatı fotoğraflarla belgelenmiştir. Cephede çimento harçlı onarımlar özgün sıva ve boya dokusuna oldukça zarar vermiştir.
Ancak gerek iç mekân duvar yüzeylerinde geçmiş onarımlarda yapılmış olan çimento derzlemelerin ve sıva+boyanın yer yer taş yüzeyleri, özgün sıva ve boya dokusunu kapattığı izlenmektedir. Bu çimento derzlemeler ve sıvalar yapıdan arındırılmalıdır.
Narteks pencereleri ise tüm cephede olduğu gibi büyük ölçüde tuğla ve taş örgü ile kapatılmıştır. Batı cephesinde galeri katında üç adet, zemin katta giriş kapısının sağında ve solunda birer adet, kuzey ve güney batı cephelerinde üst kotta ikişer zemin katta ahşap merdivenin hemen yanında birer adet olmak üzere toplam 11 adet pencere açıklığı mevcuttur. Pencerelerin doğramaları büyük ölçüde günümüze ulaşmamıştır. Fakat konu ile ilgili uzmanlardan görüş alınmış olup yapıya tipoloji olarak benzeyen kilise örneğinde karşılaştırma yapılmış, pencereler ahşap doğrama olarak önerilmiştir. Kanatlı pencereler alt ve üst kotta benzer olarak bölümlenmiştir. Tüm mimari hacimlerde yer alan pencereler gibi demir parmaklıklı ve geçme sistemdir. Yatay yöndeki demir çubukların kesişim yerleri oyularak düşey demirler bu yarıklardan geçirilmiş ve birleştirme geçmeli şekilde sağlanmıştır. İç cephe horasan harçlı sıva+kireç esaslı ince sıva+boyalıdır.
Naos
Ana mekan(naos) giriş kapısı-apsis ekseninin kuzey ve güney akslarında yer alan birer sütun dizisiyle uzunlamasına üç sahna (nef) ayrılmış olup naosta sütun sırasının her birinde üç adet taşıyıcı sütun yer alır. Sütun gövdeleri kireç esaslı harç ile sıvalı ve boyanmış olup mermer taklidi, alçı impost başlıklı olup dekoratif plastik bezeme ile mekanda gösterişli bir hava yaratılmak istenmiştir. Dört cephede sütun başlarında koç boynuzlarına benzeyen, volüt dolgusu bulunur. Sütun başının iki yanında yer alan volütler önden arkaya doğru uzanır ve ikisi arasındaki cephelerde açık palmet bezeği mevcuttur. Palmeti altta birbirine bitişik taç yaprak dizisi çevrelemiştir. Taç yapraklar dışarıya doğru uçlardan açılır. Başlık abaküsü ise kare formlu olup cephelerde içbükey bir hat izler. Günümüze ulaşamasa da eski fotoğraflardan tespit edebildiğimiz sütun başlığının naosa bakan cephesinin hemen üstünde iki kemerin taşıyıcı dikmede birleştiği yerin ortasında tavan silmesinin altına dek devam eden plaster üzerinde büyük ve kalın, kıvrımlı bir kenger yaprağından oluşan plastik bezemeler mevcut idi. Yaprağın orta ekseni yumurta silmesi ile vurgulanmıştır. Hali hazırda mevcut olmasa da bu plastik bezemeler aslına uygun olarak yenilenmelidir. Bu sütunlar üst kotta taşıyıcı özelliği olmayan ahşap bağdadi sepet kulpu kemerlerle bağlanmıştır.
Yan neflerde üst kotlarda dıştan içe genişleyen derin niş içerisinde yuvarlak kemerli altı adet pencere alt kotta ise beş adet pencere olup kuzey ve güney doğu köşelerinde altıncı pencerenin alt kotunda günümüzde mevcut olmayan, fakat dış cephede ki mimari izlerden ve kalıntıdan geçmişte var olduğu tespit edilen mimari hacimlere giriş sağlayan üzeri haç kabartmalı kilit taşlı, mermer söveli, ahşap, tek kanatlı dar kapılar olmalıdır. Üst kotta pencere aralarında kalan duvar yüzeylerinde barok etkili çelenk motifleri yer alır. Tüm iç cephede pencere,niş ve kapı gibi mimari ögeleri ve cephe köşe noktaları yatay ve dikey kesen sıva üzeri boya bir silme vurgular. Bu bezeme tezyinatı fotoğraflarla belgelenmiştir.
Yan nefler bir aks olup orta nef ise iki akstır. Tavanlar orta nefte ahşap beşik tonoz, yan nefte düz ahşap kaplamadır. Beşik ve düz ahşap kaplama tavanlar ahşap profilli silme ile sonlanır.
Naos özgün döşemesi horasan harç bağlayıcı üzerine kare kesitli pişmiş toprak esaslı döşemedir.
İç cephe horasan harçlı sıva+kireç esaslı ince sıva+boyalıdır.
Apsis
Ana mekandan, yapının doğusunda mermer kaplı taş bir platformla yükseltilmiş sadece din adamlarına ayrılan kutsal bölüme (bema) geçilir. Platformun her iki ucunda mermer basamaklı merdivenler yer alır. Ana mekânda her nef birer apsisle sonlanmaktadır. Giriş ekseninde orta nefin doğu ucunda yarım yuvarlak ana apsis; yan neflerin doğu ucunda ise birbirleri ile simetrik olarak düzenlenmiş eş boyutlarda yarım yuvarlak apsisler (apsidiyol) bulunmaktadır. Apsidyollerin içbükey yüzeylerinde ve profilli silmelerinin çevresinde barok tarzda kıvrımlı kenger yaprakları arasında boru çiçekleri ortada aksında bir haç etrafında toplanan kalemişi bir düzenlemeye mevcuttur. Bu yan küçük apsislerin üst kotlarında yuvarlak kemerli, taş söveli, derin nişli, yan neflere gün ışığı sağlayan, demir şebekeli pencereler yer alır. Apsisin ön cephesinde, büyük kemerin üzerinde plastik kabartma bir vazodan çıkan olasılıkla hayat ağacı motifi olan bitkisel kalem işi bezemeler ve cepheyi taçlandıran yanlardan başlayan yukarı doğru kademeli olarak çıkan kalın bir silme mevcuttur.
Kilisenin plan şeması doğu cephesinde de dıştan yansıtılmıştır. Ana apsis içten yarım daire ve dıştan düz bir duvar içine yerleştirilmiştir. Apsisin tuğla örgü yarım kubbesi kesme taş örgü bir kasnağa oturur. Apsisin kesme taş örgü kavisli yarım kubbe kasnağında iki ağırlık kemeri ve ortasında mazgal pencere yer alır. Bu kemerlerin ve pencerenin hemen altından profilli kasnak silmesi apsisin yay kavisli cephesi boyunca devam eder. Silme; apsisin yarım kubbesinin geniş kemer alınlığının üzengi hizası köşe noktalarında dor başlık olarak şekillenip altta iç bükey pahlı bir köşe noktasına yerleştirilen ahşap,yivli gövdeli, kaideli sütunceler ile desteklenir. Tuğla örgü kemer alınlığını kademeli silmeler çevreler. Kemerin simetri aksı tepe noktasında dikdörtgen formlu bir mermer bir çerçeveli oval kesit içerisinde bir istavroz yer almakta idi.
Apsis yayının kuzey ve güneyinde iki oda şapeli yer alır. Bu mimari hacimler pastaforyum odaları olarak adlandırılıp kuzeyde şükran ayininin hazırlandığı prothesis, güneyde giyinme odası olarak kullanılan ve liturjik eşyaların muhafaza edildiği diakonikiondur. Bu küçük şapellere giriş apsis yayının sağ ve sol cephesinden (taş) mermer söveli, yuvarlak kemerli, kilit taşlı, metal çift kanatlı küçük kapılardan sağlanır. Kapı kemerinin kilit taşında ortodoks haçı yer alır.
Bu kapıların bulunduğu cephelerin hemen yanında apsis cephelerinde yuvarlak kemerli, profilli düz kenar silmeli nişler yer alır. Nişlerin alt kenar yüzeyin simetri aksında haç işareti mevcuttur. Yan odalar kare planlı içten tuğla örgü çapraz tonozlu olup doğu cephesinde yuvarlak kemerli bir niş ve üzerinde yuvarlak taş kemerli pencere yer alır.
Kutsal bölümümün özgün döşemesi marmara mermeri ile kaplanmıştır. Yan odalar ve apsis cepheleri horasan harç sıva üzeri kireç esaslı ince sıva+ boyalıdır.
Buna göre restitüsyonda alınan kararlar şunlardır;
–Yapı günümüze özgün plan şemasını büyük ölçüde koruyarak gelmiştir. Bu nedenle restitüsyon projesinde rölöve esas alınmıştır.
– Yapının dış cephesi günümüzde tuğla hatıllı taş örgüdür. Dış cephede taşların geometrileri çok düzenli değildir. Moloz taş kaba yonu taş örgülü duvarlarda özellikle sol yan cephede horasan sıva tespitleri yapıldığından cepheler sıva olarak önerilmiştir.
Mimari izlerden ve kilisenin tipolojisi ile ilgili yapılan analizlerden elde edilen veriler ışığında yapının kuzey ve güneydoğusuna bitişik girişler yer almaktadır. Buna göre bu mekanlar ve mimari öğeleri restitüsyon projesine uygun olarak revize edilmelidir.
Yapılan araştırma kazılarında narteks bölümü ana mekân zemin kotundan 16 cm yukarıdadır. Ayrıca apsisin sağ ve sol aksında yer alan üç basamaklı mermer merdivenlerde aslına uygun olarak restitüe edilmiştir.
Kilisede yapılan araştırma kazılarında naosta özgün zemin, kare kesitli pişmiş toprak esaslı yer döşemesi olarak tespit edilmiş narteks ve naos zemin döşemesi bu veriler ışığında pişmiş toprak yapılmıştır. Ayrıca apsis döşemesi mermer kaplama olup büyük ölçüde yerinde mevcuttur. Apsis yan odaları da yine mermer kaplama olarak restitüe edilmiştir.
Narteks orta aksında yer alan ana giriş kapısı ve hemen üstünde yer alan cephe penceresinin kotları ve oranları aslına uygun olarak yenilenmelidir. Tüm pencerelerdeki ve kuzey ve güneydoğuda yer alan yan kapılardaki niteliksiz çimento harçlı-sıvalı tuğla ve taş örgü kapamalar kaldırılmalı, demir şebeke ve taş söveler minumum müdahale ile onarılmalıdır.
Özgün mimari izlerden, kalıntılardan ve geleneksel kilise plan tipolojisini de göz önüne alınarak elde edilen veriler ışığında narteksten yan neflere ”u” biçiminde uzanan ahşap galeri katı ve sağ ve sol aksta galeriye çıkışı sağlayan çeyrek döner, tek kollu, ahşap merdiven çıkış kotları da dikkate alınarak projelendirilmiştir.
Kilise apsis ve yan odalar dışında üst örtüsü ahşap konstrüksiyonlu, beşik çatı olup alaturka kiremitlidir. Üst örtü içten, mimari kalıntılardan,eski bir fotoğraftan ve sözel olarak edinilen bilgiler ışığında; narteksin zemin katında,yan neflerde ahşap çıtalı düz, orta nefte ise ahşap beşik tonozludur.
İç mekanda tüm cepheler horasan harç üzerine kireç esaslı ince sıva ve üzeri boya ve barok etkili kalem işi süsleme tezyinatı mevcuttur ancak büyük ölçüde yok olmuş kalem işleri restitüe edilememiştir.
5-Restorasyon Raporu
Kilise restorasyonu restitüsyon doğrultusunda yapılacaktır. Buna göre;
*Öncelikle yapı dış cephesine bitişik durumdaki tüm muhdes ekler tamamen kaldırılmalıdır.
*Çalışma sürecinde tespit edilen özgün döşeme kotuna kadar yapı içinde kotlama çalışması, hafriyat çalışması yapılmalı; özgün döşeme seviyesine inilmelidir. Kazı itina ile yapılmalıdır ki alt katmanda bulunabilecek özgün döşeme var ise zarar verilmemesi gerekmektedir.
*Kötü durumda olan çatı karkası ve ahşap dikme sütunlar alınmalıdır. Taş sütunlar sıva raspasından sonra uzmanlarca tekrar yerinde değerlendirilmeli gerekli güçlendirme kararları gözden geçirilerek uygulama sürecinde ilgili koruma kuruluna sunulmalıdır. Yeni yapılacak ahşap dikme sütunlar özgününe uygun olarak yapılmalı ve üzerine sıva yapılması için özgün sistemine uygun olarak ahşap boyuna kaplamalar kullanılmalıdır. Sıva öncesinde kaplama üzerlerine sıvanın tutması için çentikler atılmalıdır.
*Yapı beden duvarlarında muhdes olan pencere kapamaları alınmalı, üst kotta harç özelliğini yitirmiş örgüler yerinden alınmalı, restitüsyon projesine uygun olarak özgün harç ve duvar örgü sistemine göre örülmelidir.
*sıva raspası ve derz açımdan sonra duvarlarda çatlak tespiti yapılması durumunda;
*1 cm’ e kadar çatlaklarda özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması
*1-4 cm arasında olan çatlaklara paslanmaz kenetlerle dikiş atıldıktan sonra özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması
*4 cm den büyük olan çatlakların 15-20 cm kadar çevresinin çürütülerek özgün malzeme ve sistemine uygun olarak yeniden örülmesi ve özgün harç karışımına uygun olarak enjeksiyon yapılması; önerilmektedir.
*Uygulama sırasında temel durum tespiti için kısmi sondajlar açılmalıdır. Temel sistemi uzmanlar tarafından incelenmelidir. Temellerde eğer çatlak tespit ediliyorsa duvarlarda önerilen çatlak müdahale yöntemleri temel duvarlarında da uygulanmalıdır.
*Ayakta kalan ve iyi durumda olan duvarların özgün taş ve tuğla örgüsü ile korunacaktır. Malzeme kaybı olan bölümlerde çürütme tümleme yapılacaktır. Tümleme malzemesi özgün taş özelliğine uygun taş ile yapılmalıdır. Derzlerin tamamı sökülerek özgün derz karışımlı harç ile yeniden derzleme yapılmalıdır. Derzleme yapıldıktan sonra horasan sıva ile iç ve dış cepheler sıvanmalıdır.
*Çatı sistemi restitüsyona uygun olarak yapılmalıdır. Ahşap makas sistemine göre çözümlenecek çatı da kaplama tahtası üzerine rufoline ve alaturka kiremit örtüsü yapılacaktır.
*Yapı günümüze büyük ölçüde yıkılmış durumda gelmiştir. Duvarlarının üst kot bölümleri de büyük ölçüde yıkılmıştır. Bu nedenle öncelikle duvarlardaki güçlendirmeler yukarıda sıralanan maddelere göre tamamlanmalıdır. Çatı sistemi kurgulanmadan önce restorasyon projesine uygun olarak naostaki ahşap sütunlar imal edilmelidir. Ahşap sütunlar paslanmaz tijler ile taş kaideye ankre edilmelidir. Daha sonrasında çatı karkas sistemi yapılmalıdır.
*Zemindeki toprak alımı sırasında alt katmanlardan çıkacak izlere farklı bulgulara göre proje tadilatı yapılarak ilgili koruma kurulu onayından sonra uygulamaya devam edilmelidir.
*Duvarların rijitliği için duvar üst kotunda paslanmaz L profillerle hatıl sistemi oluşturulmalıdır. Bu şekilde yapının yanal kuvvetler etkisinde açması önlenmiş olur.
*Kullanılacak tüm ahşap elemanların fırınlanmış, emprenye edilmiş ve yangına karşı koruyucu boya ile boyanmış olması gerekmektedir.
*Kapı ve pencere doğramaları projesine uygun olarak yeniden yapılmalıdır.
*Duvarlar sıvalı olarak önerilmiştir.
*Zemin kaplaması kazıda çıkan veriler doğrultusunda naos ve narteks pişmiş toprak, apsis mermer, apisisin sağ ve sol bölümündeki odalar taş kaplamadır.
*Yapı etrafı parsel sınırları içerisinde kalmak koşulu ile bahçe duvarı ile çevrelenmiştir. Doğu cephesi payanda bölümü parselden çıkma göstermektedir. Bu nedenle bu bölümü çevreleyen bahçe duvarıda parsel sınırını aşmaktadır. Yapı bahçesine giriş ana kapısı alt yoldan, güney cephesinden verilmiştir. Yapı etrafı mevcut durumda toprak dolgu ile yükseldiğinden özgün bahçe kotunu kaybetmiştir. Parsel sınırı etrafına bahçe duvarı yapılması ile yol ile bağlantısı kesilen yapı etrafı kendi parseli içinde restitüsyon kotuna getirilebilmektedir. Bu şekilde cepheler açığa çıkmaktadır. Uygulama sırasında yapı bahçesinde yapılacak kazının itina ile yapılması ve çıkacak verilerin ilgili koruma kuruluna bildirilmesi gerekmektedir.
Kaynakça
”19. yüzyıl Kayseri kiliseleri için koruma önerileri” itüdergisi/ a mimarlık, planlama, tasarım Cilt:7, Sayı:2, 26-37, Eylül 2008
Tekfurdağı Sancağı’nın Sosyal ve Ekonomik Yapısı (1890-1902),makâle, Ümit Ekin/ Hümmet Kanal
İstanbul’da Ermeni-Rum Kiliseleri Krizi ve Ermenilere Tanınan Yeni İmtiyâzlar (1890-1891), Ramazan Erhan Güllü
10.‘Badgerazart Pınaşkharhig Pararan’ (Resimli Dünya Sözlüğü), H.S. Eprigyan, Venedig, 1902
http://www.agos.com.tr , Çanakkale, Gelibolu, Tekirdağ Ermenilerine ne oldu?,makale, Zekeriya Mildanoğlu
Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin Din-İbadet, Egitim-Ögretim Hürriyetleri ve Bu Bakımdan “Kilise Defterleri”nin Kaynak Olarak Önemi (4 numaralı kilise defteri’nden örnek fermanlar), Ali Güler
Kumkapı Surp Vortvots Vorodman Kilisesinin Yapım Sistemi Ve Onarım Sürecinin Değerlendirilmesi, tez,Rahmi Hızır
“Kuzey Marmara sahilleri ve ard alanında şehirleşmenin tarihi süreci: XVI.-XVII. yüzyıllarda Tekirdağ ve yöresi”, Doktora Tezi, Hacer Ateş, İstanbul Üniversitesi SBE, 2009.
Osmanlı devletinde 1830’larda demiryolu inşaatlarına ilişkin projeler hazırlanmış, aynı yüzyılın ortalarında yapım çalışmaları başlatılmıştır. 1914 yılına kadar geçen yaklaşık 60 yıllık süre içinde 12.000 km’yi aşan demiryolu ağına sahip olunmuştur. 1870’lerin başında İstanbul Edirne güzergâhı inşa edilmiştir. Baron Hirsch inşaat ve işletme işlerini üstlenmiş olup “Rumeli Demiryolları Şirketi Şahanesi” ve “Rumeli Demiryolları İşletme Kumpanyası” adlı iki şirket kurmuştur. Çalışmanın başlangıcında demiryolunun geçeceği hatlar belirlenmiş bu işi Fransız, Alman ve Avusturyalı mühendislerden oluşan bir ekip gerçekleştirmiştir.
Hazırlanan hat önerilerinin bir kısmı 14. Mayıs 1870 tarihinde Nafia Nezaretine sunulmuş, bunlardan Yedikule-Küçükçekmece hattı için 3 Haziran 1870 tarihinde eksiklikleri ileride tamamlanmak üzere olumlu rapor verilmiştir. 4 Haziran 1870 tarihinde bu hattın çalışmaları başlamış, 4 Ocak 1871 tarihinde sadrazamın da katıldığı bir tören ile açılmış ve bu neden imtiyaz sahibi Baron Hirsch’e birinci rütbeden Mecidiye nişanı verilmiştir. İnşaatın hızla bitirilebilmesi için 2000 den fazla işçinin çalıştırıldığı bilinmektedir. Aralık 1870’lerde Nafia Nezaretine sunulan rapor ve padişahın onayıyla Yedikule Sirkeci hattının inşaatı da başlatılmıştır.
Yedikule Küçükçekmece hattında istasyon hizmet binaları ve lojman yapıları birkaç değişiklik dışında aynı mimari karakteri taşımaktadır. Geniş ve eğimli bir arazi üzerinde yer alan Yedikule İstasyonu hattın, tren bakım ve onarımlarının gerçekleştirildiği tek istasyon olma özelliğine sahiptir. Bünyesinde atölyeler, kömür ve gaz depoları da bulunmaktaydı. Yük taşımak için marşandiz garları ve ambarlar dışında lokomotif depolarında da sundurmalar, işletme atölyeleri, su kuleleri, lokomotif bakımı ile ilgili araçların bulunduğu mekânlar vardır. İstasyon ve depo yakınında lokomotif personeli için yıkanma yerleri ve servis yatakhaneleri vardı. Demiryolu ile ilgili bakım ve onarım atölyeleri demiryolunun deniz yönünde inşa edilmiştir. Böylece lokomotif ve vagonların atölyeleri kolayca giriş çıkışı sağlanmıştır. Atölyelerde lokomotif ve vagonların sökümü, onarımı ve montajı yapılabilirdi.
Yedikule Cer Atölyeleri Rumeli Demiryolu hattının teknik ve hizmet yapıları kompleksidir. Cer çeken ve çekilen araçları tanımlamak için kullanılan teknik bir terimdir. Bu atölyeler uzun yıllar hizmet vermiş Trakya hattının lokomotif, yolcu ve yük vagonları burada tamir edilmiş, atölyelerin çok eski olan tezgâhları günün şartlarına göre zaman zaman yenilenmiş, binalarda tamir edilerek ihtiyaca göre genişletilmiştir. 1948 yılında yapılan bir tespitte atölyelerde 639 işçi çalışmaktaydı. Daha sonra komplekse eklenmiş olan çırak okulu da 1972 yılına kadar faaliyetini sürdürmüştür. Yedikule vagon bakım atölyesi ile Yedikule dizel lokomotif deposu daha aktif bir yönetim sağlanması amacıyla 1992 yılında “Yedikule Cer atölyesi” adı altında birleştirilmiştir. 1997 yılında ise aktivitesini kaybettiği gerekçesi ile tesisin tamamı kapatılmıştır.
Yedikule Cer Atölyeleri, Yedikule semti içinde güneydoğusunda sahil surları, güney batısında Yedikule Gazhanesi, kuzeybatısında Yedikule Hisarı ve Yedikule Tren İstasyonu ile sınırlı olup yaklaşık 43.000 m2’lik bir arazide, 2384 Ada üzerinde yer almaktadır. Bölge 5. yüzyılda inşa edilen kara surları ile kent alanı içinde kalmıştır. Ayasofya civarından başlayan ana yol hattının biri bu bölgedeki Altınkapı’ya kadar devam etmekteydi. Cer atölyesinin değişik yapılarını Marmara Sahilinden surlar Bizans dönemine aittir. Duvar ve kulelerin hem Bizans hem Osmanlı döneminde defalarca yenilendiği anlaşılmaktadır. Surların yapı malzemesinin bir kısmı özellikle küfeki blokları atölyelerin bazı yapıların inşaatında da kullanılmıştır. Surların arkası zamanla dolarak duvarları bir teras haline getirmiştir. Birçok bölümde cer atölyesi ile birlikte surlarda yenilenmiş ve geç devir Osmanlı duvar tekniğinin özelliklerini taşır olmuştur. Marmara Surları’nın üzerine birçok yerde Bizans ve Osmanlı dönemi boyunca farklı yapılar inşa edilmiştir.
Cer Atölyeleri’nin ana yapılarına kullanım sırasında meydana gelen ihtiyaçlar doğrultusunda yeni birimler eklendiği anlaşılmaktadır. Bu yapılara ilişkin ulaşılabilen en eski görsel veriler, alanın 1914-1915 yıllarındaki durumunu gösteren Alman Mavileri denilen haritalardır. Ankara Cer Atölyesi Arşivinde yer alan 1947 ve 1953 yılı haritalarından Yedikule Cer Atölyesi’ndeki yapıların gelişimi konusunda bilgi edinilmektedir.
Vaziyet planı üzerindeki yerleşime bakıldığında demiryolu hattı üzerinde inşa edilen cer atölyelerinin lokomotif ve vagonların periyodik bakım ve onarımlarına imkân sağlayacak bir işlev şemasına göre tasarlandıkları ve buna göre arazi üzerinde konumlandırıldıkları anlaşılmaktadır. Atölye komplekslerinde önce en temel ihtiyaçları karşılayacak birimler inşa edilmiş, zaman içinde gelişen ihtiyaca bağlı olarak diğer birimler eklenerek organik bir biçimde büyüme sağlanmıştır. Benzer gelişim Ankara, Sivas, Eskişehir, Halkapınar cer atölyelerinde de görülmektedir.
Sur üzerinde yer alan ve sırası ile Bondaj, Tavlama Ocağı, Tamirhane, Demirhane, Kiler – Aşevi, Makine Dairesi, Elektrik Santrali gibi yan yana sıralarmış küçük birimlerden oluşan mekânlar farklı dönemlerde eklemelerle oluşmuştur. Bazı birimlerde sura ait küfeki taşlar ikinci kez kullanılmıştır. Ancak yapıların genelinde yığma harman tuğla kullanılmıştır. Bu birimler 1915 tarihli Alman Mavileri haritasında görülmektedir. Yapılar bu veri ve malzemelerine dayanarak 19. Yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarına tarihlendirilebilir. Kısmen üst örtüleri çökmüş olan birimlerin yanında ahşap makaslı çatılarını hala koruyan birimlerde vardır.
Elektrik Santrali: Elektrik santrali olarak adlandırılan birim yığma harman tuğla ve surdan devşirilen küfeki blokları ile inşa edilmiştir. İki meyilli çatısı içte ahşap makaslı, dışta Marsilya kiremidi ile kaplanmıştır. Bu birim 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarına tarihlenebilir.
Makine Dairesi: Makine dairesi olarak adlandırılan birim yığma tuğla ve küfeki blokları ile inşa edilmiştir. Duvarların malzemesi sıvaların döküldüğü yerlerden izlenebilmektedir. Çatı ve tavan ahşaptır, iki meyilli çatı Marsilya tipi kiremit ile örtülüdür. 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarına tarihlenebilir.
Aşevi – Kiler: Aşevi ve kiler olarak adlandırılan birim deniz yönünde büyük oranda sur duvarlarını kullanmıştır. Yapının ahşap makaslı tavanları kısmen korunmuştur. İki tarafa meyilli çatı Marsilya tipi kiremit kaplıdır. Yapı malzemesi surdan devşirilen küfeki taşlar ve harman tuğladır. İçte bazı duvarların alt kısmı beyaz fayansla kaplanmıştır. Yapı 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında inşa edilmiş olmalıdır. Elektrik Santrali, Makine Dairesi, Aşevi – Kiler birimleri aynı çatı altında ele alınmıştır.
Tamirhane ve Demirhane: Aşevi – Kiler yapılarından sonra bu birimler bulunmaktadır. Bu bölümler sıvaları dökülen yan duvarlarından görüldüğü kadarı ile surlara ait küfeki taşı malzeme ile inşa edilmişlerdir. Muhtemelen kiremit kaplı ahşap örtüleri bugün mevcut değildir. Her iki birimde 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında inşa edilmiş olmalıdır.
Bondaj ve Tav Ocağı Bölümü: Sur üzerindeki kule ile bütünleşik yığma taş yapının üst kısmında yer yer harman tuğla kullanılmıştır. Yapı 19. Yüzyıl sonları 20. Yüzyıl başlarında inşa edilmiş olmalıdır. Yapının yan cephelerinde köşelerde ve duvar yüzeyinde yine tuğladan yapılmış plastırlar vardır. İçte ahşap makaslı olan kırma çatı ile kapatılan yapı Marsilya kiremidi ile örtülüdür.
Yukarıdaki bölümlerden sonra sur üzerinde bir bölgede yapı yoktur. Bir sonraki yapı Elektrikhane ve Trafo Binası’dır. Yapı 19. yüzyıl sonu – 20. yüzyıl başında inşa edilmiş olmalıdır. Duvarları yığma harman tuğla olan yapı iki katlı olup ahşap tavanlı ve iki yöne meyilli Marsilya tipi kiremit kaplı çatılıdır. Cephesinde kare ve dikdörtgen şeklinde büyük açıklıklar dönemin sanayi yapıları için tipiktir. İçinde yer yer betonarme kolon ve kirişler de görülmektedir. Trafo binası da benzer yapım teknikleri içermektedir.
Kaynakevi: İnce uzun yapı dikdörtgen şeklindedir. Tek katlı yapının duvarları delikli harman tuğla ile yığma olarak inşa edilmiştir. İki meyilli ahşap makaslı çatının üst kısmında bir bölüm yükseltilmiştir. Alman Mavileri denilen haritalarda görülmediği için 1915 tarihinden sonra inşa edilmiş olmalıdır. Ankara Cer Atölyesi arşivinde bulunan ve 1947 yılında yapıldığı anlaşılan Yedikule Cer Atölyesi Genel Durum Planı’nda yapı kaynakevi olarak işlenmiştir. Yapının bu tarihten önce inşa edilmiş olmalıdır.
Demirhane: Demirhane olarak tanımlanan yapı betonarme olarak inşa edilmiştir. İki yana meyilli metal bir çatı ile kapanan yapının kolon ve kirişleri de cepheden algılanmaktadır. Alman Mavileri denilen haritalarda görülen yapı 20. yüzyılın başında inşa edilmiş olmalıdır.
Bu birimlerin sur ile kaynaşmış oturumunun kaldırılması sur duvarlarına kısmen zarar verebilecektir. Yapıların inşa edildiği dönem ve sur ile olan organik ilişkisi bunların dönem eki olarak mevcudiyetlerini muhafaza etmesini gerekli kılmaktadır. Yedikule Cer Atölyesi’ni oluşturan ana binaların dışında bunların tamamlayıcı durumunda ek birimler olduğu ve dolayısı ile de mevcudiyetleri bu kompleksin bütünlüğü açısından anlamlıdır. Durumun dikkate alınarak bu birimlerin kültür varlığı olarak tescillenmesi uygun olacaktır.
* *
Ayrıca bu kompleksin bünyesi içinde yer alan
Müdüriyet (Direktörlük) Binası: Yapı ince uzun bir oturuma sahip dikdörtgen planlı olup iki katlıdır. Betonarme olarak inşa edilen binanın altında Yedikule semtini sahile bağlayan bir geçit bulunmaktadır. Bu geçit yakın zamanda kapatılmış olup kullanılmamaktadır. 1914-1915 tarihli haritalarda görülmeyen yapı, Demiryolları arşivinde bulunan 1947 tarihli bir vaziyet planında direktörlük olarak işlenmiştir. Müdüriyet binasının ve altındaki geçidin 20. yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Binada bir dönem üst kattaki mekânlar birleştirilerek sınıflara dönüştürülmüş ve eğitim amaçlı olarak kullanılmıştır.
Kazanhane: Çelik taşıyıcı sistemle hazırlanan yapı kent haritalarında ve demiryolları arşivlerindeki vaziyet planlarında görülmez. 1947 ve 1953 yıllarında yapılmış olan ve TCDD Arşivinde yer alan haritalarda mevcudiyeti görülmeyen yapı 2009 yılında yapılan tespitlerde varlığı belirtilmiştir. Bu nedenle en erken 20. yüzyılın son çeyreğinde inşa edilmiş olmalıdır. Yapının örtü sistemi ve çelik ayaklar arasında kalan bölümlerinin çoğu yok olmuştur.
yüzyılın ilk yarısında betonarme olarak inşa edilmiş olan Müdüriyet (Direktörlük) Binası (16.02.1992 tarih 4273 sayılı karar ile tescil edilmiş) ile 20. yüzyılın son çeyreğinde çelik taşıyıcı sistemle inşa edilmiş olduğu anlaşılan Kazanhane binasının (22.12.2004 tarih ve 353 sayılı karar ile yeri krokide belirtilmeden 36.01 m2’si tescil edilmiş) yapılan incelemeler sonucunda kültür varlığı olabilecek özellikleri tesbit edilememiştir. Her iki yapının tasarımları, yapım teknikleri, uygulanan işçilik ile plan özelliklerinin bir değer ifade etmedikleri dikkate alındığında bu yapıların tescilden çıkarılması önerilmektedir.
* *
Yedikule, Bucak Bağı / Bucak Ağa Mescidi
Mescit Yedikule yakınlarındadır. Hüseyin Ayvansarayi’nin Hadikatü’l Cevami adlı eserinde yapının mahallesi olduğu ve baniyesinin Rukiye Hatun olduğu yazılıdır. Ancak baniyenin kimliği ve kabri hakkında bilgi yoktur. Hadika’nın bazı nüshalarında yapının adı Bucak Ağa olarak ta geçmektedir. Bir nüshada ise mescidin kiliseden münkalib (çevrilmiş) olduğu bildirilmiştir. Bu kayıt dikkate alınarak İstanbul’da camiye çevrilen kiliseler ile ilgili yayınlarda bu mescidin adı da geçmiştir. Ancak yapının bir gravür ya da fotoğrafı bugüne kadar tespit edilemediği için durumunu incelemek güçtür. İstanbul’un kiliseden dönme yapılarını anlatan seyyahların bu mescidi ziyaret edeni de tespit edilememiştir. Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından yayınlanan 19. Asır İstanbul Haritası’nda mescidin bulunduğu sokak Emine Hanım Camii Sokak olarak belirtilmiş, camide bu isimle gösterilmiştir. Bu isim Hadika’da geçmemektedir. Muhtemelen Bucak Bağı Mescidi daha sonra bu isimle de anılır olmuştur. Demiryolları arşivlerinde bulunan bazı haritalarda mescit yeri kesin olarak belirlenebilmektedir. Ancak Demiryolu hattının genişletilmesi sırasında ortadan kaldırılmıştır. Hakkı Göktürk tarafından “Bucak Bağı Mescidi” adı ile 1963 yılında kaleme alınmış olan İstanbul Ansiklopedisi’ndeki maddede bu yapı yakındaki Hacı İlyas Mescidi ile karıştırılmıştır. Yapının konu ile ilgili haritalarda yeri kesin olarak gösterilmektedir. Mevcut demiryolu hattının kaldırılması söz konusu ise caminin bulunduğu alanın korunması önemlidir. Yapının ihyasında bu durum göz önünde bulundurulmalıdır.
KAYNAKÇA
AYVERDİ, Ekrem Hakkı, 19. Asırda İstanbul Haritası, İstanbul 1958
DAĞDELEN, İrfan, Alman Mavileri, 1913-1914 İstanbul Haritaları, İstanbul 2007
“Demiryolu”, Türk Ansiklopedisi, Cilt 13, sayfa 6-12
DİRİMTEKİN, Feridun, Fetihten Önce Marmara Surları, İstanbul 1953
FOSS, Clive, WİNFİELD, D., Byzantine Fortifications, Pretoria 1986
GÖKTÜRK, Hakkı; “Bucak Bağı Mescidi”, İstanbul Ansiklopedisi, (Haz: R.E. Koçu), C.6, İstanbul 1963, s.3095
Hüseyin Ayvansarayi – Ali Satı Efendi – Süleyman Besim Efendi, Hadikatü’l Cevami (İstanbul Camileri ve Diğer Dini – Sivil Mi’mari Yapılar), (Haz: Ahmed Nezih GALİTEKİN), İstanbul 2001.
MİLLİNGEN, Alexander van, Byzantine Constantinople, The Walls of the City and Adjoining Historical Sites, London 1899
MÜLLER-WIENER, Wolfgang, İstanbul’un Tarihsel Topografyası, 17. Yüzyıl Başlarına Kadar Byzantion-Konstantinopolis-İstanbul, İstanbul 2001
TAMER, Cahide, İstanbul Bizans Anıtları ve Onarımları, İstanbul 2003
TUNAY, Mehmet İ., Türkiye’de Bizans Mimarisinde Taş ve Tuğla Duvar Tekniğine Göre Tarihlendirme, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü, Sanat Tarihi Anabilim dalı yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 1984,
UZUN, Tayfun, Osmanlıdan Günümüze Demiryolları, İstanbul 2005
ÜLKEKUL, Cevat, Piri Reis ve Türk Kartograflarının Çizgileriyle XVI. , XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda İstanbul, İstanbul 2013
ÜNAL, Mehmet, Endüstri Mirası Kapsamında İstanbul Yedikule TCDD Atölyelerinin Mimarisi ve Koruma Sorunları, Trakya Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Edirne 2009.